TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EYYÜP ÖMER KARADUMAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4986)
|
|
Karar Tarihi: 16/6/2016
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Kamil KAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Eyyüp Ömer KARADUMAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ömer
Faruk TAMER
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işe iade davasında delillerin hatalı değerlendirilmesi
sonucunda adil olmayan bir karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede
sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/4/2014 tarihinde Malatya 1. İş Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, belirsiz süreli hizmet akdiyle çalıştığı şirkete
ait araçla alkollü vaziyette trafik kazası yaptığı ve şirketi zarara uğrattığı
gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesi üzerine 26/1/2011 tarihinde Malatya 1. İş
Mahkemesinde (Mahkeme) işe iade davası açmıştır.
8. Mahkeme, başvurucunun bildirdiği tanıkları dinleyip olayla
ilgili ceza soruşturma dosyasını inceledikten sonra bilirkişi heyetinden raporalmış; 17/2/2012 tarihli ve E.2011/93, K.2012/171
sayılı kararı ile “başvurucunun, işverenine
ait araç ile alkollü vaziyette ve birinci derecede kusurlu hareketi sonucu kaza
yaptığı ve 30 günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede iş yerinin
zararına neden olduğu” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
9. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay 9. Hukuk
Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/15122, K.2012/32245 sayılı ilamıyla “başvurucunun kaza anında alkollü olup olmadığının
tereddütsüz şekilde belirlenerek sonucuna göre feshin haklı nedenlere dayanıp
dayanmadığı ya da geçerli fesih olup olmadığının irdelenmesi gerektiği”
gerekçesiyle bozulmuştur.
10. Bu arada 26/1/2013 tarihli ve 28540 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yargıtay Büyük Genel Kurulunun
21/1/2013 tarihli ve 2013/1 sayılı kararı ile davaya bakan Mahkemenin de
aralarında bulunduğu bazı illerdeki mahkemelerce 22/5/2003 tarihli ve 4857
sayılı İş Kanunu’ndan kaynaklanan davalar hakkında verilen hüküm ve kararların
temyiz incelemesi görevi Yargıtay 22. Hukuk Dairesine verilmiştir.
11. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin bozma ilamı doğrultusunda
araştırma yapan Mahkeme, 12/4/2013 tarihli ve E.2012/843, K.2013/334 sayılı
kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
“Tüm dosya kapsamının birlikte
değerlendirilmesi sonucunda, davanın işe iade istemi ile açıldığı, davacının iş
verene ait araç ile trafik kazası yaptığı, yeterli gerekçeyi içerir, denetime
elverişli mahkememizce benimsenen uzman bilirkişi heyet raporuna göre davacının
kazanın meydana gelmesinde birinci derecede kusurlu olduğu, alkol
raporunda<10 mg etanol olarak alkoldurumu
belirtilmiş ise de, bu miktarın altının ölçülememesi nedeniyle bu şekilde
belirtildiği ve Adli Tıp Uzmanı bilirkişi raporuna göre kaza anında alkol olup
olmadığının ve varsa miktarının tespitinin mümkün olmadığı, bu durumda
davacının alkolsüz olarak veya alkollü olsa [b]ile alkol düzeyinin kazaya
sebebiyet verecek düzeyde olmadığının kabulü gerektiği, buna göre meydana gelen
zarar miktarı davacının 30 günlük ücretinden fazla olsa bile hasarın sigorta
kapsamında karşılanmasının mümkün olduğu, böylecemeydana
gelen hasarın davacı için haklı fesih nedeni teşkil etmeyeceği, davacı
tarafından işe iade istemi ile süresi içinde dava açıldığı, davanın yasal
koşulları taşıdığı, davacının iş güvencesi hükümlerinden yararlanabileceği
kanaati ile davanın kabulüne, davacının çalışma süresi ve fesih nedenine göre
işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücreti belirlenmesine karar
[verilmiştir].”
12. Davalının temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 5/11/2013
tarihli ve E.2013/28891, K.2013/23421 sayılı ilamıyla söz konusu kararın
bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar
vermiştir. Anılan Yargıtay kararının gerekçesi şöyledir:
“Somut olayda, bozma ilamı doğrultusunda,
mahkemece, yapılan araştırma sonucunda adli tıp uzmanından alınan raporla,
davacının kaza sırasında alkollü olmadığının kabulü gerektiği anlaşılmıştır.
Buna göre alkollü araç kullanma iddiası ispatlanmamış olup, zararın sigortaca
karşılanamayacağına dair görüşün dayanağı kalmamış ise de,
zararın sigorta kapsamında giderilebilecek olması fesih için geçerli nedeni
ortadan kaldırmaz. Somut olayda davacının, tek taraflı olarak gerçekleşen
trafik kazası ile şirket aracını zarara uğrattığı sabit olup, asli kusurlu
olarak trafik kazasına sebebiyet vermek, işveren açısından geçerli fesih sebebi
oluşturur. Bu anlamda, mahkemece, feshin geçerli sebebe dayandığı kabul
edilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme
ile davanın kabulü yönünde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Belirtilen nedenlerle 4857 sayılı Kanun’un 20.
maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması
... gerekmiştir.”
13. Başvurucu, nihai kararı 7/4/2014 tarihinde haricen öğrenmiş;
10/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
14. 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran
işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş
sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya
da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe
dayanmak zorundadır...”
15. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesi şöyledir:
“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde
sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası
ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş
mahkemesinde dava açabilir. (İptal ibare: Anayasa Mah.nin 19/10/2005 tarihli ve
E. 2003/66, K. 2005/72 sayılı Kararı ile.) ... taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık
aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat
yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia
ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde
sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karar verir.”
16. 4857 sayılı Kanun’un 24. maddesi şöyledir:
“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren,
aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim
süresini beklemeksizin feshedebilir:
...
II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan
haller ve benzerleri:
...
ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden
işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da
eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz
günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.
…”
17. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 30. maddesi şöyledir:
“(1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve
düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla
yükümlüdür.”
18. 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama
usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili
hükümleri uygulanır.”
19. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun
7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü
uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve
taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam
olunarak esas hakkında hüküm verilir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 16/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
21. Başvurucu, iş akdinin feshi nedeniyle açtığı işe iade
davasında yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını, Yargıtay 9. Hukuk
Dairesinin bozma ilamı doğrultusunda araştırma yapan Mahkemenin davayı kabul
etmesine rağmen Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, olayla ilgili ceza soruşturma
dosyasında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı dikkate alınmadan ve
delillerin hatalı değerlendirilmesi neticesinde ilk bozma ilamını anlamsız
kılan gerekçelerle kararın bozulup davanın reddine kesin olarak karar
verildiğini, Yargıtay Daireleri arasındaki görüş ayrılığı nedeniyle usule
ilişkin kazanılmış hakkının ortadan kaldırıldığını belirterek Anayasa’nın 36.
maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş;
yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, açtığı davada yargılamanın
makul sürede sonuçlanmadığına ilişkin iddiasının makul sürede yargılanma hakkı
kapsamında, delillerin hatalı değerlendirilmesi nedeniyle adil olmayan karar
verildiğine ilişkin diğer iddialarının ise yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığı başlığı altında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
23. Başvurucu, iş akdinin haksız feshedildiği iddiasıyla açtığı
işe iade davasında Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin bozma ilamı doğrultusunda
araştırma yapan Mahkemenin davayı kabul etmesine rağmen Yargıtay 22. Hukuk
Dairesince, olayla ilgili ceza soruşturma dosyasında verilen kovuşturmaya yer
olmadığı kararı dikkate alınmadan ve delillerin hatalı değerlendirilmesi
neticesinde kararın bozulup davanın reddine karar verildiğini belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
25. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
26. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında
ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
27. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece
mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup
olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası derece
mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda
bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermesi ve bu
durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal
etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,derece mahkemesi
kararları bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
28. Somut olayda çalıştığı şirkete ait araçla trafik kazası
yapan başvurucunun iş akdi, alkollü vaziyette araç kullanıp kazaya sebebiyet
vererek şirketi zarara uğrattığı gerekçesiyle işveren tarafından feshedilmiş;
başvurucu, kaza anında alkollü olmadığını, bu sebeple feshin haklı nedene
dayanmadığını ileri sürerek işe iade istemiyle dava açmıştır. Söz konusu davada
başvurucu aleyhine verilen ilk karar Yargıtay 9. Hukuk Dairesince, başvurucunun
kaza anında alkollü olup olmadığı tereddütsüz şekilde belirlenmeden eksik
incelemeyle verildiği gerekçesiyle bozulmuştur.
29. Bozma üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkeme bu kez iş
akdinin haksız feshedildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiş ise de
kararın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, başvurucunun
çalıştığı şirkete ait araca verdiği zararın sigorta kapsamında giderilebilecek
olmasının iş akdinin feshi için geçerli nedeni ortadan kaldırmayacağı,
başvurucunun asli kusurlu olarak tek taraflı trafik kazasına sebebiyet
vermesinin işveren açısından geçerli fesih sebebi oluşturacağı, dolayısıyla
feshin geçerli nedene dayandığı kanaatiyle Mahkeme kararını bozarak davanın
reddine kesin olarak karar vermiştir. Dairenin başvuru konusu davaya ilişkin
delilleri değerlendirerek ulaştığı bu sonuç yönünden herhangi bir keyfîlik tespit edilmemiştir.
30. Başvurucu ayrıca Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin, dosyadaki
ilk bozma ilamını anlamsız kılan gerekçelerle Mahkeme kararını bozup davanın
reddine karar verdiğini, Yargıtay Daireleri arasındaki görüş ayrılığı nedeniyle
usule ilişkin kazanılmış hakkının ortadan kaldırıldığını ileri sürmüştür.
31. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında da belirtildiği
gibi aynı hukuki metne ilişkin olarak aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri
arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara
ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları
da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 45).
32. Kaldı ki başvuru konusu davada verilen ilk hükme ilişkin
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin bozma ilamında, Mahkemenin ne şekilde karar
vermesi gerektiği konusunda bir değerlendirme bulunmamakta olup hükmün eksik
incelemeye dayandığı, eksik hususların tamamlanarak sonuca göre yeniden
değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir (bkz. § 9). Bu açıdan anılan
bozma kararının başvurucu lehine hüküm verilmesini gerektirecek nitelikte
olmadığı anlaşılmaktadır.
33. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin gerekçesi ve başvurucunun
iddiaları incelendiğinde iddiaların özünün delillerin değerlendirilmesinde ve
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu görülmektedir.
34. Başvurucu; yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu
deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemeleri
tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğuna ilişkin bir bilgi ya
da kanıt sunmadığı gibi Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin kararında bariz takdir
hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilmemiştir.
35. Açıklanan nedenlerle yargılamanın sonucu itibarıyla adil
olmadığına ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
36. Başvurucu 26/1/2011 tarihinde açtığı davanın makul sürede
sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
38. Başvurucu, iş akdinin feshi nedeniyle açtığı işe iade davasında
yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.”
40. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
41. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir
hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18) Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından
ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve
haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında -ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle- Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM
içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara
Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını
oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhildir. Ayrıca davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten
Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul
sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulması gerektiği açıktır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
42. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu,
tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun
davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir
davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
43. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca
medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara
bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda işe iade istemiyle açılmış bir
davanın söz konusu olduğu görüldüğünden, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı
Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılamanın medeni hak
ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur.
44. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı, kural olarak uyuşmazlığı
karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle
davanın ikame edildiği tarihtir (Güher Ergun
ve diğerleri, § 50). Somut başvuru açısından bu tarih 26/1/2011’dir.
45. Sürenin bitiş tarihi ise yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu
kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin Yargıtay
22. Hukuk Dairesinin kesin nitelikte kararını verdiği 5/11/2013 olduğu
anlaşılmaktadır.
46. Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak yapılan
değerlendirmede -başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği çerçevesinde- gerek bireylerin ekonomik geleceği,
gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem dikkate alındığında, iş
uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesinde yargı organlarının özel bir itina
göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı
koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel
mahkemelerin dışında sözlü yargılama usulüne tabi özel bir iş yargılaması
sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün
olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013,
§ 59).
47. 6100 sayılı Kanun’un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe
girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve
bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarında da uygulanmak üzere basit yargılama
usulü getirilmiştir. Bu usul, yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk
işleyen, daha kısa ve kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve
işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (Nesrin Kılıç, §§ 64, 65).
48. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
yargılamanın 2 yıl 9 ay 10 günde tamamlandığı, yargılama sürecinin uzamasında
büyük oranda bilirkişi raporlarının temininde ve temyiz incelemeleri aşamasında
geçen sürelerin etkili olduğu görülmektedir.
49. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden başvuruya konu
yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde görüldüğü anlaşılmakla 4857 sayılı Kanun’da
yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin
uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usul
hükümleri içeren 6100 sayılı Kanun’a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu
olduğu ve 4857 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı
Kanun’un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi
gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (bkz. §§ 14,15).
50. 4857 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi
mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki
iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi
tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul
hükümlerinin dikkate alınmadığı gözönünde bulundurularak
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Metin Aydoğan, B. No: 2013/9717,
10/3/2015, §§ 31-43).
51. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı ve davanın
mahiyeti nedeniyle başvurucu açısından taşıdığı değer ile başvurucunun davadaki
menfaati dikkate alındığında somut başvuru açısından farklı bir karar
verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 2 yıl 9 ay 10 günlük
yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
52. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
53. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
54. Başvurucu yargılama sürecinde uğradığı manevi zararına
karşılık 50.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
55. Başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
56. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin 2 yıl 9 ay 10
günlük yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu
sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında başvurucuya net 2.600 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 2.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Malatya 1. İş Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.