TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DALGA EDA YILDIRIM VE ÖZGÜN YILDIRIM
BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/5974)
|
|
Karar Tarihi: 26/12/2017
|
R.G. Tarih ve Sayı: 23/2/2018-30341
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Dalga Eda
YILDIRIM
|
|
|
2. Özgün
YILDIRIM
|
Vekili
|
:
|
Av. Arzu
BECERİK
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; soy bağının reddi için kayyım atanma zorunluluğunun
bulunması ve hak düşürücü süre öngörülmesi, ayrıca boşanma davasına ilişkin
yargılama sırasında davalı eşin çocuğun biyolojik babası olmadığının tespit
edilmesine rağmen davalı ile çocuk arasında kişisel ilişkinin devamına karar
verilmesi nedenleriyle aile hayatına saygı hakkının, kayyım tayinine ilişkin
yargılama sürecinin uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 25/4/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu (boşandıktan sonraki soyadı
Yıldırım) ile S.S. 28/6/2003 tarihinde evlenmişlerdir. Evlilik birliği içinde
5/2/2007 tarihinde başvurucu Özgün Söylemezoğlu (soy bağının reddi kararının
kesinleşmesinden sonraki soyadı Yıldırım) doğmuştur.
A. Boşanma Davası Süreci
10. Başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu, evlilik birliğinin
temelinden sarsıldığı ve ortak hayatın çekilmez hâle geldiği gerekçeleriyle
29/1/2010 tarihinde Kartal 1. Aile Mahkemesinde (sonradan İstanbul 18. Aile
Mahkemesi) boşanma davası açmıştır. Dava dilekçesinde, müşterek çocuğun
velayeti de talep edilmiş; ayrıca maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuştur.
11. Mahkeme 3/4/2014 tarihinde tarafların 22/11/2001 tarihli ve
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 166. maddesinin birinci fıkrasına göre
boşanmalarına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; davalının eşini
küçümsediği, zaten evlenmeyi düşünmediği ve çocuk sahibi olmayı istemediği
yönündeki beyanlarıyla evlilik birliğinin devamını engellediği belirtilmiştir.
Mahkeme buna karşın davacının da davalının rızası olmadan donör aracılığıyla
çocuk sahibi olduğunu, davalının ailesini müşterek konutta istemediğini, çocuğu
davalının ailesine göstermek istemediğini ve evlilikten sıkıldığını söyleyerek
birliğin devamını engellediğini kabul etmiştir. Mahkemeye göretaraflar arasındaki
evlilik birliği her iki tarafın da kusuruna dayalı olarak onarılmaz derecede
temelinden sarsılmış olup birliğin devamında bir fayda kalmamıştır. Mahkeme,
davacının kusurunun davalıya oranla daha fazla olduğunu ancak davalının da
boşanmak istediğini dikkate almıştır. Mahkeme, davacının maddi ve manevi
tazminat taleplerinin reddine; davacının davalıya 13.000 TL manevi ve 14.000 TL
maddi tazminat ödemesine karar vermiştir. Kararda ayrıca çocuk için belirlenen
tedbir nafakasının dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kaldırılmasına
karar verilmiştir.
12. Karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay 2. Hukuk
Dairesinin 9/6/2015 tarihli ilamıyla hükmün tazminat ve tedbir nafakası
yönünden bozulmasına, diğer yönlerden ise temyiz istemlerinin reddiyle onanmasına
karar verilmiştir. Daire; eşinin rızasını almadan davacının donör aracılığıyla
çocuk sahibi olduğunun hamilelik sürecinin başlangıcından beri davalı
tarafından bilindiğine, davalının buna rağmen üç yılı aşkın süre evlilik
birliğini devam ettirdiğine dikkat çekmiştir. Daireye göre kadının bu
davranışını davalının affettiğinin, en azından hoşgörü ile karşıladığının
kabulü gerekmektedir. İlamda, affedilen ya da hoşgörü ile karşılanan
davranışların boşanma davasında karşı tarafa kusur olarak yüklenemeyeceği ifade
edilmiştir. Daire; tarafların belirlenen diğer kusurlarının ise birbirinden
üstün olmadığını, tarafların boşanmaya neden olan olaylarda eşit oranda kusurlu
olduklarını belirtmiştir. Daire, bu sebeple davacının daha ziyade kusurlu
olduğu yönündeki kanaatin belirlenmesini ve kusurun belirlenmesindeki bu hata
sonucu davalının yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesinin doğru
görülmediğini açıklamıştır. Ayrıca soy bağının reddi davasının kesinleştiği
tarihe kadar çocuk yararına tedbir nafakasının devamına karar verilmesi
gerektiği belirtilmiştir.
13. Mahkemece düzenlenen 20/8/2015 tarihli kesinleşme şerhinde,
boşanma yönünden kararın 18/7/2014 tarihinde kesinleştiği belirtilmiştir. Öte
yandan davalının karar düzeltme istemi Dairenin 28/10/2015 tarihli ilamıyla
reddedilmiştir.
B. Kişisel İlişki
Kurulması Süreci
14. Başvurucu; boşanma davası devam ederken 3/2/2010 tarihinde
Mahkemeye başvurarak müşterek çocuğun velayetinin tedbiren kendisine
verilmesini, baba ile çocuk arasındaki şahsi ilişkinin anne refakatinde olmak
kaydıyla devam etmesini ve çocuğun gece babaya yatılı olarak verilmemesini
talep etmiştir. Mahkeme, psikoloji ve pedegoji alanında uzman iki kişiyi
görevlendirmiştir. 2/3/2010 tarihli uzman raporunda; çocuğun anne bakım ve
şefkatine ihtiyaç duyacak yaşta olduğu, kurulu düzeni ve yaşam alışkanlıkları
da gözetildiğinde velayetinin tedbiren anneye verilmesinin çocuğun yararına
olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca velayetin anneye verilmesi durumunda
çocuk ile davalı arasındaki iletişim ve çocuğun babaya olan ihtiyacı da dikkate
alınarak tedbiren kişisel ilişki kurulmasının çocuğun yararına olduğu
bildirilmiştir. Mahkeme de müşterek çocuğun yaşı, cinsiyeti ve uzman raporunu
dikkate aldığını belirterek 4/3/2010 tarihinde çocuğun velayetinin tedbiren
annesine verilmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, davalı baba ile müşterek
çocuk Özgün arasında her hafta sonu cumartesi günleri saat 10.00'dan 16.00'ya
kadar ve dinî bayramların ikinci günü saat 10.00'dan 16.00'ya kadar babanın
yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar
vermiştir. Mahkemenin talebi üzerine 24/9/2010 tarihli pedagog tarafından
düzenlenen bir raporda da çocuğun baba olarak S.S.yi bilip tanıdığı ancak
tarafların baba olgusu ile ilgilifarklı beyanlarda bulunması nedeniyle çocuğun
duygu durumu karmaşası yaşadığı belirtilmiştir.
15. Mahkeme 26/4/2011 tarihli 6. oturumda yeniden bir
değerlendirme yapmış ve çocuk Özgün'ün velayetinin hüküm kesinleşinceye kadar
tedbiren anneye verilmesine karar vermiştir. Bu ara karar ile ayrıca davalı
baba ile çocuk arasında mayıs ve haziran aylarının 1. ve 3. haftası cumartesi
günleri saat 10.00'dan 16.00'ya kadar, temmuz ayından itibaren her ayın ilk
haftası cumartesi günleri saat 10.00'dan 18.00'e kadar babanın yanında kalması
şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar verilmiştir.
16. Mahkeme 9/7/2012 tarihli 11. oturumda davalıya DNA
incelemesi için başvurmak üzere kesin süre vermiş, bu kesin süre içinde
başvurulmaması durumunda çocuk ile davalı baba arasındaki kişisel ilişkinin
kaldırılacağı ihtarında bulunmuştur. Davalının belirtilen kesin süre içinde DNA
incelemesi için başvurmadığını tespit eden Mahkeme 17/7/2012 tarihinde davalı
baba ile çocuk arasında tedbiren kişisel ilişki kurulması yönündeki kararın
kaldırılmasına karar vermiştir. Ancak Mahkeme, davalının sonradan DNA
incelemesine gitmiş olduğu gerekçesiyle 3/10/2012 tarihinde yeniden davalı baba
ile çocuk arasında her ayın ilk haftası cumartesi günü saat 10.00'dan 18.00'e
kadar baba yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki
kurulmasına karar vermiştir.
17. Başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu vekili 19/12/2012 tarihinde
yapılan 14. oturumda, yargılama sırasında alınan DNA raporuna göre davalının
baba olmadığının tespit edildiğini belirterek davalı ile çocuk arasında
tedbiren kişisel ilişki kurulmasına dair kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
Mahkeme, aynı oturumda DNA raporunu esas alarak davalı ile çocuk arasındaki
tedbiren kurulan kişisel ilişkinin kaldırılmasına karar vermiştir.
18. Davalı vekili 15/7/2013 tarihli dilekçeyle çocuk ile davalı
arasında yeniden tedbiren kişisel ilişki kurulmasına karar verilmesini talep
etmiştir. Mahkeme; bünyesinde görevli psikologdan konu hakkında rapor almış ve
bu raporu esas alarak mevcut delil durumu ve çocuğun üstün menfaatinin olduğu
gerekçeleriyle 23/9/2013 tarihinde, davalı baba ilemüşterek çocuk Özgün
arasında her ayın 1. ve 3. hafta sonu cumartesi günleri saat 10.00'dan16.00'ya
kadar ve dinî bayramların ikinci günleri saat 10.00'dan 16.00'ya kadar babanın
yanında kalması şeklinde olmak üzere tedbiren şahsi ilişki kurulmasına karar
vermiştir. Mahkeme 11/10/2013 tarihinde, davacı vekilinin çocuk ile davalı
arasında kurulan kişisel ilişki saatlerinin değiştirilmesi talebini kabul etmiştir.
19. Mahkeme nihayet 3/4/2014 tarihli davanın kabulüne ve
tarafların boşanmalarına ilişkin kararda ise çocuk ile davalı arasında tedbiren
kurulan şahsi ilişkinin kaldırılmasına karar vermiştir.
C. Yurt Dışına Çıkış
Yasağı Konulması Tedbiri Süreci
20. Boşanma davası devam ederken davalı S.S.nin talebi üzerine
Mahkeme 30/3/2010 tarihinde, çocuğun anne ve babanın birlikte onayı olmadan
yurt dışına çıkarılmasının yasaklanmasına karar vermiştir. Mahkeme 9/7/2012
tarihli 11. oturumda, babanın DNA testi yaptırmaya gitmemesinin müeyyidesi
olarak çocuğun yurt dışına çıkarılması yasağının kaldırılmasına karar
vermiştir.
21. Mahkeme 15/7/2013 tarihinde, boşanma davasının derdest
olduğunu belirterek anne ve babanın birlikte izni olmadan yurt dışına çıkarılmasının
yasaklanmasına yeniden karar vermiştir.
22. Mahkeme 3/4/2014 tarihli davanın kabulüne ve tarafların
boşanmalarına ilişkin kararda, çocuğun yurt dışına çıkarılmasının yasaklanması
yönündeki tedbir kararının kaldırılmasına karar vermiştir.
D. Kayyım Atanması Süreci
23. Başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu 2/3/2010 tarihinde Kartal
1. Sulh Hukuk Mahkemesinden, soy bağının reddi davası açılmak üzere çocuğu olan
diğer başvurucu Özgün Söylemezoğlu için temsil kayyımı atanması talebinde
bulunmuştur.
24. Mahkeme 7/9/2010 tarihinde talebin kabulüne ve çocuğu temsil
etmek üzere Av. P.S.nin kayyım olarak atanmasına karar vermiştir. Kararın
gerekçesinde, vesayet makamının soy bağı ile ilgili bir karar alma yetkisinin
bulunmadığı ve toplanan delillere göre çocuk için temsil kayyımı atanması
gerektiği belirtilmiştir.
25. Müdahil olarak davaya katılan S.S. kararı temyiz etmiş,
Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 27/9/2011 tarihli ilamıyla hükmün onanmasına
karar verilmiştir. Onama ilamında, 4721 sayılı Kanun'un 286. maddesinin ikinci
fıkrasına göre çocuğun da soy bağının reddi davası açma hakkının mevcut olduğu
vurgulanmıştır. Daire; ergin olmayan çocuğun açtığı davada kanuni temsilcileri
ile arasında menfaat çatışması olabileceği, bu sebeple kayyım atanmasının sağlanarak
davanın yürütülmesinin dava şartı olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca ilamda, yapay
döllenme (embriyo transferi) yoluyla çocuk sahibi olmanın babalığa etkisinin
soy bağının reddi davasında değerlendirilebileceği açıklanmıştır.
E. Soy Bağının Reddi
Davası Süreci
26. Başvurucu Özgün Söylemezoğlu adına kayyımı tarafından
29/1/2010 tarihinde Kartal 1. Aile Mahkemesinde soy bağının reddi davası
açılmıştır. Dava dilekçesinde, çocuğun evlilik birliği içinde doğduğundan
babası olarak S.S.nin gözüktüğü ancak başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu
tarafından açılan boşanma davasında sperm donasyonu yoluyla oğluna hamile
kaldığı belirtilmiştir. Dilekçede, bu sebeple S.S.nin çocuğun biyolojik ve
genetik babası olup olmadığının tartışmalı bir hâle geldiğinden çocuk adına soy
bağının reddi davası açılmasının zorunlu olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme
13/6/2012 tarihinde davanın boşanma davası ile birleştirilmesine karar
vermiştir.
27. Mahkeme, Adli Tıp Kurumundan başvurucu Özgün Söylemezoğlu'na
ait DNA profili ve anne Dalga Eda Söylemezoğlu ile nüfus kayıtlarına göre
çocuğun babası gözüken S.S.ye ait DNA profillerinin karşılaştırılması talebinde
bulunmuştur. Adli Tıp Kurumunun 15/10/2012 tarihli raporunda, yapılan DNA
profili karşılaştırmasına göre Özgün Söylemezoğlu için S.S.nin biyolojik
babalığının reddedildiği belirtilmiştir.
28. Mahkemece 10/2/2012 tarihinde dosya tefrik edilerek
yargılamaya devam olunmuştur. Mahkeme, Adli Tıp Kurumunun DNA incelemesine
ilişkin raporunu hükme esas alarak 19/12/2012 tarihinde davanın kabulüne ve
başvurucu Özgün Söylemezoğlu ile davalı S.S. arasındaki soy bağının reddine
karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 4721 sayılı Kanun'un 289. maddesinde
öngörülen bir yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği kabul edilmekle birlikte
bunun kayyım atanması sürecinin kesinleşmesini beklemek gibi bir makul
gerekçeye dayandığı belirtilmiştir. Mahkeme ayrıca, Kıbrıs Tüp Bebek Merkezince
başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu'nun talebiyle 26/5/2006 ile 28/5/2006
tarihlerinde yapay döllenme (embriyo transferi) yapıldığının bildirildiğini
vurgulamıştır.
29. Temyiz edilen karar, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 18/6/2013
tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma ilamında, 4721 sayılı Kanun'un 291.
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hak düşürücü süreye ilişkin hükme yer
verilmiştir. Buna göre ergin olmayan çocuğa atanacak kayyımın atama kararının
kendisine tebliğinden başlayarak bir yıl, her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl
içinde soy bağının reddi davasını açabileceği ancak dava tarihi itibarıyla
çocuğun doğumundan itibaren beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğine dikkat
çekilmiştir. Dolayısıyla Daireye göre, davanın hak düşürücü süre yönünden reddi
gerekmektedir.
30. Bununla birlikte Daire 6/3/2014 tarihinde karar düzeltme
talebini kabul ederek bozma kararını kaldırmış ve hükmün onanmasına karar
vermiştir. Daire, 4721 sayılı Kanun'un 291. maddesinin ikinci fıkrasında yer
alan “her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl” ibaresinin Anayasa
Mahkemesinin 10/10/2013 tarihli ve E.2013/62, K.2013/115 sayılı kararı ile
iptal edildiğini ve iptal hükmünün de 10/12/2013 tarihli Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe girdiğini gerekçe olarak göstermiştir.
31. Nihai karar, başvurucu Dalga Eda Söylemezoğlu'na 2/4/2014
tarihinde; diğer başvurucu adına kayyımına ise 4/4/2014 tarihinde tebliğ
edilmiş ise de başvurucular karardan 26/3/2014 tarihinde haberdar olduklarını
beyan etmişlerdir.
32. Başvurucular 25/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kişisel İişki
Kurulmasına İlişkin İlgili Mevzuat Hükümleri
33. 4721 sayılı Kanun’un 169. maddesi şöyledir:
“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim,
davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine,
eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici
önlemleri re'sen alır.”
34. 4721 sayılı Kanun’un 323. maddesi şöyledir:
“Ana ve babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine
bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına
sahiptir.”
35. 4721 sayılı Kanun’un 182. maddesi şöyledir:
“Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken,
olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise
vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın
haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.
Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen
eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık,
eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve
eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.
…”
36. 4721 sayılı Kanun’un 325. maddesi şöyledir:
“Olağanüstü hâller mevcutsa, çocuğun
menfaatine uygun düştüğü ölçüde çocuk ile kişisel ilişki kurulmasını isteme
hakkı diğer kişilere, özellikle hısımlarına da tanınabilir.
Ana ve baba için öngörülen sınırlamalar üçüncü
kişiler için kıyas yoluyla uygulanır."
2. Temsil Kayyımı
Atanmasına İlişkin İlgili Mevzuat Hükmü
37. 4721 sayılı Kanun’un 426. maddesi şöyledir:
"Vesayet makamı, aşağıda yazılı olan veya
kanunda gösterilen diğer hâllerde ilgilisinin isteği üzerine veya re'sen temsil
kayyımı atar:
...
2. Bir işte yasal temsilcinin menfaati ile
küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa,
..."
3. Soy Bağının Reddine
İlişkin İlgili Mevzuat Hükümleri
38. 4721 sayılı Kanun’un 286. maddesi şöyledir:
“Koca, soybağının reddi davasını açarak
babalık karinesini çürütebilir. Bu dava ana ve çocuğa karşı açılır.
Çocuk da dava hakkına sahiptir. Bu dava ana ve
kocaya karşı açılır."
39. 4721 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesince kısmen iptal
edilmesinden önceki hâliyle 291. maddesi şöyledir:
“Dava açma süresinin geçmesinden önce kocanın
ölmesi veya gaipliğine karar verilmesi ya da sürekli olarak ayırt etme gücünü
kaybetmesi hâllerinde kocanın altsoyu, anası, babası veya baba olduğunu iddia eden
kişi, doğumu ve kocanın ölümünü, sürekli olarak ayırt etme gücünü kaybettiğini
veya hakkında gaiplik kararı alındığını öğrenmelerinden başlayarak bir yıl
içinde soybağının reddi davasını açabilir.
Ergin olmayan çocuğa atanacak kayyım, atama
kararının kendisine tebliğinden başlayarak bir yıl, her hâlde doğumdan
başlayarak beş yıl içinde soybağının reddi davasını açar.
Kocanın açacağı soybağının reddi davasına
ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır."
40. Anayasa Mahkemesinin 10/12/2013 tarihli ve 28847 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan 10/10/2013 tarihli ve E.2013/62, K.2013/115 sayılı
kararıyla 4721 sayılı Kanun'un 291. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “...her hâlde doğumdan başlayarak beş yıl...” ibaresi
iptal edilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Dava açabilme ehliyeti
ancak erginlik yaşının ikmaliyle bizzat kullanılabilir. Aksi halde davanın bir
temsilci aracılığıyla açılması gerekmektedir. Kural soybağının reddi davası
açacak küçüğün bu hakkını bir kayyım vasıtasıyla kullanabileceğini
düzenlemiştir. Kayyım atama kararı ise bir mahkeme tasarrufudur. Kuralda
belirtilen süre içerisinde doğal olarak sıfır-beş yaş arasında olan bir kişinin
kayyım atanmasına yönelik bir iradesinden söz edilemez. Dolayısıyla küçüğün,
hak düşürücü süre geçtikten sonra kayyım atanmasının ve buna bağlı olarak da
davanın süresinde açılmamasının sonuçlarından sorumlu tutularak bu hakkını
kullanılmasının engellenmesi adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırıdır.
Kişinin
genetik babasıyla nesep ilişkisi kurabilmesi maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkının bir gereğidir. Bireyin ana babasını bilme, babasının
nüfusuna yazılma ve bunların getireceği haklardan yararlanma, ana ve babasından
velayete bağlı görevlerini yerine getirmelerini isteme hakkı, onun maddi ve
manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi kapsamındadır. Hukuk devleti
ilkesi de kişinin genetik-biyolojik kökenini bilme ve soybağı ilişkisini kurma
hakkının önündeki engelleri kaldırmayı gerektirir.
4721
sayılı Kanun'un soybağına ilişkin hükümlerinden, soybağının reddi davası açma
hakkını bir hak düşürücü süreyle sınırlayan kanun koyucunun hukuken kurulan
soybağı ilişkisinin sürekli dava tehdidi altında kalmasını istemediği
anlaşılmaktadır. Hak arama özgürlüğü, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez
unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde
güvence altına alınmalıdır. Buna göre hukuken kurulan soybağının sürekli olarak
dava tehdidi altında olması engellenirken, kişinin temel hak ve
hürriyetlerinden olan maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile
hak arama hürriyetinin zarar görmemesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle bu
hakların sınırlandırılmasıyla umulan kamu yararı ile bireyin hak ve
özgürlükleri arasında adil bir dengenin olması gerekmektedir. Bu bakımdan
soybağının reddi davasına ilişkin sürenin kaçırılmasında bir kusuru bulunmayan
kişinin genetik babasıyla soybağı ilişkisi kurma hakkını sınırlayan itiraz
konusu kural, küçüğün maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını,
hak arama hürriyetinin özünü hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
biçimde zedelemektedir.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural
Anayasa'nın 2., 5., 13., 17. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir."
4. Yargıtay İçtihadı
41. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 19/9/2011 tarihli ve
E.2010/23516, K.2011/13464 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"İstem, evlat
edindirilen çocukla biyolojik baba olduğu iddia edilen kimse arasında kişisel
ilişki kurulmasına (TMK.md.323-324) ilişkindir. Çocuk evlilik dışı olarak
doğmuş, velayet hakkı sahibi annenin rızasının aranmamasına karar verilmek
suretiyle evlat edinilmiştir. Çocukla istemde bulunan baba arasında hukuki bir
bağla babalık ilişkisi kurulmuş değildir. Çocukla arasında hukuksal bir bağ
bulunmayan davacının baba sıfatıyla kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkı
mevcut değildir. Bu şekilde, çocukla hukuki bağı bulunmayan baba olduğunu iddia
eden kişi ancak üçüncü kişi sıfatıyla Türk Medeni Kanununun 325. maddesindeki
koşullar gereçekleştiği takdirde kişisel ilişki isteminde bulunabilir. İstem
konusunda, Türk Medeni Kanununun 325.maddesindeki 'olağanüstü hal' in
mevcudiyeti koşulu da gerçekleşmemiştir. Mahkemece, istemin bu nedenle reddi
gerekirken; yazılı şekildeçocuk yararına olmadğı gerekçesiyle reddine karar
verilmiş olması gerekçe yönünden isabetli değilse de; bu yön bozmayı
gerektirmediğinden; hükmün gerekçesinin yukarıda açıklandığı gibi
değiştirilerek onanmasına (HUMK.md.438/son) karar vermek gerekmiştir."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
42. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin(Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesi şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı
gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak
müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
43. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 8.
maddesinde yer alan “aile hayatı” kavramının evlilik temelli ilişkilerle
sınırlı olmadığını ve diğer fiilî (de facto)
“aile” bağlarını da kapsadığını vurgulamaktadır (Anayo/Almanya, B. No: 20578/07, 21/12/2010, § 55). AİHM'e
göre Sözleşme'nin 8. maddesinin amaçları bakımından “aile hayatı”nın varlığı ya
da yokluğu, somut olayda yakın kişisel bağların mevcut olup olmadığına bağlı
olgusal bir sorundur (K. ve T./Finlandiya
[BD], B. No: 25702/94, 12/7/2001, § 150). AİHM, kural olarak aile hayatından
söz edebilmek için birlikte yaşamayı bir koşul olarak kabul etmekle birlikte
istisnai olarak fiilî bir “aile bağı” oluşturacak kadar yeterli tutarlılık
taşımak kaydıyla diğer etkenlerin de aile hayatının varlığını gösterebileceği
kanaatindedir (Kroon ve diğerleri/Hollanda,
B. No: 18535/91, 27/10/1994, § 30).
44. AİHM, bir aile bağının varlığının tespit edildiği durumlarda
devletin kural olarak bu bağın sürdürülmesini sağlamaya uygun şekilde davranmak
zorunda olduğunu belirtmektedir. Ebeveyn ve çocuk arasındaki karşılıklı ilişki,
aile hayatının temel bir unsurunu teşkil eder ve kamu makamlarının bunu
engelleyen tedbirleri ise Sözleşme’nin 8. maddesince korunan aile hakkına
yönelik bir müdahale oluşturur (Monory/Romanya
ve Macaristan, B. No: 71099/01, 5/4/2005, § 70; K. ve T./Finlandiya, § 150).
45. AİHM; Sözleşme'nin 8. maddesinin temel amacının kamu
makamlarının keyfî eylemlerine karşı bireyi korumanın yanında ayrıca buna ek
olarak aile hayatına saygı hakkının etkili bir şekilde korunmasına ilişkin
pozitif yükümlülükleri de içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre bu
yükümlülükler, bireyler arasındaki ilişkiler alanında dahi hem bireylerin
haklarını koruyan yargısal ve icrai bir mekanizma oluşturulması hem de bu
hakkıgüvence altına almak için öngörülen tedbirlerin etkin bir biçimde uygulanmasını
kapsamaktadır (Glaser/Birleşik Krallık,
B. No: 32346/96, 19/9/2000, § 63).
46. AİHM; Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında devletin pozitif
yükümlülüklerinin bir ebeveynin çocuğuyla bir araya gelmesini sağlamak için
kamu makamlarının gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü kapsadığını kabul
etmektedir. AİHM'e göre bu yükümlülük, ayrıca çocukla kişisel ilişki ve çocuğun
ikametgâhına ilişkin ebeveynler ve/veya çocuğun ailesinin diğer üyeleri
arasında doğan anlaşmazlıklar bakımından da geçerlidir (Manic/Litvanya, B. No: 46600/11,
13/1/2015, § 101).
47. AİHM, devletin ister negatif isterse de pozitif
yükümlülükleri bağlamında olsun bireyin ve ilgili üçüncü kişiler de dâhil olmak
üzere toplumun yarışan menfaatleri ile devletin takdir yetkisi arasında adil
bir denge kurulmasına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Glaser/Birleşik Krallık, § 63). AİHM;
ulusal makamların çocuğun ve ebeveynin menfaatleri arasında adil bir denge
kurması gerektiğini ancak bu dengelemede çocuğun üstün yararının mahiyet ve
ciddiyetine bağlı olarak çocuğun menfaatinin ebeveynin menfaatine göre daha
fazla önem taşıyabileceğini kabul etmektedir (Şahin/Almanya
[BD], B. No: 30943/96, 8/7/2003, § 66;
Płaza/Polonya, B. No: 18830/07, 25/1/2011, § 71).
48. Mandet/Fransa (B.
No: 30955/12, 14/1/2016) kararında annenin eşinin babalığının tanınması
işleminin bozulmasına ilişkin anne, eşi ve çocuktan oluşan başvurucuların
şikâyetleri incelenmiştir. AİHM; kamu makamlarının çocuğun üstün menfaatlerini
gözettiğini tespit etmiştir. Buna göre somut olay bakımından çocuğun
menfaatlerinin biyolojik babanın menfaatleri ile örtüştüğünü belirten AİHM,
çocuğun velayetinin anneye verildiğini, ayrıca çocuğun anne ve eşiyle birlikte
yaşadığını gözeterek Sözleşme'nin 8. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir
(Mandet/Fransa, §§ 44-60).
49. Cengiz Kılıç/Türkiye
(B. No: 16192/06, 16/12/2011) kararında, babanın boşanma davası devam ederken
çocuğuyla görüştürülmemesi şikâyeti incelenmiştir. AİHM, kamu makamlarının
makul bir şekilde kendisinden beklenen uygulamaya yönelik gerekli bütün
tedbirleri almadığı gerekçesiyle başvurucunun özel ve aile hayatına saygı
hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Cengiz
Kılıç/Türkiye, §§ 120-135).
50. Anayo/Almanya
kararına konu olayda, kamu makamlarının başvurucuya daha önce hiç birlikte
yaşamadığı ikiz çocuklarıyla görüşme izni vermemesi söz konusudur. AİHM,
çocuklar ve başvurucu arasındaki ilişkinin çocukların menfaatleri açısından
yararlı olup olmayacağı sorusunun kamu makamlarınca incelenmediği gerekçesiyle
Sözleşme'nin 8. maddesinin ihlaline karar vermiştir (Anayo/Almanya, §§ 55-73). Schneider/Almanya
(B. No: 17080/07, 15/9/2011, §§ 79-105) kararında da başvurucuya biyolojik oğlu
olduğunu iddia ettiği çocukla iletişim kurmasına izin verilmemesi nedeniyle
başvurucunun özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Kararda, başvurucunun çocukla birlikte yaşamadığından aile hayatı bulunmasa da
çocuğu ile iletişim kurmasının başvurucunun özel hayatının önemli bir parçası
olduğu kabul edilmiştir (Schneider/Almanya, §§
87-90).
51. Ahrens/Almanya
(B. No: 45071/09, 22/3/2012, § 89) ve Kautzor/Almanya
(B. No: 23338/09, 22/3/2012, § 91) kararlarında, çocuk ile çocuğun yasal
ebeveynleri arasındaki mevcut ilişkinin çocuğun biyolojik babasıyla olan
ilişkisinden daha öncelikli olup olmadığı yönündeki kararın -taraf devletler
arasında bu konuda bir konsensüs bulunmadığını da gözeterek- devletin takdir
yetkisi kapsamında olduğu belirtilmiştir.
52. Nazarenko/Rusya
(B. No: 39438/13, 16/7/2015) kararına konu olayda; çocuk evlilik birliği içinde
doğmuş ve kanunen babası olarak gözüken başvurucu, beş yıldan fazla bir süre
kendini çocuğun babası olarak bilmiş; onu büyütmüş ve ona bakmıştır. Uzman
raporlarına göre başvurucu ile çocuk arasında yakın bir duygusal bağ bulunduğu
tespit edilmiştir. Ancak daha sonra başvurucunun çocuğun biyolojik babası
olmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu ile çocuğun neticede başvurucunun çocuğun
biyolojik babası olmadığı ortaya konulana kadar uzun bir süre boyunca
birbirlerinin baba ve kız evlat olduklarına inandıkları düşünüldüğünde ve
aralarındaki yakın kişisel bağ dikkate alındığında AİHM, Sözleşme'nin 8.
maddesinin birinci paragrafı kapsamında bu ilişkinin aile hayatı anlamına
geldiği sonucuna ulaşmıştır (Nazarenko/Rusya,
§ 58). AİHM, somut
olayda başvurucunun biyolojik baba olmadığı ortaya çıktıktan sonra çocuk ile
olan soy bağının kaldırıldığını ve bunun sonucu olarak kanun gereği velayet
hakkı yanında kişisel ilişki kurmasına da izin verilmediğini tespit etmiştir (Nazarenko/Rusya, § 64). AİHM, çocukla kişisel ilişkisini
sürdürmeye hak sahibi olan kişilerin katı bir listesinin oluşturulmasının ve
her olayın kendine özgü koşulları içinde çocuğun üstün menfaati gözetilerek
istisnalar getirilmemesinin niçin "demokratik bir toplumda gerekli"
olduğunun gösterilemediğini belirtmiştir(Nazarenko/Rusya,
§ 65). AİHM'e göre Sözleşme'nin 8. maddesi, taraf devletlere
-biyolojik olarak ilişkili olsun veya olmasın- yeterince uzun bir süre boyunca
çocukla yakınlığı bulunan kişiyle kişisel ilişkinin sürdürülmesinin çocuğun
üstün yararına olup olmadığını her bir olayda ayrı ayrı inceleme yükümlülüğü
getirmektedir (Nazarenko/Rusya, § 66). AİHM, iç hukuka göre başvurucunun
soy bağının kaldırılmasından sonra tamamen ve otomatik olarak çocuğun
hayatından çıkarıldığını ifade etmiştir. Bununla birlikte AİHM; çocuğu bir süre
kendi çocuğuymuş gibi yetiştiren bir kimsenin çocuğun biyolojik babası
olmadığının ortaya çıkmasının ardından -çocuğun üstün yararına ilişkin nedenler
gerektirmedikçe- çocuğun hayatından çıkarılmaması gerektiği kanaatindedir(Nazarenko/Rusya, § 67). Sonuç olarak AİHM,
başvurucu ile çocuk arasındaki kişisel ilişkinin çocuğun üstün menfaatine olup
olmadığının hiçbir biçimde incelenmeksizin başvurucunun çocuk ile olan kişisel
ilişkisini sürdürme hakkından mahrum edilmesi nedeniyle Sözleşme'nin 8.
maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir(Nazarenko/Rusya,
§ 68).
2. Diğer Uluslararası
Belgeler
53. Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (BM
Sözleşmesi), BM Genel Kurulunun 20/11/1989 tarihli ve 44/25 sayılı kararıyla
kabul edilmiş ve imzaya açılmıştır. Türkiye, BM Sözleşmesi'ni 14/9/1990
tarihinde imzalamıştır. BM Sözleşmesi'nin onaylanmasının uygun bulunduğuna
ilişkin 9/12/1994 tarihli ve 4058 sayılı Kanun, 11/12/1994 tarihli ve 22138
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. BM Sözleşmesi’nin onaylanmasına ilişkin
23/12/1994 tarihli ve 94/6423 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ise 27/1/1995
tarihli ve 22184 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Onay belgeleri 4/4/1995
tarihinde BM Genel Sekreterliğine tevdi edilmiş ve BM Sözleşmesi, Türkiye
bakımından 4/5/1995 tarihinde yürürlüğe girmiştir. BM Sözleşmesi'nin 3.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. Kamusal ya da özel sosyal yardım
kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan
ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
2. Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının,
vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve
ödevlerini de göz önünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı
sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
..."
54. BM Sözleşmesi'nin 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. Yetkili makamlar uygulanabilir yasa
ve usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına
olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun anababasından,
onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana-babası
tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması ya da ihmal edilmesi durumlarında
ya da ana-babanın birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgahının
belirlenmesi amacıyla karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı
verilebilir.
...
3. Taraf Devletler, ana-babasından veya
bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına
aykırı olmadıkça, ana-babanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki
kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.
..."
55. BM Çocuk Hakları Komitesinin 14 numaralı Genel Yorumu'nun
(2013 yılı)ilgili kısmı şöyledir:
"...
13. Bütün Taraf Devletler, çocuğun üstün
yararının dikkate alınması ve temel düşünce olarak kabul edilmesi hakkına saygı
göstermeli ve bu hakkı uygulamalıdır ve bu hakkın tam olarak uygulanması için
bütün gerekli, iyi düşünülmüş ve somut tedbirleri almakla yükümlüdür.
...
29. Babalık, çocuk
istismarı ya da ihmal, aile birleşimi, barınması vb. Hukuk davalarında çocuk
kendi yararlarını doğrudan ya da bir temsilci aracılığıyla savunabilir. Örneğin
çocuk istismarı ya da ihmal davaları gibi evlat edinme veya boşanma işlemleri,
velayet, ikametgah, kişisel ilişki ya da çocuğun hayatı ve gelişiminde önemli
etkisi olan diğer konularda, çocuk yargılama sürecinden etkilenebilir.
Mahkemeler, usuli ya da esasa ilişkin olmaları fark etmeksizin, çocuğun üstün
yararının bütün bu tür durumlarda ve kararlarda dikkate alınmasını sağlamalıdır
ve bunu etkili bir şekilde yaptıklarını göstermelidir..."
...
36. Bir çocuğun üstün
yararı, bütün uygulama tedbirlerinin alınmasında öncelikli düşünce olacaktır. 'Olacaktır'
ifadesi, devletler üzerinde güçlü bir yasal yükümlülük doğrurur ve devletler
çocukların üstün yararının atılan herhangi bir adımda değerlendirilip
değerlendirilmeyeceği ve temel düşünce olarak çocuğnu üstün yararınauygun
ağırlığın tanınıp tanınmayacağı konusunda takdir yetkisi kullanamazlar...
...
60. Ailenin ayrılmasının
önlenmesi ve aile birliğinin korunması çocuk koruma sisteminin önemli
unsurlarıdır ve '...ayrılığın çocuğun üstün yararı için gerekli olması
haricinde çocuğnu ebeveynlerinden, onların rızası olmaksızın ayırılmamasını'
gerekiren 9. maddenin1. paragrafında öngörülen hakka dayanmaktadır. Üstelik,
ebeveynlerinden birinden ya da ikisinden ayırılan çocuk, 'kendi yüksek yararına
aykırı olmadıkça ebeveynin ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma
ve doğrudan görüşme hakkına sahiptir' (madde 9 fıkra 3). Bu, aynı zamanda
velayet haklarına sahip olan herhangi bir kimse, hukuki ya da geleneksel olarak
temel bakımı üstlenenler, evlat edinen ebeveynler ve çocukla bir kişisel ilişkisi
olan kişiler bakımından da geçerlidir..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
56. Mahkemenin 26/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Özel Hayata ve Aile
Hayatına Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
57. Başvurucular, başvurucu çocuk Özgün'ün boşanma davası
sırasında biyolojik olmayan babası S.S. ile tedbiren kişisel ilişki
kurulmasından yakınmaktadırlar. Başvuruculara göre yargılama sürecinde çocuğun
haklarına öncelik tanınmamıştır. Başvurucular, gerçek babası olmayan davalı eş
ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulması neticesinde çocuğun psikolojik
olarak zarar gördüğünü iddia etmişlerdir. Başvurucular ayrıca, soy bağının
reddi davası açılmak için kayyım atanma zorunluluğunun bulunmasının ve beş
yıllık hak düşürücü süre koşulu uygulanmasının gerçek ebeveynin tespitini
güçleştirdiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, bunun dışında boşanma davası
sırasında çocuğun yurt dışına çıkışının yasaklanmasının onun seyahat özgürlüğünü
ihlal ettiğini belirtmişlerdir.
58. Bakanlık görüşünde, Adli Tıp Kurumunun soy bağına ilişkin
15/10/2012 tarihli kararından sonra boşanma davasının devam ettiğine dikkat
çekilmiştir. Bakanlığa göre ilk derece mahkemesi esas hakkında karar verilip kesinleşinceye
kadar çocuğun menfaatini ve tarafların durumunu dikkate alarak kişisel ilişki
kurulmasına karar vermiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca, soy bağının reddi
davası açılmasını doğumdan itibaren beş yıl ile sınırlayan düzenlemenin
yargılama devam ederken Anayasa Mahkemesince iptal edildiği vurgulanmıştır.
59. Başvurucular cevap dilekçesinde, babalık karinesinin gerçeğe
üstün tutulduğunu hâlbuki gerçek durumun en kısa sürede tespit edilerek bu
doğrultuda özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının korunması gerektiğini
belirtmişlerdir. Cevap dilekçesinde ayrıca, evlat edinme veya başka bir sebeple
sorumluluk alan biyolojik baba olmayan kişilerin de bulunabileceği kabul
edilmekle birlikte somut olayda böyle bir durumun söz konusu olmadığı, S.S.nin
çocuğa sert ve soğuk davrandığı ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
60. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Özel hayatın gizliliği” kenar başlıklı 20.
maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
...”
61. Anayasa’nın “Ailenin
korunması ve çocuk hakları” kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların
korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için
gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça
aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme
hakkına sahiptir.
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu
tedbirleri alır.”
62. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
63. Başvurucu Özgün Söylemezoğlu'nun boşanma davası sırasında
tedbiren yurt dışına çıkarılmasının yasaklanması nedeniyle seyahat özgürlüğünün
sınırlandırıldığı ileri sürülmektedir. Anayasa’nın 23. ve Sözleşme’ye ek 4No.lu
Protokol’ün 2. maddesinde, ülke içinde seyahat özgürlüğü bulunmakla birlikte
kişilerin bulunduğu ülkeden ayrılma özgürlüğü de bulunmaktadır. Ancak anılan
Protokol’e Türkiye taraf olmadığından Anayasa’nın 23. maddesinde yer alan
seyahat özgürlüğüne yönelik başvurular bireysel başvuru kapsamında değildir.
Somut olay bakımından başvurucuların temel şikâyetleri, biyolojik baba olmayan
kişi ile başvurucu çocuk arasında kişisel ilişki kurulması ve soy bağının reddi
davası için bazı koşullar getirilmesine yöneliktir. Bu sebeple başvurucuların
makul sürede yargılanma hakkı dışındaki bütün şikâyetleri özel hayata ve aile
hayatına saygı hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
64. Başvurucular, ilk olarak ergin olmayan çocuk adına soy
bağının reddi davası açılması için kayyım atanması zorunluluğundan ve doğumdan
itibaren beş yıllık bir hak düşürücü süre koşulu getirilmesinden
yakınmaktadırlar.
65. Gerçekten de soy bağının reddi davasının açıldığı tarih
itibarıyla 4721 sayılı Kanun'un 291. maddesinin ikinci fıkrasında, soy bağının
reddi davasının çocuğun doğumundan itibaren ancak beş yıl içinde açılabileceği
yönünde bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin
10/10/2013 tarihli ve E.2013/62, K.2013/115 sayılı kararı ile bu hükümde yer
alan “...her hâlde doğumdan başlayarak beş
yıl...” ibaresi iptal edilmiştir (bkz. § 40). Nitekim somut olayda ilk derece mahkemesinin soy
bağının reddine ilişkin kararı Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 18/6/2013 tarihli
ilamıyla hak düşürücü süre yönünden bozulmuş ise de karar düzeltme istemi
üzerine Daire 6/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeterek
hükmün onanmasına karar vermiştir. Dolayısıyla başvurucuların soy bağının
reddine ilişkin talepleri, yapılan yargılama neticesinde hak düşürücü süre
hükümleri uygulanmaksızın kabul edilmiş olduğundan başvurucuların bu yönde bir
mağduriyetleri söz konusu değildir.
66. Diğer taraftan BM Çocuk Hakları Komitesinin 14 numaralı
Genel Yorumu'nda da değinildiği üzere çocuğun üstün yararı çerçevesinde hukuk
davalarında çocuğun doğrudan veya bir temsilci aracılığıyla savunulması
öngörülmelidir. Çünkü boşanma işlemleri; velayet, kişisel ilişki ya da somut
olaydaki soy bağının reddi gibi çocuğun hayatı ve gelişiminde önemli etkisi
olan diğer konularda çocuğun yargılama sürecinden etkilenebilmesi söz
konusudur. Somut olayda da çocuğun yaşı dikkate alınarak ve yasal
temsilcileriyle menfaatinin çelişki içinde olabileceği gözetilerek çocuğa
temsil kayyımı atanmıştır. Buna göre çocuğun üstün yararı gözetilerek, açılacak
soy bağının reddi davası için temsil kayyımı atanmasının özel hayata ve aile
hayatına saygı hakkı yönünden bir ihlale yol açmadığı açıktır.
67. Bu durumda başvurucuların aile hayatına saygı hakkının
ihlaline ilişkin iddiası, başvurucu çocuk ile biyolojik baba olmayan kişi
arasında tedbiren kişisel ilişki kurulması yönündeki müdahale ile sınırlı
olarak incelenmelidir. Mahkemenin 3/4/2014 tarihli kararıyla baba ile çocuk
arasında kişisel ilişki kurulmasına ilişkin tedbir kararı kaldırılmış ise de bu
durumun başvurucuların mağduriyetini tamamen ortadan kaldırmadığı, tedbir
kararının kaldırıldığı tarihe kadar oluşan mağduriyetlerin giderilmediği
gözetildiğinde başvurucuların mağdur sıfatlarının devam ettiği
değerlendirilmektedir.
68. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan aile
hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve
Uygulanabilirliği
69. Aile hayatına saygı hakkı, Anayasa'nın 20. maddesinin
birinci fıkrasında güvence altına alınmıştır. Madde gerekçesi de dikkate alındığında
resmî makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi ile kişinin
ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi gereğine
işaret edildiği görülmektedir. Ayrıca Anayasa’nın 41. maddesinin -Anayasa’nın
bütünselliği ilkesi gereği- özellikle aile hayatına saygı hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüklerin değerlendirilmesi bağlamında gözönünde bulundurulması
gerektiği açıktır (Murat Atılgan,
B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 22; Marcus
Frank Cerny, [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 36).
70. Aile hayatındaki temel ilişkiler, kadın ve erkek ile ebeveyn
ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmî evlilik birliklerinin aile hayatı
kapsamında korunduğu kuşkusuz olup evlilik içinde doğan çocuklar da kendiliğinden
evlilik ilişkisinin bir parçası sayılırlar. Bu çerçevede çocuğun doğumundan
itibaren çocuk ve ebeveyn arasında aile hayatı anlamına gelen bir bağ
kurulduğunun kabulü gerekir (Murat Atılgan,
§ 23; N.Ö., B. No: 2014/19725,
19/11/2015, § 33). Ayrıca aile hayatından söz edebilmek için "birlikte
yaşama" temel bir koşul olmakla birlikte fiilî bir “aile bağı” oluşturacak
kadar yeterli tutarlılık taşımak kaydıyla başka bazı istisnai durumlarda da
aile hayatının varlığından söz edilebilir.
71. Aile hayatının temel unsuru, aile ilişkilerinin normal bir
şekilde gelişebilmesi ve bu bağlamda aile fertlerinin birlikte yaşama hakkıdır.
Bu hakkın kapsamının ise aile hayatına saygı yükümlülüğünden ayrı düşünülmesi
mümkün değildir (Murat Atılgan, §
24; Marcus Frank Cerny, § 38).
72. Somut olayda başvurucu çocuk, resmî bir evlilik birliği
içinde doğmuş olup diğer başvurucu ise çocuğun annesidir. Başvurucu anne,
açtığı boşanma davasında çocuğun embriyo transferi yoluyla doğduğunu öne
sürmüş; bunun üzerine başvurucu çocuğa görevlendirilen kayyım tarafından soy
bağının reddi davası açılmıştır. Bu davada Adli Tıp Kurumunca yapılan DNA
incelemesi esas alınarak ilk derece mahkemesince başvurucu annenin eşinin
başvurucu çocuğun babası olmadığı tespit edilerek soy bağının reddine karar
verilmiştir. Boşanma davasında ilk derece mahkemesi, soy bağının reddi davası
sürecinin devam ettiğini gözeterek başvurucu çocuk ile biyolojik baba olmadığı
tespit edilen eş arasında kişisel ilişki tesis etmiştir. Buna karşın 3/4/2014
tarihli karar duruşmasında bu kişisel ilişkinin kaldırılmasına karar
verilmiştir. Dolayısıyla soy bağının reddi ve kişisel ilişki kurulmasına
ilişkin başvuruya konu bütün bu sürecin başvurucuların aile hayatlarını
ilgilendirdiğinden somut başvuruda aile hayatına saygı hakkının uygulanabilir
olduğu değerlendirilmektedir.
ii. Müdahalenin Varlığı
73. Ebeveyn ile çocukların birlikte yaşama istekleri aile
hayatının vazgeçilmez bir unsurudur. Aile hayatına saygı hakkı kapsamında
devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfî surette
müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek
olarak aile hayatına etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif
yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler
arası ilişkiler alanında olsa da aile hayatına saygıyı sağlamaya yönelik
tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (Murat
Atılgan, § 26; N.Ö., §
36).
74. Devletin pozitif tedbirler alma yükümlülüğü konusunda
Anayasa’nın 20. ve 41. maddeleri; ebeveynin mevcut olayda babanın çocuğuyla
bütünleşmesinin sağlanması amacıyla tedbirler alınmasını isteme hakkını ve
kamusal makamların bu tür tedbirleri alma yükümlülüğünü içermektedir. 41.
maddede her çocuğun yüksek yararına aykırı olmadıkça anne ve babasıyla kişisel
ve doğrudan ilişki kurma, ilişkiyi sürdürme hakkına sahip olduğu açıkça
belirtilmektedir. Söz konusu yükümlülüğün uluslararası sözleşmelerde de yer
bulduğu görülmektedir (bkz. §§ 53-55). Bu noktada anne ve baba ile düzenli bir
kişisel ilişki sürdürülmesinde çocuğun üstün menfaatinin bulunduğu da göz ardı
edilmemelidir.
75. Somut başvuru açısından ilk derece mahkemesince boşanma
davası sürecinde velayeti tedbiren anneye verilen çocuk ile biyolojik olmayan
ancak evlilik birliği içinde doğmakla kayden baba olarak gözüken kişi arasında
kişisel ilişki kurulması tedbiri uygulanmasının başvurucuların aile hayatına
saygı hakkına müdahale oluşturduğu açıktır.
iii. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
76. Anayasa’nın 20. maddesinde bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin
olmadığı anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber
özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından
kaynaklanan bazı sınırları bulunmakta, ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde
yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün
olabilmektedir. Bu noktada Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence
ölçütleri, işlevsel niteliği haizdir (Sevim
Akat Ekşi, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
77. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz.”
78. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa'da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde bulundurularak
sınırlanabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi
çerçevesinde, Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları
gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer
alan -başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere- tüm güvence ölçütlerinin
Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de
gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat
Ekşi, § 35).
(1) Kanunilik
79. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Ekşi, § 36).
80. Kişisel ilişkinin tesisine ilişkin olarak 4721 sayılı
Kanun’un 169., 182., 323., 324. ve 325. maddelerinde ayrıntılı düzenlemelere
yer verilmiştir. Buna göre aile hayatının uygulamada ve etkili bir şekilde
korunmasını güvence altına alan kanuni bir çerçevenin mevcut olduğu ve kişisel
ilişki tesisine dair somut başvuruya konu uygulamanın öngörülebilir,
ulaşılabilir ve belirli kanuni bir dayanağının bulunduğu anlaşılmaktadır.
(2) Meşru Amaç
81. Anayasa'nın 41. maddesinde; yüksek yararına aykırı olmadıkça
her çocuğun anne ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma, ilişkiyi
sürdürme hakkına sahip olduğu açıkça belirtilmektedir. 4721 sayılı Kanun’un
ilgili maddelerinde de velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk
ile kişisel ilişkisi düzenlenirken çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak
bakımından yararlarının esas tutulacağı ifade edilmiştir. Bu bağlamda velayet
ile kişisel ilişkiyle ilgili düzenlemeler kapsamında alınan tedbirlerin çocuğun
eğitimi, sağlığı, ahlakı ile çocuk ve ebeveynin hak ve özgürlüklerini koruma
şeklindeki meşru temellere dayandığı anlaşılmaktadır.
(3) Demokratik Toplumda
Gerekli Olma ve Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
82. Belirtilen meşru temellere rağmen bireyin temel haklarına
yapılan müdahale ile bu müdahaleyle güdülen meşru amaç arasında bir orantı
bulunması zorunludur. Anayasa’nın 13. maddesinde; bu orantının
değerlendirilmesi noktasında nazara alınmak üzeredemokratik toplumda
gereklilik, hakkın özü ve ölçülülük unsurlarına riayet edilmesi şeklinde üç
ayrı güvence ölçütüne daha yer verilmiştir.
83. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş
ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin
özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle
getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı
kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve
özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal
düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu
nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil koşulları, nedeni, yöntemi
ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik
toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (AYM, E.1999/33, 1999/51,
29/12/1999; AYM, E.2016/46, K.2016/178, 23/11/2016, § 13; Murat Atılgan, § 37; N.Ö., § 48).
84. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm
temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması hususunda geçerli olan denge, aile
hayatına saygı hakkının sınırlanmasında da gözönünde bulundurulmalıdır. Aile
hayatına saygı hakkının sınırlanması mümkün olmakla beraber sınırlamada
öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında orantısızlık bulunmamalı,
sınırlandırmayla ulaşılabilecek yarar ile temel hak ve özgürlüğü
sınırlandırılan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen
gösterilmelidir. Bu noktada belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlama yapılıp
yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği ve aile hayatına saygı
hakkını ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç
karşısında bireye düşen fedakârlığın ağırlığının gözönünde bulundurulması,
özellikle velayet ve kişisel ilişki tesisine dair uyuşmazlıklar söz konusu
olduğunda ebeveyn ve çocuğun menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulup
kurulmadığının belirlenmesi gerekmektedir (Murat
Atılgan, § 39; N.Ö., §
50).
85. Aile hayatına saygı hakkı kapsamındaki negatif ve pozitif
yükümlülükler arasındaki sınırları kesin biçimde tanımlamak mümkün olmayıp
ilgili makamların her iki yükümlülük çerçevesinde de belirli bir takdir alanına
sahip olduğu kabul edilmekle birlikte her iki yükümlülük kapsamında da benzer
ilkelerin gözönünde bulundurulması, özellikle her iki durumda da kamusal
makamlarca olayın bağlamı ve müdahalenin türüne göre birey menfaatleri ile
toplum menfaatleri ve çocuk ile ebeveyn menfaatleri arasında adil bir denge
kurulmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. Bu dengenin tesisinde niteliği
gereği çocuğun menfaatlerine özel bir önem verilmesi gerektiği açıktır (Murat Atılgan, § 42; N.Ö., § 53).
86. Şüphesiz çocuğun üstün yararının ne olduğuna ilişkin tespit,
bu tür davalarda dikkate alınması gereken en önemli unsurdur. Bu bağlamda
ilgili taraflarla doğrudan temas hâlinde olan yargısal organların belirtilen
hususun tespiti noktasında daha avantajlı konumda olduğu açıktır. Bu nedenle
Anayasa Mahkemesinin görevi; derece mahkemelerinin yerine geçerek, koruma ve
kişisel ilişki tesisine ilişkin davalarda, belirtilen hususun bizzat tanzim ve
tespiti olmayıp ilgili anayasal normlar bağlamında derece mahkemelerinin
kendilerine tanınmış olan takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerini denetlemektir.
87. Özellikle müdahalenin ölçülülüğü noktasında derece mahkemelerinin
takdir yetkilerini makul ve sağduyulu bir şekilde kullanıp kullanmadıkları
hususunu değerlendirmek durumunda olan Anayasa Mahkemesi, bu bağlamda
müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup
olmadığını incelemek durumundadır. Derece mahkemelerinin takdirlerinin
gerekçelerini, ilgili ebeveynin kanun yoluna müracaat imkânını da etkili
şekilde kullanabilmelerini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya koymaları
ve ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi
objektif verilere dayandırılması gerekmektedir (Murat Atılgan,§§ 44, 45; N.Ö.,
§§ 55, 56).
(b) İlkelerin Olaya
Uygulanması
88. Başvuru konusu olayda başvurucu çocuk 5/2/2007 tarihinde
evlilik birliği içinde doğduğundan S.S., çocuğun babası olarak nüfusa
kaydedilmiştir. Başvurucu anne 29/1/2010 tarihinde boşanma davası açmıştır.
Boşanma davasında ilk derece mahkemesi, psikoloji ve pedagoji alanında uzman
kişilerden aldığı rapora dayalı olarak 4/3/2010 tarihinde çocuğun velayetinin tedbiren
annesine verilmesine ve çocuk ile babası arasında kişisel ilişki kurulmasına
karar vermiştir.
89. Başvurucu anne; boşanma davasında çocuğun yapay döllenme
yöntemiyle dünyaya geldiğini ileri sürdüğünden çocuğa temsil kayyımı atanmış ve
kayyım tarafından 29/1/2010 tarihinde soy bağının reddi davası açılmıştır.
Yapılan yargılamada, kayden baba gözüken S.S.nin başvurucu çocuğun biyolojik
babası olmadığı, DNA incelemesi sonucu 15/10/2012 tarihli Adli Tıp Kurumu
raporu ile ortaya çıkmıştır. Bu inceleme sonrası 19/12/2012 tarihinde çocuk ile
biyolojik baba olmadığı tespit edilen S.S. arasındaki kişisel ilişkinin
kaldırılmasına karar verilmiştir. Ancak davalının 15/7/2013 tarihli talebini
değerlendiren ilk derece mahkemesi, yeniden psikoloji alanında uzman bir
görevliden rapor aldırmış; rapordaki tespitleri esas alarak çocuğun üstün
yararı gerekçesiyle 23/9/2013 tarihinde yeniden çocuk ile S.S. arasında
tedbiren kişisel ilişki kurulmasına karar vermiştir. Bu arada soy bağının
reddine ilişkin 19/12/2012 tarihli hüküm, Yargıtayca 6/3/2014 tarihinde
onanmıştır. İlk derece mahkemesi de bu hükmü gözeterek 3/4/2014 tarihli karar
duruşmasında kişisel ilişki kurulmasına ilişkin söz konusu tedbir kararını
kaldırmıştır.
90. Somut olay bakımından başvurucuların asıl şikâyetinin DNA
incelemesinin sonuçlandığı 15/10/2012 tarihinden sonra kişisel ilişkinin
yeniden tesis edildiği 15/7/2013 tarihinden bu tedbirin kaldırıldığı 3/4/2014
tarihine kadar olan döneme ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Başvuruculara göre,
biyolojik baba olmadığı tespit edilmesine rağmen çocuğa ilgisiz ve kaba
davranan davalı eş ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmamalıdır.
91. Ancak öncelikle belirtmek gerekir ki DNA raporunun mevcut
olması, evlilik birliği içinde çocuğun nüfus kayıtlarındaki babalık durumunutek
başına değiştirmemektedir. Bunun için 4721 sayılı Kanun'un 286. ve devamı
maddeleri çerçevesinde soy bağının reddi davası açılması ve bu davanın kabulüne
ilişkin kararın kesinleşmesi gerekmektedir (bkz. §§ 38, 39). Anayasa
Mahkemesinin bu davalarda uygulanan hak düşürücü süreye ilişkin kısmi iptal
kararında da değindiği üzere kişinin genetik babasıyla nesep ilişkisi
kurabilmesi maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının bir
gereğidir (bkz. § 40). Bireyin ana babasını bilme, babasının nüfusuna yazılma
ve bunların getireceği haklardan yararlanma, ana ve babasından velayete bağlı
görevlerini yerine getirmelerini isteme hakkı onun maddi ve manevi varlığının
korunması ve geliştirilmesi kapsamındadır. Bununla birlikte soy bağına ilişkin
hükümler kamu düzenine ilişkin olup bireyin özel hayat ve aile hayatına saygı
hakkını ihlal etmemek kaydıyla kamu düzeninin korunması bakımından belirli
koşullara tabi tutulması kamu makamlarının takdirindedir. Bu bağlamda ancak
yargısal bir kararla ve bu kararın kesinleşmesiyle soy bağının
reddedilebilmesi, belirtilen takdir yetkisi çerçevesindedir. Somut olayda da
soy bağının reddine ilişkin karar kesinleştikten kısa bir süre sonra kişisel
ilişki kurulması tedbirinin kaldırıldığı dikkate alınmalıdır.
92. Kişisel ilişki hakkı alanında çocuğun üstün yararının
dikkate alınması gerekliliği, hem ulusal mevzuatta hem de uluslararası
sözleşmelerde genel bir hukuki karine olarak ortaya konmuştur (bkz. §§ 33-36,
41-55). Bu alanda kişisel ve ailevi durumların büyük bir çeşitlilik arz ettiği
dikkate alındığında ilgili bütün bireylerin hakları arasında adil bir dengenin
kurulması ise her somut olayın kendine özgü koşullarının incelenmesini
gerektirmektedir. Bu çerçevede çocuk ile kişisel ilişki kurma haklarını düzenleyen
4721 sayılı Kanun'un 323. ile 325. maddelerinin mahiyetinin gerektirdiğini aşan
nitelikte katı hükümler içermediği anlaşılmaktadır. Anılan hükümler
incelendiğinde çocuk ile ancak sınırlı sayıda kişilerin kişisel ilişki
kurabileceği yönünde bir listenin mevcut olmadığı, aksine çeşitli ailevi
durumlara ve çocuğun üstün yararına dayalı istisnai durumların da gözetildiği
görülmektedir. Nitekim bu Kanun'un 323. maddesinin birinci fıkrasında, ana ve
babadan her birinin, velayeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan
çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahip olduğu
belirtilmiş; 324. maddede bunun sınırları gösterilmiştir. Öte yandan 325.
maddede ise olağanüstü hâller mevcutsa -çocuğun menfaatine uygun düştüğü
ölçüde- çocuk ile kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkının diğer kişilere,
özellikle hısımlarına da tanınabileceği hüküm altına alınmıştır.
93. Somut olayda başvurucu annenin eşiher ne kadar çocuğun
biyolojik babası değilse de bu durum ancak boşanma davası açıldıktan sonra soy
bağının reddi davası kapsamında tespit edilebilmiştir. Buna göre evlilik
birliği içinde doğan çocuk, annesinin eşi S.S.yi babası olarak bilmiş (bkz. §
14) ancak boşanma davasının kabulünden sonra bu kişi çocuğun hayatından
çıkmıştır. Derece mahkemelerinin kararlarından, boşanma davasına kadar bir süre
S.S.nin çocuk ile birlikte yaşadığı ve bu süre boyunca çocuğu kendi çocuğuymuş
gibi yetiştirdiği de anlaşılmaktadır. Boşanma davasında ilk derece mahkemesinin
çocuk ile kayden baba gözüken kişi arasında kişisel ilişki kurulmasına ilişkin
kararlarının psikoloji ve pedagoji alanında uzman görevlilerden alınan ve çocuk
ile diğer kişilerin psikolojik durumlarını içeren bilimsel raporlara dayalı
olduğu gözlemlenmektedir. Bu raporlarda ise çocuk ile babası arasında duygusal
bağın devamı bakımından kişisel ilişki kurulmasının çocuğun yararına olacağı
açıkça belirtilmiştir (bkz.§§ 14, 18). Başvurucu anne her ne kadar davalı
S.S.nin çocuğa kötü ve kaba davrandığını belirtmiş ise de gerek boşanma
davasına ilişkin derece mahkemelerinin kararlarında gerekse de uzman
raporlarında böyle bir bulguya yer verilmemiştir. Ayrıca başvurucu annenin bu
iddialarını daha önce boşanma davası sırasında ileri sürmediği de
görülmektedir.
94. Bu itibarla evlilik birliği içinde doğan çocuğu kendi
çocuğuymuş gibi yetiştiren ve çocuk ile arasında duygusal bağ bulunan kişi ile
çocuk arasında boşanma davası sırasında tedbiren kişisel ilişki kurulmuştur.
Derece mahkemeleri, bu kişinin DNA incelemesi sonucu çocuğun biyolojik babası
olmadığının tespitiyle birlikte soy bağının reddine ilişkin davanın devam
ettiğini gözeterek çocuğun üstün yararını gözeterek ve uzman raporlarına dayalı
olarak karar verilinceye kadar bu tedbiri devam ettirmiştir. Başvuru konusu
olay bakımından başvurucu annenin iddiasının aksine çocuğun üstün yararına
rağmen böyle bir kişisel ilişki kurulması yönündeki tedbir kararının
verilmemesi durumunda -somut olayın özel koşulları altında- çocuğun ve bu
kişinin aile hayatına saygı hakkının ihlalinden söz edilebileceği değerlendirilmektedir.
Nitekim Anayasa'nın 20. maddesi, çocuğun üstün yararı çerçevesinde olaya özgü
koşulların değerlendirilerek kişisel ilişki kurulması anlamında gerekli
tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır. Sonuç olarak derece mahkemelerinin
bu konudaki takdir yetkilerini çocuğun üstün yararını gözeterek makul ve
sağduyulu bir şekilde kullandıkları ve bu bağlamda kişisel ilişki tedbiri
uygulanmasına ilişkin müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin
ilgili ve yeterli oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kanuna dayalı olup
meşru bir amacı bulunan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü
olduğu anlaşıldığından başvurucuların aile hayatlarına saygı haklarının ihlal
edilmediği sonucuna varılmıştır.
95. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. maddesinde güvence
altına alınan aile hayatına saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Kayyım Tayini Davası
Yönünden
96. Başvurucular, kayyım atanmasına ilişkin yargılamanın uzun
sürdüğü gerekçesiyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
97. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8)
numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Anayasa Mahkemesi, ancak bu tarihten sonra
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilir (Zafer Öztürk, B.
No: 2012/51, 25/12/2012, § 17).
98. Somut olayda kayyım tayinine ilişkin olarak 2/3/2010
tarihinde açılan davanın 27/9/2011 tarihinde Yargıtay 18. Hukuk Dairesi
tarafından onanarak kesinleştiği
anlaşılmıştır. Bu durumda söz konusu yargılamada karar 23/9/2012 tarihinden
önce kesinleştiğinden başvurunun bu kısmı Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisi dışında kalmaktadır.
99. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Soy Bağının Reddi
Davası Yönünden
100. Başvurucular ayrıca, soy bağının reddi davası yönünden de
makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
101. Anayasa'nın 36. ve 141. maddeleri bağlamında medeni hak ve
yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması
gerektiğine dair temel ilkeler Anayasa Mahkemesince daha önce incelenmiş ve bu
konuda kararlar verilmiştir (Güher Ergun ve
diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013; Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun, B. No: 2012/12,
17/9/2013). Başvuru konusu olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir husus
bulunmamaktadır.
102. Somut olayda soy bağının reddine ilişkin davanın 29/1/2010
tarihinde açıldığı ve 6/3/2014 tarihinde Yargıtay 18. Hukuk Dairesi tarafından
karar düzeltme istemi kabul edilerek onanmakla kesinleştiği anlaşılmaktadır.
103. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde davanın iki dereceli bir yargılama sisteminde toplam
yaklaşık 4 yıl 1 ay sürdüğü, yargılama sürecinin bütünü dikkate alındığında
başvurucuların haklarını ihlal edecek bir gecikmenin olmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
104. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kayyım atanması
davası yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
zaman bakımından yetkisizlik
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Soy bağının reddi
davası yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Aile hayatına saygı
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan aile
hayatına saygı hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
26/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.