TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HALAS ASLAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/4994)
|
|
Karar Tarihi: 16/2/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucu
|
:
|
Halas ASLAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Caner
YETKİN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Nisan 1993 doğumlu olup olay tarihinde İstanbul'da
bulunan Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun C-5 koğuşunda bir
başka suçtan tutuklu olarak bulunmaktadır.
9. Başvurucu ile birlikte aynı koğuşta tutuklu olarak bulunan ve
1994 doğumlu olan T.S.nin 19/1/2011 tarihinde ceza infaz kurumundaki bilgisayar
kursuna çıkartıldığı sırada, kurum görevlilerince hâl ve tavırlarının iyi
olmadığı gözlenmiştir. Bunun üzerine T.S. kurum psikoloğuyla görüştürülmüş ve
bu görüşmede cinsel istismara uğradığını beyan etmiştir. Bu anlatım üzerine
soruşturma başlatılmıştır.
10. Kartal Cumhuriyet Başsavcılığı 21/1/2011 tarihinde mağdur
sıfatıyla T.S.nin ifadesini almıştır. T.S. ifadesinde aynı koğuşta kaldığı
(aralarında başvurucunun da olduğu) üç kişinin 19/1/2011 tarihindekendisini
dövdüklerini, üzerine soğuk su döktüklerini ve fiili livatada (anal yoldan
cinsel istismar) bulunduklarını beyan etmiştir.
11. Başvurucu 24/1/2011 tarihinde Kartal Cumhuriyet
Başsavcılığında verdiği ifadesinde, T.S.ye vurduğunu ancak fiili livatada
bulunmadığını savunmuştur. İfade sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur.
12. Kartal Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 21/1/2011
tarihli raporda T.S.nin anal muayenesinde
"0.5 cm.lik fissür olduğu" ve buna göre "anal livataya maruz kaldığı" tespit
edilmiştir.
13. Nüfus kayıtlarına göre başvurucunun yanı sıra diğer
şüphelilerin de olay tarihinde çocuk olmaları dolayısıyla Kartal Cumhuriyet
Başsavcılığının 18/8/2011 tarihli fezlekesi ile soruşturma dosyası, çocuk ağır
ceza mahkemesine dava açılmak üzere Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiştir.
14. Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığının (Çocuk Bürosu) 13/10/2011
tarihli iddianamesiyle başvurucunun "basit kasten yaralama ve çocuğun
nitelikli cinsel istismarı" suçlarını işlediğinden bahisle
cezalandırılması istemiyle aynı yer çocuk ağır ceza mahkemesine kamu davası
açılmıştır. İddianamede, T.S.nin şikâyette bulunduğu başvurucunun dışındaki
diğer iki şüphelinin de aynı olay nedeniyle cezalandırılması talep edilmiştir.
15. Dava Üsküdar Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/315 sayılı
dosyası üzerinden görülmüştür. Mahkeme 9/12/2011 tarihli duruşmada sanık
S.D.nin savunmasını ve mağdur T.S.nin beyanlarını almış; başvurucunun da
aralarında olduğu sanıkların "yüklenen
suçun CMK nın 100/3-a-6 maddesinde yazılı suçlardan olması ve kuvvetli suç
şüphesi altında bulunmaları" gerekçesiyle tutuklanmalarına
karar vermiştir. Mahkemenin duruşmada hazır olmayan başvurucu hakkında
tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkardığı görülmektedir.
16. Başvurucu anılan karar doğrultusunda aynı Mahkemece
28/12/2011 tarihinde tutuklanmıştır.
17. Mahkemece 22/2/2012, 4/4/2012 ve 30/5/2012 tarihli
duruşmalarda ilk tutuklama kararındaki gerekçeler tekrar edilerek tutukluluğun
devamına karar verilmiştir.
18. Mahkeme 26/7/2012 tarihinde, sanıklardan R.D.nin doğum
yılının bir başka mahkeme tarafından 1984 olarak düzeltildiğini ve buna göre
suç tarihi itibarıyla on sekiz yaşını doldurmuş olduğunu, diğer sanıkların
eylemlerinin irtibatı dolayısıyla delillerin birlikte değerlendirilmesi
gerektiğini, davaya bakma hususunda genel görevli mahkeme olarak Kartal ağır
ceza mahkemelerinin görevli olduğunu belirtilerek tüm sanıklar yönünden
görevsizlik kararı vermiştir.
19. Yargılama Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/461 sayılı
dosyası üzerinden ve başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Mahkeme
6/12/2012 tarihli duruşmada başvurucunun savunmasını almış ve "yüklenen suçların vasıf ve mahiyeti, ceza
süreleri, mevcut delil durumuna göre kuvvetli suç şüphesinin bulunması,
tutuklama nedenlerinin varlığını devam ettirmesi, yüklenen suçun CMK'nun 100/3
maddesinde ön görülen suçlardan oluşu, tutuklama tedbirinin bu duruma göre
ölçülülüğünün devam etmesi" gerekçeleriyle başvurucunun tahliye
talebinin reddine karar vermiştir. Mahkemenin aynı gerekçelerle 28/12/2012
tarihli duruşmada da tutukluluğun devamına karar verdiği görülmektedir.
20. Kartal Adliyesinin kapatılmasıyla İstanbul Anadolu 7. Ağır
Ceza Mahkemesi olarak aynı dosya numarası üzerinden davanın görülmesine devam
olunmuştur. Başvurucu müdafii 18/4/2013 tarihinde yapılan duruşmada,
başvurucunun tutukluluğunun iki yıla yakın bir süredir devam ettiğini
belirterek uzun süredir devam eden tutukluluğun başvurucunun yaşı ve
uluslararası alanda yapılan sözleşme hükümleri gözönüne alınarak
sonlandırılmasını talep etmiştir. Mahkeme başvurucu müdafiinin talebini
reddetmiştir. Mahkemenin talebi reddederken ve daha sonra 12/6/2013, 6/8/2013,
8/10/2013, 4/12/2013, 26/2/2014 ve 26/3/2014 tarihlerinde yapılan duruşmalarda
tutukluluğun devamına karar verirken aynı gerekçeleri (bkz. § 19) tekrar ettiği
görülmektedir.
21. Başvurucu 26/3/2014 tarihli duruşmada verilen tutukluluğun
devamı kararına 1/4/2014 tarihinde itiraz etmiş;İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza
Mahkemesinin 7/4/2014 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar
verilmiştir.
22. Başvurucu 10/4/2014 tarihinde süresinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
23. Mahkeme 15/4/2014 tarihli duruşmada, "yüklenen suçun vasıf ve mahiyeti, ceza süresi,
mağdurun soruşturma aşamasındaki beyanı, anal livataya maruz kaldığına dair
rapor, ruh halinin bozulduğuna ilişkin rapor, tanık beyanı, düzenlenen
tutanaklar gibi delillere göre kuvvetli suç şüphesi delillerinin bulunması
tutuklama nedenlerinin varlığını devam ettirmesi, yüklenen suçun CMK'nun 100/3
maddesinde ön görülen suçlardan oluşu, tutuklama tedbirinin bu duruma göre
ölçülülüğünün devam etmesi" gerekçeleriyle tutukluluğun
devamına karar vermiştir. Anılan kararda adli kontrol tedbirinin yetersiz
kaldığına da değinilmiştir.
24. Öte yandan başvurucunun yargılandığı davada; Üsküdar Çocuk
Ağır Ceza Mahkemesi 14/10/2011 tarihinde, Adli Tıp Kurumu (ATK) 6. İhtisas
Kurulu Başkanlığına yazı yazarak mağdur T.S.nin beden ve ruh sağlığının bozulup
bozulmadığı hususunda rapor aldırılacağından muayene için randevu verilmesini talep
etmiştir. ATK, randevu günü olarak 11/6/2012 tarihini Mahkemeye bildirmiştir.
Mahkeme 22/2/2012 tarihinde, "mağdurun
korunmaya ihtiyacı bulunan çocuk ve sanığın da suç tarihinde 18 yaşından küçük
olduğunu" belirterek randevu gününün öne alınmasını talep etmiş
ancak ATK'ce randevu gününün değiştirilmediği 6/3/2012 tarihinde Mahkemeye
bildirmiştir. Mahkeme, beden ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığının tespiti
için mağdur T.S.yi bu kez 9/4/2012 tarihinde Marmara Üniversitesi Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Başhekimliği Çocuk Koruma Birimine (Hastane) sevk etmiştir.
Hastane 9/1/2013 tarihinde, rapor tanzimi için bir başka hastanedeki tedavi
kayıtlarının temin edilmesi gerektiğini (davanın görevsizlik kararı ile
gönderildiği) Kartal 3. Ağır Ceza Mahkemesine bildirmiştir. Yapılan yazışmalar
sonunda Hastanece 2/9/2013 tarihinde düzenlenen rapor 30/10/2013 tarihinde
Mahkemeye gönderilmiştir. Mahkemece 4/12/2013 tarihli duruşmada okunan raporda "olay sonrasında, çocukta Travma Sonrası Stres
Bozukluğu ve Majör Depresif Bozukluk geliştiği ve çocuğun ruh sağlığının
bozulduğu, bu ruh sağlığı bozukluğunun yaşadığı cinsel saldırı olayı ile
kuvvetle ilişkilendirildiği" belirtilmiştir.
25. İstanbul Anadolu 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2/5/2014 tarihli
kararı ile başvurucunun "kasten yaralama" suçundan beraatına;
"çocuğun nitelikli cinsel istismarı" suçundan 8 yıl 4 ay hapis
cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin bu sonuca ulaşırken
26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 103. maddesinin (2) ve
(6) numaralı fıkraları ile aynı Kanun'un 31. maddesinin (3) numaralı fıkrasını
uyguladığı görülmektedir. Mahkeme hükümle birlikte "verilen ceza süresi ve [suçun] CMK'nun 100/3 maddesinde düzenlenen suçlardan
olması" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına da karar
vermiştir.
26. Anılan karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 12/1/2015 tarihli kararı ile hükmün (ceza süresi
değiştirilmeksizin) düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. 5237 sayılı Kanun'un "Tanımlar"
kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Ceza kanunlarının uygulanmasında;
...
b) Çocuk deyiminden; henüz onsekiz yaşını
doldurmamış kişi,
...
Anlaşılır."
28. 5237 sayılı Kanun'un "Yaş
küçüklüğü" kenar başlıklı 31. maddesinin (3) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Fiili işlediği sırada onbeş yaşını
doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde onsekiz yıldan
yirmidört yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu
hâlde her fiil için verilecek hapis cezası oniki yıldan fazla olamaz."
29. 5237 sayılı Kanun'un "Çocukların
cinsel istismarı" kenar başlıklı 103. maddesinin (18/6/2014
tarihli ve 6515 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un 59. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâli)
ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden
kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel
istismar deyiminden;
a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış
olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği
gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit,
hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen
cinsel davranışlar,
Anlaşılır.
(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair
bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
...
(6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh
sağlığının bozulması halinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına
hükmolunur."
30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar
başlıklı 100. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli
veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi
beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni
var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya
değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda
kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununda yer alan; (2)
...
4. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
..."
31. 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama
kararı" kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka
gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten
hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.)
Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin
reddine ilişkin kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa
sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine
verilir ve bu husus kararda belirtilir."
32. 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli
veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı 104.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her
aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir"
33. 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun
incelenmesi" kenar başlıklı 108. maddesi şöyledir:
"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla
tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri
göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar
verilir.
(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi,
yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.
(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan
sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya
koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen
süre içinde de re'sen karar verir."
34. 5271 sayılı Kanun'un
"Adlî Kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Bir suç sebebiyle yürütülen
soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı
halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar
verilebilir."
35. 5271 sayılı Kanun'un
"Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
"Suç soruşturması veya kovuşturması
sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında
yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
...
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında
hüküm verilmeyen,
...
Kişiler, maddî ve manevî her türlü
zararlarını, Devletten isteyebilirler."
36. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat
isteminin koşulları" kenar başlıklı 142. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin
ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin
kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde
bulunulabilir."
37. 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı 3.
maddesinin (1) ilgili bölümü şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında;
a) Çocuk: Daha erken yaşta ergin olsa bile,
onsekiz yaşını doldurmamış kişiyi,
.. .
İfade eder."
B. Uluslararası Hukuk
1. Sözleşme Metinleri
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" başlıklı
5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü ve (3) numaralı fıkrası
şöyledir:
"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına
sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun
olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:
...
c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek
için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten
sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin
varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve
tutulması;
...
3. İşbu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen
koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkesin ... makul bir süre içinde
yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir.
Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat
şartına bağlanabilir."
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin İçtihadı
39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre tutukluluk
süresinin makul olup olmadığı soyut olarak değerlendirilemez. Bu
değerlendirmenin her olayın şartlarına göre yapılması zorunludur. Bir olayda
tutukluluğun devamı, masumiyet karinesine rağmen kişi özgürlüğü kuralına karşı
üstün gelen gerçek bir kamu yararı bulunduğuna dair olaya özel belirtilerin
bulunması hâlinde haklı görülebilir. Sanığın tutukluluğunun makul süreyi
aşmamasını sağlamak, ilk önce ulusal yargı makamlarına düşen bir görevdir. Bu
amaçla ulusal makamlar, masumiyet karinesine gereği gibi özen göstererek, kişi
özgürlüğü kuralından ayrılmayı gerektirecek nitelikte kamu yararını haklı kılan
gerçek bir ihtiyacın varlığının lehine ve aleyhine ileri sürülen bütün olayları
incelemek ve bunları başvurucunun salıverilme taleplerine karşı verdikleri
kararlarda göstermek zorundadırlar (Labita/İtalya
[BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 152).
40. AİHM, Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c)
bendi uyarınca, yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde,
kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın
huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000,
§ 50; Wloch/Polonya, B. No:
27785/95,19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadjı/ Moldova [BD], (B.
No: 23755/07, 5/7/2016) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama
kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında
tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle
ortaya konulması gerekir.
41. AİHM, tutukluluğun devamını meşru kılan makul dört temel
neden belirlemiştir. Sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62,
10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra
adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi
(Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64,
27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64,
10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7), kamu düzenini bozma tehlikesi (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86,
26/6/1991, § 51).
42. Öte yandan AİHM ulusal mahkemelerin tutukluluğa ilişkin
gerekçelerinin ilgili ve yeterli olduğu takdirde, yetkili ulusal makamların
davanın yürütülmesinde "özel bir ihtimam" gösterip göstermediğini de
incelemektedir (Labita/İtalya, §
153). Tutuklu sanık, davasına öncelik verilmesi ve davasının makul bir sürede
sonuçlandırılması hakkına sahiptir. Tutuklu davanın görülmesinde özen
gösterilip gösterilmediği belirlenirken soruşturmanın karmaşıklığı ve özel
nitelikleri dikkate alınmalıdır (Scott/İspanya,
B. No:21335/93, 18/12/1996, § 74).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Mahkemenin 16/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu; yargılandığı davada yapılan on yedi duruşma
boyunca yaşı gözönüne alınmaksızın hukuka aykırı olarak tutukluluğun devamına
karar verildiğini, tutuklandığı tarihte çocuk olduğunu, uzun süredir devam eden
tutukluluğun ölçülülük ilkesiyle bağdaşmadığını ileri sürmüş ve tahliyesiyle
birlikte tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
45. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve yedinci fıkraları
şöyledir:
"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya
değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan
ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir ...
...
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir."
46. Başvurucu, bireysel başvuru formu ve eklerinde hangi temel
hak ve özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır.
Anayasa Mahkemesi, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, §
16). Bu itibarla başvurucunun, tutukluluğun makul süreyi aştığına yönelen
şikâyetinin Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
47. Anayasa Mahkemesi, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süre
veya makul süreyi aştığı iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda, bireysel
başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucu tahliye edilmiş veya ilk
derece mahkemesi kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiş ise dava
sonuçlanmış olsun (Hamit Kaya, B.
No: 2012/338, 2/7/2013, §§ 45-50) ya da olmasın (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§ 48-62;
İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500,
29/9/2016,§§ 33-45) 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat
davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna
varmıştır.
48. Bununla birlikte tüketilmesi gereken başvuru yollarının her
şeyden önce ulaşılabilir olmaları gerekmektedir. Dolayısıyla mevzuatta bu
yollara yer verilmesi tek başına yeterli değildir. Anayasa Mahkemesi,
tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak bireysel başvurunun
karara bağlandığı tarih itibarıyla tazminat talebinde bulunulması için Kanun'da
öngörülen sürenin geçtiği durumlarda, bu tazminat yolunun ulaşılabilir
olmadığını ve tüketilmesinin gerekmediğini belirtmiştir (Abdullah Akyüz [GK], B. No: 2013/9352,
2/7/2015, §§ 45-50).
49. Somut olayda hakkındaki mahkûmiyet hükmü 12/1/2015 tarihinde
kesinleşen başvurucunun, bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih itibarıyla
tazminat talebinde bulunması için 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinde
öngörülen dava açma süresi geçmiş bulunmaktadır (bkz. § 36). Bu nedenle söz
konusu tazminat yolunun tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiası bakımından
ulaşılabilir olmadığı ve dolayısıyla başvurucunun mağduriyetini giderebilecek
nitelikte tüketilmesi gereken bir başvuru yolunun bulunmadığı açıktır.
50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
51. Somut olayda bir süre tutuklu kalan başvurucunun kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
52. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar ... ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz."
53. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa'nın 19. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
54. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa'nın19.
maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha
fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup
olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
55. Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin ancak
kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan Anayasa'nın 19.
maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların
şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralına yer verilmiştir.
Anayasa'nın, 13. maddeyle tüm temel ve hak özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin
getirdiği "kanunilik" şartını, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
yönünden 19. maddede ayrıca belirttiği görülmektedir. Bu bağlamda birbirleriyle
uyumlu olan Anayasa'nın 13. ve 19. maddeleri uyarınca kişi hürriyetine ilişkin
müdahale olarak tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 43).
56. Başvurucu, yargılandığı davada isnat edilen "çocuğun
nitelikli cinsel istismarı" suçu dolayısıyla 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesi uyarınca tutuklanmış ve hakkında ilk derece mahkemesince mahkûmiyet
kararının verildiği 2/5/2014 tarihine kadar tutukluluk hâli devam
ettirilmiştir. Bu nedenle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
tutuklama ve tutukluluğun devamı suretiyle yapılan müdahalenin kanuni bir
temeli bulunmaktadır.
ii. Meşru Amaç
(1) Genel İlkeler
57. Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin
yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
sınırlanabileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Anayasa'nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasında, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir sınırlama
olarak tutuklamaya kimler hakkında, hangi hâllerde ve kimin tarafından karar
verileceği açıklanmıştır. Maddede, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişilerin ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen
diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri belirtilmiştir.
58. Buna göre tutuklama, ancak "suçluluğu hakkında kuvvetli
belirti bulunan kişiler" bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla
tutuklamada meşru bir amacın olması için ön koşul, kişinin suçluluğu hakkında
kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Maddede ayrıca tutuklamanın "kaçma"
ya da "delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini" önlemek amacıyla
verilebileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte Anayasa koyucu, tutuklama
nedenlerine ilişkin olarak "bunlar gibi
tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde" ibaresine
yer vermek suretiyle hem tutuklama nedenlerinin Anayasa'da ifade edilenlerle
sınırlı olmadığını belirtmiş hem de bunların dışında bir tutuklama nedeninin
ancak kanunla düzenlenmesini mümkün kılmıştır. Anayasa'nın, tutuklamanın meşru
nedenlerinin belirlenmesi bakımından kanun koyucuya takdir hakkı tanıdığı
görülmektedir.
59. Tutuklama nedenlerinin düzenlendiği 5271 sayılı Kanun'un
100. maddesinde; kişilerin ancak haklarında suç işlediklerine dair kuvvetli
şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması
hâlinde tutuklanabileceği belirtildikten sonra tutuklama nedenleri sayılmıştır.
Buna göre şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini
uyandıran somut olguların bulunması; şüpheli veya sanığın davranışlarının
delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme; tanık, mağdur veya başkaları
üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe
oluşturması hâllerinde tutukluluk kararı verilebilecektir. Maddede ayrıca
işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması şartıyla tutuklama nedeninin
varsayılabileceği suçlara ilişkin bir liste bulunmaktadır (AİHM kararlarına
göre tutuklama nedenleri için bkz. § 41).
60. Böylece tutuklama nedenleri Anayasa'nın 19. maddesiyle
birlikte 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde sınırlı bir şekilde sayılmış
olduğundan, bunların dışında bir nedenle tutuklama ya da tutukluluğun devamı
kararı verilmesi hâlinde tutmanın meşru amacının bulunduğundan söz
edilemeyecektir.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
61. Başvurucu hakkında verilen tutukluluğa ilişkin kararlar
incelendiğinde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun ifade edildiği ve tutuklama
nedeni olarak isnat edilen suçun5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında yer alan ve Kanun gereği "tutuklama nedeni
varsayılabilen" suçlar arasında olmasına, suçun niteliğine, suça ilişkin
Kanun'da öngörülen cezanın süresine ve tutuklama tedbirinin ölçülü olmasına
dayanıldığı görülmektedir.
62. Bu nedenle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
yönelik tutuklama ve tutukluluğun devamı suretiyle yapılan müdahalenin Anayasa
ve Kanun'un öngördüğü anlamda meşru bir amacı bulunmaktadır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
63. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı devletin, bireylerin
özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir
haktır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK],
B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 62).
64. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci
ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin
hürriyetlerinden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır.
Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa'nın
anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı
hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, §
42).
65. Kişilerin fiziksel hürriyetlerini güvence altına alan
Anayasa'nın 19. maddesinin, kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkân tanığı
durumlardan biri de üçüncü fıkrada düzenlenen tutuklama tedbiridir.
66. Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza
soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, makul sürede yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip
olduğu belirtilmiştir. Anılan fıkrada güvence altına alınan "makul sürede
yargılanmayı" ve "serbest bırakılmayı" isteme haklarının,
birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısı olarak değerlendirilmeleri gerekir.
67. Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan
"serbest bırakılmayı" isteme hakkı uyarınca bir ceza soruşturması
veya kovuşturması kapsamında tutuklu olan kişiler, ilgili yargı mercilerinden
serbest bırakılmalarına karar verilmesini talep edebilirler. Bu hakkın bir
yansıması olarak 5271 sayılı Kanun'un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrasında
şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında
salıverilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Yine aynı Kanun'un 108.
maddesininde tutukluluğun soruşturma ve kovuşturma evrelerinde belirli süreleri
aşmayacak şekilde resen incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Yargı
organlarınca, tutukluluğun her aşamasında gerek kişinin serbest bırakılma
talebi üzerine, gerekse resen yapılan incelemelerde, tutulmanın meşru
nedenlerinin açıklanması Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının bir
gereğidir (konuya ilişkin AİHM'in yaklaşımı bakımından bkz. §§ 39, 40).
68. Anılan maddede ayrıca tutuklanan kişilerin "makul
sürede yargılanmayı" isteme haklarına sahip olduğu ifade edilmiştir. Genel
olarak yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, Anayasa'nın 36. maddesi
ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının konusudur. Kişilerin
fiziksel hürriyetlerinin kısıtlanmasına ilişkin güvencelerin belirtildiği
Anayasa'nın 19. maddesine göre öncelikle tutukluluğun makul süreyi aşmaması
gerekir. Bununla birlikte maddenin tutuklu olarak sürdürülen yargılamanın makul
sürede sonuçlandırılması gerektiğine ayrıca işaret ettiği de görülmektedir.
69. Hürriyeti kısıtlanarak yargılanan kişinin yargılamanın makul
sürede bitirilmesindeki menfaati, işin doğası gereği diğerlerine göre daha
fazladır. Bu bağlamda Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında belirtilen
tutuklu kişinin "makul sürede yargılanma" hakkı, Anayasa'nın 36.
maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul
sürede yargılanma hakkına göre daha yüksek bir koruma sağlamaktadır.
70. Buna göre tutuklu olarak sürdürülen soruşturma ve kovuşturma
süreçlerinin süratle sonuçlandırılması gerekir. Bunun için başta savcılıklar ve
mahkemeler olmak üzere tüm kamu organları, tutuklu olarak sürdürülen
soruşturma/kovuşturma süreçlerinin -adil yargılanma hakkının sağladığı
güvencelere riayet edilmek koşuluyla- süratli bir şekilde sonuçlandırılması
için özenli davranmalıdırlar (konuya ilişkin AİHM'in yaklaşımı bakımından bkz.
§ 42).
71. Anılan özen yükümlülüğü, kişinin hürriyetinden yoksun
bırakılmaya devam edilmesinin keyfî olmadığının, dolayısıyla kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkına yönelik müdahalenin meşru amacının devam ettiğinin
söylenebilmesi için zorunludur. Bu itibarla tutuklu kişiler hakkındaki
soruşturma/kovuşturma süreçlerinin özenli olarak yürütülmesi Anayasa'nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasında güvence altına alınmıştır.
72. Diğer taraftan Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve
özgürlüklere yönelik sınırlamaların "ölçülülük" ilkesine aykırı
olamayacağı belirtilmiştir. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer
alan "tutuklamayı zorunlu kılan" ibaresiyle
de tutuklamanın ölçülü olması gerektiğine işaret edilmektedir. Anılan Anayasa
hükümlerine paralel bir şekilde, 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde; işin
önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması
hâlinde, tutuklama kararı verilemeyeceği ifade edilmiştir.
73. Ölçülülük ilkesinin amacı temel hak ve özgürlüklerin,
gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları
uyarınca amaç ve araç arasında makul bir ilişkinin bulunmasını, diğer bir
deyişle yapılan sınırlamayla sağladığı yarar arasında hakkaniyete uygun bir
dengenin bulunması gereğini ifade eden ölçülülük ilkesinin, sınırlayıcı önlem
ile sınırlama amacı arasındaki ilişkinin denetiminde, önlemin sınırlama amacına
ulaşmaya elverişli olup olmadığını saptamaya yönelik "elverişlilik",
sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşma ve demokratik toplum düzeni
bakımından zorunlu olup olmadığını arayan "zorunluluk", ayrıca amaç
ve aracın ölçüsüz bir oranı kapsayıp kapsamadığını, bu yolla ölçüsüz bir
yükümlülük getirip getirmediğini belirleyen "oranlılık" ilkeleri
olmak üzere üç alt ilkesi bulunmaktadır (AYM, E.2013/57, K.2013/162,
26/12/2013).
74. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan "ölçülülük"
ilkesini gözetmek öncelikle tutuklamayı yapan ve tutuklamayı devam ettiren
yargı mercilerinin görevidir. Bu nedenle bir ceza soruşturması veya
kovuşturması kapsamında uygulanan ya da sürdürülen tutuklama tedbirinin ölçülü
olup olmadığı öncelikle tutukluluğa ilişkin kararların gerekçeleri üzerinden
tespit edilebilir (Murat Narman, §
62).
75. Tutukluluğa ilişkin kararların gerekçelerinde, tutuklamanın
ön şartı olan "kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti
bulunduğunun" ayrıca "tutuklama nedenlerinin" ortaya konulması
gerekmektedir. Bu husus tutuklama kararlarının düzenlendiği 5271 sayılı
Kanun'un 101. maddesininde de ifade edilmiştir. Buna göre tutuklamaya,
tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin
kararlarda; kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını ve
tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla
gerekçelendirilerek açıkça gösterilecektir.
76. Kuvvetli suç şüphesi, tutuklama için bir ön şart olup
varlığını tutukluluğun her aşamasında korumalıdır. Tutmanın bir amacı da kişi
hakkındaki şüpheleri teyit etmek veya çürütmek suretiyle ceza soruşturmasını /
kovuşturmasını ilerletmektir (Dursun Çiçek,
B. No: 2012/1108, 16/7/2014, § 87). Başlangıçtaki bir tutuklama için
kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun, tüm delilleriyle birlikte ortaya
konulması her zaman mümkün olmayabilir (Mustafa
Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73; Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No:
2014/14061, 8/4/2015, § 84). Bununla birlikte soruşturma/kovuşturma süreci
ilerledikçe kişi hakkındaki suç şüphesini doğrulayacak ya da ortadan kaldıracak
delillere erişilecektir. Bu nedenle belirli bir süre geçtikten sonra
tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun
somut olgularla birlikte açıklanması gerekir. Tutukluluğun herhangi bir
aşamasında, kişinin tutuklu olduğu suç yönünden kuvvetli suç şüphesini gösteren
olgular ortadan kalkmışsa artık tutmanın meşru bir amacının bulunduğu
söylenemez.
77. Başlangıçtaki bir tutuklama için işin doğası gereği Anayasa
ve Kanun'da öngörülen tutuklama nedenlerinin soyut olarak belirtilmesi yeterli
görülebilir. Ancak soruşturma / kovuşturma sürecinde deliller toplandıkça artık
delillere etki edilebilmesi imkânı ortadan kalkmakta ya da zorlaşmaktadır.
Ayrıca isnat edilen suç dolayısıyla belirli bir süre hürriyetinden yoksun kalan
ve bu itibarla yargılama sonunda alınması muhtemel cezanın en azından bir
bölümünü karşılayacak kadar tutulan kimsenin kaçma ihtimalinin başlangıçtakine
göre azaldığı da söylenebilir. Bu nedenlerle belirli bir süreyi aşan
tutukluluğa ilişkin devam kararlarında tutuklama nedenlerinin soyut olarak
belirtilmesi yeterli değildir(Hanefi Avcı, B.
No: 2013/2814, 18/6/2014, § 70).
78. Bu kararlarda tutuklama nedenlerinin somut olgulara dayalı
olarak açıklanması ve bu nedenlerin olayın koşullarında neden zorunlu olduğunun
ortaya konulması gerekir. Tutukluluk devam ettikçe bir taraftan bireye düşen
yükümlülük artarken diğer taraftan tutulmanın dayandığı meşru amaç
zayıfladığından, tutuklulun devamı kararlarında davanın genel durumunun
yanında, tutuklu kişinin özel durumu da dikkate alınmalı, bu anlamda tutuklama
nedenleri kişiselleştirilmelidir (Hanefi Avcı,
§ 84). Tutukluluğun devamı ancak Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü
fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." ifadeleriyle güvence
altına alınan ve esasında hukukun temel ilkelerinden biri olan "masumiyet
karinesi"ne rağmen, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına üstün gelecek
şekilde tutmanın adaletin işleyişi bakımından gerekli olduğunun dayanaklarıyla
birlikte açıklanması durumunda haklı bulunabilir.
79. Suç işlemekle itham edilen kişiler hakkında,
"ölçülülük" ilkesi uyarınca en genel ifadeyle adaletin iyi işlemesi
meşru amacının sağlanması bakımından tutuklamaya alternatif diğer koruma
tedbirlerinin yeterli olup olmadığının incelenmesi gerekir. 5271 sayılı
Kanun'un 109. maddesinde öngörülen adli kontrol yükümlülükleri tutuklamaya göre
temel hak ve hürriyetlere daha hafif etkide bulunan koruma tedbirleridir.
Dolayısıyla tutukluluğun ölçülü olduğunun söylenebilmesi için buna ilişkin
kararlarda öncelikle adli kontrol tedbirlerinin tutuklama ile ulaşılmak istenen
meşru amaç bakımından neden yeterli olmadığı ortaya konulmalıdır. Bu husus
tutuklama istemleri yönünden 5271 sayılı Kanun'un 101. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ifade edilmiştir.
80. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir
ilke çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir kişinin tutuklu olarak
bulundurulduğu sürenin makul olup olmadığı, her davanın kendi özelliklerine
göre değerlendirilmelidir (Murat Narman, §
61).
81. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı,
başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan
tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak
kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği
tarihtir (Murat Narman, § 66).Bu
bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler tutukluluk süresinin
değerlendirmesinde dikkate alınmaz. Ancak temyiz incelemesi sonunda bozma
kararı verilirse bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya
dönüşeceğinden bozma sonrası ilk derece mahkemesi önünde geçen süre
değerlendirmede dikkate alınacaktır (Savaş
Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 42).
82. Tutukluluğun uzun sürdüğü veya makul süreyi aştığı
şikâyetiyle yapılan bireysel başvurularda, derece mahkemelerince verilen
tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda açıklanan gerekçeleri
inceleyerek bu gerekçelerin somut olayın özelliklerine göre ilgili ve yeterli
olup olmadığını ayrıca yukarıda belirtilen özen yükümlülüğüne uyulup
uyulmadığını incelemek Anayasa Mahkemesinin görevidir.
83. Bu denetim sonunda tutukluluğa ilişkin gerekçelerin,
başvurucuların hürriyetlerinin kısıtlanmasının meşru nedenlerinin ortaya
konulması bakımından ilgili ve yeterli olmadığı veya tutuklu olarak sürdürülen
soruşturma/kovuşturma süreçlerinin kamu organlarının özen yükümlülüğü ile
bağdaşmayan tutumları nedeniyle tamamlanmadığı kanaatine varılırsa tutukluğun
makul süreyi aştığı sonucuna ulaşılacaktır.
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
84. Başvurucu, bir başka suçtan tutuklu olarak bulunduğu çocuk
ceza infaz kurumunda, aynı koğuşta birlikte kaldığı ve olay tarihinde 18
yaşından küçük olan bir erkek çocuğa karşı cebir kullanarak cinsel istismarda
bulunmakla suçlanmıştır. Başvurucu, Nisan 1993 doğumlu olup isnat edilen suçun
işlendiği tarihte (19/1/2011) 18 yaşından küçüktür (17 yıl 9 ay). Başvurucu
hakkında verilen mahkûmiyet hükmünde yaş küçüklüğü nedeniyle ceza indiriminin
uygulandığı görülmektedir (bkz. § 25).
85. Bununla birlikte başvurucu, soruşturma aşamasında değil,
kovuşturma aşamasında 9/12/2011 tarihinde çıkarılan tutuklamaya yönelik
yakalama emri uyarınca 28/12/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Buna göre
başvurucu, tutuklandığı tarihte 18 yaşını doldurmuş olup çocuk değildir (bkz.
§§ 27, 28, 37).
86. Tutuklu olarak sürdürülen yargılama sonunda ilk derece
mahkemesinin 2/5/2014 tarihli kararı ile başvurucunun mahkûmiyetine ve hükümle
birlikte tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Böylece başvurucunun bir suç
isnadına bağlı olarak tutulması, mahkûmiyet tarihinde sona ermiştir. Anılan
mahkûmiyet hükmünün Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği; böylece
başvurucunun tutulmasının yeniden suç isnadına bağlı hâle dönüşmediği
görülmektedir. Buna göre başvurucu 28/12/2011-2/5/2014 tarihleri arasında 2 yıl
4 ay 4 gün süreyle bir suç isnadına bağlı olarak hürriyetinden yoksun
bırakılmıştır.
87. Başvurucunun isnat edilen "çocuğun cinsel
istismarı" suçu yönünden kuvvetli suç şüphesi altında bulunduğu ilk
tutuklama kararı da dâhil olmak üzere tutukluluğa ilişkin tüm karalarda
vurgulanmıştır. Başvurucu hakkında verilen 15/4/2014 tarihli tutukluluğun
devamı kararında suç şüphesine ilişkin "mağdurun
soruşturma aşamasındaki beyanı, anal livataya maruz kaldığına dair rapor, ruh
halinin bozulduğuna ilişkin rapor, tanık beyanı, düzenlenen tutanaklar" gibi
somut delillere atıfta bulunulmuştur. Anılan delillerin içeriği dikkate
alındığında, tutukluluğun ön şartı olan kuvvetli suç şüphesi yönünden mahkeme
kararlarının açıklayıcı ve yeterli olduğu görülmektedir.
88. Derece mahkemelerinin gerekçelerinde yer alan tutuklama nedenlerine
ilişkin açıklamalar incelendiğinde, öncelikle suçun 5271 sayılı Kanun'un 100.
maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve Kanun gereği "tutuklama
nedeni varsayılabilen" suçlar arasında olmasına değinildiği, ayrıca suçun
niteliğine, suça ilişkin Kanun'da öngörülen cezanın süresine ve tutuklama
tedbirinin ölçülü olmasına dayanıldığı görülmektedir. Kişinin mahkûmiyeti
hâlinde alacağı hapis cezanın ağırlığı, kaçma şüphesinin varlığına işaret eden
durumlardan biridir. Başvurucunun suç işleme eğilimi ve suçun niteliği (çocuk
yaştaki mağdurun maddi ve manevi bütünlüğüne yönelik ağır bir saldırı olması)
de dikkate alındığında, mahkemelerce verilen tutukluluğun devamı kararlarındaki
gerekçelerin, tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve tutulmanın meşruluğunu
haklı gösterecek özen ve içerikte olduğu; dolayısıyla tutukluluk hâlinin
devamına ilişkin bu gerekçelerin tutukluluk süresi dikkate alındığında ilgili
ve yeterli olduğu sonucuna varılmıştır.
89. Öte yandan başvurucuya isnat edilen "çocuğun cinsel
istismarı" suçunun niteliğinin ve uygulanacak Kanun maddelerinin
belirlenmesi bakımından mağdurun ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığının
tespit edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır (bkz. § 29). Bu hususta rapor
düzenlenmesine ilişkin olarak başlatılan sürecin tamamlanmasında bir gecikmenin
olduğu görülmekle birlikte anılan rapor bir kimsenin uğradığı cinsel istismar
dolayısıyla ruh sağlığının bozulup bozulmadığı gibi karmaşık ve zor bir konuya
ilişkindir. Bu yönde bir sonuca varılması için birçok tıbbı belgenin temin
edilip incelenmesinin yanı sıra farklı alanlardaki uzmanların görüşüne de
ihtiyaç duyulabilmektedir. Ayrıca bir kimsenin uğradığı cinsel istismar
dolayısıyla ruh sağlığında yaşanan etkilenmenin "bozulma" düzeyine
ulaşıp ulaşmadığının tespiti için olay tarihinden sonra belirli bir sürenin
geçmiş olması da gerekebilmektedir. Diğer taraftan Mahkeme, anılan raporun
düzenlenmesi için süreci hızlandırma bakımından gayret göstermiştir (bkz. §
24). Bu itibarla genel olarak davanın yürütülmesinde derece mahkemelerince bir
özensizlik gösterildiği tespit edilmemiştir.
90. Başvurucu hakkındaki tutukluluğun devamına ilişkin derece
mahkemelerince açıklanan gerekçelerin hürriyetten yoksun bırakılmanın meşru
nedenlerinin belirtilmesi bakımından ilgili ve yeterli olması ve davanın
yürütülmesinde bir özensizliğin bulunmaması dikkate alındığında 2 yıl 4 ay 4
günlük tutukluluk süresinin somut olayın koşullarında makul olduğu sonucuna
varılmıştır.
91. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasına ilişkin olarak
Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.