TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADNAN ALVER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5800)
|
|
Karar Tarihi: 9/11/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Adnan ALVER
|
Vekili
|
:
|
Av. Süleyman
ETLİK
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, özel tavan uygulaması dolayısıyla kıdem tazminatının
eksik ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 22/8/1978 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası A.Ş.'de (Banka) memur olarak çalışmaya başlamış, 2/4/1987 tarihinde ise
sözleşmeli personel statüsüne geçmiştir. Başvurucunun çalıştığı Banka
15/11/2000 tarihli ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye
Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında
Kanun kapsamında yeniden yapılandırılmıştır. Bu Kanun'un 2. maddesinin (4)
numaralı fıkrasıyla, uygun görülen personelin istekleri hâlinde emeklilik
statüsü devam etmek üzere özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılabilmesi
öngörülmüştür. Anılan Kanun'un 30/1/2002 tarihli ve 4743 sayılı Kanun'un 6.
maddesi ile değişik geçici 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre ise
bankalarda 31/12/2002 tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tabi olmayan
personel çalıştırılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Başvurucu da1/12/2001
tarihinden itibaren aynı Bankada hizmet akdine bağlı olarak işçi statüsünde
çalışmaya devam etmiştir. Başvurucu ile Banka arasında imzalanan sözleşmenin 5.
maddesinde Bankanın, kıdem tazminatını diğer kamu kurum ve kuruluşları ile
Bankada geçmiş hizmetlerin toplamı üzerinden ödemeyi taahhüt ettiği
belirtilmiştir.
10. Başvurucuya 5/10/2014 tarihinde yaşlılık aylığı tahsis
edilmiştir. Başvurucuyamemur ve sözleşmeli personel olarak çalıştığı dönemler
için emeklilik ikramiyesi esasları dâhilinde 21.412,24 TL ödeme yapılmıştır.
Başvurucuya işçi olarak çalıştığı dönem için ise yine emekli ikramiyesi
esaslarına göre 2.184,92 TL ödenmiş; Banka aynı dönem için 3.195,08 TL
tutarında kıdem tazminatı da ödemiştir. Böylece başvurucuya emekli oluşundan
dolayı toplam 26.792,23 TL tutarında ödeme yapılmıştır.
A. Başvurucunun Açtığı
Kıdem Tazminatı Alacağı Davası
11. Başvurucu ise Bankanın 3.175,91 TL kıdem tazminatı ödediğini
ancak 26 yıl 1 ay 13 gün hizmetine karşılık 41.074 TL kıdem tazminatı ödenmesi
gerektiğini belirterek şimdilik 4.000 TL tutarındaki kıdem tazminatı farkının
yasal faiziyle birlikte tahsili istemiyle Ziraat Bankası aleyhine 21/8/2009
tarihinde Samsun 1. İş Mahkemesinde alacak davası açmıştır.
12. Mahkeme, işçi alacakları konusunda uzman bir bilirkişiden
raporlar almış ve bu raporları hükme esas alarak 11/3/2013 tarihinde davanın
reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, ihtilafın başvurucunun memur ve
sözleşmeli personel statüsünde çalıştığı süreler için kıdem tazminatı alıp
alamayacağı noktasında toplandığı belirtilmiştir. Mahkeme, başvurucuya iş
sözleşmesi imzalatıldıktan sonraki dönem için genel tavan esasına göre
hesaplanan kıdem tazminatının davalı Banka tarafından ödendiğini vurgulamıştır.
Mahkeme ayrıca Emekli Sandığına tabi dönem için ise 25/8/1971 tarihli ve 1475
sayılı İş Kanunu'nun 14. maddesinin altıncı fıkrasındaki özel tavana uygun
ödeme yapıldığını kabul etmiştir. Mahkemeye göre bu sebeplerle başvurucunun
bakiye kıdem tazminatı alacağı bulunmamaktadır.
13. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Yargıtay 7. Hukuk
Dairesinin 17/1/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır.
14. Nihai karar, başvurucu vekiline 15/3/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucu 8/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Emsal Olarak
Gösterilen Dava
16. Başvurucu ile aynı konumda olduğu belirtilen M.R.T.
tarafından yine kıdem tazminatı alacağının eksik ödendiği iddiasıyla Kartal 3.
İş Mahkemesinde açılan dava 28/4/2008 tarihinde kabul edilmiş ve bu hüküm
Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 26/12/2008 tarihinde onanmıştır. Ancak aynı
Dairenin 6/10/2009 tarihli ilamıyla maddi hata gerekçesiyle onama ilamının
kaldırılmasına ve hükmün bozulmasına karar verilmiştir. İlamda, sözleşmeli
personel olarak çalışıldığı süre için sözleşmede öngörülmüş olmasına rağmen işçi
statüsünde çalışılmaya devam edildiği için iş sonu tazminatının ödenmediğine
dikkat çekilerek son olarak emekli olunan tarih itibarıyla Emekli Sandığına
tabi emsal bir çalışanın alabileceği emekli ikramiyesi tutarına göre işverence
hesaplamaya gidilmesinin yerinde bir uygulama olduğu belirtilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
17. 1475 sayılı Kanun’un
"Kıdem tazminatı" kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“...
T.C. Emekli Sandığı Kanunu ve Sosyal
Sigortalar Kanununa veya yalnız Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olarak sadece
aynı ya da değişik kamu kuruluşlarında geçen hizmet sürelerinin birleştirilmesi
suretiyle Sosyal Sigortalar Kanununa göre yaşlılık veya malullük aylığına ya da
toptan ödemeye hak kazanan işçiye, bu kamu kuruluşlarında geçirdiği hizmet
sürelerinin toplamı üzerinden son kamu kuruluşu işverenince kıdem tazminatı
ödenir.
Yukarıda belirtilen kamu kuruluşlarında
işçinin hizmet akdinin evvelce bu maddeye göre kıdem tazminatı ödenmesini gerektirmeyecek
şekilde sona ermesi suretiyle geçen hizmet süreleri kıdem tazminatının
hesabında dikkate alınmaz.
Ancak, bu tazminatın T.C. Emekli Sandığına
tabi olarak geçen hizmet süresine ait kısmı için ödenecek miktar, yaşlılık veya
malullük aylığının başlangıç tarihinde T.C. Emekli Sandığı Kanununun
yürürlükteki hükümlerine göre emeklilik ikramiyesi için öngörülen miktardan
fazla olamaz.
Bu maddede geçen kamu kuruluşları deyimi,
genel, katma ve özel bütçeli idareler ile 468 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinde
sayılan kurumları kapsar.
Aynı kıdem süresi için bir defadan fazla kıdem
tazminatı veya ikramiye ödenmez.
…”
18. 4603 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (4) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Bankaların bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte mevcut personeli hakkında aylık, özlük ve emeklilikleri yönünden tabi
oldukları mevzuatın uygulanmasına devam olunur. Bunlardan uygun görülenler
istekleri halinde, emeklilik statüleri devam etmek üzere özel hukuk hükümlerine
göre çalıştırılabilir. 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu
ile ilgileri devam eden personelin özel hukuk hükümlerine göre çalışacakları
süreler kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir ve emeklilik işlemlerinde
söz konusu Kanunun ek 48 inci maddesinin (b) fıkrası ile ek 68 inci maddesi hükümleri
uygulanır. Bu kadro ve pozisyonlar emeklilik, istifa, ölüm ve sair nedenlerle
boşaldıkları takdirde hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır.
(Değişik beşinci cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Özel hukuk hükümlerine göre
çalıştırılacak personelin sayısı, unvanı, ücret ve sair mali hakları bankaların
genel kurullarınca tespit olunur. (Değişik altıncı cümle: 18/4/2007-5626/1 md.)
Genel kurullar, bu yetkilerini yönetim kurullarına devredebilir. (Ek yedinci
cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Personel istihdamına ilişkin diğer hususlarda
yönetim kurulları yetkilidir."
19. 4603 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (3) numaralı
fıkrası şöyledir:
"(Değişik : 30/1/2002 - 4743/6 md.)
Bankalarda 31.12.2002 tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tâbi olmayan personel
çalıştırılamaz. Yeniden yapılandırma sürecinde bankaların yönetim kurullarınca
gerek özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılmak üzere kendisine sözleşme teklif
edilen ancak özel hukuk hükümlerine göre çalışmayı kabul etmeyen gerekse özel
hukuk hükümlerine göre çalışması uygun görülmeyip sözleşme imzalanmayan
personel, bankaların yönetim kurullarınca Devlet Personel Başkanlığına
bildirilir."
20. 4603 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
"25.11.2000 tarihinde bu bankalarda çalışan
personelden özel hukuk hükümlerine geçirilenlerin hizmet sözleşmelerinin
31.12.2003 tarihine kadar, bankaların disiplin yönetmelikleri hükümleri saklı
kalmak kaydıyla 1475 sayılı İş Kanununun 17 nci maddesi dışında kalan
sebeplerle bankalar tarafından feshedilmesi halinde söz konusu personel
hakkında bu Kanunun geçici 1 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
işlem tesis edilmek üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu kapsamda
olan personele sözleşmenin feshi nedeniyle ihbar ve kıdem tazminatı ödenmez.
Bankaların kurduğu, kuracağı ve iştirak ettiği veya edeceği bilgi sistemleri
ve/veya alternatif dağıtım kanalları amaçlı şirketlere bu bankalardan geçen ve
T. C. Emekli Sandığı ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi
uyarınca kurulan Türkiye Emlâk Bankası Anonim Şirketi Emekli ve Yardım Sandığı
Vakfı ile irtibatları devam eden personelden isteyenlerin anılan sosyal
güvenlik kurumları ile irtibatları devam eder. Bu fıkra hükümleri bu personel
hakkında da uygulanır."
2. Yargıtay İçtihadı
21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/1/2017 tarihli ve
E.2014/9-2515, K.2017/156 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Somut olayda taraflar arasındaki temel
uyuşmazlık, sözleşmeli personel olarakçalışılan süre için 1475 sayılı yasanın
14. maddesinde öngörülen özel ve genel tavandan hangisinin uygulanacağı
noktasındadır. Davacı işçi ayrıca01.02.2002 tarihinde taraflar arasında
imzalanan iş sözleşmesinin 5. maddesi hükmüne dayanmışolup, anılan maddedekıdem
tazminatı hesabında diğer tüm kamu kurum ve kuruluşlarla bankada geçmiş
hizmetlerin birlikte değerlendirileceği kuralı öngörülmüştür.
Kıdem
tazminatını düzenleyen 1475 sayılı yasanın 14. maddesine göre kıdem
tazminatının yıllık miktarı, Devlet Memurları Kanununa tabi en yüksek devlet
memuruna 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet
yılı için ödenecek emeklilik ikramiyesini geçemez. Bu üst sınır, öğretide
“genel tavan” olarak adlandırılmaktadır...
Özel
tavan ise, 1475 sayılı Kanunun 14/6. fıkrasında öngörülmüştür. Buna göre,
işçinin iş sözleşmesinin yaşlılık veya malullük aylığına hak kazanması ve T.C.
Emekli Sandığına tabi olarak hizmetlerinin bulunması durumunda son kamu kurumu
işverenince Emekli Sandığına tabi hizmetleri için ödenmesi gereken kıdem tazminatı
tutarı, anılan kanun hükümlerine göre ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesi
için öngörülen miktarı geçemez. Bir başka anlatımla işçiye ödenmesi gereken
kıdem tazminatı tutarı o işçinin Emekli Sandığına tabi hizmetleri karşılığında
kendisine ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesini aşamaz. Bu özel tavan,
işçinin yaşlılık veya malullük aylığının başlangıç tarihi esas alınarak
belirlenir.
Kıdem
tazminatı tavanını öngörenkurallar kamu düzeniyle ilgili olup, aksinesözleşme
hükümleri geçersizdir. Dairemiz kararlarında, Emekli Sandığı hükümlerine tabi
olarak memur sıfatıyla çalışılan dönem için, 1475 sayılı Kanunun 14/6.
maddesindeki özel tavanın uygulanması gerektiği kabul edilmiş, başka yasalarda
aksini öngören düzenlemelerin özel tavan sınırlamasını bertaraf etmeyeceği
vurgulanmıştır (Yargıtay 9.HD. 27.3.2006 gün 2005/ 29328 E, 2006/ 7379 K.;
Yargıtay 9.H.D., 8.4.2003 gün 2002/21830 E, 2003/5911 K.).
4857 sayılı İş Kanunu'nun yürürlülüğü
öncesinde1475 sayılı yasanın 98/D maddesine kıdem tazminatının yasaya
aykırıolarak ödenmesi cezai yaptırıma bağlanmıştı. Sözü edilen hüküm 4857
sayılıİş Kanunu döneminde yürürlükten kaldırılmışolsa da, her iki tavanıöngören
14. madde halen yürürlüktedir. Öğretide kıdem tazminatı tavanını bertaraf eden
sözleşme hükmününbatılolduğu görüşüileri sürülmüştür...
Öte
yandan, 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunun
3.7.2001 tarihinde yürürlüğe giren 4684 sayılı Yasayla eklenen geçici 2.
maddesinde, '...Sandığa tabi olarak çalıştıkları ve 'emekli ikramiyesi' veya
'kıdem tazminatı' veya 'iş sonu tazminatı' alamadıkları yıllar için, Bankadaki
emsali T. C. Emekli Sandığına tabi personele her bir hizmet yılı için ödenmesi
gereken 'emekli ikramiyesi' tutarı kadar kıdem tazminatı ..... ödenir' şeklinde
kurala yer verilmiştir. Anılan hükme göre sözleşmeli personel olarak 399.
sayılı KHK kapsamında çalışılan süre içinemsaliT.C. Emekli Sandığı
iştirakçisinin emekli ikramiyesi tutarı dikkate alınmalıdır. 4603 sayılı
Yasanın sözü edilen hükmü de 1475 sayılı Yasanın 14. maddesinin 6. fıkrasındaki
düzenlemelerle uyumludur.
Somut
olaydadavacıişçiye,iş sözleşmesi imzaladıktan sonraki dönem içingenel tavan
esasına görehesaplanan kıdem tazminatıdavalıişverencetamolarak ödenmiş, 5434
sayılı yasaya tabi dönem için de Emekli SandığıKanunuhükümlerine göre 1475
sayılıyasanın 14/6. maddesindeki özeltavana uygunolarak ödeme yapılmıştır.
Davalı
işverence son olarak emekli olduğu 03.05.2005 tarihi itibarıyla Emekli
Sandığına tabi emsal bir çalışanın alabileceği emekli ikramiyesi tutarına göre
hesaplamaya gidilmesi yerinde bir uygulamadır. Bu nedenle davaya konu fark
kıdem tazminatı isteğinin reddine karar verilmesi gerekirken Mahkemece, kıdem
tazminatı farkı isteğinin kabulühatalı olup,bozmayı gerektirmiştir....)
gerekçesi ilebozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama
sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
...
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına,
dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektiricinedenlere
göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak
gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında,
mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece
mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum”
esas alınmaktadır (Depalle/Fransa
[BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch
Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD],
B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).
23. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1)
No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına
almadığını kabul etmektedir (Van der
Mussele/Belçika [GK], B. No: 8919/80, 23/11/1983, § 48; Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.),
B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum
Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM,
Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin kural olarak mülkiyeti
edinme hakkını içermediğini kabul etmektedir (Stec
ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 65731/01-65900/01,
12/4/2006, § 53).
24. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak
müdahalenin Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı
kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri
sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut
mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en
azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir
(Kopecký/Slovakya [BD], B.
No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn
Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83;
meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B.
No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik
Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika,
B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).
25. AİHM, Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi
kapsamındaki davalara genel olarak uygulanan ilkelerin ve özellikle anılan
maddenin mülk edinme hakkını korumadığı biçimindeki ilkenin, sosyal güvenlik
ödemeleri ve sosyal yardımlar yönünden de geçerli olduğunu belirtmektedir. AİHM
bu hükmün, Sözleşmeci devletlerin herhangi bir sosyal güvenlik planını
uygulayıp uygulamayacağının ya da bu planlar çerçevesinde kişilere ne tür
menfaatlerin sağlanacağının ve bunların miktarının ne kadar olacağının
belirlenmesi hususundaki serbestisine sınırlama getirmediğini vurgulamaktadır.
Ancak AİHM'e göre Sözleşmeci devletlerin -ister önceden kişilerin katkı yapma
şartına bağlı olsun ister olmasın- sosyal yardım ödemesi yapılmasını öngören
yasal bir düzenlemenin bulunması durumunda bu düzenlemenin (1) No.lu
Protokol'ün 1. maddesi kapsamına giren mülkiyete ilişkin bir menfaat (proprietary interest) doğurduğu kabul
edilmelidir (Moskal/Polonya, B.
No: 10373/05, 15/9/2009, § 38). AİHM, modern demokratik devletlerde birçok
bireyin yaşamlarını sürdürebilmek için hayatlarının tamamı ya da bir bölümünde
sosyal güvenlik ve sosyal yardım ödemelerine bağımlı olduğunu belirtmektedir.
AİHM, birçok hukuk sisteminin bu bireylerin belli bir derecede belirlilik ve
güvenliğe ihtiyaç duyduklarını kabul ederek onlara birtakım imkânlar
sağladığını ve bu çerçevede -öngörülen bazı koşulların yerine getirilmesi
şartıyla- bu bireylere çeşitli ödemeler yapılması yolunda düzenlemelere yer
verdiğini hatırlatmaktadır. AİHM'e göre bireylerin iç hukuka göre sosyal yardım
alma hakkının bulunduğu durumlarda bu ekonomik menfaatler (1) No.lu Protokol'ün
1. maddesi kapsamına girer (Moskal/Polonya,
§ 39).
26. AİHM, sosyal güvenlik sisteminin düzenlenmesi ve bu kapsamda
hangi yardımların veya ödemelerin yapılacağı ya da ne kadar yapılacağı
hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkileri olduğunu kabul etmektedir (Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 53).
AİHM, sosyal adaletin önemine dikkat çekmekle birlikte bunun kural olarak kamu
makamlarının -kendi ihmallerinden kaynaklansa bile- hatalı işlemlerini geri
almasına engel teşkil etmeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM'e göre aksi karara
varılması, haksız zenginleşme yasağına aykırılık oluşturur. Bu durum aynı
zamanda sosyal güvenlik sistemine katkı payı ödeyen ve özellikle katkı payı
ödedikleri hâlde kanuni koşulları taşımamaları nedeniyle bundan yararlanamayan
diğer bireylere haksızlık oluşturur. Son olarak bu, sınırlı kamu kaynaklarının
kamu yararına uygun olmayan alanlara harcanması sonucunu doğurur(Moskal/Polonya, § 73).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 9/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
28. Başvurucu, memur ve sözleşmeli personel statüsünde uzun bir
süre çalıştığı Bankanın yeniden yapılandırılması kapsamında özel hukuk
hükümlerine tabi işçi olarak çalışmaktayken emekliye ayrıldığını ifade etmekte
ancak Bankanın tek taraflı olarak hazırlayıp imzalattığı tip sözleşmeye aykırı
olarak kıdem tazminatını eksik ödediğinden yakınmaktadır. Başvurucu kıdem
tazminatı fark alacağının ödenmesi için açtığı davanın ise kamu düzeni
gerekçesiyle taraflar arasındaki sözleşme göz ardı edilerek Mahkemece
reddedildiğini belirtmektedir. Başvurucuayrıca kendisiyle aynı konumda olan bir
işçinin açtığı emsal niteliğindeki davanın kabul edilerek Yargıtayca onandığını
ancak iş mahkemesi kararları yönünden karar düzeltme yolu kapalı olduğu hâlde
Yargıtayın maddi hata bulunduğu gerekçesiyle hükmü bozduğunu ifade etmektedir.
Başvurucuya göre emsal davadaki bu usulsüzlük, kendi açtığı dava bakımından da
yargılamanın hakkaniyete uygun bir şekilde sonuçlanmamasına yol açmıştır.
Başvurucu bu gerekçelerle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal
edildiğini ileri sürmektedir.
29. Bakanlığın görüş yazısında, başvurucunun öncelikle mülk
sahibi olup olmadığının ve bu bağlamda Anayasa'nın 35. maddesinin korumasından
yararlanıp yararlanamayacağının değerlendirilmesi gerektiği bildirilmiştir.
Bakanlık ayrıca başvurucunun emsal olarak açtığı davanın, Yargıtayın maddi hata
nedeniyle hükmü bozması sonrası reddedildiğine dikkat çekilmiştir.
30. Başvurucu cevap dilekçesinde, Banka ile düzenlenen
sözleşmenin 5. maddesine göre memur ve sözleşmeli personel statüsünde çalıştığı
dönem için de kıdem tazminatı ödenmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucuya
göre kıdem tazminatı alacağı yönünden mülkiyet hakkının mevcut olduğu
tartışmasız olup derece mahkemelerince bu alacağın eksik ödenmesi üzerine
açtığı davanın reddedilmesi mülkiyet hakkının ihlaline neden olmuştur.
2. Değerlendirme
31. Anayasa'nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yargılamanın sonucunun adil
olmadığına ilişkin şikâyeti, esas itibarıyla kendi kıdem tazminatı alacağının
eksik ödenmesiyle ilgili olup bu talebin karşılanmaması ve yargısal sürecin de
sonuçsuz kalması nedeniyle mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklenti kavramının
tartışılmasını gerektirmektedir. Bu nedenle başvurucunun makul sürede
yargılanma hakkı dışındaki bütün şikâyetleri mülkiyet hakkı kapsamında
incelenmiştir.
33. Başvurucu öncelikle emsal olarak belirttiği davadaki usule
aykırılıkların kendi açtığı dava yönünden de olumsuz sonuçlara yol açtığı yönünde
bir şikâyette bulunmaktadır. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu'nun 1. maddesinin üçüncü fıkrasına göre hâkim karar verirken bilimsel
görüşlerden ve yargı kararlarından da yararlanır. Buna göre Türk hukuk
sisteminde - Anayasa Mahkemesi kararları ile temyiz mercilerinin içtihatları
birleştirme kararları dışında- kural olarak yargı kararlarının diğer davalar
yönünden herhangi bir bağlayıcılığı söz konusu değildir. Öte yandan Anayasa
Mahkemesi daha önce, bireysel başvuruda bulunulması için başvuruya konu edilen
ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamusal eylem veya işlemden başvurucunun
"kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması" gerektiğini
açıklamıştır (Onur Doğanay, B.
No: 2013/1977, 9/1/2014, §§ 42-45).Dolayısıyla başka bir kişinin temel hak ve
hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddia ve şikâyetlerin bireysel başvuruya
konu edilebilmesi mümkün bulunmadığından başvurucunun emsal olarak ileri
sürdüğü davaya ilişkin iddia ve şikâyetlerin incelenmesine gerek görülmemiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
35. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse,
önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B.
No:2013/1178, 5/11/2015, § 54).
36. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir."
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan
maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve
parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM,
E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak
değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar
ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı
sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir
(Mahmut Duran ve diğerleri, B.
No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
37. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı mevcut mal, mülk ve
ekonomik değerleri koruyan bir temel haktır. Kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı -bu konudaki menfaati ne kadar
güçlü olursa olsun- mülkiyet kavramı içinde değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36). Mülkiyet hakkı, bireylere bir tür sosyal güvenlik
ödemesi alma hakkı içermemekle birlikte yürürlükteki mevzuatta önceden prim
ödeme şartıyla veya şartsız olarak sosyal yardım alma hakkı şeklinde bir ödeme
yapılması öngörülmüş ise yargısal içtihatlara paralel olarak ilgili mevzuatın aradığı
şartları yerine getiren bireyin mülkiyet hakkı kapsamına giren bir menfaatinin
doğduğu kabul edilmelidir (Hüseyin Remzi
Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015,
§ 36).
38. Başvuru konusu olayda başvurucu önce Emekli Sandığına tabi
memur ve sözleşmeli personel olarak, sonra da çalıştığı Bankanın yeniden
yapılandırılması üzerine özel hukuk hükümlerine göre işçi olarak çalışmıştır.
Öngörülen prim ve gün sayısını tamamlamakla kendisine yaşlılık aylığı tahsis
edilen başvurucunun kıdem tazminatına hak kazandığı hususunda bir tartışma
bulunmamaktadır. Somut olay bakımından ihtilaf, kıdem tazminatının özel tavan
uygulaması gözetilerek ödenmesine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun kıdem
tazminatı alacağının varlığı konusunda bir uyuşmazlık mevcut olmayıp bu tazminat
alacağının miktarına yönelik bir şikâyet söz konusudur. Başvurucuya hak
kazandığı kıdem tazminatı alacağı özel tavan gözetilerek ödenmiş olup başvurucu
ise özel tavan uygulanmadan kıdem tazminatının ödenmesini talep etmektedir. Bu
şikâyetin ise kıdem tazminatının mevcut olup olmadığıyla ilgili değil özel
tavan uygulanarak ödenmesi şeklindeki müdahalenin sonuçlarına ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucunun yaşlılık aylığı tahsis edilmekle hak
kazandığı "kıdem tazminatı alacağı"nın ekonomik bir değer ifade
ettiği, güncel ve icra edilebilir nitelikte olduğu, bu sebeple başvurucunun
Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğu kuşkusuzdur.
ii. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
39. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer
verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin
çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet
hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda
"mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının genel çerçevesi de
çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum
yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin
kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın
diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân
tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten
yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel
biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan,
B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).
40. Başvurucu, çalıştığı Banka ile aralarında düzenlenen
sözleşmeye göre bu tavan uygulanmadan çalıştığı dönem için kıdem tazminatının
tamamının ödenmesini talep etmektedir. Yargıtay kararlarında açıklandığı üzere
1475 sayılı Kanun'da kıdem tazminatına ilişkin genel ve özel tavan
öngörülmüştür. Buna göre en yüksek devlet memuruna bir hizmet yılı için ödenecek
emeklilik ikramiyesi "genel tavan", kıdem tazminatının Emekli
Sandığına tabi hizmetleri karşılığında ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesini
aşamaması ise "özel tavan" olarak nitelendirilmiştir. Başvurucunun
temel şikâyeti ise ödediği primlere rağmen belirtilen söz konusu özel tavanın
uygulanarak kıdem tazminatının eksik ödendiğine ilişkindir. Başvurucunun
çalıştığı Banka, özel hukuk hükümlerine tabi olsa da "kamu bankası"
statüsü taşımaktadır. Başvurucunun kıdem tazminatının özel tavan uygulaması
dolayısıyla eksik ödenmesinin ve buna ilişkin davanın reddedilmesinin mülkiyet
hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
türü belirlenirken sonucu yanında ayrıca müdahalenin amacının da dikkate
alınması gerekmektedir. Müdahaleyle, başvurucunun kıdem tazminatının bütünüyle
ortadan kaldırılmadığı ve emeklilik statüsünün zarar görmediği anlaşılmaktadır.
Buna göre müdahale, mülkiyeti kaybettirme amacı taşımamaktadır. Sosyal güvenlik
sisteminin korunması amacıyla yapıldığı anlaşılan müdahalenin "mülkiyetin
kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi" biçimindeki üçüncü
kural kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
(1) Kanunilik
41. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet
hakkının ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği belirtilmek
suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği
ifade edilmiştir. Öte yandan, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına
ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de "hak ve
özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği"ni temel bir ilke olarak
benimsemiştir (Mehmet Arif Madenci,
B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 69).
42. Dolayısıyla Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre mülkiyet
hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt, kanuna dayalı olma
ölçütüdür.
43. Öte yandan kanunun varlığı kadar kanun metninin ve
uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri
kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi
de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir
(Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B.
No: 2013/1301, 30/12/2014, § 56).
44. Başvuru konusu olayda başvurucunun kıdem tazminatı 1475
sayılı Kanun'un 14. maddesinin altıncı fıkrasındaki özel tavan uygulaması
gözetilerek ödenmiştir. Anılan maddede, işçinin yaşlılık veya malullük aylığına
hak kazanması ve Emekli Sandığına tabi olarak hizmetlerinin bulunması durumunda
Emekli Sandığına tabi hizmetler için ödenmesi gereken kıdem tazminatı tutarının
ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesi için öngörülen miktarı geçemeyeceği hükme
bağlanmıştır. Diğer bir deyişle işçiye ödenmesi gereken kıdem tazminatı
tutarının işçinin Emekli Sandığına tabi hizmetleri karşılığında kendisine
ödenmesi gereken emeklilik ikramiyesini aşamayacağı düzenlenmiştir. Bu kanun
hükmünün belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu
anlaşıldığından müdahalenin kanuni bir temelinin olduğu değerlendirilmiştir.
(2) Meşru Amaç
45. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016,
§ 53).
46. Kamu yararı, doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve
yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına
olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptir. Kamu yararı konusunda
bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz
yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda
olduğu açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde kararların
açıkça dayanaktan yoksun veya keyfî olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının
kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz.
Müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat yükümlülüğü, bunu iddia edene
aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B.
No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 34-36).
47. Anayasa'nın 60. maddesinde "Herkes,
sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli
tedbirleri alır ve teşkilatı kurar." denmektedir. Buna göre
sosyal güvenlik herkes için bir haktır ve bunu gerçekleştirmek ise devlet için
bir görevdir. Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan
sosyal risklerin kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin
üzerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek,
ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardını güvence altına alabilmektir. Bu
güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları
oluşturularak kişilerin yaşlılık, hastalık, malullük, kaza ve ölüm gibi sosyal
risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır. Anayasa'nın
2. ve 60. maddeleri uyarınca devlet tarafından sosyal güvenliğin ve sosyal
adaletin sağlanmasına elverişli ortamın yaratılması ve bu anlamda sosyal
güvenlik alanında getirilecek bir haktan, aynı sosyal güvenlik kurumu içinde
yer alan ve temelde birbirine yakın konumda bulunan tüm iştirakçilerin
"adalet ve hakkaniyet" ölçüleri içinde yararlanmalarını öngören
düzenlemelerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir (AYM, E.2013/111, K.2014/195,
25/12/2014).
48. Somut olayda yaşlılık aylığına hak kazanan başvurucu işçiye
Emekli Sandığına tabi hizmetleri için ödenecek kıdem tazminatı, 1475 sayılı
Kanun'un 14. maddesinin altıncı fıkrasına göre aynı döneme ait emeklilik
ikramiyesi için öngörülen miktar gözetilerekhesaplanmıştır. Bu özel tavan
uygulamasıyla, Emekli Sandığına tabi hizmetlerde görev yapan kamu personeli ile
bu hizmetlerde bulunup da özel hukuk hükümlerine tabi çalışmakta iken emekliye
ayrılan personel arasında aynı hizmet dönemi için aynı parasal tutarların
ödenmesi amaçlanmaktadır. Böylelikle ödemenin mahiyeti "emekli
ikramiyesi" ve "kıdem tazminatı" olarak farklılaşsa da ödeme
miktarının aynı olmasının sağlanması ve aynı hizmet dönemi yönünden farklı
uygulamalara yol açılmaması öngörülmektedir. Ayrıca kıdem tazminatına tavan
uygulaması getirilmesi, işverenin (somut olayda Bankanın) mali yükümlülüğün
belirli bir miktar ile sınırlı tutulmasını sağlamaktadır. Bu durumda
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin -sosyal güvenlik sisteminin
devamlılığını ve sınırlı kamusal kaynakların doğru şekilde harcanmasını gözettiğinden-
kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiği kabul edilmelidir.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
49. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek
için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
değerlendirilmelidir.
50. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki, ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
51. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13,
K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 38).
52. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, § 58). Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa
Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer
taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin
davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, § 60).
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
53. Başvuru konusu olayda başvurucuya, iş sözleşmesi
imzaladıktan sonraki dönem için genel tavan esasına göre hesaplanan kıdem
tazminatı ödenmiş; Emekli Sandığına tabi dönem için ise 1475 sayılı Kanun'un
14. maddesinin altıncı fıkrasındaki özel tavana uygun olarak ödeme yapılmıştır.
Başvurucu ise memur ve sözleşmeli personel statüsünde çalıştığı dönem için de
kıdem tazminatı ödenmesi gerektiğini ileri sürerek kıdem tazminatı farkının
tahsili için Banka aleyhine alacak davası açmıştır.
54. İlk derece mahkemesince alınan bilirkişi raporunda, başvurucunun
çalıştığı 26 yıl 1 ay 13 gün hizmet için kıdem tazminatının genel tavana göre
40.880,94 TL net olduğu, özel tavan çerçevesinde emekli ikramiyesine göre ise
kıdem tazminatının 26.792,23 TL olarak hesaplandığı ve bu miktarın da Banka
tarafından başvurucuya ödendiği belirtilmiştir. Mahkeme de davalı işverence
başvurucunun son olarak emekli olduğu tarih itibarıyla Emekli Sandığına tabi
emsal bir çalışanın alabileceği emekli ikramiyesi tutarına göre yapılan
hesaplamayla ödeme yapılmasını yerinde bulmuş ve davayı reddetmiştir.
55. Öncelikle başvurucuya memur ve sözleşmeli personel
statüsünde çalıştığı dönemi de kapsar şekilde kıdem tazminatı ödemesi yapılmış
olduğunu belirtmek gerekir. Diğer bir deyişle işçi iken yaşlılık aylığı almaya
hak kazanan başvurucuya, memur ve sözleşmeli personel olarak çalıştığı dönem de
dâhil edilerek kıdem tazminatı ödenmiştir. Ancak başvurucuya, işçi olarak
çalıştığı dönem için kıdem tazminatı genel tavanına göre; memur ve sözleşmeli
personel olarak çalıştığı dönem için ise emeklik ikramiyesi hesabını esas alan
özel tavana göre ödeme yapılmıştır. Yukarıdaki bilirkişi hesabından da
anlaşılacağı üzere emekli ikramiyesini esas alan özel tavana göre hesaplanan
kıdem tazminatı tutarı, genel tavana göre hesaplanan kıdem tazminatından daha
azdır. Başvurucu da esas itibarıyla bu farkın da kendisine ödenmesi gerektiğini
ileri sürmektedir.
56. Ancak Anayasa Mahkemesinin daha önce de belirttiği gibi
devletin sosyal güvenlik alanına ilişkin takdir yetkisi geniştir (Hamza Buğdaci, B. No: 2013/1858, 3/2/2016,
§ 61). Kıdem tazminatı iş sözleşmesinin son bulması hâlinde işveren tarafından
işçiye verilen, üst sınırı kanun ile saptanmış, hizmet süresi çerçevesinde ve
ücrete göre değişen para tutarı olarak tanımlanmaktadır. Kıdem tazminatı
çalışma hayatında istikrar ve devamlılığı sağlamak amacıyla ve sosyal devlet
ilkesi gereğince öngörülen bir ödeme türü olup anayasal ilkelere aykırı olmamak
kaydıyla kıdem tazminatının miktar ve ödenme koşullarının belirlenmesi kamu
makamlarının takdirindedir. Ayrıca bireysel başvurunun ikincil doğası gereği
Anayasa Mahkemesinin,açık bir keyfîlik olmadığı veya bariz takdir hatası
içermediği sürece hukuk kurallarının yorumlanması bakımından derece
mahkemelerinin takdir yetkisine müdahalesi de söz konusu olamaz. Bu doğrultuda,
kıdem tazminatına ilişkin olguların değerlendirilerek hukuk kurallarının
yorumlanması derece mahkemelerinin görevi olup somut olay bakımından ise derece
mahkemelerinin kararlarının 1475 sayılı Kanun'un 14. maddesine dayandığı anlaşılmakla
bu kararların açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatası içerdiği de
söylenemez.
57. Öte yandan başvurucu, anılan Kanun hükmü ve bu hükme dayalı
yerleşik Yargıtay içtihadına göre Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığı
dönemler için emekli ikramiyesi esaslarına göre ödeme yapılabileceğini
öngörebilecek durumdadır. Her ne kadar başvurucu taraflar arasındaki
sözleşmenin 5. maddesine dayanmakta ise de Yargıtay içtihadında kıdem tazminatı
tavanına ilişkin kanun hükümlerinin kamu düzenine ilişkin olduğu ve buna aykırı
sözleşme hükümlerinin uygulanmayacağı açık olarak belirtilmiştir. Bu içtihadın
da yerleşik olduğu ve başvuruya konu olay tarihi itibarıyla öngörülebilir
nitelikte olduğu görülmektedir. Başvurucu ise belirtilen kanun hükmü ve
içtihadın aksini gösteren ve iddiasını destekleyen başkaca bir kanun hükmü,
yerleşik içtihat veya idari uygulama gösterememiştir.
58. Bunun yanında özel tavan uygulamasının amacına da dikkat
çekmek gerekir. Yukarıda da değinildiği üzere özel tavan uygulamasıyla, aynı hizmet
dönemi için aynı primi ödeyen memur ve sözleşmeli personel ile bu statüden
ayrılarak işçi iken yaşlılık aylığına hak kazanan kişilere aynı miktarda ödeme
yapılması öngörülmüştür. Somut olayda da başvurucunun işçi olarak çalıştığı
dönem için değil yalnızca memur ve sözleşmeli personel olarak çalıştığı dönemle
sınırlı olarak özel tavan uygulaması yapılmıştır. Böyleliklebaşvurucu ileaynı
statüde prim ödeyip emekli olan memur ve sözleşmeli personel arasında,
çalışılan aynı dönem bakımından hukuksal anlamda eşitliğin sağlandığı
görülmektedir.
59. Başvurucu, hizmet sözleşmesini imzalamakla edindiği yeni
statünün hak ve ayrıcalıklarından yararlanmayı ve külfetlerine ise katlanmayı
tercih etmiş ancak bu yeni statünün hak ve ayrıcalıklarının geçmiş dönemdeki hizmetleri
için de uygulanmasını talep etmiştir. Hâlbuki mülkiyet hakkının korunması
bakımından önem teşkil eden husus, başvurucunun farklı bir statüde çalışmaya
başlamasından dolayı geçmiş dönemdeki hizmetleri için edindiği kıdem tazminatı
alacağına ilişkin meşru beklentisinin etkilenip etkilenmediğidir. Somut olayda
ise başvurucunun sırf farklı bir statüye geçmesi nedeniyle mülkiyet hakkı
kapsamında değerlendirilen kıdem tazminatı alacağının azaltılması gibi bir
durumun söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim başvurucu memur statüsünde
kalmış olsa somut olayda olduğu gibi ancak özel tavanın esas aldığı emekli
ikramiyesini alabilecektir.
60. Bu durumda hizmet sözleşmesi çerçevesinde çalışmakta iken
yaşlılık aylığı tahsis edilen başvurucuya Emekli Sandığına tabi hizmetleri için
hak kazandığı kıdem tazminatının özel tavan uygulaması çerçevesinde ödenmesinin
başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklemediği
değerlendirilmiştir. Dolayısıyla söz konusu müdahaleyle, kamunun yararı ile
başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil
dengenin başvurucu aleyhine bozulmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
62. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
63. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
64. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş mahkemeleri
nezdinde açılan davalarda yargılama süresi tespit edilirken sürenin başlangıç
tarihi olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak davanın açıldığı tarih; sürenin
sona erdiği tarih olarak yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, B. No:2013/772, 7/11/2013 § 69), yargılaması
devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas
alınır (Mehmet Salih Ayyıldız, B.
No: 2012/397, 17/11/2014, § 25).
65. İş mahkemeleri nezdinde görülen davalarda yargılama
süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve
kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki
tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin
niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Nesrin
Kılıç, §§ 57, 58).
66. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 4 yıl 5 ay sürdüğü
anlaşılan yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
67. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
68. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
69. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
70. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
71. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvurucuya net 3.900 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
72. Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar
verildiğinden buna ilişkin maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 3.900 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Samsun 1. İş Mahkemesine (E.2009/781,
K.2013/170) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
9/11/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.