TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
LATİF HACIBEKİROĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/6011)
|
|
Karar Tarihi: 22/9/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 8/12/2016 - 29912
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık
YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Latif
HACIBEKİROĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Kadir
KOCALAR
|
|
|
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, vazife malulü aylığı bağlanması talebiyle açılan
davada gerekçesiz karar verilmesi ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM)
yapısından kaynaklanan hususlar nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/4/2014 tarihinde Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun oğlu, terör olaylarının yaşandığı sınır
birliğinde asteğmen olarak zorunlu askerlik görevini yapmaktayken 2/1/1996
tarihinde nöbetçi subaylık görevini devrettikten sonra kaldığı tabur
misafirhanesinin banyosunda şofbenden sızan gazdan zehirlenerek vefat etmiştir.
8. Askerî Savcılıkça yapılan soruşturma sonucunda olayın
şofbendeki teknik bir arızadan kaynaklandığı belirtilerek Savcılığın 21/12/1996
tarihli ve E.1996/118, K.1996/613 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına
karar verilmiştir.
9. Başvurucu, ölen oğlundan dolayı vazife malullüğü aylığı
bağlanması için 1996 yılında Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne başvurmuş ancak
ölüm olayının müteveffanın nöbet bitiminde istirahatli olduğu sırada vuku
bulduğu, vefatında görevin neden ve etkisinin söz konusu olmadığı
gerekçeleriyle başvuru reddedilmiştir.
10. Başvurucu 12/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6353 sayılı
Kanun ile 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanunu’nun 72. maddesinde değişiklik yapıldığından bahisle 8/1/2013 tarihinde
yeniden başvuruda bulunmuş ise de Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının 6/2/2013
tarihli yazısıyla başvurusu reddedilmiştir.
11. Bu işlemin iptali istemiyle açılan dava AYİM Üçüncü
Dairesinin 5/12/2013 tarihli ve E.2013/1466, K.2013/1467 sayılı kararıyla
reddedilmiştir. Kararda 5434 sayılı Kanun'un 44. ve 45. maddelerine yer
verildikten sonra şu gerekçe yer almıştır:
"Somut olaya dönecek olursak; Davacının
oğlunun, 01.01.1996 tarihinde bölük nöbetçi subayı olduğu, nöbeti devredip
sabah saatlerinde kaldığı tabur misafirhanesinin banyosuna girdiği, banyoda
şofbenden sızan gaz nedeniyle aynı gün vefat ettiği, vefat olayının görevin
sebep ve etkisiyle meydana gelmediği, davacının vazife malulü olarak
sayılmasına olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle davacıya, aylık bağlanabilmesi
için gerekli "vazife malullüğü" koşulu gerçekleşmediğinden tesis
edilen işlemde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından
davanın bu nedenle reddine karar verilmiştir."
12. Başsavcılık düşüncesinde, başvurucunun oğlunun askerlik
hizmetini yerine getirdiği birliğin sınır birliği olduğu ve birlik personelinin
ikameti için misafirhane tesis edildiği, misafirhanede ikamet edilmesinin
hizmetin devamlılığını sağlamaya yönelik olarak verilen bir emre dayandığı,
istirahat hâlinde de olsa misafirhanede kalanların vazife ile irtibatlarının
kesilmediği, yapılan tahkikatta müteveffanın kusur veya ihmalinin bulunmadığının
da anlaşıldığı, dolayısıyla vefat olayı vazifenin sebep ve tesiri ile meydana
geldiğinden dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
13. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin
27/3/2014 tarihli ve E.2014/428, K.2014/419 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
14.Karar 8/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
15.Başvurucu 29/4/2014 tarihinde bireysel başvurudabulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16.5434 sayılı Kanun’un 44. maddesinde malullük şu şekilde
tanımlanmıştır:
''Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar
veya düçar oldukları tedavisi imkansız
hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere
(malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır.''
17. 5434 sayılı Kanun'un 45. maddesinde vazife malullüğü ve
vazife malulü şu şekilde tanımlanmıştır:
''44 üncü maddede yazılı malullük; a)
İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa; b)
Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri
yaparken, bu işlerden doğmuş olursa; c) Kurumların menfaatini korumak maksadiyle bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın
ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartıyla); ç) Fabrika, atelye
ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten
sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma
konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa; buna (Vazife malullüğü) ve
bunlara uğrıyanlara da (Vazife malulü) denir.''
18.5434 sayılı Kanun'un 72. maddesinin 4. fıkrası şöyledir:
''Değişik cümle: 04/07/2012 - 6353 S.K./69. md.)
5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin sekizinci
fıkrasında belirtilen durumlardan dolayı veya 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı
Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile bu Kanuna ek 18/12/1981
tarihli ve 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve
Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında mütalaa edilen görevler nedeniyle
veya 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren
olaylar sebebiyle hayatlarını kaybetmiş bulunan iştirakçilerle bunlardan aylık
almaktayken ölenlerin, baba veya analarına; yukarıda belirtilen kanunların veya
bu Kanunun 56 ncı maddesi kapsamına girecek şekilde
hayatını kaybeden erbaş ve erlere veya 56 ncı maddede
belirtilen öğrencilere ya da bunlardan aynı sebeplerle aylık almakta iken
ölenlerin ana veya babalarına; ölüm tarihini takip eden ay başından geçerli
olarak malullük ve muhtaçlık şartı aranmaksızın aylık bağlanır, hayatını
kaybeden erbaş ve erler ile yedek subay okulu öğrencilerinin ana ve babasına
bağlanan aylığın toplamı 16 yaşından büyük işçiler için tespit edilen otuz
günlük asgari ücretin net tutarından az olamaz. Babaya bağlanan aylık, dul ve
yetimlerin bulunması hali de dahil, ana ve babaya eşit olarak paylaştırılarak
ödenir. Dul ve yetimlerle beraber baba veya anaya aylık bağlanması halinde, eş
ve çocukların aylıkları baba veya ananın bulunmadığı durumlarda bağlanacak
aylıktan az olamaz. 03/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Kanun ile bu Kanuna ek
18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Kanun kapsamında mütalaa edilen görevler
nedeniyle bağlanan aylıklar Bakanlar Kurulu Kararıyla iki katına kadar
çıkartılabilir... ''
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 22/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, oğlunun asteğmen olarak zorunlu askerlik görevini
ifa ettiği sırada görev yaptığı birliğin terör olaylarının yaşandığı bölgede
sınır karakolu olması nedeniyle emirle ve mecburi olarak birlik içindeki
misafirhanede kaldığını ve bu sırada şofbenden sızan gazdan zehirlenerek şehit
olduğunu söylemiştir. Başvurucu; sınır karakollarında tüm personelin yirmi dört
saat esasına göre vazife ifa ettiğini, nöbette veya görevde olmayan personelin
emir gereği birlik dışına çıkamayıp personelin istirahati için ayrılmış
misafirhanede kaldığını, istirahatte olmalarının görevde olmadıkları anlamına
gelmediğini zira her an göreve hazır vaziyette beklediklerini ileri sürmüştür.
Başvurucu, tüm bu hususların ölüm olayının askerliğin sebep ve tesiriyle
meydana geldiğini gösterdiğini, görülen davada AYİM'in
bu hususlara ilişkin gerekçeye yer vermemesi veAYİM
heyetinde sınıf subaylarının bulunması nedenleriyle adil yargılanma hakkının
ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca oğlunun askerî mekânda
idarenin hizmet kusuru nedeniyle vefat etmesi nedeniyle oğlunun yaşam hakkının
ihlal edildiğini de iddia etmiştir. Başvurucu 20.000 TL manevi tazminata
hükmedilmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun, yaşam hakkının da
ihlal edildiği şikâyeti bulunmakta ise de vazife malullüğü aylığı bağlanması
talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) müracaat ettiği ve talebinin kabul
edilmemesi üzerine açtığı davanın reddedilmesi nedenleriyle bireysel başvuruda
bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla bireysel başvuruya konu edilen davanın,
meydana gelen ölüm olayında idarenin kusuru bulunduğu veya ölüm olayının
yeterli soruşturulmadığı ve bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiği iddia edilerek
idare aleyhine açılmış hukuki ya da cezai nitelikteki değil olaydan dolayı SGK'nın vazife malullüğü aylığı bağlanmamasına ilişkin
işleminin iptali talebiyle açılmış bir dava olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle
başvurunun yaşam hakkı yönünden değil adil yargılanma hakkı yönünden
incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1- Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Bağımsız ve Tarafsız
Mahkemede Yargılanma Hakkı Yönünden
22. Başvurucu, yapısı ve bünyesindeki kurmay subaylar nedeniyle AYİM’in bağımsız ve tarafsız olmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
23. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel
haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık
olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular
açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet
Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013,
§ 24).
24. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken
belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu, statüsü ve
görevleri Anayasa ve ilgili Kanun'da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve
ilgili kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri
yönünden askerî hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun bulunmadığı,
kararlarından dolayı idareye hesap vermek zorunda olmadıkları, ayrıca disipline
ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı
görülmektedir (Yaşasın Aslan, B.
No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan sınıf subayı üyelerinin en fazla
dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda
bahsedilen Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri içinde idari veya
askerî yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları bu subayların
idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir.
25. Açıklanan nedenlerle Mahkemenin bağımsız ve tarafsız
olmadığına ilişkin bir husus saptanmadığından başvurunun bu kısmının diğer
kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizinaçıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna
karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkı
Yönünden
26. Başvurucu, AYİM'in gerekçesiz
şekilde karar vermesinden şikâyet etmiştir.
27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
2. Esas Yönünden
28. Başvurucu, oğlunun ölüm olayının askerlik hizmetinin sebep
ve tesiriyle meydana gelmesine karşın vazife malulü aylığı bağlanması istemiyle
açtığı davada gerekçesiz şekilde karar verilmesinin adil yargılanma hakkını
ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
29. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
30. Anayasa’nın “Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her
türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.”
31. Anayasa'nın 36. maddesinde korunan adil yargılanma hakkının
kapsamı bu maddede düzenlenmemekle birlikte bu hakkın kapsam ve içeriği,
Anayasa'nın yargılamaya ilişkin diğer maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesi çerçevesinde belirlenmelidir.
32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir
temel hak niteliği taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa’nın bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, §
30).
33. Gerekçeli karar hakkı, adil yargılanma hakkının somut
görünümlerinden biridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği
ilkesi gibi ilke ve haklara Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir
(Güher Ergun ve diğerleri, B. No:
2012/13, 2/7/2013, § 38).
34. AİHM içtihatlarına göre bir mahkemenin, başvurucuların iddialarına
yanıt vermemesi ve başvurucuların temel şikâyetlerini incelemekten kaçınması
hâlinde Sözleşme'nin 6. maddesi ihlal edilmiş olur (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85, Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No:
2013/7800, 18/6/2014, § 30).
35. Mahkemeler "kararlarını hangi temele dayandırdıklarını
yeterince açık olarak belirtme" yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük,
tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmanın yanı sıra (Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992,
§ 33) tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara
uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir
toplumda toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini
öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (Sencer
Başat ve diğerleri, § 34).
36. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen
iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın
sonucunu değiştirebilecek nitelikte olması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan
bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
37. Gerekçelendirme; davanın sonucuna etkili olay, olgu ve
kanıtları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte bu şekildeki
gerekçelendirmenin detaylı olması şart değildir. Ancak gerekçelendirmenin,
iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda
davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların
mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda makul
dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması
gerekmektedir (Sencer Başat ve diğerleri,
§ 37).
38. Zira bir davada tarafların hukuk düzenince hangi nedenle
haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne
uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken
mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle
seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna
uyumlu hüküm fıkralarının bulunması "gerekçeli karar hakkı" yönünden
zorunludur. Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul
ettiği bir husus hakkında "ilgili ve yeterli bir yanıt" vermemesi
veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız
bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 38, 39).
39. Mahkemelerin yargılama süresince kendilerine iletilen her
iddia ve talebi gözetmek zorunda olmadıkları biçimindeki serbesti, kararın
verilmesine neden olan temellere asgari açıklıkta değinilmesi görevini ortadan
kaldıracak şekilde yorumlanamaz (Sencer
Başat ve diğerleri, § 58).
40. 5434 sayılı Kanun'un 44. maddesinde, her ne sebep ve suretle
olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar
oldukları tedavisi imkânsız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak
duruma giren iştirakçilere "malul" denileceği ve haklarında bu
Kanun'un malullüğe ait hükümlerinin uygulanacağı kurala bağlanmıştır. Aynı
Kanun'un 45. maddesinde isemalullüğün vazifenin
yapılması sırasında vazifeden doğmuş olması, vazife dışında kurumların verdiği
herhangi bir kuruma ait başka işleri yaparken bu işlerden doğmuş olması,
kurumların menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken o işten doğmuş olması,
fabrika, atölye ve benzeri iş yerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında
veya işi bitirdikten sonra o iş yerinde husule gelen ve yine o iş yerinin
mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olması hâline
"vazife malullüğü" oluşacağı ve bu durumda olanlara da "vazife
malulü" denileceği hüküm altına alınmıştır.
41. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin görevi başvurucuya
vazife malulü aylığı bağlanmasının gerekli olup olmadığını belirlemek değildir.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuruda -Anayasa'daki hakların
etkili bir biçimde korunması için- davaya bakan mahkemelerin Anayasa'nın 36.
maddesinde sağlanan usul güvencelerini yerine getirip getirmedikleriniincelemektedir.
42. Başvuru konusu olayda başvurucunun oğlunun zorunlu askerlik
görevini yaparken birlik içinde ve istirahatte olduğu vakitte banyoda şofbenden
sızan gazdan zehirlenerek vefat ettiği hususunda tartışma bulanmamaktadır.
Başvurucu açtığı davada,söz
konusu vefat olayının vazifeden kaynaklandığını ve bu nedenle kendisine vazife
malulü aylığı bağlanmasına karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. AYİM
ise yukarıda yer verilen gerekçede (bkz. § 11) gösterildiği üzere 5434 sayılı
Kanun'un 44. ve 45. maddelerine yer verdikten sonra vefat olayının görevin
sebep ve etkisiyle meydana gelmediğini belirterek başvurucunun vazife malulü
olarak sayılmasına olanak bulunmadığı sonucuna varmıştır. Ancak somut olayda
vefatın vazifeden kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespiti uyuşmazlığın çözümünde
temel mesele olduğu hâlde AYİM, vefatın neden vazifeden kaynaklanmadığı
hususunda bir gerekçeye yer vermemiştir. Özellikle AYİM Başsavcılığı görüşünde
de belirtildiği üzere müteveffanın askerlik yaptığı sınır birliğinde personelin
mesai saatleri dışında da birlik bünyesindeki misafirhanede kalmasının zorunlu
olduğu ve bu durumun jandarmanın sınır bölgesindeki güvenlik ve asayiş
görevinin devamlılığını sağlamaya yönelik olduğu, personelin misafirhanede
istirahat sırasındayken de vazife ile irtibatının devam ettiğini ve tüm bu
durumların ölüm olayının vazifenin sebep ve tesiri ile meydana geldiğini
gösterdiği yönündeki uyuşmazlığın çözümünde önemli olduğu anlaşılan iddiaların
incelenmediği ve kararda karşılanmadığı görülmektedir.
43. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde yargılama süreci bir bütün
olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
44. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
M. Emin KUZ bu görüşe katılmamıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
45. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
46. Başvurucu, manevi tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
47. Adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
48. Gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü
Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA
OYBİRLİĞİYLE,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA M. Emin KUZ'un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli
karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE M. Emin KUZ'un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10
TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Askeri
Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
.G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/9/2016 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucunun, oğlunun asteğmen olarak askerlik hizmetini yaptığı
birlik içindeki misafirhanede şofbenden sızan gazdan zehirlenerek ölmesinden
dolayı vazife malulü aylığı bağlanması talebiyle açtığı davanın Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından reddedilmesi üzerine yaptığı bireysel
başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmiştir.
Kararın gerekçesinde, başvurucunun, sınır birliğinde personelin
mesai saatleri dışında da birlik bünyesindeki misafirhanede kalmasının zorunlu
olduğu ve misafirhanede istirahat hâlindeyken de vazifeyle irtibatının devam
ettiği, bu durumun ölüm olayının vazifenin sebep ve tesiri ile meydana
geldiğini gösterdiği yönündeki iddialarının kararda karşılanmadığı, bu sebeple
başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının kabul
edilebilir olduğu ve bu hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığı
belirtilmiştir.
Anayasadaki hakların etkili bir şekilde korunması için,
mahkemelerin tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir
şekilde incelemeleri gerekmekte, ancak başvurucuların bazı iddialarına kararda
cevap verilmemiş olması her zaman gerekçeli karar hakkının ihlali sonucunu
doğurmamaktadır. Başka bir anlatımla, mahkeme kararlarının gerekçeli olması
adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla birlikte, bu hak
yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı olarak cevap
verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılmamakta; bir kararda tam olarak hangi
unsurların bulunması gerektiği ve gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı,
davanın ve kararın niteliğine ve şartlarına göre değişebilmektedir.
Başvuru formunda, AYİM Başsavcılığının görüşünde somut olayın
özelliği gereği “askerlik vazifesinin sebep ve tesiri” mefhumunun geniş
yorumlanması ve ölümün bu kapsamda gerçekleştiğinin kabulü gerektiğinin
belirtilmesine rağmen AYİM’in hiçbir gerekçe
göstermediği ileri sürülmekte; ihlal kararının gerekçesinde de, somut olayda
vefatın vazifeden kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespiti uyuşmazlığın çözümünde
temel mesele olduğu hâlde, AYİM’in “vefatın neden
vazifeden kaynaklanmadığı hususunda bir gerekçeye yer vermediği”
belirtilmektedir.
Böylece başvurucunun iddiasının aslında AYİM’in
Başsavcılığın mütalaasında belirtildiği şekilde ilgili kavramı geniş
yorumlamamasına dayandığı, başka bir ifadeyle AYİM’in
kanun hükmünü yorumlamasına ve uygulamasına ilişkin olduğu ve kanunun geniş
yorumlanmamasından dolayı red kararı verildiğini
iddia ettiği anlaşılmaktadır. Bölümümüz çoğunluğunun kararında da Başsavcılığın
mütalaasında olduğu gibi “vazife” kavramının geniş yorumlanması gerektiği
düşüncesinin etkili olduğu ve AYİM’in “vefatın neden
vazifeden kaynaklanmadığı”nı gerekçesinde açıklaması
gerektiği sonucuna ulaşıldığı görülmektedir.
Bilindiği gibi, Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında,
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği belirtilmektedir. Bu kapsamda ilke olarak bireysel
başvuruya konu davada hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması da
bireysel başvuru konusu yapılamaz. Mezkûr ilke uyarınca hukuk kurallarının
yorumlanması bakımından açık keyfilik veya bariz takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin takdir yetkisine müdahalesi söz
konusu olamaz.
Bireysel başvuruya konu AYİM kararının gerekçesinde,
başvurucunun iddiası ile idarenin savunması ve Başsavcılığın düşüncesinin
özetlenerek vazife malullüğüne ilişkin kanun hükümlerinin aktarıldığı ve “vefat
olayının görevin sebep ve etkisiyle meydana gelmediği, davacının vazife malulü
olarak sayılmasına olanak bulunma(dığı)… bu nedenle,
davacıya aylık bağlanabilmesi için gerekli ‘vazife malullüğü’ koşulu
gerçekleşmediğinden tesis edilen işlemde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı”
gerekçesiyle davanın reddedildiği anlaşılmaktadır.
AYİM tarafından yapılan bu değerlendirme ve ulaşılan sonuç açık
keyfilik ve bariz takdir hatası içermediği gibi kanun hükümlerine
öngörülemeyecek şekilde olağanın dışında bir anlam vermek suretiyle sonuca
ulaşıldığına dair bir uygulama olarak da değerlendirilemez. Bölümümüz
çoğunluğunun da esasen bu yönde bir tespitte bulunmadığı; aksine Kanundaki
“vazife” kavramının geniş yorumlanmama sebebinin gerekçede açıklanmamasını
ihlal sonucuna ulaşmak için yeterli bulduğu görülmektedir.
Oysa somut olayda AYİM kararının gerekçesinde, tarafların
davanın sonucuna etkili olabilecek bütün iddia ve savunmalarının aktarıldığı,
mevzuata olağanın dışında bir anlam verilmediği, kanun hükmünün geniş
yorumlanması yönündeki Başsavcılık görüşüne ilişkin olarak bir açıklamaya yer
verilmemekte ise de bunun derece mahkemesinin takdir yetkisi içinde olduğu ve
verilen kararda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu
anlaşılmaktadır.
Bu itibarla gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin
bulunmadığı açıktır.
Sonuç olarak başvurucunun iddialarının mevzuatın yorumlanması ve
uygulanmasına ve yargılamanın sonucuna ilişkin olması, AYİM kararının bariz
takdir hatası veya açık bir keyfilik içermemesi, kararın gerekçesinin de
yeterli olması sebebiyle, başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmasından dolayı
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle, çoğunluğun
kabul edilebilirlik ve ihlal kararına katılmıyorum.