TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUHAMMET ÖMEROĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/657)
|
|
Karar Tarihi: 17/5/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 28/6/2016-29756
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Alparslan ALTAN
|
|
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
Raportör
|
:
|
Aydın ŞİMŞEK
|
Başvurucu
|
:
|
Muhammet ÖMEROĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Cemal TINARLIOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tutukluluğun kanun ile öngörülen azami süreyi
aşması, tutukluluk süresinin makul olmaması, yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmaması, müştekilerden birinin yargılama aşamasında dinlenmemesi
nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 9/1/2014 tarihinde Gebze 1. Ağır Ceza Mahkemesi
vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 13/3/2014 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 19/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa
Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen
başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/378
Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında 1/11/2007
tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin (4/12/2004
tarihli ve5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga 250. maddesi ile
görevli) 5/11/2007 tarihli ve 2007/97 Sorgu sayılı kararıyla suç işlemek için
örgüt kurma ve nitelikli yağma suçlarından tutuklanmıştır.
8. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (5271 sayılı Kanun’un
mülga 250. maddesi ile görevli bölümü) 26/11/2007 tarihli ve E.2007/1474 sayılı
iddianamesiyle başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurma, nitelikli yağma,
tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve kasten yaralama suçlarını
işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine
kamu davası açılmıştır.
9. Davaya bakan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (5271 sayılı
Kanun’un mülga 250. maddesi ile görevli) E.2007/510 sayılı dosya üzerinden
yapılan yargılamayı başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürmüştür.
10. Mahkemenin 6/12/2012 tarihli ve E.2007/510, K.2012/328
sayılı kararı ile başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan 4 yıl
2 ay hapis, (on altı ayrı) nitelikli yağma suçundan toplam 135 yıl 40 ay hapis,
(üç ayrı) kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan toplam 15 yıl hapis, (dört
ayrı) tehdit suçundan toplam 8 yıl 4 ay hapis, kasten yaralama suçundan 3 yıl 4
ay hapis, "6136 sayılı Yasa'ya muhalefet" suçundan 1 yıl 8 ay hapis
ve 600 TL adli para cezaları ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
11. Mahkeme, hüküm ile birlikte
“almış oldukları hapis cezalarının cins ve miktarı, sanıkların kaçma
ihtimalinin kuvvetle muhtemel olması ve atılı suçların 5271 sayılı CMK’nın 100 vd. maddelerinde gösterilen katalog suçlardan
olması hususları da dikkate alınarak adı geçen sanıkların mahkûm oldukları
yağma ve örgüt suçları yönünden 5271 sayılı CMK'nun
109. maddesinde öngörülen adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı”
gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir.
12. Karar, başvurucuya duruşmada tefhim edilmiştir.
13. Başvuru formu ve eklerinden başvurucunun hükümle birlikte
verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz ettiği anlaşılamadığı gibi
başvurucu tarafından bu konuda herhangi bir bilgi ve/veya belge de
sunulmamıştır. Yine UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucunun anılan
karara karşı itiraz yoluna başvurduğuna yönelik bir kayda rastlanmamıştır.
14. Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyet hükmünü temyiz etmiştir.
Dosya 9/10/2013 tarihinde temyiz incelemesi için Yargıtaya
gönderilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/4/2014 tarihinde tebligat
eksikliklerinin ikmali için Mahkemesine iade edilmiştir. Mahkemece, eksiklikler
ikmal edildikten sonra dosyanın 2/7/2014 tarihinde tekrar Yargıtaya
gönderildiği anlaşılmıştır.
15. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile
5271 sayılı Kanun’un mülga 250. maddesi ile görevlendirilen ağır ceza
mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin
E.2007/1 sayısına aktarılmıştır.
16. Başvurucu hakkında verilen İstanbul 12. Ağır Ceza
Mahkemesinin 6/12/2012 tarihli mahkûmiyet hükmü, temyiz incelemesi sonucunda
Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 10/6/2015 tarihli ve E.2015/876, K.2015/41339
sayılı ilamı ile bozulmuştur.
17. Yargıtay bozma ilamı sonrası dosya 5271 sayılı Kanun’un
mülga 250. maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması
dolayısıyla Gebze 1. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/329 sayısını almış ve anılan
Mahkeme 14/7/2015 tarihinde tensip incelemesi ile birlikte başvurucunun
tahliyesine karar vermiştir.
18. Dava, inceleme tarihi itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde
derdesttir.
19. Başvurucu 9/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten yaralama” kenar başlıklı 86.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Kasten başkasının vücuduna acı veren veya
sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan
üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
21. 5237 sayılı Kanun’un “Tehdit”
kenar başlıklı 106. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tehdidin;
a) Silahla,
...
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
...
İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan
beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
22. 5237 sayılı Kanun’un “Kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma” kenar başlıklı 109. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada
cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur.”
23. 5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli
yağma” kenar başlıklı 149. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Yağma suçunun;
...
a) Silahla,
...
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
...
g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,
...
İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
24. 5237 sayılı Kanun’un “Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı 220. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
“Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla
örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile
araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki
yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
25. 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar
İle Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 13. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli
silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar
hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para
cezasına hükmolunur.”
26. 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama
kararı” kenar başlıklı 101. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin
tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının
istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir.
Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz
kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.
(2)
(Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya,
tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin
kararlarda;
a) Kuvvetli suç şüphesini,
b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,
c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,
gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.
Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği
yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”
27. 5271 sayılı Kanun’un
“Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı 102. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren
işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde,
gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin 17/5/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu; yargılama konusu olaylara ilişkin ilk kez
şikâyette bulunarak soruşturma açılmasına sebebiyet veren müşteki İ.B.nin yargılama aşamasında dinlenmesi taleplerinin
Mahkemece yerine getirilmediğini, mahkemelerce diğer tutuklulara tanınan 5271 sayılı
Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki beş yıllık azami tutukluluk
süresinin kendisi hakkında uygulanmadığını, tutukluluğun makul süreyi aştığını,
aynı gerekçelerle tutukluluğun devam ettirildiğini, davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 10., 19. ve 38. maddelerinde
düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu itibarla başvurucunun, tutukluluğun 5271
sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen beş yıllık
azami süreyi aştığı, aynı gerekçelerle tutukluluğun devam ettirildiği ve
tutukluluk süresinin makul olmadığı şikâyetlerinin Anayasa’nın 19. maddesi ile
güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı; müşteki İ.B.nin yargılama aşamasında dinlenilmesi taleplerinin
Mahkemece yerine getirilmediği ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı
şikâyetlerinin ise Anayasa’nın 36. maddesince güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
a. Kişi Hürriyeti ve
Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5)
numaralı fıkrasının birinci şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
32. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
(İçtüzük) “Başvuru süresi ve mazeret”
başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
33. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin
(5) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 64. maddesinin
(1) numaralı fıkrası uyarınca, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru
yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı
temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir.
34. Bireysel başvurunun, başvuru yolu öngörülmüş olması halinde
bu yolun tüketildiği ve buna ilişkin kararın kesinleştiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerektiği belirtilmekle beraber,başvuru süresinin başlangıç tarihinin
belirlenmesi hususunda başvurucunun nihai karardan yeterince bilgi sahibi
olması aranacaktır. Bu noktada, nihai kararın tebliğinin öngörüldüğü hallerde
tebliğ tarihinin, tebliğ şartı öngörülmeyen hallerde ise başvurucunun kararın
içeriğini kesin olarak öğrenebildiği tarihin esas alınması gerekir (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013,
§ 21).
35. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de başvuru
süresidir. Süre, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gereken bir usul
hükmüdür (Yasin Yaman, B. No:
2012/1075, 12/2/2013, § 18).
36. Kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk
derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa mahkûmiyet tarihi itibarıyla kişinin
tutukluluk hâli sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç
isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru
incelemesi açısından tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi
arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla
isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği
kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya
hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama
nedenine bağlı olarak tutukluluk hâli sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet
kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) ve Yargıtay, mahkûmiyet kararı sonrası tutulma hâlini tutukluluk olarak
nitelendirmemektedir (Korcan Pulatsü, B. No:
2012/726, 2/7/2013, § 33). Bu bakımdan temyiz aşamasında geçen süreler
tutukluluk süresinin değerlendirmesinde dikkate alınmaz. Ancak bozma kararı
sonrasında bireyin durumu tekrar suç isnadına bağlı tutmaya dönüşeceğinden ilk
derece mahkemesi önünde geçen süre değerlendirmede dikkate alınacaktır (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303,
21/11/2013, § 42).
37. Bir suç isnadına bağlı olarak tutuklulukta geçen sürenin
başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu
tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu
ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince
hüküm verildiği tarihtir (Murat Narman,
B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 66). Bu kapsamda “bir suç isnadına bağlı olarak
tutuklu olma” durumunda tutukluluk süresinin kanuni süreyi veya makul süreyi
aştığı iddiasıyla yapılacak bireysel başvurunun ilk derece yargılaması devam
ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten
sonra veya serbest bırakılmadan itibaren başvuru süresi içinde yapılması
gerekir (Mehmet Emin Kılıç, B.
No: 2013/5267, 7/3/2014, § 28).
38. Somut olayda başvurucu 1/11/2007 tarihinde gözaltına
alınmış, 5/11/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklu olarak devam eden
yargılama sonucunda İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2012 tarihli
kararı ile başvurucunun "nitelikli yağma, suç işlemek amacıyla örgüt
kurma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, tehdit, kasten yaralama" ve
"6136 sayılı Yasaya muhalefet" suçlarından toplamda 166 yıl 58 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına
karar verilmiş; anılan mahkûmiyet hükmü, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay
6. Ceza Dairesinin 10/6/2015 tarihli ilamı ile bozulmuştur.
39. Dolayısıyla başvurucunun bir suç isnadına bağlı olarak
özgürlüğünden yoksun bırakılması, İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararını
verdiği 6/12/2012 tarihinde sona ermiştir. Bu karar, başvurucunun yüzüne karşı
tefhim edilmiştir. Anılan mahkûmiyet hükmü,temyiz
incelemesi sonucunda bozulmuş ve başvurucunun tutulmasının niteliği tekrar bir
suç isnadına bağlı tutmaya dönüşmüş olsa da bu durumun, bireysel başvurunun
süresinde yapılması gerektiği yönündeki kural üzerinde bir etkisi
bulunmamaktadır.
40. Bu belirlemeler karşısında bir suç isnadına bağlı olarak
tutuklulukla ilgili şikâyetleri içeren bireysel başvurunun, ilk derece
mahkemesince hüküm ile birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz
edilmemiş ise kararın verildiği tarihten itibaren; itiraz edilmiş ise itiraz
merciince verilen kararın öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
yapılması gerekmektedir. Somut olayda başvurucu tarafından İlk Derece
Mahkemesince hüküm ile birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz
edildiğine yönelik bir bilgi ve/veya belge bulunmamaktadır (bkz. § 13). Bu
nedenle başvurunun ilk derece mahkemesinin nihai kararını verdiği 6/12/2012
tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılması gerekirken 9/1/2014 tarihinde
yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna varılmıştır.
41. Açıklanan nedenlerle kararın öğrenilmesinden itibaren otuz
gün içinde yapılmayan bireysel başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Tanık Sorgulama Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
42. Başvurucu, müşteki İ.B.nin
yargılama aşamasında dinlenilmesi taleplerinin Mahkemece yerine getirilmediğini
ileri sürmüştür.
43. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi
şöyledir:
“Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
44. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
45. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru
yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya
çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu
nedenle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi
ve bir çözüme kavuşturulması esastır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi
hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru
yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur (Ayşe Zıraman ve Cennet
Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16,17).
46. Somut olayda İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2012
tarihli kararı ile başvurucunun çeşitli suçlardan toplamda 166 yıl 58 ay hapis
cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan mahkûmiyet kararı
Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 10/6/2015 tarihli bozma ilamı ile esas yönünden
bozulmuştur. Bozma ilamı sonrası dava, ilk derece mahkemesi olarak Gebze 1.
Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir.
47. Dava, bireysel başvuru tarihi itibarıyla temyiz aşamasında
olup Anayasa Mahkemesince inceleme yapıldığı tarih itibarıyla da temyiz
incelemesi sonucu bozma ilamı verilmesi nedeniyle İlk Derece Mahkemesinde
derdesttir. Başvurucunun başvuru formundadile
getirdiği müşteki İ.B.ninyargılama
aşamasında dinlenmemesine ilişkin şikâyetlerini Derece Mahkemelerinde devam
eden yargılamada ve sonrasında temyiz aşamasında ileri sürebilme ve ileri
sürmüş ise bu şikâyetlerin bu aşamalarda incelenme imkânı bulunmaktadır. Bu
çerçevede Derece Mahkemelerinin yargılama ve temyiz süreçleri beklenmeden
yargılama sürecindeki adil yargılanma hakkı ihlali şikâyetlerinin başvurucu
tarafından bireysel başvuruya konu edildiği görülmüştür.
48. Açıklanan nedenlerle İlk Derece Mahkemeleri ve temyiz
mercileri önünde usulüne uygun olarak devam eden başvuru yolları tüketilmeden
temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu
yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Yargılamanın Makul
Sürede Sonuçlandırılmadığına İlişkin İddia
49. Başvurucu, hakkındaki davanın makul sürede
sonuçlandırılmadığını ileri sürmüştür. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de
bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
50. Makul sürede yargılanma hakkı, Anayasa'nın 36. maddesi ile
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının kapsamına dâhildir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 39).
51. Anayasa’nın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
(Sözleşme) 6. maddeleri uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların
da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır.
İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama
aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik
incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer
(B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014,
§ 31). Somut olayda başvurucunun bir çok suç işlediği
iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır (bkz. §§ 7, 8). Başvurucu hakkında isnat
olunan suçlar, 5237 sayılı Kanun’un ve 6136 sayılı Kanun’un ilgili maddelerinde
hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır (bkz. §§ 20-25). Bu çerçevede
başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36.
maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.
52. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı
değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının
yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği
arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza
yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara
bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin
makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, §
35).
53. Somut olayda başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma
kapsamında 1/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul 13. Ağır Ceza
Mahkemesinin 5/11/2007 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı 26/11/2007 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu otuz
dört şüpheli hakkında kamu davası açmıştır. Yargılamayı yürüten İstanbul 12.
Ağır Ceza Mahkemesi 6/12/2012 tarihli kararı ile birleşen dosyalarla birlikte
toplam kırk sekiz sanık hakkında hüküm kurmuştur. Hüküm, başvurucu tarafından
temyiz edilmiştir. Başvurucu ile birlikte diğer birçok sanık hakkında verilen
mahkûmiyet hükmü, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 6. Ceza Dairesinin
10/6/2015 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Dava, Yargıtay bozma ilamı sonrası (ilk
derece mahkemesi olarak) Gebze 1. Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir.
54. Başvurucuya bir suçun isnat edildiği (başvurucunun gözaltına
alındığı) 1/11/2007 tarihi ile bireysel başvurunun karara bağlandığı tarih
arasında geçen süre yaklaşık 8 yıl 6 aydır.
55. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkin
olarak mutlak bir süreye göre değerlendirme yapılmamakta, her davanın özelliğine
göre makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenmektedir. Davanın karmaşıklığı,
yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup
olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması
gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve
diğerleri, §§ 41-45).
56. Yargılamanın karmaşıklığını değerlendirirken davanın hem
hukuki hem de maddi açıdan bütün yönleri ele alınmalı; davanın konusunun
karmaşıklığı, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, delillerin toplanmasında
karşılaşılan engel, maddi olayların karmaşıklığı, sanıkların ya da isnat edilen
suçların veya tanıkların sayısı, davanın uluslararası unsurları, bilirkişi
deliline ihtiyaç, yazılı delillerin hacmi gibi birçok unsur incelenmelidir.
Davanın taraflarının ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu
açısından ise ceza davalarında sanık, adli makamlarla aktif bir iş birliği
yapmak zorunda olmadığı gibi hukuk sisteminin sunduğu savunma imkânlarını
kullandığı için de kusurlu bulunamaz. Diğer taraftan devlet, kendi idari ve
yargısal organlarına yüklenebilecek gecikmelerden sorumludur (Murat Öztürk, B. No: 2014/2454, 4/11/2014,
§§ 52, 53).
57. Somut olayda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 1/11/2007
tarihinde gözaltına alınan başvurucu hakkında 26/11/2007 tarihinde yirmi altı
ayrı suçtan cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, yargılamaya
başlayan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince davanın tensip zaptının
düzenlenmesinden sonra toplam kırk sekiz sanığın savunması ile yirmi bir
müştekinin beyanlarının alındığı, 28/5/2008 ve 22/6/2011 tarihlerinde üç farklı
dosyanın bu dava dosyası ile birleştirildiği, davada toplam yirmi üç ayrı
olayın yargılamasının yapıldığı, Mahkemece ortalama dörder aylık aralıklarla on
beş duruşma yapıldığı, yargılama süresince dosyanın incelemeye alındığı
herhangi bir duruşmanın olmadığı, 6/12/2012 tarihinde başvurucu hakkında on
altı ayrı yağma, üç ayrı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, dört ayrı tehdit,
kasten yaralama, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve 6136 sayılı Yasaya
muhalefet (ruhsatsız silah taşıma) eylemlerine ilişkin olarak toplamda 166 yıl
58 ay hapis ve 600 TL adli para cezasına dair mahkûmiyet hükmü tesis edildiği,
9/10/2013 tarihinde dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtaya
gönderildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/4/2014 tarihinde tebligat
eksikliklerinin ikmali için dosyanın Mahkemesine iade edildiği, belirtilen
eksiklikler ikmal edildikten sonra dosyanın tekrar 2/7/2014 tarihinde Yargıtaya gönderildiği, Yargıtay 6. Ceza Dairesinde temyiz
incelemesinin 10/6/2015 tarihinde başvurucu ile birlikte birçok sanık yönünden
bozma ile sonuçlandırıldığı, bozma ilamı sonrası davanın görülmesine Gebze 1.
Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/329 sayılı dosyası üzerinden devam edildiği,
anılan Mahkemece inceleme tarihine kadar ortalama ikişer aylık aralıklarla beş
duruşma yapıldığı tespit edilmiştir.
58. Sonuç olarak soruşturma ve yargılama safhalarıyla temyiz
süreci birlikte değerlendirildiğinde, yargılama faaliyetlerinde hareketsiz
kalınan bir dönemin bulunmadığı, yargı mercilerine atfedilebilecek bir kusurun
olmadığı ve gerekli özenin gösterildiği görülmüştür.
59. Yargılama süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde
gözönünde bulundurulması gereken davadaki sanık
sayısı, dosyada birleştirme kararı verilip verilmediği, davanın karmaşıklığı,
atılı suçların vasıf ve mahiyeti, söz konusu suçlar için öngörülen cezaların
miktarı gibi unsurlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut başvuru
bakımından yargılama süresinin makul olduğu görülmektedir.
60. Öte yandan İlk Derece Mahkemesinin aynı dosyasında
yargılanan bir diğer sanığın makul sürede yargılanmadığından bahisle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yapmış olduğu bireysel başvuru,
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü tarafından 30/12/2014 tarihinde incelenmiş ve
bu davada kendisine on dört ayrı suç isnat edilen başvurucu yönünden yaklaşık 7
yıl 2 ay süren yargılama süresinin makul olduğu kabul edilerek adil yargılanma
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir. (Feryat Aytimur, B. No: 2014/658,
30/12/2014, §§ 36-55).
61. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Tanık sorgulama
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
17/5/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.