TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ÖZGE ÖZGÜRENGİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5218)
|
|
Karar Tarihi: 19/4/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 4/7/2018-30468
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Murat ŞEN
|
Başvurucu
|
:
|
Özge ÖZGÜRENGİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Duygu ARSLAN ERGÜN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Gezi Parkı olayları sırasında polisin güç kullanması
sonucu meydana gelen yaralamaya ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına
karar verilmesinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1992 doğumlu olan başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları
olarak bilinen süreçte protesto eylemlerine katılmıştır.
10. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te
yayımlanan Gezi Parkı Olayları Raporu'nda yer alan bazı tespitler şöyledir:
a. Gezi Parkı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Taksim Meydanı’nın
yakınlarında konumlanan bir şehir parkıdır. Gezi Parkı'nın bu ismi alması ve
söz konusu mekânda gerçekleşen değişimler, Gezi Parkı olayları vesilesiyle gündeme
gelmiş; konuya ilişkin birçok açıklama yapılmış ve tartışma yürütülmüştür.
b. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi
Parkı’nda yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak için
27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve
haziran-temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış
toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.
c. Gezi Parkı olaylarının kronolojik gelişimine dair bir kısım
bilgi şöyledir:
i. 27/5/2013: Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Gezi
Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarının üç metrelik kısmının gece
22.00 civarında yüklenici firmaya ait iş makineleri tarafından yıkılması ve beş
ağacın yerinden sökülmesi üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan
Taksim Dayanışması üyelerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık yirmi kişi iş
makinelerini durdurarak parkta nöbet tutmaya başlamıştır.
ii. 28/5/2013: Ağaçların
sökülmesini engellemek için durumdan haberdar olan birçok kişi parka gelmiş,
eylemciler ile eylemcilere ait parktaki çadırları sökmek isteyen zabıtalar
arasında arbede yaşanmıştır.
iii. 30/5/2013: Kolluk kuvvetleri tarafından saat 05.00
civarında parktaki eylemcilere müdahale edilmiştir. Kaldırılan çadırların bir
kısmı yakılmış, geri kalanına el konulmuştur. İnşaat ekibi parktaki
çalışmalarına tekrar başlamıştır.
iv. 31/5/2013: Saat 04.30 sıralarında parkta bulunanlara
müdahale edilmiş, park boşaltılarak girişler polis bariyeriyle kapatılmış,
parkın boşaltılmasından sonra Taksim Meydanı ve çevresinde toplanan
göstericilere biber gazı ve basınçlı su kullanılarak yapılan müdahaleler
sonucunda birçok kişi yaralanmıştır. Protestolar başka şehirlere de yayılmış,
özellikle Ankara Merkez'de birçok eylem yapılmıştır.
v. 1/6/2013: Gezi Parkı eylemine müdahale eden polisin güç
kullanımını protesto eylemleri tüm Türkiye’ye yayılmış, Ankara Kızılay
Meydanı’nda toplanan gruplara kolluk görevlilerince yoğun olarak gaz bombası
atılmıştır. İçişleri Bakanı48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapıldığını, 939
kişinin gözaltına alındığını, 53'ü vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79
kişinin yaralandığını ve bu yaralıların 19'unun İstanbul'da tedavilerinin devam
ettiğini açıklamıştır.
vi. 2/6/2013: İçişleri Bakanı 67 ilde 235 eylem yapıldığını,
1.730 kişinin gözaltına alındığını, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığını, 58
kişinin tedavisinin devam ettiğini ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğunu
açıklamıştır.
vii. 3/6/2013: İzmir Karşıyaka’da bulunan Adalet ve Kalkınma
Partisi (AK Parti) ilçe binası göstericiler tarafından ateşe verilmiş, İstanbul
Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanmış; polis, biber gazı
ve tazyikli suyla müdahale ederken eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar
kurmuş; polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık vermişlerdir.
viii. 4/6/2013: İstanbul Adliyesinde, ülke çapındaki
gösterilerde yaşanan polis müdahalesi avukatlar tarafından protesto edilmiş;
İstanbul Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisine yürümek isteyen ve dağılma uyarısını
dikkate almayan gruba polis tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmiştir.
ix. 5/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu temsilcileri Başbakan
Yardımcısı ile görüşme yapmış ve taleplerini iletmişlerdir. Bu platforma
katılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi
Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipler Birliği (TTB) ile Türk
Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Türkiye genelinde iş bırakma eylemi
başlatmıştır.
x. 6/6/2013: İçişleri Bakanı 915 kişinin hastaneye
kaldırıldığını, 79 kişinin tedavisinin sürdüğünü, 4 kişinin hayati tehlikesinin
devam ettiğini ve 8 kişinin yoğun bakımda bulunduğunu, 516 kolluk görevlisinin
yaralandığını açıklamıştır.
xi. 9/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu, Taksim Meydanı’nda
geniş katılımlı miting düzenlemiştir.
xii. 11/6/2013: Kolluk kuvvetleri on gün aradan sonra sabah
erken saatlerde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı'na
gelmiş ve meydandaki pankartları indirmiştir. Polisin Gezi Parkı'na müdahalesi
sonucu protestocularla kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmıştır.
xiii. 12/6/2013: Sabah saat 04.00’e kadar süren olaylar, polisin
meydandan çekilmesi ile sakinleşmiştir. Aynı gün Başbakan, Gezi Parkı’ndaki
eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile Ankara’da bir araya
gelmiştir.
xiv. 14/6/2013: Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan
bazı grupların temsilcileri ile ikinci kez bir araya gelmiştir.
xv. 15/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu üyeleri eylemlerini
sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdüreceklerini, park ve çevresindeki
diğer çadırlar, flamalar ve bayrakların indirileceğini açıklamış; bu doğrultuda
saat 16.00 civarında Taksim Dayanışması Platformuna ait olanlar haricindeki
diğer flama ve bayraklar indirilmiş; ayrıca Gezi Parkı’ndan meydana açılan
bölgedeki barikatlar temizlenmiştir. Bazı grupların alanda kalmaya devam
edeceklerini beyan etmeleri üzerine saat 17.30’dan itibaren kolluk kuvvetleri
parktaki göstericilere dağılmaları yolunda anons yapmaya başlamış ve gaz
sıkmış; saat 20.50’de göstericilere müdahale etmeye başlamıştır. Kolluk
kuvvetleri kısa sürede Gezi Parkı’na girmiş ve park girişe kapatılmıştır.
xvi. 24/6/2013: Olayların yaşandığı Gezi Parkı'nda haber yapmaya
çalışan basın mensuplarına yönelik müdahale ve gözaltılar gerçekleşmiştir.
xvii. 6/7/2013: Polis, Taksim Dayanışması Platformunun çağrısı
üzerine Gezi Parkı'na gelen kişilere müdahale etmiştir.
d. Kamuoyunda olayların çevreci bir saikle başladığını,
bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması
talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen
ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı
destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert müdahalesini,
Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamunun ve özel kişilerin
mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler de mevcuttur.
e. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013
tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları çerçevesinde 5.532
eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş bu eylem ve etkinliklere 3.611.208 kişi
katılmış, olaylara ilişkin 104.519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz
konusu gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme
nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik
görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın
ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylarda gözaltına alınan
5.513 kişiden 148'i tutuklanmış, görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları
nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.
f. Gezi Parkı olayları sırasında bazı ölüm olayları da
yaşanmıştır.
g. TTB verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp
merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 8.163 kişi
yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır
yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir.
11. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olarak bilinen olaylar
esnasında polisin aşırı güç kullanımına ve Hükûmetin bu duruma kayıtsız
kalmasına tepki göstermek amacıyla 3/6/2013 tarihinde İzmir Gündoğdu
Meydanı'nda başlatılan protesto gösterilerine katıldığını belirtmiştir.
12. Anılan meydanda yapılan gösterilerde 31/5/2013, 1/6/2013,
2/6/2013 ve 3/6/2013 tarihlerinde meydan çevresinde bulunan birçok özel
işyerinin, kamu binasının ve aracın yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı,
göstericilerin bu hareketleri ile kanunsuz hâle gelen eylemlere polisin
müdahale ettiği İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca tespit edilmiştir.
13. Başvurucu 3/6/2013 tarihindeki gösteriye katıldığını,
barışçıl bir şekilde protesto eylemi yaparken gece saat 01.00 sıralarında
polisin toplumsal olaylara müdahale araçları (TOMA) ile içinde bulunduğu gruba
su sıktığını ve Çevik Kuvvet polisinin fiziki müdahalede bulunduğunu, bunun
üzerine kendisinin kaçtığını ileri sürmüştür.
14. Polisten kaçarken bir işyerinin önünde yere düştüğünü
belirten başvurucu; birçok polisin joplarla kendisine vurmaya başladığını, daha
sonra bir polisin kendisini işyerinin içine atarak elindeki tahta sopa ile
vurmaya devam ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca resmî kıyafetli polisin
sinkaflı hakaret ettiğini iddia etmiştir. İşyeri sahiplerinin koruma
çabalarının yetersiz olduğunu ifade eden başvurucu, daha sonra birçok polisin
işyerine gelerek kendisini darbetmeye devam ettiğini ileri sürmüştür.
15. Başvurucu, biber gazına maruz kalmasına bağlı mide bulantısı
ve darbedilme şikâyetiyle Nevvar Salih İşgören Alsancak Devlet Hastanesine
başvurmuştur. 3/6/2013 tarihli ve 40384 sayılı Genel Adli Muayene Raporu'na
göre başvurucuda sol kürek kemiği hizasında künt travmaya bağlı ekimoz (morluk, çürük), her iki omuz altı
kürek kemiği hizasında kalçası üzerinde ve sol üst bacakta ekimoz tespit edilmiştir. Raporda,
yaralamanın yumuşak doku travması (YDT) olduğu ve basit tıbbi müdahale ile
giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmiştir. Raporda olayın öyküsü kısmında
başvurucunun polisten darp gördüğü belirtilmiştir. Başvurucunun Anayasa
Mahkemesine sunduğu fotoğraflar incelendiğinde anılan rapora uyumlu olarak
kalçasında ve sol üst bacak üstünde yaygın ekimozlar
olduğu görülmüştür.
16. Öte yandan başvurucu, olaya ilişkin olarak 16/7/2013
tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliğine (TİHV) başvurmuştur.
TİHV tarafından başvuru epikrizi hazırlanmıştır. Bu epikrizde başvurucuyla
ilgili psikiyatrik değerlendirme yapılmıştır. Sonuç olarak başvurucunun
"insan eliyle oluşturulmuş travma"ya maruz kaldığı ve travmanın Dünya
Sağlık Örgütünün uluslararası hastalık sınıflandırmasında "işkence ve
diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele" kapsamında
kaldığı değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucuya dejeneratif diskopati+minimal listezis, akut travma sonrası stres
bozukluğu tanıları konmuştur.
17. Başvurucu, kendisine kötü muamelede bulunan ve buna
muvafakat gösteren kamu görevlileri hakkında 9/12/2013 tarihinde İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur.
18. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 13/12/2013 tarihinde İzmir İl
Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğüne ve Muhabere Elektronik Şube
Müdürlüğüne talimat yazmıştır. Talimatta olay yerini gösterir MOBESE ile olay
yeri çevresinde bulunan apartman, işyeri vb. yerlerden elde edilecek kamera
görüntülerinin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi istenmiştir. Ancak olaya
ilişkin herhangi bir görüntü tespit edilememiştir.
19. Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan talimat yazısı dışında
herhangi bir soruşturma işlemi yapmaksızın 30/1/2014 tarihinde (Soruşturma No:
2013/114610) kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın
ilgili kısmı şöyledir:
"...
Gezi parkı olayları sebebiyle İzmir Gündoğdu
meydanında yapılan gösterilerde 31.05.2013, 01.06.2013, 02.06.2013, 03.06.2013
günü İzmir Gündoğdu meydanı ve çevresinde bir çok özel iş yeri ve kamu
binasının ve kamu araçlarının yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı, (örnek 2013/6178
soruşturma sayılı dosya) göstericilerin bu hakeretleri ile kanunsuz hale gelen
protesto eylemlerinin önlenmesi için kamu görevlilerinin zor kullanma yetki ve
sınırı çerçevesinde müdahale ettikleri, müşteki vekilininşikayet dilekçesinde
de belirtildiği gibi, müşteki Özge ÇOLAK'ın [başvurucu olay tarihinde kızlık
soyadını kullanmaktadır. Evlendikten sonra Özgürergin soyadını almıştır.]
kanunsuz hale gelen gösteri sırasında TOMA araçlarından sıkılan su ile
ıslandığı, bu sebeple müştekinin meydana gelen olaylardaki gibi kamu
görevlilerine saldırmış olduğu kabul edilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan ... isimli iş yerinde güvenlik
kamerası ve iş yeri güvenlik kamerası tespit edilememiştir, müşteki şikayet
dilekçesi ve müşteki hakkında düzenlenen adli rapor 31.05-03.06.2013 tarihleri
arasında meydana gelen gezi olayları protestolarının seyri birlikte
değerlendirildiğinde şüpheli Emniyet müdürlüğü görevlilerini zor kullanma sınır
ve yetkileri içerisinde protestoları kanunsuz hale gelmiş olan müşteki Özge
ÇOLAK'a karşı zor kullanma yetki ve sınırları içerisinde müdahale ettikleri
anlaşıldığından, [kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildi]"
20. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığının kararına yaptığı
itiraz, Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/3/2014 tarihli kararıyla usul ve
yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu 24/3/2014 tarihinde
kararı öğrenmiştir.
21. Başvurucu 15/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
22. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu’nun 22. maddesi şöyledir:
"Genel yollar ile parklarda, mabetlerde,
kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz
ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.
Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve
ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca
yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur."
23. 2911 sayılı Kanun’un 24. maddesi şöyledir:
"
(Değişik fıkra: 02/03/2014-6529 S.K./10. md) Kanuna uygun olarak başlayan bir
toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen kanuna
aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı
toplantı veya gösteri yürüyüşü hâline dönüşürse:
a) Düzenleme kurulu veya kurul başkanı
toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini topluluğa ilan eder ve durumu
derhâl yetkili kolluk amirine bildirir.
b) Düzenleme kurulunun veya kurul başkanının
bu görevi yerine getirmemesi hâlinde, durum yetkili kolluk amiri tarafından
mahallin en büyük mülki amirine bildirilir. Mahallin en büyük mülki amiri
tarafından toplantının sona erdirilip erdirilmeyeceğine dair karar alınır.
c) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya
acele hâllerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin
güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.
Bu
amir, topluluğa Kanuna uyularak dağılmalarını, dağılmazlarsa zor
kullanılacağını ihtar eder. Topluluk dağılmazsa zor kullanılarak
dağıtılır.(Mülga cümle: 02/03/2014-6529 S.K./10. md)
Birinci
fıkrada düzenlenen durumlarda güvenlik kuvvetlerine karşı fiili saldırı veya
mukavemet veya korudukları yerlere ve kişilere karşı fiili saldırı hali
mevcutsa, ihtara gerek olmaksızın zor kullanılır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşüne 23 üncü madde
(b) bendinde yazılı silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla
katılanların bulunması halinde bunlar güvenlik kuvvetlerince uzaklaştırılarak
toplantı ve gösteri yürüyüşüne devam edilir. Ancak, bunların sayıları ve
davranışları toplantı veya gösteri yürüyüşünü Kanuna aykırı addedilerek
dağıtılmasını gerektirecek derecede ise yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşüne silah, araç,
alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların tanınması ve
uzaklaştırılmasında düzenleme kurulu güvenlik kuvvetlerine yardım etmekle
yükümlüdür.
Toplantı
veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik
kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine
haber vermekle beraber, mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya
müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor
kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor
kullanılarak dağıtılır."
24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet
Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:
“Polis, görevini yaparken direnişle
karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor
kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin
mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde
kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları
gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere
karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı
veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı
su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve
atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye
devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.
Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar
yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında
direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı
zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve
gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir
saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde
savunmada bulunur.
Polis;
a) Meşru savunma hakkının kullanılması
kapsamında,
b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak
etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve
kıracak ölçüde,
c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla
getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde
şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,
silah kullanmaya yetkilidir.
Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında
silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında
bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı
amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla
ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak
amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.
Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak
amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla
saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye
karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş
edebilir."
25. İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli
Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair
Yönerge'de; toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması
gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar,
toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna
aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik,
düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler
belirlenmiştir.
B. Uluslararası Hukuk
1. İnsan Haysiyetiyle
Bağdaşmayan Muamele Yasağı Yönünden
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi
şöyledir:
“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya
işlemlere tabi tutulamaz.”
27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM), Sözleşme'nin 3.
maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların
en temel değeri olduğu vurgulanmıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele
gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini, mağdurların
davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza
veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Sözleşme'nin 15. maddesinde
belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü
muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediği, içtihatlarda
hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD],
B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya
[BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).
28. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu
söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiği"ni aşması beklenir
(Raninen/Finlandiya, B. No:
20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan
Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05,
1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik
Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak
bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93,
18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs,
B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan,
B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve
duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması
gereken diğer faktörlerdir.
29. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin “tartışılabilir” ve “makul
şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü
getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya,
§ 131; Tepe/Türkiye, B. No:
31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için
minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık
olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını
gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan,
B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve
İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
30. Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü, sadece esasa ilişkin
olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler,
Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve
uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer
kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele yasağının
ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak
niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda devlet
görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94,
28/10/1998, § 102; Labita/İtalya,
§§ 131-136).
31. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda
soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak
iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle
soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No:
43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).
2. Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Düzenleme Hakkı Yönünden
32.Sözleşme’nin "Toplantı
ve dernek kurma özgürlüğü" kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:
“1. Herkes barışçıl olarak
toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla
başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da
içerir.
2.Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen
ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması,
kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar
dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk
kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını
kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.”
33. AİHM; Sözleşme'nin 11. maddesinde düzenlenen barışçıl
toplanma özgürlüğünün geniş anlamda örgütlenmeyi, yürüyüş veya gösteriye
katılmayı (Irkçılığa ve Faşizme Karşı
Hristiyanlar/Birleşik Krallık, B. No: 8440/78, 16/7/1980),
hareketsiz toplanmaları ve oturma eylemlerini (G./Almanya,
B. No: 13079/87, 6/3/1989), resmî veya gayriresmî özel veya herkese açık
organizasyonları kapsadığını kabul etmektedir.
34. Sözleşme'nin 11. maddesi "barışçıl" toplanmaları
koruma altına almaktadır. 11. maddenin kapsamının bu temel sınırlaması, şiddet
kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösterileri
barışçıl toplanma kavramı dışında bırakmaktadır (Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B.
No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik
Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B. No: 44079/98,
20/10/2005, § 99).
35. AİHM, 11. maddede korunan haklara keyfî müdahalenin
engellenmesi için taraf devletlerin negatif yükümlülüğünün olduğunu
belirtmiştir (Wilson, Gazeteciler Ulusal
Birliği ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96 ve
30678/96, 2/7/2002, § 41). Bu müdahale etmeme yükümlülüğünün istisnası 11.
maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlama sebepleridir.
36. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün
hâlinde değerlendirilerek ortaya konmalıdır. Bunun dışında toplantı veya
gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri
açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ezelin/Fransa,
B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 41). Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasa dışı
olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya
yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, 5/12/2006, § 39).
Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında
belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği
açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı
gösteremez (Achouguian/Ermenistan,
B.No: 33268/03, 7/7/2008, § 90; Berladir
vediğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B. No: 38676/08,
27/11/2012, § 29).
37. Diğer taraftan toplantı hakkındaki “sınırlama” kavramı,
ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı
önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya kullanıldıktan
sonra yapılan muameleleri de kapsar (Ezelin/Fransa,
§ 39).
38. AİHM, gösterileri engellemek amacıyla güvenlik güçleri
tarafından yapılan sert müdahalenin şeklinin, kullanılan araçların ve
bumüdahalenin orantılılığının barışçıl gösterilere meşru olarak katılmak
isteyenler üzerinde caydırıcı etki yapacağını belirtmiştir (Süleyman Çelebi ve diğerleri/Türkiye, B.
No: 37273/10 vd., 24/5/2016, § 116).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 19/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. İnsan Haysiyetiyle
Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
40. Başvurucu; Gezi Parkı olayları sırasında katıldığı eylem
nedeniyle polisin güç kullandığını ve yaralandığını, buna karşın yaptığı
şikâyetin etkili bir şekilde soruşturulmayarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı
ile sonuçsuz kaldığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında
düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile 36. maddesinde
tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi
tazminat talebinde bulunmuştur.
41. Bakanlık görüşünde; AİHM ve Anayasa Mahkemesinin
içtihatlarına, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının negatif ve
pozitif yükümlülük boyutlarına atıfta bulunulduktan sonra İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığının değerlendirmeleri hatırlatılmıştır. Bakanlık, Cumhuriyet
Başsavcılığının kararında başvurucunun da içinde bulunduğu katılımcıların
şiddet içeren eylemleri nedeniyle kanuna aykırı hâle gelen gösterilere kamu
görevlilerinin yetki ve sınırları çerçevesinde müdahale ettiğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
Başvurucu tarafından Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın
17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle
bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu
kapsamda yapılmıştır.
43. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse
insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
45. Diğer taraftan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin devletin negatif ve pozitif
sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usule ilişkin boyutlar bakımından ayrı ayrı
ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetleri, Anayasa’nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki devletin maddi ve usule ilişkin
yükümlülükleri açısından ayrı ayrı değerlendirilecektir.
b. Esas Yönünden
i.İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele
Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel ilkeler
46. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır.
Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin
“insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya
muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293,
17/7/2014, § 80).
47. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu
hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını
gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme
yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 81).
48. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17.
maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle
birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu
bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir.
İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan
şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt
yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş
birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken
ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
49. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış
olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları
dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel
ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler
önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır.
Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana
gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 83).
50. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki
etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir.
Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler
arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda bir muamele
“işkence”, “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile
tanımlanabilmektedir (Bu kavramların kapsamlarının belirlenmesi için bkz. Tahir Canan, §§ 22-24; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No:
2013/3924, 6/1/2015,§§ 76-80; Cezmi Demir ve
diğerleri, §§ 84-91).
51. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde
kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine
ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise “insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza” olarak tanımlanabilir. Uygulanan bu
muamele “eziyet”ten farklı olarak kişide bedensel ya da ruhsal bir acı
oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
52. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin kapsamında
olduğunu belirleyebilmek için her somut olayın kendi özel koşulları içinde
değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya kamuoyunun bilgi sahibi
olması, muamelenin aşağılayıcı niteliğinin belirlenmesinde rol oynasa da
muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin kendini değersiz hissetmesi de bu
seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilir. Ayrıca muamelenin küçük
düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte
böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin kötü muamele olmadığı anlamına
gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri,
§ 90).
53. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi bir yakalamayı
gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç,
sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca
kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak
kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak
Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No:
2013/3936, 17/2/2016, § 52).
54. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri
tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul
edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı
gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı
fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece
kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza
Özer ve diğerleri, § 82)
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
55. Somut olayda başvurucu; Gezi Parkı olarak bilinen olaylar
esnasında polisin aşırı güç kullanımına ve Hükûmetin bu duruma kayıtsız
kalmasına tepki göstermek amacıyla 3/6/2013 tarihinde Gündoğdu Meydanı'nda
başlatılan gösteriye katıldığını, protesto eylemi barışçıl bir şekilde
yapılırken gece saat 01.00 sıralarında polisin TOMA'yla, içinde bulunduğu gruba
su sıktığını ve fiziki müdahalede bulunduğunu, bunun üzerine kendisinin
kaçtığını belirtmiştir. Başvurucu; polisten kaçarken yere düştüğünü, kendisine
yetişen birçok polisin copla kendisine vurduğunu ve işyerine sığınmasına rağmen
polisin fiziksel müdahalesinin devam ettiğini belirtmiştir.
56. Başvurucu aynı gün hastaneye başvurmuş, hastanede düzenlenen
3/6/2013 tarihli Adli Muayene Raporu ile TİHV tarafından hazırlanan raporu ve
anılan iddialarını da ekleyerek 9/12/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet
Başsavcılığına iletmiştir (bkz. §§ 15-17). İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı,
soruşturma sonucunda güvenlik güçlerinin müdahalesininzor kullanma yetkisinin
kullanılmasının yasal sınırları kapsamında kaldığının kabulü ile takipsizlik
kararı vermiştir (bkz. § 19). Bahse konu kararda, başvurucunun yaralanmasının
müdahale dışındaki bir olaydan kaynaklandığına dair herhangi bir iddia
değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun yaralanmasının güvenlik
güçlerinin müdahalesi ile gerçekleştiği konusunda herhangi bir tereddüt
bulunmamaktadır. Aynı şekilde polisin müdahalesi sonucunda başvurucu yakalanıp
gözaltına alınmadığı gibi hakkında adli soruşturma açıldığına dair bir bulguya
da rastlanmamıştır.
57. Cumhuriyet Başsavcılığının anılan kabulü karşısından insan
haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu açısından Anayasa
Mahkemesinin incelemesi gereken husus polisin müdahalesinin gerekli olup
olmadığı, gerekli ise ölçülü olup olmadığıdır.
58. Polisin müdahalesinin gerekliliğinin değerlendirilmesinde
Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak yukarıda belirtilen sürecin (bkz. § 10)
dikkate alınması gerekmektedir. Gezi Parkı olayları 27/5/2013 ile 6/9/2013
tarihleri arasında meydana gelen birçok eylemin ortak adı olarak
kullanılmaktadır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu raporuna göre 27/5/2013
tarihinden başvurucunun İzmir'de katıldığı 3/6/2013 tarihindeki eyleme kadar
ülke çapında birçok eylem gerçekleştirilmiştir.
59. Raporda belirtilen 1/6/2013 tarihli İçişleri Bakanı'nın
açıklamalarına göre 48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapılmış, 939 kişi gözaltına
alınmış, 53'ü sivil vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79 kişi
yaralanmıştır. 2/6/2013 tarihinde ise 67 ilde 235 eylem yapıldığı, 1.730
kişinin gözaltına alındığı, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığı, 58 kişinin
tedavisinin devam ettiği ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğu açıklanmıştır.
3/6/2013 tarihinde İzmir Karşıyaka’da bulunan AK Parti ilçe binası göstericiler
tarafından ateşe verilmiş, İstanbul Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında
çatışma yaşanmış; polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale ederken
eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar kurmuş; polise taş ve molotof
kokteylleriyle karşılık vermişlerdir.
60. Anılan olaylar daha sonraki günlerde de devam etmiş ve bu
süreçte bir komiser şehit olmuş, dört sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir.
Ayrıca birçok güvenlik görevlisi ve vatandaş da yaralanmıştır.
61. Somut olaya konu olan başvurucunun katıldığı gösteri
27/5/2013 tarihinde başlayan Gezi Parkı olayları ile birlikte
değerlendirildiğinde ülke genelinde yaygın bir şekilde bozulan kamu düzeninin
İzmir'e yansıması olarak görülmektedir. Başvurucunun gösterilere katıldığı
3/6/2013 tarihinde İzmir'de meydana gelen gösterilerde bir siyasi parti
binasının ateşe verildiği, Gündoğdu Meydanı ve çevresinde birçok özel işyerinin
ve kamu binasının, kamu araçlarının yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı (bkz. § 19)
gözetildiğinde polisin Gezi Parkı olayları çerçevesinde düzenlenen gösterilere
karşı sıkı tedbirler alması kamu düzeni açısından kaçınılmaz bir durum olarak
ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda ülke çapına yayılmış olaylar karşısında kamu
düzeninin tekrar sağlanmasına yönelik olarak İzmir'deki güvenlik güçlerinin
hassas ve sıkı tedbirler alması makul ve olması gerekli bir tutum olarak
değerlendirilmelidir.
62. Güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler kapsamında gösteriye
müdahalenin gerekliliği değerlendirilirken gözetilmesi gereken en önemli husus
gösterinin barışçıl olup olmadığının tespit edilmesidir. Gösterinin barışçıl
olup olmadığı hususu; insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında,
güvenlik güçlerinin müdahalesinin gerekliliği için önemli bir kriter olmakla
birlikte barışçıl toplanma hakkı kapsamında bir eylem olup olmadığının
değerlendirilmesi açısından da gözetilmelidir. Anayasa'nın 17. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 34. maddesinin kesiştiği bu alanın belirlenmesi önemlidir.
63. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının takipsizlik kararında
belirtilenler (bkz. § 19) ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu raporuna göre
3/6/2013 tarihinde İzmir'de düzenlenen eylemlerin şiddete evrildiği hususunda
bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak eylemlerin genel olarak şiddete evrilmesi,
şiddete başvurmayan katılımcılarla başvuranlar arasında ayrım gözetilmeksizin
tüm katılımcılara aynı şekilde müdahaleyi haklı göstermez. Dolayısıyla somut
olay açısından başvurucunun barışçıl amaçlarla eyleme katılıp katılmadığının ve
takipsizlik kararında belirtilen şiddet eylemlerinin içinde bulunup
bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
64. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olması ve bu
sebeple müdahale edilmemesi gereken biri olması hâlinde dahi güvenlik
görevlilerinin müdahalesi sırasında ortaya çıkan panik ve kargaşadan
etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk
görevlilerinden kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu
yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli
tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik
ortamında bu tedbirlerin kolluk görevlileri tarafından her zaman mutlak olarak
uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki bir karar için
bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).
65. Başvurucunun barışçıl amaçla eyleme katılıp katılmadığının
değerlendirilmesinde başvuru dosyasındaki ve Cumhuriyet Başsavcılığının
soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelerin yeterli olduğunu söylemek mümkün
değildir. Nitekim Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun eylemdeki tutumuna
ilişkin herhangi bir kişisel değerlendirme yapmadan olay günü birçok şiddet
eyleminin olduğunu ve başvurucunun da TOMA'dan sıkılan su ile ıslandığını
dikkate alarak kamu görevlilerine saldırdığını kabul etmiştir. Başvurucu
hakkında herhangi bir adli soruşturma açılmaması anılan kabulün genelleme
içerdiği ve eylem kişiselleştirilmeden sonuca ulaşıldığı algısı yaratmaktadır.
66. Güvenlik görevlilerinin müdahalesi sırasında ortaya çıkan
panik ve kargaşadan başvurucunun TOMA'dan sıkılan su ile ıslanarak etkilenmesi
kabul edilebilir bir durum olmasına rağmen bu müdahaleden kaçarken düşmesi
sonrası polisin copla fiziksel müdahalede bulunmasının haklı olup olmadığının
değerlendirilmemesi müdahalenin gerekliliğinin tespitinde özenli
davranılmadığını ortaya koymaktadır. Bu bağlamdabaşvurucunun sadece güç
kullanımı ile kontrol edilebilecek nitelikte saldırgan bir tutum sergilediği
tespit edilememiştir. Gösterinin kamusal düzenin sağlanması için dağıtılmasının
tek başına başvurucunun maruz kaldığı müdahalenin şiddetini haklı göstermeye
yetmeyeceği açıktır.
67. 3/6/2013 tarihli Adli Muayene Raporu'nda; başvurucunun sol
kürek kemiği hizasında künt travmaya bağlı ekimoz,
her iki omuz altı kürek kemiği hizasında, kalçası üzerinde ve sol üst bacakta ekimoz tespit edilmiştir.Başvurucunun
polise karşı herhangi bir saldırıda bulunduğuna dair herhangi bir iddiada
bulunulmadığı gibi şiddete karıştığından bahisle adli soruşturma açıldığına
dair bir bulgu olmadığı da dikkate alındığında yirmi bir yaşındaki bir insana
yaygın ekimoz oluşturacak şekilde
copla müdahale edilmesinin ölçülü olduğu söylenemez.
68. Başvuru konusu olay değerlendirildiğinde şiddete karıştığı
tespit edilemeyen ve toplanma özgürlüğünü barışçıl şekilde kullanmadığına dair
herhangi bir bulgu olmayan başvurucunun polisten kaçarken düşmesi üzerine
fiziksel müdahaleye maruz kalması ve bunun sonucunda adli raporda belirtilen
yaygın ekimozların oluşması
gözetildiğinde durumun “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” olarak
nitelendirilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
69. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
ii. İnsan Haysiyetiyle
Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel ilkeler
70. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır.
Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı
olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını
sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir
soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir
şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının
karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için
hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir
ve diğerleri, § 110).
71. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka
aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye
tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde
Anayasa’nın 17. maddesi“Devletin temel amaç
ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle
birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını
gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve
cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde,
sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet
görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan
kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
72. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve
manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını
ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil
uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen
değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü
tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm
yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi
yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).
73. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve
sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri
gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet
olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirti olduğunda
soruşturma açmalıdır(Cezmi Demir ve
diğerleri, §§ 114, 116).
74. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve
cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır.
Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma
makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların
tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü
muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve
derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları
ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını
temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi
Demir ve diğerleri, § 114).
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
75. Yukarıda belirtilen ilke kararlarında da vurgulandığı üzere
Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği soruşturma, kural olarak olayın
gerçekleştiği koşulların belirlenmesini sağlayacak nitelikte olmalı; ayrıca
soruşturmada olay ve olgular ciddiyetle öğrenilmeye çalışılmalı ve soruşturmayı
sonlandırmak için temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalıdır.
76. Başvuru konusu olayda başvurucu, polisin müdahalesi ile
meydana gelen yaralanmasına ilişkin olarak 3/6/2013 tarihinde sağlık kuruluşuna
başvurmuştur.İlgili sağlık kuruluşunun düzenlediği raporun öykü kısmında
başvurucunun polisten darp gördüğü belirtilmiştir (bkz. § 15). Dolayısıyla
polisin başvurucuya kötü muamelede bulunduğuna dair iddiadan kamu makamları ilk
kez 3/6/2013 tarihinde haberdar olmuştur. İddianın adli soruşturmayı
gerektirebilecek nitelikte olduğu değerlendirildiğinden genel adli muayene
raporu düzenlenmiştir.
77. Anılan raporun düzenlendiği 3/6/2013 tarihinden başvurucunun
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olduğu 9/12/2013 tarihine kadar
ilgili kamu makamları resen herhangi bir işlem yapmamışlardır. Dolayısıyla
somut olayda soruşturmanın etkili olması için soruşturma makamlarının resen
harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların
belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekliliğinin
sağlandığı söylenemez. Anılan raporun içeriği gözetildiğinde kötü muamele
iddiasını destekler yeterli belirtiler olmasına rağmen ilgili kamu makamları
derhâlharekete geçmemiş ve başvurucunun şikâyet dilekçesini verdiği tarihe
kadar soruşturma açmamışlardır.
78. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığı, şikâyete ilişkin olarak
başvurucunun ayrıntılı beyanını almamıştır. Aradan geçen yaklaşık altı aydan
sonra kamera görüntüleri istenmiş ise de bir sonuç elde edilememiştir.
Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığı; faillerin tespitine ilişkin herhangi bir
çalışma yürütmeden, yapılan müdahalenin kaçınılmaz olup olmadığını ve
başvurucunun polis müdahalesini gerektirecek bir eyleminin olup olmadığını
titizlikle araştırmadan ve başvurucunun şiddet içeren eylemlere karıştığına
dair bir tespit olmadan dosya üzerinden orantılılık incelemesi yaparak
takipsizlik kararı vermiştir.
79. Soruşturmanın etkililiği konusunda bu bölümde yer verilen
değerlendirmeler bir bütün hâlinde ele alındığında gerçekleşme koşulları tam
olarak açıklığa kavuşturulamamış olan başvuru konusu olayda, polisin zor
kullanma yetkisine dair ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlerin
bulunup bulunmadığına ilişkin kapsamlı bir inceleme gerçekleştirilmemesi
nedeniyle etkili bir soruşturma yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır.
80. Açıklanan gereçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü
fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
B. Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
81. Başvurucu, Gezi Parkı olayları sırasında katıldığı barışçıl
eylemin polisin ölçüsüz müdahalesi ile dağıtılmasının ve bu esnada kendisine
fiziksel müdahalede bulunulmasının Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş ve
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
82. Bakanlık kabul edilebilirlik açısından sunduğu görüşünde,
AİHM'in toplanma hakkına ilişkin başvurularda hakkın kullanımına yönelik cezai
bir takibatın söz konusu olmadığı durumlarda başvuru süresini eylem tarihinden
başlattığını hatırlatmış; AİHM'in anılan görüşü doğrultusunda somut olayda süre
aşımı kriterinin değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
83. Bakanlık esas açısından sunduğu görüşünde, AİHM
içtihatlarında toplanma özgürlüğünün önemini vurguladıktan sonra somut olayda
Cumhuriyet Savcılığının polis tarafından yapılan müdahalenin ölçülü olduğu ve
zor kullanma yetkisinin sınırının aşılmadığı sonucuna ulaştığını ifade
etmiştir.
2. Değerlendirme
84. Anayasa’nın 34. maddesi şöyledir:
“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve
saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak,
milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve
genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve
kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda
gösterilir.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
85. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik iddialar açısından
toplantıya yapılan müdahalelere ve müdahale sonucundaki yaralanmalara ilişkin
olarak adli makamlara yapılacak şikâyetleri bir bütün hâlinde toplantı ve
gösteri yürüyüşü hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin başvuru olarak kabul
etmek gerekir (Benzer yöndeki bir karar için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Nitekim
bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin müdahalesi ile meydana gelen
sonuçlar açısından kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkının aynı anda ihlal edilmesi mümkündür. Mevcut başvuru gibi
şikâyetlerde kötü muamele yasağı ile toplantı hakkını birbirinden ayırmanın
zorluğu, bireysel başvuruda bulunabilmek için her iki hak için ayrı ayrı
başvuru yolu gösterilmesini anlamsız kılmaktadır. Nitekim başvurucu, kötü
muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik
yapılan müdahalelere dair şikâyetinde iki iddiayı birlikte ileri sürdüğünden
Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı aynı temelde incelemektedir. Bu nedenle
her iki hak için ayrı yargılama mercilerine başvurulmasını beklemek, hak ihlali
iddiasına konu olayların aydınlatılmasında ve hakların özünün korunmasında
yetersiz ve gereksiz bir sonuca yol açabilecektir (Onur Cingil, B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 61).
86. Bu nedenle mevcut başvuru gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağının aynı müdahale kapsamında ihlal
edildiğine ilişkin başvurularda, kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddia
edilen müdahaleyi gerçekleştirenlere karşı Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan
şikâyet, tüketilmesi gereken başvuru yolu olarak kabul edilmektedir (Onur Cingil, § 62). Dolayısıyla başvuru
süresinin somut olayda başvuru yolu olan Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan
şikâyetin sonuçlanmasından veya bu yolun etkisizliğinin anlaşıldığı tarihten
itibaren başlatılması kabul edilmelidir.
87. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
88. Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve
başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır.
Dolayısıyla bu hak, Anayasa'nın 25. ve 26. maddelerinde düzenlenen ifade
özgürlüğünün özel bir biçimidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir
toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de
geçerlidir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı çoğulcu demokrasilerin
gelişmesinde elzem olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve
yayılmasını güvence altına almaktadır. Bu kapsamda kendine özgü özerk işlevine
ve uygulama alanına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade
özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir ve dolayısıyla ifade özgürlüğünün
siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar
kapsamda olması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında
da gözetilmelidir. Bu sebeple demokratik bir toplumda güvence altına alınan
temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115).
89. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve ifade
özgürlüğü, demokratik toplumunun en temel değerleri arasındadır. Demokrasinin
özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücü yer almaktadır.
Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında
toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici
nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeler ve
bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da
eylemlerin yasa dışı olduğu durumlarda dahi demokrasiye zarar verir. Hukukun
üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve
barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı
özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı verilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 117).
90. Anayasa'nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız,
başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Kolektif bir
şekilde kullanılan bu hak, düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti
dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı vermektedir. Şiddet kullanma
niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma
kavramı dışında kalmaktadır. Bu kapsamda toplanma hakkının amacı, şiddete
karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin
haklarının korunmasıdır (Ali Rıza Özer ve
diğerleri, § 118).
91. Bir toplantı ve gösteri yürüyüşün yasa dışı olması veya
yasalara aykırı olarak düzenlenmesi -tek başına- toplantı veya yürüyüşün
barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz. Halka açık yerde yapılan her türlü
gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve
olumsuz tepkilere yol açabileceği açıktır. Ancak bu durumların varlığı toplantı
hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Ali
Rıza Özer ve diğerleri, § 119).
92. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası, bazı durumlarda
toplanma hakkının sınırlandırılabileceğini kabul etmiştir. Aynı şekilde
Sözleşme'nin 11. maddesinin ikinci fıkrasında da sınırlama nedenleri
öngörülmüştür. Bu kapsamda toplantı hakkına getirilecek her türlü sınırlamanın
Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi ön şarttır. Kanunun
öngördüğü durumlarda dahi bu hakka müdahalenin meşru amaçlar çerçevesinde
olması gerekmektedir. Meşru amaçlar, 34. maddede "millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel
sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması" olarak belirtilmiştir. Sözleşme'de de benzer bir
şekilde düzenleme yapılmıştır. Meşru amaçlar çerçevesinde kanun ile yapılacak
sınırlamalar dahi Anayasa'nın 13. maddesi gereğince Anayasa'nın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Dolayısıyla toplantı hakkına müdahale
demokratik toplum için gereklilik arz etmelidir. Son olarak müdahale, meşru
amaçları gerçekleştirmek için ölçülü olmak zorundadır.
93. Ölçülülük kriteri, Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen
meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile barışçıl
toplanma hakkı arasındaki dengenin sağlanıp sağlanamadığını tespit etmek için
kullanılmaktadır. Bu kriter, her somut olayın koşulları gözetilerek
değerlendirilmelidir.
94. Diğer taraftan toplantı hakkı çerçevesindeki
"sınırlama" kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın
kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması
sırasında veya kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar. Dolayısıyla
barışçıl bir gösteri sırasında yapılanlar veya gösteri sonrasında katılımcılara
yönelik soruşturma ve cezalandırmalar da toplantı hakkının kullanılmasını
sınırlayan davranışlar olarak kabul edilebilir (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 70-72) .
95. Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kalabalıkların toplantı
hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet
içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu
demokrasinin gereğidir.
ii. Genel İlkelerin
Uygulanması
(1) Müdahalenin Varlığı
96. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olarak bilinen olaylar
esnasında polisin aşırı güç kullanımına ve Hükûmetin bu duruma kayıtsız
kalmasına tepki göstermek amacıyla 3/6/2013 tarihinde İzmir Gündoğdu Meydanı'nda
başlatılan protesto gösterilerine katılmıştır.
97. Başvurucunun da içinde bulunduğu eylemcilere gece saat 01.00
sıralarında polis TOMA ile müdahale ederek su sıkmıştır. Ayrıca Cumhuriyet
Başsavcılığının takipsizlik kararına göre de Çevik Kuvvet polisi göstericilere
ve başvurucuya fiziki müdahalede bulunmuştur.
98. Başvurucunun polise karşı bir saldırıda bulunduğuna dair
herhangi bir iddiada bulunulmadığı gibi şiddete karıştığından bahisle adli
soruşturma açıldığına dair bir bulgunun da olmadığı gözetildiğinde barışçıl
olmadığı söylenemeyecek eyleme karşı yaralanmasına neden olacak şekilde polisin
fiziki müdahalede bulunması ve böylelikle gösteriye son vermesi toplanma
hakkına yönelik bir müdahale olarak kabul edilmelidir.
(2) Müdahalenin İhlal Oluşturup
Oluşturmadığı
99. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve
Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde
Anayasa'nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle sınırlamanın
Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa'nın ilgili
maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa'nın sözüne
ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
(a) Kanunilik
100. Başvuru konusu eylemde müdahalenin yasal dayanağı 2559
sayılı Kanun’un 16. maddesi ve 2911 sayılı Kanun’un 22. ve 24. maddeleridir.
2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde polisin hangi durumlarda zor ve silah
kullanabileceği, bunun hangi ölçüde olacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda polis,
görevini yaparken direnişle karşılaşması hâlinde bu direnişi kırmak amacıyla ve
ölçülü olarak zor kullanmaya yetkilidir. Bu yetki sadece polisin direnen
kişilere karşı bedensel kuvvet kullanmasını değil maddi güç kapsamında kelepçe,
cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fiziki engeller, polis
köpekleri ve atları gibi bazı araçların da kullanılmasını içerir. Diğer
taraftan Emniyet Genel Müdürlüğünün yayımladığı Yönerge ile (bkz. § 25)
toplumsal olaylara müdahalede gözetilecek hususlar ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında
toplanma hakkının sınırlandırılmasında ve müdahale usulünde izlenecek
hususlarda gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sebeple somut olayda
toplanma hakkına müdahalenin “kanunilik” unsuru mevcuttur.
(b) Meşru Amaç
101. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılan bir müdahalenin
meşru olabilmesi için Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen "millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması" amaçlarına yönelik olması gerekir.
102. Eyleme yönelik müdahalenin hangi amaçla yapıldığına ilişkin
olarak Cumhuriyet Başsavcılığının kararı incelendiğinde amacın kamu düzeninin
bozulmasını engellemeye yönelik olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuru konusu
olayda Anayasa’nın 34. maddesi gereğince polisin yaptığı müdahalenin meşru bir
amaç taşıdığı kabul edilmelidir.
(c) Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve
Ölçülülük
103. Başvurucunun toplanma hakkını kullanmasına müdahale
edilmesinin “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığı hususunda öncelikle
belirtilmesi gereken, hükûmetin politikaları ile ilgili olarak bireylerin
tepkilerini barışçıl yöntemlerle ortaya koymalarının çoğulcu demokrasilerin
karakteristik özelliği olduğudur. Bu kapsamda siyasi konulardaki fikir
ayrılıklarında azınlık veya muhalif düşüncelerin ifade edilebilmesine fırsat
verilmesi demokratik bir devletin yükümlülüğüdür. Devletin barışçıl amaçlarla
yapılan toplantı düzenleme ve toplantıya katılma özgürlüğünü korumakla
kalmaması, ayrıca bu hakkın kullanımını engelleyen makul olmayan dolaylı
sınırlamalar koymaması da gerekmektedir.
104. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kamu
otoritelerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sınırlandırılmasında belirli
bir takdir marjına sahip olduğu açıktır. Ancak bu takdir payının Anayasa'nın
13. maddesi uyarınca Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin
ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olarak
kullanılmaması gerekir. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına
ilişkin iddiaları incelerken Anayasa Mahkemesinin görevi, ilgili kamu
otoritelerinin takdir payını makul, dikkatli ve iyi niyet çerçevesinde kullanıp
kullanmadıklarını değerlendirmektir. Ayrıca şikâyete konu müdahaleyi bir bütün
olarak inceleyip meşru amacın gerçekleşmesine yönelik olarak müdahalenin amacın
gerçekleştirilmesi için ölçülü olup olmadığını ve müdahale gerekçelerinin
"ilgili ve yeterli" olup olmadığını belirlemektir. Böylelikle kamu
otoritelerinin şikâyete konu olayda aldıkları kararların Anayasa'nın 34.
maddesine uygun olup olmadığı tespit edilebilecektir.
105. Başvuru konusu olayda başvurucu, Gezi Parkı olaylarına
ilişkin olarak tepkisini göstermek amacıyla İzmir Gündoğdu Meydanı'ndaki
protesto gösterilerine katılmıştır. Bu bağlamda başvurucunun Hükûmetin tutumuna
yönelik olarak endişelerini veya muhalif fikirlerini toplu olarak ifade etme
çabası demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır. Ancak Gezi Parkı
olayları kapsamında başlatılan protesto gösterilerinin ülkede yaygınşiddet
eylemlerine dönüşmesi güvenlik güçlerini sert önlemler almaya yönlendirmiştir.
Yukarıda belirtildiği gibi İzmir'de meydana gelen gösterilerde bir siyasi parti
binasının ateşe verildiği, Gündoğdu Meydanı ve çevresinde birçok özel işyeri,
kamu binası ve kamu araçlarının yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı (bkz. § 19)
gözetildiğinde sıkı tedbirler alınmasının kamu düzeni açısından kaçınılmaz bir
durum olduğu açıktır.
106. Somut olay açısından başvurucunun eyleminin barışçıl olup
olmadığının değerlendirilmesinde (bkz. §§ 63-66) başvurucu hakkında herhangi
bir adli soruşturma açılmaması tek başına başvurucunun barışçıl eylemde
bulunduğunu ortaya koymamakla birlikte polisin müdahalesinden kaçarken düşmesi
sonrasında copla kendisine fiziksel müdahalede bulunulmasının haklı olup
olmadığının Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından değerlendirilmemesi müdahalenin
gerekliliğinin tespitinde özenli davranılmadığını ortaya koymaktadır. Bu
bağlamda başvurucunun sadece güç kullanımı ile kontrol edilebilecek nitelikte
saldırgan bir tutum sergilediği tespit edilememiştir. Gösterinin kamu düzeninin
sağlanması için dağıtılmasının tek başına başvurucunun maruz kaldığı
müdahalenin şiddetini haklı göstermeye yetmeyeceği de açıktır.
107. 3/6/2013 tarihinde İzmir'de meydana gelen gösterilerin
şiddete evrilmesi nedeniyle polisin müdahalesinin gerekli olduğu kabul
edilebilir. Ülke geneline yayılan şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin
sağlanmasının elzem olduğu da açıktır. Bu kapsamda müdahalenin demokratik
toplum düzeninde gerekliliği kabul edilse dahi bu müdahalenin ölçülü olması da
gerekmektedir.
108. Somut olayda başvurucunun polis müdahalesinden kaçarken
coplarla vücudunda yaygın ekimozlar oluşacak şekilde müdahaleye maruz
kalmasının ölçülü olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu şekilde tamamen
hoşgörüsüz davranılmasının başvurucu açısından caydırıcı bir etki oluşturduğu
ve bu müdahalenin temel bir sosyal ihtiyacı karşılama niteliğinden yoksun
olduğu değerlendirilmiştir.
109. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 34.
maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
110. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
111. Başvurucu 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
112. Başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı
ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
113. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması içinyeniden soruşturma yapılmak üzere kararın
bir örneğinin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
114. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı
ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmesi nedeniyle yalnızca ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net
20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
115. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence
altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul
boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele
yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma
yapılmak üzere İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme
olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre
için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
19/4/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.