TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SALİH TANRIVERDİ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/580)
|
|
Karar Tarihi: 18/5/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 22/6/2016-29750
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Hüseyin
TURAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Salih
TANRIVERDİ
|
|
|
2. Ramazan
TANRIVERDİ
|
|
|
3. Muhittin
TANRIVERDİ
|
|
|
4. Murat
TANRIVERDİ
|
|
|
5. M. Emin
TANRIVERDİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mesut
BEŞTAŞ
|
|
|
6. Aziz
TANRIVERDİ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mesut
BEŞTAŞ, Av. Cafer KOLUMAN
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa
itiraz incelemelerinin duruşmasız yapılması nedenleriyle kişi özgürlüğü ve
güvenliği, tutuklu devam edilen yargılamanın makul sürede bitirilmemesi
nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/1/2014 tarihinde Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 19/3/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 30/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca
kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı
Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet
suçlarını işledikleri şüphesiyle başlatılan soruşturma kapsamında Ramazan,
Murat ve M. Emin Tanrıverdi 28/8/2010, Muhittin ve Salih Tanrıverdi 1/9/2010,
Aziz Tanrıverdi ise 14/9/2010 tarihlerinde gözaltına alınmışlardır.
8. Başvurucular Ramazan, Murat ve Mehmet EminTanrıverdi,
Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 31/8/2010 tarihli ve 2010/542 Sorgu sayılı
kararıyla kasten adam öldürmek ve bu suça iştirak suçundan, Muhittin ve Salih
Tanrıverdi Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 2/9/2010 tarihli ve 2010/546
Sorgu sayılı kararıyla kasten adam öldürmek ve bu suça iştirak suçundan, Aziz
Tanrıverdi ise Diyarbakır 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 15/9/2010 tarihli ve
2010/89 Sorgu sayılı kararıyla kasten adam öldürmek ve bu suça iştirak suçundan
tutuklanmışlardır. Mahkeme, tutuklamaya gerekçe olarak "...atılı suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil
durumu, suçun CMK 100'de sayılan katalog suçlardan olması, kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması.."nı göstermiştir.
9. Başvurucular hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının
28/12/2010 tarihli ve E.2010/11458 sayılı iddianamesi ile Diyarbakır Ağır Ceza
Mahkemesinde atılı suçları işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır.
10. İddianamede hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı altı
olup maktul ile birlikte on bir müşteki bulunmaktadır. Soruşturma konusununaile arasında meydana gelen öldürme ve öldürmeye
teşebbüs eylemleri olduğu görülmektedir.
11. Söz konusu iddianamede yer alan ifadeler şöyledir:
"...şüpheli Salih'in müştekiler Y. ve D.'nin kızı Z. ile resmi nikahlı evli olup yaklaşık 10 yıldan
beri birlikte yaşadıkları, müştekiler İ., M., M.E. ve A.'nın
Z.'nin kardeşleri olduğu, müşteki S.'nın da müştekiler D.'nin damadı
olduğu, müşteki C.'nin Diyarbakır E. Müdürlüğünde,
maktul Ö.'nin de Diyarbakır E. Müdürlüğüne bağlı ...
Polis Merkez Amirliğinde ... memuru olarak görev yaptıkları, suç tarihinden bir
hafta kadar önce şüpheli Salih'in, eşi Zeliha'yı evden kovduğu, Zeliha'nın anne
ve babasının evine gitmeyip teyzesi F'nin evine gittiği ve orada kalmaya
başladığı, 27/08/2010 günü şüpheli Salih'inkayınvaldesi
Yıldız'ın evini telefonla aradığı, telefona çıkan Y'ye "kızın Zehra
nasıldır" diye sorduğu, Yıldız'ın da Salih'e kızının yanında olmadığını
söylediği, daha sonra Salih'in kayınvaldesi Yıldız'a
"kızından boşanacağım, çocuğumu kızından aldım, çocuğa annem bakıyor"
diye söylediği, Salih'in bu telefon konuşması üzerine Y.'nın
kızının kocasının yanında olmadığını öğrendiği, bunun üzerine aynı gün dokuzçeltik köyünde ikamet eden tanık olan kız kardeşi F'yi
aradığı, kızı Zeliha'nın F. ile H.'nin birlikte
yaşadığı Dokuzçeltik köyünde olduğunu öğrendiği, aynı
gün akşamı Y.'nın evinde eşi, çocukları ve damatları
ile birlikte iftar açtığı, iftar sonrası müşteki Y.ınn
damatları Salih'in kızı Zeliha'yı evden kovduğunu, kızının yaklaşık 1 haftadan
beri H.'nin evinde olduğunu, eşine, çocuklarına ve
diğer aile bireylerine söylediği, ablaları Zeliha'nın eniştesi Salih tarafından
evden kovulduğunu, teyzesinin evinde bir haftadır kaldığını öğrenen müşteki
Abdullah da büyük ablasının eşi olan eniştesi müşteki Sabri'ye "birlikte
gel beraber gidelim, başımızda büyük ol, bu sorunu çözelim" dediği, babası
D.'ye de "baba hep beraber gidelim, bu işin
arasını bulalım" dediği, bunun üzerine 27/08/2010 günü iftar sonrasında
müşteki S.A.'nın kullandığı ... plakalı minübüs ile diğer müştekiler D.E., Y.E., A.E., M.E.,
İ.H.E., M.E.'nin birlikte H.T.'nin
evine saat 20:00 sularında gittikleri, bilgi sahibi H.T.'nin
de oğlu MEHMET TANRIVERDİ'yi Salih Tanrıverdin'in babasının evine göndererek Salih'in babasını
evlerine ailesorunu konuşmak için çağırdığı, bir süre
sonra da şüpheliler Salih ve Muhittin Tanrıverdi'nin eve geldiği, müşteki
Davut'un Salih ve Muhittin'e "büyüklerin yok mu senin neden büyüklerini
getirmedin, gelsin onlarla konuşalım" dediği, müşteki Sabri'nin de Salih
ve Muhittin'e "bak biz geldik sen de büyüklerini çağır, konuşalım"
dediği, bunun üzerineMuhittin'in de Sabri'ye sert
çıkarak "sen bizim işimize karışma, senin işin değil" diyerek sinkaflı sözlerle hakaret ettiği, bunun üzerine tartışma
çıktığı, tartışma sırasında Medeni'nin Salih'e
vurduğu, Salih'in burnunun kırıldığı, Salih'in elini beline attığı, diğer
şahısların da Salih'in üzerine çullanarak tabancayı Salih'in elinden aldıkları,
kavga sonrasında müştekilerin aynı araçla Hüseyin'nin
evinden ayırıldıkları, müşteki Sabri'nin Salih'ten aldıklarıtabancayı
da yanına alıp götürdüğü, evdenayrıldıkları sırada
... plakalı aracın camlarının taşlanmak suretiyle kırıldığı, bu olaylarla
ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığının ...nolu
sırasında soruşturma yürütüldüğü, bu olaylar üzerine olay sırasındaburnu
kırılan Salih Tanrıverdi ve yaralanan Muhittin Tanrıverdi'nin Diyarbakır Devlet
Hastahanesi aciline giderek tedavi oldukları, hastahanede Muhittin ve Salih'in polis tarafından olaya
ilişkin olarak beyanlarının alındığı, Salih ve Muhittin Tanrıverdinin
tedavileri bitmeden hastahaneyi izinsiz olarak terk
ettikleri, Hüseyin Tanrıverdi'nin evinde meydana gelen olayla ilgili olarak ...
Polis Merkezinde görevli polis memuru K.Ö'nin M. E'ninkullandığı ... numaralı telefonunu 28/08/2010 günü
saat 01:00 sularında arayarak haklarındaşikayet olan
diğer şahıslar ile birlikte ... Polis Merkezine gelmelerini söylediği, müşteki Medeni'nin de arabalarının camının kırık olduğunu söylemesi
üzerine tekrar gelmelerini söylediği, bunun üzerine müştekiler M. E., A.E.,
Y.E., İ.H.E., D.E. ve M.E.'nin birlikte S.A.'nın kullandığı ... plakalı minübüs
ile ... Polis Merkezine geldikleri, bu şahısların adli raporlarının alınması
için müşteki C.Ö.Ç. ve maktul Ö. Y.'nin ekip şefi
K.Ö. tarafından görevlendirildikleri, rapor alınacak şahısların sayısının
çokluğu nedeniyle müşteki S.A.'nın kullandığı ...
plakalı aracın ön kısmına sivil giyimli polis memuru C.Ö.Ç. ve M.E.'nin bindikeri, diğer müştekiler
Y., İ.H., M., D. ve A.E. ile maktul polis memuru ÖZKAN'ın
minübüsün arka kısmına bindikleri, S.A'nın kullanımında doktor raporlarını almak üzere Devlet Hastahanesine doğru gitmek için hareket ettikleri, Elazığ
yoluna çıkmak üzere seyir halinde iken Elazığ yoluna yaklaşık 50-60 metre
mesafe kaldığı sırada Müştekilerin içinde bulunduğu araca 7-8 el ateş edildiği,
bu aracın... plakalı beyaz renkli renault toros marka araç olduğunun soruşturma kapsamında tespit
edildiği, ateş edilmesi üzerine Müşteki C.Ö.'nün minübüste bulunanlara yere yatmalarını, minübüsü
kullanan S.A.'ya da devam etmesini söylediği, tam
Elazığ yoluna çıktıkları sırada yine bu minübüse
karşı taraftan 2-3 el ateş edilmesi üzerine müşteki C.Ö.'nün
minübüsü kullanan Sabri'ye durmadan yola ters yönde
devam etmesini söylediği, müştekilerin kullandığı minübüsün
ters yönde Diyarbakır istikametine doğru hızlı ilerledikleri sırada şüpheli
Ramazan Tanrıverdi'nin kullandığı ... plakalı olduğu tespit edilen koyu renkli
Nissan marka pikapın kendilerini takip ettiklerini ve
bu araçtan da ateş edildiğinigördükleri, müşteki C.Ö.'nünde ekip şefi K.Ö.'yü
telefon ile arayarak kullandıkları araca silahla saldırı olduğunu bildirdiği,
bu sırada müştekilerin bulunduğu aracasilahlarlaateş
edilmeye devam olunduğu, her iki aracın müştekilerin bulunduğu aracı takip
ettikleri, aracın arka kısmında oturan İ.H.E.'nin
yanında bulunan maktul polis memuru Ö.Y.'nin
kafasından kan geldiğini görünce, polis memurunun vurulduğunu söylediği, bu
sırada müşteki C.Ö.'nün de yanında bulunan tabanca
ile saldırının geldiği yöne doğru ateş ettiği, Nissan marka pikapın
kendi araçlarına paralel olacak halde geldiğini görünce içinde bulunduğu aracın
camını kırmaya çalıştığı, ancak kıramadığı, bu sırada da ... plakalı minibüse
ateş edildiği, Askeri Hastane civarına gelindiği sırada müşteki C.Ö.'nün minibüs sürücüsü Sabri'ye nerede olduklarını
sorduğu, Askeri Hastahanenin yakınında olduklarını
öğrenince Sabri'ye Askeri Hastahaneye girmesini söylediği,
ve müştekilerin Askeri Hastahaneye girdikleri, maktul
Özkan'ın ilk tedavisinin Askeri Hastahanede
yapıldığı, Özkan'ın29/0802010 günü Diyarbakır Devlet hastansinde
vefat ettiği, yapılan otopsi raporuna göre Özkan'ın teşli
silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kemik kırıkları ile birlikte
beyin kanaması beyin dokusunun harabiyeti ve buna
bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu öldüğü, soruşturma kapsamında şüpheli
SALİH TANRIVERDİ'nin evinde yapılan aramada kuğulu marka 12 mm çapında ... seri numaralı av tüfeği ele
geçirildiği, olay sırasında şüpheli Ramazan Tanrıverdi'nin kullandığı ...
plakalı Nissan marka aracın Elazığ yolu üzerinde bulunan açık otopark yanındaki
yediemin otoparkında gizlenmiş vaziyette bulunduğu, şüpheli Mehmet Emin Tanrıverdi'nin
kullandığı ... plakalı aracın da içerisinde Mehmet Emin Tanrıverdi olduğu halde
birinci sanayi de yakalandığı, yine şüpheli Mehmet Emin Tanrıverdi'nin aracının
28/08/2010 günü saat 02:10 sularında iplik yediemin otoparkında görüldüğü, bu
otoparka ilişkin kamera görüntülerinde gözüken Murat Tanrıverdi, Mehmet Emin
Tanrıverdi ve Ramazan Tanrıverdi isimli şahıslar ile Salih Tanrıverdi, Muhittin
Tanrıverdi ve Aziz Tanrıverdi isimli şahısların otoparktaki görevli görgü
tanığı S.K. isimli şahıs tarafından canlı olarak ve gıyabında yapılan fotoğraf
teşhis tutanağı ile teşhis edildiği, 01/09/2010 ve 28/08/2010 tarihli canlı
teşhis tutanakları ileFotoğraftan teşhis
tutanaklarına göre 28/08/2010 günü saat 02:10 daşüpheliler
Mehmet Emin Tanrıverdi, Salih Tanrıverdi, Muhittin Tanrıverdi, Aziz Tanrıverdi veMurat Tanrıverdi isimli şahısların olayın hemen öncesinde
toros marka araç ile yediemin otoparkının önüne
geldiklerinin anlaşıldığı, yine şüpheli Ramazan Tarnıverdi'nin
de saat 02:05 sularında köyde kavga olduğunu söyleyerek Nissan marka pikap ile
iplik yediemin otoparkından ayrıldığı, 03/09/2010 tarihli Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarının ekspertiz raporuna göre,
hakkında ek takipsizlik kararı verilen C.Ö.Ç.'nin
kullandığı tabanca dışında olay sırasında 3 adet av tüfeği ile iki adet
tabancanın kullanıldığının tespit edildiği, olay yerinde ele geçirilen 6 adet
av tüfeği kartuşunun şüpheli Salih Tanrıverdi'nin evinde yapılan aramada ele
geçirilen ... seri numaralı av tüfeğinden atıldığının belirlendiği, şüphelilerden
Mehmet Emin Tanrıverdi'nin savunmasındaolay sırasında
toros marka ... plakalı aracı kendisinin
kullandığını, Salih Tanrıverdi'nin av tüfği ile
müştekilerin bulunduğu araca ateş ettiğini, müştekilere ait beyaz renkli minübüsün arkasından bir süre gittiklerini beyan ettiği,
şüpheli Ramazan Tanrıverdi'nin de beyanında, olay sırasında ... plakalı Nissan
marka aracı kendisinin kullandığını, köyde ilk olay olduğunu duyduktan sonra
köye geldiğini, Muhittin ile Murat'ı köyden arabasını alarak Elazığ yolu
üzerindeki Toplukonut caddesine geldiklerini, Murat
ve Muhittin'i arabadan indirdiğini, her ikisinin "biz bunları
öldüreceğiz" diye söylediğini duyduğunu, bir süre sonra da Mehmet Emin
Tanrıverdi ile Salih Tanrıverdinin Toros marka araç
ile aynı yere geldiklerini, kendisinin tekrar işyerine döndüğünü, işyerinde ikentekrar kendisine telefon geldiğini, Toki
kavşağına gelmelerini söylediğini, arayanın kim olduğunu bilmediğini, bunun
üzerine iş yerinden çıkıp Toki kavşağına geldiğini,
Aziz Tanrıverdi'yi Mehmet Emin Tanrıverdi ve Salih Tanrıvverdinin
yanında gördüğünü, bu sırada silah seslerini duyduğunu, beyaz renkli dolmuşun
da kavşağa geldiğini, Murat ve Muhittin'in de kendi arabasına bindiklerini,
beyaz renkli minübüsün önlerinden geçip Elazığ
caddesine Diyarbakır şehir merkezi istikametine doğru ters yönden girdiğini bu
aracı peşinden takip ettiklerini, Muhittin Tanrıverdi'nin aracın camını açarak
tabanca ile minübüse ateş ettiğiniaçıkça
belirttiği,müştekilerin içerisinde bulunduğu araca
çok sayıda mermi isabet ettiğinin, yine şüphelilerin ateş ettikleri yerde çok
sayıda av tüfeği fişeği ve boş kovanların ele geçirildiğinin olay yeri inceleme
raporlarından anlaşıldığı böylece şüphelilerin ortak hakimiyet kurarak ...
plakalı araçta bulunan şahıslara doğru doğrudan kasıt ile hedef ayırmaksızın
ateş ettikleri, sonuçta araçta bulunan şahıslardan Ö.Y.'nin
öldüğü, ... plakalı şüpheli Murat Tanrıverdi'ye ait aracı kullandığı sabit olan
şüpheli MEHMET EMİN TANRIVERDİ ile ...plakalı Nissan marka pikapı
kullanan RAMAZAN TANRIVERDİ isimli şahısların öldürme fiili içersinde
aracı kullanma eylemlerinin kurucu unsur olduğu, dolayısıyla araç sürücülerinin
de olaya doğrudan iştirak ettikleri, suçun işlenmesinde araçların
kullanılmasının zorunlu olduğu, bu nedenle müsadere edilmeleri gerektiği,
müştekilerin beyanları, şüphelilerin çelişkili beyanları, ev arama tutanağı,
dosya içerisinde bulunan canlı teşhis tutanakları ve cd leri,
olay yeri inceleme raporları, olay yeri basit krokileri, kriminal
polis laboratuvarlarının raporları, tanık S.K'nin
beyanı, diğer tanık beyanları, ve tüm soruşturma evrakı kapsamından tüm
şüphelilerin Maktul Ö.Y'ye yönelik kasten adam
öldürme, diğer müştekiler C.Ö.Ç.,D.E., Y.E., A.E., M.E., İ.H. E., S.A. ve M.E'ye yönelikkasten adam
öldürmeye teşebbüs, ayrıca şüpheli Muhittin TANRIVERDİ nin
6136 sayılı yasaya muhalefet suçlarını işledikleri..."
12. Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi 1/3/2011 tarihli birinci celsedebaşvurucuların "...üzerlerineayrı ayrı atılı suçlarınınniteliğine , mevcut delil durumunagöre üzerlerineatılısuçuişlediklerine ilişkin kuvvetlisuçşüphesinin varlığını gösteren olgular mevcut
bulunduğundan ve delillerikarartmaşüphesiolduğu.."gerekçesiyle
tutukluluklarının devamına itiraz yolu açık olmak üzere karar vermiştir.
13. Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi 1/11/2012 tarihli on
birinci celsede başvuruculardan Ramazan ve Mehmet Emin Tanrıverdi'nin "üzerlerine atılı suçunvasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu,suç
vasfınındeğişmeihtimali ve tutuklu kaldıkları süre"yi dikkate
alarak tahliyelerine karar vermiştir. Buna karşılık Mahkeme, diğer
başvurucuların "üzerlerine atılı suçun
vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçirdikleri süre,
öngörülen cezanın üst sınırı, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olgular ileadli kontroltedbirlerininyetersizkalacağı"
gerekçesiyle tutukluluklarının devamına karar vermiştir.
14. Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli ve
E.2011/12, K.2013/486 sayılı kararı ile başvurucular hakkında tamamlanmış
kasten öldürme suçundan ayrı ayrı 25 yıl, sekiz ayrı öldürmeye teşebbüs eylemi
nedeniyle her bir eylem için ayrı ayrı 10 yıl hapis cezası ile
cezalandırılmalarına; ayrıca Muhittin Tanrıverdi'nin 6136 sayılı Kanun'a
muhalefet eylemi nedeniyle 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve
buna ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
Mahkeme; Muhittin, Aziz, Murat ve Salih Tanrıverdi hakkındaayrıca
"...verilen ceza miktarı ve bu ceza ile
ölçülü olduğu..." gerekçesiyle tutukluluk hâllerinin devamına
itiraz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Bu karar, başvurucuların
müdafileri huzurunda açıklanmıştır.
15. Başvurucular10/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
16. Bozmadan önceki yargılama sürecinde Diyarbakır 1. Ağır Ceza
Mahkemesince toplam on sekiz duruşma yapılmıştır.Tanık
dinlenmesi, bilirkişi incelemesi yapılması, Adli Tıp Kurumundan rapor alınması,
Cumhuriyet Savcılığından mütalaa alınması, bu mütalaaya karşı sanık
avukatlarının savunmada bulunmak istemesi ve sanık avukatlarının mazerette
bulunmaları nedeniyle duruşmaların ertelendiği tespit edilmiştir.
17. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi
9/7/2015 tarihli kararıyla Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/12/2013
tarihli ve E.2011/12, K.2013/486 sayılı kararını bozmuştur. Bozma kararının
gerekçesi şöyledir:
"...Sanıklardan
birisinin savunulmasının diğer sanıklar yönünden savunmada zaafiyet
yarattığının anlaşılması durumunda; sanıklar arasında menfaat uyuşmazlığı
bulunduğunun kabulü gerektiğinden; aynı kasten öldürme ve kasten öldürmeye
teşebbüs suçlarından yargılanan, yakın akraba olan sanıklar (...) arasında
menfaat uyuşmazlığının gerçek anlamda kalktığından söz edilemeyeceği
anlaşılmakla; kendileri tarafından belirlenecek veya baro tarafından atanacak
ayrı ayrı müdafiiler tarafından savunmalarının
yapılması gerektiğinin düşünülmemesi suretiyle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun
38/1 ve 5271 sayılı CMK’nun 152. maddelerine aykırı
davranılması,
Sanık Salih müdafiinin
beyanı ile cezaevindeki tedavi evrakları nazara alınarak yüklenen suçların
hukuki anlam ve sonuçlarını algılama veya bu fiillerle ilgili davranışlarını
yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıran yahut azaltan bir akıl hastalığına
duçar olup olmadığı konusunda TCK'nun 32. maddesine
uygun olarak rapor aldırılmadan bu sanık hakkında yazılı şekilde hükümler
kurulması,
Olaydan önce sanıklar Salih ve Muhittin’in
dövülmeleri ile ilgili olduğu belirtilen ve iddianamede yer verilen Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/21489 soruşturma nolu
evrakı ile açılmış kamu davası varsa dosyanın, verilmiş ise kararın ve ilgili
belgelerinin getirilmesinden, ilk haksız hareketin hangi taraftan
kaynaklandığının tespit edilmesinden sonra sanıkların polis memurları maktül Özkan ve mağdur Cumali Özgür dışında kalan
mağdurlara yönelik eylemleri yönünden TCK’nun 29.
maddesinin tartışılması suretiyle hukuki durumlarının değerlendirilmesi
gerektiği gözetilmeyerek eksik inceleme sonucu yazılı biçimde mahkumiyet
kararları veril [miştir]."
18. Bozma sonrası davanın Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesinin
2015/204 esasına kaydı yapılmış ve Mahkeme 11/9/2015 tarihinde dosya üzerinden
yapılan incelemede başvurucular Salih, Muhittin, Murat ve Aziz Tanrıverdi'nin
"...üzerlerine atılı suça ilişkin soruşturma
aşamasında toplanan deliller dikkate alındığında, henüz tüm delillerin
toplanmamış oluşu, üzerlerine atılı suça ilişkin kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve halen devam etmesi, 5271
sayılı CMK.nun 100. maddesinde sayılan kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedenlerinin varsıyabildiği,
tutuklulukta geçen süre, atılı suçun ağırlığı ve yasadaki yaptırımı, atılı
suçun 5271 sayılı CMK.nun 100/3 maddesinde sayılan
suçlardan bulunması, atılı suçun niteliği itibariyle 5271 sayılı CMK.nun 109.maddesinde belirtilen "adli kontrol"
hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, sanıkların üzerlerine atılı
eylem karşısında tutuklama kararı verilmiş olmasının ölçülü ve gerekli oluşu,
serbest bırakılmaları halinde kovuşturmadan kaçma şüphelerinin bulunması..."
gerekçesiyle tutukluluk hâllerinin devamına ve duruşma gününün 5/11/2015
tarihine bırakılmasına karar vermiştir.
19. Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi 5/11/2015 tarihli
duruşmada başvurucuların azami tutukluluk süresinin aşıldığı gerekçesiyle
yaptıkları tahliye taleplerini "...Sanıklar
ve müdafiilerinin uzun tutuklamaya ilişkin ve
tahliyeye müteallik taleplerinin mahkememizce 11/12/2013 tarihinde hüküm
verildiği, sanıkların bu tarihten sonra hüküm özlü kabul edildikleri, Yargıtay
1. Ceza Dairesince 09/07/2015 tarihinde bozma ilamı verildiği, mahkememizin
bozma sonrası 2015/204 esas sayılı dosya numarası alan yargılamada tensip
zaptının 11/09/2015 tarihinde tanzim edildiği dikkate alınarak, sanıkların 5271
sayılı CMK 102/3 maddesindeki uzatma sürelerinin geçtiğine ilişkin taleplerinin
reddine, Sanıklar Muhittin
Tanrıverdi, Salih Tanrıverdi, Aziz Tanrıverdi ve Murat Tanrıverdi'nin üzerine
atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklulukta geçirdikleri
süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı ile tüm dosya kapsamı dikkate
alındığında sanık hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut
delillerin bulunduğu, isnat edilen suçlamanın CMK'nun
100 maddesindeki katalog suçlardan olması, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz
kalacağı hususları dikkate alınarak sanıkların tutukluluk hallerinin devamına,"
gerekçeleriyle reddetmiş ve tutukluluk durumlarının 27/11/2015 ve 23/12/2015
tarihlerinde değerlendirilmesine karar vermiştir.
20. Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi 8/3/2016 tarihli bozma
sonrası yapılan 3. duruşmada başvurucuların tahliye taleplerini "...sanıkların üzerlerine atılı suça ilişkin gerek
soruşturma aşamasında toplanan deliller, gerekse Yargıtay bozma ilamından
önceki kovuşturma aşamasında toplanan dikkate alındığında; kuvvetli suç
şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve halen devam etmesi,
5271 sayılı CMK'nun 100.maddesinde sayılan kuvvetli
şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedenlerinin varsayılabildiği, tutuklulukta
geçen süre yönünden Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2011/1-51 esas 2011/42 karar
sayılı 12/04/2011 tarihli kararı, yine atılı suçun ağırlığı ve yasadaki
yaptırımı, atılı suçun 5271 sayılı CMK'nun 100/3
maddesinde sayılan suçlardan bulunması, atılı suçun niteliği itibariyle 5271
sayılı CMK'nun 109. maddesinde belirtinen
"adli kontrol "hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı,
sanıkların üzerine atılı eylem karşısında tutuklama kararı verilmiş olmasının
ölçülü ve gerekli oluşu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5. ve 6. maddeleri
kapsamında tutuklama koşullarının oluşması neticesi tutuklama kararı verildiğide görülerek..." gerekçesiyle
reddetmiş; tutukluluk durumlarının 28/03/2016 ve 15/04/2016 günlerinde dosya
üzerinden değerlendirilmesine karar vermiştir.
21. Başvurucular hakkındaki dava, Diyarbakır 1. Ağır Ceza
Mahkemesinde derdest olup bir sonraki duruşma 3/5/2016 tarihine bırakılmıştır.
B. İlgili Hukuk
22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81.
maddesi şöyledir:
"(1) Bir insanı kasten
öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."
23. 5237 sayılı Kanun'un 35. maddesi şöyledir:
"(1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu
elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan
nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.
(2) Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen
zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis
cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden
dörtte üçüne kadarı indirilir."
24. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
100. maddesi şöyledir:
“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya
sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen
ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı
verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni
var sayılabilir:
a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması
veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
b) Şüpheli veya sanığın davranışları;
1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı
yapılması girişiminde bulunma,
Hususlarındakuvvetli şüphe oluşturuyorsa.
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda
kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83)
…
(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya
hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı
verilemez.”
25. 5271 sayılı Kanun’un 104. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"(1) Soruşturma ve
kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini
isteyebilir.
(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin
devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına
itiraz edilebilir.
(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar,
bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel
Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 18/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
27. Başvurucular; haklarında devam eden tutukluluk tedbirinin
resen incelendiğini, itiraz ve tahliye taleplerine ilişkin kararlarda 5271
sayılı Kanun'un 100. maddesindeki kriterlerin tekrar edildiğini, dosya kapsamı
ve isnat edilen suçlarla ilgili değerlendirme yapılmadığını, basmakalıp
gerekçelere yer verildiğini, üç yılı aşkın süredir tutuklu olduklarını,
tutukluluğa yaptıkları itiraz incelemelerinin duruşmasız yapıldığını, dosyanın
mevcut delil durumu ve niteliği itibarıyla uzun yargılamayı zorunlu kılmadığını,
buna rağmen yargılamanın keyfî şekilde uzatıldığını belirterek kişi özgürlüğü
ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
28. Başvurucuların şikâyetinin özü, tutukluluğun makul süreyi
aşması ve tutukluluğa itiraz incelemelerinin duruşmasız yapılması nedeniyle
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali ile makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Bu nedenle başvurucuların şikâyetlerinin
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci ve sekizinci fıkrası ve 36. maddesinin
birinci fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
1- Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Kişi Özgürlüğü ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Başvurucular Ramazan ve Mehmet Emin
Tanrıverdi Yönünden Tutukluluğun Makul Süreyi Aştığına İlişkin İddia
29. Adı geçen başvurucular tutukluluğun makul süreyi aştığını
belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliğihaklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı
fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise
ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde bireysel başvuru
yapılması gerekir.
31. Derece mahkemesince hüküm verilmeden önce tutukluluk hâli
sona eren bir kişinin, en geç tahliye edildiği tarihten itibaren otuz günlük
yasal süre içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tutuklulukla
ilgili şikâyetlerini ileri sürmesi gerekmektedir (Cüneyt Kartal, B. No: 2013/6572, 20/3/2014, § 22).
32. Somut olayda yargılama kapsamında tutuklu olan başvurucular
Ramazan ve M. Emin Tanrıverdi 1/11/2012 tarihinde Diyarbakır 1. Ağır Ceza
Mahkemesince tahliye edilmiştir. Dolayısıyla bireysel başvurunun İlk Derece
Mahkemesinin tahliye kararını verdiği 1/11/2012 tarihinden itibaren otuz gün
içinde yapılması gerekirken 10/1/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre
aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
33. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Başvurucuların Tutukluluğa İtirazının
Duruşma Yapılmaksızın Değerlendirildiğine İlişkin İddia
34. Başvurucular, tutukluluğun devamına yönelik üst Mahkemeye
yaptıkları itirazların incelenmesinin dosya üzerinden duruşmasız yapıldığını
belirtmiştir.
35. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) ve 48. maddesinin
(1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel başvuruda kamu gücünün neden
olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı,
bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne şekilde ihlal edildiği ve buna
ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli
Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).
36. Somut olayda başvurucular Diyarbakır 1. Ağır Ceza
Mahkemesinde tutuklu olarak yargılanmaktadır. Mahkemenin 11/12/2013 tarihli ve
E.2011/12, K.2013/486 sayılı kararı ile başvurucular hakkında mahkûmiyetle
birlikte Muhittin, Aziz, Murat ve Salih Tanrıverdi hakkındaayrıca
"...verilen ceza miktarı ve bu ceza ile
ölçülü olduğu..." gerekçesiyle tutukluluk hâllerinin devamına
karar verilmiştir. Bu karar başvurucuların müdafileri huzurunda açıklanmıştır.
Hüküm tarihine kadar Mahkeme, her duruşma sonrasında başvurucuların tutukluluk
hâllerinin devamına itiraz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Bireysel
başvuru öncesinde bu kararlara itiraz edilip edilmediği; edilmiş ise hangi
mahkemeye, hangi tarihte itiraz edildiği dosya kapsamından anlaşılmamaktadır.
37. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak
olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin
açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü
başvuruculara ait olmasına rağmen başvurucular tarafındantutukluluğa
itiraz incelemesinin duruşmasız yapıldığı nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği
hakkının ihlal edildiği soyut şekilde ileri sürülmekte olup bu hakkın nasıl
ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı
anlaşıldığından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
38. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmı hakkında açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilmez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Başvurucular Salih, Muhittin, Murat ve Aziz Tanrıverdi
Yönünden Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar
ve Başvurucuların Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığına İlişkin
İddiaları
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişi
özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Başvurucular Salih, Muhittin, Murat ve Aziz
Tanrıverdi Yönünden Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
40. Başvurucular, tutukluluğun devamına ilişkin kararların
gerekçesiz olduğunu ve üç yılı aşan bir süre boyunca tutuklu olarak
yargılandıklarını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmüşlerdir.
41. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde
yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır
bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye
bağlanabilir.”
42. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında bir ceza
soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede
bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı
isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.
43. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı her davanın kendi
özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasanın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz.” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama
süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını
gerektirmektedir. Masumiyet karinesine rağmen tutukluluğun devamı ancak kişi
hürriyetine nazaran daha ağır bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı
görülebilir. Bu nedenle bir davada tutukluluğun makul süreyi aşmamasını gözetmek,
öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla belirtilen kamu yararı
gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından
değerlendirilmesi ile serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu
ve olayların ortaya konması gerekir (Murat
Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61, 62).
44. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla
yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı tutukluluğun hukuka
aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin
bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak
ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki
sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu
açılabilecektir. Bu amaçla yapılan bir başvuruda, itiraz kanun yolunda
çelişmeli yargılama ve/veya silahların eşitliği gibi ilkelere uygun olarak bir
inceleme yapılıp yapılmadığı da dikkate alınacaktır. Dolayısıyla belirtilen
nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla
yapılacak bireysel başvuruların -olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla-
tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 30).
45. Kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının
yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya
değiştirmelerini önlemek maksadıyla tutuklama tedbirine başvurulabilir.
Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı
için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin
kararlarda tutuklama nedenlerinin devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte
gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde
yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir. Davanın
karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi
faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate
alınır. Tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup
olmadığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir (Savaş
Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 53).
46. Dolayısıyla Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının
ihlal edilip edilmediğinin değerlendirmesinde esas olarak serbest bırakılma
taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine bakılmalı ve tutuklu bulunan
kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında sunulan belgeler
çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı dikkate
alınmalıdır. Öte yandan hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç
işlediği yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedeninin varlığı devam ettiği
sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk hâlinin makul kabul
edilmesi gerekir (Murat Narman,§§ 63, 64).
47. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun
ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı
durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin
serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir (Savaş Çetinkaya, § 56).
48. Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde
yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerekir. Zira kişi
yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm edilmişse bu
kişinin hukuki durumu bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma kapsamından
çıkmakta ve tutmanın nedeni ilk derece mahkemesince verilen hükme bağlı olarak
tutma hâline dönüşmektedir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM),
mahkûmiyet kararı sonrası tutulma hâlini tutukluluk olarak nitelendirmemekte ve
temyiz aşamasında geçen süreyi tutukluluk süresinin hesabında dikkate
almamaktadır (Hamit Kaya, B. No:
2012/338, 2/7/2013, § 41). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler
tutukluluk süresinin değerlendirilmesinde gözönünde
bulundurulamaz. Ancak bozma kararı sonrasında bireyin durumu tekrar suç
isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk derece mahkemesi önünde geçen süre
değerlendirmede dikkate alınacaktır (Ramazan
Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 67).
49. Hukuka uygun olarak tutuklanan bir kişinin, suç işlediği
yönünde kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinden biri veya birkaçının
varlığı devam ettiği sürece ilke olarak belli bir süreye kadar tutukluluk
hâlinin makul kabul edilmesi gerekir. Somut olayda başvuruculardan Murat Tanrıverdi 31/8/2010, Muhittin ve Salih Tanrıverdi
2/9/2010 ve Aziz Tanrıverdi ise 15/9/2010 tarihinde tutuklanmaları ile İlk
Derece Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli kararı ile hapis cezası ile
cezalandırılmasına karar verilmesi arasında yaklaşık 3 yıl 3 ay bir suç
isnadına bağlı olarak tutulmuşlardır. Başvurucular, Mahkemenin mahkûmiyet
kararını temyiz etmiştir. İlk Derece Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli kararı,
Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde 9/7/2015 tarihinde
bozulmuştur. İlk Derece Mahkemesinin karar tarihi ile Yargıtayın
bozma kararı tarihi arasında geçen 1 yıl 6 ay 28 günlük sürede başvurucular İlk
Derece Mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutulmuşlardır. Başvurucular, Yargıtayın bozma kararı ile karar tarihi olan 18/5/2016 tarihi
arasında geçen 10 ay 9 gün sürede bir suç isnadına bağlı olarak tutulmaya devam
edilmişlerdir. Bu durumda makul süre açısından dikkate alınması gereken
tutukluluk süresi ortalama dört yıldır.
50. Başvurucuların kasten öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs
suçlarından tutuklandıkları ve haklarında bu suçtan kamu davası açıldığı ve
yargılandıkları, tutukluluklarının devamına ilişkin gerekçe olarak isnat edilen
suçla ilgili kuvvetli şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller,
isnat edilen suçun kanunda öngörülen ceza miktarına göre kaçma şüphesinin
varlığı, suçun katalog suçlardan olması ve delillerin karartılması ihtimali
gösterilmiştir. Kuvvetli suç şüphesi altında bulunan başvurucular hakkında
Mahkemece verilen tutukluğun devamına ilişkin kararların gerekçeleri,
tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve tutulmanın meşruluğunu haklı
gösterecek özen ve içeriktedir. Nitekim Mahkeme 1/11/2012 tarihli on birinci
celsede, aynı dosyada yargılanan başvuruculardan Ramazan ve M. Emin Tanrıverdi hakkında
suç vasfınındeğişmeihtimali ve tutuklu kaldıkları
süreyi dikkate alarak
tahliyelerine karar vermiştir. Başvurucuların tutukluluk süresi dikkate
alındığında makul sürenin aşılmadığı ve gösterilen gerekçelerin bu süre
bakımından yeterli olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca tutukluluk incelemelerinin
yapıldığı 1/11/2012, 5/11/2015 ve 8/3/2016 tarihlerinde Mahkemece tutuklama
tedbiri yerine adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yeterli olmadığına
vurgu yapılmıştır.
51. Başvuru konusu olayda öldürme olayının ne şekilde
gerçekleştiği konusunda bilirkişi incelemesi yapılması, tanık dinlenmesi ve
Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasınıngerekmesi
dikkate alındığında davanın karmaşık olduğu anlaşılmaktadır. Tutukluluk hâlinin
devam ettiği ilk derece yargılaması sürecinde tutukluluk nedeniyle yargılamanın
yürütülmesinde başvuruculara isnat edilen suçların niteliği, hakkında
soruşturma yürütülen kişi sayısı ve soruşturma konusunun kapsamı dikkate
alındığında ayrıca gösterilmesi gereken özenin yargılama makamınca gösterilmediği
sonucuna varılması için bir neden de bulunmamaktadır.
52. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 19. maddesinde güvence
altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
Serruh KALELİ bu görüşe katılmamıştır.
b. Yargılamanın Makul
Sürede Sonuçlandırılmadığına İlişkin İddia
53. Başvurucular, üç yılı aşkın bir süreden beri tutuklu olarak
yargılanmakta olduklarını, Mahkemenin 11/12/2013 tarihinde karar verdiğini ve
bu kararı temyiz ettiklerini, haklarındaki yargılamanın devam ettiğini ve bu
nedenle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
54. Makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa'nın 36. maddesi ile
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsamına dâhildir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 39).
55. Anayasa’nın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) 6. maddeleri uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların
da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır.
İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama
aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik
incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer
(B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014,
§ 31).
56. Başvuru konusu olayda başvuruculardan Mehmet Emin, Ramazan
ve Murat Tanrıverdi 28/8/2010,
Salih ve Muhittin Tanrıverdi 1/9/2010,
Aziz Tanrıverdi ise 14/9/2013
tarihinde kasten öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarına katıldıkları
gerekçesiyle gözaltına alınmış ve Ramazan, Murat ve Mehmet Emin Tanrıverdi 31/8/2010,Muhittin
ve Salih Tanrıverdi 2/9/2010, Aziz
Tanrıverdi ise 15/9/2010 tarihinde
tutuklanmıştır. Haklarında kasten öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs
suçlarından, ayrıca Muhittin Tanrıverdi hakkında
6136 sayılı Kanun'a muhalefet eylemi nedeniyle adli soruşturma başlatılmıştır.
Başvurucular hakkında isnat olunan bu suçlar 5237 sayılı Kanun’da hapis
cezasını gerektirir şekilde, 6136 sayılı Kanun'da ise hapis ve adli para cezası
olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucular hakkındaki suç isnadına dayalı
yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda
kuşku bulunmamaktadır (B..E,§
32).
57. Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili
uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural
olarak kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından
bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veya gözaltı gibi
tedbirlerin uygulandığı an olup somut başvuru açısından bu tarih,
başvurucuların bahse konu suçlar kapsamında gözaltına alındıkları ve böylece
isnattan haberdar oldukları anlaşılan 28/8/2010'dur. Sürenin bitiş tarihi ise
suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir. Ancak devam eden
yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını
içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi
olanağı bulunduğundan değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel
başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher
Ergun ve diğerleri, § 52; B.E,
§ 34).
58. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde
başvurucuların gözaltına alınmaya başlandığı 28/9/2010 tarihinden Diyarbakır 1.
Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli kararı arasında 3 yıl 3 ay 13 günlük
bir süre olduğu görülmektedir. Başvurucuların yargılandığı davada, Mahkemece
ilk savunma 1/3/2011 tarihli celsede alınmıştır. Yargılama, İlk Derece
Mahkemesince bozmadan önce toplam olarak on sekiz celsede tamamlanmıştır.
Davanın kanun yolu (temyiz) aşaması ise 1 yıl 6 ay 28 gün sürmüştür. Bozma
sonrası yargılama süresi ise son duruşma tarihi 3/5/2016 dikkate alındığında 9
ay 24 gündür. Yargılama İlk Derece Mahkemesi aşamasında devam etmektedir.
59. Bu kapsamda somut yargılama faaliyeti açısından sürenin
bitiş tarihi, yargılama devam ettiğinden inceleme tarihi olan 18/5/2016'dır. Başvuruculara bir suçun
isnat edildiği (başvurucuların gözaltına alındığı) 28/9/2010 tarihi ile
bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih arasında geçen süre yaklaşık 5 yıl
8 aydır.
60. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkin
olarak mutlak bir süreye göre değerlendirme yapılmamakta, her davanın
özelliğine göre makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenmektedir. Davanın
karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların
yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın
süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher
Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
61. Yargılamanın karmaşıklığını değerlendirirken davanın hem
hukuki hem de maddi açıdan bütün yönleri ele alınmalı; dava konusunun zorluğu,
hukuki meselenin çözümündeki güçlük, delillerin toplanmasında karşılaşılan
engel, maddi olayların çelişkili olması, sanıkların ya da isnat edilen suçların
veya tanıkların sayısı, davanın uluslararası boyutları bilirkişi deliline
ihtiyaç, yazılı delillerin hacmi gibi birçok unsur incelenmelidir. Davanın
taraflarının ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu açısından ise
ceza davalarında sanık, adli makamlarla aktif bir iş birliği yapmak zorunda
olmadığı gibi hukuk sisteminin sunduğu savunma imkânlarını kullandığı için de
kusurlu bulunamaz. Diğer taraftan devlet, kendi idari ve yargısal organlarına
yüklenebilecek gecikmelerden sorumludur (Murat
Öztürk, B. No: 2014/2454, 4/11/2014, §§ 52, 53).
62. Somut olayda Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/8/2010
tarihinden itibaren gözaltına alınan başvurucular hakkında 28/12/2010 tarihinde
kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet
suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, yargılamaya
başlayan Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesince davanın tensip zaptının
düzenlenmesinden sonra toplam altı sanığın savunması ile on bir müştekinin
beyanlarının alındığı, Mahkemece yargılama boyunca on sekiz duruşma yapıldığı,
tanık dinlenmesi, bilirkişi incelemesi yapılması, Adli Tıp Kurumundan rapor
alınması, Cumhuriyet Savcılığından mütalaa alınması, bu mütalaaya karşı sanık
avukatlarının savunmada bulunmak istemesi ve sanık avukatlarının mazerette
bulunmaları nedeniyle duruşmaların ertelendiği, 11/12/2013 tarihinde
başvurucular hakkında tamamlanmış kasten öldürme suçundan ayrı ayrı yirmi beş
yıl, sekiz ayrı öldürmeye teşebbüs eylemi nedeniyle her bir eylem için ayrı
ayrı on yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, ayrıca Muhittin
Tanrıverdi'nin 6136 sayılı Kanun'a muhalefet eylemi nedeniyle 500 TL adli para
cezası ile cezalandırılmasına ve buna ilişkin hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına kararverildiği, başvurucuların temyizi
üzerine dosyanın Yargıtaya gönderildiği, Yargıtay 1.
Ceza Dairesinde temyiz incelemesinin 9/7/2015 tarihinde yapıldığı ve
başvurucular hakkında verilen kararın usul yönünden bozma ile
sonuçlandırıldığı, bozma ilamı sonrası davanın görülmesine yine aynı
MahkemeninE.2015/204 sayılı dosyası üzerinden devam edildiği, anılan Mahkemece
inceleme tarihine kadar ortalama üç duruşma yapıldığı ve bu duruşmalarda bozma
ilamı doğrultusunda işlem yapıldığı tespit edilmiştir.
63. Sonuç olarak soruşturma ve yargılama safhalarıyla temyiz
süreci birlikte değerlendirildiğinde yargılama faaliyetlerinde hareketsiz
kalınan bir dönemin bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun
olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür.
64. Yargılama süresinin makul olup olmadığının
değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gereken
davadaki sanık sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın
karmaşıklığı, atılı suçların vasıf ve mahiyeti, söz konusu suçlar için
öngörülen cezaların miktarı gibi unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde
somut başvuru bakımından yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
65. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Serruh KALELİ bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucular Ramazan ve Mehmet Emin Tanrıverdi'nin
tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddialarının süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Tutukluluğa itirazın duruşma yapılmaksızın değerlendirildiğine
ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Başvuruculardan Salih, Muhittin, Murat ve Aziz Tanrıverdi'nin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
4. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi
özgürlüğü ve güvenliği haklarının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Serruh
KALELİ'nin karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Serruh KALELİ'nin karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
18/5/2016 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvuruculardan Murat Tanrıverdi 28/8/2010, Salih Tanrıverdi ve
Muhittin Tanrıverdi 1/9/2010 Aziz Tanrıverdi ise 14/9/2010 tarihlerinde göz
altına alınmışlar ve akabinde tutuklanmışlardır. İlk derece mahkemesi
11/12/2013 tarihli kararı ile başvurucuların mahkumiyetine hükmetmiş ve
tutukluluk hallerinin devamına karar vermiştir. Mahkumiyet
hükmü Yargıtay’ca 9/7/2015 tarihinde bozulmuştur. İlk derece mahkemesi önünde
yargılamanın devam ettiği ve başvurucuların hala tutuklu oldukları
anlaşılmaktadır.
Başvurucular uzun süreden beri tutuklu olduklarını ve mahkemenin
tutukluluğun devamına karar verirken gerekçe göstermediğini basmakalıp gerekçelere
dayandığını belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan
özgürlük ve güvenlik haklarının ve 36. Maddede güvence altına alınan makul
sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Mahkememizce yapılan inceleme sonucunda heyet çoğunluğunca her
iki hak yönünden de ihlal olmadığı yönünde karar verilmiştir. Aşağıda
belirtilen gerekçelerle Sayın çoğunluğun görüşüne katılınmamıştır.
19. Madde Yönünden
Öncelikle çoğunluk tarafından tutuklu kalınan sürenin hesabında,
dosyanın Yargıtay önünde geçirdiği süre dikkate alınmaksızın sadece ilk derece
mahkemesi önündeki yargılama aşamasında geçen süre dikkate alınmıştır. Yargıtay
önünde geçen süre ise başvurucuların bu aşamada bir mahkeme hükmüne bağlı
olarak tutuldukları, bu tutmanın suç isnadına dayalı tutma olmadığı
gerekçesiyle Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının uygulanmasında
dikkate alınmamıştır. Dolayısıyla başvurucuların hürriyetlerinden yoksun
kaldıkları 1 yıl 6 ay 28 günlük sürede tutuklu olmadıkları, haklarında bir
mahkeme tarafından verilmiş olan mahkûmiyet hükmüne dayalı olarak tutuldukları
kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında tutuklanan
kişilerin makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında salıverilmelerini isteme hakkı olduğu hüküm altına alınmıştır. Bu
fıkrada geçen tutukluluk kavramı Anayasa’da tanımlanmamıştır. Bu durumda
kavramın anlamını tespit etmek için bu kurumu düzenleyen 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununa bakılması gerekir. Bir koruma tedbiri olan tutuklama 5271
sayılı Kanun’un 100-108 maddelerinde düzenlenmiştir. Bu maddelerde tutuklama
tedbirine şüpheli ya da sanık hakkında, soruşturma ve kovuşturma evresinde
başvurulabileceği hüküm altına alınmıştır. Aynı Kanun’un “tanımlar” başlıklı 2.
maddesinde bu kavramların tamamı tanımlanmıştır. Buna göre, şüpheli: soruşturma
evresinde suç şüphesi altında bulunan kişiyi; sanık: kovuşturmanın
başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan
kişiyi; soruşturma: kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin
öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi; kovuşturma:
iddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi ifade
eder. Görüldüğü gibi Ceza muhakemesi sistemimizde tutukluluk sadece ilk derece
mahkemesi önünde geçen süreyi değil, kanun yollarına başvuru halinde burada
geçen süreyi de kapsayacak şekilde hükmün kesinleşmesine kadar geçen süreyi
kapsamaktadır. Nitekim Kanun’un şüpheli veya sanığın salıverilme istemlerini
düzenleyen 104. maddesinde de dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki kararın
bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel
Kurulunca verileceği kuralı yer almaktadır. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasında da tutuklanan kişilerin soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest
bırakılmayı isteme hakları olduğu belirtilmektedir.
Dolayısıyla Kanunun sistematiği içinde tutukluluk statüsünün
sanığın salıverilmemesi halinde hükmün kesinleşmesine kadar devam ettiğinde
şüphe bulunmamaktadır. Nitekim 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun’un 4. Maddesinde “Mahkûmiyet hükümleri kesinleşmedikçe
infaz olunamaz” kuralı yer almaktadır. Bu durumda yukarıda belirtilen açık
kanun hükümleri karşısında kanun yolu mahkemeleri önünde geçen sürede tutulan
kişinin hükmünün infaz edildiğini söylemeye olanak bulunmamaktadır. Hukukumuzda
tutuklama ve kesinleşmesi halinde mahkûmiyet hükmünün infazı dışında ceza soruşturması
ve kovuşturması nedeniyle kişilerin hürriyetinden mahrum bırakılması mümkün
olmadığına göre temyiz aşamasında geçen sürenin, tutukluluk süresinin hesabında
dikkate alınmamasının kanuni bir dayanağı bulunmamaktadır.
Bütün temel haklar gibi, özgürlük ve güvenlik hakkının da ancak
kanunla sınırlandırılabileceği dikkate alındığında kanuni dayanağı olmaksızın
bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması mümkün değildir. Kanun yolları
süresince bir kişinin tutulabilmesi ancak tutuklama ile mümkün olup bunun
dışında Kanunda bir tutma olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla temyiz
aşamasında kişi ancak tutukluluk yoluyla özgürlüğünden mahrum bırakılabilir. Bu
durumda temyiz aşamasında geçen süreyi tutukluluk süresinin kapsamı dışında
bırakmak kanunsuz tutmaya olanak tanımak anlamına gelecektir.
Ülkemizde oldukça istisnai durumda uygulanması gereken
tutukluluk koruma tedbirinin Anayasa’nın 38. maddesinde güvence altına alınan
masumiyet karinesini hiçe sayar bir şekilde çok yaygın bir şekilde adeta bir
cezalandırma aracı olarak kullanılması nedeniyle kanun koyucu 5271 sayılı
Kanun’un 102. maddesinde tutukluluk için azami süreler öngörmüştür. Bu
sürelerin kanunun kendi sistematiği içinde kanun yollarında geçecek süreleri de
kapsadığında şüphe bulunmamaktadır. Bir kişinin maddede öngörülen bu sürelerden
daha uzun bir süre tutuklu kalması halinde tutma kanuna aykırı olacağından
özgürlük ve güvenlik hakkı ihlal edilecektir. Somut olayda da başvurucuların
tutuldukları süre karar tarihi itibariyle kanunda öngörülen süreyi aşmış
bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesinin kanunun açık bir şekilde yasakladığı
müdahaleyi yorum yoluyla meşrulaştırarak bir kişinin kanunda öngörülenden daha
uzun bir süre özgürlüğünden yoksun bırakılmasına cevaz vermesi kabul edilemez
olduğu gibi Anayasaya da aykırı olacaktır.
Anayasa Mahkemesinin böyle bir yorumda bulunmasına Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin Sözleşmenin 5. maddesine ilişkin yorumu da gerekçe
oluşturamaz. AİHM’in temyiz aşamasında geçen süreyi
Sözleşmenin 5/1-c fıkrası kapsamında suç şüphesine dayalı tutma değil, 5/1-a
fıkrası kapsamında yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkûmiyet kararına
dayalı tutma olarak nitelendirmesi, Sözleşmeden daha geniş güvence sağlayan
Anayasa’nın 19. maddesi ve 5271 sayılı Kanunun yukarıda belirtilen hükümleri
karşısında yine Sözleşmenin 53. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesinin aynı
yönde karar vermesi için dayanak oluşturamaz.
Diğer taraftan ülkemizde ceza yargılamalarının çok uzun sürmesi,
özellikle Yargıtayın işyükü
nedeniyle dosyaların incelenmesinin gecikmesi halinde kanunda öngörülen azami
tutukluluk süreleri dolacağından ağır suçlar işleyen kişilerin tahliye edilmek
zorunda kalacağı ve sosyal sorunlara neden olacağı argümanı da Anayasa
Mahkemesinin Anayasa ve yasa hükümlerini göz ardı ederek kanun yollarında geçen
süreyi tutukluluk süresinden saymamasının gerekçesi olamaz. Ceza yargılamasını
hızlandıracak yöntem ve politikaları geliştirmek ve uygulamak yasama, yürütme
ve yargı organlarının sorumluluğunda olup, gerekli tedbirler ilgili organlar
tarafından alınmalıdır. Eğer belirtilen şekilde bir sosyal risk varsa bu riski
yasa koyucu almış ve Kanunda azami tutukluluk sürelerini düzenlemiştir.
Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin sosyal risk kaygısıyla hareket etmesini
gerektirecek bir durum bulunmamaktadır.
Çoğunluğun görüşü karşısında yakında yürürlüğe girecek yasa ile
Bölge Adliye Mahkemelerinin devreye girmesi halinde bu mahkemeler önünde geçen
sürenin de tutukluluk süresinin kapsamı dışında tutulması gerekecektir. Bireyin
en temel hakkı olan özgürlük ve güvenlik hakkına ağır bir sınırlama getiren
tutukluluk tedbirine ilişkin kronik sorunlar dikkate alındığında bu yaklaşım
nedeniyle bireyler, haklarında kesinleşmiş bir hüküm olmamasına ve beraat etme
ihtimalleri olmasına karşın yıllarca özgürlüklerinden yoksun
bırakılabileceklerdir. Temel görevi birey temel hak ve özgürlüklerini korumak
olan Anayasa Mahkemesinin böyle bir yorum ile bireylerin özgürlük haklarının
gereksiz yere kısıtlanmasına olanak tanıması kabul edilemez.
Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 19. maddesinde
güvence altına alınan özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edilmediği
yönündeki çoğunluk görüşüne katılmadım.
36. Madde Yönünden
Adam öldürme ve adam öldürmeye teşebbüs suçlarından yargılanan
başvurucuların yargılama süreleri altı yıla yaklaşmıştır. Bozma sonrası ilk
derece mahkemesi önünde yargılama devam etmektedir. Çoğunluk başvurucuların
makul sürede yargılanma haklarının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
Suçun niteliği, sanık sayısı, yargılama süreci gibi unsurlar
dikkate alındığında davanın özel bir zorluk taşımadığı, davanın uzamasında
başvuruculara atfedilebilecek bir kusur olmadığı görülmektedir. Benzer
başvurularda Mahkeme bugüne kadar yüzlerce ihlal kararı vermişken bu başvuruda
herhangi bir gerekçe gösterilmeden ihlal olmadığı yönündeki çoğunluk görüşüne
katılmadım.