TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞEYMA KAYAOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5491)
|
|
Karar Tarihi: 5/7/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Şeyma KAYAOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Ömür PEHLİVAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, zorunlu askerlik görevi sırasında intihar üzerine
açılan tam yargı davasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesince süre aşımı yönünden
reddedilmesi nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 21/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucunun eşi Doğukan Kayaoğlu, Kastamonu ili İnebolu İlçe
Jandarma Komutanlığı emrinde zorunlu askerlik görevini ifa etmekte iken 1/1/2012
tarihinde silahla vurularak vefat etmiştir.
10. Jandarma Genel Komutanlığı Askerî Savcılığınca yapılan
soruşturma sonucunda; başvurucunun eşinin, gece nöbetini tutmakta olan Jandarma
Er Ahmet Erdem'in üzerindeki silahı onun ardından sessizce yaklaşarak aldığı,
hızla yemekhaneye doğru koştuğu, diğer erlerin müdahalesine meydan vermeden sağ
şakağına bir el ateş ederek intihara teşebbüs ettiği, İnebolu Devlet Hastanesi
Acil Polikliniğine sevk edildiği ancak burada kurtarılamayarak aynı gün vefat
ettiği, yapılan inceleme ve soruşturma sonucunda olayın intihar olduğu, ölüm
olayında herhangi bir kişinin eylemi bulunmadığı gibi herhangi bir kişiye atfı
kabil bir kusurun da söz konusu olmadığı gerekçesiyle 15/6/2012 tarihinde olay
hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararda ayrıca
şu ifadelere yer verilmiştir:
"Müteveffa J.Er Doğukan KAYAOĞLU'na yapılan psikososyal risk faktörü
tarama anketinde psikolojik bir rahatsızlık geçirdiği, rahatsızlığa istinaden
tedavisinin devam ettiği, şimdiye kadar kendisine zarar vermeye/öldürmeye
yönelik teşebbüsünün olduğu, öfkelendiği zaman kendini kontrolsüz durumda
hissettiği, vücudunda sigara söndürme, jilet atma gibi kendine zarar verici
davranışları olduğu anlaşılmıştır. Buna ilişkin müveffanın RDM kapsamına
alındığı, psikolojik sorunları tespit edildiği ailesine 11'inci Bölük
Komutanlığınca oğullarında anksiyete bozukluğu olduğu konusunda yazı yazıldığı
anlaşılmıştır."
11. Anılan takipsizlik kararının başvurucuya ne zaman tebliğ
edildiği dosyadan anlaşılamamakla birlikte başvurucu 15/3/2013 tarihinde
İçişleri Bakanlığına başvurarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş,
başvurusunun zımnen reddi üzerine 8/7/2013 tarihinde tam yargı davası açmıştır.
Başvuruya konu Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) kararından anlaşıldığı
kadarıyla başvurucu, olayın intihar olmadığını, kaldı ki intihar olsa bile
idarenin hizmet kusuru bulunduğunu; zira, müteveffanın olay öncesinde intihara
teşebbüs nedeniyle hava değişimine gönderildiğini (75 gün), tedavi gördüğünü,
dolayısıyla askerlikten muaf tutulması gerektiğini, ayrıca idarenin olayda
kusursuz sorumluluğunun da bulunduğunu ileri sürmüştür.
12. AYİM İkinci Dairesi 11/9/2013 tarihli ve E.2013/1075,
K.2013/967 sayılı kararıyla başvurucunun, eşinin ölümü ile oluşan zarardan ölüm
tarihinde (1/1/2012) haberdar olduğu ve bu tarihten itibaren bir yıl içinde
davalı idareye ön müracaatta bulunması ve başvurudan sonra yasal süresi içinde
dava açması gerekirken bir yıllıkidari müracaat süresi geçtikten sonra
15/3/2013 tarihindeki idari başvurunun ardından 8/7/2013 tarihinde açılan
davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
13. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 5/3/2014
tarihli ve E.2014/386, K.2014/292 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar 25/3/2014
tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu 21/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Anayasa ve Kanun
Hükümleri
15. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrası şöyledir:
“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan
zararı ödemekle yükümlüdür.”
16. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi Kanunu’nun43. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
17. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
18. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği
ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da
değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya
çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması
zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek
nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği
için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu
görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza
muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5
yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı
tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun
kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek
gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem
nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması
zorunludur."
19. Aynı Dairenin 31/5/2016 tarihli ve E.2016/4241, K.2016/3896
sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal
edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme
bağlanmıştır.
Anılan Kanun hükmünde idareye başvuru için
öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman
zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması
zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir
hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle
ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya
işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin
idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya
çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza
yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir
tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural,
usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve
biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza
davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu
zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13'üncü
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı
tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan
eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma
hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş
bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde,
hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...”
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ifade edilen hakkın kurucu unsurlarından
birinin mahkemeye erişim hakkı olduğunu belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70,
21/2/1975, § 36). Mahkemeye erişim hakkı, Sözleşme'nin 6.
maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olup (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No:
54252/07, 16/6/2009, § 52) bu kapsamda (1) numaralı fıkra, herkesin kişisel
hakları ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya bir
yargı yeri önüne çıkarma hakkını güvence altına alır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
22. Mahkemeye erişim hakkı, niteliği gereği devlet tarafından
düzenleme yapılmayı gerektirdiğinden mutlak bir hak olmayıp sınırlamalara
tabidir. AİHM'e göre bu hak, Sözleşme'nin tanımlamaksızın kabul ettiği bir hak
olduğundan bir hakkın kapsamını belirleyen (çerçevesini çizen) sınırlardan
başka sınırlamalara da tabi olabilir. Ancak hiçbir durumda bu sınırlamalar
hakkın özünü zedelememelidir (Golder/Birleşik
Krallık, § 38).
23. Ayrıca bu sınırlama, meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan
araçlarla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantılılık
ilişkisi bulunmalıdır, aksi takdirde sınırlama 6. maddenin (1) numaralı
fıkrasıyla bağdaşmaz (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No:
8225/78,28/5/1985, § 57).
24. Temyize başvurma, dava açma gibi usul kurallarına ilişkin
kanunlarda birtakım sürelerin öngörülmesi, hukuksal güvenlik ilkesi ve
mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan ve eksik olan
kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar
vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek gibi önemli
ve meşru amaçlara hizmet etmektedir (Stubbings
ve digerleri/Birleşik Kralık, B. No: 22083/93, 22/10/1996, § 51).
25. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Beles ve diğerleri/Çek
Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, §§ 50, 51).
26. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa
da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına
halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul
kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları
gerekir (Walchli/Fransa, No.
35787/03, 26/7/2007, § 29). Yapılan düzenlemeler, hukuk güvenliği ilkesi ve
adaletin iyi bir şekilde tecelli etmesi amaçlarına hizmet etmediği ve dava
açmak isteyen kişinin önünde davasının esasını yetkili ve görevli mahkeme
önünde inceletmek bakımından bir engel oluşturduğu durumlarda mahkemeye erişim
hakkı ihlâl edilmiş olur (Efstathiou ve
diğerleri/Yunanistan, No. 36998/02, 27/7/2006,§
24).
27. Bir tazminat davasının kusur veya ihmale dayandırıldığı
hâllerde, başvurucu söz konusu kusur veya ihmali oluşturan olaydan haberi
olduğu ya da haberi olması gerektiği tarihten itibaren dava açma hakkına sahip
olmaktadır (Miragall Escolano ve diğerleri/İspanya,
No. 38366/97, 38688/97, 40777/98, 40843/98, 41015/98, 41400/98, 41446/98,
41484/98, 41487/98 ve 41509/98, § 37, AİHM 2000-I ve Canete de Goni/İspanya, No. 55782/00, §
40, AİHM 2002-VIII). Bu kapsamda tazminat davasının ileri sürülen bir kusur
veya ihmale dayandığı durumlarda, başvurucununyalnızca bu kusur veya ihmalin
sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği andan itibaren
yani haklarının ihlal edildiğiyle ilgili belge ya da karardan haberdar olduğu
tarihten itibaren dava açma süresi işleyebilecektir (Yeşilkaya/Türkiye (k.k.), B. No: 47157/10, 26/5/2015,§ 39).
28. AİHM; Sefer Yılmaz ve
Meryem Yılmaz/Türkiye (B.No: 611/12,
17/11/2015) başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili yürütülen ceza
soruşturmasının takipsizlikle sonuçlanmasının ardından AYİM'de açılan tam yargı
davasınınsüre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin başvuruda
başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği hususunu
değerlendirmiştir. Söz konusu olayda başvurucuların oğlu M.Y., 9/9/2008
tarihinde nöbet kulübesinde el bombasının patlaması sonucu vefat etmiştir.
Yapılan soruşturmanın ardından 15/12/2009 tarihinde Askerî Savcılık, ölüm
olayının meydana gelmesinde kimsenin kusur ya da kastının bulunmadığı, M.Y.nin
el bombasıyla intihar ettiği sonucuna varmıştır. Askerî Savcılığın bu sonuca
varmasında olay yeri inceleme raporu, olay yeri krokisi, otopsi raporları ve
tanıkların M.Y.nin ailevi ve maddi çeşitli sıkıntılara bağlı olarak psikolojik
sorunlarının olduğuna dair ifadeleri etkili olmuştur. Söz konusu kararın
ardından başvurucular 28/8/2010 tarihinde tazminat istemiyle İçişleri
Bakanlığına başvuruda bulunmuş, istemin zımnen reddi üzerine 2/11/2010
tarihinde AYİM'de tam yargı davası açmışlardır. AYİM, 1602 sayılı Kanun'un 43.
maddesinde öngörülen bir yıllık süreyi ölüm tarihinden başlatarak davayı süre
aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. AYİM kararında, yürütülen soruşturma sonucunda
ölüm olayının davacılar yakınının intihar kastıyla, el bombasını patlatması
şeklinde gerçekleştiği ve bu durumun davacılar tarafından da önceden bilinen
ölüm sebebinde herhangi bir değişiklik yapmadığı kanaatine varıldığı da ayrıca
belirtilmiştir.
29. AİHM ise davanın temelinde yer alan konunun bir yıllık süre
sınırının M.Y.nin ölüm tarihinden itibaren başlatılması olduğunu belirtmiş,
başvuranların oğullarının 9/9/2008 tarihinde hayatını kaybettiğini
öğrendiklerini ancak kesin ölüm nedenini bilmediklerini, bu bağlamda
takipsizlik kararı tebliğ edilinceye kadar söz konusu olayın kaza, cinayet veya
intihar olduğunu kesin olarak bilemediklerini ve bu durumun AYİM'e başvuru
yapılması için belirleyici bir etkiye sahip olduğunu vurgulamıştır. AİHM, olay
tarihinde başvurucuların elinde idarenin kusur veya ihmaliyle ilgili kıstaslar
bulunmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan haberleri olduğu
tarihten itibaren tam olarak soruşturma unsurlarına erişebildiklerini ve
idarenin olası bir hatası veya ihmalinden haberleri olduğunu, anılan kararın
tebliğinin üzerinden bir yıl geçmeden idareye başvuru yapıldığı ve bu
koşullarda başvurucuların ihmalkâr davrandıkları ya da hatalı oldukları yönünde
suçlanamayacaklarını belirterek AYİM kararının başvuranları mahkemeye erişim
haklarından mahrum bıraktığı sonucuna varmıştır (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, §§ 65-73).
30. Öte yandan AİHM Canan
Eyilmez ve diğerleri/Türkiye (B. No:74704/11, 1/7/2014, §§ 24-34)
başvurusunda, askerde ölüm olayıyla ilgili kusursuz sorumluluğa dayalı olarak
açılan tam yargı davalarında takipsizlik kararından haberdar olmaya ihtiyaç
duyulmadığını, dolayısıyla kusursuz sorumluluk esasına göre açılan davalarda
bir yıllık dava açma süresinin ölüm tarihinden itibaren başlatılmasının makul
olduğunu belirtmiştir. AİHM ölümcül kazanın, başvurucuların yakınlarının
zorunlu askerlik hizmetini yerine getirdiği sırada meydana gelmesi nedeniyle
idarenin kusursuz sorumluluk ilkesine dayanarak kendilerine tazminat ödemeye
mahkûm edilmesi gerektiğini savunduklarına dikkat çekerek idarenin olası
kusurundan bilgi sahibi olmaya ihtiyaç duyulmadığını, bu nedenle dava açma
süresinin olay tarihinden itibaren başlatılmasının hakkaniyetsizlik olarak ya
da kendi özünde başvuranların mahkemeye erişim haklarına zarar verecek
nitelikte görülmediği gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 5/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
32. Başvurucu; eşinin öldürüldüğünü düşündüğünü ancak Askerî
Savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararının tebliği ile intihar
olduğunu öğrendiğini, bu öğrenme tarihinden yani ölüm sebebi kesinleştikten
sonrabir yıl içinde idari başvuru yaparak dava açtığını, AYİM'in süreyi ölüm
tarihinden başlatarak davasını süre aşımı yönünden reddetmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde
bulunmuştur.
33. Bakanlık tarafından sunulan görüşte mahkemeye erişim
hakkıyla ilgili AİHM içtihatlarına yer verilmiş ve ardından özetle yasada
zorunlu idari başvuru için öngörülen sürenin başlangıcı için idari eylemin ne
şekilde meydana geldiğinin değil olayın öğrenildiği tarihin esas alındığının
açıkça düzenlendiği, başvurucunun da zararın meydana geldiğini eşinin vefatı
ile öğrendiğini, açılan davada AYİM'in de öğrenme tarihini vefat tarihinden
başlattığının anlaşıldığı ifade edilmiştir.
B. Değerlendirme
34. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı ve
Hakkın Kapsamı
36. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmiştir.
37. Anayasa'nın 36. maddesine 2001 yılı değişiklikleriyle
eklenen "adil yargılanma" ibaresine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin
taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Bu sözleşmelerden AİHS
ile AİHS'i yorumlayan AİHM içtihadındaki adil yargılanma hakkı güvencelerinden
birini mahkemeye erişim hakkı oluşturmaktadır (bkz. § 21).
38. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre de bir uyuşmazlığı mahkeme
önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde
güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biridir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
39. Başvurucunun açtığı davanın AYİM İkinci Dairesi tarafından
süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilerek davanın esasının
incelenmemesinin, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğu
açıktır.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
40. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
41. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye
erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür.
Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın
13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Murat Kara ve diğerleri, B. No: 2014/6042,
9/3/2017, § 59).
42. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
43. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
44. Başvuruya konu olayda AYİM İkinci Dairesinin, 1602 sayılı
Kanun’un 43.maddesine göre süre aşımı gerekçesiyle davanın reddine karar
verdiği anlaşılmaktadır. AYİM Dairesinin bu hükme göre verdiği kararla yapılan
müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı açıktır.
ii. Meşru Amaç
45. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir
şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel
sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı
sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede
herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka
maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması mümkün
olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir
kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları
ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak
bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz
(AYM, E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).
46. Diğer taraftan hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleri
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Bu
ilkelerin sağlanması amacıyla adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan
mahkemeye erişim hakkına sınırlama getirilebilir. Bu çerçevede idari işlem ve
eylemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını
engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak
amacıylahukuki istikrar ve hukuki güvenlik ilkeleri gereği idari davaların
açılmasının belli sürelerle sınırlandırıldığını söylemek mümkündür.
47. Bunun yanında dava ya da hukuki işlemler için tanınan
süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik
ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar
hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne
geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet
ederler (AYM, E.2014/92, K.2016/6, 28/1/2016, § 17).
48. Bir başka ifadeyle süre gibi usul kuralları adaletin iyi
yönetimini ve bilhassa hukuki güvenlik ve istikrara saygının temin edilmesini
amaçlarlar.
49. Bu açıklamalar çerçevesinde idari işlem ve eylemlere karşı
açılan davalarda süre koşulunun öngörülmesi meşru amaçlara sahiptir.
iii. Ölçülülük
50. Başvurucunun yakınının askerde intiharı nedeniyle uğradığını
ileri sürdüğü zararın tazmini istemiyle açtığı davada AYİM İkinci Dairesinin,
dava açma süresini vefat tarihinden başlatarak davayı süre aşımı gerekçesiyle
reddetmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişimine getirilen sınırlamanın
ölçülü olup olmadığı hususununincelenmesi gerekir.
(1) Genel İlkeler
51. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin, somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
52. Mahkemeye erişim hakkı kapsamında dava açma süresi gibi usul
koşullarına ilişkin kurallar yorumlanırken ölçülülük ilkesi gözönünde
bulundurulmalıdır. Buna göre bir yandan kişilerin mahkemeye erişimine engel
oluşturacak aşırı şekilcilikten kaçınılırken diğer yandan da kanunla belirlenen
usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak aşırı esneklikten
kaçınılmalıdır. Bu durum özellikle dava açma süresinin ne zaman işlemeye başladığının
açık olmadığı veya bu hususta birden fazla yorum yapma imkânının bulunduğu
durumlarda önemlidir. Mahkemeye erişim hakkı kapsamında dava açma süresinin ne
zaman işlemeye başlayacağına ilişkin birden fazla yorum yapma imkânının
bulunması hâlinde kişilerin mahkemeye erişimini engellemeyecek olan yorumun
benimsenmesi gerekir.
53. Öte yandan bireysel başvuru yolunun ikincillik niteliği
gereği ilgili mevzuatı yorumlamak derece mahkemelerinin görevi olup Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruda incelediği husus, derece mahkemelerinin
gerekçelerine esas yorumun ölçülü olup olmadığı ve buna göre Anayasa'da güvence
altına temel hak ve özgürlükleri ihlal edip etmediğidir. Bu kapsamda dava açma
sürelerinin hangi tarihte başlayacağını belirlemek Anayasa Mahkemesinin görevi
olmayıp Anayasa Mahkemesi, dava açma sürelerinin başlatıldığı tarihle ilgili
derece mahkemelerinin yorumlarının Anayasa'da güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal edip etmediğini
incelemektedir.
54. Ayrıca, derece mahkemesi kararlarında başvurucuların
uğradıklarını ileri sürdükleri zararı öğrendikleri veya öğrenmeleri gereken
tarih hakkında hiçbir değerlendirme yapılmaksızın dava açma süresine ilişkin
bazı kategorik kabul ve değerlendirmelerle davaların süre yönünden reddedilmesi
mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
55. Bazı örneklerine yukarıda yer verilen (§§ 18,19) Danıştay
içtihatlarında ortaya konulduğu üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın
tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü
tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari
eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin
veya yol açtığı zararın ya da illiyet bağının eylemden çok sonra anlaşıldığı
veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra
başlayacağı kabul edilmektedir.
56. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen
eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de çok sonra değişik
araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Ortaya konulacak ölüm nedeni, çoğu zaman eylemin idariliğinin ve illiyet
bağının varlığının tespiti konusunda önem taşımaktadır (Benzeri yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Emre Çalıkoğlu,
B. No: 2013/4686, 4/11/2015, §§ 64-67).
57. Bu bağlamda özellikle askerde meydana gelen ve kesin nedeni
bilinmeyen olayların kaza, cinayet veya intihar olup olmadığının yapılan adli
veya idari soruşturma sonucu ortaya çıktığı durumlarda ilgililerin kesin ölüm
nedenini bilmeleri, takip edecekleri usul ve başvuracakları idari ve adli
mercilerin belirlenmesinde bu kapsamda ilgililerin tam yargı davası açma
iradeleri üzerinde belirleyici etkiye sahiptir.Söz konusu soruşturmalar ise
idari veya adli makamlarca resen yürütüldüğünden soruşturma süresinin uzunluğu
üzerinde genellikle davacıların bir etkisi ve soruşturma sonucunu beklemekten
başka bir görevleri bulunmamaktadır.
58. Bu durum özellikle, tam yargı davasının kusur veya ihmalin
varlığına dayandırıldığı durumlarda önem arz eder. Yürütülen soruşturma sonucu
kusur veya ihmalin varlığı tespit edildiğinde dava açma süresinin, davacıların
kusur veya ihmalin varlığından veya sonuçlarından haberdar olduğu veya haberdar
olması gerektiği andan itibaren başladığının kabulü gerekir.
(2)İlkelerin Olaya
Uygulanması
59. Başvurucu, 1602 sayılı Kanun’da belirtilen dava açma
süresinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönünde bir şikâyette
bulunmamıştır. Başvurucu, anılan sürenin başlangıç tarihi olarak vefat tarihinin
esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
60. Başvuruya konu olayda, başvurucunun eşinin vefatının intihar
olduğu Askerî Savcılığın 15/6/2012 tarihli takipsizlik kararı ile
kesinleştirilmiştir. Başvurucu anılan takipsizlik kararının üzerinden henüz bir
yıl geçmeden 15/3/2013 tarihinde idari başvuru yaparak tazminat talep etmiş ve
bu talebin zımnen reddi üzerine 8/7/2013 tarihinde davasını açmıştır. AYİM
kararında ise vefatın öğrenildiği tarihten itibaren zararın öğrenildiği ve
bunun üzerinden de idari başvuru yapılan 15/3/2013 tarihi itibarıyla bir yıllık
sürenin geçtiği belirtilerek dava süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle
reddedilmiştir.
61. Başvurucu özellikle yakınının intihara meyilli olduğunun
idarece bilindiği, ancak tedbir alınmadığı hususuna dikkat çekerek hem kusur
sorumluluğuna hem de kusursuz sorumluluğa dayalı olarak tazminat talebinde
bulunmuştur.
62. AYİM Dairesi, dava açma süresinin hesabında ölümün
gerçekleştiği tarihi esas almış; başvurucunun idarenin kusurundan
kaynaklandığını ileri sürdüğü zararı hangi tarihte öğrenebileceği, başka
deyişle başvurucu tarafından eylemin idariliğinin ne zaman öğrenildiği ya da
eylemin idariliği ihtimaline ne zaman kanaat getirildiği hakkında herhangi bir
açıklamaya yer vermemiştir.
63. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi özellikle askerde
meydana gelen ve kesin nedeni bilinmeyen ve dolayısıyla olayın kaza, cinayet
veya intihar olup olmadığının yapılan adli veya idari soruşturma sonucu ortaya
çıktığı durumlarda ilgililerin kesin ölüm nedenini bilmeleri takip edecekleri
usul ve başvuracakları idari ve adli mercilerin belirlenmesinde önemli olup
başvurucu da takipsizlik kararıyla olayın intihar olduğunu öğrendikten sonra
özellikle eşinin psikolojik sorunları nedeniyle daha önce hava değişimine
gönderildiği hususuna dikkat çekerek idarenin kusuruna vurgu yapmıştır.
64. Dolayısıyla olayda vefat nedenini ortaya koyan takipsizlik
kararı üzerine bir yıl içinde idari başvuru yapılarak buna uygun şekilde dava
açıldığı hâlde salt uğranıldığı ileri sürülen zararın vefat tarihi itibarıyla
öğrenildiği değerlendirilerek bu tarihin dava açma süresinin başlangıcı olarak
kabul edilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum
olduğu ve bu yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını kullanmasını aşırı
derecede güçleştirdiği açıktır.
65. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
66. Başvurucu,idarenin özensiz
davranışı sonucu yaşam hakkının ihlal edildiğini de ileri sürmüştür.
67. Bakanlık bu iddiaya ilişkin görüş sunmamıştır.
68. Başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesi uyarınca yaşam hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti, söz konusu şikâyet ve olay açısından yaşam
hakkı kapsamında etkili kabul edilebilecek bir başvuru yolu olan tam yargı
davasına ilişkin Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yapılan incelemede,
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği tespit edilip ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılması için dava dosyasının yeniden yargılama yapılmak üzere
ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verildiğinden ayrıca
değerlendirilmemiştir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
70. Başvurucu, tazminat talebinde bulunmuştur.
71. Adil yargılanmahakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
72. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri Yüksek İdare
Mahkemesi İkinci Daire Başkanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -
Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21.
maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari
yargı merciine GÖNDERİLMESİNE (Karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci
Dairesinin 11/9/2013 tarihli ve E.2013/1075, K.2013/967 sayılı kararıyla
ilgilidir.),
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
5/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.