|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
HÜSEYİN MÜNÜKLÜ BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2014/5973)
|
Karar Tarihi: 13/9/2017
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucu
|
:
|
Hüseyin
MÜNÜKLÜ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ayşenur
DEMİRKALE
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, dokuz yaşındaki bir çocuğun demir yolu hattı üzerinde
bulunan elektrik kablolarından geçen elektrik akımına kapılarak yaralanması ve
bu olaya ilişkin tazminat davasının makul süratle yürütülmeyerek reddedilmesi
nedenleriyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru,25/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar
verilmiştir.
5.Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından
yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
10.İstanbul'da yaşayan ve başvuru tarihinde yirmi iki yaşında
olan başvurucu, dokuz yaşındayken 5/1/2001 tarihinde bir demir yolu hattının
yakınında bulunduğu sırada trenlere enerji sağlayan elektrik kablolarından
kaynaklanan elektrik akımına kapılarak ağır şekilde yaralanmıştır.
11.Olay nedeniyle başvurucunun sol dizinin altının ampüte
edilmesinin yanında sol el ve kolunda fonksiyon bozukluğu meydana gelmiştir.
A. Ceza Soruşturması Süreci
12. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı),
olaya ilişkin soruşturma başlatmıştır.
13."Aksaray Polis Karakolu Polis Kayıt Defteri"ne göre
olay, başvurucunun yaya üst geçidinden geçtiği sırada üzerine elektrik
tellerinin düşmesi sonucunda meydana gelmiştir. Kolluk görevlileri tarafından
5/1/2001 tarihinde düzenlenen "Olay İntikal ve Tespit Tutanağı"nda
ise başvurucunun yaya üst geçidinden düşüp elektrik tellerine çarpması
sonucunda yaralandığı belirtilmiştir. Soruşturma ve başvuru belgelerinde, söz
konusu görevlilerin ilgili kayıt defteri ve tutanakta yer verdikleri bu açıklamalarını
hangi delile dayandırdıklarına ilişkin bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.
14.Soruşturmada başvurucunun ifadesi, hastanede tedavi gördüğü
sırada -herhangi bir yasal temsilcisi olmaksızın- kolluk görevlileri tarafından
alınmıştır. Başvurucu; demir yolu raylarının kenarında gezerken elektrik akımı
geçen tellerle bağlantılı olan demire elinin çarpması sonucu yere düştüğünü,
sonrasında tanımadığı bir kişi tarafından hastaneye götürüldüğünü söylemiştir.
Başvuru belgelerinde, bu kişinin kimliği ve olayı görüp görmediği konusunda ise
bir bilgi bulunmamaktadır.
15. Başvurucunun annesi G.M. ifadesinde başvurucunun köprüden
geçerken bulduğu bir demir çubukla elektrik tellerine dokunduğunu olaydan sonra
kendisine söylediğini beyan etmiş ve kimseden şikâyetçi olmamıştır.
16. Cumhuriyet Başsavcılığı 9/2/2001 tarihinde, olay hakkında
takipsizlik (kovuşturmaya yer olmadığı) kararı vermiş; bu karara gerekçe olarak
ise başvurucunun köprüden geçerken elektrik tellerine dokunması sonucu
yaralanması nedeniyle ortada suç ve suçlu bulunmadığını göstermiştir.
B. Tazminat Davası Süreci
17.Başvurucu ile annesi G.M. ve babası R.M. olay tarihinde
başvurucunundemir yolu hattının yakınında bulunan bir kaldırımın kenarında
oturduğu sırada söz konusu hattaki elektrik kablolarından birinin koparak
kaldırıma temas etmesi sonucunda ağır şekilde yaralandığını, olayda idarenin
hizmet kusuru bulunduğunu ve olay nedeniyle maddi ve manevi zarara
uğradıklarını ileri sürerek bu zararlarının tazmini talebiyle Türkiye
Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü (TCDD), Boğaziçi Elektrik
Dağıtım Anonim Şirketi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Fatih
Belediye Başkanlığına karşı 25/3/2002 tarihinde İstanbul 5. İdare Mahkemesinde
(İdare Mahkemesi) tazminat (tam yargı) davası açmıştır.
18.İdare Mahkemesi, tam yargı davası açılmadan önce ilgili
idarelere başvurulup tazminat talep edilmesi gerektiği gerekçesiyle dava
dilekçesi ve eklerini ilgili idarelere göndermiştir. Talepleri konusunda
idareden olumlu bir cevap alamayan başvurucu ile anne ve babası 9/10/2002
tarihinde, İdare Mahkemesinde aynı taleplerini içeren yeniden bir tam yargı
davası açmışlardır.
19. Davanın görülmesi sırasında başvurucunun babası R.M.
yaşamını yitirmiş, yasal mirasçıları söz konusu davaya onun taleplerini takip
etmek için katılmışlardır. Davada bilirkişiye davacıların olay nedeniyle talep
edebileceği zararlar tespit ettirilmiş; bilirkişi, başvurucunun ebeveyninin
tazminat haklarının bulunmadığını, başvurucunun ise maluliyeti nedeniyle
tazminat talep edebileceğini belirtmiş ve raporunda bu tazminat miktarını
hesaplamıştır. Davada, ayrıca ilgili ceza soruşturması dosyası getirtilerek
incelenmiştir.
20. TCDD bünyesindeki Haydarpaşa Tesisler Müdürlüğü 10/3/2003
tarihli yazısıyla, olay günü söz konusu demir yolu hattında herhangi bir
elektrik telinin kopmadığını ve herhangi bir kazanın meydana gelmediğini
Mahkemeye bildirmiştir.
21. İdare Mahkemesi 29/6/2006 tarihinde, TCDD aleyhine 80.000 TL
maddi ve 38.000 TL manevi olmak üzere toplam 118.000 TL tazminata hükmetmiş;
diğer davalılar yönünden ise davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili
bölümü şöyledir:
" (...)
Mahkememizce ara karar ile getirtilen belgeler
arasında yer alan, polis kayıt defteri, Haseki Hastanesi kayıtları, adli rapor
formu, mağdur ifade tutanağı, olay yeri intikal ve tespit tutanağı, Fatih
Emniyet Müdürlüğünün elektrik çarpması sonucu yaralanma konulu yazısı, ifade
tutanakları, Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının Hazırlık No: 2001/240 sayılı
işlem dosyasında bulunan belgelerin bir bütün olarak değerlendirmesi sonucu,
küçük Hüseyin'in elektrik çarpması nedeniyle ağır surette yaralanmasında, demir
yolu ulaşım hizmetinin bir parçası olan ve elektrikle çalışan treni işleten
davalı idarenin gerekli olan elektriğe ait kablonun kopmasından ötürü meydana
gelen eylemin oluşmasında hizmet kusuru işlediği ve zarar ile eylem arasında
illiyet bağı bulunduğu (anlaşılmıştır)."
22. TCDD'nin temyizi üzerine anılan karar, Danıştay Onuncu
Dairesinin (Daire) 11/2/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde,
Haydarpaşa Tesisler Müdürlüğünün yazısında demir yolu hattında olay günü
herhangi bir kazanın meydana gelmediğinin bildirilmiş olması ve Cumhuriyet
Başsavcılığının takipsizlik kararında başvurucunun elektrik tellerine dokunduğu
için yaralandığının tespit edilmesi nedenleriyle zararın başvurucunun kusuruyla
meydana geldiği belirtilmiştir.
23. Bozma kararı üzerine yapılan yargılamada,bir üniversitenin
Ulaştırma ve Elektrik Makineleri Ana Bilim Dalında görev yapan öğretim üyesi ve
öğretim görevlilerinden oluşturulan bilirkişi heyeti ile birlikte olay yerinde
keşif yapılmış ve bu bilirkişi heyetinden kusur durumuna ilişkin bir rapor
alınmıştır. 23/10/2009 tarihli bu raporda, olayda başvurucu ve ebeveyninin tam
kusurlu olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte raporda, daha önceki mesleki
tecrübelere dayanılarak olayın gerçekleşme şeklinin, tarafların iddialarından
ve Cumhuriyet Başsavcılığının kabulünden farklı olabileceğinin
değerlendirildiği de ifade edilmiştir. Söz konusu raporun ilgili bölümleri şöyledir:
" (...)
Olayın meydana gelmesine ilişkin, dosya
kapsamında incelenmiş olan taraf ifadelerinin birbirlerinden çok farklı
olmasından ötürü, bilirkişi heyetinde, daha önceki mesleki tecrübelere
dayanarak olayın oluşumuna ilişkin olarak şöyle bir olasılık da hasıl olmuştur:
'Herhangi bir demir çubuk veya yaş fidan v.b.
bir malzemeyle üst geçitten geçerken kataner hattına uzanılıp dokunulmasa dahi,
hattaki gerilim çok yüksek olduğundan belirli bir mesafeden atlama yapabilir,
dolayısıyla çarpılma bu şekilde de vuku bulmuş olabilir. Bu durumda ancak
Veliefendi Trafo Merkezindeki toprak kaçak rölesindeki kesici devreyi açıp bir
süre sonra (yaklaşık 5 dakika) tekrar kapayabilir ve sisteme arıza kaydı
geçmeyebilir.'
Sonuç:
... davacı Hüseyin Münüklü'nün kazanın
oluşmasında asli kusurlu olduğu, ancak mağdurun yaşının küçük olması nedeniyle
ebeveynlerinin de kusurlu oldukları açıktır. Öte yandan, olayın vuku bulduğu
alan, TCDD.nin görev ve sorumluluk bölgesi olduğu için Fatih Belediyesi, İ.B.B.
ve BEDAŞ.ın olayda ihmal ve sorumluluklarının dolayısıyla da kusurlarının
bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Ayrıca olay davalı TCDD.nin sorumluluk
alanında vuku bulmuş olsa da, bilirkişi heyetimizce olayın meydana geliş
şekline ilişkin kanı nedeniyle, TCDD.nin de sorumluluklarını yerine getirdiği
inancı tarafımızda hasıl olmuştur.
Bu noktada; mağdur Hüseyin Münüklü'nün tam
kusurlu olduğu ve diğer kuruluşlara herhangi bir kusur atfedilemeyeceği
(kanaatine varılmıştır). "
24. Rapora olay yerine ilişkin bazı fotoğraflar da eklenmiştir.
Bu fotoğraflarda, olayın meydana geldiği iddia edilen yer ve meydana gelmiş
olabileceği değerlendirilen farklı yerlerin, idare tarafından alınan koruma
engellerinin mevcut durumuna ilişkin görüntüleri bulunmaktadır. Ancak raporda
söz konusu bölüme ilişkin şu şekilde bir açıklama yapılmıştır:
"Olay yerine ilişkin bazı fotoğraflar
aşağıda verilmektedir. Ancak bu fotoğraflar olayın oluşumundan 8 yıl sonra
çekilmiştir. Bu nedenle, TCDD sorumluluk alanını yayalardan ayıran engeller, olayın
vuku bulduğu tarihte aynı yapıda değildirler. Bunu da akıldan çıkarmamak
gerekir."
25.Başvurucu ve diğer davacılar, bu rapora itiraz etmişler ve
bilirkişilerin yetkileri olmayan konularda görüş bildirdiklerini, ayrıca
bilirkişi heyetinde çocuk hakları konusunda bilgisi bulunan bir hukukçu
bilirkişinin de yer alması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
26.İdare Mahkemesi, bu itirazları yerinde görmemiş ve 1/2/2010
tarihinde, olayın başvurucunun elindeki demir çubukla elektrik tellerine
dokunması şeklinde oluşan kusuruyla meydana geldiğini kabul ederek davanın
reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Dava ve temyiz dosyasının
incelenmesinden davacılardan 9 yaşındaki Hüseyin Münüklü'nün 5.1.2001 tarihinde
SSK İstanbul Eğitim Hastanesi karşısındaki kaldırım kenarında oturduğu sırada,
demir yoluhattında trenlerin çalışmasını sağlayan elektrik kablolarından
birinin koparak kaldırıma temas etmesi sonucunda ağır şekilde yaralandığından
bahisle, meydana geldiği iddia edilen zararın tazmini istemiyle görülmekte olan
davanın açıldığı; ancak; Hüseyin Münüklü’nün polis memurlarına verdiği
ifadesinde; Yenikapı tren istasyonu yakınlarında rayların kenarında gezerken
haberi olmadan elektrik akımı geçen tellere bağlantılı olan demire elinin çarptığı,
daha sonra yere düştüğü ve tanımadığı bir şahıs tarafından hastaneye
götürüldüğü, annesi tarafından ver[ilen]
ifadede, oğlunun kendisine, SSK Samatya Hastanesinin karşısında bulunan
köprüden geçerken, bulduğu bir demir çubukla trenlerin bağlı bulunduğu tellere
dokunarak çarpıldığını söylediğini beyan ettikleri 5.1.2001 tarihli olay
intikal ve tespit tutanağında, Samatya Caddesi üzerinde bulunan üst geçitten
düşerek tren elektrik tellerine çarpması neticesinde Hüseyin Münüklü’nün
hastaneye kaldırıldığının belirtildiği, Polis Kayıt Defterinde, kişinin Samatya
Hastanesi karşısında bulunan yaya üst geçidinden tren
elektriktellerininüzerinedüşerekyaralandığının kayıtlı olduğu, Fatih Cumhuriyet
Savcılığının Hazırlık N:2001/2640 sayılı dosyasında, olaydan zarar görenin tren
rayları yanından geçen elektrik tellerine dokunduğu için yaralandığı, ortada
suç ve suçlunun bulunmadığı belirtilerek takipsizlik kararı verildiği,
10.3.2003 tarih ve 51761 sayılı Haydarpaşa Tesisler Müdürlüğünün yazısında,
yapılan incelemede İstanbul - Halkalı arasında 5.1.2001 tarihinde elektrik teli
kopması olayının meydana gelmediği gibi, üçüncü şahısları ilgilendiren başkaca
kaza ve olayın meydana gelmediğinin tespit edildiğinin belirtildiği
anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık hakkında Mahkememizce; davanın
Kısmen KABULÜ, Kısmen REDDİ şeklinde verilen kararın yukarıda gün ve sayısı
verilen Danıştay 10.ncu Daire Kararı ile bozulması üzerine, dava dosyasında
yapılan 03.06.2009 tarihli ara kararı ile; kazanın olduğu tarihte 9 yasında
bulunan küçüğün; yaşamış olduğu kaza olayının engellenmesine yönelik olarak
davalı idarelere düşen ödevin yerine getirilip getirilmediği, kazanın meydana
gelmesinde davalı idarelere izafe edilebilecek bir kusur bulunup bulunmadığı
hususlarının tespiti amacıyla kazanın meydana gelmiş olduğu mahalde keşif ve
bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. Konularında uzman
Ulaştırma Anabilim Dalı öğretim üyeleriyle birlikte mahallinde yapılan keşif ve
bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenerek 23.10.2009 tarihinde mahkememize
sunulan bilirkişi raporunda özetle; 'herhangi bir demir çubuk veya yaş bir
fidan vb bir malzemeyle üst geçitten geçerken kataner hattına uzanıp,
dokunulmasa dahi, hattaki gerilim çok yüksek olduğundan belirli bir mesafeden
atlama yapılabilir, dolayısıyla çarpılma bu şekilde de vuku bulmuş olabilir.'
yönünde tespit yapıldıktan sonra, kazanın oluşmasında Hüseyin MÜNÜKLÜ'nün asli
kusurlu olduğu, davalı idarelere yüklenebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığı
hususlarına yer verilmiştir.
Bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiş
olup, davacı tarafça bilirkişi raporuna itiraz edilmiş ise de yapılan itiraz
bilirkişi raporunu kusurlandırıcı nitelikte görülmemiş olup, uyuşmazlık
hakkında hüküm tesis edilebilmesi için yeterli görülmüştür.
Buna göre, davacılardan Hüseyin Münüklü' nün
kaldırım kenarında oturduğu sırada, trenlerin çalışmasını sağlayan elektrik
kablolarından birinin koparak kaldırıma temas etmesi sonucunda ağır şekilde
yaralandığından bahisle tazminat davası açılmış ise dedosyada yer alan tutanak ve
ifadelerden, yaralanma olayının, Hüseyin Münüklü’nün elindeki demir çubuk ile
trenlerin çalışmasını sağlayan elektrik tellerine dokunmak suretiyle meydana
geldiği sonucuna varılmış olup, söz konusu kaza; yaralanan kişinin kendi
kusurlu eyleminden kaynaklandığından, zarar ile idarece yürütülen faaliyet
arasında nedensellik bağı bulunmaması nedeniyle, idarenin tazminle sorumlu
tutulması mümkün bulunmamaktadı[r].
Açıklanan nedenlerle; davanın REDDİNE (karar
verildi)."
27.Söz konusu karar, Dairenin 22/6/2012 tarihli kararıyla
onanmış; başvurucunun karar düzeltme talebi de Dairenin 11/2/2014 tarihli
kararıyla reddedilmiştir.
28. Nihai karar 27/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş
olup 25/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
29. 6/1/1982
tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İptal ve tam yargı davaları” kenar
başlıklı 12. maddesi şöyledir:
"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari
işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya
tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri
gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu
husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın
tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra
tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde
de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır."
B. Uluslararası Hukuk
30. 9/12/1994 tarihli ve 4058 sayılı Kanun'la uygun bulunarak
27/1/1995 tarihli ve 22184 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/11/1989 tarihli
Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 1., 3. ve 6.
maddelerinin ilgili bölümlerişöyledir:
"Madde 1 -Bu Sözleşme uyarınca
çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu
hariç, onsekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır.
Madde 3 - 1. Kamusal ya da özel sosyal yardım
kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan
ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
2. Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının, vasilerinin ya da
kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde
tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu
amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
(...)
Madde 6- 1. Taraf Devletler, her çocuğun temel
yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler.
2. Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün
olan azami çabayı gösterirler.”
31. 18/1/2001 tarihli ve 4620 sayılı Kanun'la uygun bulunarak
2/5/2002 tarihli ve 24743 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 25/1/1996 tarihli
Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin7. maddesi
şöyledir:
“ Çocuğu ilgilendiren davalarda gereksiz
gecikmelerden kaçınmak için adli makam süratli hareket edecek ve vermiş olduğu
kararların hızlı bir şekilde uygulanması için gerekli usule müteallik
düzenlemeler yapılacaktır. Acil durumlarda, uygun ve gerekli ise, adli makam,
kararlarının gecikmeden uygulanmasını öngören kararlar alma yetkisine sahip
olacaktır.”
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü"
kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki
alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan
hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."
33. Sözleşme'nin "Yaşam
hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili
bölümü şöyledir:
"1. Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur..."
34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında,
Sözleşme'nin 2. maddenin ilk cümlesinin, devletin yalnızca kasti ve hukuka
aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda
devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak
için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği
de hatırlatılmaktadır (L.C.B/İngiltere,
B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36).
35. AİHM’e göre Sözleşme’nin 2. maddesi, devletin sorumluluğunu
gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete
elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal
ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin
durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri
alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere,
B. No: 23452/94,28/10/1998 §115; Paul ve
Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). Mahkeme,
bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye
girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye, [BD] B. No:
48939/99,31/11/ 2004, § 71).
36. AİHM; Ciechonska/Polonya (B.
No: 19776/04, 14/6/2011, § 67) başvurusunda devletin yaşama hakkını
güvence altına alma görevinin; kamuya açık alanlarda bireylerin güvenliğini
sağlamaya yönelik makul tedbirler almayı ve ciddi bir yaralanma ya da ölüm
olayının yaşanması durumunda olayların tespit edilmesi, hatalı kişilerin
sorumlu tutulması ve mağdura uygun telafinin sağlanması bakımından yeterli
nitelikteki yasal yolların mevcut olduğunu güvence altına alan etkili ve
bağımsız bir adli sisteme sahip olmayı kapsadığını kaydetmiştir.
37. Ancak AİHM'e göre
Sözleşme’nin2.maddesikapsamındayetkililerin pozitif yükümlülükleri
mutlak/koşulsuz (unqualified)
değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için
özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece
yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri
ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede
hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogevov ve Diğerleri/Rusya, B. No:18299/03 ve
27311/03,20/12/ 2011, § 209).
38. Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük, modern
toplumların güvenliğini sağlamadaki zorlukları, insan davranışlarının
öngörülemezliğini ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve
kaynaklara göre yapılması gerektiğini akılda tutarak yetkililere imkânsız veya
aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogevov ve Diğerleri,§ 209; Makaratzis/Yunanistan, B. No:
50385/99,20/12/2004,§ 69).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Mahkemenin 13/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlığın Görüşü
40. Başvurucu, demir yolu hattındaki elektrik kablolarından
birinin koparak bulunduğu kaldırıma temas etmesi sonucunda yaralandığını, olaya
ilişkin ceza soruşturması ve tazminat davasında olayın gerçekleşme koşullarının
belirlenemediğini, idarenin gerçek ve yakın tehlikeye karşı vücut bütünlüğünü
korumak için çevre güvenliğini alma görevi bulunduğu hâlde ve olay tarihinde
dokuz yaşında bir çocuk olduğu da gözardı edilerek olaya ilişkin tüm
sorumluluğun üzerinde bırakıldığını ve söz konusu davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa'nın 10., 17., 36. ve 40. maddelerinde
güvence altına alınan eşitlik ilkesi, kötü muamele yasağı ile adil yargılanma
ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti
ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.
41. Bakanlık görüşünde, başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinde
güvence altına alınan yaşama hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği ifade
edildikten sonra somut olayda dokuz yaşındaki bir çocuğun elektrik akımına
kapılmasının idarenin hizmetinin kötü işlemesi nedeniyle meydana gelip
gelmediğinin ve devletin, tehlikeli faaliyetlerden olan ulaşım faaliyetini
gerçekleştirdiği sırada söz konusu demir yolu hattının çevre güvenliğine
ilişkin her türlü makul tedbiri alıp almadığının araştırılmadığı
belirtilmiştir.
42. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında başvurusunun
değerlendirilmesinin sadece yaşama hakkı kapsamında değil başvuru dilekçesinde
belirttiği tüm anayasal haklar ve güvenceler bakımından da yapılması
gerektiğini ifade etmiştir.
B. Değerlendirme
43. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir."
44. Anayasa'nın “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümü
şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
1- Uygulanabilirlik Yönünden
45. Somut olayda başvurucu hayattadır. Bu nedenle başvuruda
öncelikle yaşama hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının uygulanabirliği hususunda bir değerlendirme yapmak gerekir.
46. Bir olayda yaşama hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi
için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla
birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşama hakkı
çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet
Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20.).
47. Somut olayda başvurucu, yüksek elektrik akımına kapıldığı
olaydan yaralı olarak kurtulmuş ise de söz konusu akımın öldürücü niteliği ve
başvurucunun fiziksel bütünlüğü üzerinde yarattığı etki diğer faktörle birlikte
gözönünde bulundurulduğunda başvurunun yaşama hakkı çerçevesinde incelenmesi
gerektiği sonucuna varılmıştır.
2. İnceleme Kapsamı Yönünden
48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
49. Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan
adil yargılanma ve etkili başvuru hakları ile bağlantı kurularak başvurucu
tarafından ileri sürülen iddiaların yaşama hakkı kapsamında olduğu
değerlendirilmiş olup söz konusu iddialara ilişkin inceleme de bu çerçevede
yapılmıştır.
50. Başvurucu ayrıca, ilgili adli makamların idarenin
sorumluluğunu ortaya koymamalarının sebebinin söz konusu makamların çocuklara
karşı gösterdikleri ayrımcılık olduğunu, kendisinin de olay tarihinde çocuk
olması nedeniyle bu şekilde bir ayrımcılığa maruz bırakıldığını iddia ederek
yaşama hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiğiniileri
sürmüştür.
51. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve
Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine
yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka
Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle
bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan
Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).
52. Ayrımcılık iddiasının incelenebilmesi için başvurucunun
kendisiyle benzer durumdaki kişilere yönelik farklı uygulamaların meşru bir
temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene
dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 50).
53.Ayrımcılık iddiasının ciddiye alınabilmesi için
başvurucuların kendisi ile benzer durumdaki başka kişilere yapılan muamele ile
kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu ve bu
farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din, dil,
cinsel yönelim ve benzeri ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekmekte olup somut olayda ise başvurucunun bu yöndeki
iddiasını temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadığı
anlaşılmaktadır. Bu nedenle eşitlik ilkesi yönünden herhangi bir inceleme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
3. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
54. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan yaşama
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
4. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
55. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşama hakkı,
Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif
yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 50).
56. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin; yetki alanında
bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını, kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve
hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi
vardır. Devlet, öncelikle yaşama hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı
caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı ve bununla da yetinmeyerek
gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü
tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).
57. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can
kaybının gerçekleştiği durumlarda kamu makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi
gereğince öncelikle yetkileri dâhilinde tüm imkânları kullanarak yaşama hakkına
yönelen tehdit ve risklere karşı etkili yasal ve idari tedbirleri oluşturmaları
gerektiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda anılan yasal ve idari tedbirler,
yaşama hakkına yönelik ihlalleri durdurmayı ve gerektiğinde faillerin
cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır. Bu yükümlülük, yaşama
hakkının tehlikeye girebileceği her durum bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).
58. Öte yandan yaşama hakkının gerektirdiği pozitif
yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin
belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve
mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız
olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri,B. No: 2013/2075,
4/12/2013, § 59).
59.Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin
bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda
makul ölçüler çerçevesinde kamu makamlarının bu tehlikenin gerçekleşmesini
önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle insan
davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek
yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif
yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 53).
60. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin
ayrıca usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır(Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu nedenle hukuki sorumluluğu ortaya
koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında makul derecede
ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi, dolayısıyla derece mahkemelerinin
bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin
gerektirdiği seviyede bir inceleme yapıp yapmadıklarının da değerlendirilmesi
gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek
hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin, daha sonra ortaya çıkabilecek benzer
hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel
olacaktır (Perihan Uçar, B. No:
2013/5860, 1/12/2015, § 52).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
61. Başvuruya konu olayda, başvurucunun dokuz yaşında bir
çocukken demir yolunda bulunan yüksek gerilim hattındaki kablolardan
kaynaklanan elektrik akımına kapılarak ağır bir şekilde yaralandığı ve bu
yaralanma sonucunda bedensel engelli kaldığı anlaşılmıştır. Bu, başvurucunun
doğruluğu kanıtlanamamış bir iddiası olarak kalmamış; ilgili adli makamlar
tarafından da kabul edilmiş bir olgudur. Tartışmalı olan husus ise söz konusu
olayın ne şekilde gerçekleştiğidir.
62. Bu noktada öncelikle demir yolu taşımacılığı faaliyetinin
niteliği itibarıyla kişilerin yaşamı ve vücut bütünlüğü bakımından birtakım
riskler içermesi sebebiyletehlikeli bir faaliyet olduğunu -devletin yaşamı
koruma yükümlülüğü bakımından- söylemek gerekir. Bu tehlikelilik nedeniyle kamu
makamları, demir yollarının işletilmesinde gerekli güvenlik tedbirlerini
almalı; trenlerin seyrüseferinde veya gar ve benzeri işletmelerde istenmeyen
ölüm ve yaralanma olaylarının önüne geçmek için makul ölçüler çerçevesinde
gerekenleri yapmalıdır.
63.İfade edilmesi gereken bir diğer husus da çocuklar, bedensel
veya zihinsel engelliler ya da benzeri durumda olan diğer kişilerin bu tür
tehlikeli faaliyetlere karşı korunmayadiğer kişilere göre daha fazla muhtaç
olduklarıdır. Başka bir ifadeyle çocuklar, yetişkinlerin sahip olduğu muhakeme
yeteneğine sahip olmadıklarından özel korunmaya muhtaçtır. Olaylara ve özelde
kendilerine yönelen tehlikeye karşı yetişkinlerden gösterilmesi beklenen asgari
davranış şekillerini sergilemelerini çocuklardan beklemek mümkün değildir.
64.Söz konusu yükümlülük, özellikle insan davranışlarının
öngörülemezliği nazara alınarak kamu makamları üzerinde aşırı bir yük
oluşturacak şekilde yorumlanmamalı (bkz. § 59) ise de anılan makamların tehlike
içeren faaliyetleri yürütürken insan davranışlarına ilişkin öngörülerinde,
çocukları ve özel korunmaya muhtaç olan diğer kişileri özellikle dikkate
almaları ve buna göre belirleyecekleri elverişli idari tedbirleri derhal
uygulamaya koymaları gerekmektedir. Başka deyişle kamu makamları, kişilerin
yaşamının ve vücut bütünlüklerinin korunması için gerekli tedbirleri alırken
özel korunmaya muhtaç kişileri de dikkate alarak davranmalıdır.
65. Dolayısıyla devletin yaşamı koruma yükümlülüğü açısından
yapılacak olan değerlendirmelerde, çocukların bedensel ve ruhsal gelişimlerini
dikkate almak ve buna göre bir sonuca varmak gerekir. Nitekim Anayasa
Mahkemesi, daha önce yapılan benzer bireysel başvurularda da yaşamı korumaya
yönelik alınması gerekli tedbirlerin niteliğini belirlerken çocukların söz
konusu özelliklerini gözetmiş ve buna göre bir sonuca varmıştır (Salih Ülgen ve diğerleri, B. No:
2013/6585, 18/9/2014; Adem Ülgen ve
diğerleri, B. No: 2013/6581, 25/2/2015).
66. Aksinin kabulü, özel korunmaya muhtaç olduklarında şüphe
bulunmayan çocuklara ancak yetişkinlerden beklenebilecek davranışları sergileme
yükümlülüğü yükleyecektir. Böyle bir kabul ise devletin, çocukların hayatta
kalması için mümkün olan azami çabayı göstermesine ilişkin ödevi ile hiçbir
şekilde bağdaşmaz.
67. Öte yandan devletin yaşamı korumaya ilişkin yükümlülüğü,
tehlikeye karşı aşırı tedbirsiz davranan kişiler bakımından da sınırsız bir
şekilde söz konusu olamaz. Ayrıca bu yükümlülük her durumda ve koşulda
tehlikeye karşı mutlak bir güvenlik sağlamayı da garanti etmez. Bununla
birlikte kamusal makamların gerekli güvenlik tedbirlerini almaları gerekirken
almamaları hâlinde özellikle korunmaya özel muhtaç kişilerin bu
tedbirsizliğinin, anılan makamların sorumluluklarını tamamen ortadan
kaldırmayacağını da belirtmek gerekir.
68.Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde ise yukarıda
ifade edildiği üzere olayın ne şekilde gerçekleştiği konusunda başvurucunun
iddiası ile ilgili adli makamlarda oluşan kanaatler arasında bazı farklılıklar
bulunduğu görülmektedir.
69. Başvurucu, demir yolu hattının yakınındaki bir kaldırımda
otururken kopmuş kablodan geçen akım nedeniyle yaralandığını ileri sürmektedir.
Olaya ilişkin ceza soruşturması ile tazminat davasında ise olayın başvurucunun
elindeki demir çubuk ile elektrik tellerine dokunması sonucunda gerçekleştiği
kabul edilmiştir.
70. Diğer taraftan olaya ilişkin ceza soruşturmasında ilgili
kolluk görevlileri tarafından tutulan defter ve tutanak ile tazminat davasında
düzenlenen bilirkişi raporunda; olayın gerçekleşme koşulları ne başvurucunun
iddiası ile ne de ilgili adli makamların bu konuda vardıkları sonuçla uygunluk
gösterse de başvurucunun demir yolundaki kablolardan kaynaklanan elektrik
akımına kapılması sonucu yaralandığında bir tereddüt olmadığından bu
farklılıkların, ayrıntıları aşağıda açıklanacağı üzere Anayasa Mahkemesinin
somut olaya ilişkin değerlendirmesi üzerinde herhangi bir etkisi
bulunmamaktadır.
71.Somut olayda, elektrik hattındaki gerilimin çok yüksek olduğu
bilirkişi raporu ile sabittir. Bu rapora göre hattaki gerilim o kadar yüksektir
ki elektrik enerjisi, kablolara dokunulmasa bile belli bir mesafedeki kişiye
ağır şekilde zarar verebilecek niteliktedir. Nitekim söz konusu akımın
başvurucunun vücut bütünlüğü üzerinde yarattığı etki de bu durumu açıkça ortaya
koymaktadır.
72. Demir yolu taşımacılığının yerine getirilmesi için tren
raylarının yakınında bulunması gereken bu enerji hattının varlığı, yukarıda
açıklandığı üzere kişilerin yaşamı bakımından tehlikeliliğe ilişkin belli bir
seviyeyi niteliği itibarıyla bünyesinde barındırmakta olan bu faaliyetin
tehlike seviyesini daha da artırmaktadır. Bu durumda kamu makamlarının anılan
faaliyetin yerine getirilmesi sırasında yetkileri dâhilindeki tüm imkânlarını
kullanarak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiğinde bir şüphe
bulunmamaktadır.
73. Başvuru konusu olaya ilişkin soruşturma ve dava sürecinde
ise, olayın gerçekleşmesinden çok uzun bir süre sonra incelemelerde bulunulması
ve benzeri eksiklikler gösterilmesi, ilgili güvenlik tedbirlerinin alınıp
alınmadığı hususunda bir belirsizliğe yol açmıştır. Bu durum, tazminat davasındaki
bilirkişi raporunda da belirtilmiş ve değerlendirme yapılırken güvenlik
önlemlerine ilişkin görüntülü tespitlerin olayın gerçekleşmesinden sekiz yıl
sonraki durumu yansıttığının akıldan çıkarılmaması gerektiği vurgulanmıştır
(bkz. § 24).
74. Ancak anılan süreçler sonucunda, olay tarihinde sadece dokuz
yaşında olan başvurucunun bir yaya üst geçitinden geçerken yerde bulduğu
çubukla yüksek gerilim hattına kolaylıkla ulaşabildiği kabul edildiğine göre bu
belirsizliğe rağmen olayda gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmış olduğunun
söylenebilmesi mümkün değildir.
75. Sonuç olarak somut olayda, kamu makamlarının
öngörebilecekleri yaşama yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğu ve
anılan makamların bu tehlikeyi önleyebilmek için makul ölçüler çerçevesinde
kendilerinden beklenebilecek herhangi bir tedbiri almadıkları kanaatine
varılmıştır.
76.Öte yandan somut olay, yaşama ilişkin etkili yargısal
korumanın sağlanıp sağlanmadığı bakımından da değerlendirilmelidir. Olaya
ilişkin tazminat davası, yaklaşık on iki yıl sonra sonuçlandırılabilmiştir.
Adli makamların değerlendirmelerinde, gerekli güvenlik önlemlerinin alınmamış
olduğunu gözetmeyerek sadece başvurucunun kusurlu, başka bir ifade ile
tedbirsiz davranışını dikkate aldıkları görülmektedir. Yukarıda ifade edildiği
üzere başvurucunun olaylara ve özelde kendisine yönelen tehlikeye karşı
yetişkinlerden göstermesi beklenen asgari davranış şekillerini sergileyerek
belli ölçülerde tedbirli olması kendisinden beklenemeyecek dokuz yaşında bir
çocuk olduğu hiç dikkate alınmamış ve başvurucu, tedbirsiz davranışta bulunduğu
gerekçe gösterilerek olayda tam kusurlu olarak kabul edilmiştir.
77. Söz konusu davadaki bu kabulün, yukarıda ifade edilen yaşamı
koruma yükümlülüğüne ilişkin ilkeler ile açıkça bağdaşmamasının yanında yetkili
mercilerin makul süratte hareket etmek adına olaya gösterdikleri tepkinin
derecesinin de yeterli olmadığı görülmüştür. Davanın ilerlemesine engel olan
herhangi bir unsur ya da güçlük bulunmamaktadır. Ayrıca dava, bu derece uzun
sürmesine sebebiyet verecek nitelikte bir karmaşıklığa da sahip değildir. Bu
nedenle bir çocuğu ilgilendirmesi de dikkate alındığında söz konusu davada,
yürürlükteki yargı sisteminde daha sonra ortaya çıkabilecek benzer -özel
korunmaya muhtaç kişilere yönelik- yaşama hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip
olunan önemli rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul süratle
hareket edilmediği kanaatine varılmıştır.
78. Oysa bu konuda azami oranda hassasiyet gösterilmesi,
kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve adalete olan
güvenin sarsılmaması açısından çok kritik bir öneme sahiptir.
79. Tüm açıklamalar ışığında söz konusu davanın yaşama yönelik
gerçek bir tehlikeye karşı etkili yargısal koruma sağlama ilkesiyle açıkça
bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
80. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan yaşama hakkınınihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
5. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
81. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
82. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 300.000 TL maddi ve 300.000
TL manevi olmak üzere toplamda 600.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
83. Somut başvuruda yaşama hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
84.İhlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden
yargılama yapılmak üzereİstanbul 5. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi gerekir.
85. Yaşama hakkına ilişkin etkili yargısal koruma yükümlülüğünün
makul süratle hareket etme boyutunun da ihlaline karar verildiğinden yalnızca
ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama yapılmasıyla giderilemeyecek olan manevi
zararları karşılığında başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
86. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 1.800 TL vekâlet
ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin yaşama hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 5. İdare
Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net40.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.