TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
S.S. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5727)
|
|
Karar Tarihi: 26/10/2016
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
S.S.
|
Vekili
|
:
|
Av. Yasin TEKAKÇA
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk
Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan
davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; karar düzeltme
talebinin kararı veren aynı Daire tarafından incelenerek karara bağlanması
nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının; yargılamanın bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından yürütülmemesi ve aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 28/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine
doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/11/2015
tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında
görüş sunulmamıştır.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve
erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Muvazzaf subay statüsünde görev yapmakta iken ahlaki
düşüklük ve cinsel zafiyet içinde olduğuna dair gönderilen ihbar mahiyetindeki
e-posta üzerine başvurucu hakkında idari tahkikat başlatılmış; bu tahkikat
sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından 11/6/2012 tarihinde, ahlaki durumu
nedeniyle "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir."
ortak kanaatli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir.
8. 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin 91. maddesi gereğince Hava Kuvvetleri
Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu
değerlendirilmiş ve Komisyon 11/6/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında
ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 11/7/2012 tarihinde
Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından, 21/9/2012 tarihinde Genelkurmay Başkanınca
onaylandıktan sonra Millî Savunma Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından
imzalanan 23/10/2012 tarihli ve 2012/725 sayılı üçlü kararname ile ayırma
süreci tamamlanmıştır.
9. Başvurucu, istihbarat birimindeki görevliler
tarafından mülakat adı altında çağrılarak 10/1/2011 tarihinde sorguya
alındığını, sorgu esnasında kendisine cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular
sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir gerekçe
gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini, ilişik kesme kararında herhangi bir
disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle
ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak
aldatıcı biçimde ve baskı altında yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve
göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan
oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil olarak
kullanılamayacağını, ilişik kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz
ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, takdirlerle dolu başarılı bir sicile
sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma
işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları
yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek ayırma işleminin iptali talebiyle
Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci
Dairesinde 3/1/2013 tarihinde dava açmıştır.
10. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde,
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 94.
maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı
(b) fıkrası uyarınca başvurucunun ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki
yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu
edilen bir durum değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul
olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin
idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin
başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif
sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık
bulunmadığı belirtilmiştir.
11. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve
1602 sayılı sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 52. maddesi
kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir.
12. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 8/7/2013 tarihli
düşünce yazısında, başvurucunun geçmiş mesleki safahatı itibarıyla yalnızca bir
defa disiplin cezası ile cezalandırıldığı, mesleki sicil ortalamalarının çok
iyi seviyede olduğu, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı,
ayrıca özel hayatının gizliliği kapsamında kalması gereken bilgilerin ayırma
işlemine esas alınamayacağı, bu bağlamda başvurucunun disiplin ve sicil durumu
gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu ayırma işleminde ölçülük
ilkesinin ihlal edildiği, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ve iptal
edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
13. AYİM Birinci Dairesinin 3/12/2013 tarihli ve
E.2013/94, K.2013/1232 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, TSK'nın
itibarını sarsacak derecede ahlak dışı hareketlerde bulundukları gerekçesiyle
İstihbarat Başkanlığınca yürütülen tahkikat kapsamında aralarında başvurucunun
da bulunduğu pek çok personelin ifadesine başvurulduğu, ifadesi alınan
başvurucunun yaşadığı cinsel birliktelikleri detaylı şekilde anlattığı ve ikrar
ettiği, geçmiş sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel
portresi çizmesine karşın başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını
taşımadığı, TSK'nın itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde
bulunduğunun anlaşıldığı, ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif
kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin
gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı
sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca, başvurucunun ifadesinin bir suç
isnadıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması kapsamında değil disiplin hukuku
çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve
başvurucunun bu şekilde tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada
uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem
ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi,
belge ve kanıt bulunmadığı belirtilmiştir.
14. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi,
aynı Dairenin 9/4/2014 tarihli ve E.2014/409, K.2014/333 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve karar 22/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
15. 28/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
16. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile
yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesi
işlemine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi
istenmiştir.
17. Anayasa Mahkemesine 3/6/2016 tarihinde sunulan söz
konusu belgelerin incelenmesinden başvurucunun bir dönem birliktelik yaşadığı
P.D.nin başvurucu hakkında yaralama, tehdit ve hakaret suçlarından 21/11/2010
tarihinde şikâyetçi olduğu ancak 25/11/2010 tarihli feragat dilekçesi ile bu
şikâyetinden vazgeçtiği, bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının
29/12/2010 tarihli ve 2010/71881 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Hava Kuvvetleri Komutanlığınca
istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde 10/1/2011 tarihinde
başvurucunun ifadesinin alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda
başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu
anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı
karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu
anlaşılamamıştır. Anılan ifade metninde başvurucuya uyuşturucu madde kullanıp
kullanmadığı, grup hâlinde cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı, yaşadı ise kimlerle,
nerede ve ne zaman bu tür ilişkiler yaşadığı, bu ilişkilerini kaydedip
kaydetmediği, kaydetmiş ise söz konusu görüntüleri sivil ve askeri kişilere
gösterip göstermediği, birlikte olduğu kadınlarla ilgili adli bir olay yaşayıp
yaşamadığı, şahsına ait bilgisayar ve cep telefonunun bulunup bulunmadığı
hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun anılan soruları yanıtladığı ve
özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak geçmişte cinsel birliktelik
yaşadığı ilişkileri açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu dışında kişilerin de
ifadelerinin alınmış olduğu, bu kişilerden başvurucu hakkında bildiklerini
anlatmalarının istendiği görülmüştür.
18. 23/11/2012, 26/11/2012, 10/12/2012 ve 14/12/2012
tarihlerinde farklı makamlara verilen ve tümü Hava Kuvvetleri Komutanlığına
intikal eden dilekçelerde başvurucu, istihbarata karşı koyma faaliyetleri
kapsamında 10/1/2011 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı karargahına
götürüldüğünü, şaşkınlık ve kurumuna olan bağlılık gereği bunu yadırgamadığını
ancak saat 10.00'dan 18.00'e kadar biri kurmay binbaşı, diğeri kıdemli başçavuş
rütbesinde olan iki kişi tarafından insan onurunu kırıcı, aşağılayıcı, baskıcı
ve zorlayıcı şekilde sorgulandığını, sorgu esnasında kişisel ihtiyaçlarının
dahi karşılanmadığını, kendisi ve çalışma arkadaşları hakkında özel hayat
alanına ilişkin sorulara maruz bırakıldığını, bir hâkim ya da mahkeme kararı
olmaksızın teknik takip yöntemleriyle hakkında elde edilen özel hayatına ait
detayların sorgunun konusunu oluşturduğunu, haksız yere meslekten çıkarılmasına
neden olacak şekilde hukuka aykırı olarak sorgulamasını yapan, yazışmalarını
inceleyen, hakkındaki bilgi ve belgeleri usulsüz şekilde ele geçiren kişiler
hakkında özel hayatın gizliliğini ihlal ve görevi kötüye kullanma suçlarından
soruşturma açılması gerektiğini belirterek şikâyetçi olmuştur. Söz konusu
şikâyet dilekçeleri Hava Kuvvetleri Komutanlığı Adli Müşavirliğince incelenmiş
ve hazırlanan 27/6/2013 tarihli ve 2013/6 numaralı soruşturma açılmasına yer
olmadığına ilişkin karar, Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından imzalanarak
başvurucuya tebliğ edilmiştir. Kararda, hakkında şikâyette bulunulan personele
atfedilebilecek herhangi bir suç unsurunun görülmediği belirtilmiştir.
19. Söz konusu gizlilik dereceli belgeler arasında
ayrıca, yalnızca Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki personelin kullandığı
TSK-NET (e-posta sistemi) üzerinden başvurucunun resmî e-posta adresine
gönderilen veya başvurucunun gönderdiği iletilere ilişkin Eylül-2011 tarihli
E-posta Denetim Birimi İnceleme Sonuç Raporu'nun ve eklerinin bulunduğu
anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
20. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı 13. maddesi
şöyledir:
“Disiplin:
Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün
hukukuna riayet demektir.
Askerliğin
temeli disiplindir.
Disiplinin
muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve
nizamlarla idari tedbirler alınır.”
21. 211 sayılı Kanun’un 17. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Amir;
… maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında
bulundurur…”
22. 211 sayılı Kanun’un 39. maddesi şöyledir:
“Silahlı
Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve
milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.
Cumhuriyete
sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında
sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün
silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik,
yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her
askerin esas vazifesidir.”
23. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu'nun “Çeşitli Nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden Ayrılacak
Subaylar İçin Yapılacak İşlem” kenar başlıklı 50. maddesinin mülga (c)
bendi şöyledir:
“Disiplinsizlik
veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen
subayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı
Kanunu hükümleri uygulanır.
Bu
sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkında sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman
tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli
diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı subay sicil
yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi subaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura
tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı
Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.”
24. 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) işlem tarihinde yürürlükte
olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı
mülga 91. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...
Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlaki durumları gereği Türk
Silahlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine
ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet
sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:
...
e.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde
bulunması.
...”
25. Yönetmelik’in işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik
ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak
usuller” kenar başlıklı mülga 92. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Disiplinsizlik
ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır,,
a)
Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması:
Disiplinsizlik
ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde; süre söz
konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere
diğer niteliklere işaret konulmaz.
Sicil
üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümündeki kendilerine ait
olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 91 inci maddesindeki disiplinsizlik ve
ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra
"Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir" kanaatini yazarak
imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin
tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra Kuvvet Komutanlıkları
Personel Başkanlıklarına, jandarma subaylarının sicillerini Jandarma Genel
Komutanlığı Personel Başkanlığına, general ve amiral sicillerini Genelkurmay
Personel Başkanlığına gönderirler.
Disiplinsizlik
ve ahlâkî durum nedeniyle hakkında ayırma sicil belgesi düzenlenen bir subay
hakkında bu görüşe katılmayan sicil üstü, niteliklere işaret koymaksızın sicil
belgesinin kendisine ait olan kanaat hanesine, gerekçeli olarak "Silâhlı
Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir Kanaatine Katılmıyorum" kanaatini yazar
ve imza eder.
Kuvvet
Komutanlıkları veya Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığına gelen bu
siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle
karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlığı veya Jandarma Genel
Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat,
harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri
şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri, adlî müşavir veya
hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon
tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli
belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir
değerlendirme yapılır. Gerekirse sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri
alınır; bilgi, belge isteğinde bulunulabilir.
Komisyon,
yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir
tutanak ile Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanının onayına sunar ve
alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanı
tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî
dosyalarına konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet
Komutanı veya Jandarma Genel Komutanı tarafından onaylanan personelin
dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen
bu emeklilik istemleri, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine
edilerek, Yüksek Askeri Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve
Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından
durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenlerin hakkındaki
istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak, hakkında kesin
karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını
Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği subayların dosyaları, Kuvvet
Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığına iade edilir. Bu gibi subaylar
hakkında, Kuvvet Komutanı veya Jandarma Genel Komutanının daha önce verdiği
karara göre işlem yapılır. Yüksek Askerî Şûra tarafından durumları incelenen
subaylardan, göreve devam etmesi kararı verilenler hakkında yapılan işlemler ve
sıralı sicil üstlerince düzenlenen sicil belgeleri, mazbata edilerek personelin
şahsî dosyasına konur ve bu gibilerin görev yerleri değiştirilir.
...”
26. 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin 86. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
''Asker, kendisinden beklenen
vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip
olmalıdır.
Her
askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:
...
(h)
İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz
olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve
kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan,
hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan
sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati,
azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri
ayrı ayrı cezaları üstüne çeker.
...”
27. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat
Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun “Bakanlıklar ve diğer
kamu kurum ve kuruluşlarının görev ve yükümlülükleri” kenar başlıklı 5.
maddesinin (a) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bakanlıklar
ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının Devlet istihbaratına ilişkin görevleri
şunlardır:
a)
Kendi konularında;
1.
Görevlerinin gerektirdiği istihbaratı oluşturmak,
2.
MİT tarafından istenecek haber ve istihbaratı elde etmek,
3.
İstihbarata karşı koymak.”
28. 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe
Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin
Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) "Davalardaki
temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı" kenar
başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tahkim
usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde
idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk
müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu
davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve
takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar
üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir."
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
29. Mahkemenin 26/10/2016 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
30. Başvurucu; Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat
Başkanlığı tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence
verilerek mülakat adı altında çağrılarak manevi baskı altında ifadesinin
alındığını, aldatma yöntemiyle özel hayatına ilişkin bilgilerin en ince
ayrıntısına kadar elde edilmeye çalışıldığını ve bu bilgilerin ayırma işlemine
dayanak olarak gösterildiğini, mesleki yaşamındaki sicil not ortalamasının çok
iyi seviyede olduğunu ve takdir edilen bir personel olduğunu, tesis edilen
işlemde ölçülülük ilkesinin gözetilmediğini, ayırma işlemi tesis edilmeden önce
savunmasının alınmadığını, ayırma işlemine gerekçe olarak gösterilen sorgunun
kim tarafından ve nasıl yapıldığı hususu değerlendirilmeyerek istihbarat
birimleri tarafından yasak yöntemlerle elde edilen hukuka aykırı delillerin
AYİM tarafından ret gerekçesi olarak kabul edildiğini, diğer yandan ayırma
işleminin tesisinde e-posta yazışmalarının da dikkate alındığını, ayrıca
AYİM'de hâkim sınıfından olmayan subay üyelerin bulunması, tek dereceli
yargılama yapılması, karar düzeltme talebinin aynı Dairece incelenmesi nedenleriyle
bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma şartının gerçekleşmediğini,
ayrıca 659 sayılı KHK kapsamında vekâlet ücreti ile ilgili yapılan düzenlemenin
hak arama özgürlüğünü kısıtladığını, neticede yalnızca kendisini ilgilendiren
ve mesleğiyle ilgisi olmayan özel hayat alanına ilişkin ayrıntılar üzerinden
tesis edilen idari işlem ve AYİM kararı nedeniyle Anayasa’nın 2., 17., 20.,
22., 36., 49., 60. ve 129. maddeleri ile güvence altına alınan haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve lehine
tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
31. Başvurucunun, özel hayatına ilişkin bazı bilgilerin
hukuka aykırı yöntemlerle elde edildiği ve bu bilgilere dayanılarak hakkında
ayırma işlemi tesis edildiği şikâyetinin Anayasa’nın 20. maddesi ile güvence
altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı; kuruluşu ve yapısal sorunları
nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmayan AYİM'de yargılandığı
şikâyeti ile vekâlet ücreti hakkında yapılan düzenlemenin hak arama özgürlüğünü
kısıtladığı şikâyetinin Anayasa’nın 36. maddesi ile güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı; AYİM Birinci Dairesi tarafından verilen karar hakkındaki
karar düzeltme talebinin aynı daire tarafından karara bağlanması şikâyetinin
ise iki dereceli yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
a. AYİM'in Bağımsız ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
32. Başvurucu, AYİM'de hâkim sınıfından olmayan subay
üyelerin bulunması nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma
şartının gerçekleşmediğini ileri sürmüştür.
33. AYİM'in bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığı
iddiaları, daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesince bu
iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir (Yaşasın
Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 30; Ş.Ç., B. No: 2012/1061,
21/11/2013, § 26; Salih Karakoç, 2013/2954, 19/12/2013, § 49). Somut
başvuru açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığından
başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Hak Arama Özgürlüğünün Kısıtlandığına İlişkin İddia
34. Başvurucu, 659 sayılı KHK kapsamında getirilen
düzenleme gereği idare lehine vekâlet ücretine hükmedilmesinin hak arama
özgürlüğünü kısıtladığını ileri sürmüştür.
35. Başvuru konusu davanın açılmasından önce 2/11/2011
tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile idarede görevli
vekillere taraf sıfatı verilmiş, davanın reddi hâlinde idare lehine vekâlet
ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Vekâlet ücreti davaya hukuki
katkıda bulunan ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir. Dava
aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü,
bir usul kuralı olup mahkemeye erişim hakkı ile de ilişkilidir. Yükletilen
ücretin hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç
izlemesi, açık ve ölçülü olması, başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması
gerekir (Yaşasın Aslan, § 24; Serkan Acar, B. No: 2013/1613,
2/10/2013, § 38).
36. Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup kural olarak
bu tür giderler, mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak gereksiz
başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin
fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi
amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin
kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen
yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derece
zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez.
Dolayısıyla davayı kaybetmesi hâlinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet
ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (Serkan Acar, § 39).
37. Somut başvuru bu ilkeler kapsamında incelendiğinde
başvurucunun davasının reddedilmesi sonucunda idare lehine vekâlet ücreti
ödemekle yükümlü tutulmasında mahkemeye erişim hakkına yapılmış bir müdahalenin
olduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle bir ihlalin olmadığı açıkça
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. İki Dereceli Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
38. Başvurucu, AYİM Birinci Dairesi tarafından verilen
karar hakkındaki düzeltme talebinin aynı Daire tarafından karara bağlanması
nedeniyle adil yargılanmadığını ileri sürmüştür.
39. Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun
esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen
hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin
kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B.
No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
40. Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün 2. maddesinde
cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı tanınmış ise de başvuru konusu
edilen sürecin ceza yargılamasına ilişkin olmadığı açıktır.
41. Başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği AYİM
nezdinde temyiz yani iki dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerden olmadığı gibi Sözleşme’nin ve buna ek
Türkiye’nin taraf olduğu protokollerden herhangi birinin kapsamına da
girmemektedir (Mahir Akarsu, B. No: 2012/1096, 20/2/2014, §§ 42-45).
42. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu ihlal
iddialarının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı
anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Özel Hayatın
Gizliliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
44. Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar
başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına
bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere
bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış
merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası
aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz
saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel
verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle
ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların
düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
45. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan
geniş bir kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel
bağımsızlık olup bu koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün
müdahalelerden uzak kendine özel bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna
işaret etse de diğer taraftan özel hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını
istediği şekilde sürdürme ve dış dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına
indirgenemeyeceği açıktır. Bu açıdan Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal
hayat sürdürmeyi güvence altına almaktadır (Serap Tortuk, B. No:
2013/9660, 21/1/2015, § 31).
46. Özel hayatın gizliliği hakkı kapsamında korunan
hukuksal çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet
hakkı sadece yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp bu hak bireyin kendisi
hakkındaki bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin, kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
47. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın korunması hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireyin mahremiyetinin kamusal alanda da bazı koşullar altında korunmasını
mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
48. Sözleşme'nin denetim organlarının içtihatlarında
“bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi” kavramının özel hayata
saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel
hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği
karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar
bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında
cereyan eden cinsel içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda
kuşku yoktur (Serap Tortuk, § 35). AİHM, mesleki hayat çerçevesinde
kişilerin özel hayatı hakkında sorgulanmasının ve bunun doğurduğu idari
sonuçların, buna ek olarak kişilerin davranış ve tutumları gerekçe gösterilerek
görevden alınmalarının özel hayatın gizliliğine yapılmış bir müdahale
oluşturduğunu vurgulamaktadır (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04,
19/10/2010, §§ 47, 48).
49. Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına
saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine
dokunulamayacağı belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın
gizliliği hakkı, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet
alanının ve bu alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel
yaşamı kapsamında olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin
bilgilerin gizliliğinin korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın
20. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir (Serap Tortuk, § 36).
a. Müdahalenin Varlığı
50. “Disiplinsizlik ve ahlaki durum” sebebiyle TSK’dan
ayırma işlemine tabi tutulan başvurucuya ilişkin idari tahkikat sürecinden,
TSK’dan ayırma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere başvuruya
konu süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki davranış ve
ilişkilerinin en önemli yer tuttuğu görülmektedir. Bu şartlar altında özel
yaşamına ait unsurlar gerekçe gösterilerek verilen ayırma kararının
başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
51. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği
hakkı açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta; ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Serap Tortuk, § 38).
52. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin
sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
53. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri
sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer
alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler dikkate
alınarak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği
ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları
gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede, yer
alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin
Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de
gözetilmesi gerektiği açıktır (Serap Tortuk, § 40).
54. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı
iddia edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan
sebeplerin var olup olmadığı, her somut olayın kendi koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
55. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü
anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale
söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren
bir kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup
olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 36).
56. Başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin 926
sayılı Kanun'un 50. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (c) fıkrası ile
Yönetmelik'in işlem tarihinde yürürlükte olan 91. ve 92. maddeleri temelinde
yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel
hayatının gizliliği hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının mevcut
olduğu anlaşılmaktadır. AYİM kararının söz konusu Kanun hükümlerine dayandığı
anlaşıldığından belirtilen yargısal kararların yeterli bir hukuki temele sahip
olduğu görülmektedir.
57. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın
gizliliği hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu
anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
58. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla
tesis edildiği açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından
disiplin cezalarının amacı kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin
gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.
Disiplin cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların
hiyerarşik düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 211
sayılı Kanun’un 13. maddesinde disiplin; kanunlara, nizamlara ve amirlere
mutlak bir itaat, astın ve üstün hukukuna riayet şeklinde tanımlanmıştır.
Ayrıca askerliğin temelinin disiplin olduğu vurgulanmış, disiplinin muhafazası
ve idamesi için özel kanunlarla cezai ve idari tedbirlerin alınacağı
düzenlenmiştir.
59. Anılan düzenlemeler, millî güvenliğin sağlanması meşru
amacı kapsamında askerî disiplinin korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini sağlamak meşru amacını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda disiplin
hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu görevlilerinin işlem ve
eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi, belirtilen meşru
temellere dayanmaktadır. Aynı şekilde askerî bir meslek seçerek belirli bir
statüye girmeyi kabul eden kişilerin, sivillere getirilemeyecek bazı
sınırlamaların askerî disiplin gereği kendilerine uygulanabileceğini baştan
kabul ettiklerini söylemek de mümkündür (Ata Türkeri, B. No: 2013/6057,
16/12/2015, § 41).
60. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı, bunun da Anayasa'nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gereklilik ve Ölçülülük
61. Anayasa’nın 20. maddesinin amacı esas olarak
bireylerin özel hayatlarına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Devletin ayrıca özel hayatın ve aile hayatının
gizliliği hakkını etkili olarak koruma ve saygı gösterme şeklinde pozitif
yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, bireylerin birbirlerine karşı
eylemleri bakımından dahi özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması
için gerekli önlemlerin alınması ödevini de içermektedir (Ata Türkeri, §
42).
62. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün
olmakla beraber Anayasa'nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa'da yer alan tüm
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan ilkeler,
özel hayatın gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da dikkate alınmalıdır.
Buna göre demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilmeli, hakkın özüne
dokunulmamalı, sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı
arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlandırmayla ulaşılabilecek genel yarar
ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir
denge kurulmasına özen gösterilmelidir (Marcus Frank Cerny [GK], B. No:
2013/5126, 2/7/2015, § 73).
63. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı,
öncelikle özel hayatın gizliliği hakkı üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da
istisnai tedbirler niteliğinde olmasını; başvurulabilecek son çare ya da
alınabilecek en son önlem olarak kendisini göstermesini gerektirmektedir.
“Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik
bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik
olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı
karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek son çare niteliğinde değilse demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Ata
Türkeri, § 44).
64. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkına yargısal
veya idari bir müdahalenin toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp
karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından
yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni; müdahaleye neden olan idarenin ve
derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, özel hayatın
gizliliği hakkının unsurlarından olan mahremiyet hakkını kısıtlama bakımından
“demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun
olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Ata
Türkeri, § 45).
65. Personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi bir
alanda, kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre
değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla
birlikte bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu
gibi asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir (Serap Tortuk,
§ 52).
66. Öte yandan mahremiyet alanına ait ya da bireyin
varlığına veya kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz
konusu olduğu zaman kamu makamlarının takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda
özel yaşamın gizliliği hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz
konusu olduğunda takdir yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu
alanlara yönelik müdahalelerin haklı olduğunun kabul edilebilmesi için
özellikle ciddi gerekçelerin varlığı şarttır (Ata Türkeri, § 47).
67. Tesis edilen disiplin işlemlerinde ve bu işlemlerin
hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı mahkeme kararlarında, bireylerin özel
hayatlarına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatları üzerindeki
etkilerinin açıklanması, kamu hizmeti sunan ilgili kurumların işleyişi
üzerindeki etkilerinin ve risklerinin ortaya konulması ve bu hususlardaki
değerlendirmelerin yeterli ve ikna edici gerekçelerle desteklenmesi, ayrıca
tesis edilen işlemlerin bireylerin geçmiş mesleki sicilleri ve başarı durumları
dikkate alınarak ölçülülük yönünden irdelenmesi gerekir.
68. Son olarak AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin 8.
maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence
altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi
doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli
saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç,
başvurucunun 8. maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil
şartlarda savunabileceği etkili usule ilişkin güvencelerden yararlandırılmasını
gerektirir (Ata Türkeri, § 48).
69. Bu ilkeler ışığında başvuru konusu idari sürecin
değerlendirilmesi sonucunda başvurucunun da içinde olduğu bazı askerî personel
hakkında birtakım iddialar içeren ihbar mahiyetinde bir e-posta alınması
üzerine idari tahkikat başlatıldığı görülmüştür. Bu kapsamda Hava Kuvvetleri
Komutanlığınca başvurucunun ifadesinin alındığı ve başvurucunun cinsel hayatına
dair hususların esas olarak 10/1/2011 tarihli ifadesinden öğrenilmiş olduğu
anlaşılmaktadır. Söz konusu ifade metninde başvurucu hakkında idari tahkikat
başlatıldığı belirtilmediği gibi hangi kapsamda başvurucunun ifadesine
başvurulduğu hususunun da belirtilmemiş olduğu ancak başvurucunun kendisine
sorulan soruları yanıtladığı ve cinsel hayatına ilişkin hususları içeren ifade
metnini imzaladığı anlaşılmıştır.
70. Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat
Başkanlığı tarafından herhangi bir disiplin cezası tehdidi olmayacağına güvence
verilerek ve sahip olduğu yasal hakları hatırlatılmadan manevi baskı altında ve
yanıltıcı beyanlarla ifadesinin alındığını, aldatıcı ve zorlayıcı yöntemlerle
özel hayatıyla ilgili bilgilerin en ince ayrıntısına kadar elde edilmeye
çalışıldığını ve hakkında ayırma işlemi tesis edildiğini ileri sürmüştür.
71. AYİM Birinci Dairesinin 3/12/2013 tarihli ve
E.2013/94, K.2013/1232 sayılı kararında başvurucunun anılan iddiaları
değerlendirilmiş ve ifade alma işlemi sırasında başvurucunun iradesinin fesada
uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem
ve usullerle alınmış olduğuna dair somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı
gerekçesiyle anılan iddialar reddedilmiştir. Ayrıca, bahse konu 10/1/2011
tarihli ifadenin disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari
tahkikat kapsamında alınmış olduğu ifade edilmiştir.
72. Somut olayda başvurucunun söz konusu ifadesinin
belirli ve somut fiiller belirtilmeden ve hangi hukuki işleme esas alınacağı
konusunda bilgi verilmeden temin edilmiş olması anılan ifadeyi hukuki yönden
şüpheli duruma getirmektedir. Ayrıca ifade alma işlemi esnasında sorulan
sorular gözönüne alındığında başvurucunun mesleki hayatını değil özel hayatını
ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda bırakıldığı görülmektedir. Bu
kapsamda başvurucuya yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla değil daha çok
mahremiyet alanında gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili olduğu
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ihtilaf konusu ayırma işleminin kapsamı mesleki
hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu bağlamda, idarenin ve yargısal makamların karar
gerekçelerinde, başvurucunun İnternet üzerinden ya da sosyal ortamlardan
tanıştığı çok sayıda kadınla birliktelik yaşadığı, ahlaki yönden özenli bir
yaşam sürmediği ve karşı cinse düşkünlüğünün bulunduğu tespitlerine yer
verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı, sonuç olarak
başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen davranışların
esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan, mahremiyet alanına dâhil özel yaşam
eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
73. Kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da
bütünleşen bazı özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi
tutulabilecekleri açıktır. Ancak hakkındaki tahkikat sonucunda TSK’dan ayırma
işlemi tesis edilmesinin başvurucunun mesleki hayatı üzerinde olduğu kadar
temel geçim kaynağından yoksun kalması nedeniyle ekonomik geleceği üzerinde de
bu işlemin önemli bir etki oluşturduğu, bu nedenle ayırma işleminin daha önemli
hâle geldiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel hayatın gizliliği hakkı
üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir mahiyetinde olması,
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olması
gerekir.
74. AYİM kararında, başvurucunun ifade alma işleminin
usul ve içerik yönünden hukuka aykırı unsurlar taşıdığı iddialarına rağmen
anılan ifadenin alındığı koşulların detaylı şekilde incelenmediği, başvurucunun
özel hayatının en mahrem yönünü oluşturan cinsel hayatını geçmiş yıllardan
itibaren tüm detaylarıyla anlatmasının nasıl gerçekleştiğinin ortaya
konulmadığı görülmektedir. AYİM tarafından söz konusu soyut nitelikteki ifadede
belirtilen hususlar dayanak alınmak suretiyle TSK'dan ilişiğin kesilmesi
işlemine karşı açılan davanın reddedildiği anlaşılmıştır. Öte yandan Mahkeme
kararında başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki
hayatı üzerindeki etkilerine dair yeterli ve ikna edici gerekçeler ortaya
konmadığı gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi üzerindeki etkisi ve
risklerinin de detaylı şekilde açıklanmadığı, ayırma işlemine dayanak olarak
kabul edilen delillerin hukuka aykırı şekilde elde edildiğine ilişkin ileri
sürülen iddialar hakkında hukuka aykırı delillerin yürütülen disiplin
soruşturmasında geçerli delil olarak kabul edilemeyeceği ve hukuka aykırı
delillere dayanılarak işlem tesis edilemeyeceği hususu gözetilerek bir
araştırma yapılmadığı görülmüştür.
75. Bu durumda muhakeme sırasında açık ve somut bir
biçimde öne sürülen ve davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olduğu
anlaşılan başvurucunun söz konusu iddialarına Mahkemece makul bir gerekçe ile
yanıt verilmemesi, başvurucunun özel hayatına ilişkin hususların mesleği
üzerindeki etkisinin açıklanmaması ve özel hayatın gizliliği hakkına gerekli
saygının gösterilmesini adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili
güvencelerden başvurucunun yararlandırılmaması nedenleriyle AYİM kararının
mahremiyet hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli
gerekçe içermediği kabul edilmelidir. Bunun yanında tesis edilen ayırma
işleminin başvurucunun geçmiş sicili ve başarı durumu dikkate alınarak
ölçülülük yönünden değerlendirilmediği, sınırlama ile ulaşılabilecek genel
yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan başvurucunun kaybı arasında adil
bir denge gözetilmediği, başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı üzerindeki
sınırlamanın zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu veya
başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde olduğu
hususunda bir inceleme yapılmadığı ve gerekli özenin gösterilmediği sonucuna
ulaşılmıştır.
76. Buna göre başvurucunun Anayasa'nın 20. maddesinde
güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
77. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar
başlıklı (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
78. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık
hakkında yeniden yargılama yapılması ile lehine 10.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
79. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına
alınan özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
80. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
81. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın
AYİM Birinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal
iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve
1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısından
kaynaklandığı ileri sürülen nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. İki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
4. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel
hayatın gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan
toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 26/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.