TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AGAVNİ MARİ HAZARYAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4715)
|
|
Karar Tarihi: 15/6/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 28/7/2016-29784
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Agavni
Mari HAZARYAN
|
|
|
2. Erol
DONİKOĞLU
|
|
|
3. Anahit
HAZARYAN
|
|
|
4. Agavni
HAZARYAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Başak
PURUT
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; taşınmazın firari (kaçak) ve mütegayyip (yitik)
kişilerden kaldığı gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatına göre 1958 yılında
bir idari işlemle tapusunun iptal edilmesi ve bu işlemin düzeltilmesi için
başlatılan idari ve yargısal süreçlerden sonuç alınamaması nedenleriyle
mülkiyet hakkının; bu taşınmaza ilişkin olarak adli yargı yerinde açılan tapu
iptali ve tescil davasının yargı yolu yönünden reddedilmesi nedeniyle de adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 4/4/2014 (2014/4715) ve 10/4/2014 (2014/5007)
tarihlerinde İstanbul 19. ve 20. Asliye Hukuk Mahkemeleri vasıtasıyla
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. 6/5/2014 tarihinde 2014/5007 başvuru numaralı bireysel
başvuru dosyasınınkonu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/4715 başvuru
numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/5007 numaralı
bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/4715 numaralı
bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.
4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 25/2/2016 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş
3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın
görüşüne karşı beyanlarını 18/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
1. Nüfus Kayıtları ve
Kayıtların Sahtelik İddiası Süreci
9. 1324 (rumi takvime göre miladi:1908-1909) tarihli nüfus
tahrir kayıt defteri ile İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/4/1954 tarihli
ve E.1954/334, K.1954/365 sayılı mirasçılık belgesine göre; İstanbul ili
Beşiktaş ilçesi Arnavutköy Vezirköprü Mahallesi nüfusunda kayıtlı olan Filipos
ve Serpuhi çocuklarından Avadis 24 Haziran 1337 (miladi 24/6/1921) tarihinde,
Nazik ise 3 Mart 1338 (miladi 3/3/1922) tarihinde bekâr ve çocuksuz olarak
vefat etmişlerdir. Filipos ve Serpuhi'nin diğer çocuğu Maryam ise Mardiros ile
evlenmiş ve bu evliliklerinden olma 1303 (miladi 1887-1888) Eğin doğumlu
Karakin, 1307 (miladi: 1891-1892) Eğin doğumlu Horen ve 1309 (miladi 1893-1894)
doğumlu Leon dünyaya gelmiştir. Bu çocuklardan Leon ve Horen 1339 (miladi 1923)
yılında bekâr ve çocuksuz olarak vefat etmişlerdir.
10. Maryam ve Mardiros oğlu Karakin Hazaryan, Mari Yester ile
evlenmiş ancak 1939 yılında boşanmışlar ve Karakin 4/9/1950 tarihinde vefat
etmiştir. Karakin ve Mari Yester'in müşterek çocukları ise 1926 İstanbul
doğumlu Serpuhi Anjel Hazaryan, 1930 İstanbul doğumlu başvurucu Agavni Mari
Hazaryan ve 1932 İstanbul doğumlu Mihran Mardiros Hazaryan'dır.
11. Serpuhi Anjel evlenerek Donikoğlu soyadını almış,
Büyükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesinin 10/4/2007 tarihli ve E.2007/930,
K.2007/609 sayılı mirasçılık belgesine göre 22/3/2007 tarihinde dul olarak
vefat etmiş ve geriye oğlu başvuruculardan Erol Donikoğlu'nu bırakmıştır.
Mihran Mardiros ise Beşiktaş 6. Noterliğinin 8/4/2014 tarihli ve 14138 numaralı
mirasçılık belgesine göre 1/4/2014 tarihinde vefat etmiş olup mirası da eşi
başvurucular Agavni ve kızı Anahit Hazaryan'a intikal etmiştir.
12. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, kaçak kişilerden oldukları
hâlde sahte olarak nüfusa kaydedildikleri, bu nedenle başvurucuların
murislerinin nüfus kayıtlarının sahte oldukları gerekçesiyle bu nüfus
kayıtlarının iptali istemiyle 25/3/1958 tarihinde İstanbul 6. Asliye Hukuk
Mahkemesinde dava açmıştır.
13. Mahkeme 2/4/1965 tarihinde, davanın reddine karar vermiş,
Yargıtayca hükmün bozulması üzerine görülen yargılama neticesinde 13/12/1972
tarihli ve E.1967/872, K.1972/1060 sayılı kararı ile "bozma kararına uyularak yaptırılan incelemeler sonunda evvelce
reddedilen dava kısmına ait kayıtlarda bir güna tahrifat ve ihdas bulunmadığı
aynı bilirkişilerle adli tıp tarafından inceleme sonu verilmiş raporlardan
anlaşıldığı cihetle davalılardan Filipos kızı Maryam ailesi yani Agavni [Mari]
Hazaryan, Mihran Mardiros Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan ... hakkında
sahtelik iddiası ile açılan ve muhdes olduğu iddiasına müstenit aile nüfus
kayıtlarının iptali davasının reddine" karar verilmiştir.
Temyiz edilen hüküm Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 13/4/1973 tarihli ve
E.1973/1975, K.1973/1628 sayılı ilamıyla onanmıştır.
2. Tapu Kayıtları ve Taşınmaza
El Konması Süreci
14. Temmuz 1300 (miladi 1884) tarihli zabıt kaydında, uyuşmazlık
konusu taşınmazın İstanbul ili Arnavutköy ilçesi Anbarlıdere Caddesi'nde olup
taşınmazın cinsi ve nev'inin "Sultan Beyazıt Vakfından mukataalı bağın
zemin ve sırf mülk ebniyesi" olduğu, mutasarrıfının ise Filibos'un eşi ve
Azakil'in kızı Serpuhi olduğu belirtilmiştir.
15. Sarıyer ilçesine ait 17 cilt numaralı zabıt defterinin 31.
sayfasının 26 Mayıs 1336 (miladi 26/5/1920) tarihli ve 100 sıra numaralı zabıt
kaydında, bu taşınmazın mutasarrıfı olan Eğinli Filibos'un eşi ve Azakil'in
kızı Serpuhi'nin yaklaşık on beş yıl önce ölümüyle tasarruf hakkının çocukları
Avadis, Nazik ve Maryam'a intikal ettiği açıklanmış; taşınmazın tasarruf hakkı yönünden
iki payının Avadis'e, birer payının da Maryam ve Nazik'e ait olduğu kaydın
"mutasarrıfı" kısmında gösterilmiştir.
16. Maryam'ın çocuklarından Karakin'in kayıp nedeniyle yeniden
ilmühaber düzenlenmesi için 20/4/1920 tarihinde Defter-i Hakani Müdürlüğüne
başvuruda bulunması üzerine kendisine 1/5/1920 tarihli iktisap ilmühaberi
düzenlenerek verilmiştir.
17. Kadastro çalışmaları sırasında bu taşınmaz, İstanbul,
Beşiktaş, Ortaköy, Zincirlikuyu 31 ada 1 parsel numarası altında
sınırlandırılarak Sultan Beyazıd Vakfından mukataalı olduğu belirtilmek
suretiyle Sarıyer ilçesi, 17 cilt, 31 sayfa ve 100 sıra numaralı tapu kaydına
dayalı olarak ev ve tarla niteliğinde iki payı Avadis ve birer payı Nazik ve
Maryam adlarına 4/1/1949 tarihinde tespit edilmiştir. Taşınmazın kadastro
tutanağının beyanlar hanesine kayıt maliklerinin "şahsi durumlarının
tahkiki hakkında Defterdarlığa yazılan yazı cevabının bir muamele vukuunda
araştırılması" hususu yazılmıştır. Taşınmaz, 6/1/1949 tarihinde
"kadastro" edinimli olarak tespit gibi tapuya tescil edilmiştir.
18. Arnavutköy Nahiye Müdürü tarafından düzenlenen 26/3/1953
tarihli tahkikat tutanağında, Avadis, Maryam ve Karakin'in 45-50 yıl önce
Mısır'a gittikleri, oraya ne surette gittiklerine dair bir bilgi edinilemediği,
bu kişiler Mısır'da ölmüşlerse de yalnızca Maryam oğlu Karakin'in oyuz beş yıl
önce geri dönerek bu araziye sahip çıktığı ve bu kişinin de iki yıl önce
öldüğü, mirasçılarının eşi Mari ve çocukları Mihran, Agavni Mari ve Anjel
olduğu belirtilmiştir.
19. Başvuru formu ve eklerinden anlaşılamayan bir tarihte
İstanbul Defterdarlığınca bu tahkikata dayalı olarak başvurucuların
murislerinin firari veya mütegayyip şahıslardan olduğu gerekçesiyle taşınmaza
vaz'ıyet edilmesi yönünde idari işlem tesis edilmiştir.
20. Karakin'in çocukları Serpuhi Anjel, Agavni Mari ve Mihran
Mardiros Hazaryan tarafından bu idari işleme karşı - belirlenemeyen bir tarihte
- Danıştay Altıncı Dairesinde iptal davası açılmış, Dairenin 21/6/1955 tarihli
ve E.1954/2445, K.1955/1479 sayılı kararı ile "davacıların
murislerine ait tarlaya hazinece emvali metruke kanunlarına istinaden el
konulmasını mütedair muamelenin istinad ettiği idari tahkikatın kanaat bahş
bulunmadığı dosya münderecatının incelenmesinden anlaşılmakla, yeniden
incelenerek bir karar verilmek üzere dava konusu muamelenin bozulmasına" karar
verilmiştir.
21. Anılan karar ile yeniden tahkikat yapılmasına karar
verilerek idari işlemin bozulması üzerine dava konusu taşınmazın iade edilmesi
yönündeki talep İdarece 10/1/1956 tarihinde reddedilmiş; taşınmazın iade
edilmemesi yönündeki bu işlemin iptali istemiyle açılan davada Dairenin
15/10/1957 tarihli ve E.1956/1876, K.1957/2001 sayılı kararı ile "mesele hakkında idarece henüz inceleme
yapılmakta olduğu ve bir kati muamele tesis edilmediği"
belirtilerek davanın konusunun bulunmadığı gerekçesiyle reddine karar
verilmiştir.
22. İstanbul Defterdarlığı Millî Emlak Müdürlüğünce 21/6/1955
tarihli Danıştay ilamı doğrultusunda yeniden tahkikat yaptırılmış, 21/3/1956
tarihinde Defterdarlık kayıtlarına giren tahkikata ilişkin yazıda, hukuki
durumlarının tespiti istenilen Beşiktaş ilçesi Anbarlıdere Ayazma mevkii
Zincirlikapı Caddesi'nde bulunan 31 ada 1 parsel sayılı taşınmaza ilişkin
olarak Avadis'in 30 ve Nazik'in 27 yıl önce bekâr olarak öldükleri, Maryam'ın
ise 25 yıl önce dul olarak öldüğü ancak Bademlik'te mevcut Ermeni Mezarlığına
defnedildikleri söylenmiş ise de nüfus, kilise ve mezarlık kayıtlarında
öldüklerine ilişkin bir kayda rastlanmadığı, mezarlığın gayri resmî
kayıtlarında Avadis adına rastlanmış ise de bu kişinin hakkında tahkikat
istenilen Avadis ile aynı kişi olup olmadığının tespitinin mümkün olmadığı,
Maryam'ın oğlu Karakin'in ise 4/9/1950 tarihinde Ermeni Mezarlığına
defnedildiği ve mirasçı olarak eşi Mari ile çocukları Anjel, Agavni ve Mihran
Mardiros'u bıraktığı, bu kişilerin anılan taşınmazda bulunan evde oturdukları
ve Beşiktaş nüfusuna kayıtlı oldukları belirtilmiştir.
23. Yapılan tahkikat sonucu Millî Emlak Müdürlüğünün 6/1/1958
tarihli yazısı ile Defterdarlık Makamından vaz'ıyet işlemine devam edilmesi
istenilmiştir. Bu yazının ilgili bölümleri şöyledir:
"Devlet Şurası kararına uyularak
idaremizce yeniden yapılan tetkikat ve tahkikat neticesinde Avadis, Nazik ve
Maryam'ın firari olmadıkları hakkında hiçbir malumat elde edilememiş ve bütün
hakikat evvelki vaziyet muamelesini teyit etmiştir. Ayrıca ilgililer şimdiye
kadar murislerinin firari olmadıklarını kayden ispat edememişlerdir.
Bu itibarla gayrimenkul maliklerinin firari ve
mütegayyip kesandan bulunmadıklarına dair evvelki idari kararı cerh edecek bir
husus mevcut olmadığından ve gayrimenkul maliklerinin firari ve mütegayyip
kesandan bulundukları yapılan mütemmim tahkikatla sabit bulunduğundan yine eski
karar gereğince 31 ada 1 parsel sayılı gayrimenkul hakkında tasfiye kanunları
ve talimatnamelerin tatbiki suretiyle muamelenin devamı hususu tensiplerinize
arz olunur."
24. Defterdarlığın Beşiktaş Tapu Sicil Muhafızlığına gönderdiği
taşınmazın Maliye Hazinesi adına tapuya tescil edilmesi yazısı üzerine
10/1/1958 tarihli ve 89 yevmiye numaralı işlemle İstanbul ili Beşiktaş ilçesi
Ortaköy Mahallesi Zincirlikuyu Caddesi'nde bulunan 31 ada 1 parsel sayılı
taşınmaz, tapuda önceki malikleri terkin edilerek Maliye Hazinesi adına tescil
edilmiştir.
25. Anılan taşınmazın ada ve parsel numarası 1166 ada 93 olarak
değiştirilmiş, 14/5/2001 tarihinde 24.510 m2 yüzölçümlü bu taşınmazın 16.124,14m2 yüzölçümlü bölümü kısmen yol ve kısmen ise
yeşil alan olarak terk edilmiş, taşınmazın kalan kısmı ise ifraz edilerek;
6.980,79m2 yüzölçümlü bölümü ev ve tarla niteliğinde 1700
ada 194 parsel, 1.405,07m2 yüzölçümlü bölümü
de arsa niteliğinde 1701 ada 195 parsel numarası ile 14/5/2001 tarihinde yine
Maliye Hazinesi adına olmak üzere tapuya tescil edilmiştir.
26. Maliye Hazinesi tarafından 10/5/2001 tarihinde
30.000.000.000 (eski Türk Lirası ile) taviz bedeli Vakıflar Genel Müdürlüğüne
ödenmiş ve taşınmaz üzerindeki vakıf şerhi terkin edilmiştir.
27. Başvuru formu ekinde ibraz edilen ecrimisil ihbarnamelerinde
"Beşiktaş, Ortaköy, Zincirlikuyu
caddesinde bulunan 39 pafta, 1166 ada 1 parsel sayılı 24.510 m2 mesahalı tamamı
Hazine adına kayıtlı taşınmaz malın 150 m2 yüzölçümlü kısmını ahşap ev olarak
işgalinden dolayı" Serpuhi Anjel Donikoğlu tarafından 21/7/1995
tarihinde 1 yıl 3 ay için 23.250.000 (eski Türk Lirası ile) ve 19/1/1996
tarihlerinde 6 ay için olmak üzere 12.000.000 TL(eski Türk Lirası ile)
ecrimisil bedeli tahakkuk ettirildiği belirtilmektedir.
3. İdari ve Yargısal
Süreçler
28. a) Agavni Mari ve Serpuhi Anjel Hazaryan 14/8/1973 tarihinde
Defterdarlığa başvurarak taşınmazın iade edilmesini talep etmişler, 14/1/1974
tarihli yazı ile talebin Bakanlığa iletildiği belirtilerek "...bu hususta alınan cevapta söz konusu
gayrimenkulün sahipleri Avadis, Nazik ve Maryam'ın 25-30 sene evvel Türkiye'de
öldüklerinin anlaşıldığı ancak bunu ne nüfus ve ne de kilise kayıtlarının
tevsik etmemesi ve adı geçenlerin mirasçısı olduğunuzu ispata yarar bir
belgenin ibraz edilmemesi nedeniyle mevzuu bahis edilen gayrimenkulün sulhen
lehinize tashih ettirilmesinin uygun olamayacağı bildirilmiştir."
denilerek talep reddedilmiştir.
b) Bu idari işlemin iptali istemiyle açılan davada Danıştay
Sekizinci Dairesinin 10/2/1975 tarihli ve E.1974/2996, K.1975/433 sayılı kararı
ile davacılar tarafından el koyma kararının düzeltilmesi istemiyle yapılan
başvuruya üç ay içinde cevap verilmemesi üzerine24/12/1964 tarihli ve 521
sayılı mülga Danıştay Kanunu'nun 70. maddesi uyarınca en geç üç ayın bitiminden
itibaren 90 gün içinde açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra açılan davanın
süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
29. Başvurucuların aynı içerikteki 1977 ve 1978 yıllarında
açtıkları davalar da Danıştay Sekizinci Dairesinin 27/4/1978 tarihli ve
E.1977/1963, K.1978/4309 sayılı ile 12/11/1978 tarihli ve E.1978/2830,
K.1979/3292 sayılı kararları ile yine usul yönünden reddedilmiştir.
30. a) Agavni Mari Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan (Donikoğlu)
ve Mihran Mardiros Hazaryan bu defa İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinde
15/5/1984 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine tapu iptali ve tescil davası
açmışlardır.
b) Mahkeme, 20/12/1984
tarihli ve E.1984/285, K.1984/631 sayılı kararı ile davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Celp olunan İstanbul 6. Asliye Hukuk
Mahkemesinin 1967/872 sayılı dosyasında davacıların miras bırakanları[nın]
kaçak kişilerden olmadı[kları] sabittir. İstanbul Defterdarlığının taşınmazı[n]
Maliye Hazinesi adına tescili yolundaki kararı da hatalıdır.
Böyle olmakla birlikte, idari karar iptal
edilmediği sürece bu karara göre tesis edilmiş bulunan tapu kaydının iptali
mümkün bulunmamaktadır.
Davacıların bu yöndeki talepleri[nin] süre
nedeniyle reddine karar verilmiş, Danıştay talebi kabul etmemiştir. İdari işlem
iptal edilmediğinden tapu iptali ve tescil davasının dinlenmesi mümkün
bulunmamaktadır."
c) Temyiz edilen karar, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14/2/1985
tarihli ve E.1985/1916, K.1985/1657 sayılı ilamı ile onanmış, karar düzeltme
istemi de aynı Dairenin 3/6/1985 tarihli ve E.1985/7411, K.1985/7215 sayılı ilamı
ile reddedilmiştir.
31. a) 17/9/1985 tarihinde taşınmazın iade edilmesi istemiyle
yeniden Defterdarlığa başvurulmuş, bu talebin de 27/11/1985 tarihinde
reddedilmesi üzerine İstanbul 1. İdare Mahkemesinde açılan davada 19/6/1986
tarihinde adli yargı yolunun görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı
verilmiş, ancak temyiz edilen bu karar Danıştay Onuncu Dairesinin 6/11/1986
tarihli ve E.1986/1960, K.1986/1964 sayılı ilamıyla; dava konusu işlemin,
davacıların murislerinin firari ve mütegayyip kişilerden olduklarının yargı
kararları ile belirlendiğinden bahisle Hazine adına elkoyma ve tescil işleminin
düzeltilmesine yönelik istemin reddine ilişkin bir idari işlem olup bu işlemin
iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği
gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
b) Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme,
3/2/1988 tarihli ve E.1987/147, K.1988/63 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve
dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili
kısımları şöyledir:
"Diğer taraftan dosyada mevcut nüfus
kayıt örnekleri ile de Avadis, Nazik ve Maryam'ın Türkiye'de Lozan
Antlaşmasından önce öldükleri sabittir. Bunu doğrulayan İstanbul 1. Asliye
Hukuk Mahkemesinden verilmiş davacıların mirasçılığını kanıtlayan veraset ilamı
da mevcuttur.
Davalı idare, aksi sabit oluncaya kadar
geçerli olan bu veraset belgesini iptal ettirmediği gibi bu kez kayıtların
muhdes olduğundan bahisle iptal davası açtırmış, müdahil olarak takip ettiği bu
davada da kayıtların muhdes olmadığı kesin hüküm halini almıştır.
Avadis, Maryam ve Nazik'in ölüm tarihleri
Lozan Barışından öncedir. Lozan antlaşmasının yürürlüğe girmesinden önce
Türkiye'de ölen kişi firari olamayacağından mallarına firarilikten bahisle el konulamayacağı
da Danıştay'ın yerleşmiş içtihatlarındandır....
6/8/1340 tarihinden önce yurt dışına firar
ettikleri ve mütegayyip eşhastan bulundukları inandırıcı bir şekilde
kanıtlanamayan, aksine, nüfus kayıtları, veraset ilamı, İstanbul 6. Asliye
Hukuk Mahkemesinin muhdes kayıt iptal davasını reddeden kesin kararı ile
İstanbul'da 6/8/1340 tarihinden evvel öldükleri kanıtlanan, davacıları mirasçı
bıraktıkları yine yukarıda sayılan belgelerle ispatlanmış olan Avadis, Maryam
ve Nazik haklarında vaz'iyet kararı verilerek Beşiktaş, Zincirlikuyu, 39 pafta,
1166 ada 1 parsel sayılı taşınmaza elkonulup Hazine undesine geçirilmesindeki
işlemin, ayrıca 6/8/1340 tarihinden sonra Tasfiye Kanunlarının uygulanamayacağı
hakkındaki yukarıda anılan kararname ve talimat hükümlerine aykırı olarak Lozan
antlaşmasından sonra tesis edilmiş olması, bunun yanında davalı idare Milli
Emlak Müdürlüğünün dahi yapılan vaz'iyet ve elkoyma işlemindeki açık hatayı
kabullenmesi, bütün belgelerin, idari işlemin açıkça hukuka ve kanuna aykırı
olduğunu gün yüzüne çıkarmasına karşın davalı idarenin; davacıların elkoyma
işlemi sulhen kaldırılarak davacılar lehine sulhen tashih ve tescilin
yaptırılması istemini reddeden dava konusu idari işlemi açıkça kanuna ve hukuka
aykırı bulunduğundan iptaline .... karar verildi."
c) Bu karar davalı idare tarafından temyiz edilmiş; Danıştay
Onuncu Dairesinin 10/10/1988 tarihli ve E.1988/1459, K.1988/1553 sayılı kararı
ile hükmün bozulmasına ve "işin esasına
girilerek süre aşımı nedeniyle inceleme olanağı bulunmayan davanın süre aşımı
yönünden reddine" kesin olarak
karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Davacılar, murislerinin firari ve
mütegayyip olmadıklarının yargı kararlarıyla belirlendiğinden bahisle Hazine
adına yapılan elkoyma ve tescil işleminin düzeltilmesi istemlerinin reddi
üzerine davalı Bakanlıkça tesis edilen ret işlemini dava konusu etmektedirler.
Davacıların dayanak gösterdikleri İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinden alınan
veraset ilamı, İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin nüfus kayıt iptal
davasının reddine ilişkin kararı ve İstanbul 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin tapu
iptali davasının reddi yolundaki kararı, davacıların murislerine ait taşınmaz
hakkında davalı idarece yapılan elkoyma ve tescil işlemini ortadan kaldırmamakta,
davalı idareye aynı konuda yeni bir işlem tesis etme zorunluluğunu
getirmemektedir. Dolayısıyla davacıların idareye yapmış oldukları 17/9/1985
tarihli başvuruyu yargı kararının uygulanmasıyla ilgili bir işlem yapılması
isteği olarak nitelendirmeye olanak görülmemektedir. Daha önce tesis edilmiş
elkoyma ve tescil işleminin düzeltilmesi istemiyle idareye yapılan başvurunun
reddi üzerine açılan bu davada, dava açma süresinin 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 11. maddesine göre hesaplanması zorunlu bulunmaktadır.
Yukarıda belirtildiği gibi davacıların 1958
yılında tesis edilen elkoyma ve tescil işleminin kaldırılması istemlerinin
reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtıkları dava, Danıştay Sekizinci
Dairesince 1975 yılında süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Anılan Danıştay
kararıyla dava açma süresinin geçmiş olduğu saptandıktan sonra yine 1958
yılında tesis edilen elkoyma ve tescil işleminin kaldırılması istemiyle
yaptıkları başvuru17/9/1985 tarihli başvurunun ve bu başvurunun reddine ilişkin
işlemin 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesi hükmü karşısında davacılara yeni bir
dava açma süresi sağlamayacağı kuşkusuzdur.
Süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı
bulunmayan davanın kabulü yolunda İstanbul 1. İdare Mahkemesince verilen temyizen
incelenen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır."
32. Başvurucular adli ve idari yargı mercileri tarafından
verilen kararlar bakımından hüküm uyuşmazlığı bulunduğu iddiasıyla Uyuşmazlık
Mahkemesine başvurmuşlardır. Uyuşmazlık Mahkemesinin 5/7/1989 tarihli ve
E.1989/14, K.1989/15 sayılı kararı ile başvurunun reddine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Sonuç itibarıyla her iki red kararı aynı
konu ve sebebe ilişkin olmadığı gibi birbirine uymayan iki kararın varlığından
da söz edilemeyecektir.
Böylece davacıların gerek adli gerekse de
idari yargı yerlerinde açtıkları davalar reddedilmiş olduğundan ve aralarında
çelişki bulunmadığından hüküm uyuşmazlığının şartları olayda gerçekleşmediği
cihetle başvurunun reddine karar verilmesi gerekmektedir."
33. a) Agavni Mari Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan (Donikoğlu)
ve Mihran Mardiros Hazaryan 9/4/1990 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine
İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesinde yeniden tapu iptali ve tescil davası
açmışlardır.
b) Mahkeme 28/12/1990
tarihli ve E.1990/165, K.1990/599 sayılı kararı ile davanın kabulüne, Maliye
Hazinesi adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adlarına tesciline karar
vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"... Elkoyma işlemi Danıştay tarafından
gerekli araştırma yapılmadığı[ndan] iptal olunmuştur. İdare kesin işlemine
devamla yeni tahkikat yapmadan eski kararında ısrar ederek Danıştay kararına
özü itibarıyla uymayarak taşınmazı Hazine adına tescil et[tir]miştir. Ancak bu
karar aleyhine süresi içerisinde Danıştaya başvurulmamıştır. Sırf bu nedenle
zamanında ve süresinde dava açılmadığından davacıların mülkiyet hakkının
yitirilmesini hak ve adalet kavramları ile bağdaştırabilmek mümkün
görülmemiştir. Usuli bir hata ve ihmalden dolayı bir hakkın yitirilmesine
herhalde imkan tanımamak gerekir.
Yukarıdan beri açıklamaya çalışıldığı üzere
davacılar davaya konu taşınmazın murislerinden miras yolu ile iktisap
etmişlerdir. Taşınmazın gerçek malikleri davacılardır. Gerçek malik olmayan
Hazine kanuna ve usule uygun olmayan idari bir kararla tapuda tescil işlemi
yaptırmışlardır. Tescil işlemi yolsuz ve haksızdır. Haksız ve hukuka aykırı bir
işlemle tesis olunan tescile dayanarak Hazine mülkiyet ve hak iddiasında
bulunamaz. Hazine kötüniyetli olduğundan zamanaşımı da söz konusu değildir. Bu
itibarla haksız ve yolsuz yapılan tescilin iptaline ve taşınmazın davacılar
adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi gerekmiştir."
c) Karar temyiz edilmiş, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 19/11/1991
tarihli ve E.1991/4158, K.1991/13278 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. İlamın
gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"İdare Danıştay kararında açıkça
belirtilmesine rağmen haksız eyleminde ısrar etmiştir. Yapılan eylem haksız
tapuda yapılan işlem de yolsuz tescil niteliğinde ise başka hiçbir mercii ve
mahkemeden karar almaksızın genel mahkemede iptal ve tescile karar verilebilir.
Öte yandan çağdaş hukuk sistemlerinde usul
kuralları hakka ulaşmayı engelleyen şekilci, katı kalıplar olarak değil, hakkı
elde etme yollarını açan adaletin gerçekleşmesini kolaylaştıran yaşam koşulları
ile özdeşleşen, yaşayan kurallar olarak tanımlanır. Çekişmeli taşınmazın
davacılara ait olduğu ve hakkın özüne ilişkin kesin hüküm bulunmadığı açık bir
gerçekken hakkın doğumu ve tapunun intikali ile hiçbir ilgisi bulunmayan idari
karar hakkında süresi içerisinde idari mahkemede dava açılmadığından söz
edilerek tapu iptali ve tescil davasının reddi usul ve yasaya uygun, haklı ve
adil bir karar olarak kabul edilemez. Bu itibarla önceden verilen kararlar
temyize konu dava yönünden yasal bir engel teşkil edemez.
Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün
dayandığı yasal ve hukuki gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir
isabetsizlik bulunmamasına göre davalı Hazinenin temyiz itirazı yerinde
değildir."
d) Karar düzeltme istemi
üzerine aynı Dairenin 20/3/1992 tarihli ve E.1992/1827, K.1992/3695 sayılı
ilamıyla onama ilamı kaldırılarak hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Kararın
gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"...çekişmeli taşınmazın davacılara değil
Hazineye ait olduğu konusunda bir kesin hükmün varlığından bahsetmek olanağı
yoktur. Ancak olayda şu konuda bir kesin hüküm vardır: Şöyle ki; dava konusu
taşınmazın kaydının davacılarından ya da miras bırakanlarından alınıp Hazine
üzerine geçirilmesine dair kararın niteliği itibarıyla idari bir karar olduğu
ve bu karar aynı yolla yani idari mercilerce geri alındığı ya da idari yargıda
ihtal edilmedikçe adli yargıda görülemeyeceğine dairdir.
Bu davalardan oluşan kesin hükümden sonra
temyize konu davada, idari karar ortada dururken mahkemenin iptale ilişkin
kararının onanması Dairenin önceki kararı ile çelişki doğmasına neden olacak,
kesin hüküm kuralı ihlal edilecektir. Esasen 25/11/1936 tarihli ve 18/30 sayılı
Yargıtay İçtihatları Birleştirme kararında, '... Devlet Şurasınca böyle bir
karar verilmemişse emvali metrukenin aynına taalluk eden bu gibi davaların
rüyeti mahkemelerin vazifesi haricinde bulunduğu müttefikünaleyh olup takarrur
eden temyiz içtihatları da bu merkezdedir...' şeklindeki ifadelere yer
verilmiş, 1331 ve 1339 sayılı yasalara dayalı vaziyet etme hallerinde öncelikli
olarak idari yargı yerine gidilmesi öngörülmüştür.
Somut olayda Hazinece vaziyet edilme durumunun
1950 yıllarından sonra gerçekleştirildiğinin ileri sürülmesine karşın yukarıda
sözü edilen yasalara dayanılarak idari bir tasarrufa gidildiği dosyadaki bilgi
ve belgelerden anlaşılmaktadır. Öyle ise olayın 25/11/1936 tarihli ve 18/30
sayılı inançları birleştirme kararından soyutlanması da mümkün değildir.
Bu itibarla, vaziyet etme niteliğindeki idari
işlemin idari yargı yerinde iptal edilmeden adli yargı yerinde açılan davanın
dinlenemeyeceği gerekçesiyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu
üzere hüküm kurulması doğru değildir..."
e) Bozma ilamı sonrası
İlk Derece Mahkemesinin 2/7/1992 tarihli ve E.1992/182, K.1992/321 sayılı
kararı ile yolsuz tescil sonucu oluşan tapu kaydının iptali ve tescilindegenel
yargı yerinde karar verileceği ve evvelce Hazine adına oluşturulan kaydın
yolsuz tescil niteliğinde olduğu gerekçeleriyle önceki hükümde direnilmesine
karar verilmiştir.
f)Karar temyiz edilmiş;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/2/1993 tarihli ve E.1992/1-750, K.1993/56
sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili
kısımları şöyledir:
"Direnme kararı ile Hukuk Genel Kurulu
önüne gelen uyuşmazlık, maliklerinin firari ve mütegayyip eşhastan oldukları
kabul edilerek çekişmeli taşınmaza 1954 senesinde davalı Hazinece vaziyet
edilmesi ve taşınmazın Hazine namına tapuya kaydedilmesi işleminden ötürü, bu
işlemin yasalara uygun düşmediğini ileri süren davacı kişilerin, idari yargı
yerinden karar almaksızın aynen istirdada (tapu iptal ve tescile) ilişkin böyle
bir davayı adli yargı yerinde açabilip açamayacakları noktasında
toplanmaktadır.
Gerçekten, davalı Hazine tarafından yapılan
işlemin dayanağını teşkil eden ve metruk malların hazineye geçmesini düzenleyen
1331 ve 1339 tarihli Yasaların ve tatbik suretlerini gösteren talimatname
hükümlerinin uygulanmasında zaman zaman tereddütlere düşülmüştür. Ne var ki, o
tarih itibariyle tefsire yetkisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2
Haziran 1929 tarih 146 sayılı tefsir kararı ile yasa hükümlerinin uygulanış
biçimlerine açıklık getirmiş ve anılan kararda (...1331 ve 1339 tarihli
Kanunlara tevfikan vaziyet olunan ve olunacak emvali gayrimenkulenin, hazine
namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve eshabının ancak bunların 1331 senesi
iptidasındaki kıymetli mukayyedeleri üzerinden haklarının mahfuz tutulduğu
cihetle bu emvalin bilahare ister muhtelif Kanunlar mucibince tahsis, teffız
edilmiş, ister satılmış veya hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 1331 ve
1339 tarihli Kanunların tatbiki aleyhine Şur'ayı Devlet'çe bir hüküm
verilmedikçe eshabına aynen iadesine Kanuni imkân olmadığı…) belirtilmiştir.
Meclis tefsir kararına atıfta bulunan 25.11.1936 tarih ve 18/30 sayılı Yargıtay
İnançları Birleştirme Kararının sonuç bölümünde de (... 1331 ve 1339 tarihli
Kanunlara dayanılarak hazinece vaziyet olunan gayrimenkullerin sahipleri ve
vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar ve kayıp duruma düşmediklerinden
ve anılan Kanunların kendileri yönünden tatbiki lazım gelmediğinden bahisle
açtıkları gayrimenkul malların aynen istirdadına yönelik davanın, Mahkemelerce
kabul ve rüyeti ve aynen iadesi, dava olunan emval hakkında sözü edilen
Kanunların tatbikinin lazım gelmeyeceğini dair devlet şûrasında bir karar
verilmesine bağlıdır. Devlet şurasınca böyle bir karar verilmemişse emvali mezkurenin
aynına da taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifeleri
haricindedir...) ilkesi vurgulanmıştır.
Hemen belirtilmelidir ki; 1331 ve 1339 sayılı
Yasalar, yürürlükten kalkmış olsalar dahi, yürürlükte bulundukları dönemde
cereyan eden hadiseler hakkında kendiliğinden hukuki sonuç doğurmuşlar ve kayıp
ya da firari duruma düşen kişilerin taşınmaz malları, yasa hükümleri gereği
devlete geçmiştir...
Kuşkusuz, 'vaziyet etme' işlemlerinin ve idari
yargı kararlarının taşınmaz malların mülkiyetlerini doğrudan doğruya Hazineye
nakledici nitelikleri yoktur. Anılan işlemler ve kararlar yalnızca, yasaların
yürürlükte kaldıkları dönem için firari yada kayıp duruma düşüldüğünü tespit ve
açıklayan işlem ve karar niteliğindedirler. Ancak eldeki dava yönünden ortaya
çıkan uyuşmazlıklarda (aynen istirdat davalarında) firari yada kayıp kişilerden
sayılmama ve ilgili yasaların kapsamına girmeme olgusunu tespit ve açıklayan
idari yargı kararı alınmasının zorunluluğu göz ardı edilmemelidir... Nitekim,
değinilen türdeki davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararları temyizen
inceleyen Yargıtay 1. Hukuk Dairesi uygulamalarında bu hususun yerine
getirilmesi (idari yargı kararı alınması) ilkesini özenle korunmuştur. ...
Esasen, konusu, tarafları ve sebebi aynı olan önceki dava (idari yargı yerinden
olumlu bir karar getirilmeden tapu iptal ve tescil davasının dinlenebilmesi
mümkün görülememiştir.....) gerekçesi ile reddedilmiş ve redde ilişkin İstanbul
8. Asliye Hukuk Mahkemesinin …. 20/12/1984 tarihli ve 285/631 sayılı kararı
temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Yakın tarihlerde yüce kurulda
görüşülen tamamen benzeri nitelikteki emsali bir olayda, idari yargı kararı
alındıktan sonra tapu iptal ve tescil davası açıldığı için, o davaya
dinlenebilme olanağı sağlanmıştır...
O halde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen
Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve
yasaya aykırıdır ...”
g) Karar düzeltme istemi
Hukuk Genel Kurulunun 27/10/1993 tarihli ve E.1993/1-508, K.1993/606 sayılı
ilamı ile reddedilmiştir.
h) Bozma ilamı üzerine
yapılan yargılama neticesinde İlk Derece Mahkemesi, 28/12/1993 tarihli ve
E.1993/529, K.1993/592 sayılı kararı ile bozma ilamına uyarak "vaziyet etme niteliğindeki idari işlemin idari
yargı yerinde iptal edilmeden adli yargı yerinde açılan davanın
dinlenemeyeceği" gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
34. a) Agavni Mari Hazaryan, Serpuhi Anjel Hazaryan (Donikoğlu)
ve Mihran Mardiros Hazaryan 25/4/1997 tarihinde emvali metruke mevzuatına göre
taşınmaza el konulması işleminin "yokluk" nedeniyle geri alınması
talebiyle İdareye başvuruda bulunmuş, taleplerinin zımnen reddedilmesi üzerine
bu idari işleme karşı İstanbul 6. İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır.
b) Mahkeme 12/3/1998
tarihli ve E.1998/147, K.1998/186 sayılı kararı ile davanın süre aşımı yönünden
reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"...davacıların yukarıda belirtilen yargı
yerlerinde açmış oldukları davaların konusu ile işbu davanın konusu aynı isteme
yönelik olduğundan 2577 sayılı Kanun'un yukarıda aktarılan 11. maddesi hükmü
ile öngörülen ve üst makamlara başvurma şartı için aranılan idari dava açma
süresi içinde işlemin kaldırılması veya değiştirilmesinin üst makamdan
istenebileceği, cevap verilmemesi halinde 60 gün içinde dava açılacağı
yolundaki kuralın önceki davalar ile işletilmiş olduğu ve 25/4/1997 tarihli
başvurunun ise geçirilmiş olan dava açma süresinin yeniden ihyası amacıyla
yapılmış olduğu sonucuna varılmıştır.
Her ne kadar davacı vekilince dava konusu
işlemin yok hükmünde olduğu ve idari işlemin yokluğunun tespitinde dava için
başvuru süresinin aranmayacağı yolundaki iddiası, idari yargılama hukukunda
süre olgusunun kamu düzeni ile ilgili olduğu dikkate alınarak yerinde
bulunmamıştır.
Durum böyle olunca, 1954 yılında tesis olunan
işleme yönelik olarak bu işlemin geri alınması istemiyle davacılar tarafından
25/4/1997 tarihli dilekçeyle yapılan başvurunun zımnen reddine dair işlemin
iptali istemiyle açılan işbu davada süre aşımı bulunduğundan esasın
incelenmesine olanak bulunmamaktadır."
c) Temyiz edilen karar,
Danıştay Onuncu Dairesinin 12/4/2000 tarihli ve E.1998/6210, K.2000/1496 sayılı
ilamıyla, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle onanmıştır.
35. a) Bu defa Erol Donikoğlu, Agavni Mari Hazaryan ve Mihran
Mardiros Hazaryan 2/5/2008 tarihinde, taşınmaza el konulması işleminin
"yokluk" nedeniyle kaldırılarak adlarına tescil edilmesi istemiyle
yeniden Defterdarlığa başvuruda bulunmuşlar, bu başvurunun da reddi üzerine
İstanbul 2. İdare Mahkemesinde iptal davası açmışlardır.
b) Mahkeme 26/11/2008
tarihli ve E.2008/1426, K.2008/2161 sayılı kararı ile davanın süre aşımı
nedeniyle reddine karar vermiştir.
c) Temyiz edilen karar,
Danıştay Onuncu Dairesinin 19/6/2009 tarihli ve E.2009/6010, K.2009/6679 sayılı
ilamıyla onanmıştır.
d) Karar düzeltme istemi
de aynı Dairenin 6/7/2010 tarihli ve E.2009/14184, K.2010/6101 sayılı ilamıyla
reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"... İdare hukukunda kurucu unsurlarında
derhal fark edilebilir nitelikte ağır ve açık sakatlıkları bulunan işlemler
“yok hükmünde” olan işlemler olarak adlandırılmaktadır.
Yargısal ve bilimsel içtihatlarda, yokluk
halinin ancak, işlemin, asli kurucu unsuru olan yetki unsuru yönünden incelenmesinde
fonksiyon veya yetki gasbı hallerinin saptanması veya kanunun açıkça
yasakladığı bir konuda yapılması halinde mümkün olabileceği kabul edilmektedir.
Bu gibi durumlarda, işlemin “varlık koşulları” oluşmamış olduğundan bizzat
işlemin yokluğu sonucu doğmakta, işlem hiç doğmamış,, var olmamış
sayılmaktadır. Bu tür işlemlere karşı açılacak davalarda süre aşımı
bulunmamakta ve yargı yeri işlemin yok olduğunun tespitine karar vermektedir.
İdari işlemin unsurlarındaki olağan hukuka
aykırılıklar ise, işlemin 'geçerlilik koşulları'na ilişkin olduğundan, böyle
bir durumda, ortada hukuka aykırı ve iptal edilebilir, geçerli bir idari işlem
bulunmaktadır. Dava açıldığında yargı yerinde bu işlemlerin hukuka uygunluk
denetimi yapılarak hukuka aykırılığın saptanması halinde iptaline karar
verilmektedir.
…..Bu durumda, ortada yukarıdaki yokluk
halleri olarak belirtilen fonksiyon veya yetk gasbı durumu veya Kanunun
emredici hükümlerine açıkça aykırı veya idarenin hiç yapamayacağı herhangi bir
işlem bulunmadığından, dava konusu işlemlerin “geçerlik koşulları” bakımından
hukuka uygunluk denetiminin yapılması ve öncelikle de dava dilekçesinin 2577
sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen ilk inceleme konuları yönünden
incelemeye tabi tutulması gerektiği açıktır...”
36. a) Erol Donikoğlu, Agavni Mari Hazaryan ve Mihran Mardiros
Hazaryan tarafından bu defa 20/2/2012 tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk
Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine tespit ve eski hale iade suretiyle tapu
iptali ve tescil davası açılmıştır.
b) Mahkeme 11/12/2012
tarihli ve E.2012/76, K.2012/606 sayılı kararı ile yargı yolu yanılgısı
nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"... davalı Hazine adına taşınmazın
tesciline ilişkin 1958 tarihli vaz’iyet ve el koyma kararı bir idari işlemdir
ve idari yargı yerinde iptal edilmeden bu işleme dayalı olarak oluşturulan tapu
kayıtlarının iptal edilmesi mümkün değildir.
Somut olayda da, davacı taraf bu idari işlemin
yoklukla malul olduğunun tespitine ve bu idari işlemle oluşan tapu kayıtlarının
eski hale iadesine karar verilmesini istemiş olup, vaz'iyet ve el koyma karan
halen hukuken geçerli olduğundan bu kararın iptali ile ilgili açılacak davanın
da idari yargı yeri yerinde açılması gerektiğinden davacının bu yöndeki
istemine yönelik dava dilekçesinin Mahkememiz yargı yeri bakımından görevli
olmaması nedeniyle yargı yeri bakımından reddine, tapu iptali ve tescil
isteğinin de idari işlem iptal edilmediğinden reddine karar verilmesi gerektiği
sonucuna ulaşılmıştır…”
c) Temyiz edilen karar,
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15/4/2013 tarihli ve E.2013/2459, K.2013/5535
sayılı ilamıyla onanmıştır.
d) Başvurucuların karar
düzeltme istemi de, aynı Dairenin 13/1/2014 tarihli ve E.2013/15230, K.2014/95
sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
37. Nihai karar başvurucular vekiline 18/3/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
38. Başvurucular 4/4/2014 ve 10/4/2014 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuşlardır.
B. İlgili Hukuk
1. Emval-i Metruke
Mevzuatı
a. Kanunlar
39. 19 Mayıs 1331 (1/6/1915) tarihli ve 2189 sayılı Takvim-i
Vakayi'de yayımlanan 14 Mayıs 1331 (27/5/1915) tarihli ve Vakt-i Seferde
İcraat-ı Hükûmete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak
Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat'ın 2. maddesi şöyledir:
"Ordu, müstakil kolordu ve tümen
komutanları, askerî gereklerden ötürü veya casusluk ve hıyanetlerini
hissettikleri köyler ve beldeler halkını tek tek veya toplu olarak diğer
mahallere sevk ve iskân ettirebilirler."
40. 14 Eylül 1331 (27/9/1915) tarihli ve 2303 sayılı Takvim-i
Vakayi'de yayımlanan 13 Eylül 1331 (26/9/1915) tarihli Ahar Mahallere
Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkında Kanun-u
Muvakkat'ın 1. ve 2. maddeleri şöyledir:
"Madde 1: 14 Mayıs 1331 tarihli Kanun-u
Muvakkat hükmünce ahar mahallere nakledilen eşhas-ı hakikiye ve hükmiyenin terk
etmiş oldukları emval ve matlubat ve düyun, bu husus için müteşekkil
komisyonların her şahıs için ayrı ayrı tanzim edecekleri mazbatalar üzerine,
mahkemelerce tasfiye olunur.
Madde 2: Birinci maddede beyan olunan eşhasın
hin-i nakillerinde mutasarrıf bulundukları icareteynli musakkafat ve
müstagallat-ı vakfiyenin Hazine-i Evkaf ve emval-i gayrimenkule-i sairenin
Hazine-i Maliye namlarına kayıtları icra edilerek her iki kısım emval-i
gayrimenkulenin mezkur hazineler tarafından verilecek bedellerinden bade't
tasfiye kalacak miktarı ashabına ita olunur. (Ek ibare- 22 Eylül 1332 kabul ve
01 Teşrinievvel 1332 yayım tarihli, Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve
Düyun ve Matlubat-ı Metrukesine Mütedair Kanun-u Muvakkatin İkinci Maddesinin
Birinci Fıkrasına Müzeyyel İbare Hakkında Kanun-u Muvakkat’ın 1.maddesi ile) Şu
kadar ki mahal-i ahara naklolunan eşhas-ı merkumeye mahal-i mürütteplerinde
beytutet ve ikametleriyle maişetlerini temin edebilecek derecede emlak ve
arazi-i mahlule ve emiriyeden meccanen mesken ve arazi verilmek suretiyle de
muavenet olunabilir.
...
Madde 3: Zikrolunan şahısların
nukut ve emval-i menkule-i metrukesiyle mevduat ve matlubatı, birinci maddede
zikredilen komisyon reisi veya vekili tarafından cem' ve istirdat ve tahsil ve
dava ve emval-i metrukeden münaza'ün-fih olmayanlar, bilmüzayede fürüht ile
hasıl olan mebaliğ sahipleri namına emaneten mal sandıklarına tevdi
olunur."
41. 20 Nisan 1338 (20/4/1922) tarihli ve 224 sayılı Memalik-i
Müstahlasadan Firar ve Gaybubet Eden Ahalinin Emval-i Menkule ve
Gayrimenkulelerinin İdaresi Hakkında Kanun'un 1. ve 5. maddeleri şöyledir:
"Madde 1: Düşman istilasından kurtulan
mahallerde ashabının firar ve gaybubetine mebni sahipsiz kalmış olan emval-i
menkule, Hükümetçe usulü dairesinde bimüzayede füruht ve emval-i gayrimenkule
ile mezruat keza Hükümetçe idare edilerek esman ve bedel-i icar ve hasılat-ı
sairesi masarıf-ı vakia ba'det-tenzil emanet hesabına kayıt edilmek üzere mal
sandıklarına tevdi olunur. Ancak bunlardan avdet edenlerin emval-i
gayrimenkuleleri ile emaneten mal sandığına teslim edilmiş olan mebaliği
kendilerine iade olunur.
Madde 5: İşbu Kanun ahkamı
ahval-i harbiye veya siyasiye ilcası ile sair mahallerde firar veya gaybubet
ettikleri hükmen sabit olan eşhasın emval-i menkule ve gayrimenkule ve
mezruatları hakkında dahi caridir."
42. 15 Nisan 1339 (15/4/1923) tarihli ve 333 sayılı Ahar
Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkındaki
17 Zilkade 1333 ve 13 Eylül 1331 tarihli Kanunu Muvakkatin Bazı Mevaddı ile 20
Nisan 1338 Tarihli Emval-i Metruke Kanununu Muaddil Kanun'un 1. ve 6. maddeleri
şöyledir:
"Madde 1: Ahar Mahallere Nakledilen
Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubat-ı Metrukesi Hakkınaki 17 Zilkade 1333 ve 13
Eylül 1331 Tarihli Kanun-u Muvakkatin ikinci madesi berveçhi ati tadil
edilmiştir:
'Birinci maddede beyan olunan eşhasın hin-i
nakillerinde mutasarrıf bulundukları icareteynli müsakkafat ve müstegallat-ı
vakfiyenin Hazine-i Evkaf ve emval-i gayrimenkule-i sairenin Hazine-i Maliye
namlarına kaydı icra edilerek her iki kısım emval-i gayrimenkulenin takdir
olunacak bedellerinden ba'det tasfiye kalacak miktarı ashabı namına emaneten
irat kaydolunur...'
"Madde 6: Her
ne suretle olursa olsun tegayyüp veya müfarakat veyahut memalik-i ecnebiye ve
meşfuleye veya İstanbul ve mülhakatına firar edenlerin emval-i menkule ve
gayrimenkule ve düyun ve matlubatı hakkında dahi mezkur 13 Eylül 1331 tarihli
Kanun-u Muvakkat ile işbu tadilat ahkamı tatbik olunur."
43. 24/5/1928 tarihli ve 1331 sayılı Mübadil, Gayrimübadil,
Muhacir ve Saireye Kanunlarına Tevfikan Tevzi veya Adiyen Tahsis Olunan
Gayrimenkul Emvalin Tapuya Raptına Dair Kanun'un 6. ve 7. maddeleri şöyledir:
"Madde 6: Mübadeleye
tabi eşhastan metruk olanlar hariç olmak üzere bilumum emval-i metrukenin bu
Kanunun meriyeti tarihine kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş
olanlardan maadası Hazine-i Maliyeye intikal eder. Mübadeleye tabi eşhasa ait
olup da şimdiye kadar usulü dairesinde tefviz veya tahsis olunmayan emvalden
harabiye duçar olacağına Dahiliye Vekaletince karar verilen emval; gayrimübadil
eşhasa ait iken hasbellüzum iskan emrine verilmiş olan emvale mahsuben kezalik
Hazine-i Maliyeye devrolunur.
Madde 7: 13 Eylül 1331 tarihli
ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaz'ıyet edilmiş ve edilecek
emval-i gayrimenkule gerek mübadillere tahsis ve tefviz edilmiş olsun gerek
Hazine uhdesinde bulunsun hükmen tahakkuk edecek müstahiklerine iade edilmeyip
ancak kıymeti mukaddereleri, 15 Nisan 1341 tarihli Kanuna tevfikan Hazine-i
Maliyeden tesviye olunur."
44. 24/5/1928 tarihli ve 1349 sayılı Emval-i Metruke Hesab-ı
Carilerinin Bütçeye İrat Kaydına Dair Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"31 Mayıs 1928 nihayetinde emval-i metruke
hesab-ı carilerinin matlup bakiyeleri, 1928 sene-i maliyesi varidat bütçesinin
hasılat-ı müteferrika faslına irat kayıt ve badema vaki olacak hasılat hakkında
da aynı vechile muamele olunur."
b. Kararname ve
Yönetmelikler
45. 29 Mart 1339 (29/3/1923) tarihli ve 2391 sayılı Bilad-ı
Meşguleden Olan İstanbul’dan Firar ve Tegayyüp Eden Eşhasın Emval-i Metrukesi
Hakkında Talimatname'nin 1. ve 2. maddeleri şöyledir:
"Madde 1: İstanbul bilad-ı meşguledendir.
Bina'enaleyh firar veya tegayyüp etmiş eşhasın menkul ve gayrimenkul emval-i
metrukesi hakkında, Emval-i Metruke Kanununun beşinci maddesi ahkamı tatbik
edilmek icap eder.
Madde 2: Esbab-ı siyasiye veya
harbiye ilca'sile firar veya tegayyüp etmiş olanların emval-i metrukesi hakkında
bir cihetten iddiayı istihkak olunmadığı takdirde Hükümetçe hükmen ispatı firar
veya galbubete lüzum olmaksızın birinci madde mucibince muamele ifa edilir.
İddia vukuunda yalnız emvalin tahrir ve tespitiyle iktifa edilerek netice-i
hükme intizar olunur. Şu kadar ki emval-i mezkure meyanında mütesariülfesat
olanlar mevcut ise, bunlar derhal füruht ve esmanı ashabı namına emaneten
hıfzedilir."
46. 29 Nisan 1339 (29/4/1923) tarihli ve 2453 sayılı
İstanbul'dan Firar ve Tegayyüp Etmiş Eşhasın Menkul ve Gayrimenkul Emval-i
Metrukesi Hakkında Yapılacak İşlemlere Dair Kararname'nin 1. maddesi şöyledir:
"4 Teşrinisani 1338 tarihinden mukaddem
her ne suretle olursa olsun ve tarih-i mezkurdan sonra Hükümetten mezuniyet
istihsal etmeksizin İstanbul vilayetinden müfarakat etmiş olanların emval-i
metrukesi hakkında kavanin-i mezkure ahkamı caridir.
Yalnız istihkak iddiası vukuunda, tahrir ve
tespitiyle iktifa edilerek netice-i hükme intizar olunur. Şu kadar ki emval-i
metruke meyanında mütesariül-fesat olanlar mevcut ise, bunlar derhal füruht ve
esmanı ashabı namına emaneten hıfzedilir."
47. 20 Temmuz 1340 (20/7/1924) tarihli ve 711 sayılı Anadolu'da
İkamet Ettiği Mahalden Hükûmetin İznini Alarak Ayrılanların Mallarının, Terk
Edilmiş Mallardan Addedilmemesi Hakkında Kararname
48. 12 Teşrinisani 1340 (12/11/1924) tarihli ve 1120 sayılı 711
Numaralı Kararnamedeki "Anadolu" Tabirinin "Türkiye" Olarak
Değiştirilmesinin Kabul Edilmiş Olduğuna Dair Kararname
49. 18 Kanunisani 1341 (18/1/1925) tarihli ve 1368 sayılı Cumhuriyet
Hükûmetinin İzniyle Seyahat Etmiş Olanların Mallarının Terk Edilmiş Mallardan
Addolunmayacağına Dair Kararname
50. 5 Şubat 1341 (5/2/1341) tarihli ve 1510 sayılı Lozan
Muahedesinin Kabul Edildiği Tarihten Sonra Gitmiş Olanların Taşınmaz Mallarına
Müdahale Edilmemesi Hakkındaki Kararname'nin ilgili kısımları şöyledir:
"Lozan Muahedenamesinin mevki-i meriyete
vaz'ından mukaddem ailesini bulundukları mahalde bırakarak muvakkaten azimet ve
avdet edenlerin emvaline tasfiye komisyonları ve onların lağvinden sonra
Hazinece vaz'ıyet ve müdahale edilmemiş ise, bundan sonra müdahale edilmemesi
ve bu suretle azimet ve avdet ederek, kendisi emval-i gayrimenkule vaz'ılyet
olduğu halde, Hükümetçe Lozan Muahedesinin tasdikinden sonra yedi refedilmiş ve
sahipleri el-yevm mallarının bulunduğu yerlerde mevcut bulunmuş ise bu gibi
emvalin de sahiplerine iadesinin ruh-u kanuna muvafık olacağı ve Kararda mezkur
olduğu üzere Hükümet-i Cumhuriyenin müsaadesiyle ale'l-ıtlak seyahat etmiş
olanların gayrimenkullerinin emval-i metrukeden addolunmadığı takdirde
cumhuriyetin ilanından sonra ve fakat Lozan Muahedenamesinin Hükümet-i
Cumhuriyece tasdikinden mukaddem velev ki Hükümetin müsadesi ile gitmiş
olanların emval-i gayrimenkulesi ber-mucibi kanun Hazineye intikal ettiği ve el-yevm
ashabı mahall-i aharda veya memalik-i ecnebiyede bulundukları halde, emval-i
metruke-i gayrimenkulelerinin kendilerine veya vekillerine iadesi iktiza
edeceği ve bu ise hükm-ü kanun haricinde bulunacağı cihetle karar-ı mezkurun
"Lozan Muahedenamesinin Büyük Millet Meclisince kabul olunduğu tarihten
sonra gitmiş olanların ale'l-ıtlak emval-i gayrimenkulelerine vaz'ıyet
olunmaması ve vaz'ıyet edilmiş olanlar var ise iadesi ve Lozan Ahitnamesinin
tasdikinden evvel Hükümetin müsadesiyle bera-yı maslahat muvakkaten azimetle
avdet edilip henüz emvaline Hükümetçe vaz'ıyet edilmemiş ve elyevm kendileri
vaz'ılyet bulunmuş kesanın emvaline fimabat dahi müdahale edilmemesi"
suretinde tavzihi teklif olunmuştur. Keyfiyet İcra Vekilleri Heyetinin
5/2/21341 tarihli içtimaında lede't- tezekkür karar-ı sabıkın teklifi vaki
vechile tavzihi tekarrür etmiştir."
51. 13/6/1926 tarihli ve 3753 sayılı Talimatname'nin ilgili
kısımları şöyledir:
"1. Lozan Muahedenamesinin
ekkaliyetlere müteallik ahkamına nazaran mezkur Muahedenamenin mevki-i meriyete
vaz'ı tarihi olan 6 Ağustos 1340 tarihinden sonra emval-i metrukeye vaz'ıyed
edilmesi icab eder.
2. Vaz'ıyed yani emvalin
metrukiyetine Hükümetce resmen kesb-i ıttıla 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel
vaki ise muamele intaç olunur.
3. Vaz'ıyed yani emvalin
metrukiyetine Hükümetçe kesb-i ıttıla 6 Ağustos 1340 tarihinden sonra vuku
bulmuş ise atideki eşkale göre muamele ifa edilir:
A. Emval-i mezkure ashabı
malının bulunduğu mahalde ise kendisine mevcut olmayıp vekili var ise vekiline
iade ve teslim olunur. Vekili dahi bulunmadığı surette ashabı namına ahkamı
umumiye-yi Devlete tevfikan Hükümetçe idare edilir.
B. Bu kabil emval-i
gayrimenkule-i metruke, muhacirine tahsis veya tefviz edilmiş ise tahsis
olunduğu tarihteki kıymeti, kain bulunduğu mahalde peşin para ile vaki emlak
satışları fiyatına nazaran idare heyetlerince takdir olunarak ashabına tesviye
olunur.
C. Mezkur emval satılmış
ise ashabı, bedel-i mebii ancak şerait-i füruht dairesinde istifa edilebilir.
Buna muvafakat göstermediği surette, ahkam-ı umumiye-yi kanuniyeye tevfikan
hüküm istihsal eylemek üzere mehakim-i aidesine müracaatta muhtardır.
..."
52. 17/7/1927 tarihli ve 5451 sayılı 13/6/1926 tarihli
Talimatnamenin Bazı Maddelerini Değiştirmek Üzere Hazırlanan Talimatnamenin Yürürlüğe
Konulması Hakkında Kararname'nin ilgili kısımları şöyledir:
"1. Lozan Sulh Muahedesine nazaran
emval-i metruke hakkında olunacak muameleye dair 13 Haziran 1926 Tarihli
Talimatnamenin 1'inci ve 2'inci maddeleri yerine aşağıdaki madde ikame
edilmiştir.
'13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli
kanunlar mucibince Lozan Muahedesinin mevkii meriyete vaz'ından mukaddem
emval-i metrukeden addi lazım gelen emval-i gayrimenkule hakkında emval-i
metruke suretiyle ifasına devam olunur.
Şu kadar ki mezkur Sulh Muahedesinin mevki-i
meriyete vaz'ı tarihine kadar, Hükümetçe tasarrufuna ibtidar edilmemiş olduğu
halde, mahallerine avdet eden sahipleri tarafından işgal veya idare edilmekte
olan emval-i metrukeye bir tedbir-i idari olmak üzere Hükümetçe müdahale
edilmez.'
2. Zikrolunan Talimatnamenin 3'üncü maddesinin
iptidası ile (A) işaretli fıkrası aşağıda yazılı vechile tadil edilmiştir.
'Birinci maddenin ikinci fıkrası mucibince
müdahale edilmemesi lazım gelen emval-i metruke hakkında atideki şekillere göre
muamele ifa edilir:
A. Emval-i metruke
sahiplerine iade olunur."
c. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Tefsirleri
53. 18/3/1929 tarihli ve 142 numaralı "24 Mayıs 1928 tarih
ve 1331 sayılı Kanun'un Altıncı Maddesinin" Tefsiri şöyledir:
“… Kanunun 6’inci maddesinde mevcut ‘bu
Kanunun meriyet tarihine kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş’
kaydı meriyet tarihine kadar istihkaka müsteniden vaki müracaatların tevsik ve
tespit safhalarını geçirmiş ve yalnız tefviz komisyonu kararına iktiranı kalmış
olması lüzumunu ifade eder.”
54. 2/6/1929 tarihli ve 146 numaralı "24 Mayıs 1928 tarih
ve 1331 sayılı Kanun'un Yedinci Maddesinin" Tefsiri şöyledir:
“… Kanunun yedinci maddesi ile 13 Eylül 1331
ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaz’ıyet olunan ve edilecek olan
emval-i gayrimenkule Hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve ashabının
bunların ancak 1331 senesi iptidasındaki kıymet-i mukayyedeleri üzerinde
hakları mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahere ister muhtelif kanunlar
mucibince tahsis, teffiz edilmiş, ister satılmış veya Hazine uhdesinde muhafaza
edilmiş olsun 13 Eylül1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunların tatbiki aleyhine
Şura-yı Devletçe bir hüküm verilmedikçe, ashabına aynen iadesine imkanı kanunî
olmadığı gibi 28 Mayıs 1928 tarihli Kanunun gerek neşrinden evvel, gerek
neşrinden sonra hükmen tahakkuk etmiş veya edecek müstahaklarına da aynen
iadesine cevaz verilmeyerek, ancak eshabına veya hükmen tahakkuk eden veya
edecek olan müstahaklarına bu emvalin 15 Nisan 1341 tarihli kanuna tevfikan
1331 senesi iptidasındaki kıymeti mukayyedelerinin verilmesi ve bunda da 15
Nisan 1341 tarih ve 622 syaılı Kanun ahkamının nazar-ı itibara alınması
maksuttur.”
d. Yargısal İçtihatlar
55. Anayasa Mahkemesinin 22/4/1963 tarihli ve E.1963/41,
K.1963/94 sayılı kararı şöyledir:
"...
l- Önce, itirazın konusu olan 13 Eylül 1331
tarihli geçici kanunla 15 Nisan 1339 tarihli ve 333 sayılı kanunun bugün için
ne gibi durumlarda uygulanmalarının mümkün bulunduğunun araştırılması
gereklidir.
Gerçekten Ortodoks dininden olan Türk tebaası
rumların malları hakkında sonradan Yunan Hükümeti ile yapılan çeşitli
andlaşmalarda özel hükümler kabul edilerek bu kanunların dışına çıkartılmış
olmaları bakımından haklarında artık anılan kanunların uygulanması söz konusu
değildir.
Bunların dışında kalan ve yukarıda adı geçen
kanunların kapsamına giren Türk Tebaası hakkında ise, 6 Ağustos 1340 gününde
yürürlüğe konulan Lozan Andlaşmasında özel hükümler bulunduğundan, o tarihten
sonra ihtiyar edecekleri hareketleri ve fiili durumları ne olursa olsun bu
kanunların uygulanmasına imkan yoktur. Ancak bunlardan Lozan Andlaşmasının
yürürlüğünden önce firarı veya mütegayyip girmiş olanlar hakkında söz konusu
kanunların uygulanması gerekeceğinden şüphe edilemez.
Zira gerek 13 Eylül 1331 tarihli geçici
kanunun, gerekse 15 Nisan 1339 tarihli ve 333 sayılı kanun hükümlerinin koyduğu
esas bu kanunlarda yazılı şekillerde firari ve mütegayyip bulunan veya başka
yerlere naklolunan şahısların bu hallerinin vuku bulduğu anda, taşınmaz mallarının,
ilgisine göre Maliye veya Evkaf Hazinelerinin mülkiyetine otomatik bir surette
geçmiş bulunacağı yolundadır.
Bu yön 13 Eylül 1331 günlü geçici kanunun l
inci ve değişik 2 nci maddelerinin açık ifadelerinden anlaşıldığı gibi,
bilâhare yürürlükten kaldırılmış bulunan 1331 sayılı kanunun 7 nci maddesinin
yorumlanmasına dair olan 2/6/1929 tarih ve 146 sayılı kararda (...... 13 Eylül
1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli kanunlara tevfikan vaziyet olunan ve edilecek
olan emvali gayrimenkule hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ......)
belirtilmek suretiyle kanun koyucu tarafından da açıkça ifade edilmiş ve bu
kanunun uygulama şekillerini gösteren 29/5/1339 tarihli ve 2455 sayılı
yönetmeliğin 3 üncü maddesinde de "15 Nisan 1339 tarihli kanunun 6 ncı maddesinde
zikrolunan eşhastan metruk emvali gayrimenkule tarihi mezkûrdan itibaren Maliye
ve Evkaf hazinelerinin uhdei tasarruflarına geçmiştir" denilmek suretiyle
kanun hükümlerinin o tarihlerdeki anlayış tarzı da kesin bir surette ortaya
konulmuş ve o zamandanberi de tatbikat bu yolda cereyan edegelmiştir.
Bu esasa göre, 6 Ağustos 1340 tarihinden önce
fiili bir surette yukarıda yazılı durumlara girmiş bulunan şahıslar hakkında
yapılan ve bundan sonra, da yapılacak olan muamele; bunların mallarının, bu
durumlara düştükleri tarihte Hazine veya Vakıflar İdaresi uhdesine geçmiş olup
olmadığının tesbiti için o tarihlerde firari veya mütegayyip veya afcar mahalle
naklolunan kimselerden olup olmadıklarının tâyini maksadıyle girişilen
araştırmalarla, tesis olunan idarî işlemlerden ibarettir. Bu işlemlerin bir
safhası olarak sık sık adı geçen (Vaziyet muamelesi) veya (Vaziyet kan) bu gibi
gayrimenkullerin mülkiyetinin Maliyeye veya Vakıflar idaresine intikalini
sağlayan hukukî ve kanunî bir unsur olmayıp, idarece bahis konusu şahsın
firari, mütegayyip veya ahar mahalle nakledilen kimse olup olmadığının tesbiti
için yapılan araştırmalar sonunda varılan neticeyi ve bu şahsa ait olup da
kanun gereğince Hazine veya Vakıflar idaresine intikal etmiş bulunan
gayrimenkullerin cins ve yerlerini topluca ifade ve vukuatı hülâsa için,
tutulan bir usul gereğince, yazılan bir yazıdan ibarettir. Yukarıda da
belirtildiği üzere böyle bir usul tutulması idarece ihtiyar edilmemiş olsa veya
bu usule rağmen dosyasında böyle bir yazı bulunmasa dahi kanunda belirtilen
duruma düşen şahısların mallarının bu duruma düştükleri tarihte, Hazine veya
Vakıflar İdaresine kanun gereğince geçmiş olduklarının kabul edilmesi
zaruridir.
Binaenaleyh Lozan Andlaşmasının yürürlüğe
girdiği 6 Ağustos 1340 tarihinden Önce firari ve mütegayyip duruma giren veya
başka mahalle nakledilmiş bulunan bir kimsenin mallarının mülkiyeti, bu duruma
girdiği tarihten itibaren, dosyasında o tarihte alınmış bir vaziyet kararı
olsun, olmasın, ilgisine göre Maliye veya Evkaf uhdesine kanun uyarınca geçmiş
bulunmaktadır.
Bu itibarla böyle bir şahsın, firari veya
mütegayyip olup olmadığının tesbiti işine 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel
başlanmamış ve bu tarihten Önce bir vaziyet kararı verilmemiş olması, esasen bu
tarihten önce kanun gereğince ilgili hazine uhdesine geçmiş olan mallarının
hukukî durumu üzerinde hiç bir etki yapamaz.
Bu bakımdan 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel
başka yere nakledilmiş veya firar veya tegayyüp eylemiş bir kimsenin malı, bu
tarihten evvel Hazineye veya Vakıflar idaresine bir kanunla geçmiş
bulunduğundan, bu tarihten sonra bu durumun belirtilmesi maksadiyle yapılan
işlemler, gayrimenkul mülkiyetinin bu idarelere geçirilmesini değil, vaktiyle
tahakkuk etmiş bulunan intikal muamelesinin belirtilmesi amacını gütmektedir.
Aksi düşünce, yani 6 Ağustos 1340 tarihinden
önce firari veya mülegayyip duruma girmiş olduğu halde malları üzerinde her
nasılsa idarî işlemlere başlanmamış bulunan kimseler hakkında Lozan
Andlaşmasının yürürlüğe girdiği tarihten sonra artık emvali metrûke
kanunlarının uygulanamayacağı düşüncesi, yürürlüğe girdiği tarihten sonraki
hâdiselere uygulanması gereken andlaşma hükümlerinin, yürürlükten evvelki
olaylara da sari olduğunun kabulü ve bunun sonucu olarak da Maliye ve Vakıflar
hazinesinin daha önce iktisap etmiş olduğu mülkiyet hakkının iptal edilmesini
icap ettirir ki, böyle bir hal, kanunların yürürlüğü konusundaki hukukî
esaslarla bağdaştırılamaz.
6 Ağustos 1340 gününden sonra firar veya
tegayyüp etmiş bulunanlara gelince :
Lozan Andlaşmasının yürürlüğe girdiği 6/8/1340
gününden sonra vukua gelen ve emvali metrûke kanunlarınca ön görülen fiil ve
hareketlere bu kanunların uygulanmasına imkân kalmamıştır. Nitekim 17/7/1927
günlü ve 5451 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı da bu esasları böylece tesbit ve tatbik
etmiş bulunmaktadır.
Bu itibarla emvali metrûke mevzuatının, 6
Ağustos 1340 tarihînden evvel tekevvün etmiş firar veya tegayyüp olaylarının
usulü dairesinde bugün tesbiti halinde, uygulanması tabiî ve zarurî
bulunmaktadır.
Bu cümleden olarak Medenî Kanunun
yürürlüğünden önceki ölüm ve evlenme olayları dolayısiyle zamanında yürürlükte
olan hükümlerin bugün için uygulanmakta olması, konunun daha iyi
canlandırılabilmesi bakımından örnek olarak gösterilebilir.
Bu sebeplerle söz konusu 13 Eylül 1331 günlü
geçici kanunla 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun, 6 Ağustos 1340
gününden önceki firar, tegayyüp veya başka yere nakil olayları dolayısiyle
halen uygulanmalarının mümkün bulunduğu gerekçede oy çokluğu, esasta oy birliği
ile kararlaştırılmıştır.
2- Danıştay Sekizinci Dairesi söz konusu iki
kanunun tümünün Anayasa'ya aykırılığını ileri sürmüştür.
Yukarıda yapılan açıklamadan da anlaşılacağı
üzere davacı hakkında uygulanan hükümlerin iki kanunun bütün maddeleri olmayıp
15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun 6 ncı maddesi ve bu madde delaletiyle
13 Eylül 1331 günlü geçici kanunun l ve 333 sayılı kanunla değiştirilen 2 nci
maddeleridir.
Anayasa'nın 151 nci maddesi ile Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri hakkındaki 44 sayılı Kanunun 27 nci
maddesinde mahkemelerce bakılmakta olan bir dâva sebebiyle uygulanacak kanun
maddelerinin Anayasa'ya aykırı görülmesi halinde Anayasa Mahkemesine itirazda
bulunulabileceği kabul edilmiş olduğuna, Danıştay'da açılmış bulunan bu dâvada
ise söz konusu kanunların bütün hükümlerinin değil, sadece yukarıda işaret
edilen hükümleri uygulanacağına göre Danıştay 8 inci Dairesince yapılan
itirazın, 13 Eylül 1331 günlü kanunun l inci maddesi ile değişik 2 nci
maddesine ve 15 Nisan 1339 günlü ve 333 sayılı kanunun 6 ncı maddesine hasren
incelenmesi gerektiği oy birliği ile kararlaştırılmıştır.
3- Davacının 29 Eylül 1962 günlü dâva
dilekçesinde dâvanın konusu Boğos Urpakyan'm (Nerede olduğunun bilinmediği
yolundaki kifayetsiz bir tetkike istinaden firari ve mütegayyip eşhastan
addedilerek) malları üzerinde Cevri Usta Vakfı adına yapılan (Vaziyet işleminin
ve tescil muamelesinin), adı geçenin firari mütegayyip eşhastan olmadığı
cihetle (iptaline) karar verilmesi şeklinde belirtilmiş bulunmakta isede
tapudaki tescil muamelelerinin iptali işlemi, idarî dâvaya konu teşkil
edemeyeceğinden Danıştay'da açılmış bulunan dâvanın, davacının murisinin firari
ve mütagayip bir şahıs olarak kabul edilmesi yolundaki idarî işleme yöneltilmiş
sayılması zaruri bulunmakta ve sonuç olarak firar ve tegayyübü tesbit eden
idarî işlemin iptali dâvası söz konusu olmaktadır.
Zira olayda söz konusu malın mülkiyeti,
Vakıflar İdaresine bir idarî tasarruf sonucu geçmiş olmayıp, firar ve
tegayyübün sonucu olarak ve kanun hükmü ile geçmiş bulunmaktadır.
Olayda, idarî dâva konusu tasarruflar ise,
firar ve tegayyübün tesbiti amacı ile yapılan işlemlerle bu işlemlere dayanan
ve ilgilinin (Firari) veya (Mütegayyip) kişi olduğunu belirten karardır.
Sözü edilen 13 Eylül 1331 tarihli geçici
kanunun l ve değişik 2 nci maddeleri ile 15 Nisan 1339 tarihli kanunun 6 ncı
maddesinin, Türk vatandaşı şahısların ne gibi hallerde firari veya mütegayyip
sayılacaklarına dair olan hükümlerinde ise Anayasa maddelerine aykırılık
arzeden bir husus mevcut değildir. Zira Anayasa'da, yurdu, Birinci Dünya
Harbinin buhranlı zamanlarında terketmiş bulunan Türk tebaasının, firari veya
mütegayyip şahıs sayılmalarına engel olabilecek herhangi bir hüküm yoktur.
Dâvacının miras bırakanına ait malın mülkiyetinin,
Evkaf Hazinesine geçmesi, adı geçenin 6 Ağustos 1340 tarihinden önce firari
veya mütegayyip durumda bulunduğunun sabit olması sortiyle, firariliğin veya
tegayyübün vukuu ânında, yukarıda açıklanan kanun hükümleri gereğince başka bir
işleme lüzum kalmaksızın tamamlanmış olacağından kanun hükmü ile ve yıllarca
Önce meydana gelmiş bir hukuki sonucun idarî yargıya konu teşkil etmesi mümkün
değildir. Bu bakımdan sözü geçen hükümlerde Anayasa'ya aykırılık olup
olmadığının araştırılmasına yer bulunmamaktadır."
56. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun
25/11/1936 tarihli ve E.1935/18, K.1936/30 sayılı kararı şöyledir:
“...
28 Mayıs 1928 tarih ve 1331 numaralı Temlik
Kanununun yedinci maddesinin tefsirine dair Büyük Millet Meclisinden verilen 2
Haziran 1929 tarih ve 146 numaralı kararda, (13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339
tarihli kanunlara tevfikan vaziyet olunan veya edilecek olan emval-i
gayrimenkule Hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve ashabının ancak
1331senesi iptidasmdaki kıymeti mukayyedeleri üzerinden hakları mahfuz
tutulduğu cihetle bu emvalin bilahare ister muhtelif kanunlar mucibince tahsis
ve tefviz edilmiş, ister satılmış veya Hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun
13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli Kanunların tatbiki aleyhine Şurayı
Devletçe bir hüküm verilmedikçe ashabına aynen iadesine imkânı kanuni olmadığı
gibi 28 Mayıs 1928 tarihli kanunun gerek neşrinden evvel ve gerek neşrinden
sonra hükmen tahakkuk etmiş veya edecek müstahaklarına da aynen iadesine cevaz verilmeyerek
ancak ashabına veya hükmen tahakkuk eden veya edecek olan müstahaklarına bu
emvalin 15 Nisan 1341 tarihli Kanuna tevfikan 1331 senesi iptidasındaki kıymeti
mukayyedelerinin verilmesi ve bunda da 15 Nisan 1341 tarih ve 622 numaralı
kanun ahkamının nazara alınması maksuttur) denildiğine göre zikri geçen 1331 ve
15 Nisan 1339 tarihli kanunlara istinaden Hazinece vaziyet olunan emval-i
gayrimenkuldun sahipleri ve vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar ve
tagayyüp etmediklerinden ve binaenaleyh mezkur kanunların tatbiki
lazımgelmediğinden bahsile gayrimenkul mallarının aynen istirdadına dair açılan
davanın mahkemelerce kabul ve rüyeti, tefsirin birinci fıkrası medlulünce aynen
iadesi dava olunan emval hakkında mezkur kanunların tatbiki lazım gelmeyeceğine
dair Devlet Şurasından bir karar suduruna mütevakkıf olduğu veDevlet Şurasınca
böyle bir karar verilmemişse emval-i mezkurenin aynine taalluk eden bu gibi
davaların rüyeti mahkemelerin vazifesi haricinde bulunduğu müttefıkunaleyh olup
takarrür eden temyiz içtihattan da bu merkezdedir.
...”
2. Diğer İlgili Mevzuat
57. 21/12/1938 tarihli ve 3546 sayılı mülga Devlet Şûrası
Kanunu’nun 32. maddesi şöyledir:
"İdarî kaza yolu ile Devlet Şûrasına dava
açmak müddeti her nevi muamele ve kararların alâkalılara usulü dairesinde
tefhim veya tebliğinden yahud idarî vazifelerin ifası vesilesile vukubulan
fiiller hakkında icraya ıttıla tarihinden itibaren hususî kanunlarla müddet
tayin edilmeyen halerde 90 gündür.
İdare heyetlerile kaza salâhiyetini haiz
mercilerden idarî kaza yolu ile çıkan kararlara karşı Devlet şurasına temyizen
müracaat müdeti, hususî kanunlarla ayrı müddet tayin edilmemiş olan hallerde,
kararların tefhim veya tebliğinden itibaren keza 90 gündür."
58. 521 sayılı Kanun'un "Üst
makamlara başvurma" kenar başlıklı 70. maddesinin birinci,
ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
“İlgililer tarafından, idari dâva açılmadan
önce idari bir işlemin kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem
yapılması üst makamdan ve üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari
dâva açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat, işlemeye
başlamış olan idari dâva süresini durdurur.
Üç ay içinde bir cevap verilmez ise istek
reddedilmiş sayılır.
İsteğin reddi üzerine dâva açma süresi
işlemeye başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır…”
59. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun “İdari dava türleri ve idari
yargı yetkisinin sınırı” kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil,
sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı
iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve
işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan
tam yargı davaları,
c) Tahkim yolu öngörülen
imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu
hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden
dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar."
60. 2577 sayılı Kanun'un
“Dava açma süresi” başlıklı 7. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"1. Dava açma süresi, özel kanunlarında
ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve
vergi mahkemelerinde otuz gündür.
2. Bu süreler;
a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin
yapıldığı,
b) Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali
yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda:
Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde
tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde
tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin;
tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken
konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği;
Tarihi izleyen günden başlar."
61. 2577 sayılı Kanun'un
“Görevli olmayan yerlere başvurma” başlıklı 9. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Adli veya askeri yargı yerlerine açılan
ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının
kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa
dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde
idari dava açılabilir."
62. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun "Dava şartları"
başlıklı 114. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:
"(1) Dava şartları şunlardır:
...
(b) Yargı yolunun caiz olması.
..."
63. 6100 sayılı Kanun'un
"Dava şartlarının incelenmesi" başlıklı 115. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut
olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da
dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit
ederse davanın usulden reddine karar verir..."
64. 5/6/1935 tarihli ve2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun 26.
maddesi şöyledir:
"Bu kanunun neşrinden sonra vakıf mallar
mukataaya ve icareteyne bağlanamaz."
65. 2762 sayılı mülga Kanun'un 27. maddesi şöyledir:
"Vakfın türüne göre ayırım yapılmaksızın
üzerinde taviz şerhi bulunan mevcut mukataalı veya icareteynli vakıf taşınmaz
malların mülkiyetleri, taşınmazların bulunduğu illerde defterdarlık, ilçelerde
mal müdürlüğü bünyesinde yer alan Hazine taşınmaz malının satış ihalesine
yetkili olan komisyon tarafından takdir edilecek rayiç bedelinin yüzde yirmi
oranında hesap edilecek taviz bedeli karşılığında mutasarrıflarına geçirilir.
Taviz bedeli ödenmeden ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satışı
yapılacak taşınmaz malların taviz bedellerinin hesaplanmasında satış bedeli
esas alınır."
66. 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı 3.
maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında;
...
Mukataalı vakıf: Zemini vakfa, üzerindeki yapı
ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf
taşınmazlarını,
İcareteynli vakıf: Değerine yakın peşin ücret
ve ayrıca yıllık kira alınmak suretiyle süresiz olarak kiralanan vakıf
taşınmazlarını,
Taviz bedeli: Mukataalı ve icareteynli
taşınmazların serbest tasarrufa terki için alınan bedeli,
...
ifade eder."
67. 5737 sayılı Kanun'un "Taviz
bedeli" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:
"Tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı
vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki
taşınmazlar, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz
bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilir. Ancak miri arazilerden mukataalı
hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize
tâbi değildir.
Taviz bedelinin hesaplanmasında; ortaklığın
giderilmesi veya cebri icra yoluyla satılanlarda satış bedeli,
kamulaştırmalarda ise kamulaştırma bedeli esas alınır.
Bu Kanun hükümleri gereğince taviz bedelinin
tamamı vakfı adına ödenmedikçe, taşınmaz üzerindeki temliki tasarruflar tapu
dairelerince tescil olunmaz.
Vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer
kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler uygulanmaz."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
68. Mahkemenin 15/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
69. Başvurucular, miras bırakanları adlarına tapuda kayıtlı olan
taşınmazlarının, firari (kaçak) ve mütegayyip (yitik) kişilerden kaldığı
gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatına göre 1958 yılında bir idari işlemle
tapusunun iptal edilmesi ve yok hükmünde olduğunu belirtmelerine rağmen bu
işlemin düzeltilmesi için başlatılan idari ve yargısal süreçlerden bir sonuç
alınamaması nedeniyle mülkiyet haklarının, İstanbul 12. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtıkları tapu iptali ve tescil davasının ise idari yargı yerinin
görevli olduğundan bahisle yargı yolu yanılgısı gerekçesiyle reddedilmesi
nedeniyle de adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler;
ihlallerin tespiti, yeniden yargılamaya ve 5.000.000 TL tazminata hükmedilmesi
talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
70. Bakanlığın görüş yazısında, nüfus kayıtlarına göre Mihran
Mardiros Hazaryan'ın 1/4/2014 tarihinde vefat ettiği belirtilerek bu kişi
bakımından bireysel başvuruda bulunulmasının mümkün olmadığı hususunun dikkate
alınması gerektiği ifade edilmiştir.
71. Başvurucular cevap dilekçesinde, Beşiktaş 6. Noterliğinin
8/4/2014 tarihlimirasçılık belgesini ibraz ettiklerini, vefat eden Mihran
Mardiros Hazaryan'ın mirasçılarının başvuruya devam etmek istediklerini, bu
nedenle Mihran Mardiros'un mirasçıları Anahit ve Agavni Hazaryan adlarına
2014/5007 bireysel başvuru numaralı dosya ile bireysel başvuruda bulunulduğunu
belirterek, 2014/5007 numaralı bireysel başvuru dosyasının bu dosya ile
birleştirilmesini talep etmişlerdir.
72. Başvurucular tarafından ibraz edilen Beşiktaş 6.
Noterliğinin 8/4/2014 tarihli ve 14138 yevmiye numaralı mirasçılık belgesine
göre başvuruculardan Mihran Mardiros Hazaryan 1/4/2014 tarihinde vefat
etmiştir. Başvuru ise 4/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Bu durumda,
başvuruculardan Mihran Mardiros'un başvuru tarihinden önce vefat ettiği
anlaşılmakla birlikte vefat tarihi ile başvuru tarihi arasında kısa bir süre
söz konusu olupvefat eden başvurucunun mirasçılarının ise 2014/5007 numaralı
bireysel başvuru dosyasında başvuruda bulundukları görüldüğünden 2014/5007
numaralı bireysel başvuru dosyası bu dosya ile birleştirilerek başvurunun
incelenmesine devam edilmiştir.
73. Öte yandan Bakanlık görüşünde, başvurucuların avukatının
başvurucular tarafından vekâletname ile yetki verdikleri üçüncü bir kişi
tarafından vekil olarak atandığı belirterek vekalet ilişkisinin ölüm ile sona
erdiği gözetilerek avukata vekâlet veren temsilcinin hayatta olup olmadığının
araştırılması gerektiği ifade edilmiştir.
74. Başvurucular ise cevap dilekçesinde, avukata vekâlet veren
temsilcinin hayatta olup vekâletnamelerin usulüne uygun düzenlenmiş olduğunu
beyan etmişlerdir.
75. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 506.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesine göre vekil, kural olarak
sözleşme konusu işi bizzat kendisi ifa etmek zorundadır. Ancak aynı fıkranın
ikinci cümlesinde, vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün
mümkün kıldığı hâllerde vekilin, işi başkasına yaptırabileceği hüküm altına
alınmıştır. Somut olayda da başvurucuların genel vekâletnameler ile Bülent
Kara'yı başkalarını tevkile yetkili kıldıkları ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi (UYAP) temin edilen nüfus kayıtlarına göre de başvurucuların avukatına
vekalet veren Bülent Kara'nın hayatta olup vekâletnamelerin noter huzurunda
düzenlenmiş oldukları görülmektedir.
76. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
77. Başvurucuların miras bırakanları adlarına tapuda kayıtlı
olan taşınmazlarının kaçak ve yitik kişilerden kaldığı gerekçesiyle emval-i
metruke mevzuatına göre 1958 yılında bir idari işlemle tapusunun iptal edilmesi
ve bunun üzerine başlatılan idari ve yargısal süreçlerden sonuç alınamamasına
yönelik şikâyetleri mülkiyet hakkı kapsamında,İstanbul 12. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtıkları davanın idari yargı yerinin görevli olduğundan bahisle
yargı yolu yanılgısı gerekçesiyle reddedilmesi şikâyetleri ise adil yargılanma
hakkı kapsamında ayrı ayrı incelenmiştir.
1. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvuruya Konu
Taşınmazın Hukuki Durumu
78. Başvurucular taşınmazlarının miras bırakanlarından
kendilerine intikal ettiğini, ancak emval-i metruke mevzuatına göre taşınmaza
el konduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca bu taşınmazın tapu kaydında mukataalı
vakıf şerhinin bulunmakta iken taviz bedelinin ödenmesiyle bu şerhin tapu
kaydından terkin edildiği görülmektedir. Bu durumda başvurunun
değerlendirilebilmesi için öncelikle emval-i metruke mevzuatı ile mukataalı
vakıfların hukuki durumlarının tartışılması ve buna göre başvuru konusu
taşınmazın hukuki durumunun ortaya konulması gerekmektedir.
i. Mukataalı Vakıfların
Hukuki Durumları
79. 1274 (miladi 1858) tarihli Arazi Kanunnamesi'nin 1.
maddesine göre arazi; mülk, miri, metruk, mevat ve vakıf arazi olmak üzere beş
bölüme ayrılmakta idi. Arazi Kanunnamesi'nin 4. maddesine göre ise vakıflar,
mülkiyet hakkının devredilip edilmemesine göre yani nitelik bakımından sahih ve
sahih olmayan vakıflar olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Yargıtay İçtihatları
Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2/4/2004 tarihli ve E.2003/1, K.2004/1 sayılı
kararı ile bu vakıf çeşitleri şöyle açıklanmıştır:
"A- Sahih Vakıflar (Mukataalı –
İcareteynli Vakıflar ); Bunlar aynı zamanda akara tahsisli yani gelirlerinden
yararlanılan vakıflar olarakta nitelendirilmektedirler.
1- Mukataalı Vakıflar; Zorunluluklar sonucu
doğmuştur. Vakıf yer haraptır. Vakıf taşınmaz kendi olanakları ile vakıf
tarafından inşaa ve onarılmasının mümkün olmaması sebebiyle bina yapmak, ağaç
veya bağ çubuğu dikmek ve bunların durması karşılığında vakfa her sene maktu
bir zemin kirası (İcare-i zemin) ödenmek suretiyle kiralanmış, yapılan bina ve
dikilen ağaçlar yapanın veya dikenin malı sayılmış ve ölümü ile de,
mirasçılarına geçeceği ve mukataa (kira) karşılığı verildiği sürece sözleşmenin
geçerli kalacağı ve arazi üzerine yapılan muhtesatın kaldırılamayacağı kabul
edilmiştir. Bu tür vakıfların kurulması için, mahkemece verilen izin (hakimin
izni) yeterli olmayıp ayrıca Padişahın izin ve iradesine de ihtiyaç duyulmuştur.
2- İcareteynli Vakıflar; Mukataalı vakıflar
gibi olayların meydana getirdiği zorunluluklar sonucu doğmuş bir vakıf türüdür.
Vakıf binalarının yanması, yıkılması ve vakıf tarafından tekrar inşaa için
ekonomik gücün yaratılmaması veya kısa süre ile kiralanmasının mümkün olmaması
ya da kısa süreli kiralamaya istekli çıkmaması nedeniyle bir tür süresiz kiraya
benzeyen usule gidilmiş, mutasarrıfından gerçek değerine yakın veya eşit
"icare-i muaccele" denilen peşin kira bedeli alınıp yanan, harap olan
bina vakıf tarafından yeniden inşaa ve tamir ettirilerek her sene icare-i
müeccele (veresiye kira) denilen küçük bir bedel karşılığında süresiz olarak
kiracılara (mutasarrıflara) bırakılmıştır. Peşin veya her yıl alınan icar
(kira) usulüne de "iki yani çifte icare" anlamında icareteyn adı
verilmiştir.
B- Sahih Olmayan (Tahsis ve İrsad Kabilinden
Gayri sahih) Vakıflar; Padişah ya da onun izin verdiği başkaları tarafından
miri arazi üzerinde meydana getirilen vakıflardır. Miri araziler, kadim köy ve
kasabaların tümüyle dışında kalan tarla, çayır, yaylak, kışlak, korular ve
benzeri yerler olarak kabul edilmiştir. (Arazi Kanunnamesi madde 3, 25, 53, 81,
83 ve 90.)
Osmanlı Sultanları ya da onların izin verdiği
başkaları miri arazide 1858 (1274) tarihli A.K.’nun 4/2. fıkrasına göre üç
türlü tahsis ve irsat kabilinden vakıf kurabilirlerdi.
a- Miri Arazinin Yalnızca A’şar (Toprağın
Ürününün Ondabiri) gibi vergi ve resimleri (A’şar ve rüsumatı) bir hayır
cihetine tahsis edildiği vakıflarda tasarruf hakkı, tapu kayıtlarında yazılı
fertlerde kalırdı.
b- Miri arazinin yalnızca "tasarruf
hakkının" bir hayır cihetine tahsis edildiği vakıflarda tasarruf hakkı
sahih olmayan vakıfta kalırdı. Sahih olmayan vakıf A’şarı Devlete öderdi.
c- Miri arazinin hem tasarruf hakkının hem de
A’şar gibi "vergi ve resimlerinin" bir hayır cihetine tahsis edildiği
vakıflarda vakıf: arazinin tasarruf hakkına sahip olduğu gibi, Devlete A’şar ya
da başkaca vergi ve resim ödemezdi.
Görüldüğü gibi sahih vakıfların konusunu kadim
köy, kasaba ya da şehir içindeki mülk topraklar teşkil ettiği halde, sahih
olmayan vakıfların konusunu, anılan kadim yerleşim birimlerinin tümüyle dışında
kalan miri (Devlete ait) araziler oluşturmakta idi."
80. Cumhuriyet Dönemi öncesinde geniş bir uygulamaya sahip olan
vakıf müessesesi, 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu
Medenisi'nin kabulünden sonra da varlığını sürdürmüştür. 29/5/1926 tarihli ve
864 sayılı Medeni Kanunu'muzun Sureti Mer'iyet ve Şekli Tatbiki Hakkındaki
Kanun'un 8. maddesinde Medeni Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce kurulan
vakıflar için ayrı bir tatbikat kanunu çıkarılması gerektiği, yeni kurulan
vakıfların ise Medeni Kanun'a tabi olacağı belirtilmiştir. 22/11/2001 tarihli
ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 101. maddesinde ise vakıf “Gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları
belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal
toplulukları” olarak tanımlanmıştır.
81. 2762 sayılı Kanun'un 26. maddesi ile bu Kanun'un
yürürlüğünden sonra vakıf malların mukataaya ve icareteyne bağlanamayacağı
düzenlenmiş, Kanun'un 27. maddesiyle de, vakfın türüne göre ayırım
yapılmaksızın üzerinde taviz şerhi bulunan mevcut mukataalı veya icareteynli
vakıf taşınmaz malların mülkiyetlerinin belirlenecek bir taviz bedeli karşılığında
mutasarrıflarına geçirilmesi öngörülmüştür.
82. 5737 sayılı Kanun'un 3. maddesinin birinci fıkrasında
mukataalı vakıf "zemini vakfa,
üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak
alınan vakıf taşınmazları" olarak tanımlanmış, aynı Kanun'un
18. maddesinin birinci fıkrası ile de, tapu kayıtlarında, icareteyn ve
mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya
tasarrufundaki taşınmazların, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde
onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilmesi hükme
bağlanmıştır.
83. Sonuç olarak mukataalı vakıf taşınmazları, eski hukukumuzda
mevcut olup zemini vakfa, üzerindeki yapı ve ağaçların ise yıllık belirli bir
kira bedeli karşılığında tasarruf edene ait olduğu taşınmazlardan olup Medeni
Kanun ile Vakıflar Kanunu'nun kabulünden sonra ise vakıf mallarının mukataaya
bağlanması yasaklanırken mevcut mukataalı vakıf taşınmazları yönünden ise
belirli bir taviz bedeli karşılığında mülkiyetlerinin tasarruf edene bırakılmak
suretiyle tasfiyesi öngörülmüştür.
84. Başvuru konusu olayda ise, uyuşmazlık konusu taşınmazın
rakabesi (kuru mülkiyeti) Sultan Beyazıd Vakfına ait olup üzerindeki yapılar
ile ağaçların tasarruf (kullanım) hakkının belirli bir mukataa bedeli
karşılığında Filibos'un eşi ve Azakil'in kızı Serpuhi'ye ait iken ölümüyle
çocukları Avadis, Nazik ve Maryam'a intikal ettiği, yapılan kadastro
çalışmalarında da bu kişiler adlarına tespit yapılarak mukataalı vakıf şerhi de
işlenmek suretiyle 6/1/1949 tarihinde tapuya tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Taşınmaz, 10/1/1958 tarihinde yapılan vaz'ıyet işlemi sonrası metruken Maliye
Hazinesi adına tapuya tescil edilmiş, 10/5/2001 tarihinde de Maliye Hazinesince
Vakıflar Genel Müdürlüğünetaviz bedeli ödenmiş, taşınmaz üzerindeki vakıf şerhi
böylece terkin edilmiştir.
ii. Emval-i Metruke
Uygulaması
85. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında ülkeden
firar eden, kaybolan veya başka yerlere nakledilen şahıslar mevzuat ve
uygulamada firari (kaçak) ve mütegayyip (yitik) eşhas (kişiler) olarak
adlandırılmış, bu kişilerin geride bıraktıkları mallara ise emval-i metruke
(terk edilmiş mallar) denilmiştir. 19 Mayıs 1331 (1/6/1915) tarihli ve 2189
sayılı Takvim-i Vakayi'de yayımlanan 14 Mayıs 1331 (27/5/1915) tarihli ve
Vakt-ı Seferde İcraat-ı Hükûmete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz
Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-u Muvakkat'ın 2. maddesiyle ordu, kolordu ve
tümen komutanlarına, askerî gereklerden ötürü veya casusluk yapan ya da ihanet
eden köy veya kasaba halkını, teker teker veya toplu olarak başka yerlere nakil
ve iskân ettirme yetkisi verilmiştir. Ancak bu Kanun’da başka yerlere nakil ve
iskân edilen kişilerin mallarının ne olacağı hakkında hiçbir hükme yer
verilmemiştir. Bu nedenle söz konusu malların hukuki durumlarının düzenlenmesi
amacıyla hazırlanan 13 Eylül 1331 (26/9/1915) tarihli ve Ahar Mahallere
Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun ve Matlubatı Metrukesi Hakkında Kanun-u
Muvakkat, 14 Eylül 1331 (27/9/1915) tarihli ve 2303 sayılı Takvimi Vakayi
gazetesinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun'un 1. maddesine göre
14 Mayıs 1331 (27/5/1915) tarihli Kanun hükümleri gereğince başka yerlere
nakledilen gerçek ve tüzel kişilerin terk etmiş oldukları malları, alacakları
ve borçları, bu amaçla oluşturulacak komisyonların her kişi için ayrı ayrı
düzenleyecekleri mazbatalar üzerine, mahkemelerce tasfiye edilecektir. Bu
Kanun'un ikinci ve üçüncü maddeleriyle de, bu kişilerin tasarrufları altında
bulunan icareteynli (çift icarlı) musakkaf (çatılı, üstü örtülü ev, dükkan vb.)
ve müstegallat (üstü açık bağ, bahçe, arazi gibi yerler) nitelikli mallarından,
vakıf olanların Hazine-i Evkaf (Vakıflar Genel Müdürlüğü), mülk taşınmazlarının
(özel mülke konu taşınmazların) ise Hazine-i Maliye (Maliye Hazinesi) adına
tapuya tescil edilmesi, bu idareler tarafından verilecek bedellerin tasfiyeden
sonra kalacak bakiyelerinin sahiplerine ödenmesi, bu amaçla tasfiye sonucu elde
edilecek paraların sahipleri adlarına emaneten mal sandıklarına teslim edilmesi
öngörülmüştür.
86. Öte yandan Ahar Mahallere Nakledilen Eşhasın Emval ve Düyun
ve Matlubatı Metrukesine Mütedair 17 Zilkade 1333 Tarihli Kanunu Muvakkatin 2.
Maddesinin 1. Fıkrasına Müzeyyel İbare Hakkında Kanunu Muvakkat'ın 1.
maddesiyle de, başka yerlere nakledilen kişilere, gittikleri yerlerde ikamet ve
geçimlerini sağlayacak miktarda mesken ve arazinin parasız olarak
verilebileceği hüküm altına alınmıştır.
87. 224 sayılı Kanun'un birinci maddesiyle Kurtuluş Savaşı
sırasında düşman istilasından kurtulan yerlerde, sahibinin firar veya
kaybolması sebebiyle sahipsiz kalmış olan taşınırların Hükûmetçe usulü
dairesinde açık arttırma ile satılması, tasınmazlar ile toprak ürünlerinin yine
Hükûmetçe idare edilerek kira ve diğer gelirlerden yapılan masraflar düşüldükten
sonra bakiye kalan miktarın emanet hesabına kaydedilmek üzere mal sandıklarına
teslim edilmesi öngörülmüştür. Bu Kanun 333 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle
yürürlükten kaldırılmıştır.
88. 333 sayılı Kanun ile 13 Eylül 1331 (26/9/1915) tarihli
Kanun'un bazı maddeleri değiştirilmiş ve başka yerlere nakledilenlerin terk
ettikleri taşınmazlardan vakıf olanların Vakıflar İdaresi, diğerlerinin Maliye
Hazinesi adına tescil edilerek, bu idarelerce takdir olunacak bedellerin
tasfiye giderleri düşüldükten sonra kalan tutarlarının sahipleri adına emanete
kaydedilmesi hükme bağlanmıştır.
89. 24/5/1928 tarihli ve 1331 sayılı Mübadil Gayrimübadil
Muhacir ve Saireye Kanunlarına Tevfikan Tefviz veya Adiyen Tahsis Olunan
Gayrimenkul Emvalin Tapuya Raptına Dair Kanun'un 6. maddesiyle, mübadeleye tabi
şahıslardan metruk olanlar hariç olmak üzere bütün emval-i metrukenin bu Kanun
yürürlüğe girdiği tarihe kadar tefviz edilmiş veya edilmek üzere bulunmuş
olanlardan geriye kalan kısmının Maliye Hazinesine intikal ettiği belirtilmiştir.
Bu Kanun'un 7. maddesinde ise, emval-i metruke olması nedeniyle Hazinece el
konulmuş veya konulacak malların, Hazine uhdesinde kalmış veya mübadillere
dağıtılmış olup olmadığına bakılmaksızın eski sahiplerine iade edilemeyeceği,
bunun yerine eski maliklere, bu taşınmazların kayıtlı değerlerinin ödeneceği
hüküm altına alınmıştır.
90. Son olarak 24/5/1928 tarihli ve 1349 sayılı Emval-i Metruke
Hesap ve Carilerinin Bütçeye İrat Kaydedilmesine Dair Kanun ile emvali metruke
mevzuatı kapsamında kamu idareleri tarafından el konulan ve tapuda bu idareler
adına tescil edilen taşınmazların bedelleri olarak bu idarelerce sahipleri
adına emanet hesabına alınan paralar, 1928 yılı bütçesinin “müteferrik
gelirler” bölümüne irat kaydedilmiştir. Kanunun birinci maddesine göre bu
tarihten sonra meydana gelecek gelirler hakkında da aynı şekilde işlem
yapılacaktır.
91. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/6/1929 tarihli ve 146
sayılı tefsir kararı ile Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun
25/11/1936 tarihli ve E.1935/18, K.1936/30 sayılı kararında, emval-i metruke
mevzuatına göre vaz'ıyet edilen (el konulan) taşınmazlar hakkında bu vaz'ıyet
işlemine karşı Devlet Şur'ası nezdinde dava açılabileceği, böyle bir dava
açılmadan doğrudan adli yargı yerinde açılan davanın dinlenemeyeceği
belirtilmiştir.
92. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin22/4/1963 tarihli ve
E.1963/41, K.1963/94 sayılı kararında 6 Ağustos 1340 (6/8/1924) tarihinden önce
firari ve mütegayyip duruma giren veya başka mahalle nakledilmiş bulunan bir
kimsenin mallarının mülkiyetinin, bu duruma girdiği tarihten itibaren
dosyasında o tarihte alınmış bir vaz'ıyet kararı olsun veya olmasın, ilgisine
göre Maliye veya Vakıflar uhdesine kanun uyarınca geçmiş olduğu, bu tarihten
sonra bu durumun belirtilmesi amacıyla yapılan vaz'ıyet ve tescil işleminin,
taşınmaz mülkiyetinin bu idarelere geçirilmesine yol açmadığı, tescilin kurucu
değil açıklayıcı mahiyette olduğu belirtilmiştir. Buna göre "vaz'ıyet
işlemi", bir taşınmaz malın emval-i metruke mevzuatına göre 6/8/1924
tarihinden önce firari ve mütegayyip duruma giren veya başka mahallere
nakledilmiş olan şahıslara ait olduğunun tespit edilmesi olarak tanımlanmış
olup bu tespit üzerine anılan mevzuat hükümleri uyarınca Maliye Hazinesi adına
tapuda tescil işlemi yapılmaktadır.
93. Somut olayda da tasarruf hakkı başvurucuların miras
bırakanları adlarına tapuda kayıtlı olan mukataalı vakıf taşınmazı ile ilgili
olarak yapılan idari tahkikat üzerine bu kişilerin firari veya mütegayyip
kişilerden oldukları gerekçesiyle taşınmaza Defterdarlıkça vaz'ıyet edilmesine
karar verilmiş, işlemin Danıştayca iptal edilmesi üzerine yapılan yeni tahkikat
sonucu vaz'ıyet işlemine devam edilerek bu taşınmaz tapuda 10/1/1958 tarihinde
Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir.
b. Zaman Bakımından Yetki
94. Bakanlık görüş yazısında, gerek Anayasa Mahkemesinin gerekse
de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) zaman yönünden yetkisi başlamadan
çok önce kesinleşmiş bir işleme karşı etkin bir çözüm yolu bulunmayan asliye
hukuk mahkemesine dava açılmak suretiyle sürecin zaman bakımından yetkili
olunan alana taşınmasına ve bu yöntemle temel hak ve özgürlüklerin ihlali
iddiasının bireysel başvuruya konu edilmesine olanak bulunmadığının düşünüldüğü
bildirilmiştir.
95. Başvurucular ise cevap dilekçesinde, bireysel başvurunun
2014 yılında kesinleşmiş olan İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararına
ilişkin olarak yapıldığını, uyuşmazlık konusu taşınmaza el atılmasına ilişkin
idari işlemin yok hükmünde olup mülkiyet ve adil yargılanma haklarının 1958
yılından beri süregelen ve devamlı bir şekilde ihlal edildiğini belirterek
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkili olduğunu ifade etmişlerdir.
i. Genel İlkeler
96. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin, Anayasa'da
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi (Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller
kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine başvurabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa'nın geçici
18. maddesinde uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel
başvuruların kabul edileceği,6216 sayılı Kanun'un 76. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ise Kanun'un 45 ila 51. maddelerinin 23/9/2012 tarihinde yürürlüğe
gireceği belirtilmiştir.
97. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları
inceler."
98. Anayasa ve 6216 sayılı Kanun'un anılan hükümleri uyarınca
Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup
Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine
yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler
karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da
içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Mahkemenin
zaman bakımından yetkisine ilişkin bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin
olmaları nedeniyle bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınması
gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No:
2012/329, 12/2/2013, § 15; G.S.,
B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).
99. Hukukun genel ilkelerinden birisi hukuk güvenliği
prensibidir. Bu ilke, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm
eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmelerini, devletin de hukuki düzenlemelerde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Kanunlar,
ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak
üzere çıkarılır. Bu nedenle bireysel başvurular bakımından Anayasa Mahkemesinin
zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin
yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir
gereğidir (Zafer Öztürk, B. No:
2012/51, 25/12/2012, § 18).
100. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru
olarak belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı
sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek
gerekir. Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği
iddia olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No: 2013/1566,
10/12/2015, § 31).
ii. Anayasa Mahkemesi
Kararları
101. Anayasa Mahkemesi, taşınmazın tapusunun orman olduğu
gerekçesiyle iptal edilmesi üzerine yapılan bir başvuruda mülkiyetten yoksun
bırakmaya yol açan yargı kararının 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiğini
belirterek mülkiyet hakkının ihlaline yönelik başvuruyu zaman bakımından
yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Nurdan Sesiz, B. No: 2012/317, 16/4/2013 §§ 21-23).
102. Yine 1968 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında
idare adına tescil edilen taşınmaza yönelik olarak açılan davanın taşınmazın
kamulaştırma kapsamında kaldığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine yapılan
başvuruda da Anayasa Mahkemesi, başvurucuların mülkiyet hakkına konu ettikleri
taşınmazla hukuki ilişkileri Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları
incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden 41 yıl önce kesildiğinden ve bu
taşınmaza bağlı bedel talebi haklarının da 1963 yılında son bulduğundan mülkiyet
hakkına yönelik şikâyetin, Mahkemenin zaman bakımından yetkisinin dışında
kaldığı sonucuna varmıştır (Yosif Lindiridi
ve Manol Lindiridi, B. No: 2013/2058, 25/6/2015, §§ 38-40).
103. 5/1/1961 sayılı ve 221 Sayılı Amme Hükmi Şahısları veya
Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller
Hakkında Kanun kapsamında kamulaştırılan taşınmazlara ilişkin başvurular
yönünden de, taşınmazların mülkiyetlerinin Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden çok önce kesildiğinden
mülkiyet hakkına yönelik şikâyetlerin Mahkemenin zaman bakımından yetkisinin
dışında kaldığı belirtilmiştir (Şerafettin
Eken ve diğerleri, B. No: 2013/1902, 24/6/2015, §§ 21-28; Tasfiye Halinde Türk Ticaret Bankası A.Ş.,
B. No: 2013/1665, 10/6/2015, §§ 26-36).
iii. AİHM Kararları
104. AİHM, Sözleşme'nin hükümlerinin, bir taraf devlet açısından
Sözleşme'nin yürürlüğe girdiği tarihten önce meydana gelmiş eylem veya olaylar
bakımından ilgili devleti bağlamadığı gibi bu tarihten önce sona ermiş
durumları da bağlamadığını belirtmektedir. Dolayısıyla zaman yönünden yetki
açısından dikkate alınacak tarih, iddia edilen ihlal durumunu oluşturan olayın
meydana geldiği tarihtir. Söz konusu ihlalin ortadan kaldırılması için açılan
davanın sonuçlandığı tarih, onay ya da tanıma tarihinden sonraki bir tarih olsa
da, bu durum Mahkemenin zaman bakımından yetkisinde herhangi bir değişikliğe
neden olmaz. Ancak AİHM'e göre, Sözleşme'nin onaylanmasından önce başlayan ve
ihlal oluşturan bir eylem ya da olay, bu tarihten sonra da devam etmekte ise bu
durumda "devam eden bir durum" söz konusu olduğundan, Mahkemenin
davaya bakmaya yetkisi bulunmaktadır (Blecic/Hırvatistan
[BD], B. No: 59532/00, 8/3/2006).
105. Buna göre AİHM, zaman bakımından yetkinin tespitinde kural
olarak müdahalenin meydana geldiği tarihi esas almaktadır. Müdahale - devam
etmemek kaydıyla - kritik tarihten önce ise zaman bakımından yetki dışında,
sonra ise yetki kapsamında görülmektedir. 6216 sayılı Kanun'un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisi ise, müdahale işlemine karşı yapılan başvuruların kesinleşmesi tarihine
göre belirlenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkinin
belirlenebilmesi bakımından, kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı
sıra gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek
gerekmektedir (Zeycan Yedigöl, §
31). Bu nedenle belirtilen söz
konusu farklılıklar da gözetilerek mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin
"anlık bir eylem" olup olmadığı ve hangi durumlarda "devam eden
bir müdahalenin" mevcut olduğuna ilişkin AİHM yaklaşımının incelenmesi
yararlı olacaktır.
106. AİHM, özel statülü kiracılık hakkına ilişkin sözleşmenin
sonlandırılması olayında başvurucunun ihlalin devam ettiği yönündeki
itirazlarına karşın kişinin mülkünden yoksun bırakılmasının anlık bir eylem
olup devam eden bir ihlal oluşturmadığını ifade etmiştir (Blecic/Hırvatistan, § 86). Yine
kamulaştırma çerçevesinde el konulan taşınmazlarla ilgili bir başvuruyu
inceleyen AİHM benzer gerekçelerle "...
yani Türkiye Cumhuriyeti için 1 Nolu Ek Protokol'ün 1. maddesinin yürürlüğe
girdiği 28 Ocak 1987 tarihinden önce, Hazine'ye devredilmesini dikkate alan
AİHM, 1961 tarih ve 221 sayılı Kanun'a dayalı bir mülkiyet mahrumiyetinin
koşullarını incelemek için zaman bakımından yetkisiz olduğu kanaatine
varmaktadır." demek suretiyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir (Ekdal ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 6990/04, 25/1/2011, § 48). Saint
Vincent De Paul ŞefkatRahibeleri Birliği/Türkiye ((k.k.), B. No:
19579/07, 27/1/2015) kararında da başvurucunun mülk sahibi olduğu kabul edilse
dahi mülk sahibi sıfatının 1965 ve 1978 yıllarında iptal edildiği ve başkaları
adına kaydedildiği ve ihtilaf konusu taşınmazların mülkiyetinin 28/1/1987
tarihinden çok önce değiştiği tespitiyle mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın
ilke olarak anlık bir eylem teşkil ettiğini hatırlatan AİHM, başvuruyu Sözleşme
hükümleriyle zaman yönünden uyumsuz görmüştür.
107. Buna göre AİHM, mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki
mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kural olarak anlık bir eylem
oluşturduğunu ve bu müdahalenin sürekli bir hak mahrumiyeti durumu
oluşturmadığını belirtmektedir (Malhous/Çek
Cumhuriyeti [kk][BD], B. No: 33071/96, 13/1/2000; Prince Hans-Adam II Of Liechtenstein/Almanya,
B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 85; Blecic/Hırvatistan,
§ 86; Ekdal ve diğerleri/Türkiye,
§ 48).
108. Almeida Garrett,
Mascarenhas Falcão ve diğerleri/Portekiz (B. No: 29183/96 ve
30229/96, 11/1/2000, § 43) kararında ise başvurucuların 1975 ve 1976 yıllarında
kamulaştırılan taşınmazlar yönünden tazminat alabilmek için başlatılan idari ve
yargısal süreçlerin devam ettiğini gözeten AİHM, başvurucuların mülklerinden
yoksun bırakılmalarının tartışmasız bir biçimde anlık bir eylem olduğundan
dolayı zaman bakımından yargılama yetkisinin dışında olduğunu tespit etmiş,
ancak iç hukukta kendilerine tanınan bir hak olan tazminatın ödenmemesinden
dolayı başvurucuların şikâyetçi olduklarını dikkate almıştır. AİHM, Inughuit
kabilesi mensuplarının 1951 yılında inşa edilen Thule Hava Üssü nedeniyle
avcılık ve balıkçılık haklarının sonradan kısıtlanması ve bununla birlikte 1953
yılı Mayıs ayında ahalinin kendi yerleşim yerlerinden başka bir yere
yerleştirilmeleri ile ilgili Hingitaq 53 ve
diğerleri/Danimarka ((k.k.), B. No: 18584/04, 12/1/2006) kararında
da aynı sonuca ulaşmıştır.Mahkeme, şikâyet olunan olayların anlık bir eylemle
Danimarka’nın Sözleşme'yi onayladığı Eylül 1953 ve ek protokolü onayladığı
Mayıs 1954 tarihinden önce meydana geldiği ve zaman yönünden Sözleşme'nin
ilgili hükümleriyle bağdaşmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiş ancak
başvurucuların mülkiyet haklarına yapılan müdahaleler nedeniyle iç hukukta tazminat
yolunun bulunduğunu ve tazminat sürecinin zaman bakımından yetkili olunan
dönemde devam ettiğini gözeterek tazminat yönünden başvuruları incelemiştir.
Yine 1933 yılında kamulaştırılan bir taşınmaza ilişkin tazminat davasının süre
aşımı yönünden reddedilmesine ilişkin Yagtzılar
ve diğerleri/Yunanistan (B. No: 41727/98, 10/7/2002) kararında ise
iç hukukta tanınan tazminat sürecinin 70 yıldan beri devam ediyor olması
nedeniyle başvuru kabul edilebilir bulunmuştur.
109. Bütün bu kararlardan anlaşıldığı üzere AİHM, mülkiyetten
yoksun bırakmayı anlık bir eylem olarak görmekte olup iç hukukun Sözleşme'nin
onaylanmasından önce meydana gelen olaylarla ilgili olarak tazminat hakkını
tanımadığı durumlarda bu hususta yapılacak herhangi bir başvurunun zaman
bakımından yetki kuralı (ratione temporis) gereği Sözleşme'de güvence altına
alınmış haklarla bağdaşmayacağı, taraf devletlere Sözleşme'nin onaylanmasından
önce meydana gelen zararlar için tazminat ödeme sorumluluğu yüklemediği
görüşündedir.
110. Emval-i metruke mevzuatına göre malikinin kaçak ve yitik
kişilerden olduğu gerekçesiyle taşınmazın Vakıflar İdaresi adına tescil
edildiği bir olaya ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Komisyonu (AİHK), diğer
şikâyetler yanında mülkiyetten yoksun bırakmanın 1967 yılında gerçekleştiğini,
bu nedenle müdahalenin Sözleşme'ye taraf olunan 28/1/1987 tarihinden önceki
dönemde gerçekleştiğini belirterek zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Y.S.P.E.H.V. (k.k.), B. No: 25755/94, 9/4/1997).
iv. İlkelerin Somut Olaya
Uygulanması
111. Başvurucular taşınmazlarına emval-i metruke mevzuatı
çerçevesinde el konulduğunu, taşınmazın iade edilmesini talep etmelerine rağmen
idari ve yargısal süreçlerden sonuç alamadıklarını belirterek mülkiyet haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
112. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz mukataalı vakıf
arazilerinden olup tasarruf hakkı başvurucuların miras bırakanları adlarına
tapuda kayıtlı iken Defterdarlıkça emval-i metruke mevzuatı kapsamında başvurucuların
miras bırakanlarının kaçak ve yitik kişilerden oldukları gerekçesiyle yapılan
vaz'ıyet işlemi neticesinde 10/1/1958 tarihinde bu taşınmaz Maliye Hazinesi
adına tescil edilmiştir. Başvurucular taşınmazın iade edilmesi için 14/8/1973
tarihinde Defterdarlıktan talepte bulunmuşlar, bu taleplerinin reddi üzerine
Danıştay Sekizinci Dairesinde açtıkları dava 10/2/1975 tarihinde süre aşımı
yönünden reddedilmiştir. Yine başvurucuların idari işlemin yokluk ile malul
olduğu gerekçesiyle 2/5/2008 tarihinde İstanbul 2. İdare Mahkemesinde açtıkları
dava ise Mahkemece 26/11/2008 tarihinde reddedilmiş ve bu hüküm de Danıştayca
karar düzeltme isteminin reddedildiği 6/7/2010 tarihinde kesinleşmiştir.
113. Başvurucuların miras bırakanlarının tasarruf haklarının kayıtlı
olduğu taşınmaz, 1958 yılında emval-i metruke mevzuatına göre Maliye Hazinesi
adına tescil edilmekle taşınmazın tasarruf hakkı, Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden 58 yıl önce
başvurucuların elinden çıkmıştır. Başvurucuların bu taşınmazın iadesi yönündeki
talebi idarece reddedilmiş ve bu işleme karşı açtıkları dava ise süre aşımı
yönünden 1975 yılında reddedilmiştir. Bu işlemin yok hükmünde olduğuna dair
açılan dava da reddedilmiş ve bu red kararı 6/7/2010 tarihinde kesinleşmiştir.
Dolayısıyla mülkiyete ilişkin uyuşmazlık belirtilen tarihler itibarıyla kesin
olarak sona ermiştir.
114. Yukarıda da değinildiği üzere gerek AİHM gerekse de Anayasa
Mahkemesi içtihatlarına göre mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet
hakkına yapılan müdahaleler kural olarak anlık eylemler olup sürekli bir
müdahale oluşturmaz (bkz. §§ 101-103; §§ 104-110).
115. Başvurucunun ileri sürdüğü Loizidou/Türkiye([BD], B. No: 15318/89, 18/12/1996) ve Kıbrıs/Türkiye ([BD], B. No: 25781/94, 10/5/2001) kararlarında AİHM, hukuken tanınan meşru
bir mevzuat çerçevesinde yapılmadığı savıyla bir mülkten yoksun bırakmanın söz
konusu olmadığı dolayısıyla "mülke ulaşmanın engellendiği"
gerekçesine dayalı olarak başvuruları incelemiştir. Diğer bir deyişle AİHM'e
göre hukuken bir mülkten yoksun bırakma söz konusu olmadığından müdahalenin
devam ettiği değerlendirilmiştir. Somut olayda ise taşınmazın tasarruf hakkı
sahiplerinin kaçak veya yitik ya da başka mahallere nakledilen kişilerden
oldukları gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatı kapsamında taşınmaz Hazine
adına tapuya tescil edilmiştir. Bu durumda mülkiyet hakkına hukuken geçerli
olduğu yargı mercilerince kabul edilen bir ulusal mevzuat çerçevesinde müdahale
edildiği dolayısıyla söz konusu mülkiyetten yoksun bırakmanın anlık bir
müdahale niteliği taşıdığı kuşkusuzdur. Nitekim AİHK de emval-i metruke
mevzuatı çerçevesinde mülkiyetten yoksun bırakmayı anlık bir eylem olarak
değerlendirilmiş ve devam eden bir müdahale olarak görmemiştir (Y.S.P.E.H.V.).
116. Yine başvurucuların değindiği Yagtzılar ve diğerleri/Yunanistan kararında ise mülkiyetten
yoksun bırakma işlemi şikâyet edilmemiş, bu işlem nedeniyle 70 yıldır devam
eden bir tazminat davasına ilişkin olarak ihlal iddiaları incelenmiştir. AİHM'in
Almeida Garrett, Mascarenhas Falcão ve
diğerleri/Portekiz ile Hingitaq
53 ve diğerleri/Danimarka kararlarından da anlaşıldığı üzere iç
hukukta bir tazminat yolunun tanınması ve bu tazminat yolunun zaman bakımından
yetki alanında devam etmesi durumunda söz konusu şikâyetler tazminat yönünden
incelenmiştir. Başvuru konusu olayda ise başvurucular tarafından açılmış bir
tazminat davasının söz konusu olmadığı gibi taşınmazın iade edilmesini talep
eden başvurucuların esas itibarıyla Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları
incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden çok önce sonuçlanan mülkiyetten
yoksun bırakma işlemini ve yine 23/9/2012 tarihinden önce sonuçlanan bu işleme
yönelik yargısal süreçleri şikâyet ettikleri anlaşılmaktadır.
117. Öte yandan başvurucular 20/2/2012 tarihinde İstanbul 12.
Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada ise taşınmazın hukuki olarak
malikleri olmayıp bu taşınmazın 1958 yılında bir idari işlemle Maliye Hazinesi
adına tescil edildiği, bu idari işleme karşı açılan davanın ise 1975 yılında
reddedildiği, başvurucuların ise taşınmazın eski kayıtlarına dayanarak tapu
iptali ve tescil davası açtıkları anlaşılmaktadır. Adli yargı yerinde açılan bu
dava ise Mahkemece 11/12/2012 tarihinde yargı yolu yanılgısı nedeniyle
reddedilmiş ve hüküm Yargıtayca onanarak karar düzeltme isteminin reddedildiği
13/1/2014 tarihinde kesinleşmiştir.Dolayısıyla 1958 yılında Hazine adına tescil
edilip bu işleme karşı açılan davanın da reddedildiği 1975 yılında başvurucular
ile hukuki ilişkisi kesilmiş taşınmaza ilişkin olarak 2012 yılında açılan ve
yargı yolu yönünden redle sonuçlanan tescil talebinin mülkiyet hakkı kapsamında
değerlendirilmesi mümkün değildir. Diğer bir deyişle başvurucular, Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden
sonra kesinleşen davada taşınmazın maliki sıfatına sahip olmadığından bu
davanın mülkiyet hakkına konu edilmesi mümkün değildir (Leyla Daimagüler ve diğerleri, B. No:
2012/1143, 17/7/2014, § 36; Tasfiye Halinde
Türk Ticaret Bankası A.Ş., § 34; Şerafettin
Eken ve diğerleri, § 26).
118. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan
mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36,37). Başvurucular, 2012 yılında açtıkları davada
taşınmazın hukuki olarak maliki olmayıp 1958 yılında kaybettikleri ve 1975
yılında bu işleme karşı açtıkları davanın da retle sonuçlandığı taşınmazın
mülkiyetini yeniden kazanmayı talep etmektedirler. Başvurucuların mülkiyet
hakkına konu ettikleri taşınmazla hukuki ilişkileri Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuruları incelemeye başladığı 23/9/2012 tarihinden 41 yıl önce
kesilmiş olduğundan mülkiyet hakkına yönelik şikâyet, Mahkemenin zaman
bakımından yetkisinin dışında kalmaktadır.
119. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında da belirtildiği
üzere daha önce başvurulduğu ve reddedildiği için başarılı olunmayacağı belli
olan başvuru yoluna, yeni bir delil ileri sürmeksizin bireysel başvuruların
incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 tarihinden sonra
tekrar başvurulması sonucu verilen ret kararı üzerine yapılan bireysel
başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında olduğunun
kabul edilmesi mümkün değildir (İbrahim Oğuz
Yapar, B. No: 2012/829, 5/3/2013, § 32; Zeycan Yedigöl, § 42).
120. Açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine
ilişkin başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
121. Başvurucular taşınmazları hakkında yapılan el koyma
işleminin hukuken yok hükmünde olduğunu, bunun ise fiilî bir yol oluşturduğunu,
fiilî yola ve yolsuz tescile dayalı tapu iptali ve tescil davalarında ise adli
yargı mercilerinin görevli olduğunu belirterek bu gerekçelerle İstanbul 12.
Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları tapu iptali ve tescil davasının Mahkemece
idari yargı yerinin görevli olduğundan bahisle yargı yolu yanılgısı
gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
122. Bakanlığın görüş yazısında, Asliye Hukuk Mahkemesince idari
işlemin yoklukla malul olduğunun tespiti hakkında yargı yolu nedeniyle görevsizlik
kararı verilmesinde bir hukuka aykırılık olmadığı, idari yargı yerlerinin
idarece tesis edilmiş olan bir idari işlemin yoklukla malul olsa da idare
elinden çıkmış bir işlem olduğunu kabul ile idari işlemin yokluğunu tespit
ederek karar verdiği, Mahkeme kararının içerdiği tespit ve sonuçlarında bariz
takdir hatası veya açık bir keyfîlik bulunmadığı bildirilmiştir.
123. Başvurucular ise cevap dilekçesinde bu görüşün hatalı
olduğunu, idare ve Mahkemelerce başvurucuların miras bırakanlarının firari olmadıklarının
tespit edildiğini, fiilî yol teşkil eden bu olay bakımından adli yargıda
herhangi bir süreye tabi olmaksızın dava açılabileceğini, Anayasa'nın 36.
maddesinin ikinci fıkrasına göre hiçbir mahkemenin görev ve yetkisi içindeki
davaya bakmaktan kaçınamayacağını belirtmişlerdir.
124. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
125. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
126. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
127. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,derece mahkemesi
kararları bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince
incelenemez (Muhammet Kaplan, B.
No: 2013/1586, 18/9/2013, § 21).
128. Başvurucular taşınmazlarına el konmasına yönelik işlemin
hukuken yok hükmünde olup fiilî yol oluşturduğunu belirterek 20/2/2012
tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde Maliye Hazinesi aleyhine
tespit ve eski hâle iade suretiyle tapu iptali ve tescil davası açmışlardır.
Mahkeme ise 11/12/2012 tarihli kararı ile yargı yolu yanılgısı nedeniyle
davanın reddine karar vermiştir. Bu kararın gerekçesinde, taşınmazın Hazine
adına tescil edilmesine yönelik vaz'ıyet işleminin idari bir işlem olduğu ve
idari yargı yerinde iptal edilmeden bu işleme dayalı olarak oluşturulan tapu
kayıtlarının iptal edilemeyeceği, bu nedenle davanın idari yargı yerinde
açılması gerektiği belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay 1. Hukuk
Dairesinin 15/4/2013 tarihli ilamıyla onanmış, karar düzeltme istemleri de aynı
Dairenin 13/1/2014 tarihliilamıyla reddedilmiştir.
129. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmaz hakkında
başvurucuların miras bırakanlarının kaçak ve yitik kişilerden oldukları
gerekçesiyle emval-i metruke mevzuatı hükümleri kapsamında Defterdarlık
tarafından vaz'ıyet edilerek (el koyma işlemi yapılarak) 1958 yılında taşınmaz
Hazine adına tescil edilmiştir. Derece Mahkemeleri de bu el koyma işlemi ile
ilgili olarak emval-i metruke mevzuatı hükümleri çerçevesinde hangi yargı
yolunun görevli olduğunu tartışmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2/6/1929
tarihli ve 146 sayılı tefsir kararı ile Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük
Genel Kurulunun 25/11/1936 tarihli ve E.1935/18, K.1936/30 sayılı kararında,
emval-i metruke mevzuatına göre vaz'ıyet edilen taşınmazlar hakkında bu
vaz'ıyet işlemine karşı idari yargı yerinde dava açılabileceği, böyle bir dava
açılmadan doğrudan adli yargı yerinde açılan davanın dinlenemeyeceği
belirtilmiştir. Başvuru konusu olayda da İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesi,
emval-i metruke mevzuatını ve bu içtihatları gözeterek 6100 sayılı Kanun'un
114. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile 115. maddesinin (2)
numaralı fıkrası hükümleri uyarınca davayı yargı yolu yönünden reddetmiştir.
Dolayısıyla somut olay bakımından başvuruya konu İstanbul 12. Asliye Hukuk
Mahkemesinin uyuşmazlığın esasına ilişkin olmayan yargı yolu yönünden
görevsizliğine dair kararına ilişkin olarak Mahkemece ilgili mevzuat ve
yerleşik içtihatlara aykırı, keyfî bir karar verildiğinden söz edilemez.
130. Öte yandan 2577 sayılı Kanun'un 9. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan "Adli veya askeri
yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda,
görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük
süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz
dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir." hükmü
karşısında somut olayda İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik
kararı sonrası yasal süresi içinde ilgili idari yargı yerinde dava açma
hakkının mevcut olduğu gözetildiğinde
"hiçbir mahkemenin, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamayacağına" ilişkin Anayasa'nın 36. maddesinin ikinci
fıkrası yönünden bir aykırılık da söz konusu değildir.
131. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları
incelendiğinde iddiaların özünün Derece Mahkemelerince delillerin
değerlendirilmesinde isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
132. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemeleri
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Derece
Mahkemelerinin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan
herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
133. Açıklanan gerekçeyle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan
yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkının ihlaline ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA
15/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.