TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMİNE GÖRGÜLÜ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5871)
|
|
Karar Tarihi: 6/7/2017
|
R.G. Tarih ve Sayı: 8/9/2017 - 30174
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucu
|
:
|
Emine
GÖRGÜLÜ
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, mazbut vakıflar arasına alınan vakfın "vakıf
evladı" olduğunun tespit edilmesine karşın vakfa mütevelli olunması
talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve
bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. Saraçoğlu Ahmed kızı Emine Hatun tarafından Balıkesir ili
Edremit ilçesinde 1331 hicri (1913 miladi) tarihinde "Emine Hatun Binti
Ahmed Vakfı" kurulmuştur. Vakfa bazı yazışmalarda "Saraçoğlu Ahmed
Ağa Kerimesi Emine Hatun Vakfı" da denmektedir. Bu Vakfın son mütevellisi
Ahmet ve Şerife Kadın kızı Hatice Görgülü'dür. Vakıflar Genel Müdürlüğünün
(Genel Müdürlük) 21/2/2011 tarihli yazısına göre Vakfa ait tespit edilen ilamda
tevliyet görevinin vakıf evlatlarına şart kılındığı hükmü yer almaktadır.
9. Genel Müdürlük İdare Meclisi 30/11/1965 tarihinde, 5/6/1935
tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun 39. maddesi uyarınca bu Vakfın
mazbut vakıflar arasına alınmasına karar vermiştir. Kararda, Vakfın
tevliyetinin 27/7/1937 tarihinden beri açık olduğu ve belirtilen tarihten bu
yana emaneten idare edilen bu Vakfa mütevelli olunması için herhangi bir
müracaatın olmadığı belirtilmiştir.
10. Öte yandan Edremit ilçesinde "Kilcioğlu Saraç Hüseyin
Ağa Kerimesi Emine Vakfı" ve "Emine Hatun Binti Timur Vakfı"
adına kayıtlı taşınmazlar olduğuna ilişkin tapu kayıtları da bulunmaktadır.
11. Edremit Sulh Hukuk Mahkemesinin 24/2/2012 tarihli mirasçılık
belgesine göre başvurucu, Hatice Görgülü'nün torunudur. Başvurucu 14/1/2011
tarihinde Edremit 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Genel Müdürlük
aleyhine dava açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun "Emine Hatun Binti
Ahmed Vakfı"nın gerçek evladı olduğu ve vakfiyeye göre tevliyet hakkının
da kendisine verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
12. Mahkeme 4/6/2012 tarihinde vakıf uzmanı bir bilirkişiden
rapor almıştır. Bilirkişi raporunda başvurucunun Vakfın kurucusu Ahmet kızı
Emine Hatun'un torunu olmakla vakfın evladı olduğu ancak Kanun gereği Vakfa
mütevelli olarak atanmasının mümkün olmadığı görüşü belirtilmiştir. Mahkeme söz
konusu bilirkişi raporunu hükme esas alarak 23/10/2012 tarihinde davanın kısmen
kabulüne, başvurucunun vakıf evladı olduğunun tespitine, diğer taleplerinin ise
reddine karar vermiştir.
13. Taraflarca temyiz edilen hüküm, Yargıtay 18. Hukuk
Dairesinin (Daire) 13/6/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Tarafların karar
düzeltme talepleri ise Dairenin 3/3/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
14. Nihai karar, başvurucu vekiline 3/4/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucu 30/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
16. 2762 sayılı mülga Kanun'un 1. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce
vücud bulmuş vakıflardan
A - Bu kanundan önce zabtedilmiş bulunan
vakıflar,
B - Bu kanundan önce idaresi zabtedilmiş olan
vakıflar,
C - Mütevelliği bir makama şartedilmiş olan
vakıflar,
D - Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti
kalmamış olan vakıflar,
E - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden
başkalarına şart edilmiş vakıflar,
Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur.
Bunların hepsine birden (Mazbut
vakıflar) denir.
(Değişik: 31/5/1949-5404/1 md.) Mütevelliliği
vakfedenlerin fer`ilerine şart
edilmiş vakıflara (Mülhak Vakıflar) denir.
Bunlar mütevellileri tarafından idare
olunur.
Mütevelliler Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve Genel Müdürlük de İdare
Mec-
lisinin kontrolü altındadır.
..."
17. 2762 sayılı mülga Kanun'un 18 maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Birinci maddede zikredilen mülhak
vakıfların tevliyetleri bu kanun hükümleri dairesinde Umum Müdürlükçe tevcih
olunur."
18. 2762 sayılı mülga Kanun'un 21. maddesi şöyledir:
"Boş kalan mütevellilik, yenisine
verilinceye kadar, vakıf işlerine Umum Müdürlük bakar.
Mütevelli olması lazımgelenlerden kimse sağ
kalmamışsa o vakıf mazbut vakıflar arasına alınır."
19. 2762 sayılı mülga Kanun'un 39. maddesi şöyledir
"Bu kanunun birinci maddesinde Umum
Müdürlük tarafından idare edileceği gösterilen ve bu kanunun neşri tarihine
kadar mazbutiyet altına alınmış olan vakıfların mazbutiyetleri kaldırılmaz. On
senedenberi mütevelliliği kimseye tevcih edilmemiş olan vakıflarda artık tevcih
yapılmaz.
Ancak alakalıların vakfiyeye göre intifa
hakları mahfuzdur."
20. 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 3.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanmasında;
...
Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel
Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk
Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar
Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları,
Mülhak vakıf: Mülga 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve yönetimi vakfedenlerin
soyundan gelenlere şart edilmiş vakıfları
...
Hayrat: Mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf
vakıfları ile yeni vakıfların, doğrudan toplumun istifadesine bedelsiz olarak
sundukları mal veya hizmetleri,
Akar: Vakıf amaç ve faaliyetlerinin yerine
getirilmesi için gelir getirici şekilde değerlendirilmesi zorunlu olan taşınır
ve taşınmazları,
...
Galle fazlası: Mazbut ve mülhak vakıflarda,
vakfın hayrat ve akarlarının onarımı ile vakfiyelerindeki hayrat hizmetlerin
ifasından sonra kalan miktarı,
İntifa hakkı: Mazbut ve mülhak vakıflarda,
vakfiyelerindeki şartlara göre ilgililere bırakılmış galle fazlaları ve
hakları,
ifade eder."
21. 5737 sayılı Kanun'un 6. maddesinin birinci ve ikinci
fıkraları şöyledir:
"Mazbut vakıflar, Genel Müdürlük
tarafından yönetilir ve temsil edilir.
Mülhak vakıflar, Anayasaya aykırılık teşkil
etmeyen vakfiye şartlarına göre Meclis tarafından atanacak yöneticiler eliyle
yönetilir ve temsil edilir. Vakıf yöneticileri kendilerine yardımcı tayin
edebilirler. Mülhak vakıf yöneticilerinde aranacak şartlar ile yardımcılarının
nitelikleri yönetmelikle düzenlenir. Vakfiyedeki şartları taşımamaları
nedeniyle kendilerine yöneticilik verilemeyenler bu şartları elde edinceye,
küçükler ile kısıtlılar fiil ehliyetlerini kazanıncaya ve boş kalan yöneticilik
yenisine verilinceye kadar, vakıf işleri Genel Müdürlükçe temsilen
yürütülür."
22. 5737 sayılı Kanun'un 7. maddesi şöyledir:
"On yıl süreyle yönetici atanamayan veya
yönetim organı oluşturulamayan mülhak vakıflar, mahkeme kararıyla Genel
Müdürlükçe yönetilir ve temsil edilir.
Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce mazbut
vakıflar arasına alınan vakıflarla, bu Kanuna göre mazbut vakıflar arasına
alınan vakıflara bir daha yönetici seçimi ve ataması yapılamaz.
İlgililerin vakfiye şartlarına göre intifa
hakları saklıdır.
(Ek fıkra:13/2/2011-6111/208 md.) İntifa
haklarına ilişkin talepler galle fazlası almaya hak kazanıldığını gösteren
mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren beş yıl geçmekle düşer.
(Ek fıkra:13/2/2011-6111/208 md.) Mazbut
vakıflarda intifa hakları, galle fazlası almaya hak kazanıldığını gösteren
mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren, vakfın son beş yıl içindeki
malvarlığı, gelirleri ve giderleri ile sınırlı olmak ve galle fazlasının
mevcudiyeti şartıyla Genel Müdürlükçe belirlenir. "
23. 5737 sayılı Kanun'un 80. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar
Kanunu, ... yürürlükten kaldırılmıştır."
2. Yargıtay İçtihadı
24. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/5/2007 tarihli ve
E.2007/18-293, K.2007/310 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...
Dava konusu vakıf, Osmanlı dönemine ait bir
vakıftır.Bu nedenle davayı Osmanlı Vakıf Hukuku düzenlemelerine göre incelemek
gerekir. Osmanlı tatbikatında vakıf; bir malı mülkiyetten çıkarıp menfaatlerini
belli şartlarla, ebedi olarak bir hayır cihetine tahsis etmek demektir.
Vakıf, kamu veya özel nitelikte kurulsa dahi
hukuki bir tasarruf olduğunda şüphe yoktur. Ancak, hukuki tasarruflar, tek
taraflı ve iki taraflı irade beyanı çeşitlerine ayrılmaktadır. O halde vakıf,
hangi tür irade beyanına göre kurulmaktadır. Osmanlı hukukçularına göre; ister
kamuya, isterse özel cihetleretahsis edilsin veya birinci derecede vakıftan
yararlanacak belli şahıslar bulunsun veya bulunmasın vakıf tek taraflı bir
hukuki muameledir. Vakfedenin (vâkıf) icabıyla (irade beyanıyla) kurulur.
Vakıf muamelesinin bağlayıcılık kazanması için
hakimin yargılama sonucundavakfın lüzumuna karar vermesi gerekir. Osmanlı
tatbikatında buna tescil denilmektedir. Bir vakıf muamelesinin hem sahih hem de
lâzım olabilmesi için tescili şart koşulmuştur. Tescil ile , vakfiyet ile
verilen hükümler tarafları ve bütün hükmi şahısları bağlar.Artık hiçbir kimse
vakıf mal aleyhinde mülkiyet ve istihkak iddiasıyla dava açamaz.
Vakfın konusunun, mütekavvim (dayanıklı)
olması gerekir. Hukuki terim olarakmenkul (taşınır), gayrimenkul (taşınmaz) mal
olması gerekir. Yani vakfın konusunu teşkil edecek mal veyamülkün ayn olması
gerekir. Ayn, müşahhas (somut) olan şeylere denir ve taşınır-taşınmaz malları
kapsamına alır.Vakıf konusunu teşkil edecek malın, sonradan meydana gelebilecek
anlaşmazlıkları önleyecek kadar bilinmesi ve belirli olması (malum ve muayyen)
olması gerekir.Ayrıca vakfedilen mal, vâkıfınmülkü olmalı, ortaklık durumu söz
konusu olmamalıdır.
Vâkıfa ait mülk, vakfedildikten sonra kimin
olacaktır.Osmanlı hukukçuları vakıf malların mülkiyetinin “….Allahın mülkü hükmünde…”
diyerek hükmi bir şahsiyete intikal ettiğini açıkça söylemektedirler. Vakfın
hukuki sonucu vakfedilen malın aslının hapsi ve menfaatinin Allahın kullarına
ait olmasıdır... Vakıf muamelesiyle vakfedilen mal, bir çeşit manevi
dokunulmazlık kazanır. Artık vakıf mal üzerinde, mülkiyet konusu bir malmış
gibitasarruf olunamaz.
Özel mülkiyetten çıkan Allahın kullarına ait
olan vakfın gayesinden kimler yararlanacaklar. Bir vakıf, vakıftan
yararlanansız (mevkufunaleyhsiz) olamaz.Aksi takdirde israf yapılmış olur ki bu
da yasaklanmıştır. Vakıftan amaç, vakfedenin devamlı olarak sevabını devam
ettirmesi olduğuna göre, vâkıfın, hayra yönelik olarak vakfın gelirini tahsis
etmesi gerekir. Ancak, tatbikatta her zaman böyle olmamış, bazen vakıf
menfaatlerini evlatlarına tahsis ettikleri de olmuştur. Vakıftan yararlananlar
özel ve tüzel kişiler olabileceği gibi, hastane, köprü, camii ve benzeri
taşınmaz mallar da olabilir. Hatta köleler ve hayvanlar lehine yapılan
vakıflara İslam ve Osmanlı tatbikatında çokça rastlanmaktadır...
Vakfın idaresi, tevliyet (velayet) hakkı kimde
olacaktır. Vakıf mallar titizlikle korunmaya, kendisinden amaçlanan gayenin
tahakkuku için bakıma muhtaçtır. İşletilmesi, elde edilen gelirin dağıtılması
gerekir.Bütün bu işleri yapmak, vakfı idare etmek, manevi şahsiyeti temsil
etmek için bir velayete (tevliyet) ihtiyaç bulunmaktadır. Vakfın idaresi
evlatlara, evladın en büyüğüne bırakılabilir.Evlatlardan en büyüğü kız ise o da
vakfı idare edebilir.Erkek olma tercih sebebi değildir...
Yukarıda yapılan açıklamalardan hareketle
Osmanlı tatbikatında vakıf; tek taraflı irade beyanıyla kurulan, yargılama
sonucunda lüzumunakarar verilen, tescille hüküm ifadeeden; konusu malum,
muayyen ve dayanıklı bir malın, vakfedenin mülkiyetinden çıkarılıp özel ve tüzel
kişilerin yararına, gayesine uygun bir biçimde mütevellilerince idare edilen
hukuki müesseselerdir.
Osmanlı döneminde kurulan bir vakfın
yukarıdaki esaslar dairesinde kurulup kurulmadığının tespiti ancak vakfıntüzüğü
(vakfiye) ile belirlenebilir.
Dava konusu ... Vakfına aitvakfiyenin ve evlat
kaydının bulunmadığı vetevliyetinin10 yıldan fazla açık kaldığı, 2162 sayılı
Vakıflar Kanununun39.maddesi uyarınca mazbutvakıflardan olduğu Vakıflar Genel
Müdürlüğünün 5.3.2004 tarihli yazısından anlaşılmaktadır. Bir vakfın adının
geçmesi, o vakfa ait malların bulunması; bu vakfın amacının ne olduğunu, vakfı
kimin idare ettiğini (tevliyet) ispat için yeterli değildir. (HGK.13.4.1984
tarih, 1983/14-79 Esas, 1984/419 Karar – YKD Aralık 1984, sahife 1778)
Vakfınvarlığınınve vakıf evladınınkim olduğunun ispatı için vakfiyenin
bulunması gerekir. Vakfiyeler, vakıf davalarında birinci derecede
delillerdir... Vakfiyeler, kadimden beri kendileriyle amel olunduğu
bilinmedikçe vakıf davalarında yazılı delil olarak kullanılamazlar. (Mecelle
md.1739)Vakfiyelerle amel etmenin şartı, bunların ifade ettikleri maddelerin
sabit ve meşhur olmasıdır. Mahkeme sicillerinde kayıtlı bulunan vakfiyeler,
muteber yazılı delil olarak kabul edilebilir. Dava konusu ... Vakfı bakımından
vakfiye bulunmadığına göre; vakfınkimin iradesiyle ve hangi amaçla kurulduğunu
bilmek mümkün olmadığı gibi, vakıftan kimlerin istifade edeceğini, vakıf evladı
bulunup bulunmadığını belirlemek de mümkün değildir. Davacının
irsen soybağı ile dava konusu vakfın kurucusunu (vâkıf) mirasçısı olması,
vakıftan yararlanan kişi olmasınıgerektirmez. Dava konusu vakıf, Osmanlı
Sultanları ve ailelerine ait vakıflardandır. Bu çeşit vakıfların tevliyetleri
saltanat makamına şart koşulduğundan, tevliyet işlerini yürütmek üzere Evkaf
Nazırı görevlendirilmiştir. Dolayısıyla bu vakıf, idaresibakımından mazbut
vakıflardandır. Ayrıcadava konusu vakfın Padişah tarafından kurulmuş olması
miri arazinin mülkiyet hakkının değil, tasarruf (yararlanma) hakkının belirli
bir amaca tahsis edildiği kanaatini uyandırmaktadır.Bu nedenle mülkiyet hakkı
itibariyle gayri sahih vakıflardandır.Davacının böyle bir vakfın gelirinden
istifade eden kişi olması dolayısıyla vakıf evladı olması düşünülemez.
..."
25. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12/11/2014 tarihli ve
E.2013/18-1095, K.2014/897 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...
2/7898
sayılı mülga Vakıflarda İntifa Haklarının Ne Suretle Tesbit ve İta Edileceği
Hakkında 17/07/1936 Tarihli Vakıflar Nizamnamesine Ek Nizamname’nin30/07/1987
tarihinde değişik 3.maddesinde; 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun yürürlüğe
girdiği tarihten önce mazbut Vakıflar arasına alınan vakıflarda intifa hakları,
vakfiye şartları esas alınarak 7'nci maddeye göre belirlenen vakıf
ilgililerine, 6'ncı madde hükümlerine göre her yıl ödeneceği;
30/07/1987tarihinde değişik 6.maddede ise; vakfiyeleri gereği intifa hakkı
almaya hak kazanan vakıf evladı veya ilgilisi bulunan mazbut vakıfların, gelir
ve giderleri, ayrı ayrı, vakıfları adına tutulur. Akar ve toprak satış
bedelleri, taviz bedelleri ve hayrat satış bedellerine yürütülen faizler ana
paraya eklenerek değerlendirilir ve Vakıflar Meclisi kararıyla yatırıma
dönüştürülebilir. Vakfiyesinde vakıf taşınmazların bakım ve onarım şartı
bulunan vakıfların gayrisafi gelirlerinden, her yıl %10 oranında ihtiyat akçesi
ayrılarak taşınmazların bakım ve onarımları yapılır. Bu oran, vakıfların
malvarlığına göre, Vakıflar Meclisi kararıyla artırılabilir. Vakıfların yıllık
gayrisafi gelir tahsilatından %20 oranında yönetim ve temsil gideri karşılığı
alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesine gelir yazılır.Bu vakıfların
gerçekleşen yıllık gayrisafi gelir tahsilatından, vakıf için yapılan giderler
ve vakfiye şartı gereği yapılan her türlü harcamalar çıkarıldıktan sonra vakıf
evlatlarına veya ilgililerine ödenecek intifa hakkı belirlenir. Bu haklar,
vakfın gelir fazlasının (intifa hakkının) doğduğu mali yılı izleyen ilk altı ay
içinde vakıfın evladı veya ilgilisi olduğunu mali yılın birinci ayında
belgeleyenlere yıllık olarak ödenir. Ek Nizamnamenin 30.10.1987 tarihinde
değişik 7.maddesinde de her vakıf için belirlenen gelir fazlası (intifa
hakları) vakfiye şartı gereği vakıf evladı veya ilgilisi olduğunu ve galleye
hak kazandığını kesinleşen mahkeme kararıyla ispat edenlere ödeneceği hususları
düzenlenmişti.
27.02.2008 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe
giren 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 75.maddesinde mazbut ve mülhak vakıfların
vakfiyelerindeki şartlar doğrultusunda, ilgililerin haklarının saklı olduğu, bu
hakların kullanılmasına ilişkin usul ve esasların yönetmelikle
düzenleneceğibelirtilmiştir.
27.09.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve anılan
madde doğrultusunda düzenlenen Vakıflar Yönetmeliği’nin 53.maddesi uyarınca;
vakıf evlatları veya ilgilileri dilekçe ile vakfiye şartı gereği vakıf evladı veya
ilgilisi olduğunu ve galle fazlası almaya hak kazandığını gösteren mahkeme
kararıyla;vakıf evladı veya ilgilisi olduğu mülhak vakıf
yöneticisine,vakfiyesinde galle fazlası ödenmesine ilişkin şart bulunan mazbut
vakıflarda, ilgili Bölge Müdürlüğü’ne veya Genel Müdürlüğün internet
sitesindeki online başvurular kısmında yer alan galle fazlası talep formunun
doldurulması şekli ile; Genel Müdürlükçe temsilen yönetilen mülhak vakıflarda
ise ilgili Bölge Müdürlüğü’ne başvuru yaparlar.
Vakıflar Yönetmeliği’nin 55.maddesine göre de,
vakıf evladı veya ilgililerinin galle fazlasını almaya hak kazandıkları tarih
ilk derece mahkemesi karar tarihi olup, galle fazlasına ilişkin ödeme mahkeme
kararının kesinleşmesinden sonra yapılır. Galle fazlası, mazbut vakıflarda
Genel Müdürlük onayından, mülhak vakıflarda ise kesin hesabın tasdikinden sonra
15 gün içerisinde yıllık olarak ödenir. İntifa hakkı ödemeleri yapıldıktan
sonra ilk defa başvuranlara o yıl ödeme yapılmaz. Ancak hak kazandığı yılın
veya yılların evlat hissesi, mahkeme kararının kesinleşmesini müteakip ödenir.
...
Öte
yandan, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na 208.madde ile eklenen 7.maddenin
4.fıkrasında düzenlenen intifa haklarına ilişkin taleplerin galle fazlası
almaya hak kazanıldığını gösteren mahkeme kararının kesinleştiği tarihten
itibaren beş yıl geçmekle düşeceği hükmü ile yasa koyucunun neyi amaçladığının,
anılan kanun maddelerinin gerekçesi de bulunmadığından, irdelenmesi gerekir:
5737
sayılı Vakıflar Kanunu’nun 3.maddesi uyarınca, intifa hakkımazbut ve mülhak
vakıflarda, vakfiyelerindeki şartlara göre ilgililere bırakılmış galle
fazlaları ve hakları;galle fazlası ise, mazbut ve mülhak vakıflarda, vakfın
hayrat ve akarlarının onarımı ile vakfiyelerindeki hayrat hizmetlerin ifasından
sonra kalan miktarı ifade eder.
İntifa
hakkı, vakıf evladı veya ilgilisi olduğunu kesinleşmiş mahkeme kararıyla ispat
edenlere ödenmektedir (5737 s.Vakıflar Kanunu m 75; Vakıflar Yönetmeliği m
53).Bu ödemenin yapılabilmesi için; vakfiyede evlada ödeme yapılmasının
öngörülmüş olması, vakfiyede belirtilen nitelikleri haiz vakıf evladı arasında
bulunmaları ve vakfın gelir fazlasının mevcut olmasıkoşullarının birlikte
gerçekleşmesi gerekir.
Kanunda
öngörülen 5 yıllık süre hak düşürücü süre olduğundan, galle almaya müstehak
vakıf evlatlığının tespitine ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren şayet 5
yıllık süre içerisinde İdareye hiçbir başvuru yapılmamışsa talep hakkı
düşecektir."
B. Uluslararası Hukuk
26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet
hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin
bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır
(Depalle/Fransa [BD], B. No:
34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch
Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD],
B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasının ancak müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek
(1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile
ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre
alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet
hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti"
de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], No. 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya
[BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa
geliştirildiği kararlar için bkz. Pine
Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87,
29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık,
B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos
Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995,
§ 31).
27. Buna göre AİHM, zaman bakımından yetkinin tespitinde kural
olarak müdahalenin meydana geldiği tarihi esas almaktadır. Müdahale -devam
etmemek kaydıyla- kritik tarihten önce ise zaman bakımından yetki dışında,
sonra ise yetki kapsamında görülmektedir. AİHM, özel statülü kiracılık hakkına
ilişkin sözleşmenin sonlandırılması olayında başvurucunun ihlalin devam ettiği
yönündeki itirazlarına karşın kişinin mülkünden yoksun bırakılmasının anlık bir
eylem olup devam eden bir ihlal oluşturmadığını ifade etmiştir (Blecic/Hırvatistan [BD], B. No: 59532/00, 8/3/2006 § 86). Yine kamulaştırma çerçevesinde el
konulan taşınmazlarla ilgili bir başvuruyu inceleyen AİHM, benzer gerekçelerle "...yani Türkiye Cumhuriyeti için 1 Nolu Ek
Protokol'ün 1. maddesinin yürürlüğe girdiği 28 Ocak 1987 tarihinden önce,
Hazine'ye devredilmesini dikkate alan AİHM, 1961 tarih ve 221 sayılı Kanun'a
dayalı bir mülkiyet mahrumiyetinin koşullarını incelemek için zaman bakımından
yetkisiz olduğu kanaatine varmaktadır." demek suretiyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ekdal ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 6990/04, 25/1/2011, § 48). Saint Vincent De Paul ŞefkatRahibeleri
Birliği/Türkiye ((k.k.), B. No: 19579/07, 27/1/2015) kararında da
başvurucunun mülk sahibi olduğu kabul edilse dahi mülk sahibi sıfatının 1965 ve
1978 yıllarında iptal edildiği, mülkün başkaları adına kaydedildiği, ihtilaf
konusu taşınmazların mülkiyetinin 28/1/1987 tarihinden çok önce değiştiği
tespitiyle mülkiyet hakkından yoksun bırakmanın ilke olarak anlık bir eylem
teşkil ettiğini hatırlatan AİHM, başvuruyu Sözleşme hükümleriyle zaman yönünden
uyumsuz görmüştür.
28. Dolayısıyla AİHM, mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki
mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kural olarak anlık bir eylem
oluşturduğunu ve bu müdahalenin sürekli bir hak mahrumiyeti durumu
oluşturmadığını kabul etmektedir (Malhous/Çek
Cumhuriyeti (k.k.)[BD], B. No: 33071/96, 13/12/2000; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya, §
85; Blecic/Hırvatistan, § 86; Ekdal ve diğerleri/Türkiye, § 48).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
29. Mahkemenin 6/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
30. Başvurucu; miras yoluyla vakıf evladı olduğunu ancak Genel
Müdürlük tarafından vakıf evladı olmadığı belirtilerek Vakfın mazbut vakıflar
arasına alındığını belirtmektedir. Başvurucu ayrıca, soy bağının kullanılarak
Emine Hatun Binti Timur Vakfı ile Kilcioğlu Saraç Hüseyin Ağa Kerimesi Emine
Vakfının oluşturulduğundan ve evladı olduğu Vakfa ait taşınmazların ise evrakta
yapılan çeşitli tahrifatlar sonucu bu Vakıflar adına tescil edildiğinden
yakınmaktadır. Başvurucu, açmış olduğu davada vakıf evladı olduğunun kabul
edilmekle birlikte tevliyet hakkının kendisine verilmesi yönündeki talebinin
reddedildiğini ifade etmektedir. Başvurucu, vakıflarda zamanaşımı ve hak
düşürücü süre kurallarının işlemediğini belirterek tevliyet hakkının kendisine
verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
31. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak
alınacak35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz.”
32. Öncelikle başvurucu, soy bağının kullanılarak benzer
isimlerde çeşitli vakıfların oluşturulduğundan ve evladı olduğu Vakfa ait
malların usulsüz olarak bu Vakıflara verildiğinden yakınmakta ise de bireysel
başvurunun konusunu bu şikâyetlerin oluşturmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim
başvurucunun bu şikâyetleriyle ilgili olarak herhangi bir idari ve yargısal
yola başvurmadığı görülmektedir. Başvurucu, vakıf evladı olduğunun tespiti ve
tevliyet hakkının kendisine verilmesi istemiyle dava açmış ve bu davadan sonra
bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu durumda başvurucunun bireysel başvuruya konu
temel şikâyetinin vakıf evladı olarak kabul edildiği hâlde tevliyet hakkının
kendisine verilmemesine ilişkin olduğu değerlendirilmiş; başvurucunun mülkiyet
hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiası bu şikâyetle sınırlı olarak
incelenmiştir.
33. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve
kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012,
§ 17).
34. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak
belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra
gerçekleştiği iddia edilen müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir.
Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia
edilen hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715,
15/6/2016, § 100; başka bir hak ile ilgili olmakla birlikte ilgisi nedeniyle
bkz. Zeycan Yedigöl [GK], B. No:
2013/1566, 10/12/2015, § 31).
35. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır (Cemile Ünlü, B. No:
2013/382, 16/4/2013, § 26). Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanındaki
mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı
kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen
mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak
özerk bir yorumla ele alınmalıdır (Hüseyin
Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31).
36. Somut olayda başvurucunun, Osmanlı Devleti Dönemi'nde
kurulmuş olup kanunlar gereği Cumhuriyet Dönemi'nde de varlığını devam ettiren
ve mülhak vakıf iken mazbut vakıflar arasına alınan bir Vakfın evladı olduğu
Derece Mahkemelerince kabul edilmiştir. Bu durumda başvurunun
değerlendirilebilmesi için öncelikle mülhak ve mazbut vakıfların hukuki
durumlarının tartışılması, buna göre mülkün ve müdahalenin varlığının ortaya konması
gerekmektedir.
37. Kökü İslam hukukuna dayanan ve bir sosyal yardım kurumu olan
vakıflar, bir mülkün menfaatlerinin sosyal ve kültürel hizmetlere tahsis
edilmek üzere özel mülkiyetten çıkarılarak temlik ve temellükten yasaklanmak
suretiyle kamu yararına özgülenmesini ifade etmektedir. 22/11/2001 tarihli ve
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 101. Maddesinde “'vakıflar' gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli
ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları
olarak tanımlanmış ve bir mal varlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da
gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan hakların
vakfedilebileceği” belirtilmiştir (AYM, 26/12/2013, E.2013/70,
K.2013/166).
38. 1274 (miladi 1858) tarihli Arazi Kanunnamesi'nin 1.
maddesine göre arazi; mülk, miri, metruk, mevat ve vakıf arazi olmak üzere beş
bölüme ayrılmakta idi. Cumhuriyet Dönemi öncesinde geniş bir uygulamaya sahip
olan vakıf müessesesi, 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu
Medenisi'nin kabulünden sonra da varlığını sürdürmüştür. 864 sayılı Kanun'un 8.
maddesinde 4721 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar
için ayrı bir tatbikat kanunu çıkarılması gerektiği, yeni kurulan vakıfların
ise 4721 sayılı Kanun'a tabi olacağı belirtilmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, §§ 79, 80).
39. Günümüzde vakıf kurulabilmesi 4721 sayılı Kanun hükümlerine
göre mümkün olmakla birlikte 4721 sayılı Kanun'un yürürlük tarihinden önce
kurulmuş olan vakıflara da -tarihten gelen özellikleri, kuruluş irade ve
amaçları ile vakıf senetlerindeki koşullar gereği korunmaları ve
sürekliliklerinin sağlanması hususları gözetilerek- 2762 sayılı Kanun
kapsamında yer verilmiş ve mazbut vakıflar, mülhak vakıflar, cemaat vakıfları,
esnaf vakıfları ve yeni vakıfların yönetimi, faaliyetleri ve denetimi, yurt içi
ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili,
muhafazası, onarımı ve yaşatılması, vakıf varlıklarının ekonomik şekilde
işletilmesi ve değerlendirilmesinin sağlanmasına ilişkin usul ve esaslar, 2762
sayılı Kanun'da düzenlenmiştir (AYM, E.2013/70, K.2013/166, 26/12/2013).
40. Bu doğrultuda 5/6/1935 tarihinde kabul edilen 2762 sayılı
mülga Kanun'un 1. maddesinde, mütevelliliği vakfedenlerin ferîlerine şart edilmiş
vakıflara mülhak vakıflar denmiştir. Aynı maddeye göre bu Kanun'dan önce kendi
veya idaresi zaptedilen, mütevelliliği bir makama şart edilen, kanunen veya
fiilen hayri bir hizmeti kalmayan veya mütevelliliği vakfedenlerin ferîlerinden
başkalarına şart edilmiş vakıflara ise mazbut vakıflar adı verilmiştir. Bu
maddede mülhak vakıfların mütevellileri tarafından, mazbut vakıfların ise Genel
Müdürlük tarafından idare olunacağı belirtilmiştir.
41. Aynı şekilde mazbut vakıflar ile mülhak vakıflar 27/2/2008
tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Kanun'un 3. maddesinde de tanımlanmıştır.
Buna göre “mazbut vakıflar”, bu Kanun uyarınca Genel Müdürlükçe yönetilecek ve
temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Kanun'un yürürlük tarihinden önce
kurulmuş ve 2762 sayılı mülga Kanun gereğince Genel Müdürlükçe yönetilen
vakıflar; “mülhak vakıflar” ise mülga 743 sayılı Kanun'un yürürlük tarihinden
önce kurulmuş ve yönetimi, vakfedenlerin soyundan gelenlere şart edilmiş
vakıflardır.
42. Mülhak vakıfların yönetim ve temsili, bu vakıfların
Anayasa'ya aykırılık teşkil etmeyen vakfiye şartlarına göre Vakıflar Meclisi
tarafından atanacak yöneticiler eliyle yapılmaktadır. Mazbut vakıflar ise fiilî
ve hukuki sebeplerle devletin el koyduğu, idaresi bir makama ya da vakfedenlerin
ferîlerinden başkalarına bırakıldığı, fiilen hayri bir hizmeti kalmadığı için
Vakıflar Genel Müdürlüğünün vesayeti altına alınan özel hukuk hükümlerine tabi
tüzel kişiler olduklarından bu vakıfların yönetim ve temsilleri, hukuki
statülerinin korunarak yaşatılmaları amacıyla Vakıflar Genel Müdürlüğüne
bırakılmıştır. Kendine özgü bu vesayet ilişkisi, mazbut vakıfların hukuki
statülerinde bir değişikliğe sebebiyet vermediği gibi vakıf mal varlığının kamu
malı hâline dönüşmesi sonucunu da doğurmamaktadır (AYM,E.2013/70, K.2013/166,
26/12/2013).
43. Mazbut vakıflar ile mülhak vakıflar, yönetimleri ve
temsilleri bakımından farklı hukuki konumda bulunmakta ve farklı kurallara tabi
tutulmaktadır. Kanun koyucu, yönetim ve temsil görevi Vakıflar Genel
Müdürlüğüne verilen mazbut vakıflara ait taşınmazların korunması, vakfın amaç
ve faaliyetlerinin yerine getirilebilmesi için gelir getirici şekilde
değerlendirilmesine yönelik olarak mazbut vakıf taşınmazları hakkında özel
düzenlemeler öngörmüştür. Mazbut vakıfların taşınmaz varlıklarını koruyucu
nitelikteki söz konusu düzenlemeler, mazbut vakıfların vakfedenlerin
ferîlerinin mütevelliliğinde değil de bir kamu idaresinin yönetimi altında
bulunması nedeniyle bu vakıfların kanun koyucu tarafından özel olarak
korunması, bu suretle mazbut vakıfların yaşatılması ve vakıf amaçlarına
ulaşılması amacını gütmektedir. Kanun koyucu, gerçek kişilerce yönetilmeyen
mazbut vakıflara bir anlamda sahip çıkmakta özel bir koruma sağlamaktadır.
44. Vakıf amaç ve faaliyetlerinin yerine getirilmesi için gelir
getirici şekilde değerlendirilmesi zorunlu olan taşınır ve taşınmazlara
"akar" denmektedir. Vakıfların elde ettikleri bu gelirlerden doğrudan
toplumun istifadesine bedelsiz olarak sundukları "hayrat" adı verilen
mal veya hizmetler bulunduğu gibi vakfiyedeki şartlara göre bu gelirlerden
belirli kişilerin yararlandırılmaları da mümkün olabilmektedir. Buna göre
mazbut ve mülhak vakıflarda, vakfın hayrat ve akarlarının onarımı ile
vakfiyelerindeki hayrat hizmetlerin ifasından sonra kalan miktara "galle
fazlası" adı verilmekte olup vakfiyelerindeki şartlara göre ilgililere
bırakılmış galle fazlaları ve haklarına da "intifa hakkı"
denmektedir.
45. Somut olayda başvurucunun vakıf evladı olduğu Derece
Mahkemelerince kabul edilmiştir. Vakfın eğer varsa gelirlerine bağlı olarak ve
vakfiyedeki koşullar dâhilinde galle fazlası ve haklarından dolayı elde
edilebilecek intifa haklarının mal varlığı kapsamında ekonomik bir değer ifade
etmekle mülk teşkil edebileceğinde kuşku bulunmamaktadır. Ancak başvuru konusu
olayda başvurucunun galle fazlası ve intifa hakkının mevcut olup da bundan
yararlandırılmadığına dair bir uyuşmazlığın bulunmadığı görülmektedir.
Başvurucu, esas itibarıyla Vakfın idaresi bakımından önem taşıyan
"tevliyet hakkının" verilmemesinden şikayet etmektedir.
46. Vakıfların gayelerini gerçekleştirilebilmesi için titizlikle
korunması, işletilmesi ve elde edilen gelirin dağıtılması gerekmektedir. Bütün
bu işleri yapmak, vakfı idare etmek ve vakfın manevi şahsiyetini temsil etmek
için bir velayete (tevliyet) ihtiyaç duyulmuştur. Mülhak vakıfların nasıl idare
edileceği ise bu vakıfların mal varlığını, vakıf şartlarını ve vakfedenin
isteklerini içeren "vakfiye" adı verilen belgeye göre
belirlenmektedir. Tevliyet görevi verilen kişilere ayrıca yine vakfiyedeki
şartlara göre "tevliyet ücreti" de verilebilmektedir.
47. Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip
olduğu, bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği,
mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme
bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (AYM,
E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012).
48. Başvuru konusu olayda başvurucunun "Emine Hatun Binti
Ahmed Vakfı"nda miras yoluyla vakıf evladı olduğu, açmış olduğu davada
Derece Mahkemelerince kabul edilmiştir. Vakıf evladının vakfiyede öngörülmek
kaydıyla belirli ekonomik menfaatlerden yararlanabilmesi mümkün olabilmektedir.
Bunun yanında ayrıca tevliyet hakkının verilmesi, vakıf evladına vakfın
yönetimi yetkisi vermektedir. Vakfın idare edilmesi ise vakfın malları ve
gelirleri üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi tanıması bakımından önem
taşımaktadır. Her ne kadar mülhak ve mazbut vakıfların ancak vakfiyelerindeki
şartlara göre idare edilebilmesi mümkün ise de tevliyet hakkı alınmak suretiyle
vakfın idaresinin kamu gücü kullanılarak zapt edilmesinin tevliyet hakkına
sahip olan vakıf evlatları yönünden mülkiyet hakkı kapsamında tanınan tasarruf
yetkisini kısıtladığı kuşkusuzdur. Ayrıca tevliyet hakkının alınmasıyla
kişiler, vakfiyeye göre ödenmesi muhtemel tevliyet ücretinden de yoksun
kalmaktadırlar. Somut olayda uyuşmazlık konusu "Emine Hatun Binti Ahmed
Vakfı"nın tevliyet hakkının evlatlarına şart kılındığı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla bu mülhak Vakfın mütevellisinin uzun bir süredir belirlenememesi
nedeniyle Genel Müdürlük tarafından mazbut vakıflar arasına alınması, tevliyet
hakkına sahip olabilecek vakıf evladı olan başvurucu yönünden mülkiyet hakkına
müdahale teşkil etmektedir.
49. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre
mülkiyetten yoksun bırakma şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahaleler kural
olarak anlık eylemler olup sürekli bir müdahale oluşturmaz (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, § 114).
50. Somut olayda başvurucunun miras yoluyla evladı olarak kabul
edildiği Vakfa, son mütevellisi Hatice Görgülü'nün vefat etmesinden sonra
27/7/1937 tarihinden beri mütevelli olarak atanmak üzere hiçbir müracaatta
bulunulmadığı ve tevliyetinin o tarihten beri açık olduğu tespit edilmiştir. Bu
gerekçeyle Genel Müdürlük İdare Meclisinin 30/11/1965 tarihli kararıyla, 2762
sayılı mülga Kanun'un 39. maddesine göre anılan mülhak Vakfın mazbut vakıflar
arasına alınmasına karar verilmiştir.
51. Başvurucu, mazbut vakıflar arasına alınma işleminden kırk
altı yıl geçtikten sonra vakıf evladı olduğunun tespiti yanında ayrıca artık
mazbut vakıflar arasında yer alan bu Vakfa mütevelli olarak atanması istemiyle
dava açmıştır. Ancak 2762 sayılı mülga Kanun'un 39. maddesinin birinci
fıkrasında, on seneden beri mütevelliliği kimseye tevcih edilmemiş olan
vakıflarda artık tevcih yapılmayacağı belirtilmiş olup 5737 sayılı Kanun'un 7.
maddesinin ikinci fıkrasında da mazbut vakıflara bir daha yönetici seçimi ve
ataması yapılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Buna göre mazbut vakıflara
yönetici seçimi yapılamayacağına ilişkin anılan Kanun hükümlerine dayalı olarak
Derece Mahkemeleri, başvurucunun tevliyet hakkına yönelik talebini
reddetmiştir. Dolayısıyla söz konusu hukuk yolunun davanın açıldığı tarih
itibarıyla tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olmadığı açık bir
şekilde öngörülebilir durumdadır.
52. Sonuç olarak mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden başvuruya
konu mülhak Vakfın mazbut vakıflar arasına alınmasına ilişkin süre, fiilen
30/11/1965 tarihinde sona ermiştir. Bu durumda başvuruya konu sürenin Anayasa
Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce
sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır.
53. Başvurucu, mazbut vakıflar arasına alınma süreci
tamamlandıktan sonra mazbut Vakfa yönetici olarak atanma isteğinde bulunmuş ise
de yukarıda da değinildiği üzere bu hukuk yolunun başarı şansı bulunan etkin
bir başvuru yolu olmadığı anlaşılmaktadır. Başarılı olunmayacağı belli olan
başvuru yoluna, bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak
belirlenen 23/9/2012 tarihinden sonra başvurulması sonucu verilen ret kararı
üzerine yapılan bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisi kapsamında olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, § 119).
54. Açıklanan gerekçeyle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin zaman
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun zaman
bakımından yetkisizlik yönünden KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
6/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.