|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
MEHMET ÇAKIR BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2014/5121)
|
Karar Tarihi: 16/2/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Şermin
BİRTANE
|
Başvurucu
|
:
|
Mehmet ÇAKIR
|
Vekili
|
:
|
Av. Faruk
AYGIN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden
(TSK) ilişiğinin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 2009 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında
astsubay olarak göreve başlamıştır. Evli değildir.
9. Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelenisimsiz bir ihbar üzerine
bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire
Başkanlığı tarafından İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti konusunda idari
tahkikat başlatılmıştır.
10. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine
sunulmuş belgelere göre "İstihbarata Karşı Koyma" (İKK) zafiyeti kapsamında ilgili askerî
personelin ifadeleri alınmıştır. İfade tutanaklarında, "ifadeyi alan"
ve "ifadeyi yazan" kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır.
Başvurucuya ait ifade tutanağında, bugüne kadar nerelerde görev yaptığı,
kimlerle kaldığı sorulmuştur. Ayrıca bugüne kadar İnternet aracılığıyla veya
yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu bayanların kimler olduğu ve bu
bayanlardan kendisinden bilgi almaya çalışan olup olmadığı sorulmuştur. Bunun
yanı sıra, bugüne kadar grup seks yapıp yapmadığı, cinsel ilişkilerini kayda
alıp almadığı sorulmuştur. Başvurucunun imzalamış olduğu 25/6/2012 tarihli
ifade tutanağında çok sayıda bayanla cinsel ilişki yaşadığını, bunlardan
bazılarını bayanların haberi olmadan kayda aldığını söylediği belirtilmiştir.
11. Tahkikat sonucunda hazırlanan İstihbarat Raporunda,
başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı
davranış kapsamında olduğu belirtilerek TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi
teklifi getirilmiştir.
12. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 14/11/2012
tarihinde, 7/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel
Kanunu'nun 94. maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir.
13. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır.
14. Başvurucu dava dilekçesinde istihbaratçı personellerin
kendisini birlik içinde görüşmeye çağırdığını, iki, üç saat kadar sıcak havada,
pencereleri kapalı küçük bir odada bekletildiğini, fenalaşma noktasına geldiği
hâlde temiz hava almasına izin verilmediğini, görüşmeye başlandığında
ifadesinin alındığının söylenmediğini, ne için beyanda bulunduğunu bilmediği
gibi ifadesinin işlem tesisine esas alınacağını da bilmediğini, psikolojik
baskı altında ifade verdiğini belirtmiştir. Başvurucu, heyecan ve şaşkınlık
içinde olduğu için tutanağı okumadan imzaladığını ayrıca hukuka aykırı şekilde
elde edilen delillerin disiplin soruşturması dosyasına dâhil edilmesinde özel
bir kasıt bulunduğunu ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu, takdir
belgelerinin bulunduğunu, hiç bir disiplin cezası bulunmadığını, özel yaşamına
ait unsurların kurum disiplin ve düzenini tehdit eden bir yönü bulunmadığını
iddia etmiştir.
15. AYİM, oy çokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM'e göre başvurucuya
isnat edilen davranışlar, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı
davranış kapsamındadır ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam
ettirmesi uygun değildir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve
hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında,
başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin
soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt
bulunmadığı belirtilmiştir.
16. Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üye, istihbarat
şube elemanları tarafından tespit edilen soyut ifadeler esas alınarak tesis
edildiği anlaşılan ayırma işleminin iptali gerektiğini belirtmiştir. Muhalif
üye görüşünde, istihbarat birimi tarafından alınan ifadelerin hukuka uygun
olduğunu kanıtlama ödevi ve imkânının davalı idareye ait olduğu ancak idarece
sorgunun kamerayla kayıt altına alınmış olmasına karşın, bu kaydın imha
edildiği bildirilmiş, bu yüzden söz konusu sorgulama süreci şüpheli hâle
geldiği ifade edilmiştir. Üstelik davacının, özel yaşantısını içerecek şekilde
geniş çerçeveli ifade alınması, geçmişte olduğu ileri sürülen ve şimdiki zamana
taşınmaya çalışılan olguların ayırma işlemine dayanak alınması çabası gibi
gözükmektedir. Muhalif üyeye göre "İsimsiz-imzasız ihbar mektupları veya
e-posta ihbarlarıyla haklarında soruşturma başlatılan personelin TSK'da görev
yapıp yapmamalarına sanki gizli bir elin karar verdiği şüphesi yoğun bir
şekilde ortaya çıkmaktadır."
17. Başvurucunun, söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi
de reddedilmiştir. Nihai karar 20/3/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiştir.
18. Başvurucu vekili tarafından 21/4/2014 tarihinde bireysel
başvuru yapılmıştır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan 94.
maddesi, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet
Kanunu’nun 13. ve 39. maddeleri, 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) işlem
tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve
ahlâkî durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı 60. ve
61. maddeleri.
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı"
kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu
makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir
toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz
konusu olabilir.”
21. Kamumakamlarının özel hayata saygı hakkına keyfî bir şekilde
müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin 8. maddesi ile sağlanan güvenceler
kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel
hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit
ettiğinde, 8. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir.
Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı,
anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir
toplumda gerekli ve öngörülen amaçla orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır
(Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik
Krallık, § 43; Olsson/İsveç No.1,
B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59;
De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77).
22. Ayrıca AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8. maddesi açıkça
usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan
haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar
alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı
sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı 8. maddede yer alan
haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin
gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04,
27/4/2010, § 51; T.P. ve K.M./Birleşik
Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72).
23. AİHM'e göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif
yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması
gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B.No: 19823/92, 23/9/1994, §§ 55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96,
19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk,
B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz,
Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, §
67).
24. Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere
örnek olması ve gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla
benzerlikler içermesi bakımından Smith ve
Grady/Birleşik Krallık kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular
Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eş cinsel olmaları nedeniyle
görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak Bay
Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları işlemine karşı
açtıkları davada verilen kararda her ikisinin de sicil ve görev performansının
mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin bulunmadığı
belirtilmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, B. No: 33985/96, 33986/96,
27/9/1999, § 30).
25. Başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetleri Polisi (İstihbarata
karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından
sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında, sorgulama yapılmasının amacı
açıklanmış, eş cinsel olanların Silahlı Kuvvetlerde çalıştırılmayacağı
yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı
sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiç bir şey söylemek zorunda olmadıkları
ancak konuşmaları hâlinde söyleyecekleri şeylerin aleyhe delil olarak
kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucuların talepleri
üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım almalarına müsaade edilmiştir.
Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın soruşturmacı da görüşmelere
katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce bayan Smith'e, bazı soruların
utanmasına sebep olabileceği eğer böyle hissederse bunu belirtebileceği
hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir avukatla görüşmüş ve avukatı
hiç bir şey söylememesi, bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde
tavsiyede bulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine
Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif
gözlemci olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 14, 25,
26, 27).
26. AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına
müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir
toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının
cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu
makamlarının takdir yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara
yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu
vurgulamıştır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 88-89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52).
27. AİHM, demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden
müdahale için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu
yönünden sorgulama sürecinideğerlendirmiştir. AİHM'e göre sorgulama süreci son
derece müdahaleci nitelikteydi. Başvurucuların özel hayatlarının en mahrem
yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair çok ayrıntılı sorular
sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve müdahalecidir. Hatta Hükûmet
görüşünde de Bayan Smith'e sorulan, üvey kızıyla cinsel ilişkisi olup olmadığı
sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı belirtilmiştir (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, § 91).
Ayrıca eş cinselliğin silahlı kuvvetlerden erken ayrılabilmek için bahane
olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla sorgulama yapıldığı
belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular cinsel
yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır; bu
nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi
bulunmamaktadır. AİHM, Hükûmetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili
olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili
sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel
yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi
konusunda Hükûmetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını
vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik
Krallık, §§ 106-110).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 16/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
1. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu, psikolojik baskı altında, hukuka aykırı şekilde
ve özel hayatın gizliliği ihlal edilerek sorgulandığını, idarenin hukuk dışı
yollarla ifadesini aldığını ve beyanlarını çarpıtarak istihbarat raporu
düzenlediğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca TSK'da görev yaptığı üç yıl
içinde dört kez takdirname ile ödüllendirildiğini, sicillerinin çok iyi
derecede olduğunu, özel hayatına ilişkin unsurların hiç bir şekilde görevine
yansımadığınıbelirtmiştir. Bunun yanı sıra başvurucu, mecburi hizmet
yükümlülüğünü bitirmeden TSK'dan ayrılması nedeniyle idarenin eğitim-öğretim
giderini de kendisinden talep ettiğini, maddi yönden büyük zarara uğradığını
ifade etmiştir. Bu nedenlerle Anayasa'nın 20. maddesinde yer alan özel hayatın
gizliliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş, yeniden yargılama yapılmasını
ve 425.812,06 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
2. Değerlendirme
30. Anayasa’nın 20.
maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli
hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat
içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
...”
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
32. Başvurucunun cinsel hayatına dair, gizli nitelikte olan
hususlar nedeniyle TSK'dan ilişiğinin kesildiğine ilişkin söz konusu
iddiasının, özel hayatın gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet
alanını ilgilendirdiği anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuru, Anayasa'nın 20.
maddesinde güvenceye alınan özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında ele
alınmıştır.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
34. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlıktır. Özel
hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde "bireyin kişiliğini
geliştirmesi ve gerçekleştirmesi" kavramı
temel alınmaktadır. Anılan hak, herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine
özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etmekle birlikte
kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuki menfaati de
içermektedir (Serap Tortuk, B.
No: 2013/9660, 21/1/2015, §§ 31-36; Bülent
Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, §§ 61-63; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704,
3/3/2016, §§ 50-52; Ata Türkeri,
B. No: 2013/6057, 16/12/2015,§§ 30-32).
35. Özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Özellikle mahremiyet alanında
cereyan eden cinsel içerikli eylem ve davranışların özel hayata saygı hakkının
kapsamında olduğunda kuşku yoktur. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin
kendi bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem
ilişkilere girebilecekleri özel bir alana işaret etmektedir (Serap Tortuk, §§ 31-36; Bülent Polat, §§ 61-63; Tevfik Türkmen § 51; Ata Türkeri, §§ 31-34).
36. Özel hayata saygı hakkı, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere
çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir. Kişilerin mesleki
hayatı özel hayatlarıyla sıkı bir irtibat içindedir. Özel hayata dair hususlar
kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alınmışsa özel hayata saygı hakkı
gündeme gelecektir (Bülent Polat,
§ 62; Ata Türkeri, § 31).
37. Bu kapsamda, mesleki hayat çerçevesinde kişilerin özel
hayatı hakkında sorgulanması ve bunun doğurduğu idari sonuçlar, buna ek olarak
kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek görevden alınmaları, özel
hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale oluşturmaktadır (Serap Tortuk, § 37; Bülent Polat, § 63; Ata Türkeri, § 33).
38. Buna göre başvurucunun cinsel yaşamına ait unsurlar gerekçe
gösterilerek TSK'dan ilişiğinin kesilmesi işleminin, özel hayatın gizliliği
hakkına bir müdahale oluşturduğu anlaşılmaktadır.
ii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
39. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ...
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
40. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 20. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
41. Bu sebeple müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığının
belirlenmesinde, Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun
düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen
nedenlere dayanma,demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olmama koşulları yönünden inceleme yapılması gerekir.
(1) Kanunilik
42. Başvuruya konu ayırma işlemi ve yargısal incelemenin 926
sayılı Kanun’un 94. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası ile
Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan 60. ve 61. maddeleri
uyarınca yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
43. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında yapılan
değerlendirmeler neticesinde, söz konusu mevzuat hükümlerinin
"kanunilik" ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (Haluk Öktem [GK], B. No: 2014/13433,
13/10/2016, §§ 41-43). Somut olayda bu sonuçtan ayrılmayı gerektirecek bir
iddia ve tespit de bulunmamaktadır.
(2) Meşru Amaç
44. Anayasa'nın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasını, ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde
gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır.
45. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi, hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırları bulunmaktadır. Ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan
kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Buna
göre Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete
yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere
sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2014/87, K.2015/112,
8/12/2015,§ 7; E.2016/37, K.2016/135, 14/7/2016, § 9; E.2013/130, K.2014/18, 29/1/2014;Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187,
19/12/2013, § 33).
46. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrası yönünden özel
sınırlama nedeni düzenlenmemiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber bu sebepler sadece arama ve
el koyma tedbirlerine yöneliktir. Dolayısıylabu sebeplerin özel hayata saygı
hakkının tüm boyutları yönünden uygulanması mümkün görünmemektedir (AYM,
E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013, "bb" başlığı altında).
47. Bu durumda, Anayasa'nın diğer maddelerinde yer alan hak ve
özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin somut olay bakımından sınırlandırma
sebebi olarak kabul edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır.
48. Anayasa'nın 5. maddesinde, "Devletin
temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî
varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
denilmektedir. Buna göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir.
49. Kişinin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın
ön koşulu millî güvenlik ve kamu düzeninin tesisidir. Millî güvenlik ve kamu
düzeninin sağlanmadığı bir ortamda, hak ve özgürlüklerden gereği gibi
yararlanılması, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirmesi mümkün değildir.
Devletin hak ve özgürlükleri koruma ödevinin yanında, millî güvenliği ve kamu
düzenini sağlama görevi de bulunmaktadır.
50. Millî güvenliğin sağlamakla yükümlü olan Türk Silahlı
Kuvvetlerinin bu görevi gereği gibi yerine getirebilmesi bakımından askerî
disiplinin sağlanması hayati önem taşımaktadır. Silahlı Kuvvetlerin mensupları
arasındaki hiyerarşi ve disiplinin aşınması, söz konusu kamu hizmetinin
aksamasına neden olabilecek temel etkenlerden biridir.
51. Bu nedenle askerî disiplinin sağlanmasını teminen Silahlı
Kuvvetler mensuplarının sıkı disiplin kurallarına tabi tutulması vediğer
kişilerin tabi olmadığı bazı sınırlamalara tabi olmalarıAnayasa'nın 5.
maddesiyle devlete yüklenen millî güvenliği sağlama ve kamu düzenini koruma
ödevinin bir gereğidir. Anılan ödevin, kişilerin Anayasa'nın 20. maddesinin
birinci fıkrasında düzenlenen haklarının sınırlanmasında dikkate alınması
gerekmektedir.
52. Açıklanan nedenlerle başvurucunun ahlaki durumu sebep gösterilerek
TSK'dan çıkarılmasının, askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği
gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla millî güvenliğin korunması amacını
taşıdığı, dolayısıyla müdahalenin meşru bir amaca dayalı olduğu sonucuna
varılmıştır.
(3) Demokratik Toplum
Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
53. "Demokratik toplum düzeninin gerekleri"nden olma,
bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın
karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı
tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare
niteliğinde değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir
olarak değerlendirilemez (AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016 § 13; ifade özgürlüğü
bağlamında Bekir Coşkun [GK], B.
No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; özel hayatın gizliliği hakkı bağlamında Ata Türkeri, § 44; İ.F.A., B. No: 2013/8564, 17/2/2016, §
62).
54. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir alanda,
kamu görevini yürütmekle görevli kişilerin hak ve özgürlüklerine, herhangi bir
vatandaşa uygulanamayacak sınırlamalar getirilmesi demokratik bir toplumda
gerekli olabilir. Bu kapsamda kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve
sınırlamanın amacına göre değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması
doğaldır. Ancak özel hayatın gizliliği hakkının mahremiyet hakkı gibi en gizli
yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır ve bu
alanlara yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için kamu
makamlarınca özellikle ciddi gerekçeleringösterilmesi gerekir (Ata Türkeri,§ 47).
55. Kamu makamlarının somut olayda olduğu gibi özel hayatın en
gizli, mahrem alanlarına müdahaleleriyle ilgili olarak müdahaleye yol açan
karar alma sürecinde de keyfî davranmadıklarını kanıtlamaları gereklidir. Bu da
ancak karar alma sürecinde özel hayatına müdahale edilen bireylere -deliller ve
kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunma ve sürece katılım
güvencelerinin sağlanmasıyla olacaktır (Ata
Türkeri, § 48).
56. Bunun yanı sıra, Silahlı Kuvvetlerin faaliyetlerinin
disiplin içinde yürütülmesi ve etkinliğini gerçekten aksatan bir durum
oluşturduğunun ikna edici ve güçlü sebeplerle kanıtlanması halinde personelin
özel hayatına saygı hakkının sınırlandırılması demokratik bir toplumda gerekli
kabul edilebilir. Ancak bu hâlde de sınırlandırmanın ölçülülük ilkesine uygun
olması gereklidir (G.G. [GK], B.
No: 2014/16701, 13/10/2016, § 60).
57. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi,
sınırlayıcı önlemin öngörülen amaç için zorunlu ve amaca ulaşmaya elverişli
olmasını, ayrıca amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması
gereğini ifade eder. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin
gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir (AYM, E.2015/102,
K.2016/151, 7/9/2016, § 22; E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013; Marcus Frank Cerny, B. No: 2013/5126,
2/7/2015, § 72).
58. Tüm bu ilkeler dikkate alınarak başvuru konusu olay
bakımından müdahalenin "demokratik toplum düzeninin gerekleri"
ilkesine uygun olup olmadığı incelenirken, kamu makamlarınca ortaya konulan
gerekçeler değerlendirilmeli ve müdahaleyi doğuran karar alma sürecinde
başvurucuya usule ilişkin güvencelerin sunulup sunulmadığı ortaya konulmalıdır.
Bunun yanı sıra müdahalenin "ölçülülük" ilkesine uygun olup
olmadığına bakılmalıdır.
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
59. Somut olayda özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında
mahremiyetine dair konular hakkında sorgulanırken başvurucuya usule ilişkin
güvenceler verilip verilmediğinin incelenmesi gerekmektedir.
60. Başvurucunun, TSK'dan çıkarılmasına dair kararın istihbarat
birimi tarafından alınmış olan ifadelere ve özellikle başvurucunun kendi
beyanına dayalı olarak alındığı görülmektedir.
61. Başvurucunun, yargı sürecinde tüm isnatları reddettiği ve
istihbarat birimi tarafından psikolojik baskı altında ifadesinin alındığını, ne
için beyanda bulunduğunu bilmediği gibi ifadesinin hakkında işlem tesisine esas
alınacağını da bilmediğini beyan ettiği görülmüştür.
62.AYİM kararında, başvurucuya isnat edilen fiillerin TSK'nın
itibarını sarsacak ahlak dışı hareketler kapsamında olduğu değerlendirmelerine
yer verilmiş, bu değerlendirmeye ise istihbarat birimi tarafından alınmış
ifadedayanak yapılmıştır. Kararda, başvurucunun usule aykırı şekilde sorgulama
yapıldığı yönündeki iddialarının da reddedildiği görülmektedir. Bu durumda
başvurucunun TSK'dan çıkarılmasına dayanak teşkil eden ve istihbarat birimi
tarafından yürütülen ifade alma sürecinin anayasal güvencelere uygun olup
olmadığı incelenmelidir.
63. İstihbarat birimi tarafından alınan ifadelere ait
tutanaklarda, disiplin soruşturması için ifade alındığı belirtilmemiş ve
başvurucunun ne ile suçlandığı bildirilmemiştir. Başvurucuya somut isnatlar ve
olay tarihleri belirtilmeden sorular yöneltilmiştir. Sorulan sorular, kişilerin
özel yaşamlarını kapsayacak şekilde geniş ancak kapsamı, sınırları ve amacı
belli olmayan niteliktedir. İfadeyi alanların kimlik ve unvanları ile
ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. Ayrıca kişilerin psikolojik baskı ve
zorlama altında, olumsuz koşullar içerisinde ifade verdiklerini kanıtlamaları
neredeyse imkânsızdır. Bireyler karşısında çok daha güçlü konumda bulunduğu
tartışmasız olan idarenin, ifade alma sürecinde,objektif gözlemci bulundurma,
avukat yardımı sunma, görüşmeleri kamera ile kayda alma gibi geniş olanaklara
sahip olduğu da dikkate alındığında kişilerin bu yöndeki iddialarının aksini
kanıtlama yükümlülüğü idareye aittir. Üstelik AYİM kararına muhalif olan üyenin
görüşünden anlaşıldığı üzere idare, somut olayda ifade alma sürecinde kamerayla
kayıt yapmış olmasına karşın, bu kaydın imha edildiğini bildirmiştir. Tüm bu
hususlar nedeniyle idarenin söz konusu ifade sürecinde başvurucuya savunma
hakkı tanıdığını ve özgür iradeye dayalı konuşma koşullarının sağlandığını
kanıtlayamadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla olayda, özel hayata ilişkin hususlar
sebep gösterilerek TSK'dan çıkarma işlemi tesis edilmesi sürecinde başvurucunun
özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında usule ilişkin güvencelerden
yararlandırılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
64. İkinci olarak müdahalenin demokratik toplumda gerekli olup
olmadığı, idare ve Derece Mahkemesi kararlarının gerekçeleri çerçevesinde
incelenmelidir.
65. Başvurucu, TSK'dan çıkarılması ile sonuçlanan disiplin
soruşturması sürecinde mesleki hayatını değil özel hayatını ilgilendiren
iddialara yanıt vermek zorunda kalmıştır.Derece Mahkemesi kararına göre
başvurucunun mahremiyetine dair söz konusu hususlar, istihbarat faaliyeti
kapsamında yürütülen sorgulamada, başvurucunun ifadesinden tespit
edilmiştir.AYİM kararı ve dava dosyasındaki belgeler incelendiğinde, bu
istihbarat faaliyeti tespitine kadar söz konusu özel hayata ilişkin eylem ve
davranışlarının başvurucunun mesleğine bir yansımasının olmadığı, görevini
aksattığı, disiplinsizliği bulunduğu yönünde herhangi bir tespitin bulunmadığı
görülmektedir. Tam aksine dava dosyasına sunulmuş belgelere göre başvurucunun
çalışmaları ve sicil durumu çok başarılıdır. Dolayısıyla ihtilaf konusu soruşturmanın
kapsamının mesleki hayatın sınırlarını aştığı anlaşılmaktadır.
66. AYİM kararında, isnat edilen ve tümüyle başvurucunun özel
yaşamına ilişkin olan eyleminin, mesleki hayatı üzerindeki etkilerine dair
yeterli ve ikna edici gerekçelerin belirtilmediği ve TSK’nın işleyişi
üzerindeki etkisi ve risklerinin de açıklanmadığı görülmüştür. Ayrıca
başvurucunun, soruşturma usulünün hukuka aykırı yöntemler içerdiğine yönelik
iddialarına da makul bir gerekçe ile yanıt verilmediği, ifadelerin alındığı
koşulların detaylı şekilde incelenmediği anlaşılmıştır. Bu nedenlerle idare ve
Derece Mahkemesi kararlarının özel hayatın gizliliği hakkına müdahaleyi haklı
kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği bu nedenle
müdahalenin demokratik toplumda gerekli olmadığı sonucuna varılmıştır.
67. Müdahalenin demokratik toplumda gerekli olmadığı
anlaşıldığından ölçülülük ilkesi yönünden inceleme yapılmasına gerek
bulunmamaktadır.
68. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
70. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasını ve425.812,06 TL
maddi, 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
71. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
72. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
73. Başvurucu tazminat talep etmişse de yeniden yargılama
yapılmak üzere dosyanın AYİM Birinci Dairesine gönderilmesine karar
verilmesinin ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu
anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi
gerekir.
74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine (Anılan Dairenin 12/11/2013 tarihli ve
E.2012/1505, K.2013/1090 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir.)
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
16/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.