logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri [1.B.], B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AGAVNİ MARİ HAZARYAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/4715)

 

Karar Tarihi: 15/6/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 28/7/2016-29784

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucular

:

1. Agavni Mari HAZARYAN

 

 

2. Erol DONİKOĞLU

 

 

3. Anahit HAZARYAN

 

 

4. Agavni HAZARYAN

Vekili

:

Av. Başak PURUT

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; taşınmazın firari (kaçak) ve mütegayyip (yitik) kişilerden kaldığı gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatına göre 1958 yılında bir idari işlemle tapusunun iptal edilmesi ve bu işlemin düzeltilmesi için başlatılan idari ve yargısal süreçlerden sonuç alınamaması nedenleriyle mülkiyet hakkının; bu taşınmaza ilişkin olarak adli yargı yerinde açılan tapu iptali ve tescil davasının yargı yolu yönünden reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 4/4/2014 (2014/4715) ve 10/4/2014 (2014/5007) tarihlerinde İstanbul 19. ve 20. Asliye Hukuk Mahkemeleri vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. 6/5/2014 tarihinde 2014/5007 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasınınkonu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/4715 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/5007 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/4715 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 18/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Nüfus Kayıtları ve Kayıtların Sahtelik İddiası Süreci

9. 1324 (rumi takvime göre miladi:1908-1909) tarihli nüfus tahrir kayıt defteri ile İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/4/1954 tarihli ve E.1954/334, K.1954/365 sayılı mirasçılık belgesine göre; İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Arnavutköy Vezirköprü Mahallesi nüfusunda kayıtlı olan Filipos ve Serpuhi çocuklarından Avadis 24 Haziran 1337 (miladi 24/6/1921) tarihinde, Nazik ise 3 Mart 1338 (miladi 3/3/1922) tarihinde bekâr ve çocuksuz olarak vefat etmişlerdir. Filipos ve Serpuhi'nin diğer çocuğu Maryam ise Mardiros ile evlenmiş ve bu evliliklerinden olma 1303 (miladi 1887-1888) Eğin doğumlu Karakin, 1307 (miladi: 1891-1892) Eğin doğumlu Horen ve 1309 (miladi 1893-1894) doğumlu Leon dünyaya gelmiştir. Bu çocuklardan Leon ve Horen 1339 (miladi 1923) yılında bekâr ve çocuksuz olarak vefat etmişlerdir.

10. Maryam ve Mardiros oğlu Karakin Hazaryan, Mari Yester ile evlenmiş ancak 1939 yılında boşanmışlar ve Karakin 4/9/1950 tarihinde vefat etmiştir. Karakin ve Mari Yester'in müşterek çocukları ise 1926 İstanbul doğumlu Serpuhi Anjel Hazaryan, 1930 İstanbul doğumlu başvurucu Agavni Mari Hazaryan ve 1932 İstanbul doğumlu Mihran Mardiros Hazaryan'dır.

11. Serpuhi Anjel evlenerek Donikoğlu soyadını almış, Büyükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinin 10/4/2007 tarihli ve E.2007/930, K.2007/609 sayılı mirasçılık belgesine göre 22/3/2007 tarihinde dul olarak vefat etmiş ve geriye oğlu başvuruculardan Erol Donikoğlu'nu bırakmıştır. Mihran Mardiros ise Beşiktaş 6. Noterliğinin 8/4/2014 tarihli ve 14138 numaralı mirasçılık belgesine göre 1/4/2014 tarihinde vefat etmiş olup mirası da eşi başvurucular Agavni ve kızı Anahit Hazaryan'a intikal etmiştir.

12. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, kaçak kişilerden oldukları hâlde sahte olarak nüfusa kaydedildikleri, bu nedenle başvurucuların murislerinin nüfus kayıtlarının sahte oldukları gerekçesiyle bu nüfus kayıtlarının iptali istemiyle 25/3/1958 tarihinde İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır.

13. Mahkeme 2/4/1965 tarihinde, davanın reddine karar vermiş, Yargıtayca hükmün bozulması üzerine görülen yargılama neticesinde 13/12/1972 tarihli ve E.1967/872, K.1972/1060 sayılı kararı ile "bozma kararına uyularak yaptırılan incelemeler sonunda evvelce reddedilen dava kısmına ait kayıtlarda bir güna tahrifat ve ihdas bulunmadığı aynı bilirkişilerle adli tıp tarafından inceleme sonu verilmiş raporlardan anlaşıldığı cihetle davalılardan Filipos kızı Maryam ailesi yani Agavni [Mari] Hazaryan, Mihran Mardiros Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan ... hakkında sahtelik iddiası ile açılan ve muhdes olduğu iddiasına müstenit aile nüfus kayıtlarının iptali davasının reddine" karar verilmiştir. Temyiz edilen hüküm Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 13/4/1973 tarihli ve E.1973/1975, K.1973/1628 sayılı ilamıyla onanmıştır.

2. Tapu Kayıtları ve Taşınmaza El Konması Süreci

14. Temmuz 1300 (miladi 1884) tarihli zabıt kaydında, uyuşmazlık konusu taşınmazın İstanbul ili Arnavutköy ilçesi Anbarlıdere Caddesi'nde olup taşınmazın cinsi ve nev'inin "Sultan Beyazıt Vakfından mukataalı bağın zemin ve sırf mülk ebniyesi" olduğu, mutasarrıfının ise Filibos'un eşi ve Azakil'in kızı Serpuhi olduğu belirtilmiştir.

15. Sarıyer ilçesine ait 17 cilt numaralı zabıt defterinin 31. sayfasının 26 Mayıs 1336 (miladi 26/5/1920) tarihli ve 100 sıra numaralı zabıt kaydında, bu taşınmazın mutasarrıfı olan Eğinli Filibos'un eşi ve Azakil'in kızı Serpuhi'nin yaklaşık on beş yıl önce ölümüyle tasarruf hakkının çocukları Avadis, Nazik ve Maryam'a intikal ettiği açıklanmış; taşınmazın tasarruf hakkı yönünden iki payının Avadis'e, birer payının da Maryam ve Nazik'e ait olduğu kaydın "mutasarrıfı" kısmında gösterilmiştir.

16. Maryam'ın çocuklarından Karakin'in kayıp nedeniyle yeniden ilmühaber düzenlenmesi için 20/4/1920 tarihinde Defter-i Hakani Müdürlüğüne başvuruda bulunması üzerine kendisine 1/5/1920 tarihli iktisap ilmühaberi düzenlenerek verilmiştir.

17. Kadastro çalışmaları sırasında bu taşınmaz, İstanbul, Beşiktaş, Ortaköy, Zincirlikuyu 31 ada 1 parsel numarası altında sınırlandırılarak Sultan Beyazıd Vakfından mukataalı olduğu belirtilmek suretiyle Sarıyer ilçesi, 17 cilt, 31 sayfa ve 100 sıra numaralı tapu kaydına dayalı olarak ev ve tarla niteliğinde iki payı Avadis ve birer payı Nazik ve Maryam adlarına 4/1/1949 tarihinde tespit edilmiştir. Taşınmazın kadastro tutanağının beyanlar hanesine kayıt maliklerinin "şahsi durumlarının tahkiki hakkında Defterdarlığa yazılan yazı cevabının bir muamele vukuunda araştırılması" hususu yazılmıştır. Taşınmaz, 6/1/1949 tarihinde "kadastro" edinimli olarak tespit gibi tapuya tescil edilmiştir.

18. Arnavutköy Nahiye Müdürü tarafından düzenlenen 26/3/1953 tarihli tahkikat tutanağında, Avadis, Maryam ve Karakin'in 45-50 yıl önce Mısır'a gittikleri, oraya ne surette gittiklerine dair bir bilgi edinilemediği, bu kişiler Mısır'da ölmüşlerse de yalnızca Maryam oğlu Karakin'in oyuz beş yıl önce geri dönerek bu araziye sahip çıktığı ve bu kişinin de iki yıl önce öldüğü, mirasçılarının eşi Mari ve çocukları Mihran, Agavni Mari ve Anjel olduğu belirtilmiştir.

19. Başvuru formu ve eklerinden anlaşılamayan bir tarihte İstanbul Defterdarlığınca bu tahkikata dayalı olarak başvurucuların murislerinin firari veya mütegayyip şahıslardan olduğu gerekçesiyle taşınmaza vaz'ıyet edilmesi yönünde idari işlem tesis edilmiştir.

20. Karakin'in çocukları Serpuhi Anjel, Agavni Mari ve Mihran Mardiros Hazaryan tarafından bu idari işleme karşı - belirlenemeyen bir tarihte - Danıştay Altıncı Dairesinde iptal davası açılmış, Dairenin 21/6/1955 tarihli ve E.1954/2445, K.1955/1479 sayılı kararı ile "davacıların murislerine ait tarlaya hazinece emvali metruke kanunlarına istinaden el konulmasını mütedair muamelenin istinad ettiği idari tahkikatın kanaat bahş bulunmadığı dosya münderecatının incelenmesinden anlaşılmakla, yeniden incelenerek bir karar verilmek üzere dava konusu muamelenin bozulmasına" karar verilmiştir.

21. Anılan karar ile yeniden tahkikat yapılmasına karar verilerek idari işlemin bozulması üzerine dava konusu taşınmazın iade edilmesi yönündeki talep İdarece 10/1/1956 tarihinde reddedilmiş; taşınmazın iade edilmemesi yönündeki bu işlemin iptali istemiyle açılan davada Dairenin 15/10/1957 tarihli ve E.1956/1876, K.1957/2001 sayılı kararı ile "mesele hakkında idarece henüz inceleme yapılmakta olduğu ve bir kati muamele tesis edilmediği" belirtilerek davanın konusunun bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

22. İstanbul Defterdarlığı Millî Emlak Müdürlüğünce 21/6/1955 tarihli Danıştay ilamı doğrultusunda yeniden tahkikat yaptırılmış, 21/3/1956 tarihinde Defterdarlık kayıtlarına giren tahkikata ilişkin yazıda, hukuki durumlarının tespiti istenilen Beşiktaş ilçesi Anbarlıdere Ayazma mevkii Zincirlikapı Caddesi'nde bulunan 31 ada 1 parsel sayılı taşınmaza ilişkin olarak Avadis'in 30 ve Nazik'in 27 yıl önce bekâr olarak öldükleri, Maryam'ın ise 25 yıl önce dul olarak öldüğü ancak Bademlik'te mevcut Ermeni Mezarlığına defnedildikleri söylenmiş ise de nüfus, kilise ve mezarlık kayıtlarında öldüklerine ilişkin bir kayda rastlanmadığı, mezarlığın gayri resmî kayıtlarında Avadis adına rastlanmış ise de bu kişinin hakkında tahkikat istenilen Avadis ile aynı kişi olup olmadığının tespitinin mümkün olmadığı, Maryam'ın oğlu Karakin'in ise 4/9/1950 tarihinde Ermeni Mezarlığına defnedildiği ve mirasçı olarak eşi Mari ile çocukları Anjel, Agavni ve Mihran Mardiros'u bıraktığı, bu kişilerin anılan taşınmazda bulunan evde oturdukları ve Beşiktaş nüfusuna kayıtlı oldukları belirtilmiştir.

23. Yapılan tahkikat sonucu Millî Emlak Müdürlüğünün 6/1/1958 tarihli yazısı ile Defterdarlık Makamından vaz'ıyet işlemine devam edilmesi istenilmiştir. Bu yazının ilgili bölümleri şöyledir:

"Devlet Şurası kararına uyularak idaremizce yeniden yapılan tetkikat ve tahkikat neticesinde Avadis, Nazik ve Maryam'ın firari olmadıkları hakkında hiçbir malumat elde edilememiş ve bütün hakikat evvelki vaziyet muamelesini teyit etmiştir. Ayrıca ilgililer şimdiye kadar murislerinin firari olmadıklarını kayden ispat edememişlerdir.

Bu itibarla gayrimenkul maliklerinin firari ve mütegayyip kesandan bulunmadıklarına dair evvelki idari kararı cerh edecek bir husus mevcut olmadığından ve gayrimenkul maliklerinin firari ve mütegayyip kesandan bulundukları yapılan mütemmim tahkikatla sabit bulunduğundan yine eski karar gereğince 31 ada 1 parsel sayılı gayrimenkul hakkında tasfiye kanunları ve talimatnamelerin tatbiki suretiyle muamelenin devamı hususu tensiplerinize arz olunur."

24. Defterdarlığın Beşiktaş Tapu Sicil Muhafızlığına gönderdiği taşınmazın Maliye Hazinesi adına tapuya tescil edilmesi yazısı üzerine 10/1/1958 tarihli ve 89 yevmiye numaralı işlemle İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Ortaköy Mahallesi Zincirlikuyu Caddesi'nde bulunan 31 ada 1 parsel sayılı taşınmaz, tapuda önceki malikleri terkin edilerek Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir.

25. Anılan taşınmazın ada ve parsel numarası 1166 ada 93 olarak değiştirilmiş, 14/5/2001 tarihinde 24.510 m2 yüzölçümlü bu taşınmazın 16.124,14m2 yüzölçümlü bölümü kısmen yol ve kısmen ise yeşil alan olarak terk edilmiş, taşınmazın kalan kısmı ise ifraz edilerek; 6.980,79m2 yüzölçümlü bölümü ev ve tarla niteliğinde 1700 ada 194 parsel, 1.405,07m2 yüzölçümlü bölümü de arsa niteliğinde 1701 ada 195 parsel numarası ile 14/5/2001 tarihinde yine Maliye Hazinesi adına olmak üzere tapuya tescil edilmiştir.

26. Maliye Hazinesi tarafından 10/5/2001 tarihinde 30.000.000.000 (eski Türk Lirası ile) taviz bedeli Vakıflar Genel Müdürlüğüne ödenmiş ve taşınmaz üzerindeki vakıf şerhi terkin edilmiştir.

27. Başvuru formu ekinde ibraz edilen ecrimisil ihbarnamelerinde "Beşiktaş, Ortaköy, Zincirlikuyu caddesinde bulunan 39 pafta, 1166 ada 1 parsel sayılı 24.510 m2 mesahalı tamamı Hazine adına kayıtlı taşınmaz malın 150 m2 yüzölçümlü kısmını ahşap ev olarak işgalinden dolayı" Serpuhi Anjel Donikoğlu tarafından 21/7/1995 tarihinde 1 yıl 3 ay için 23.250.000 (eski Türk Lirası ile) ve 19/1/1996 tarihlerinde 6 ay için olmak üzere 12.000.000 TL(eski Türk Lirası ile) ecrimisil bedeli tahakkuk ettirildiği belirtilmektedir.

3. İdari ve Yargısal Süreçler

28. a) Agavni Mari ve Serpuhi Anjel Hazaryan 14/8/1973 tarihinde Defterdarlığa başvurarak taşınmazın iade edilmesini talep etmişler, 14/1/1974 tarihli yazı ile talebin Bakanlığa iletildiği belirtilerek "...bu hususta alınan cevapta söz konusu gayrimenkulün sahipleri Avadis, Nazik ve Maryam'ın 25-30 sene evvel Türkiye'de öldüklerinin anlaşıldığı ancak bunu ne nüfus ve ne de kilise kayıtlarının tevsik etmemesi ve adı geçenlerin mirasçısı olduğunuzu ispata yarar bir belgenin ibraz edilmemesi nedeniyle mevzuu bahis edilen gayrimenkulün sulhen lehinize tashih ettirilmesinin uygun olamayacağı bildirilmiştir." denilerek talep reddedilmiştir.

b) Bu idari işlemin iptali istemiyle açılan davada Danıştay Sekizinci Dairesinin 10/2/1975 tarihli ve E.1974/2996, K.1975/433 sayılı kararı ile davacılar tarafından el koyma kararının düzeltilmesi istemiyle yapılan başvuruya üç ay içinde cevap verilmemesi üzerine24/12/1964 tarihli ve 521 sayılı mülga Danıştay Kanunu'nun 70. maddesi uyarınca en geç üç ayın bitiminden itibaren 90 gün içinde açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra açılan davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

29. Başvurucuların aynı içerikteki 1977 ve 1978 yıllarında açtıkları davalar da Danıştay Sekizinci Dairesinin 27/4/1978 tarihli ve E.1977/1963, K.1978/4309 sayılı ile 12/11/1978 tarihli ve E.1978/2830, K.1979/3292 sayılı kararları ile yine usul yönünden reddedilmiştir.

30. a) Agavni Mari Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan (Donikoğlu) ve Mihran Mardiros Hazaryan bu defa İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde 15/5/1984 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmışlardır.

 b) Mahkeme, 20/12/1984 tarihli ve E.1984/285, K.1984/631 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Celp olunan İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1967/872 sayılı dosyasında davacıların miras bırakanları[nın] kaçak kişilerden olmadı[kları] sabittir. İstanbul Defterdarlığının taşınmazı[n] Maliye Hazinesi adına tescili yolundaki kararı da hatalıdır.

Böyle olmakla birlikte, idari karar iptal edilmediği sürece bu karara göre tesis edilmiş bulunan tapu kaydının iptali mümkün bulunmamaktadır.

Davacıların bu yöndeki talepleri[nin] süre nedeniyle reddine karar verilmiş, Danıştay talebi kabul etmemiştir. İdari işlem iptal edilmediğinden tapu iptali ve tescil davasının dinlenmesi mümkün bulunmamaktadır."

c) Temyiz edilen karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14/2/1985 tarihli ve E.1985/1916, K.1985/1657 sayılı ilamı ile onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 3/6/1985 tarihli ve E.1985/7411, K.1985/7215 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.

31. a) 17/9/1985 tarihinde taşınmazın iade edilmesi istemiyle yeniden Defterdarlığa başvurulmuş, bu talebin de 27/11/1985 tarihinde reddedilmesi üzerine İstanbul 1. İdare Mahkemesinde açılan davada 19/6/1986 tarihinde adli yargı yolunun görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiş, ancak temyiz edilen bu karar Danıştay Onuncu Dairesinin 6/11/1986 tarihli ve E.1986/1960, K.1986/1964 sayılı ilamıyla; dava konusu işlemin, davacıların murislerinin firari ve mütegayyip kişilerden olduklarının yargı kararları ile belirlendiğinden bahisle Hazine adına elkoyma ve tescil işleminin düzeltilmesine yönelik istemin reddine ilişkin bir idari işlem olup bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

b) Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, 3/2/1988 tarihli ve E.1987/147, K.1988/63 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Diğer taraftan dosyada mevcut nüfus kayıt örnekleri ile de Avadis, Nazik ve Maryam'ın Türkiye'de Lozan Antlaşmasından önce öldükleri sabittir. Bunu doğrulayan İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilmiş davacıların mirasçılığını kanıtlayan veraset ilamı da mevcuttur.

Davalı idare, aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan bu veraset belgesini iptal ettirmediği gibi bu kez kayıtların muhdes olduğundan bahisle iptal davası açtırmış, müdahil olarak takip ettiği bu davada da kayıtların muhdes olmadığı kesin hüküm halini almıştır.

Avadis, Maryam ve Nazik'in ölüm tarihleri Lozan Barışından öncedir. Lozan antlaşmasının yürürlüğe girmesinden önce Türkiye'de ölen kişi firari olamayacağından mallarına firarilikten bahisle el konulamayacağı da Danıştay'ın yerleşmiş içtihatlarındandır....

6/8/1340 tarihinden önce yurt dışına firar ettikleri ve mütegayyip eşhastan bulundukları inandırıcı bir şekilde kanıtlanamayan, aksine, nüfus kayıtları, veraset ilamı, İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin muhdes kayıt iptal davasını reddeden kesin kararı ile İstanbul'da 6/8/1340 tarihinden evvel öldükleri kanıtlanan, davacıları mirasçı bıraktıkları yine yukarıda sayılan belgelerle ispatlanmış olan Avadis, Maryam ve Nazik haklarında vaz'iyet kararı verilerek Beşiktaş, Zincirlikuyu, 39 pafta, 1166 ada 1 parsel sayılı taşınmaza elkonulup Hazine undesine geçirilmesindeki işlemin, ayrıca 6/8/1340 tarihinden sonra Tasfiye Kanunlarının uygulanamayacağı hakkındaki yukarıda anılan kararname ve talimat hükümlerine aykırı olarak Lozan antlaşmasından sonra tesis edilmiş olması, bunun yanında davalı idare Milli Emlak Müdürlüğünün dahi yapılan vaz'iyet ve elkoyma işlemindeki açık hatayı kabullenmesi, bütün belgelerin, idari işlemin açıkça hukuka ve kanuna aykırı olduğunu gün yüzüne çıkarmasına karşın davalı idarenin; davacıların elkoyma işlemi sulhen kaldırılarak davacılar lehine sulhen tashih ve tescilin yaptırılması istemini reddeden dava konusu idari işlemi açıkça kanuna ve hukuka aykırı bulunduğundan iptaline .... karar verildi."

c) Bu karar davalı idare tarafından temyiz edilmiş; Danıştay Onuncu Dairesinin 10/10/1988 tarihli ve E.1988/1459, K.1988/1553 sayılı kararı ile hükmün bozulmasına ve "işin esasına girilerek süre aşımı nedeniyle inceleme olanağı bulunmayan davanın süre aşımı yönünden reddine" kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Davacılar, murislerinin firari ve mütegayyip olmadıklarının yargı kararlarıyla belirlendiğinden bahisle Hazine adına yapılan elkoyma ve tescil işleminin düzeltilmesi istemlerinin reddi üzerine davalı Bakanlıkça tesis edilen ret işlemini dava konusu etmektedirler. Davacıların dayanak gösterdikleri İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinden alınan veraset ilamı, İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin nüfus kayıt iptal davasının reddine ilişkin kararı ve İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin tapu iptali davasının reddi yolundaki kararı, davacıların murislerine ait taşınmaz hakkında davalı idarece yapılan elkoyma ve tescil işlemini ortadan kaldırmamakta, davalı idareye aynı konuda yeni bir işlem tesis etme zorunluluğunu getirmemektedir. Dolayısıyla davacıların idareye yapmış oldukları 17/9/1985 tarihli başvuruyu yargı kararının uygulanmasıyla ilgili bir işlem yapılması isteği olarak nitelendirmeye olanak görülmemektedir. Daha önce tesis edilmiş elkoyma ve tescil işleminin düzeltilmesi istemiyle idareye yapılan başvurunun reddi üzerine açılan bu davada, dava açma süresinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 11. maddesine göre hesaplanması zorunlu bulunmaktadır.

Yukarıda belirtildiği gibi davacıların 1958 yılında tesis edilen elkoyma ve tescil işleminin kaldırılması istemlerinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtıkları dava, Danıştay Sekizinci Dairesince 1975 yılında süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Anılan Danıştay kararıyla dava açma süresinin geçmiş olduğu saptandıktan sonra yine 1958 yılında tesis edilen elkoyma ve tescil işleminin kaldırılması istemiyle yaptıkları başvuru17/9/1985 tarihli başvurunun ve bu başvurunun reddine ilişkin işlemin 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesi hükmü karşısında davacılara yeni bir dava açma süresi sağlamayacağı kuşkusuzdur.

Süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmayan davanın kabulü yolunda İstanbul 1. İdare Mahkemesince verilen temyizen incelenen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır."

32. Başvurucular adli ve idari yargı mercileri tarafından verilen kararlar bakımından hüküm uyuşmazlığı bulunduğu iddiasıyla Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmuşlardır. Uyuşmazlık Mahkemesinin 5/7/1989 tarihli ve E.1989/14, K.1989/15 sayılı kararı ile başvurunun reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Sonuç itibarıyla her iki red kararı aynı konu ve sebebe ilişkin olmadığı gibi birbirine uymayan iki kararın varlığından da söz edilemeyecektir.

Böylece davacıların gerek adli gerekse de idari yargı yerlerinde açtıkları davalar reddedilmiş olduğundan ve aralarında çelişki bulunmadığından hüküm uyuşmazlığının şartları olayda gerçekleşmediği cihetle başvurunun reddine karar verilmesi gerekmektedir."

33. a) Agavni Mari Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan (Donikoğlu) ve Mihran Mardiros Hazaryan 9/4/1990 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinde yeniden tapu iptali ve tescil davası açmışlardır.

 b) Mahkeme 28/12/1990 tarihli ve E.1990/165, K.1990/599 sayılı kararı ile davanın kabulüne, Maliye Hazinesi adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adlarına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"... Elkoyma işlemi Danıştay tarafından gerekli araştırma yapılmadığı[ndan] iptal olunmuştur. İdare kesin işlemine devamla yeni tahkikat yapmadan eski kararında ısrar ederek Danıştay kararına özü itibarıyla uymayarak taşınmazı Hazine adına tescil et[tir]miştir. Ancak bu karar aleyhine süresi içerisinde Danıştaya başvurulmamıştır. Sırf bu nedenle zamanında ve süresinde dava açılmadığından davacıların mülkiyet hakkının yitirilmesini hak ve adalet kavramları ile bağdaştırabilmek mümkün görülmemiştir. Usuli bir hata ve ihmalden dolayı bir hakkın yitirilmesine herhalde imkan tanımamak gerekir.

Yukarıdan beri açıklamaya çalışıldığı üzere davacılar davaya konu taşınmazın murislerinden miras yolu ile iktisap etmişlerdir. Taşınmazın gerçek malikleri davacılardır. Gerçek malik olmayan Hazine kanuna ve usule uygun olmayan idari bir kararla tapuda tescil işlemi yaptırmışlardır. Tescil işlemi yolsuz ve haksızdır. Haksız ve hukuka aykırı bir işlemle tesis olunan tescile dayanarak Hazine mülkiyet ve hak iddiasında bulunamaz. Hazine kötüniyetli olduğundan zamanaşımı da söz konusu değildir. Bu itibarla haksız ve yolsuz yapılan tescilin iptaline ve taşınmazın davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi gerekmiştir."

c) Karar temyiz edilmiş, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19/11/1991 tarihli ve E.1991/4158, K.1991/13278 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. İlamın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"İdare Danıştay kararında açıkça belirtilmesine rağmen haksız eyleminde ısrar etmiştir. Yapılan eylem haksız tapuda yapılan işlem de yolsuz tescil niteliğinde ise başka hiçbir mercii ve mahkemeden karar almaksızın genel mahkemede iptal ve tescile karar verilebilir.

Öte yandan çağdaş hukuk sistemlerinde usul kuralları hakka ulaşmayı engelleyen şekilci, katı kalıplar olarak değil, hakkı elde etme yollarını açan adaletin gerçekleşmesini kolaylaştıran yaşam koşulları ile özdeşleşen, yaşayan kurallar olarak tanımlanır. Çekişmeli taşınmazın davacılara ait olduğu ve hakkın özüne ilişkin kesin hüküm bulunmadığı açık bir gerçekken hakkın doğumu ve tapunun intikali ile hiçbir ilgisi bulunmayan idari karar hakkında süresi içerisinde idari mahkemede dava açılmadığından söz edilerek tapu iptali ve tescil davasının reddi usul ve yasaya uygun, haklı ve adil bir karar olarak kabul edilemez. Bu itibarla önceden verilen kararlar temyize konu dava yönünden yasal bir engel teşkil edemez.

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuki gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı Hazinenin temyiz itirazı yerinde değildir."

 d) Karar düzeltme istemi üzerine aynı Dairenin 20/3/1992 tarihli ve E.1992/1827, K.1992/3695 sayılı ilamıyla onama ilamı kaldırılarak hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...çekişmeli taşınmazın davacılara değil Hazineye ait olduğu konusunda bir kesin hükmün varlığından bahsetmek olanağı yoktur. Ancak olayda şu konuda bir kesin hüküm vardır: Şöyle ki; dava konusu taşınmazın kaydının davacılarından ya da miras bırakanlarından alınıp Hazine üzerine geçirilmesine dair kararın niteliği itibarıyla idari bir karar olduğu ve bu karar aynı yolla yani idari mercilerce geri alındığı ya da idari yargıda ihtal edilmedikçe adli yargıda görülemeyeceğine dairdir.

Bu davalardan oluşan kesin hükümden sonra temyize konu davada, idari karar ortada dururken mahkemenin iptale ilişkin kararının onanması Dairenin önceki kararı ile çelişki doğmasına neden olacak, kesin hüküm kuralı ihlal edilecektir. Esasen 25/11/1936 tarihli ve 18/30 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme kararında, '... Devlet Şurasınca böyle bir karar verilmemişse emvali metrukenin aynına taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifesi haricinde bulunduğu müttefikünaleyh olup takarrur eden temyiz içtihatları da bu merkezdedir...' şeklindeki ifadelere yer verilmiş, 1331 ve 1339 sayılı yasalara dayalı vaziyet etme hallerinde öncelikli olarak idari yargı yerine gidilmesi öngörülmüştür.

Somut olayda Hazinece vaziyet edilme durumunun 1950 yıllarından sonra gerçekleştirildiğinin ileri sürülmesine karşın yukarıda sözü edilen yasalara dayanılarak idari bir tasarrufa gidildiği dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Öyle ise olayın 25/11/1936 tarihli ve 18/30 sayılı inançları birleştirme kararından soyutlanması da mümkün değildir.

Bu itibarla, vaziyet etme niteliğindeki idari işlemin idari yargı yerinde iptal edilmeden adli yargı yerinde açılan davanın dinlenemeyeceği gerekçesiyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir..."

 e) Bozma ilamı sonrası İlk Derece Mahkemesinin 2/7/1992 tarihli ve E.1992/182, K.1992/321 sayılı kararı ile yolsuz tescil sonucu oluşan tapu kaydının iptali ve tescilindegenel yargı yerinde karar verileceği ve evvelce Hazine adına oluşturulan kaydın yolsuz tescil niteliğinde olduğu gerekçeleriyle önceki hükümde direnilmesine karar verilmiştir.

 f)Karar temyiz edilmiş; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/2/1993 tarihli ve E.1992/1-750, K.1993/56 sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Direnme kararı ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, maliklerinin firari ve mütegayyip eşhastan oldukları kabul edilerek çekişmeli taşınmaza 1954 senesinde davalı Hazinece vaziyet edilmesi ve taşınmazın Hazine namına tapuya kaydedilmesi işleminden ötürü, bu işlemin yasalara uygun düşmediğini ileri süren davacı kişilerin, idari yargı yerinden karar almaksızın aynen istirdada (tapu iptal ve tescile) ilişkin böyle bir davayı adli yargı yerinde açabilip açamayacakları noktasında toplanmaktadır.

Gerçekten, davalı Hazine tarafından yapılan işlemin dayanağını teşkil eden ve metruk malların hazineye geçmesini düzenleyen 1331 ve 1339 tarihli Yasaların ve tatbik suretlerini gösteren talimatname hükümlerinin uygulanmasında zaman zaman tereddütlere düşülmüştür. Ne var ki, o tarih itibariyle tefsire yetkisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2 Haziran 1929 tarih 146 sayılı tefsir kararı ile yasa hükümlerinin uygulanış biçimlerine açıklık getirmiş ve anılan kararda (...1331 ve 1339 tarihli Kanunlara tevfikan vaziyet olunan ve olunacak emvali gayrimenkulenin, hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve eshabının ancak bunların 1331 senesi iptidasındaki kıymetli mukayyedeleri üzerinden haklarının mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahare ister muhtelif Kanunlar mucibince tahsis, teffız edilmiş, ister satılmış veya hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 1331 ve 1339 tarihli Kanunların tatbiki aleyhine Şur'ayı Devlet'çe bir hüküm verilmedikçe eshabına aynen iadesine Kanuni imkân olmadığı…) belirtilmiştir. Meclis tefsir kararına atıfta bulunan 25.11.1936 tarih ve 18/30 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının sonuç bölümünde de (... 1331 ve 1339 tarihli Kanunlara dayanılarak hazinece vaziyet olunan gayrimenkullerin sahipleri ve vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar ve kayıp duruma düşmediklerinden ve anılan Kanunların kendileri yönünden tatbiki lazım gelmediğinden bahisle açtıkları gayrimenkul malların aynen istirdadına yönelik davanın, Mahkemelerce kabul ve rüyeti ve aynen iadesi, dava olunan emval hakkında sözü edilen Kanunların tatbikinin lazım gelmeyeceğini dair devlet şûrasında bir karar verilmesine bağlıdır. Devlet şurasınca böyle bir karar verilmemişse emvali mezkurenin aynına da taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifeleri haricindedir...) ilkesi vurgulanmıştır.

Hemen belirtilmelidir ki; 1331 ve 1339 sayılı Yasalar, yürürlükten kalkmış olsalar dahi, yürürlükte bulundukları dönemde cereyan eden hadiseler hakkında kendiliğinden hukuki sonuç doğurmuşlar ve kayıp ya da firari duruma düşen kişilerin taşınmaz malları, yasa hükümleri gereği devlete geçmiştir...

Kuşkusuz, 'vaziyet etme' işlemlerinin ve idari yargı kararlarının taşınmaz malların mülkiyetlerini doğrudan doğruya Hazineye nakledici nitelikleri yoktur. Anılan işlemler ve kararlar yalnızca, yasaların yürürlükte kaldıkları dönem için firari yada kayıp duruma düşüldüğünü tespit ve açıklayan işlem ve karar niteliğindedirler. Ancak eldeki dava yönünden ortaya çıkan uyuşmazlıklarda (aynen istirdat davalarında) firari yada kayıp kişilerden sayılmama ve ilgili yasaların kapsamına girmeme olgusunu tespit ve açıklayan idari yargı kararı alınmasının zorunluluğu göz ardı edilmemelidir... Nitekim, değinilen türdeki davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararları temyizen inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi uygulamalarında bu hususun yerine getirilmesi (idari yargı kararı alınması) ilkesini özenle korunmuştur. ... Esasen, konusu, tarafları ve sebebi aynı olan önceki dava (idari yargı yerinden olumlu bir karar getirilmeden tapu iptal ve tescil davasının dinlenebilmesi mümkün görülememiştir.....) gerekçesi ile reddedilmiş ve redde ilişkin İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin …. 20/12/1984 tarihli ve 285/631 sayılı kararı temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Yakın tarihlerde yüce kurulda görüşülen tamamen benzeri nitelikteki emsali bir olayda, idari yargı kararı alındıktan sonra tapu iptal ve tescil davası açıldığı için, o davaya dinlenebilme olanağı sağlanmıştır...

O halde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır ...”

 g) Karar düzeltme istemi Hukuk Genel Kurulunun 27/10/1993 tarihli ve E.1993/1-508, K.1993/606 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.

 h) Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde İlk Derece Mahkemesi, 28/12/1993 tarihli ve E.1993/529, K.1993/592 sayılı kararı ile bozma ilamına uyarak "vaziyet etme niteliğindeki idari işlemin idari yargı yerinde iptal edilmeden adli yargı yerinde açılan davanın dinlenemeyeceği" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

34. a) Agavni Mari Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan (Donikoğlu) ve Mihran Mardiros Hazaryan 25/4/1997 tarihinde emvali metruke mevzuatına göre taşınmaza el konulması işleminin "yokluk" nedeniyle geri alınması talebiyle İdareye başvuruda bulunmuş, taleplerinin zımnen reddedilmesi üzerine bu idari işleme karşı İstanbul 6. İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır.

 b) Mahkeme 12/3/1998 tarihli ve E.1998/147, K.1998/186 sayılı kararı ile davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...davacıların yukarıda belirtilen yargı yerlerinde açmış oldukları davaların konusu ile işbu davanın konusu aynı isteme yönelik olduğundan 2577 sayılı Kanun'un yukarıda aktarılan 11. maddesi hükmü ile öngörülen ve üst makamlara başvurma şartı için aranılan idari dava açma süresi içinde işlemin kaldırılması veya değiştirilmesinin üst makamdan istenebileceği, cevap verilmemesi halinde 60 gün içinde dava açılacağı yolundaki kuralın önceki davalar ile işletilmiş olduğu ve 25/4/1997 tarihli başvurunun ise geçirilmiş olan dava açma süresinin yeniden ihyası amacıyla yapılmış olduğu sonucuna varılmıştır.

Her ne kadar davacı vekilince dava konusu işlemin yok hükmünde olduğu ve idari işlemin yokluğunun tespitinde dava için başvuru süresinin aranmayacağı yolundaki iddiası, idari yargılama hukukunda süre olgusunun kamu düzeni ile ilgili olduğu dikkate alınarak yerinde bulunmamıştır.

Durum böyle olunca, 1954 yılında tesis olunan işleme yönelik olarak bu işlemin geri alınması istemiyle davacılar tarafından 25/4/1997 tarihli dilekçeyle yapılan başvurunun zımnen reddine dair işlemin iptali istemiyle açılan işbu davada süre aşımı bulunduğundan esasın incelenmesine olanak bulunmamaktadır."

 c) Temyiz edilen karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 12/4/2000 tarihli ve E.1998/6210, K.2000/1496 sayılı ilamıyla, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle onanmıştır.

35. a) Bu defa Erol Donikoğlu, Agavni Mari Hazaryan ve Mihran Mardiros Hazaryan 2/5/2008 tarihinde, taşınmaza el konulması işleminin "yokluk" nedeniyle kaldırılarak adlarına tescil edilmesi istemiyle yeniden Defterdarlığa başvuruda bulunmuşlar, bu başvurunun da reddi üzerine İstanbul 2. İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır.

 b) Mahkeme 26/11/2008 tarihli ve E.2008/1426, K.2008/2161 sayılı kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir.

 c) Temyiz edilen karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 19/6/2009 tarihli ve E.2009/6010, K.2009/6679 sayılı ilamıyla onanmıştır.

 d) Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 6/7/2010 tarihli ve E.2009/14184, K.2010/6101 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"... İdare hukukunda kurucu unsurlarında derhal fark edilebilir nitelikte ağır ve açık sakatlıkları bulunan işlemler “yok hükmünde” olan işlemler olarak adlandırılmaktadır.

Yargısal ve bilimsel içtihatlarda, yokluk halinin ancak, işlemin, asli kurucu unsuru olan yetki unsuru yönünden incelenmesinde fonksiyon veya yetki gasbı hallerinin saptanması veya kanunun açıkça yasakladığı bir konuda yapılması halinde mümkün olabileceği kabul edilmektedir. Bu gibi durumlarda, işlemin “varlık koşulları” oluşmamış olduğundan bizzat işlemin yokluğu sonucu doğmakta, işlem hiç doğmamış,, var olmamış sayılmaktadır. Bu tür işlemlere karşı açılacak davalarda süre aşımı bulunmamakta ve yargı yeri işlemin yok olduğunun tespitine karar vermektedir.

İdari işlemin unsurlarındaki olağan hukuka aykırılıklar ise, işlemin 'geçerlilik koşulları'na ilişkin olduğundan, böyle bir durumda, ortada hukuka aykırı ve iptal edilebilir, geçerli bir idari işlem bulunmaktadır. Dava açıldığında yargı yerinde bu işlemlerin hukuka uygunluk denetimi yapılarak hukuka aykırılığın saptanması halinde iptaline karar verilmektedir.

…..Bu durumda, ortada yukarıdaki yokluk halleri olarak belirtilen fonksiyon veya yetk gasbı durumu veya Kanunun emredici hükümlerine açıkça aykırı veya idarenin hiç yapamayacağı herhangi bir işlem bulunmadığından, dava konusu işlemlerin “geçerlik koşulları” bakımından hukuka uygunluk denetiminin yapılması ve öncelikle de dava dilekçesinin 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen ilk inceleme konuları yönünden incelemeye tabi tutulması gerektiği açıktır...”

36. a) Erol Donikoğlu, Agavni Mari Hazaryan ve Mihran Mardiros Hazaryan tarafından bu defa 20/2/2012 tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine tespit ve eski hale iade suretiyle tapu iptali ve tescil davası açılmıştır.

 b) Mahkeme 11/12/2012 tarihli ve E.2012/76, K.2012/606 sayılı kararı ile yargı yolu yanılgısı nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"... davalı Hazine adına taşınmazın tesciline ilişkin 1958 tarihli vaz’iyet ve el koyma kararı bir idari işlemdir ve idari yargı yerinde iptal edilmeden bu işleme dayalı olarak oluşturulan tapu kayıtlarının iptal edilmesi mümkün değildir.

Somut olayda da, davacı taraf bu idari işlemin yoklukla malul olduğunun tespitine ve bu idari işlemle oluşan tapu kayıtlarının eski hale iadesine karar verilmesini istemiş olup, vaz'iyet ve el koyma karan halen hukuken geçerli olduğundan bu kararın iptali ile ilgili açılacak davanın da idari yargı yeri yerinde açılması gerektiğinden davacının bu yöndeki istemine yönelik dava dilekçesinin Mahkememiz yargı yeri bakımından görevli olmaması nedeniyle yargı yeri bakımından reddine, tapu iptali ve tescil isteğinin de idari işlem iptal edilmediğinden reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır…”

 c) Temyiz edilen karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15/4/2013 tarihli ve E.2013/2459, K.2013/5535 sayılı ilamıyla onanmıştır.

 d) Başvurucuların karar düzeltme istemi de, aynı Dairenin 13/1/2014 tarihli ve E.2013/15230, K.2014/95 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

37. Nihai karar başvurucular vekiline 18/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

38. Başvurucular 4/4/2014 ve 10/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B. İlgili Hukuk

1. Emval-i Metruke Mevzuatı

a. Kanunlar

39. 19 Mayıs 1331 (1/6/1915) tarihli ve 2189 sayılı Takvim-i Vakayi'de yayımlanan 14 Mayıs 1331 (27/5/1915) tarihli ve Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükûmete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat'ın 2. maddesi şöyledir:

"Ordu, müstakil kolordu ve tümen komutanları, askerî gereklerden ötürü veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri köyler ve beldeler halkını tek tek veya toplu olarak diğer mahallere sevk ve iskân ettirebilirler."

40. 14 Eylül 1331 (27/9/1915) tarihli ve 2303 sayılı Takvim-i Vakayi'de yayımlanan 13 Eylül 1331 (26/9/1915) tarihli Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkında Kanun-u Muvakkat'ın 1. ve 2. maddeleri şöyledir:

"Madde 1: 14 Mayıs 1331 tarihli Kanun-u Muvakkat hükmünce ahar mahallere nakledilen eşhas-ı hakikiye ve hükmiyenin terk etmiş oldukları emval ve matlubat ve düyun, bu husus için müteşekkil komisyonların her şahıs için ayrı ayrı tanzim edecekleri mazbatalar üzerine, mahkemelerce tasfiye olunur.

Madde 2: Birinci maddede beyan olunan eşhasın hin-i nakillerinde mutasarrıf bulundukları icareteynli musakkafat ve müstagallat-ı vakfiyenin Hazine-i Evkaf ve emval-i gayrimenkule-i sairenin Hazine-i Maliye namlarına kayıtları icra edilerek her iki kısım emval-i gayrimenkulenin mezkur hazineler tarafından verilecek bedellerinden bade't tasfiye kalacak miktarı ashabına ita olunur. (Ek ibare- 22 Eylül 1332 kabul ve 01 Teşrinievvel 1332 yayım tarihli, Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesine Mütedair Kanun-u Muvakkatin İkinci Maddesinin Birinci Fıkrasına Müzeyyel İbare Hakkında Kanun-u Muvakkat’ın 1.maddesi ile) Şu kadar ki mahal-i ahara naklolunan eşhas-ı merkumeye mahal-i mürütteplerinde beytutet ve ikametleriyle maişetlerini temin edebilecek derecede emlak ve arazi-i mahlule ve emiriyeden meccanen mesken ve arazi verilmek suretiyle de muavenet olunabilir.

...

Madde 3: Zikrolunan şahısların nukut ve emval-i menkule-i metrukesiyle mevduat ve matlubatı, birinci maddede zikredilen komisyon reisi veya vekili tarafından cem' ve istirdat ve tahsil ve dava ve emval-i metrukeden münaza'ün-fih olmayanlar, bilmüzayede fürüht ile hasıl olan mebaliğ sahipleri namına emaneten mal sandıklarına tevdi olunur."

41. 20 Nisan 1338 (20/4/1922) tarihli ve 224 sayılı Memalik-i Müstahlasadan Firar ve Gaybubet Eden Ahalinin Emval-i Menkule ve Gayrimenkulelerinin İdaresi Hakkında Kanun'un 1. ve 5. maddeleri şöyledir:

"Madde 1: Düşman istilasından kurtulan mahallerde ashabının firar ve gaybubetine mebni sahipsiz kalmış olan emval-i menkule, Hükümetçe usulü dairesinde bimüzayede füruht ve emval-i gayrimenkule ile mezruat keza Hükümetçe idare edilerek esman ve bedel-i icar ve hasılat-ı sairesi masarıf-ı vakia ba'det-tenzil emanet hesabına kayıt edilmek üzere mal sandıklarına tevdi olunur. Ancak bunlardan avdet edenlerin emval-i gayrimenkuleleri ile emaneten mal sandığına teslim edilmiş olan mebaliği kendilerine iade olunur.

Madde 5: İşbu Kanun ahkamı ahval-i harbiye veya siyasiye ilcası ile sair mahallerde firar veya gaybubet ettikleri hükmen sabit olan eşhasın emval-i menkule ve gayrimenkule ve mezruatları hakkında dahi caridir."

42. 15 Nisan 1339 (15/4/1923) tarihli ve 333 sayılı Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkındaki 17 Zilkade 1333 ve 13 Eylül 1331 tarihli Kanunu Muvakkatin Bazı Mevaddı ile 20 Nisan 1338 Tarihli Emval-i Metruke Kanununu Muaddil Kanun'un 1. ve 6. maddeleri şöyledir:

"Madde 1: Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkınaki 17 Zilkade 1333 ve 13 Eylül 1331 Tarihli Kanun-u Muvakkatin ikinci madesi berveçhi ati tadil edilmiştir:

'Birinci maddede beyan olunan eşhasın hin-i nakillerinde mutasarrıf bulundukları icareteynli müsakkafat ve müstegallat-ı vakfiyenin Hazine-i Evkaf ve emval-i gayrimenkule-i sairenin Hazine-i Maliye namlarına kaydı icra edilerek her iki kısım emval-i gayrimenkulenin takdir olunacak bedellerinden ba'det tasfiye kalacak miktarı ashabı namına emaneten irat kaydolunur...'

"Madde 6: Her ne suretle olursa olsun tegayyüp veya müfarakat veyahut memalik-i ecnebiye ve meşfuleye veya İstanbul ve mülhakatına firar edenlerin emval-i menkule ve gayrimenkule ve düyun ve matlubatı hakkında dahi mezkur 13 Eylül 1331 tarihli Kanun-u Muvakkat ile işbu tadilat ahkamı tatbik olunur."

43. 24/5/1928 tarihli ve 1331 sayılı Mübadil, Gayrimübadil, Muhacir ve Saireye Kanunlarına Tevfikan Tevzi veya Adiyen Tahsis Olunan Gayrimenkul Emvalin Tapuya Raptına Dair Kanun'un 6. ve 7. maddeleri şöyledir:

"Madde 6: Mübadeleye tabi eşhastan metruk olanlar hariç olmak üzere bilumum emval-i metrukenin bu Kanunun meriyeti tarihine kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş olanlardan maadası Hazine-i Maliyeye intikal eder. Mübadeleye tabi eşhasa ait olup da şimdiye kadar usulü dairesinde tefviz veya tahsis olunmayan emvalden harabiye duçar olacağına Dahiliye Vekaletince karar verilen emval; gayrimübadil eşhasa ait iken hasbellüzum iskan emrine verilmiş olan emvale mahsuben kezalik Hazine-i Maliyeye devrolunur.

Madde 7: 13 Eylül 1331 tarihli ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaz'ıyet edilmiş ve edilecek emval-i gayrimenkule gerek mübadillere tahsis ve tefviz edilmiş olsun gerek Hazine uhdesinde bulunsun hükmen tahakkuk edecek müstahiklerine iade edilmeyip ancak kıymeti mukaddereleri, 15 Nisan 1341 tarihli Kanuna tevfikan Hazine-i Maliyeden tesviye olunur."

44. 24/5/1928 tarihli ve 1349 sayılı Emval-i Metruke Hesab-ı Carilerinin Bütçeye İrat Kaydına Dair Kanun'un 1. maddesi şöyledir:

"31 Mayıs 1928 nihayetinde emval-i metruke hesab-ı carilerinin matlup bakiyeleri, 1928 sene-i maliyesi varidat bütçesinin hasılat-ı müteferrika faslına irat kayıt ve badema vaki olacak hasılat hakkında da aynı vechile muamele olunur."

b. Kararname ve Yönetmelikler

45. 29 Mart 1339 (29/3/1923) tarihli ve 2391 sayılı Bilad-ı Meşguleden Olan İstanbul’dan Firar ve Tegayyüp Eden Eşhasın Emval-i Metrukesi Hakkında Talimatname'nin 1. ve 2. maddeleri şöyledir:

"Madde 1: İstanbul bilad-ı meşguledendir. Bina'enaleyh firar veya tegayyüp etmiş eşhasın menkul ve gayrimenkul emval-i metrukesi hakkında, Emval-i Metruke Kanununun beşinci maddesi ahkamı tatbik edilmek icap eder.

Madde 2: Esbab-ı siyasiye veya harbiye ilca'sile firar veya tegayyüp etmiş olanların emval-i metrukesi hakkında bir cihetten iddiayı istihkak olunmadığı takdirde Hükümetçe hükmen ispatı firar veya galbubete lüzum olmaksızın birinci madde mucibince muamele ifa edilir. İddia vukuunda yalnız emvalin tahrir ve tespitiyle iktifa edilerek netice-i hükme intizar olunur. Şu kadar ki emval-i mezkure meyanında mütesariülfesat olanlar mevcut ise, bunlar derhal füruht ve esmanı ashabı namına emaneten hıfzedilir."

46. 29 Nisan 1339 (29/4/1923) tarihli ve 2453 sayılı İstanbul'dan Firar ve Tegayyüp Etmiş Eşhasın Menkul ve Gayrimenkul Emval-i Metrukesi Hakkında Yapılacak İşlemlere Dair Kararname'nin 1. maddesi şöyledir:

"4 Teşrinisani 1338 tarihinden mukaddem her ne suretle olursa olsun ve tarih-i mezkurdan sonra Hükümetten mezuniyet istihsal etmeksizin İstanbul vilayetinden müfarakat etmiş olanların emval-i metrukesi hakkında kavanin-i mezkure ahkamı caridir.

Yalnız istihkak iddiası vukuunda, tahrir ve tespitiyle iktifa edilerek netice-i hükme intizar olunur. Şu kadar ki emval-i metruke meyanında mütesariül-fesat olanlar mevcut ise, bunlar derhal füruht ve esmanı ashabı namına emaneten hıfzedilir."

47. 20 Temmuz 1340 (20/7/1924) tarihli ve 711 sayılı Anadolu'da İkamet Ettiği Mahalden Hükûmetin İznini Alarak Ayrılanların Mallarının, Terk Edilmiş Mallardan Addedilmemesi Hakkında Kararname

48. 12 Teşrinisani 1340 (12/11/1924) tarihli ve 1120 sayılı 711 Numaralı Kararnamedeki "Anadolu" Tabirinin "Türkiye" Olarak Değiştirilmesinin Kabul Edilmiş Olduğuna Dair Kararname

49. 18 Kanunisani 1341 (18/1/1925) tarihli ve 1368 sayılı Cumhuriyet Hükûmetinin İzniyle Seyahat Etmiş Olanların Mallarının Terk Edilmiş Mallardan Addolunmayacağına Dair Kararname

50. 5 Şubat 1341 (5/2/1341) tarihli ve 1510 sayılı Lozan Muahedesinin Kabul Edildiği Tarihten Sonra Gitmiş Olanların Taşınmaz Mallarına Müdahale Edilmemesi Hakkındaki Kararname'nin ilgili kısımları şöyledir:

"Lozan Muahedenamesinin mevki-i meriyete vaz'ından mukaddem ailesini bulundukları mahalde bırakarak muvakkaten azimet ve avdet edenlerin emvaline tasfiye komisyonları ve onların lağvinden sonra Hazinece vaz'ıyet ve müdahale edilmemiş ise, bundan sonra müdahale edilmemesi ve bu suretle azimet ve avdet ederek, kendisi emval-i gayrimenkule vaz'ılyet olduğu halde, Hükümetçe Lozan Muahedesinin tasdikinden sonra yedi refedilmiş ve sahipleri el-yevm mallarının bulunduğu yerlerde mevcut bulunmuş ise bu gibi emvalin de sahiplerine iadesinin ruh-u kanuna muvafık olacağı ve Kararda mezkur olduğu üzere Hükümet-i Cumhuriyenin müsaadesiyle ale'l-ıtlak seyahat etmiş olanların gayrimenkullerinin emval-i metrukeden addolunmadığı takdirde cumhuriyetin ilanından sonra ve fakat Lozan Muahedenamesinin Hükümet-i Cumhuriyece tasdikinden mukaddem velev ki Hükümetin müsadesi ile gitmiş olanların emval-i gayrimenkulesi ber-mucibi kanun Hazineye intikal ettiği ve el-yevm ashabı mahall-i aharda veya memalik-i ecnebiyede bulundukları halde, emval-i metruke-i gayrimenkulelerinin kendilerine veya vekillerine iadesi iktiza edeceği ve bu ise hükm-ü kanun haricinde bulunacağı cihetle karar-ı mezkurun "Lozan Muahedenamesinin Büyük Millet Meclisince kabul olunduğu tarihten sonra gitmiş olanların ale'l-ıtlak emval-i gayrimenkulelerine vaz'ıyet olunmaması ve vaz'ıyet edilmiş olanlar var ise iadesi ve Lozan Ahitnamesinin tasdikinden evvel Hükümetin müsadesiyle bera-yı maslahat muvakkaten azimetle avdet edilip henüz emvaline Hükümetçe vaz'ıyet edilmemiş ve elyevm kendileri vaz'ılyet bulunmuş kesanın emvaline fimabat dahi müdahale edilmemesi" suretinde tavzihi teklif olunmuştur. Keyfiyet İcra Vekilleri Heyetinin 5/2/21341 tarihli içtimaında lede't- tezekkür karar-ı sabıkın teklifi vaki vechile tavzihi tekarrür etmiştir."

51. 13/6/1926 tarihli ve 3753 sayılı Talimatname'nin ilgili kısımları şöyledir:

"1. Lozan Muahedenamesinin ekkaliyetlere müteallik ahkamına nazaran mezkur Muahedenamenin mevki-i meriyete vaz'ı tarihi olan 6 Ağustos 1340 tarihinden sonra emval-i metrukeye vaz'ıyed edilmesi icab eder.

2. Vaz'ıyed yani emvalin metrukiyetine Hükümetce resmen kesb-i ıttıla 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel vaki ise muamele intaç olunur.

3. Vaz'ıyed yani emvalin metrukiyetine Hükümetçe kesb-i ıttıla 6 Ağustos 1340 tarihinden sonra vuku bulmuş ise atideki eşkale göre muamele ifa edilir:

A. Emval-i mezkure ashabı malının bulunduğu mahalde ise kendisine mevcut olmayıp vekili var ise vekiline iade ve teslim olunur. Vekili dahi bulunmadığı surette ashabı namına ahkamı umumiye-yi Devlete tevfikan Hükümetçe idare edilir.

B. Bu kabil emval-i gayrimenkule-i metruke, muhacirine tahsis veya tefviz edilmiş ise tahsis olunduğu tarihteki kıymeti, kain bulunduğu mahalde peşin para ile vaki emlak satışları fiyatına nazaran idare heyetlerince takdir olunarak ashabına tesviye olunur.

C. Mezkur emval satılmış ise ashabı, bedel-i mebii ancak şerait-i füruht dairesinde istifa edilebilir. Buna muvafakat göstermediği surette, ahkam-ı umumiye-yi kanuniyeye tevfikan hüküm istihsal eylemek üzere mehakim-i aidesine müracaatta muhtardır.

..."

52. 17/7/1927 tarihli ve 5451 sayılı 13/6/1926 tarihli Talimatnamenin Bazı Maddelerini Değiştirmek Üzere Hazırlanan Talimatnamenin Yürürlüğe Konulması Hakkında Kararname'nin ilgili kısımları şöyledir:

"1. Lozan Sulh Muahedesine nazaran emval-i metruke hakkında olunacak muameleye dair 13 Haziran 1926 Tarihli Talimatnamenin 1'inci ve 2'inci maddeleri yerine aşağıdaki madde ikame edilmiştir.

'13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlar mucibince Lozan Muahedesinin mevkii meriyete vaz'ından mukaddem emval-i metrukeden addi lazım gelen emval-i gayrimenkule hakkında emval-i metruke suretiyle ifasına devam olunur.

Şu kadar ki mezkur Sulh Muahedesinin mevki-i meriyete vaz'ı tarihine kadar, Hükümetçe tasarrufuna ibtidar edilmemiş olduğu halde, mahallerine avdet eden sahipleri tarafından işgal veya idare edilmekte olan emval-i metrukeye bir tedbir-i idari olmak üzere Hükümetçe müdahale edilmez.'

2. Zikrolunan Talimatnamenin 3'üncü maddesinin iptidası ile (A) işaretli fıkrası aşağıda yazılı vechile tadil edilmiştir.

'Birinci maddenin ikinci fıkrası mucibince müdahale edilmemesi lazım gelen emval-i metruke hakkında atideki şekillere göre muamele ifa edilir:

A. Emval-i metruke sahiplerine iade olunur."

c. Türkiye Büyük Millet Meclisi Tefsirleri

53. 18/3/1929 tarihli ve 142 numaralı "24 Mayıs 1928 tarih ve 1331 sayılı Kanun'un Altıncı Maddesinin" Tefsiri şöyledir:

“… Kanunun 6’inci maddesinde mevcut ‘bu Kanunun meriyet tarihine kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş’ kaydı meriyet tarihine kadar istihkaka müsteniden vaki müracaatların tevsik ve tespit safhalarını geçirmiş ve yalnız tefviz komisyonu kararına iktiranı kalmış olması lüzumunu ifade eder.”

54. 2/6/1929 tarihli ve 146 numaralı "24 Mayıs 1928 tarih ve 1331 sayılı Kanun'un Yedinci Maddesinin" Tefsiri şöyledir:

“… Kanunun yedinci maddesi ile 13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaz’ıyet olunan ve edilecek olan emval-i gayrimenkule Hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve ashabının bunların ancak 1331 senesi iptidasındaki kıymet-i mukayyedeleri üzerinde hakları mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahere ister muhtelif kanunlar mucibince tahsis, teffiz edilmiş, ister satılmış veya Hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 13 Eylül1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunların tatbiki aleyhine Şura-yı Devletçe bir hüküm verilmedikçe, ashabına aynen iadesine imkanı kanunî olmadığı gibi 28 Mayıs 1928 tarihli Kanunun gerek neşrinden evvel, gerek neşrinden sonra hükmen tahakkuk etmiş veya edecek müstahaklarına da aynen iadesine cevaz verilmeyerek, ancak eshabına veya hükmen tahakkuk eden veya edecek olan müstahaklarına bu emvalin 15 Nisan 1341 tarihli kanuna tevfikan 1331 senesi iptidasındaki kıymeti mukayyedelerinin verilmesi ve bunda da 15 Nisan 1341 tarih ve 622 syaılı Kanun ahkamının nazar-ı itibara alınması maksuttur.”

d. Yargısal İçtihatlar

55. Anayasa Mahkemesinin 22/4/1963 tarihli ve E.1963/41, K.1963/94 sayılı kararı şöyledir:

"...

l- Önce, itirazın konusu olan 13 Eylül 1331 tarihli geçici kanunla 15 Nisan 1339 tarihli ve 333 sayılı kanunun bugün için ne gibi durumlarda uygulanmalarının mümkün bulunduğunun araştırılması gereklidir.

Gerçekten Ortodoks dininden olan Türk tebaası rumların malları hakkında sonradan Yunan Hükümeti ile yapılan çeşitli andlaşmalarda özel hükümler kabul edilerek bu kanunların dışına çıkartılmış olmaları bakımından haklarında artık anılan kanunların uygulanması söz konusu değildir.

Bunların dışında kalan ve yukarıda adı geçen kanunların kapsamına giren Türk Tebaası hakkında ise, 6 Ağustos 1340 gününde yürürlüğe konulan Lozan Andlaşmasında özel hükümler bulunduğundan, o tarihten sonra ihtiyar edecekleri hareketleri ve fiili durumları ne olursa olsun bu kanunların uygulanmasına imkan yoktur. Ancak bunlardan Lozan Andlaşmasının yürürlüğünden önce firarı veya mütegayyip girmiş olanlar hakkında söz konusu kanunların uygulanması gerekeceğinden şüphe edilemez.

Zira gerek 13 Eylül 1331 tarihli geçici kanunun, gerekse 15 Nisan 1339 tarihli ve 333 sayılı kanun hükümlerinin koyduğu esas bu kanunlarda yazılı şekillerde firari ve mütegayyip bulunan veya başka yerlere naklolunan şahısların bu hallerinin vuku bulduğu anda, taşınmaz mallarının, ilgisine göre Maliye veya Evkaf Hazinelerinin mülkiyetine otomatik bir surette geçmiş bulunacağı yolundadır.

Bu yön 13 Eylül 1331 günlü geçici kanunun l inci ve değişik 2 nci maddelerinin açık ifadelerinden anlaşıldığı gibi, bilâhare yürürlükten kaldırılmış bulunan 1331 sayılı kanunun 7 nci maddesinin yorumlanmasına dair olan 2/6/1929 tarih ve 146 sayılı kararda (...... 13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaziyet olunan ve edilecek olan emvali gayrimenkule hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ......) belirtilmek suretiyle kanun koyucu tarafından da açıkça ifade edilmiş ve bu kanunun uygulama şekillerini gösteren 29/5/1339 tarihli ve 2455 sayılı yönetmeliğin 3 üncü maddesinde de "15 Nisan 1339 tarihli kanunun 6 ncı maddesinde zikrolunan eşhastan metruk emvali gayrimenkule tarihi mezkûrdan itibaren Maliye ve Evkaf hazinelerinin uhdei tasarruflarına geçmiştir" denilmek suretiyle kanun hükümlerinin o tarihlerdeki anlayış tarzı da kesin bir surette ortaya konulmuş ve o zamandanberi de tatbikat bu yolda cereyan edegelmiştir.

Bu esasa göre, 6 Ağustos 1340 tarihinden önce fiili bir surette yukarıda yazılı durumlara girmiş bulunan şahıslar hakkında yapılan ve bundan sonra, da yapılacak olan muamele; bunların mallarının, bu durumlara düştükleri tarihte Hazine veya Vakıflar İdaresi uhdesine geçmiş olup olmadığının tesbiti için o tarihlerde firari veya mütegayyip veya afcar mahalle naklolunan kimselerden olup olmadıklarının tâyini maksadıyle girişilen araştırmalarla, tesis olunan idarî işlemlerden ibarettir. Bu işlemlerin bir safhası olarak sık sık adı geçen (Vaziyet muamelesi) veya (Vaziyet kan) bu gibi gayrimenkullerin mülkiyetinin Maliyeye veya Vakıflar idaresine intikalini sağlayan hukukî ve kanunî bir unsur olmayıp, idarece bahis konusu şahsın firari, mütegayyip veya ahar mahalle nakledilen kimse olup olmadığının tesbiti için yapılan araştırmalar sonunda varılan neticeyi ve bu şahsa ait olup da kanun gereğince Hazine veya Vakıflar idaresine intikal etmiş bulunan gayrimenkullerin cins ve yerlerini topluca ifade ve vukuatı hülâsa için, tutulan bir usul gereğince, yazılan bir yazıdan ibarettir. Yukarıda da belirtildiği üzere böyle bir usul tutulması idarece ihtiyar edilmemiş olsa veya bu usule rağmen dosyasında böyle bir yazı bulunmasa dahi kanunda belirtilen duruma düşen şahısların mallarının bu duruma düştükleri tarihte, Hazine veya Vakıflar İdaresine kanun gereğince geçmiş olduklarının kabul edilmesi zaruridir.

Binaenaleyh Lozan Andlaşmasının yürürlüğe girdiği 6 Ağustos 1340 tarihinden Önce firari ve mütegayyip duruma giren veya başka mahalle nakledilmiş bulunan bir kimsenin mallarının mülkiyeti, bu duruma girdiği tarihten itibaren, dosyasında o tarihte alınmış bir vaziyet kararı olsun, olmasın, ilgisine göre Maliye veya Evkaf uhdesine kanun uyarınca geçmiş bulunmaktadır.

Bu itibarla böyle bir şahsın, firari veya mütegayyip olup olmadığının tesbiti işine 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel başlanmamış ve bu tarihten Önce bir vaziyet kararı verilmemiş olması, esasen bu tarihten önce kanun gereğince ilgili hazine uhdesine geçmiş olan mallarının hukukî durumu üzerinde hiç bir etki yapamaz.

Bu bakımdan 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel başka yere nakledilmiş veya firar veya tegayyüp eylemiş bir kimsenin malı, bu tarihten evvel Hazineye veya Vakıflar idaresine bir kanunla geçmiş bulunduğundan, bu tarihten sonra bu durumun belirtilmesi maksadiyle yapılan işlemler, gayrimenkul mülkiyetinin bu idarelere geçirilmesini değil, vaktiyle tahakkuk etmiş bulunan intikal muamelesinin belirtilmesi amacını gütmektedir.

Aksi düşünce, yani 6 Ağustos 1340 tarihinden önce firari veya mülegayyip duruma girmiş olduğu halde malları üzerinde her nasılsa idarî işlemlere başlanmamış bulunan kimseler hakkında Lozan Andlaşmasının yürürlüğe girdiği tarihten sonra artık emvali metrûke kanunlarının uygulanamayacağı düşüncesi, yürürlüğe girdiği tarihten sonraki hâdiselere uygulanması gereken andlaşma hükümlerinin, yürürlükten evvelki olaylara da sari olduğunun kabulü ve bunun sonucu olarak da Maliye ve Vakıflar hazinesinin daha önce iktisap etmiş olduğu mülkiyet hakkının iptal edilmesini icap ettirir ki, böyle bir hal, kanunların yürürlüğü konusundaki hukukî esaslarla bağdaştırılamaz.

6 Ağustos 1340 gününden sonra firar veya tegayyüp etmiş bulunanlara gelince :

Lozan Andlaşmasının yürürlüğe girdiği 6/8/1340 gününden sonra vukua gelen ve emvali metrûke kanunlarınca ön görülen fiil ve hareketlere bu kanunların uygulanmasına imkân kalmamıştır. Nitekim 17/7/1927 günlü ve 5451 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı da bu esasları böylece tesbit ve tatbik etmiş bulunmaktadır.

Bu itibarla emvali metrûke mevzuatının, 6 Ağustos 1340 tarihînden evvel tekevvün etmiş firar veya tegayyüp olaylarının usulü dairesinde bugün tesbiti halinde, uygulanması tabiî ve zarurî bulunmaktadır.

Bu cümleden olarak Medenî Kanunun yürürlüğünden önceki ölüm ve evlenme olayları dolayısiyle zamanında yürürlükte olan hükümlerin bugün için uygulanmakta olması, konunun daha iyi canlandırılabilmesi bakımından örnek olarak gösterilebilir.

Bu sebeplerle söz konusu 13 Eylül 1331 günlü geçici kanunla 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun, 6 Ağustos 1340 gününden önceki firar, tegayyüp veya başka yere nakil olayları dolayısiyle halen uygulanmalarının mümkün bulunduğu gerekçede oy çokluğu, esasta oy birliği ile kararlaştırılmıştır.

2- Danıştay Sekizinci Dairesi söz konusu iki kanunun tümünün Anayasa'ya aykırılığını ileri sürmüştür.

Yukarıda yapılan açıklamadan da anlaşılacağı üzere davacı hakkında uygulanan hükümlerin iki kanunun bütün maddeleri olmayıp 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun 6 ncı maddesi ve bu madde delaletiyle 13 Eylül 1331 günlü geçici kanunun l ve 333 sayılı kanunla değiştirilen 2 nci maddeleridir.

Anayasa'nın 151 nci maddesi ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki 44 sayılı Kanunun 27 nci maddesinde mahkemelerce bakılmakta olan bir dâva sebebiyle uygulanacak kanun maddelerinin Anayasa'ya aykırı görülmesi halinde Anayasa Mahkemesine itirazda bulunulabileceği kabul edilmiş olduğuna, Danıştay'da açılmış bulunan bu dâvada ise söz konusu kanunların bütün hükümlerinin değil, sadece yukarıda işaret edilen hükümleri uygulanacağına göre Danıştay 8 inci Dairesince yapılan itirazın, 13 Eylül 1331 günlü kanunun l inci maddesi ile değişik 2 nci maddesine ve 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun 6 ncı maddesine hasren incelenmesi gerektiği oy birliği ile kararlaştırılmıştır.

3- Davacının 29 Eylül 1962 günlü dâva dilekçesinde dâvanın konusu Boğos Urpakyan'm (Nerede olduğunun bilinmediği yolundaki kifayetsiz bir tetkike istinaden firari ve mütegayyip eşhastan addedilerek) malları üzerinde Cevri Usta Vakfı adına yapılan (Vaziyet işleminin ve tescil muamelesinin), adı geçenin firari mütegayyip eşhastan olmadığı cihetle (iptaline) karar verilmesi şeklinde belirtilmiş bulunmakta isede tapudaki tescil muamelelerinin iptali işlemi, idarî dâvaya konu teşkil edemeyeceğinden Danıştay'da açılmış bulunan dâvanın, davacının murisinin firari ve mütagayip bir şahıs olarak kabul edilmesi yolundaki idarî işleme yöneltilmiş sayılması zaruri bulunmakta ve sonuç olarak firar ve tegayyübü tesbit eden idarî işlemin iptali dâvası söz konusu olmaktadır.

Zira olayda söz konusu malın mülkiyeti, Vakıflar İdaresine bir idarî tasarruf sonucu geçmiş olmayıp, firar ve tegayyübün sonucu olarak ve kanun hükmü ile geçmiş bulunmaktadır.

Olayda, idarî dâva konusu tasarruflar ise, firar ve tegayyübün tesbiti amacı ile yapılan işlemlerle bu işlemlere dayanan ve ilgilinin (Firari) veya (Mütegayyip) kişi olduğunu belirten karardır.

Sözü edilen 13 Eylül 1331 tarihli geçici kanunun l ve değişik 2 nci maddeleri ile 15 Nisan 1339 tarihli kanunun 6 ncı maddesinin, Türk vatandaşı şahısların ne gibi hallerde firari veya mütegayyip sayılacaklarına dair olan hükümlerinde ise Anayasa maddelerine aykırılık arzeden bir husus mevcut değildir. Zira Anayasa'da, yurdu, Birinci Dünya Harbinin buhranlı zamanlarında terketmiş bulunan Türk tebaasının, firari veya mütegayyip şahıs sayılmalarına engel olabilecek herhangi bir hüküm yoktur.

Dâvacının miras bırakanına ait malın mülkiyetinin, Evkaf Hazinesine geçmesi, adı geçenin 6 Ağustos 1340 tarihinden önce firari veya mütegayyip durumda bulunduğunun sabit olması sortiyle, firariliğin veya tegayyübün vukuu ânında, yukarıda açıklanan kanun hükümleri gereğince başka bir işleme lüzum kalmaksızın tamamlanmış olacağından kanun hükmü ile ve yıllarca Önce meydana gelmiş bir hukuki sonucun idarî yargıya konu teşkil etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan sözü geçen hükümlerde Anayasa'ya aykırılık olup olmadığının araştırılmasına yer bulunmamaktadır."

56. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 25/11/1936 tarihli ve E.1935/18, K.1936/30 sayılı kararı şöyledir:

“...

28 Mayıs 1928 tarih ve 1331 numaralı Temlik Kanununun yedinci maddesinin tefsirine dair Büyük Millet Meclisinden verilen 2 Haziran 1929 tarih ve 146 numaralı kararda, (13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaziyet olunan veya edilecek olan emval-i gayrimenkule Hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve ashabının ancak 1331senesi iptidasmdaki kıymeti mukayyedeleri üzerinden hakları mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahare ister muhtelif kanunlar mucibince tahsis ve tefviz edilmiş, ister satılmış veya Hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli Kanunların tatbiki aleyhine Şurayı Devletçe bir hüküm verilmedikçe ashabına aynen iadesine imkânı kanuni olmadığı gibi 28 Mayıs 1928 tarihli kanunun gerek neşrinden evvel ve gerek neşrinden sonra hükmen tahakkuk etmiş veya edecek müstahaklarına da aynen iadesine cevaz verilmeyerek ancak ashabına veya hükmen tahakkuk eden veya edecek olan müstahaklarına bu emvalin 15 Nisan 1341 tarihli Kanuna tevfikan 1331 senesi iptidasındaki kıymeti mukayyedelerinin verilmesi ve bunda da 15 Nisan 1341 tarih ve 622 numaralı kanun ahkamının nazara alınması maksuttur) denildiğine göre zikri geçen 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara istinaden Hazinece vaziyet olunan emval-i gayrimenkuldun sahipleri ve vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar ve tagayyüp etmediklerinden ve binaenaleyh mezkur kanunların tatbiki lazımgelmediğinden bahsile gayrimenkul mallarının aynen istirdadına dair açılan davanın mahkemelerce kabul ve rüyeti, tefsirin birinci fıkrası medlulünce aynen iadesi dava olunan emval hakkında mezkur kanunların tatbiki lazım gelmeyeceğine dair Devlet Şurasından bir karar suduruna mütevakkıf olduğu veDevlet Şurasınca böyle bir karar verilmemişse emval-i mezkurenin aynine taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifesi haricinde bulunduğu müttefıkunaleyh olup takarrür eden temyiz içtihattan da bu merkezdedir.

...”

2. Diğer İlgili Mevzuat

57. 21/12/1938 tarihli ve 3546 sayılı mülga Devlet Şûrası Kanunu’nun 32. maddesi şöyledir:

"İdarî kaza yolu ile Devlet Şûrasına dava açmak müddeti her nevi muamele ve kararların alâkalılara usulü dairesinde tefhim veya tebliğinden yahud idarî vazifelerin ifası vesilesile vukubulan fiiller hakkında icraya ıttıla tarihinden itibaren hususî kanunlarla müddet tayin edilmeyen halerde 90 gündür.

İdare heyetlerile kaza salâhiyetini haiz mercilerden idarî kaza yolu ile çıkan kararlara karşı Devlet şurasına temyizen müracaat müdeti, hususî kanunlarla ayrı müddet tayin edilmemiş olan hallerde, kararların tefhim veya tebliğinden itibaren keza 90 gündür."

58. 521 sayılı Kanun'un "Üst makamlara başvurma" kenar başlıklı 70. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

“İlgililer tarafından, idari dâva açılmadan önce idari bir işlemin kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan ve üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dâva açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat, işlemeye başlamış olan idari dâva süresini durdurur.

Üç ay içinde bir cevap verilmez ise istek reddedilmiş sayılır.

İsteğin reddi üzerine dâva açma süresi işlemeye başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır…”

59. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"İdari dava türleri şunlardır:

a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."

60. 2577 sayılı Kanun'un “Dava açma süresi” başlıklı 7. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"1. Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.

2. Bu süreler;

a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,

b) Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda:

Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği;

Tarihi izleyen günden başlar."

61. 2577 sayılı Kanun'un “Görevli olmayan yerlere başvurma” başlıklı 9. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir."

62. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Dava şartları" başlıklı 114. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:

"(1) Dava şartları şunlardır:

...

(b) Yargı yolunun caiz olması.

..."

63. 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartlarının incelenmesi" başlıklı 115. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.

(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir..."

64. 5/6/1935 tarihli ve2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun 26. maddesi şöyledir:

"Bu kanunun neşrinden sonra vakıf mallar mukataaya ve icareteyne bağlanamaz."

65. 2762 sayılı mülga Kanun'un 27. maddesi şöyledir:

"Vakfın türüne göre ayırım yapılmaksızın üzerinde taviz şerhi bulunan mevcut mukataalı veya icareteynli vakıf taşınmaz malların mülkiyetleri, taşınmazların bulunduğu illerde defterdarlık, ilçelerde mal müdürlüğü bünyesinde yer alan Hazine taşınmaz malının satış ihalesine yetkili olan komisyon tarafından takdir edilecek rayiç bedelinin yüzde yirmi oranında hesap edilecek taviz bedeli karşılığında mutasarrıflarına geçirilir. Taviz bedeli ödenmeden ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satışı yapılacak taşınmaz malların taviz bedellerinin hesaplanmasında satış bedeli esas alınır."

66. 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun uygulanmasında;

...

Mukataalı vakıf: Zemini vakfa, üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf taşınmazlarını,

İcareteynli vakıf: Değerine yakın peşin ücret ve ayrıca yıllık kira alınmak suretiyle süresiz olarak kiralanan vakıf taşınmazlarını,

Taviz bedeli: Mukataalı ve icareteynli taşınmazların serbest tasarrufa terki için alınan bedeli,

...

ifade eder."

67. 5737 sayılı Kanun'un "Taviz bedeli" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

"Tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilir. Ancak miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tâbi değildir.

Taviz bedelinin hesaplanmasında; ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satılanlarda satış bedeli, kamulaştırmalarda ise kamulaştırma bedeli esas alınır.

Bu Kanun hükümleri gereğince taviz bedelinin tamamı vakfı adına ödenmedikçe, taşınmaz üzerindeki temliki tasarruflar tapu dairelerince tescil olunmaz.

Vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler uygulanmaz."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

68. Mahkemenin 15/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

69. Başvurucular, miras bırakanları adlarına tapuda kayıtlı olan taşınmazlarının, firari (kaçak) ve mütegayyip (yitik) kişilerden kaldığı gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatına göre 1958 yılında bir idari işlemle tapusunun iptal edilmesi ve yok hükmünde olduğunu belirtmelerine rağmen bu işlemin düzeltilmesi için başlatılan idari ve yargısal süreçlerden bir sonuç alınamaması nedeniyle mülkiyet haklarının, İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tapu iptali ve tescil davasının ise idari yargı yerinin görevli olduğundan bahisle yargı yolu yanılgısı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler; ihlallerin tespiti, yeniden yargılamaya ve 5.000.000 TL tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

70. Bakanlığın görüş yazısında, nüfus kayıtlarına göre Mihran Mardiros Hazaryan'ın 1/4/2014 tarihinde vefat ettiği belirtilerek bu kişi bakımından bireysel başvuruda bulunulmasının mümkün olmadığı hususunun dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

71. Başvurucular cevap dilekçesinde, Beşiktaş 6. Noterliğinin 8/4/2014 tarihlimirasçılık belgesini ibraz ettiklerini, vefat eden Mihran Mardiros Hazaryan'ın mirasçılarının başvuruya devam etmek istediklerini, bu nedenle Mihran Mardiros'un mirasçıları Anahit ve Agavni Hazaryan adlarına 2014/5007 bireysel başvuru numaralı dosya ile bireysel başvuruda bulunulduğunu belirterek, 2014/5007 numaralı bireysel başvuru dosyasının bu dosya ile birleştirilmesini talep etmişlerdir.

72. Başvurucular tarafından ibraz edilen Beşiktaş 6. Noterliğinin 8/4/2014 tarihli ve 14138 yevmiye numaralı mirasçılık belgesine göre başvuruculardan Mihran Mardiros Hazaryan 1/4/2014 tarihinde vefat etmiştir. Başvuru ise 4/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Bu durumda, başvuruculardan Mihran Mardiros'un başvuru tarihinden önce vefat ettiği anlaşılmakla birlikte vefat tarihi ile başvuru tarihi arasında kısa bir süre söz konusu olupvefat eden başvurucunun mirasçılarının ise 2014/5007 numaralı bireysel başvuru dosyasında başvuruda bulundukları görüldüğünden 2014/5007 numaralı bireysel başvuru dosyası bu dosya ile birleştirilerek başvurunun incelenmesine devam edilmiştir.

73. Öte yandan Bakanlık görüşünde, başvurucuların avukatının başvurucular tarafından vekâletname ile yetki verdikleri üçüncü bir kişi tarafından vekil olarak atandığı belirterek vekalet ilişkisinin ölüm ile sona erdiği gözetilerek avukata vekâlet veren temsilcinin hayatta olup olmadığının araştırılması gerektiği ifade edilmiştir.

74. Başvurucular ise cevap dilekçesinde, avukata vekâlet veren temsilcinin hayatta olup vekâletnamelerin usulüne uygun düzenlenmiş olduğunu beyan etmişlerdir.

75. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 506. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesine göre vekil, kural olarak sözleşme konusu işi bizzat kendisi ifa etmek zorundadır. Ancak aynı fıkranın ikinci cümlesinde, vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekilin, işi başkasına yaptırabileceği hüküm altına alınmıştır. Somut olayda da başvurucuların genel vekâletnameler ile Bülent Kara'yı başkalarını tevkile yetkili kıldıkları ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) temin edilen nüfus kayıtlarına göre de başvurucuların avukatına vekalet veren Bülent Kara'nın hayatta olup vekâletnamelerin noter huzurunda düzenlenmiş oldukları görülmektedir.

76. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

77. Başvurucuların miras bırakanları adlarına tapuda kayıtlı olan taşınmazlarının kaçak ve yitik kişilerden kaldığı gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatına göre 1958 yılında bir idari işlemle tapusunun iptal edilmesi ve bunun üzerine başlatılan idari ve yargısal süreçlerden sonuç alınamamasına yönelik şikâyetleri mülkiyet hakkı kapsamında,İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davanın idari yargı yerinin görevli olduğundan bahisle yargı yolu yanılgısı gerekçesiyle reddedilmesi şikâyetleri ise adil yargılanma hakkı kapsamında ayrı ayrı incelenmiştir.

1. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvuruya Konu Taşınmazın Hukuki Durumu

78. Başvurucular taşınmazlarının miras bırakanlarından kendilerine intikal ettiğini, ancak emval-i metruke mevzuatına göre taşınmaza el konduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca bu taşınmazın tapu kaydında mukataalı vakıf şerhinin bulunmakta iken taviz bedelinin ödenmesiyle bu şerhin tapu kaydından terkin edildiği görülmektedir. Bu durumda başvurunun değerlendirilebilmesi için öncelikle emval-i metruke mevzuatı ile mukataalı vakıfların hukuki durumlarının tartışılması ve buna göre başvuru konusu taşınmazın hukuki durumunun ortaya konulması gerekmektedir.

i. Mukataalı Vakıfların Hukuki Durumları

79. 1274 (miladi 1858) tarihli Arazi Kanunnamesi'nin 1. maddesine göre arazi; mülk, miri, metruk, mevat ve vakıf arazi olmak üzere beş bölüme ayrılmakta idi. Arazi Kanunnamesi'nin 4. maddesine göre ise vakıflar, mülkiyet hakkının devredilip edilmemesine göre yani nitelik bakımından sahih ve sahih olmayan vakıflar olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2/4/2004 tarihli ve E.2003/1, K.2004/1 sayılı kararı ile bu vakıf çeşitleri şöyle açıklanmıştır:

"A- Sahih Vakıflar (Mukataalı – İcareteynli Vakıflar ); Bunlar aynı zamanda akara tahsisli yani gelirlerinden yararlanılan vakıflar olarakta nitelendirilmektedirler.

1- Mukataalı Vakıflar; Zorunluluklar sonucu doğmuştur. Vakıf yer haraptır. Vakıf taşınmaz kendi olanakları ile vakıf tarafından inşaa ve onarılmasının mümkün olmaması sebebiyle bina yapmak, ağaç veya bağ çubuğu dikmek ve bunların durması karşılığında vakfa her sene maktu bir zemin kirası (İcare-i zemin) ödenmek suretiyle kiralanmış, yapılan bina ve dikilen ağaçlar yapanın veya dikenin malı sayılmış ve ölümü ile de, mirasçılarına geçeceği ve mukataa (kira) karşılığı verildiği sürece sözleşmenin geçerli kalacağı ve arazi üzerine yapılan muhtesatın kaldırılamayacağı kabul edilmiştir. Bu tür vakıfların kurulması için, mahkemece verilen izin (hakimin izni) yeterli olmayıp ayrıca Padişahın izin ve iradesine de ihtiyaç duyulmuştur.

2- İcareteynli Vakıflar; Mukataalı vakıflar gibi olayların meydana getirdiği zorunluluklar sonucu doğmuş bir vakıf türüdür. Vakıf binalarının yanması, yıkılması ve vakıf tarafından tekrar inşaa için ekonomik gücün yaratılmaması veya kısa süre ile kiralanmasının mümkün olmaması ya da kısa süreli kiralamaya istekli çıkmaması nedeniyle bir tür süresiz kiraya benzeyen usule gidilmiş, mutasarrıfından gerçek değerine yakın veya eşit "icare-i muaccele" denilen peşin kira bedeli alınıp yanan, harap olan bina vakıf tarafından yeniden inşaa ve tamir ettirilerek her sene icare-i müeccele (veresiye kira) denilen küçük bir bedel karşılığında süresiz olarak kiracılara (mutasarrıflara) bırakılmıştır. Peşin veya her yıl alınan icar (kira) usulüne de "iki yani çifte icare" anlamında icareteyn adı verilmiştir.

B- Sahih Olmayan (Tahsis ve İrsad Kabilinden Gayri sahih) Vakıflar; Padişah ya da onun izin verdiği başkaları tarafından miri arazi üzerinde meydana getirilen vakıflardır. Miri araziler, kadim köy ve kasabaların tümüyle dışında kalan tarla, çayır, yaylak, kışlak, korular ve benzeri yerler olarak kabul edilmiştir. (Arazi Kanunnamesi madde 3, 25, 53, 81, 83 ve 90.)

Osmanlı Sultanları ya da onların izin verdiği başkaları miri arazide 1858 (1274) tarihli A.K.’nun 4/2. fıkrasına göre üç türlü tahsis ve irsat kabilinden vakıf kurabilirlerdi.

a- Miri Arazinin Yalnızca A’şar (Toprağın Ürününün Ondabiri) gibi vergi ve resimleri (A’şar ve rüsumatı) bir hayır cihetine tahsis edildiği vakıflarda tasarruf hakkı, tapu kayıtlarında yazılı fertlerde kalırdı.

b- Miri arazinin yalnızca "tasarruf hakkının" bir hayır cihetine tahsis edildiği vakıflarda tasarruf hakkı sahih olmayan vakıfta kalırdı. Sahih olmayan vakıf A’şarı Devlete öderdi.

c- Miri arazinin hem tasarruf hakkının hem de A’şar gibi "vergi ve resimlerinin" bir hayır cihetine tahsis edildiği vakıflarda vakıf: arazinin tasarruf hakkına sahip olduğu gibi, Devlete A’şar ya da başkaca vergi ve resim ödemezdi.

Görüldüğü gibi sahih vakıfların konusunu kadim köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklar teşkil ettiği halde, sahih olmayan vakıfların konusunu, anılan kadim yerleşim birimlerinin tümüyle dışında kalan miri (Devlete ait) araziler oluşturmakta idi."

80. Cumhuriyet Dönemi öncesinde geniş bir uygulamaya sahip olan vakıf müessesesi, 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin kabulünden sonra da varlığını sürdürmüştür. 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı Medeni Kanunu'muzun Sureti Mer'iyet ve Şekli Tatbiki Hakkındaki Kanun'un 8. maddesinde Medeni Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar için ayrı bir tatbikat kanunu çıkarılması gerektiği, yeni kurulan vakıfların ise Medeni Kanun'a tabi olacağı belirtilmiştir. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 101. maddesinde ise vakıf “Gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları” olarak tanımlanmıştır.

81. 2762 sayılı Kanun'un 26. maddesi ile bu Kanun'un yürürlüğünden sonra vakıf malların mukataaya ve icareteyne bağlanamayacağı düzenlenmiş, Kanun'un 27. maddesiyle de, vakfın türüne göre ayırım yapılmaksızın üzerinde taviz şerhi bulunan mevcut mukataalı veya icareteynli vakıf taşınmaz malların mülkiyetlerinin belirlenecek bir taviz bedeli karşılığında mutasarrıflarına geçirilmesi öngörülmüştür.

82. 5737 sayılı Kanun'un 3. maddesinin birinci fıkrasında mukataalı vakıf "zemini vakfa, üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf taşınmazları" olarak tanımlanmış, aynı Kanun'un 18. maddesinin birinci fıkrası ile de, tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazların, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilmesi hükme bağlanmıştır.

83. Sonuç olarak mukataalı vakıf taşınmazları, eski hukukumuzda mevcut olup zemini vakfa, üzerindeki yapı ve ağaçların ise yıllık belirli bir kira bedeli karşılığında tasarruf edene ait olduğu taşınmazlardan olup Medeni Kanun ile Vakıflar Kanunu'nun kabulünden sonra ise vakıf mallarının mukataaya bağlanması yasaklanırken mevcut mukataalı vakıf taşınmazları yönünden ise belirli bir taviz bedeli karşılığında mülkiyetlerinin tasarruf edene bırakılmak suretiyle tasfiyesi öngörülmüştür.

84. Başvuru konusu olayda ise, uyuşmazlık konusu taşınmazın rakabesi (kuru mülkiyeti) Sultan Beyazıd Vakfına ait olup üzerindeki yapılar ile ağaçların tasarruf (kullanım) hakkının belirli bir mukataa bedeli karşılığında Filibos'un eşi ve Azakil'in kızı Serpuhi'ye ait iken ölümüyle çocukları Avadis, Nazik ve Maryam'a intikal ettiği, yapılan kadastro çalışmalarında da bu kişiler adlarına tespit yapılarak mukataalı vakıf şerhi de işlenmek suretiyle 6/1/1949 tarihinde tapuya tescil edildiği anlaşılmaktadır. Taşınmaz, 10/1/1958 tarihinde yapılan vaz'ıyet işlemi sonrası metruken Maliye Hazinesi adına tapuya tescil edilmiş, 10/5/2001 tarihinde de Maliye Hazinesince Vakıflar Genel Müdürlüğünetaviz bedeli ödenmiş, taşınmaz üzerindeki vakıf şerhi böylece terkin edilmiştir.

ii. Emval-i Metruke Uygulaması

85. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında ülkeden firar eden, kaybolan veya başka yerlere nakledilen şahıslar mevzuat ve uygulamada firari (kaçak) ve mütegayyip (yitik) eşhas (kişiler) olarak adlandırılmış, bu kişilerin geride bıraktıkları mallara ise emval-i metruke (terk edilmiş mallar) denilmiştir. 19 Mayıs 1331 (1/6/1915) tarihli ve 2189 sayılı Takvim-i Vakayi'de yayımlanan 14 Mayıs 1331 (27/5/1915) tarihli ve Vakt-ı Seferde İcraat-ı Hükûmete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat'ın 2. maddesiyle ordu, kolordu ve tümen komutanlarına, askerî gereklerden ötürü veya casusluk yapan ya da ihanet eden köy veya kasaba halkını, teker teker veya toplu olarak başka yerlere nakil ve iskân ettirme yetkisi verilmiştir. Ancak bu Kanun’da başka yerlere nakil ve iskân edilen kişilerin mallarının ne olacağı hakkında hiçbir hükme yer verilmemiştir. Bu nedenle söz konusu malların hukuki durumlarının düzenlenmesi amacıyla hazırlanan 13 Eylül 1331 (26/9/1915) tarihli ve Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubatı Metrukesi Hakkında Kanun-u Muvakkat, 14 Eylül 1331 (27/9/1915) tarihli ve 2303 sayılı Takvimi Vakayi gazetesinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun'un 1. maddesine göre 14 Mayıs 1331 (27/5/1915) tarihli Kanun hükümleri gereğince başka yerlere nakledilen gerçek ve tüzel kişilerin terk etmiş oldukları malları, alacakları ve borçları, bu amaçla oluşturulacak komisyonların her kişi için ayrı ayrı düzenleyecekleri mazbatalar üzerine, mahkemelerce tasfiye edilecektir. Bu Kanun'un ikinci ve üçüncü maddeleriyle de, bu kişilerin tasarrufları altında bulunan icareteynli (çift icarlı) musakkaf (çatılı, üstü örtülü ev, dükkan vb.) ve müstegallat (üstü açık bağ, bahçe, arazi gibi yerler) nitelikli mallarından, vakıf olanların Hazine-i Evkaf (Vakıflar Genel Müdürlüğü), mülk taşınmazlarının (özel mülke konu taşınmazların) ise Hazine-i Maliye (Maliye Hazinesi) adına tapuya tescil edilmesi, bu idareler tarafından verilecek bedellerin tasfiyeden sonra kalacak bakiyelerinin sahiplerine ödenmesi, bu amaçla tasfiye sonucu elde edilecek paraların sahipleri adlarına emaneten mal sandıklarına teslim edilmesi öngörülmüştür.

86. Öte yandan Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubatı Metrukesine Mütedair 17 Zilkade 1333 Tarihli Kanunu Muvakkatin 2. Maddesinin 1. Fıkrasına Müzeyyel İbare Hakkında Kanunu Muvakkat'ın 1. maddesiyle de, başka yerlere nakledilen kişilere, gittikleri yerlerde ikamet ve geçimlerini sağlayacak miktarda mesken ve arazinin parasız olarak verilebileceği hüküm altına alınmıştır.

87. 224 sayılı Kanun'un birinci maddesiyle Kurtuluş Savaşı sırasında düşman istilasından kurtulan yerlerde, sahibinin firar veya kaybolması sebebiyle sahipsiz kalmış olan taşınırların Hükûmetçe usulü dairesinde açık arttırma ile satılması, tasınmazlar ile toprak ürünlerinin yine Hükûmetçe idare edilerek kira ve diğer gelirlerden yapılan masraflar düşüldükten sonra bakiye kalan miktarın emanet hesabına kaydedilmek üzere mal sandıklarına teslim edilmesi öngörülmüştür. Bu Kanun 333 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.

88. 333 sayılı Kanun ile 13 Eylül 1331 (26/9/1915) tarihli Kanun'un bazı maddeleri değiştirilmiş ve başka yerlere nakledilenlerin terk ettikleri taşınmazlardan vakıf olanların Vakıflar İdaresi, diğerlerinin Maliye Hazinesi adına tescil edilerek, bu idarelerce takdir olunacak bedellerin tasfiye giderleri düşüldükten sonra kalan tutarlarının sahipleri adına emanete kaydedilmesi hükme bağlanmıştır.

89. 24/5/1928 tarihli ve 1331 sayılı Mübadil Gayrimübadil Muhacir ve Saireye Kanunlarına Tevfikan Tefviz veya Adiyen Tahsis Olunan Gayrimenkul Emvalin Tapuya Raptına Dair Kanun'un 6. maddesiyle, mübadeleye tabi şahıslardan metruk olanlar hariç olmak üzere bütün emval-i metrukenin bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihe kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş olanlardan geriye kalan kısmının Maliye Hazinesine intikal ettiği belirtilmiştir. Bu Kanun'un 7. maddesinde ise, emval-i metruke olması nedeniyle Hazinece el konulmuş veya konulacak malların, Hazine uhdesinde kalmış veya mübadillere dağıtılmış olup olmadığına bakılmaksızın eski sahiplerine iade edilemeyeceği, bunun yerine eski maliklere, bu taşınmazların kayıtlı değerlerinin ödeneceği hüküm altına alınmıştır.

90. Son olarak 24/5/1928 tarihli ve 1349 sayılı Emval-i Metruke Hesap ve Carilerinin Bütçeye İrat Kaydedilmesine Dair Kanun ile emvali metruke mevzuatı kapsamında kamu idareleri tarafından el konulan ve tapuda bu idareler adına tescil edilen taşınmazların bedelleri olarak bu idarelerce sahipleri adına emanet hesabına alınan paralar, 1928 yılı bütçesinin “müteferrik gelirler” bölümüne irat kaydedilmiştir. Kanunun birinci maddesine göre bu tarihten sonra meydana gelecek gelirler hakkında da aynı şekilde işlem yapılacaktır.

91. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/6/1929 tarihli ve 146 sayılı tefsir kararı ile Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 25/11/1936 tarihli ve E.1935/18, K.1936/30 sayılı kararında, emval-i metruke mevzuatına göre vaz'ıyet edilen (el konulan) taşınmazlar hakkında bu vaz'ıyet işlemine karşı Devlet Şur'ası nezdinde dava açılabileceği, böyle bir dava açılmadan doğrudan adli yargı yerinde açılan davanın dinlenemeyeceği belirtilmiştir.

92. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin22/4/1963 tarihli ve E.1963/41, K.1963/94 sayılı kararında 6 Ağustos 1340 (6/8/1924) tarihinden önce firari ve mütegayyip duruma giren veya başka mahalle nakledilmiş bulunan bir kimsenin mallarının mülkiyetinin, bu duruma girdiği tarihten itibaren dosyasında o tarihte alınmış bir vaz'ıyet kararı olsun veya olmasın, ilgisine göre Maliye veya Vakıflar uhdesine kanun uyarınca geçmiş olduğu, bu tarihten sonra bu durumun belirtilmesi amacıyla yapılan vaz'ıyet ve tescil işleminin, taşınmaz mülkiyetinin bu idarelere geçirilmesine yol açmadığı, tescilin kurucu değil açıklayıcı mahiyette olduğu belirtilmiştir. Buna göre "vaz'ıyet işlemi", bir taşınmaz malın emval-i metruke mevzuatına göre 6/8/1924 tarihinden önce firari ve mütegayyip duruma giren veya başka mahallere nakledilmiş olan şahıslara ait olduğunun tespit edilmesi olarak tanımlanmış olup bu tespit üzerine anılan mevzuat hükümleri uyarınca Maliye Hazinesi adına tapuda tescil işlemi yapılmaktadır.

93. Somut olayda da tasarruf hakkı başvurucuların miras bırakanları adlarına tapuda kayıtlı olan mukataalı vakıf taşınmazı ile ilgili olarak yapılan idari tahkikat üzerine bu kişilerin firari veya mütegayyip kişilerden oldukları gerekçesiyle taşınmaza Defterdarlıkça vaz'ıyet edilmesine karar verilmiş, işlemin Danıştayca iptal edilmesi üzerine yapılan yeni tahkikat sonucu vaz'ıyet işlemine devam edilerek bu taşınmaz tapuda 10/1/1958 tarihinde Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir.

b. Zaman Bakımından Yetki

94. Bakanlık görüş yazısında, gerek Anayasa Mahkemesinin gerekse de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) zaman yönünden yetkisi başlamadan çok önce kesinleşmiş bir işleme karşı etkin bir çözüm yolu bulunmayan asliye hukuk mahkemesine dava açılmak suretiyle sürecin zaman bakımından yetkili olunan alana taşınmasına ve bu yöntemle temel hak ve özgürlüklerin ihlali iddiasının bireysel başvuruya konu edilmesine olanak bulunmadığının düşünüldüğü bildirilmiştir.

95. Başvurucular ise cevap dilekçesinde, bireysel başvurunun 2014 yılında kesinleşmiş olan İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararına ilişkin olarak yapıldığını, uyuşmazlık konusu taşınmaza el atılmasına ilişkin idari işlemin yok hükmünde olup mülkiyet ve adil yargılanma haklarının 1958 yılından beri süregelen ve devamlı bir şekilde ihlal edildiğini belirterek Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkili olduğunu ifade etmişlerdir.

i. Genel İlkeler

96. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın geçici 18. maddesinde uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvuruların kabul edileceği,6216 sayılı Kanun'un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise Kanun'un 45 ila 51. maddelerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.

97. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

98. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun'un anılan hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınması gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No: 2012/329, 12/2/2013, § 15; G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

99. Hukukun genel ilkelerinden birisi hukuk güvenliği prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmelerini, devletin de hukuki düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Kanunlar, ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır. Bu nedenle bireysel başvurular bakımından Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).

100. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566, 10/12/2015, § 31).

ii. Anayasa Mahkemesi Kararları

101. Anayasa Mahkemesi, taşınmazın tapusunun orman olduğu gerekçesiyle iptal edilmesi üzerine yapılan bir başvuruda mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan yargı kararının 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlaline yönelik başvuruyu zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Nurdan Sesiz, B. No: 2012/317, 16/4/2013 §§ 21-23).

102. Yine 1968 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında idare adına tescil edilen taşınmaza yönelik olarak açılan davanın taşınmazın kamulaştırma kapsamında kaldığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine yapılan başvuruda da Anayasa Mahkemesi, başvurucuların mülkiyet hakkına konu ettikleri taşınmazla hukuki ilişkileri Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden 41 yıl önce kesildiğinden ve bu taşınmaza bağlı bedel talebi haklarının da 1963 yılında son bulduğundan mülkiyet hakkına yönelik şikâyetin, Mahkemenin zaman bakımından yetkisinin dışında kaldığı sonucuna varmıştır (Yosif Lindiridi ve Manol Lindiridi, B. No: 2013/2058, 25/6/2015, §§ 38-40).

103. 5/1/1961 sayılı ve 221 Sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun kapsamında kamulaştırılan taşınmazlara ilişkin başvurular yönünden de, taşınmazların mülkiyetlerinin Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden çok önce kesildiğinden mülkiyet hakkına yönelik şikâyetlerin Mahkemenin zaman bakımından yetkisinin dışında kaldığı belirtilmiştir (Şerafettin Eken ve diğerleri, B. No: 2013/1902, 24/6/2015, §§ 21-28; Tasfiye Halinde Türk Ticaret Bankası A.Ş., B. No: 2013/1665, 10/6/2015, §§ 26-36).

iii. AİHM Kararları

104. AİHM, Sözleşme'nin hükümlerinin, bir taraf devlet açısından Sözleşme'nin yürürlüğe girdiği tarihten önce meydana gelmiş eylem veya olaylar bakımından ilgili devleti bağlamadığı gibi bu tarihten önce sona ermiş durumları da bağlamadığını belirtmektedir. Dolayısıyla zaman yönünden yetki açısından dikkate alınacak tarih, iddia edilen ihlal durumunu oluşturan olayın meydana geldiği tarihtir. Söz konusu ihlalin ortadan kaldırılması için açılan davanın sonuçlandığı tarih, onay ya da tanıma tarihinden sonraki bir tarih olsa da, bu durum Mahkemenin zaman bakımından yetkisinde herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Ancak AİHM'e göre, Sözleşme'nin onaylanmasından önce başlayan ve ihlal oluşturan bir eylem ya da olay, bu tarihten sonra da devam etmekte ise bu durumda "devam eden bir durum" söz konusu olduğundan, Mahkemenin davaya bakmaya yetkisi bulunmaktadır (Blecic/Hırvatistan [BD], B. No: 59532/00, 8/3/2006).

105. Buna göre AİHM, zaman bakımından yetkinin tespitinde kural olarak müdahalenin meydana geldiği tarihi esas almaktadır. Müdahale - devam etmemek kaydıyla - kritik tarihten önce ise zaman bakımından yetki dışında, sonra ise yetki kapsamında görülmektedir. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi ise, müdahale işlemine karşı yapılan başvuruların kesinleşmesi tarihine göre belirlenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkinin belirlenebilmesi bakımından, kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekmektedir (Zeycan Yedigöl, § 31). Bu nedenle belirtilen söz konusu farklılıklar da gözetilerek mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin "anlık bir eylem" olup olmadığı ve hangi durumlarda "devam eden bir müdahalenin" mevcut olduğuna ilişkin AİHM yaklaşımının incelenmesi yararlı olacaktır.

106. AİHM, özel statülü kiracılık hakkına ilişkin sözleşmenin sonlandırılması olayında başvurucunun ihlalin devam ettiği yönündeki itirazlarına karşın kişinin mülkünden yoksun bırakılmasının anlık bir eylem olup devam eden bir ihlal oluşturmadığını ifade etmiştir (Blecic/Hırvatistan, § 86). Yine kamulaştırma çerçevesinde el konulan taşınmazlarla ilgili bir başvuruyu inceleyen AİHM benzer gerekçelerle "... yani Türkiye Cumhuriyeti için 1 Nolu Ek Protokol'ün 1. maddesinin yürürlüğe girdiği 28 Ocak 1987 tarihinden önce, Hazine'ye devredilmesini dikkate alan AİHM, 1961 tarih ve 221 sayılı Kanun'a dayalı bir mülkiyet mahrumiyetinin koşullarını incelemek için zaman bakımından yetkisiz olduğu kanaatine varmaktadır." demek suretiyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ekdal ve diğerleri/Türkiye, B. No: 6990/04, 25/1/2011, § 48). Saint Vincent De Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye ((k.k.), B. No: 19579/07, 27/1/2015) kararında da başvurucunun mülk sahibi olduğu kabul edilse dahi mülk sahibi sıfatının 1965 ve 1978 yıllarında iptal edildiği ve başkaları adına kaydedildiği ve ihtilaf konusu taşınmazların mülkiyetinin 28/1/1987 tarihinden çok önce değiştiği tespitiyle mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın ilke olarak anlık bir eylem teşkil ettiğini hatırlatan AİHM, başvuruyu Sözleşme hükümleriyle zaman yönünden uyumsuz görmüştür.

107. Buna göre AİHM, mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kural olarak anlık bir eylem oluşturduğunu ve bu müdahalenin sürekli bir hak mahrumiyeti durumu oluşturmadığını belirtmektedir (Malhous/Çek Cumhuriyeti [kk][BD], B. No: 33071/96, 13/1/2000; Prince Hans-Adam II Of Liechtenstein/Almanya, B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 85; Blecic/Hırvatistan, § 86; Ekdal ve diğerleri/Türkiye, § 48).

108. Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri/Portekiz (B. No: 29183/96 ve 30229/96, 11/1/2000, § 43) kararında ise başvurucuların 1975 ve 1976 yıllarında kamulaştırılan taşınmazlar yönünden tazminat alabilmek için başlatılan idari ve yargısal süreçlerin devam ettiğini gözeten AİHM, başvurucuların mülklerinden yoksun bırakılmalarının tartışmasız bir biçimde anlık bir eylem olduğundan dolayı zaman bakımından yargılama yetkisinin dışında olduğunu tespit etmiş, ancak iç hukukta kendilerine tanınan bir hak olan tazminatın ödenmemesinden dolayı başvurucuların şikâyetçi olduklarını dikkate almıştır. AİHM, Inughuit kabilesi mensuplarının 1951 yılında inşa edilen Thule Hava Üssü nedeniyle avcılık ve balıkçılık haklarının sonradan kısıtlanması ve bununla birlikte 1953 yılı Mayıs ayında ahalinin kendi yerleşim yerlerinden başka bir yere yerleştirilmeleri ile ilgili Hingitaq 53 ve diğerleri/Danimarka ((k.k.), B. No: 18584/04, 12/1/2006) kararında da aynı sonuca ulaşmıştır.Mahkeme, şikâyet olunan olayların anlık bir eylemle Danimarka’nın Sözleşme'yi onayladığı Eylül 1953 ve ek protokolü onayladığı Mayıs 1954 tarihinden önce meydana geldiği ve zaman yönünden Sözleşme'nin ilgili hükümleriyle bağdaşmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiş ancak başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahaleler nedeniyle iç hukukta tazminat yolunun bulunduğunu ve tazminat sürecinin zaman bakımından yetkili olunan dönemde devam ettiğini gözeterek tazminat yönünden başvuruları incelemiştir. Yine 1933 yılında kamulaştırılan bir taşınmaza ilişkin tazminat davasının süre aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin Yagtzılar ve diğerleri/Yunanistan (B. No: 41727/98, 10/7/2002) kararında ise iç hukukta tanınan tazminat sürecinin 70 yıldan beri devam ediyor olması nedeniyle başvuru kabul edilebilir bulunmuştur.

109. Bütün bu kararlardan anlaşıldığı üzere AİHM, mülkiyetten yoksun bırakmayı anlık bir eylem olarak görmekte olup iç hukukun Sözleşme'nin onaylanmasından önce meydana gelen olaylarla ilgili olarak tazminat hakkını tanımadığı durumlarda bu hususta yapılacak herhangi bir başvurunun zaman bakımından yetki kuralı (ratione temporis) gereği Sözleşme'de güvence altına alınmış haklarla bağdaşmayacağı, taraf devletlere Sözleşme'nin onaylanmasından önce meydana gelen zararlar için tazminat ödeme sorumluluğu yüklemediği görüşündedir.

110. Emval-i metruke mevzuatına göre malikinin kaçak ve yitik kişilerden olduğu gerekçesiyle taşınmazın Vakıflar İdaresi adına tescil edildiği bir olaya ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AİHK), diğer şikâyetler yanında mülkiyetten yoksun bırakmanın 1967 yılında gerçekleştiğini, bu nedenle müdahalenin Sözleşme'ye taraf olunan 28/1/1987 tarihinden önceki dönemde gerçekleştiğini belirterek zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Y.S.P.E.H.V. (k.k.), B. No: 25755/94, 9/4/1997).

iv. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

111. Başvurucular taşınmazlarına emval-i metruke mevzuatı çerçevesinde el konulduğunu, taşınmazın iade edilmesini talep etmelerine rağmen idari ve yargısal süreçlerden sonuç alamadıklarını belirterek mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

112. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz mukataalı vakıf arazilerinden olup tasarruf hakkı başvurucuların miras bırakanları adlarına tapuda kayıtlı iken Defterdarlıkça emval-i metruke mevzuatı kapsamında başvurucuların miras bırakanlarının kaçak ve yitik kişilerden oldukları gerekçesiyle yapılan vaz'ıyet işlemi neticesinde 10/1/1958 tarihinde bu taşınmaz Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir. Başvurucular taşınmazın iade edilmesi için 14/8/1973 tarihinde Defterdarlıktan talepte bulunmuşlar, bu taleplerinin reddi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinde açtıkları dava 10/2/1975 tarihinde süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Yine başvurucuların idari işlemin yokluk ile malul olduğu gerekçesiyle 2/5/2008 tarihinde İstanbul 2. İdare Mahkemesinde açtıkları dava ise Mahkemece 26/11/2008 tarihinde reddedilmiş ve bu hüküm de Danıştayca karar düzeltme isteminin reddedildiği 6/7/2010 tarihinde kesinleşmiştir.

113. Başvurucuların miras bırakanlarının tasarruf haklarının kayıtlı olduğu taşınmaz, 1958 yılında emval-i metruke mevzuatına göre Maliye Hazinesi adına tescil edilmekle taşınmazın tasarruf hakkı, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden 58 yıl önce başvurucuların elinden çıkmıştır. Başvurucuların bu taşınmazın iadesi yönündeki talebi idarece reddedilmiş ve bu işleme karşı açtıkları dava ise süre aşımı yönünden 1975 yılında reddedilmiştir. Bu işlemin yok hükmünde olduğuna dair açılan dava da reddedilmiş ve bu red kararı 6/7/2010 tarihinde kesinleşmiştir. Dolayısıyla mülkiyete ilişkin uyuşmazlık belirtilen tarihler itibarıyla kesin olarak sona ermiştir.

114. Yukarıda da değinildiği üzere gerek AİHM gerekse de Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmaz (bkz. §§ 101-103; §§ 104-110).

115. Başvurucunun ileri sürdüğü Loizidou/Türkiye([BD], B. No: 15318/89, 18/12/1996) ve Kıbrıs/Türkiye ([BD], B. No: 25781/94, 10/5/2001) kararlarında AİHM, hukuken tanınan meşru bir mevzuat çerçevesinde yapılmadığı savıyla bir mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığı dolayısıyla "mülke ulaşmanın engellendiği" gerekçesine dayalı olarak başvuruları incelemiştir. Diğer bir deyişle AİHM'e göre hukuken bir mülkten yoksun bırakma söz konusu olmadığından müdahalenin devam ettiği değerlendirilmiştir. Somut olayda ise taşınmazın tasarruf hakkı sahiplerinin kaçak veya yitik ya da başka mahallere nakledilen kişilerden oldukları gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatı kapsamında taşınmaz Hazine adına tapuya tescil edilmiştir. Bu durumda mülkiyet hakkına hukuken geçerli olduğu yargı mercilerince kabul edilen bir ulusal mevzuat çerçevesinde müdahale edildiği dolayısıyla söz konusu mülkiyetten yoksun bırakmanın anlık bir müdahale niteliği taşıdığı kuşkusuzdur. Nitekim AİHK de emval-i metruke mevzuatı çerçevesinde mülkiyetten yoksun bırakmayı anlık bir eylem olarak değerlendirilmiş ve devam eden bir müdahale olarak görmemiştir (Y.S.P.E.H.V.).

116. Yine başvurucuların değindiği Yagtzılar ve diğerleri/Yunanistan kararında ise mülkiyetten yoksun bırakma işlemi şikâyet edilmemiş, bu işlem nedeniyle 70 yıldır devam eden bir tazminat davasına ilişkin olarak ihlal iddiaları incelenmiştir. AİHM'in Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve diğerleri/Portekiz ile Hingitaq 53 ve diğerleri/Danimarka kararlarından da anlaşıldığı üzere iç hukukta bir tazminat yolunun tanınması ve bu tazminat yolunun zaman bakımından yetki alanında devam etmesi durumunda söz konusu şikâyetler tazminat yönünden incelenmiştir. Başvuru konusu olayda ise başvurucular tarafından açılmış bir tazminat davasının söz konusu olmadığı gibi taşınmazın iade edilmesini talep eden başvurucuların esas itibarıyla Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden çok önce sonuçlanan mülkiyetten yoksun bırakma işlemini ve yine 23/9/2012 tarihinden önce sonuçlanan bu işleme yönelik yargısal süreçleri şikâyet ettikleri anlaşılmaktadır.

117. Öte yandan başvurucular 20/2/2012 tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada ise taşınmazın hukuki olarak malikleri olmayıp bu taşınmazın 1958 yılında bir idari işlemle Maliye Hazinesi adına tescil edildiği, bu idari işleme karşı açılan davanın ise 1975 yılında reddedildiği, başvurucuların ise taşınmazın eski kayıtlarına dayanarak tapu iptali ve tescil davası açtıkları anlaşılmaktadır. Adli yargı yerinde açılan bu dava ise Mahkemece 11/12/2012 tarihinde yargı yolu yanılgısı nedeniyle reddedilmiş ve hüküm Yargıtayca onanarak karar düzeltme isteminin reddedildiği 13/1/2014 tarihinde kesinleşmiştir.Dolayısıyla 1958 yılında Hazine adına tescil edilip bu işleme karşı açılan davanın da reddedildiği 1975 yılında başvurucular ile hukuki ilişkisi kesilmiş taşınmaza ilişkin olarak 2012 yılında açılan ve yargı yolu yönünden redle sonuçlanan tescil talebinin mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Diğer bir deyişle başvurucular, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen davada taşınmazın maliki sıfatına sahip olmadığından bu davanın mülkiyet hakkına konu edilmesi mümkün değildir (Leyla Daimagüler ve diğerleri, B. No: 2012/1143, 17/7/2014, § 36; Tasfiye Halinde Türk Ticaret Bankası A.Ş., § 34; Şerafettin Eken ve diğerleri, § 26).

118. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36,37). Başvurucular, 2012 yılında açtıkları davada taşınmazın hukuki olarak maliki olmayıp 1958 yılında kaybettikleri ve 1975 yılında bu işleme karşı açtıkları davanın da retle sonuçlandığı taşınmazın mülkiyetini yeniden kazanmayı talep etmektedirler. Başvurucuların mülkiyet hakkına konu ettikleri taşınmazla hukuki ilişkileri Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden 41 yıl önce kesilmiş olduğundan mülkiyet hakkına yönelik şikâyet, Mahkemenin zaman bakımından yetkisinin dışında kalmaktadır.

119. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında da belirtildiği üzere daha önce başvurulduğu ve reddedildiği için başarılı olunmayacağı belli olan başvuru yoluna, yeni bir delil ileri sürmeksizin bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 tarihinden sonra tekrar başvurulması sonucu verilen ret kararı üzerine yapılan bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir (İbrahim Oğuz Yapar, B. No: 2012/829, 5/3/2013, § 32; Zeycan Yedigöl, § 42).

120. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

121. Başvurucular taşınmazları hakkında yapılan el koyma işleminin hukuken yok hükmünde olduğunu, bunun ise fiilî bir yol oluşturduğunu, fiilî yola ve yolsuz tescile dayalı tapu iptali ve tescil davalarında ise adli yargı mercilerinin görevli olduğunu belirterek bu gerekçelerle İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tapu iptali ve tescil davasının Mahkemece idari yargı yerinin görevli olduğundan bahisle yargı yolu yanılgısı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

122. Bakanlığın görüş yazısında, Asliye Hukuk Mahkemesince idari işlemin yoklukla malul olduğunun tespiti hakkında yargı yolu nedeniyle görevsizlik kararı verilmesinde bir hukuka aykırılık olmadığı, idari yargı yerlerinin idarece tesis edilmiş olan bir idari işlemin yoklukla malul olsa da idare elinden çıkmış bir işlem olduğunu kabul ile idari işlemin yokluğunu tespit ederek karar verdiği, Mahkeme kararının içerdiği tespit ve sonuçlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik bulunmadığı bildirilmiştir.

123. Başvurucular ise cevap dilekçesinde bu görüşün hatalı olduğunu, idare ve Mahkemelerce başvurucuların miras bırakanlarının firari olmadıklarının tespit edildiğini, fiilî yol teşkil eden bu olay bakımından adli yargıda herhangi bir süreye tabi olmaksızın dava açılabileceğini, Anayasa'nın 36. maddesinin ikinci fıkrasına göre hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağını belirtmişlerdir.

124. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

125. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

126. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

127. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Muhammet Kaplan, B. No: 2013/1586, 18/9/2013, § 21).

128. Başvurucular taşınmazlarına el konmasına yönelik işlemin hukuken yok hükmünde olup fiilî yol oluşturduğunu belirterek 20/2/2012 tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine tespit ve eski hâle iade suretiyle tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Mahkeme ise 11/12/2012 tarihli kararı ile yargı yolu yanılgısı nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Bu kararın gerekçesinde, taşınmazın Hazine adına tescil edilmesine yönelik vaz'ıyet işleminin idari bir işlem olduğu ve idari yargı yerinde iptal edilmeden bu işleme dayalı olarak oluşturulan tapu kayıtlarının iptal edilemeyeceği, bu nedenle davanın idari yargı yerinde açılması gerektiği belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15/4/2013 tarihli ilamıyla onanmış, karar düzeltme istemleri de aynı Dairenin 13/1/2014 tarihliilamıyla reddedilmiştir.

129. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz hakkında başvurucuların miras bırakanlarının kaçak ve yitik kişilerden oldukları gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatı hükümleri kapsamında Defterdarlık tarafından vaz'ıyet edilerek (el koyma işlemi yapılarak) 1958 yılında taşınmaz Hazine adına tescil edilmiştir. Derece Mahkemeleri de bu el koyma işlemi ile ilgili olarak emval-i metruke mevzuatı hükümleri çerçevesinde hangi yargı yolunun görevli olduğunu tartışmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/6/1929 tarihli ve 146 sayılı tefsir kararı ile Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 25/11/1936 tarihli ve E.1935/18, K.1936/30 sayılı kararında, emval-i metruke mevzuatına göre vaz'ıyet edilen taşınmazlar hakkında bu vaz'ıyet işlemine karşı idari yargı yerinde dava açılabileceği, böyle bir dava açılmadan doğrudan adli yargı yerinde açılan davanın dinlenemeyeceği belirtilmiştir. Başvuru konusu olayda da İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesi, emval-i metruke mevzuatını ve bu içtihatları gözeterek 6100 sayılı Kanun'un 114. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile 115. maddesinin (2) numaralı fıkrası hükümleri uyarınca davayı yargı yolu yönünden reddetmiştir. Dolayısıyla somut olay bakımından başvuruya konu İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin uyuşmazlığın esasına ilişkin olmayan yargı yolu yönünden görevsizliğine dair kararına ilişkin olarak Mahkemece ilgili mevzuat ve yerleşik içtihatlara aykırı, keyfî bir karar verildiğinden söz edilemez.

130. Öte yandan 2577 sayılı Kanun'un 9. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan "Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir." hükmü karşısında somut olayda İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararı sonrası yasal süresi içinde ilgili idari yargı yerinde dava açma hakkının mevcut olduğu gözetildiğinde "hiçbir mahkemenin, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamayacağına" ilişkin Anayasa'nın 36. maddesinin ikinci fıkrası yönünden bir aykırılık da söz konusu değildir.

131. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde iddiaların özünün Derece Mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

132. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemeleri tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Derece Mahkemelerinin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

133. Açıklanan gerekçeyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkının ihlaline ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA 15/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Kabul Edilemezlik vd.
Künye
(Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri [1.B.], B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § …)
   
Başvuru Adı AGAVNİ MARİ HAZARYAN VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2014/4715
Başvuru Tarihi 4/4/2014
Karar Tarihi 15/6/2016
Birleşen Başvurular 2014/5007
Resmi Gazete Tarihi 28/7/2016 - 29784

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, taşınmazın firari kaçak) ve mütegayyip yitik) kişilerden kaldığı gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatına göre 1958 yılında bir idari işlemle tapusunun iptal edilmesi ve bu işlemin düzeltilmesi için başlatılan idari ve yargısal süreçlerden sonuç alınamaması nedenleriyle mülkiyet hakkının; bu taşınmaza ilişkin olarak adli yargı yerinde açılan tapu iptali ve tescil davasının yargı yolu yönünden reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Kadastro, tapu, orman, kıyı, mera Zaman Bakımından Yetkisizlik
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı (bariz takdir hatası, içtihat farklılığı vs.-hukuk) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 27/5/1915 Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükumete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat 2
521 Danıştay Kanunu 70
5737 Vakıflar Kanunu 18
3
2762 Vakıflar Kanunu 26
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 115
26/9/1915 Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkında Kanun-u Muvakkat 1
2577 İdari Yargılama Usulü Kanunu 9
7
2
6100 Hukuk Muhakemeleri Kanunu 114
3546 Devlet Şurası Kanunu 32
1331 Mübâdil, Gayr-i Mübâdil, Muhâcir ve Sâireye Kanunlarıyla Tevfîkan Tefvîz veya Âdiyyen Tahsîs Olunan Gayr-i Menkûl Emvâlin Tapuya Raptına Dâir Kânûn 7
6
333 Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkındaki 17 Zilkade 1333 ve 13 Eylül 1331 tarihli Kanunu Muvakkatin Bazı Mevaddı ile 20 Nisan 1338 Tarihli Emval-i Metruke Kanununu Muaddil Kanun 6
1
224 Memalik-i Müstahlasadan Firar ve Gaybubet Eden Ahalinin Emval-i Menkule ve Gayrimenkulelerinin İdaresi Hakkında Kanun 5
1
26/9/1915 Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkında Kanun-u Muvakkat 2
1349 Emval-i Metruke Hesab-ı Carilerinin Bütçeye İrat Kaydına Dair Kanun 1
Kararname 1510 Lozan Muahedesinin Kabul Edildiği Tarihten Sonra Gitmiş Olanların Taşınmaz Mallarına Müdahale Edilmemesi Hakkındaki Kararname yok
5451 13/6/1926 tarihli Talimatnamenin Bazı Maddelerini Değiştirmek Üzere Hazırlanan Talimatnamenin Yürürlüğe Konulması Hakkında Karamame yok
711 Anadolu'da İkamet Ettiği Mahalden Hükumetin İznini Alarak Ayrılanların Mallarının, Terk Edilmiş Mallardan Addedilmemesi Hakkında Kararname yok
1368 Cumhuriyet Hükumetinin İzniyle Seyahat Etmiş Olanların Mallarının Terk Edilmiş Mallardan Addolunmayacağına Dair Kararname yok
1120 711 Numaralı Kararnamedeki "Anadolu" Tabirinin "Türkiye" Olarak Değiştirilmesinin Kabul Edilmiş Olduğuna Dair Kararname yok
2453 İstanbul'dan Firar ve Tegayyüp Etmiş Eşhasın Menkul ve Gayrimenkul Emval-i Metrukesi Hakkında Yapılacak İşlemlere Dair Kararname 1
Talimatname 2391 Bilad-ı Meşguleden Olan İstanbul'dan Firar ve Tegayyüp Eden Eşhasın Emval-i Metrukesi Hakkında Talimatname 1
2
3753 Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval, Düyun ve Matlubatlarının Tasfiyesi Hakkındaki Kanunun Sureti Tatbıkına Dair Olan Talimatname yok
Tefsir 142 24 Mayıs 1928 tarih ve 1331 sayılı Kanun'un Altıncı Maddesinin Tefsiri yok
146 24 Mayıs 1928 tarih ve 1331 sayılı Kanun'un Yedinci Maddesinin Tefsiri yok
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi