logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Mehmet Fırat [2.B.], B. No: 2014/4327, 17/11/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET FIRAT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/4327)

 

Karar Tarihi: 17/11/2014

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Murat ŞEN

Başvurucu

:

Mehmet FIRAT

Vekili

:

Av. Mehmet ERBİL

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, hükümlülerin ayaklanması suçundan yargılandığı davada Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin, yaklaşık 13 yıl yargılama yapması, yargılamanın zamanaşımına uğramasına rağmen mahkûmiyet kararı vermesi ve uyarlama hükümlerinin hukuka aykırı şekilde uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 28/3/2014 tarihinde İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu hakkında Bandırma Özel Tip Cezaevinde hükümlü olarak tutulduğu süreçte 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri arasında diğer bazı hükümlüler ile birlikte İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları iddiası ile soruşturma başlatılmıştır.

8. Soruşturma aşamasında başvurucu hakkında 30/3/2000 tarihinde tutuklama kararı verilmiştir. Başvurucunun soruşturma aşamasında kolluk veya Cumhuriyet savcısı tarafından savunması alındığına dair herhangi bir belgeye rastlanmamıştır.

9. Başvurucu hakkında Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığı, 30/5/2000 tarih ve E.2000/549 sayılı iddianame ile silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkışmak suçundan cezalandırılması talebiyle aynı yer Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır.

10. Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi, 4/1/2005 tarih ve E.2000/386, K.2005/1 sayılı kararı ile başvurucunun 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûmiyetine karar vermiştir.

11. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 22/12/2005 tarih ve 4-2005/180627 sayılı yazıları ile karara ilişkin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında lehe hususlar açısından yeniden değerlendirme yapılması için dosyayı Mahkemesine geri göndermiştir.

12. Diğer taraftan Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi iş yükü nedeniyle 1. Asliye ve 2. Asliye Ceza Mahkemesi olarak ikiye bölünmüştür. Bu kapsamda dosyanın yeniden tevzi edildiği Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2006/40 sayısına kayden yapılan uyarlama yargılamasında Mahkeme, 15/12/2011 tarih ve E.2006/40, K.2011/729 sayılı kararı ile başvurucuyu, lehe kabul ettiği önceki karara uygun olarak 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir.

13. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 19/5/2013 tarih ve 2013/4231 sayılı tebliğnamede başvurucunun hukuki durumuna ilişkin olarak talep edilen hususlar şöyledir:

“Suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK ve 5237 sayılı TCK hükümleri nazara alınarak lehe ve aleyhe değerlendirme yapılması gerektiği, bu kapsamda her suç bakımından zamanaşımı değerlendirilmesinin ayrı ayrı yapılması gerektiği, sanıklar hakkında 765 sayılı TCK’nın 304/3-4. maddeleri gereğince hükmolunan temel cezanın 10 yıl 6 ay hapis cezası, netice cezanın ise 11 yıl 6 ay 10 gün hapis cezası olması karşısında; her ne kadar hüküm tarihi itibariyle uygulama doğru ise de suç ve hüküm tarihi itibariyle 765 sayılı TCK’nın 304/3., 5237 sayılı TCK’nın 296/1-2. maddeleri kapsamında yapılan değerlendirmede 5237 sayılı TCK’nın 296/1. maddesine ilişkin kesintili zamanaşımı süresinin 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e, 67/4. maddeleri gereğince 12 yıl olması ve suç tarihi olan 5/1/2000 tarihinden inceleme tarihine kadar da söz konusu zamanaşımı süresinin gerçekleşmiş olması karşısında; mahkemece 765 sayılı TCK’nın 304/3-4. maddeleri ile 5237 sayılı TCK’nın 296/2. maddesi delaletiyle 5237 sayılı TCK’nın 152/1-a, 152/2-a maddelerinin ayrı ayrı bir bütün halinde netice cezalar değerlendirilmek suretiyle yeniden lehe yasanın değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması bozmayı gerektiğinden, sanıklar ve müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bozulması talep olunur.”

14. Temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 24/12/2013 tarih ve E.2013/7012, K.2013/16579 sayılı ilamı ile anılan mahkeme kararını onanmıştır. İlamın gerekçesindeki başvurucu ile ilgili kısım şöyledir:

“Sanıklara atılı hükümlü veya tutukluların ayaklanması suçu bakımından 5237 sayılı TCK'nın 296/1. maddesinde belirlenen cezanın süresi itibariyle, aynı Kanun’un 66/1-e, 67/4. maddelerinde öngörülen zamanaşımı suç ve inceleme tarihleri arasında gerçekleşmiş ise de, 5237 sayılı TCK'nın 7. ve 5252 sayılı Kanunun 9/3 maddelerinde “lehe olan hüküm önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” hükmü uyarınca, iddianamedeki anlatım, kabul ve mahkemenin lehe olan kanunun belirlenmesine yönelik yaptığı karşılaştırmada yakarak mala zarar verme suçuna ilişkin teşdiden öngördüğü ceza da nazara alındığında; sanıklar tarafından gerçekleştirilen ayaklanmada yakarak mala zarar verme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının da sübut bulduğu, buna göre de; 765 sayılı TCK'nın 304/son maddesi delaletiyle 304/3-4. maddelerinin uygulanması ile hükmolunan sonuç cezanın, 5237 sayılı TCK'nın 296/2. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 152/1-a, 152/2-a, 109/2-3-a-b maddelerinin uygulanması suretiyle hükmolunacak sonuç cezaya göre her durumda daha lehe olacağı anlaşılmakla; mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiş, tebliğnamedeki bozma düşüncesine bu nedenle iştirak edilmemiştir”

15. Başvurucu, karardan 6/3/2014 tarihinde haberdar olmuş ve 28/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

16. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 304. maddesi, 5237 Kanun'un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 296. maddesi, 152. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile (2) numaralı fıkrasının (a) bendi, 4/11/2004 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddesinin (3) numaralı fıkrası, 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi, 135/A maddesi, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 150. maddesi.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Mahkemenin 17/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 28/3/2014 tarih ve 2014/4327 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu, hükümlülerin ayaklanması suçundan yargılandığı davada Mahkemenin, isnat edilen suçun zamanaşımına uğramasına rağmen hakkında mahkûmiyet kararı verdiğini, yargılamanın makul kabul edilemeyecek şekilde yaklaşık on üç yıl sürdüğünü, uyarlama yargılaması kapsamında alt sınırdan hüküm kurularak değerlendirme yapılması gerekirken teşdit uygulanarak cezanın belirlendiğini, Mahkemenin bilirkişi raporlarını beklemeden, kolluğun tek taraflı tuttuğu gerçeği yansıtmayan tutanaklar kapsamında deliller tam olarak toplanmadan suç ve cezada şahsilik ilkesine aykırı olarak toptancı bir yaklaşımla mahkûmiyet kararı verdiğini belirterek, Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde tanımlanan kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucu, yargılamanın zamanaşımına uğramasına rağmen mahkûmiyet kararı verilmesinin Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal ettiğini ileri sürmüş ise de bu iddiaların özü, söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir. Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları aşağıda adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Delillerin Değerlendirilmesi ve Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası

20. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”

21. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

22. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

23. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (B.No: 2012/828, 21/11/2013, § 21).

24. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B.No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

25. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), delillerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak, somut davada kullanılan delilin sanığın hazır bulunduğu duruşmada ve “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ya da söz konusu delillerin yargılamanın bütününe olan etkisi çerçevesinde değerlendirmektedir (Bkz. Tamminen/Finlandiya, B.No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40-41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, B.No: 10590/83, 6/12/1988, §§ 68, 81-89). AİHM pek çok kararında, Sözleşme’nin 19. maddesi bağlamında görevinin, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşme’ye ilişkin yükümlülüklerinin gözetilmesini sağlamak olduğunu, Sözleşme’nin koruması altında bulunan hak ve özgürlükler ihlal edilmedikçe ulusal bir mahkemenin olaylara ya da hukuka ilişkin yaptığı hataları inceleme görevinin bulunmadığını, Sözleşme’nin 6. maddesinin adil yargılanma hakkını güvence altına almakla beraber bu maddenin öncelikli olarak ulusal hukuk bağlamında düzenlenmesi gereken bir konu olan delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin bir kural ortaya koymadığını belirtmektedir (Bkz. Schenk/İsviçre, B.No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45-46; Desde/Türkiye, B.No: 23909/03, 1/2/2011, § 124).

27. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

28. AİHM, bariz bir şekilde keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün –iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere– kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Bkz. Jalloh/Almanya [BD], B.No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Desde/Türkiye, B.No: 23909/03, 1/2/2011, § 125; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699) AİHM’e göre, delillerle ilgili esas olarak başvurucuya, delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği incelenmelidir (Bkz. Bykov/Rusya [BD], B.No: 4378/02, 10/3/2009, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B.No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 700).

29. Başvuru konusu olayda başvurucu Mahkemenin kolluğun tek taraflı tuttuğu gerçeği yansıtmayan tutanaklar kapsamında deliller tam olarak toplanmada suç ve cezada şahsilik ilkesine aykırı olarak toptancı bir yaklaşımla mahkûmiyet kararı verdiğini ileri sürmüştür.

30. Başvurucunun delillerini sunma ve delillerin değerlendirilmesi konusunda farklı bir muameleye tabi tutulduğuna dair somut bir veri bulunmamakta olup, Mahkeme’nin delilleri değerlendirmesinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunduğuna dair bir bulguya da rastlanmamıştır. Başvuru dosyası incelendiğinde, deliller ile ilgili olarak başvurucuya, şikâyete konu Mahkeme tarafından temin edilmesinden vazgeçilen hususlara yönelik itiraz etme ve kullanılmamasına karşı çıkma fırsatı verildiği, başvurucunun aleni duruşmada delil sunma ve tartıştırma imkânına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvurucuya delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına ilişkin bir veri de bulunmamaktadır.

31. Öte yandan, başvurucunun, uygulanan kanun ile daha sonra yürürlüğe giren kanun arasında hangisinin daha lehe olduğuna dair değerlendirilmesinde yargılamanın zamanaşımına uğradığı iddialarının Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından reddedilmesine ilişkin iddialarının yukarıdaki açıklamalar ışığında derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olgulara ilişkin hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması ile ilgili olduğu açıktır. Başka bir ifadeyle başvurucunun iddialarının, derece mahkemesince kanunların yorumlanmasında isabet olup olmadığına, dolayısıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu ve başvurunun bu haliyle temyiz incelemesi talebi niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

32. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası Yönünden

33. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

34. Başvurucu, hakkında 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri arasında diğer bazı hükümlüler ile birlikte İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları iddiası ile soruşturma başlatıldığını ve daha sonra Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının 30/5/2000 tarihli iddianamesi ile “hükümlülerin ayaklanması” açılan kamu davasının Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/12/2013 tarihli onama kararına kadar yaklaşık on üç yılda sonuçlandığını ileri sürmüştür.

35. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).

36. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).

37. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No: 2013/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, "hükümlülerin ayaklanması" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suç 765 sayılı Kanunu’nun 304. maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).

38. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucu hakkında tutuklama kararı verildiği 30/3/2000 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin onama kararını verdiği 24/12/2013 tarihidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

39. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, başvurucunun da içinde bulunduğu 32 mahkûmun 5/1/2000 ila 7/1/2000 tarihleri arasında İBDA-C silahlı terör örgütü ile ilişkileri nedeniyle “silahlı ve topluca cezaevinde isyana kalkıştıkları” iddiası ile soruşturma başlatıldığı, soruşturma sürecinde 30/3/2000 tarihinde başvurucu hakkında tutuklama kararı verildiği, daha sonra Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığının 30/5/2000 tarih ve E.2000/549 sayılı iddianamesi ile anılan suçtan aynı yer Asliye Ceza mahkemesi nezdinde kamu davası açıldığı, Mahkemenin 4/1/2005 tarihli kararı ile başvurucunun 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edildiği tespit edilmiştir.

40. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 22/12/2005 tarihli yazıları ile karara ilişkin 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında lehe hususlar açısından yeniden değerlendirme yapılması için dosyayı Mahkemesine geri gönderdiği, tekrar yapılan uyarlama yargılaması sonucunda Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 15/12/2011 tarihli kararı ile başvurucuyu, lehe kabul ettiği önceki karara uygun olarak 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm ettiği ve kararın Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/12/2013 tarihli ilamı ile onandığı belirlenmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki yargılama 13 yıl 8 ay 24 gün sürmüştür.

41. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; B. No: 2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).

42. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık on dört yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

43. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

44. Başvurucu, makul sürede yargılama yapılmadığı için 100.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

45. 6216 sayılı Kanun'un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

46. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on dört yıllık yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 11.250,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

47. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Delillerin değerlendirilmesi ve yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucuya net 11.250,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

C. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

17/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Mehmet Fırat [2.B.], B. No: 2014/4327, 17/11/2014, § …)
   
Başvuru Adı MEHMET FIRAT
Başvuru No 2014/4327
Başvuru Tarihi 28/3/2014
Karar Tarihi 17/11/2014

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, hükümlülerin ayaklanması suçundan yargılandığı davada Bandırma 2. Asliye Ceza Mahkemesinin, yaklaşık 13 yıl yargılama yapması, yargılamanın zamanaşımına uğramasına rağmen mahkûmiyet kararı vermesi ve uyarlama hükümlerinin hukuka aykırı şekilde uygulanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, infazın durdurulması, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) Makul sürede yargılanma hakkı (ceza) İhlal Manevi tazminat
Kanun yolu şikâyeti Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Silahların eşitliği ilkesi / çelişmeli yargılama ilkesi (ceza) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Suç ve cezaların kanuniliği ilkesi Suç ve cezada kanunilik Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 765 Türk Ceza Kanunu 304
5237 Türk Ceza Kanunu 296
152
7
5252 Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun 9
1412 Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 135
135/A
5271 Ceza Muhakemesi Kanunu 150
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi