TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ADNAN ALVER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/5800)
Karar Tarihi: 9/11/2017
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör
Özgür DUMAN
Başvurucu
Adnan ALVER
Vekili
Av. Süleyman ETLİK
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, özel tavan uygulaması dolayısıyla kıdem tazminatının eksik ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 22/8/1978 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası A.Ş.'de (Banka) memur olarak çalışmaya başlamış, 2/4/1987 tarihinde ise sözleşmeli personel statüsüne geçmiştir. Başvurucunun çalıştığı Banka 15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun kapsamında yeniden yapılandırılmıştır. Bu Kanun'un 2. maddesinin (4) numaralı fıkrasıyla, uygun görülen personelin istekleri hâlinde emeklilik statüsü devam etmek üzere özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılabilmesi öngörülmüştür. Anılan Kanun'un 30/1/2002 tarihli ve 4743 sayılı Kanun'un 6. maddesi ile değişik geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre ise bankalarda 31/12/2002 tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tabi olmayan personel çalıştırılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Başvurucu da1/12/2001 tarihinden itibaren aynı Bankada hizmet akdine bağlı olarak işçi statüsünde çalışmaya devam etmiştir. Başvurucu ile Banka arasında imzalanan sözleşmenin 5. maddesinde Bankanın, kıdem tazminatını diğer kamu kurum ve kuruluşları ile Bankada geçmiş hizmetlerin toplamı üzerinden ödemeyi taahhüt ettiği belirtilmiştir.
10. Başvurucuya 5/10/2014 tarihinde yaşlılık aylığı tahsis edilmiştir. Başvurucuyamemur ve sözleşmeli personel olarak çalıştığı dönemler için emeklilik ikramiyesi esasları dâhilinde 21.412,24 TL ödeme yapılmıştır. Başvurucuya işçi olarak çalıştığı dönem için ise yine emekli ikramiyesi esaslarına göre 2.184,92 TL ödenmiş; Banka aynı dönem için 3.195,08 TL tutarında kıdem tazminatı da ödemiştir. Böylece başvurucuya emekli oluşundan dolayı toplam 26.792,23 TL tutarında ödeme yapılmıştır.
A. Başvurucunun Açtığı Kıdem Tazminatı Alacağı Davası
11. Başvurucu ise Bankanın 3.175,91 TL kıdem tazminatı ödediğini ancak 26 yıl 1 ay 13 gün hizmetine karşılık 41.074 TL kıdem tazminatı ödenmesi gerektiğini belirterek şimdilik 4.000 TL tutarındaki kıdem tazminatı farkının yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle Ziraat Bankası aleyhine 21/8/2009 tarihinde Samsun 1. İş Mahkemesinde alacak davası açmıştır.
12. Mahkeme, işçi alacakları konusunda uzman bir bilirkişiden raporlar almış ve bu raporları hükme esas alarak 11/3/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, ihtilafın başvurucunun memur ve sözleşmeli personel statüsünde çalıştığı süreler için kıdem tazminatı alıp alamayacağı noktasında toplandığı belirtilmiştir. Mahkeme, başvurucuya iş sözleşmesi imzalatıldıktan sonraki dönem için genel tavan esasına göre hesaplanan kıdem tazminatının davalı Banka tarafından ödendiğini vurgulamıştır. Mahkeme ayrıca Emekli Sandığına tabi dönem için ise 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14. maddesinin altıncı fıkrasındaki özel tavana uygun ödeme yapıldığını kabul etmiştir. Mahkemeye göre bu sebeplerle başvurucunun bakiye kıdem tazminatı alacağı bulunmamaktadır.
13. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 17/1/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır.
14. Nihai karar, başvurucu vekiline 15/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 8/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Emsal Olarak Gösterilen Dava
16. Başvurucu ile aynı konumda olduğu belirtilen M.R.T. tarafından yine kıdem tazminatı alacağının eksik ödendiği iddiasıyla Kartal 3. İş Mahkemesinde açılan dava 28/4/2008 tarihinde kabul edilmiş ve bu hüküm Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 26/12/2008 tarihinde onanmıştır. Ancak aynı Dairenin 6/10/2009 tarihli ilamıyla maddi hata gerekçesiyle onama ilamının kaldırılmasına ve hükmün bozulmasına karar verilmiştir. İlamda, sözleşmeli personel olarak çalışıldığı süre için sözleşmede öngörülmüş olmasına rağmen işçi statüsünde çalışılmaya devam edildiği için iş sonu tazminatının ödenmediğine dikkat çekilerek son olarak emekli olunan tarih itibarıyla Emekli Sandığına tabi emsal bir çalışanın alabileceği emekli ikramiyesi tutarına göre işverence hesaplamaya gidilmesinin yerinde bir uygulama olduğu belirtilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
17. 1475 sayılı Kanun’un "Kıdem tazminatı" kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“...
T.C. Emekli Sandığı Kanunu ve Sosyal Sigortalar Kanununa veya yalnız Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olarak sadece aynı ya da değişik kamu kuruluşlarında geçen hizmet sürelerinin birleştirilmesi suretiyle Sosyal Sigortalar Kanununa göre yaşlılık veya malullük aylığına ya da toptan ödemeye hak kazanan işçiye, bu kamu kuruluşlarında geçirdiği hizmet sürelerinin toplamı üzerinden son kamu kuruluşu işverenince kıdem tazminatı ödenir.
Yukarıda belirtilen kamu kuruluşlarında işçinin hizmet akdinin evvelce bu maddeye göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona ermesi suretiyle geçen hizmet süreleri kıdem tazminatının hesabında dikkate alınmaz.
Ancak, bu tazminatın T.C. Emekli Sandığına tabi olarak geçen hizmet süresine ait kısmı için ödenecek miktar, yaşlılık veya malullük aylığının başlangıç tarihinde T.C. Emekli Sandığı Kanununun yürürlükteki hükümlerine göre emeklilik ikramiyesi için öngörülen miktardan fazla olamaz.
Bu maddede geçen kamu kuruluşları deyimi, genel, katma ve özel bütçeli idareler ile 468 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinde sayılan kurumları kapsar.
Aynı kıdem süresi için bir defadan fazla kıdem tazminatı veya ikramiye ödenmez.
…”
18. 4603 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bankaların bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte mevcut personeli hakkında aylık, özlük ve emeklilikleri yönünden tabi oldukları mevzuatın uygulanmasına devam olunur. Bunlardan uygun görülenler istekleri halinde, emeklilik statüleri devam etmek üzere özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılabilir. 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile ilgileri devam eden personelin özel hukuk hükümlerine göre çalışacakları süreler kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir ve emeklilik işlemlerinde söz konusu Kanunun ek 48 inci maddesinin (b) fıkrası ile ek 68 inci maddesi hükümleri uygulanır. Bu kadro ve pozisyonlar emeklilik, istifa, ölüm ve sair nedenlerle boşaldıkları takdirde hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. (Değişik beşinci cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılacak personelin sayısı, unvanı, ücret ve sair mali hakları bankaların genel kurullarınca tespit olunur. (Değişik altıncı cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Genel kurullar, bu yetkilerini yönetim kurullarına devredebilir. (Ek yedinci cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Personel istihdamına ilişkin diğer hususlarda yönetim kurulları yetkilidir."
19. 4603 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"(Değişik : 30/1/2002 - 4743/6 md.) Bankalarda 31.12.2002 tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tâbi olmayan personel çalıştırılamaz. Yeniden yapılandırma sürecinde bankaların yönetim kurullarınca gerek özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılmak üzere kendisine sözleşme teklif edilen ancak özel hukuk hükümlerine göre çalışmayı kabul etmeyen gerekse özel hukuk hükümlerine göre çalışması uygun görülmeyip sözleşme imzalanmayan personel, bankaların yönetim kurullarınca Devlet Personel Başkanlığına bildirilir."
20. 4603 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"25.11.2000 tarihinde bu bankalarda çalışan personelden özel hukuk hükümlerine geçirilenlerin hizmet sözleşmelerinin 31.12.2003 tarihine kadar, bankaların disiplin yönetmelikleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla 1475 sayılı İş Kanununun 17 nci maddesi dışında kalan sebeplerle bankalar tarafından feshedilmesi halinde söz konusu personel hakkında bu Kanunun geçici 1 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca işlem tesis edilmek üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu kapsamda olan personele sözleşmenin feshi nedeniyle ihbar ve kıdem tazminatı ödenmez. Bankaların kurduğu, kuracağı ve iştirak ettiği veya edeceği bilgi sistemleri ve/veya alternatif dağıtım kanalları amaçlı şirketlere bu bankalardan geçen ve T. C. Emekli Sandığı ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi uyarınca kurulan Türkiye Emlâk Bankası Anonim Şirketi Emekli ve Yardım Sandığı Vakfı ile irtibatları devam eden personelden isteyenlerin anılan sosyal güvenlik kurumları ile irtibatları devam eder. Bu fıkra hükümleri bu personel hakkında da uygulanır."
2. Yargıtay İçtihadı
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/1/2017 tarihli ve E.2014/9-2515, K.2017/156 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut olayda taraflar arasındaki temel uyuşmazlık, sözleşmeli personel olarakçalışılan süre için 1475 sayılı yasanın 14. maddesinde öngörülen özel ve genel tavandan hangisinin uygulanacağı noktasındadır. Davacı işçi ayrıca01.02.2002 tarihinde taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinin 5. maddesi hükmüne dayanmışolup, anılan maddedekıdem tazminatı hesabında diğer tüm kamu kurum ve kuruluşlarla bankada geçmiş hizmetlerin birlikte değerlendirileceği kuralı öngörülmüştür.
Kıdem tazminatını düzenleyen 1475 sayılı yasanın 14. maddesine göre kıdem tazminatının yıllık miktarı, Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek devlet memuruna 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet yılı için ödenecek emeklilik ikramiyesini geçemez. Bu üst sınır, öğretide “genel tavan” olarak adlandırılmaktadır...
Özel tavan ise, 1475 sayılı Kanunun 14/6. fıkrasında öngörülmüştür. Buna göre, işçinin iş sözleşmesinin yaşlılık veya malullük aylığına hak kazanması ve T.C. Emekli Sandığına tabi olarak hizmetlerinin bulunması durumunda son kamu kurumu işverenince Emekli Sandığına tabi hizmetleri için ödenmesi gereken kıdem tazminatı tutarı, anılan kanun hükümlerine göre ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesi için öngörülen miktarı geçemez. Bir başka anlatımla işçiye ödenmesi gereken kıdem tazminatı tutarı o işçinin Emekli Sandığına tabi hizmetleri karşılığında kendisine ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesini aşamaz. Bu özel tavan, işçinin yaşlılık veya malullük aylığının başlangıç tarihi esas alınarak belirlenir.
Kıdem tazminatı tavanını öngörenkurallar kamu düzeniyle ilgili olup, aksinesözleşme hükümleri geçersizdir. Dairemiz kararlarında, Emekli Sandığı hükümlerine tabi olarak memur sıfatıyla çalışılan dönem için, 1475 sayılı Kanunun 14/6. maddesindeki özel tavanın uygulanması gerektiği kabul edilmiş, başka yasalarda aksini öngören düzenlemelerin özel tavan sınırlamasını bertaraf etmeyeceği vurgulanmıştır (Yargıtay 9.HD. 27.3.2006 gün 2005/ 29328 E, 2006/ 7379 K.; Yargıtay 9.H.D., 8.4.2003 gün 2002/21830 E, 2003/5911 K.).
4857 sayılı İş Kanunu'nun yürürlülüğü öncesinde1475 sayılı yasanın 98/D maddesine kıdem tazminatının yasaya aykırıolarak ödenmesi cezai yaptırıma bağlanmıştı. Sözü edilen hüküm 4857 sayılıİş Kanunu döneminde yürürlükten kaldırılmışolsa da, her iki tavanıöngören 14. madde halen yürürlüktedir. Öğretide kıdem tazminatı tavanını bertaraf eden sözleşme hükmününbatılolduğu görüşüileri sürülmüştür...
Öte yandan, 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunun 3.7.2001 tarihinde yürürlüğe giren 4684 sayılı Yasayla eklenen geçici 2. maddesinde, '...Sandığa tabi olarak çalıştıkları ve 'emekli ikramiyesi' veya 'kıdem tazminatı' veya 'iş sonu tazminatı' alamadıkları yıllar için, Bankadaki emsali T. C. Emekli Sandığına tabi personele her bir hizmet yılı için ödenmesi gereken 'emekli ikramiyesi' tutarı kadar kıdem tazminatı ..... ödenir' şeklinde kurala yer verilmiştir. Anılan hükme göre sözleşmeli personel olarak 399. sayılı KHK kapsamında çalışılan süre içinemsaliT.C. Emekli Sandığı iştirakçisinin emekli ikramiyesi tutarı dikkate alınmalıdır. 4603 sayılı Yasanın sözü edilen hükmü de 1475 sayılı Yasanın 14. maddesinin 6. fıkrasındaki düzenlemelerle uyumludur.
Somut olaydadavacıişçiye,iş sözleşmesi imzaladıktan sonraki dönem içingenel tavan esasına görehesaplanan kıdem tazminatıdavalıişverencetamolarak ödenmiş, 5434 sayılı yasaya tabi dönem için de Emekli SandığıKanunuhükümlerine göre 1475 sayılıyasanın 14/6. maddesindeki özeltavana uygunolarak ödeme yapılmıştır.
Davalı işverence son olarak emekli olduğu 03.05.2005 tarihi itibarıyla Emekli Sandığına tabi emsal bir çalışanın alabileceği emekli ikramiyesi tutarına göre hesaplamaya gidilmesi yerinde bir uygulamadır. Bu nedenle davaya konu fark kıdem tazminatı isteğinin reddine karar verilmesi gerekirken Mahkemece, kıdem tazminatı farkı isteğinin kabulühatalı olup,bozmayı gerektirmiştir....) gerekçesi ilebozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
...
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektiricinedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).
23. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Van der Mussele/Belçika [GK], B. No: 8919/80, 23/11/1983, § 48; Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin kural olarak mülkiyeti edinme hakkını içermediğini kabul etmektedir (Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 65731/01-65900/01, 12/4/2006, § 53).
24. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).
25. AİHM, Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamındaki davalara genel olarak uygulanan ilkelerin ve özellikle anılan maddenin mülk edinme hakkını korumadığı biçimindeki ilkenin, sosyal güvenlik ödemeleri ve sosyal yardımlar yönünden de geçerli olduğunu belirtmektedir. AİHM bu hükmün, Sözleşmeci devletlerin herhangi bir sosyal güvenlik planını uygulayıp uygulamayacağının ya da bu planlar çerçevesinde kişilere ne tür menfaatlerin sağlanacağının ve bunların miktarının ne kadar olacağının belirlenmesi hususundaki serbestisine sınırlama getirmediğini vurgulamaktadır. Ancak AİHM'e göre Sözleşmeci devletlerin -ister önceden kişilerin katkı yapma şartına bağlı olsun ister olmasın- sosyal yardım ödemesi yapılmasını öngören yasal bir düzenlemenin bulunması durumunda bu düzenlemenin (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamına giren mülkiyete ilişkin bir menfaat (proprietary interest) doğurduğu kabul edilmelidir (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, § 38). AİHM, modern demokratik devletlerde birçok bireyin yaşamlarını sürdürebilmek için hayatlarının tamamı ya da bir bölümünde sosyal güvenlik ve sosyal yardım ödemelerine bağımlı olduğunu belirtmektedir. AİHM, birçok hukuk sisteminin bu bireylerin belli bir derecede belirlilik ve güvenliğe ihtiyaç duyduklarını kabul ederek onlara birtakım imkânlar sağladığını ve bu çerçevede -öngörülen bazı koşulların yerine getirilmesi şartıyla- bu bireylere çeşitli ödemeler yapılması yolunda düzenlemelere yer verdiğini hatırlatmaktadır. AİHM'e göre bireylerin iç hukuka göre sosyal yardım alma hakkının bulunduğu durumlarda bu ekonomik menfaatler (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamına girer (Moskal/Polonya, § 39).
26. AİHM, sosyal güvenlik sisteminin düzenlenmesi ve bu kapsamda hangi yardımların veya ödemelerin yapılacağı ya da ne kadar yapılacağı hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkileri olduğunu kabul etmektedir (Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 53). AİHM, sosyal adaletin önemine dikkat çekmekle birlikte bunun kural olarak kamu makamlarının -kendi ihmallerinden kaynaklansa bile- hatalı işlemlerini geri almasına engel teşkil etmeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM'e göre aksi karara varılması, haksız zenginleşme yasağına aykırılık oluşturur. Bu durum aynı zamanda sosyal güvenlik sistemine katkı payı ödeyen ve özellikle katkı payı ödedikleri hâlde kanuni koşulları taşımamaları nedeniyle bundan yararlanamayan diğer bireylere haksızlık oluşturur. Son olarak bu, sınırlı kamu kaynaklarının kamu yararına uygun olmayan alanlara harcanması sonucunu doğurur(Moskal/Polonya, § 73).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 9/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
28. Başvurucu, memur ve sözleşmeli personel statüsünde uzun bir süre çalıştığı Bankanın yeniden yapılandırılması kapsamında özel hukuk hükümlerine tabi işçi olarak çalışmaktayken emekliye ayrıldığını ifade etmekte ancak Bankanın tek taraflı olarak hazırlayıp imzalattığı tip sözleşmeye aykırı olarak kıdem tazminatını eksik ödediğinden yakınmaktadır. Başvurucu kıdem tazminatı fark alacağının ödenmesi için açtığı davanın ise kamu düzeni gerekçesiyle taraflar arasındaki sözleşme göz ardı edilerek Mahkemece reddedildiğini belirtmektedir. Başvurucuayrıca kendisiyle aynı konumda olan bir işçinin açtığı emsal niteliğindeki davanın kabul edilerek Yargıtayca onandığını ancak iş mahkemesi kararları yönünden karar düzeltme yolu kapalı olduğu hâlde Yargıtayın maddi hata bulunduğu gerekçesiyle hükmü bozduğunu ifade etmektedir. Başvurucuya göre emsal davadaki bu usulsüzlük, kendi açtığı dava bakımından da yargılamanın hakkaniyete uygun bir şekilde sonuçlanmamasına yol açmıştır. Başvurucu bu gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
29. Bakanlığın görüş yazısında, başvurucunun öncelikle mülk sahibi olup olmadığının ve bu bağlamda Anayasa'nın 35. maddesinin korumasından yararlanıp yararlanamayacağının değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bakanlık ayrıca başvurucunun emsal olarak açtığı davanın, Yargıtayın maddi hata nedeniyle hükmü bozması sonrası reddedildiğine dikkat çekilmiştir.
30. Başvurucu cevap dilekçesinde, Banka ile düzenlenen sözleşmenin 5. maddesine göre memur ve sözleşmeli personel statüsünde çalıştığı dönem için de kıdem tazminatı ödenmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucuya göre kıdem tazminatı alacağı yönünden mülkiyet hakkının mevcut olduğu tartışmasız olup derece mahkemelerince bu alacağın eksik ödenmesi üzerine açtığı davanın reddedilmesi mülkiyet hakkının ihlaline neden olmuştur.
2. Değerlendirme
31. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin şikâyeti, esas itibarıyla kendi kıdem tazminatı alacağının eksik ödenmesiyle ilgili olup bu talebin karşılanmaması ve yargısal sürecin de sonuçsuz kalması nedeniyle mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti kavramının tartışılmasını gerektirmektedir. Bu nedenle başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki bütün şikâyetleri mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
33. Başvurucu öncelikle emsal olarak belirttiği davadaki usule aykırılıkların kendi açtığı dava yönünden de olumsuz sonuçlara yol açtığı yönünde bir şikâyette bulunmaktadır. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1. maddesinin üçüncü fıkrasına göre hâkim karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından da yararlanır. Buna göre Türk hukuk sisteminde - Anayasa Mahkemesi kararları ile temyiz mercilerinin içtihatları birleştirme kararları dışında- kural olarak yargı kararlarının diğer davalar yönünden herhangi bir bağlayıcılığı söz konusu değildir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi daha önce, bireysel başvuruda bulunulması için başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamusal eylem veya işlemden başvurucunun "kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması" gerektiğini açıklamıştır (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, §§ 42-45).Dolayısıyla başka bir kişinin temel hak ve hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddia ve şikâyetlerin bireysel başvuruya konu edilebilmesi mümkün bulunmadığından başvurucunun emsal olarak ileri sürdüğü davaya ilişkin iddia ve şikâyetlerin incelenmesine gerek görülmemiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
35. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No:2013/1178, 5/11/2015, § 54).
36. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
37. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36). Mülkiyet hakkı, bireylere bir tür sosyal güvenlik ödemesi alma hakkı içermemekle birlikte yürürlükteki mevzuatta önceden prim ödeme şartıyla veya şartsız olarak sosyal yardım alma hakkı şeklinde bir ödeme yapılması öngörülmüş ise yargısal içtihatlara paralel olarak ilgili mevzuatın aradığı şartları yerine getiren bireyin mülkiyet hakkı kapsamına giren bir menfaatinin doğduğu kabul edilmelidir (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 36).
38. Başvuru konusu olayda başvurucu önce Emekli Sandığına tabi memur ve sözleşmeli personel olarak, sonra da çalıştığı Bankanın yeniden yapılandırılması üzerine özel hukuk hükümlerine göre işçi olarak çalışmıştır. Öngörülen prim ve gün sayısını tamamlamakla kendisine yaşlılık aylığı tahsis edilen başvurucunun kıdem tazminatına hak kazandığı hususunda bir tartışma bulunmamaktadır. Somut olay bakımından ihtilaf, kıdem tazminatının özel tavan uygulaması gözetilerek ödenmesine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun kıdem tazminatı alacağının varlığı konusunda bir uyuşmazlık mevcut olmayıp bu tazminat alacağının miktarına yönelik bir şikâyet söz konusudur. Başvurucuya hak kazandığı kıdem tazminatı alacağı özel tavan gözetilerek ödenmiş olup başvurucu ise özel tavan uygulanmadan kıdem tazminatının ödenmesini talep etmektedir. Bu şikâyetin ise kıdem tazminatının mevcut olup olmadığıyla ilgili değil özel tavan uygulanarak ödenmesi şeklindeki müdahalenin sonuçlarına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucunun yaşlılık aylığı tahsis edilmekle hak kazandığı "kıdem tazminatı alacağı"nın ekonomik bir değer ifade ettiği, güncel ve icra edilebilir nitelikte olduğu, bu sebeple başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğu kuşkusuzdur.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
39. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).
40. Başvurucu, çalıştığı Banka ile aralarında düzenlenen sözleşmeye göre bu tavan uygulanmadan çalıştığı dönem için kıdem tazminatının tamamının ödenmesini talep etmektedir. Yargıtay kararlarında açıklandığı üzere 1475 sayılı Kanun'da kıdem tazminatına ilişkin genel ve özel tavan öngörülmüştür. Buna göre en yüksek devlet memuruna bir hizmet yılı için ödenecek emeklilik ikramiyesi "genel tavan", kıdem tazminatının Emekli Sandığına tabi hizmetleri karşılığında ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesini aşamaması ise "özel tavan" olarak nitelendirilmiştir. Başvurucunun temel şikâyeti ise ödediği primlere rağmen belirtilen söz konusu özel tavanın uygulanarak kıdem tazminatının eksik ödendiğine ilişkindir. Başvurucunun çalıştığı Banka, özel hukuk hükümlerine tabi olsa da "kamu bankası" statüsü taşımaktadır. Başvurucunun kıdem tazminatının özel tavan uygulaması dolayısıyla eksik ödenmesinin ve buna ilişkin davanın reddedilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin türü belirlenirken sonucu yanında ayrıca müdahalenin amacının da dikkate alınması gerekmektedir. Müdahaleyle, başvurucunun kıdem tazminatının bütünüyle ortadan kaldırılmadığı ve emeklilik statüsünün zarar görmediği anlaşılmaktadır. Buna göre müdahale, mülkiyeti kaybettirme amacı taşımamaktadır. Sosyal güvenlik sisteminin korunması amacıyla yapıldığı anlaşılan müdahalenin "mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi" biçimindeki üçüncü kural kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
(1) Kanunilik
41. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği belirtilmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği ifade edilmiştir. Öte yandan, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de "hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği"ni temel bir ilke olarak benimsemiştir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 69).
42. Dolayısıyla Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt, kanuna dayalı olma ölçütüdür.
43. Öte yandan kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 56).
44. Başvuru konusu olayda başvurucunun kıdem tazminatı 1475 sayılı Kanun'un 14. maddesinin altıncı fıkrasındaki özel tavan uygulaması gözetilerek ödenmiştir. Anılan maddede, işçinin yaşlılık veya malullük aylığına hak kazanması ve Emekli Sandığına tabi olarak hizmetlerinin bulunması durumunda Emekli Sandığına tabi hizmetler için ödenmesi gereken kıdem tazminatı tutarının ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesi için öngörülen miktarı geçemeyeceği hükme bağlanmıştır. Diğer bir deyişle işçiye ödenmesi gereken kıdem tazminatı tutarının işçinin Emekli Sandığına tabi hizmetleri karşılığında kendisine ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesini aşamayacağı düzenlenmiştir. Bu kanun hükmünün belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu anlaşıldığından müdahalenin kanuni bir temelinin olduğu değerlendirilmiştir.
(2) Meşru Amaç
45. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).
46. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda olduğu açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde kararların açıkça dayanaktan yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz. Müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü, bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 34-36).
47. Anayasa'nın 60. maddesinde "Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar." denmektedir. Buna göre sosyal güvenlik herkes için bir haktır ve bunu gerçekleştirmek ise devlet için bir görevdir. Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardını güvence altına alabilmektir. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak kişilerin yaşlılık, hastalık, malullük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır. Anayasa'nın 2. ve 60. maddeleri uyarınca devlet tarafından sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanmasına elverişli ortamın yaratılması ve bu anlamda sosyal güvenlik alanında getirilecek bir haktan, aynı sosyal güvenlik kurumu içinde yer alan ve temelde birbirine yakın konumda bulunan tüm iştirakçilerin "adalet ve hakkaniyet" ölçüleri içinde yararlanmalarını öngören düzenlemelerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir (AYM, E.2013/111, K.2014/195, 25/12/2014).
48. Somut olayda yaşlılık aylığına hak kazanan başvurucu işçiye Emekli Sandığına tabi hizmetleri için ödenecek kıdem tazminatı, 1475 sayılı Kanun'un 14. maddesinin altıncı fıkrasına göre aynı döneme ait emeklilik ikramiyesi için öngörülen miktar gözetilerekhesaplanmıştır. Bu özel tavan uygulamasıyla, Emekli Sandığına tabi hizmetlerde görev yapan kamu personeli ile bu hizmetlerde bulunup da özel hukuk hükümlerine tabi çalışmakta iken emekliye ayrılan personel arasında aynı hizmet dönemi için aynı parasal tutarların ödenmesi amaçlanmaktadır. Böylelikle ödemenin mahiyeti "emekli ikramiyesi" ve "kıdem tazminatı" olarak farklılaşsa da ödeme miktarının aynı olmasının sağlanması ve aynı hizmet dönemi yönünden farklı uygulamalara yol açılmaması öngörülmektedir. Ayrıca kıdem tazminatına tavan uygulaması getirilmesi, işverenin (somut olayda Bankanın) mali yükümlülüğün belirli bir miktar ile sınırlı tutulmasını sağlamaktadır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin -sosyal güvenlik sisteminin devamlılığını ve sınırlı kamusal kaynakların doğru şekilde harcanmasını gözettiğinden- kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiği kabul edilmelidir.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
49. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
50. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki, ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
51. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
52. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, § 60).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
53. Başvuru konusu olayda başvurucuya, iş sözleşmesi imzaladıktan sonraki dönem için genel tavan esasına göre hesaplanan kıdem tazminatı ödenmiş; Emekli Sandığına tabi dönem için ise 1475 sayılı Kanun'un 14. maddesinin altıncı fıkrasındaki özel tavana uygun olarak ödeme yapılmıştır. Başvurucu ise memur ve sözleşmeli personel statüsünde çalıştığı dönem için de kıdem tazminatı ödenmesi gerektiğini ileri sürerek kıdem tazminatı farkının tahsili için Banka aleyhine alacak davası açmıştır.
54. İlk derece mahkemesince alınan bilirkişi raporunda, başvurucunun çalıştığı 26 yıl 1 ay 13 gün hizmet için kıdem tazminatının genel tavana göre 40.880,94 TL net olduğu, özel tavan çerçevesinde emekli ikramiyesine göre ise kıdem tazminatının 26.792,23 TL olarak hesaplandığı ve bu miktarın da Banka tarafından başvurucuya ödendiği belirtilmiştir. Mahkeme de davalı işverence başvurucunun son olarak emekli olduğu tarih itibarıyla Emekli Sandığına tabi emsal bir çalışanın alabileceği emekli ikramiyesi tutarına göre yapılan hesaplamayla ödeme yapılmasını yerinde bulmuş ve davayı reddetmiştir.
55. Öncelikle başvurucuya memur ve sözleşmeli personel statüsünde çalıştığı dönemi de kapsar şekilde kıdem tazminatı ödemesi yapılmış olduğunu belirtmek gerekir. Diğer bir deyişle işçi iken yaşlılık aylığı almaya hak kazanan başvurucuya, memur ve sözleşmeli personel olarak çalıştığı dönem de dâhil edilerek kıdem tazminatı ödenmiştir. Ancak başvurucuya, işçi olarak çalıştığı dönem için kıdem tazminatı genel tavanına göre; memur ve sözleşmeli personel olarak çalıştığı dönem için ise emeklik ikramiyesi hesabını esas alan özel tavana göre ödeme yapılmıştır. Yukarıdaki bilirkişi hesabından da anlaşılacağı üzere emekli ikramiyesini esas alan özel tavana göre hesaplanan kıdem tazminatı tutarı, genel tavana göre hesaplanan kıdem tazminatından daha azdır. Başvurucu da esas itibarıyla bu farkın da kendisine ödenmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
56. Ancak Anayasa Mahkemesinin daha önce de belirttiği gibi devletin sosyal güvenlik alanına ilişkin takdir yetkisi geniştir (Hamza Buğdaci, B. No: 2013/1858, 3/2/2016, § 61). Kıdem tazminatı iş sözleşmesinin son bulması hâlinde işveren tarafından işçiye verilen, üst sınırı kanun ile saptanmış, hizmet süresi çerçevesinde ve ücrete göre değişen para tutarı olarak tanımlanmaktadır. Kıdem tazminatı çalışma hayatında istikrar ve devamlılığı sağlamak amacıyla ve sosyal devlet ilkesi gereğince öngörülen bir ödeme türü olup anayasal ilkelere aykırı olmamak kaydıyla kıdem tazminatının miktar ve ödenme koşullarının belirlenmesi kamu makamlarının takdirindedir. Ayrıca bireysel başvurunun ikincil doğası gereği Anayasa Mahkemesinin,açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz takdir hatası içermediği sürece hukuk kurallarının yorumlanması bakımından derece mahkemelerinin takdir yetkisine müdahalesi de söz konusu olamaz. Bu doğrultuda, kıdem tazminatına ilişkin olguların değerlendirilerek hukuk kurallarının yorumlanması derece mahkemelerinin görevi olup somut olay bakımından ise derece mahkemelerinin kararlarının 1475 sayılı Kanun'un 14. maddesine dayandığı anlaşılmakla bu kararların açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatası içerdiği de söylenemez.
57. Öte yandan başvurucu, anılan Kanun hükmü ve bu hükme dayalı yerleşik Yargıtay içtihadına göre Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı dönemler için emekli ikramiyesi esaslarına göre ödeme yapılabileceğini öngörebilecek durumdadır. Her ne kadar başvurucu taraflar arasındaki sözleşmenin 5. maddesine dayanmakta ise de Yargıtay içtihadında kıdem tazminatı tavanına ilişkin kanun hükümlerinin kamu düzenine ilişkin olduğu ve buna aykırı sözleşme hükümlerinin uygulanmayacağı açık olarak belirtilmiştir. Bu içtihadın da yerleşik olduğu ve başvuruya konu olay tarihi itibarıyla öngörülebilir nitelikte olduğu görülmektedir. Başvurucu ise belirtilen kanun hükmü ve içtihadın aksini gösteren ve iddiasını destekleyen başkaca bir kanun hükmü, yerleşik içtihat veya idari uygulama gösterememiştir.
58. Bunun yanında özel tavan uygulamasının amacına da dikkat çekmek gerekir. Yukarıda da değinildiği üzere özel tavan uygulamasıyla, aynı hizmet dönemi için aynı primi ödeyen memur ve sözleşmeli personel ile bu statüden ayrılarak işçi iken yaşlılık aylığına hak kazanan kişilere aynı miktarda ödeme yapılması öngörülmüştür. Somut olayda da başvurucunun işçi olarak çalıştığı dönem için değil yalnızca memur ve sözleşmeli personel olarak çalıştığı dönemle sınırlı olarak özel tavan uygulaması yapılmıştır. Böyleliklebaşvurucu ileaynı statüde prim ödeyip emekli olan memur ve sözleşmeli personel arasında, çalışılan aynı dönem bakımından hukuksal anlamda eşitliğin sağlandığı görülmektedir.
59. Başvurucu, hizmet sözleşmesini imzalamakla edindiği yeni statünün hak ve ayrıcalıklarından yararlanmayı ve külfetlerine ise katlanmayı tercih etmiş ancak bu yeni statünün hak ve ayrıcalıklarının geçmiş dönemdeki hizmetleri için de uygulanmasını talep etmiştir. Hâlbuki mülkiyet hakkının korunması bakımından önem teşkil eden husus, başvurucunun farklı bir statüde çalışmaya başlamasından dolayı geçmiş dönemdeki hizmetleri için edindiği kıdem tazminatı alacağına ilişkin meşru beklentisinin etkilenip etkilenmediğidir. Somut olayda ise başvurucunun sırf farklı bir statüye geçmesi nedeniyle mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen kıdem tazminatı alacağının azaltılması gibi bir durumun söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim başvurucu memur statüsünde kalmış olsa somut olayda olduğu gibi ancak özel tavanın esas aldığı emekli ikramiyesini alabilecektir.
60. Bu durumda hizmet sözleşmesi çerçevesinde çalışmakta iken yaşlılık aylığı tahsis edilen başvurucuya Emekli Sandığına tabi hizmetleri için hak kazandığı kıdem tazminatının özel tavan uygulaması çerçevesinde ödenmesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla söz konusu müdahaleyle, kamunun yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
62. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
63. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
64. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş mahkemeleri nezdinde açılan davalarda yargılama süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak davanın açıldığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, B. No:2013/772, 7/11/2013 § 69), yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Mehmet Salih Ayyıldız, B. No: 2012/397, 17/11/2014, § 25).
65. İş mahkemeleri nezdinde görülen davalarda yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Nesrin Kılıç, §§ 57, 58).
66. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 4 yıl 5 ay sürdüğü anlaşılan yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
67. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”
69. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
70. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
71. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 3.900 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
72. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verildiğinden buna ilişkin maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 3.900 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Samsun 1. İş Mahkemesine (E.2009/781, K.2013/170) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.