|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
|
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
FATMA YILDIRIM BAŞVURUSU
|
|
(Başvuru Numarası: 2014/6577)
|
Karar Tarihi: 16/2/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucu
|
:
|
Fatma
YILDIRIM
|
Vekili
|
:
|
Av. Sevgi
EPÇELİ ARSLAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, alacağın tahsili amacıyla borçlu aleyhine başlatılan
icra takibi sırasında borçluya ait taşınmazların satışından elde edilen
bedelin, yaklaşık dokuz yıl süren sıra cetvelinin kesinleşmesi sürecinde
nemalandırılmamış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, bu aşamada başvuru hakkında bir görüş
bildirilmeyeceğini ifade etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu Fatma Yıldırım 1938 doğumlu olup Edirne'de ikamet
etmektedir.
8. Başvurucu 13/12/2002 tarihinde borçlu A.S. aleyhine Edirne 1.
İcra Müdürlüğünde icra takibi başlatmıştır.
9. Edirne 1. İcra Müdürlüğünce borçluya ait iki adet taşınmazın
haczine karar verilmiştir.
10. Söz konusu taşınmazlara başka kişilere ait alacaklar
nedeniyle de haciz uygulanmıştır.
11. Her iki taşınmaz da dosyadan anlaşılmayan bir tarihte
yapılan ihale sonucu satılmış ve (9) nolu taşınmaz
için ise 45.904,12 TL, (20) nolu taşınmaz için 30.000
TL satış bedeli tahsil edilmiştir.
12. Tahsil edilen bedelin tüm alacaklıların alacaklarını
karşılamaması nedeniyle Kadıköy (Anadolu) 5. İcra Müdürlüğünce sıra cetvelleri
düzenlenmiştir.
13. Başvurucu tarafından, 5/1/2005 ve 15/7/2005 tarihlerinde
Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde her iki taşınmazın satışından tahsil
edilen bedele ilişkin olarak sıra cetvellerine itiraz davası açılmıştır.
Mahkemece her iki dosya birleştirilerek yargılama tek dosya üzerinden
yürütülmüştür.
14. Mahkemece 16/11/2009 tarihinde verilen kararla, (9) numaralı
taşınmaza ilişkin olarak 15.904,12 TL, (20) numaralı taşınmaza ilişkin olarak
10.000 TL yönünden davanın kabulüne ve bu tutarların, cetvelin en son
sırasından başlamak üzere eksiltilerek Edirne 1. İcra Müdürlüğünde bulunan
dosyaya davacı alacağı olarak ödenmesine karar verilmiştir.
15. İlk Derece Mahkemesinin kararının temyizi üzerine, Yargıtay
19. Hukuk Dairesinin 16/3/2011 tarihli kararıyla, davalılardan K. A. S. Anonim Ş.'ye, (20) numaralı bağımsız bölümün bedeline ilişkin
olarak düzenlenen sıra cetvelinde; M. T.'ye ise her
iki sıra cetvelinde de pay ayrılmamış olması nedeniyle bu davalılar aleyhine
dava açılmasında hukuki yarar bulunup bulunmadığının değerlendirilmediği
gerekçesiyle kararın buna ilişkin hüküm fıkrası bozulmuş; diğer hüküm fıkraları
ise onanmıştır.
16. Mahkemece yeniden yapılan yargılama sonucu 18/12/2012
tarihinde verilen kararla Dairenin bozma kararına uygun bir şekilde
davalılardan M. T.'ye ilişkin olarak her iki cetvel
yönünden, K. A. S. Anonim Ş.'ye ilişkin olarak ise
(20) numaralı bağımsız bölümle ilgili sıra cetveli yönünden davanın reddine
karar verilmiş ise de esasa ilişkin olarak bir önceki karardaki gibi hüküm
kurulmuştur. Kararın temyizi üzerine, Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 21/11/2013
tarihli ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır.
17. Edirne 1. İcra Müdürlüğünce, 12/5/2014 tarihinde hesaben başvurucuya toplam 25.800,35 TL ödeme yapılmıştır.
18. Başvurucu 13/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
19. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun "Sıra cetveli" başlıklı 140.
maddesi şöyledir:
“Satış tutarı bütün alacaklıların alacağını tamamen ödemiye
yetmezse icra dairesi alacaklıların bir sıra cetvelini yapar.
Alacaklılar 206 ncı madde mucibince iflas halinde hangi sıraya
girmeleri lazım geliyorsa o sıraya kabul olunurlar.
Bununla beraber ilk üç sıraya kayıt için
muteber olan tarih haciz talebi tarihidir.”
20. 2004 sayılı Kanun’un "Sorumluluk"
başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“İcra ve İflas Dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat
davaları, ancak idare aleyhine açılabilir. Devletin, zararın meydana gelmesinde
kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı saklıdır.Bu
davalara adliye mahkemelerinde bakılır.”
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 35.
maddesinin 1. fıkrasında, Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son
cümlesine benzer bir şekilde bir kabul edilebilirlik ölçütü olarak (iç hukukta
öngörülen) "başvuru yollarının tüketilmesi" kuralına yer verilmiştir.
Buna göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) ancak uluslararası hukukun
genel kabul gören ilkeleri uyarınca bütün iç hukuk yolları tüketildikten sonra
başvurulabilir.
22. AİHM, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının amacını,
ihlal iddialarına ilişkin olarak AİHM’e başvurulmadan
önce Sözleşmeci devletlere, aleyhlerine ileri sürülen ihlalleri önleme ve
sonuçlarını giderme fırsatı tanımak biçiminde açıklamaktadır (Sejdovic/İtalya, [BD], B. No: 56581/00, 1/3/2006,
§ 43; V/Birleşik Krallık, [BD],
B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 57). AİHM’e göre bu
kural, Sözleşme'nin 13. maddesinin gereği olarak iddia edilen ihlale ilişkin iç
hukukta etkili ve ulaşılabilir bir başvuru yolunun bulunduğu varsayımına
dayanmaktadır. Bu kural, Sözleşme'yle kurulan koruma
mekanizmasının ulusal insan hakları koruma sistemine nazaran ikincil bir
nitelik taşıdığı ilkesinin önemli bir yönünü teşkil etmektedir (Sejdovic/İtalya, § 43; V/Birleşik Krallık, § 57; Kozacıoğlu/Türkiye, [BD], B. No: 2334/03, 19/2/2009,
§ 39).
23. AİHM, insan haklarının korunması mekanizması bağlamında, iç
hukuk yollarının tüketilmesi kuralının belli ölçüde esneklikle ve aşırı
şekilcilikten kaçınılarak uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır (Sejdovic/İtalya, § 44; Kozacıoğlu/Türkiye, § 40). AİHM’e
göre bu, aynı zamanda kural olarak sonradan uluslararası düzeyde yapılması
düşünülen şikâyetlerin, en azından öz olarak ve iç hukukta düzenlenen şekli
gereklikler ile sürelere uyularak öncelikle ulusal yargı mercilerinde öne
sürülmesini gerektirir(Sejdovic/İtalya, § 44).
24. AİHM’e göre bu yükümlülük, başvurucunun
ulaşılabilir, etkili ve yeterli nitelikteki hukuki yollara başvurma imkânına
sahip olmasını gerektirmektedir (Sejdovic/İtalya,
§ 45; Kozacıoğlu/Türkiye, § 40). Özellikle, sadece iddia
edilen ihlale ilişkin olan ve aynı zamanda ulaşılabilir ve tatmin edici nitelik
taşıyan başvuru yolları, tüketilmesi gerekli özellik arzetmektedir.
Bu tür bir başvuru yolunun varlığı, zorunlu olan erişilebilirlik ve etkililik
koşullarını sağlamak suretiyle sadece teoride değil, pratikte de tatmin edici
bir şekilde kesinlik taşımalıdır. Ayrıca “uluslararası hukukun genel kabul
gören ilkeleri”ne göre başvurucuların kullanımına
açık olan (at their disposal)
iç hukuk yollarını tüketme yükümlülüğünden kurtaran özel bazı koşullar
olabilir. Ancak açıkça beyhude olmayan belli bir başvuru yolunun sadece başarı
ihtimaline ilişkin şüphelerin var olması, iç hukuk yollarının tüketilmesinden
azade tutulmak için geçerli bir neden değildir (Sejdovic/İtalya, § 45).
25. AİHM, bir başvuru yolunun olay tarihinde teoride ve pratikte
etkili ve ulaşılabilir olduğu hususunda AİHM’i ikna
etmenin, iç hukuk yollarının tüketilmediğini iddia eden devletin yükümlülüğü
olduğunun altını çizmektedir. AİHM’e göre bu
yükümlülük, ilgili yolun erişilebilir olduğunu, başvurucunun şikâyetine ilişkin
telafi imkânı sunmaya elverişli bulunduğunu ve makul başarı şansı sunduğunu
ortaya koymayı kapsamaktadır (Sejdovic/İtalya,
§ 46; V/Birleşik Krallık, § 57; Kozacıoğlu/Türkiye, § 39).
26. AİHM'e göre iç hukuk yollarını
tüketme kuralı, mutlak olmadığı gibi otomatik olarak uygulanabilir bir niteliği
de haiz değildir. Bu kuralın uygulanmasında, görülen davanın somut koşullarının
gözetilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu, sadece ilgili Sözleşmeci Tarafın hukuk
sistemininde şekli başvuru yollarının varlığının
değil aynı zamanda başvurucunun kişisel koşullarının etkilendiği bağlamın da
gerçekçi bir biçimde hesaba katılması gerektiği anlamına gelmektedir. Sonra,
davanın bütün koşulları gözetilerek başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmek
için kendisinden makul olarak beklenebilen her şeyi yapıp yapmadığı
incelenmelidir (Kozacıoğlu/Türkiye, § 40).
27. AİHM, Sözleşme'ye ek (1) Numaralı
Protokol'ün 1. maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının pozitif
yükümlülükleri de içerdiğini kabul etmektedir (Bkz. Kotov/Rusya, [BD] B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 109-115; Öneryıldız/Türkiye, [BD], B. No: 48939/99,
30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya, [BD], B. No: 31443/96,
22/6/2004, § 143; Dzugayeva/Rusya, B. No: 44971/04, 12/2/2013, § 26).
AİHM, bu hükümle koruma altına alınan mülkiyet hakkının gerçek ve etkili
kullanımının, sadece devletin müdahale etmeme ödevine bağlı olmadığını, fakat
aynı zamanda, özellikle başvurucunun kamu otoritelerinden meşru olarak
alınmasını beklediği önlemler ile mülkünden etkin bir biçimde yararlanması arasında
doğrudan bir bağlantının bulunduğu durumlarda koruyucu pozitifönlemler
alınmasını da gerektirdiğini ifade etmektedir. Öte yandan, AİHM'e
göre yatay ilişkilerde bile devlete pozitif yükümlülük yükleyen kamusal menfaatlersöz konusu olabilir (Kotov/Rusya kararı §109).
28. AİHM, bu bağlamda, mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına
kamu otoriteleri dışındaki kişilerce müdahale edilmesi durumunda, devletin
pozitif yükümlülüğünün, koruyucu/önleyici ve düzeltici ödevler biçiminde ikiye
ayrılacağını ifade etmektedir. AİHM'e göre bu durumda
Sözleşme'ye taraf devletler, iç hukuk sisteminde
mülkiyet hakkının yasalar tarafından tatmin edici bir şekilde korunmasının
güvence altına alınması ve hakkına müdahale edilen kişinin, gerekmesi durumunda
meydana gelen zararının giderilmesine yönelik talepler dahil olmak üzerehakkını arayabileceği düzeltici mekanizmaların temin
edilmesi yükümlülüğü altındadırlar (Blumberga/Letonya, B. No: 70930/01, 14/10/2008, § 67).
29. AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin mahiyeti ve kapsamının,
olayın somut koşullarına göre farklılaşabileceğini düşünmektedir (Kotov/Rusya, § 111). AİHM'e
göre devletin olayın somut koşullarına göre sağlama yükümlülüğü altına girdiği
düzeltici önlemler, zarar gören tarafın hakkını savunabilmesi imkânı tanıyan
uygun yasal mekanizmaların oluşturulmasını içermektedir. (1) Numaralı
Protokol'ün 1. maddesi açık bir biçimde usule ilişkin yükümlülükler içermemekte
ise de bu hüküm, gerek kamu otoritelerinin müdahil olduğu uyuşmazlıklarda
gerekse özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda devlete usule ilişkin
yükümlülükler yüklemektedir. Özel kişiler arasındaki müdahalelerde devlet,
zorunlu usule ilişkin garantiler içeren yargısal başvuru yolları kurma
yükümlülüğü altındadır. Bu bağlamda görevlendirilecek mahkemelerin veya
yargısal yetkiyi haiz diğer kurul veya kamusal otoritelerin özel kişiler
arasındaki uyuşmazlığı etkili ve adil bir şekilde çözecek yargısal güçle
donatılmaları gerekmektedir (Kotov/Rusya,
§ 114).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 16/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu, alacağının tahsili amacıyla borçlu aleyhine
başlattığı icra takibi sırasında borçluya ait taşınmazların satışından elde
edilen bedelin, yaklaşık dokuz yıl süren sıra cetvelinin kesinleşmesi sürecinde
nemalandırılmamış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia
etmektedir.
32. Başvurucu, 5/1/2005 ve 15/7/2005 tarihlerinde açtığı sıra
cetveline itiraz davalarında verilen kararın kesinleşmesinden sonra 14/4/2014
tarihinde ödeme yapıldığını belirtmiş ve davanın açıldığı tarih ile ödemenin
yapıldığı tarih arasında geçen yaklaşık dokuz yıllık süre zarfında ihale
bedelinin nemalandırılmasını öngören bir yasal hükmün bulunmamasının, paranın alım
gücünün zayıflamasına ve dolayısıyla alacaklıların mülkiyet haklarının ihlaline
yol açan ciddi bir eksiklik olduğunu savunmuştur.
33. Başvurucu, somut alacağın bir kamu alacağı olmamasının
mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesine engel teşkil etmeyeceğini ve devletin,
özel alacakların zarara uğramasını engellemek biçiminde pozitif yükümlülük
altında bulunduğunu ifade etmiş, somut olayda bu zararın engellenmesinin faiz
kurumuyla sağlanabileceğine işaret etmiştir. Başvurucu, sıra cetveline itiraz
davasının açıldığı durumlarda ihale bedelinin icra müdürlüğünce
nemalandırılması gereğini düzenleyen bir yasal hükmün bulunmamasının, pozitif
yükümlülüğün ihlali sonucunu doğurduğunu dile getirmiştir.
34. Başvurucu ayrıca, şikâyetin temelinde, sıra cetvelinin kesinleşmesi
sürecindeihale bedelinin nemalandırılmasını öngören
bir yasal düzenlemenin bulunmamasının yer aldığını ve bu hususta
başvurulabilecek bir iç hukuk yolunun var olmadığını belirtmiştir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
36. Başvurucu, şikâyetin temelinde, sıra cetvelinin kesinleşmesi
sürecinde ihale bedelinin nemalandırılmasını öngören bir yasal düzenlemenin
bulunmamasının yer aldığını ve bu hususta başvurulabilecek bir iç hukuk yolunun
var olmadığını belirterek ödeme tarihini öğrenme tarihi olarak kabul etmek
suretiyle bireysel başvuruda bulunmuştur.
37. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda
bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının
tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle
derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi
koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 26).
38. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir
hukuk yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle
derece mahkemelerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır.
Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim
mekanizması çerçevesinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§
16-20).
39. Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi
için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin
başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yolun öngörülmüş olması
gerekmektedir. Ayrıca bu hukuki yolun, iddia edilen ihlalin sonuçlarını
giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte
olması ve sadece kağıt üzerinde kalmayıp fiilen de
işlerliğe sahip bulunması gerekmektedir. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi
başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan,
ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya ölçülü olmayan bir takım
şekli koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir
olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
40. Somut olayda başvurucu, alacağının tahsili amacıyla borçlu
aleyhine başlattığı icra takibi sırasında borçluya ait taşınmazların satışından
elde edilen bedelin, yaklaşık dokuz yıl süren sıra cetvelinin kesinleşmesi
sürecinde nemalandırılmamış olmasından şikâyet etmektedir. Bu durumda,
başvurucunun bu şikâyetinin incelenebileceği etkili ve objektif olarak sonuç
alıcı bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.
41. 2004 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle, İcra ve İflas Dairesi
görevlilerinin kusurlarından doğan zararlar nedeniyle kusuru bulunan
görevlilere rücu edilmek kaydıyla adliye mahkemelerinde tazminat davası
açılabilmesi imkânı getirilmiştir.
42. Başvurucunun alacağının tahsili amacıyla borçlu aleyhine
başlatılan icra takibi sırasında borçluya ait taşınmazların satışından elde
edilen bedelin icra müdürlüğünce nemalandırılmamış olması nedeniyle doğmuş
olduğu iddia edilen zararın tazmini istemiyle Devlet aleyhine tazminat davası
açılmasının teorik olarak mümkün olduğu söylenebilir. Ancak sıra cetvelinin
kesinleşmesi surecinde ihale bedelinin nemalandırılmasını öngören bir hukuki
düzenleme bulunmadığından 2004 sayılı Kanun'un 5. maddesi uyarınca açılacak
tazminat davasının başarılı olacağını gösteren somut bir veri tespit
edilememiştir. Bu nedenle, başvuruya konu iddiaya ilişkin olarak 2004 sayılı
Kanun'un 5. maddesinde öngörülen tazminat davası açma yolunun tüketilmesi
zorunluluğundan söz edilemez. Öte yandan, başvurucunun sözü edilen ihlal
iddiasını öne sürebileceği başkaca bir başvuru yolu da tespit edilmediğinden
başvuru yolunun tüketilmesi koşulunun sağlandığı sonucuna ulaşılmıştır.
43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
44. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye
bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı
hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda,
mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul
mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların
yanı sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına
dahildir (Mahmut Duran ve diğerleri,
B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
45. Somut olayda başvurucunun A.S. ile özel hukuk ilişkisinden
doğan alacağı için borçlu A. S. aleyhine başlattığı icra takibinde haciz
safhasına geçilmiştir. Haciz safhasına geçilmiş olması, borca itiraza ilişkin
süreçlerin aşıldığı ve borcun kesinleştiği anlamına gelmektedir. Kesinleşmiş
alacaklar icra edilebilir nitelik kazandığından Anayasa'nın 35. maddesi
bağlamında mülk teşkil etmektedir.
b. Genel İlkeler
46. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet güvencesi,
mülkiyet hakkına yönelik kamu gücü tarafından gerçekleştirilen müdahalelerin
yanı sıra kimi durumlarda özel hukuk kişilerince yapılan müdahalelere karşı da
anayasal koruma sağlamaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakkı devlete, müdahalede
bulunmama biçimindeki negatif yükümlülüğün yanında üçüncü kişilerden gelebilecek
müdahalelere karşı malike koruma sağlama şeklindeki birtakım pozitif
yükümlülükler de yüklemektedir (Osmanoğulları
İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A. Ş., B. No: 2014/8649,
15/2/2017, § 42).
47. Mülkiyet güvencesinin devlete birtakım pozitif yükümlülükler
yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde
düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere
yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi, üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı
korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının
nedeni "gerçek anlamda koruma" sağlanmasıdır. Temel hak ve
özgürlüklerin sadece devletin negatif müdahaleleri yönünden korunması, kişileri
üçüncü kişilerin eylemleri yönünden korumasız bırakacaktır. Yine devletin
öngörülebilir veya öngörülmesi gereken tehlikeler yönünden bireyleri koruma
yükümlülüğünün olmaması durumunda da kişilerin hakları gerçekten güvence altına
alınmış olmaz. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif
yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Aksi hâlde
Anayasa'nın ilgili maddelerinde sağlanan güvenceler etkisiz hâle gelir (Osmanoğulları İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri
A. Ş., § 43).
48. Anayasa'nın bir bütün olarak yorumlanması durumunda mülkiyet
güvencesinin özel kişilerin müdahalelerine karşı devletten korunma talep etmeyi
de kapsadığı sonucuna ulaşılması kaçınılmazdır. Anayasa'nın 5. maddesinde,
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya çalışmak,
devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Kişilerin refah, huzur
ve mutluluğunu sağlama ve onların hak ve özgürlüklerini sınırlayan
kısıtlamaları kaldırmaya çalışma ödevi, devletin, özel kişiler arasındaki
müdahaleleri önlemek hususunda tedbirler almasını zorunlu kılmaktadır (Osmanoğulları İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri
A. Ş., § 44).
49. Kaldı ki modern demokratik toplumlarda zor kullanmak
devletin tekelindedir. Kişiler zor ve şiddet kullanarak, hak ve özgürlüklerinin
başkaları tarafından ihlal edilmesini önleme; ihlal edilen haklarının
düzeltilmesini temin etme yetkisini kural olarak haiz değildir. Bu yetki onlar
adına devlet tarafından kullanılır. Modern demokratik devletin varlık
amaçlarından biri de zor ve şiddet kullanması kural olarak yasaklanan bireyin
hak ve özgürlüklerini diğer bireylerin müdahalelerine karşı korumak ve bu
suretle kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamaktır.
Dolayısıyla kişilerin, kamu otoritelerinin dışındaki üçüncü kişilerce
mülklerine yapılan müdahalelere karşı devletten koruma talep etmesi,
Anayasa'nın 35. maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının bir gereğidir (Osmanoğulları İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri
A. Ş., § 45).
50. Mülkiyet hakkının devlete tahmil ettiği pozitif
yükümlülükler, devletin koruyucu ve düzeltici önlemler almasını
gerektirebilmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici;
düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle
telafi edici yasal, idari ve fiili tedbirleri kapsamaktadır. Pozitif
yükümlülükler mutlak olmayıp, bunların ne tür koruyucu ve düzeltici edimleri
kapsadığı ve bu edimlerin derecesi, her somut olayın kendi koşulları içinde
belirlenebilir (Osmanoğulları İnşaat Eğitim
Gıda Temizlik Hizmetleri A. Ş., § 47).
51. Koruma yükümlülüğünün kapsamı somut olayın öznel ve nesnel
koşulları çerçevesinde belirlenmesi gerekmekle birlikte bunun devlete, idare
aygıtının insan ve mali kaynaklarıyla karşılamasına imkân bulunmayan birtakım
ödevler yüklediği biçiminde anlaşılması mümkün değildir. Bu bağlamda koruma yükümlülüğü,
kamunun insan ve mali kaynaklarından soyut bir biçimde her türlü müdahalenin
önlenmesi gerektiği şeklinde yorumlanamaz. Koruma tedbiri almakla ödevli
idarenin olağan işleyişi çerçevesinde alabileceği tedbirleri almak suretiyle
üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen müdahalenin önlenmesinin mümkün
olduğu istisnai durumlarda koruma yükümlülüğünün ihlalinden söz edilebilir.
Bunun dışında, yetkili makamlardan olağanın ötesinde bir tedbir alınması
beklenmemelidir. Bu itibarla, özellikle ani ve öngörülemeyen müdahalelerde
olduğu gibi somut olayın koşullarının, devletin özel bir önlem almasını
gerektirmediği durumlarda, soyut olarak devletin koruma yükümlülüğünün
varlığından bahisle pozitif yükümlülüğün ihlal edildiği sonucuna ulaşılamaz (Osmanoğulları İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri
A. Ş., § 48).
52. Mülkiyet hakkına üçüncü kişiler tarafından müdahalede
bulunulması durumunda, bu müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz
sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesini, mümkün değilse malikin zarar ve
kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal bir takım hukuki
mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir.
Bu bağlamda, hak ihlalinin sonuçlarının giderilmesi bakımından ne tür hukuki
mekanizmaların öngörüleceği hususu devletin takdirindedir. Bu husus kural
olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bununla birlikte Anayasa
Mahkemesinin, tercih edilen idari veya yargısal mekanizmanın malik üzerinde
doğurduğu olumsuz etkilerin düzeltilmesi bakımından yeterli ve elverişli olup
olmadığı hususundaki denetim yetkisi saklıdır. Bu bağlamda düzeltici bir
mekanizmanın hiç oluşturulmaması veya oluşturulan mekanizmanın müdahaleden
önceki durumu tesis edici veya oluşan kayıpları giderici bir nitelik arz etmemesi
durumunda mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler ihlal
edilmiş olur (Osmanoğulları İnşaat Eğitim
Gıda Temizlik Hizmetleri A. Ş., § 49).
c. İlkelerin Olaya
Uygulanması
53. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun'un
45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa'da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,Sözleşme
ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından ihlal edildiğini düşünen, medeni haklara sahip gerçek ve
özel hukuk tüzel kişilerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru ehliyeti
tanınmıştır. Buna göre bireysel başvuruya konu edilebilmesi için ihlal
iddiasının kamu gücü tarafından gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Kamu
gücüne atfedilebilir nitelikte bulunmayan ihlal iddialarının bireysel başvuru
kapsamında incelenebilmesi mümkün değildir. İhlalin kamu gücüne atfedilebilirliği, Anayasa'nın ilgili özel maddesinde
güvenceye bağlanan hak veya özgürlüğün devlete yüklediği pozitif ve negatif yükümlülüklerebakılarak saptanabilir. Bu bağlamda, devlete
yüklenen pozitif veya negatif yükümlülüklerle bağlantı kurulabilen ihlal
iddialarının devlete atfedilebilirliğinden söz
edilebilir. Buna karşılık, özel kişiler tarafından gerçekleştirilen ve devlete
yüklenen negatif ve pozitif yükümlülüklerle hiçbir şekilde ilişkilendirilemeyen
fiil ve işlemlerden kaynaklanan ihlal iddialarının bireysel başvuruya konu
edilmesi olanaksızdır.
54. Somut olayda başvurucu tarafından 13/12/2002 tarihinde
borçlu A.S. aleyhine Edirne 1. İcra Müdürlüğünde başlatılan icra takibi sonucu
borçluya ait iki adet taşınmaz haczedilmiştir. Her iki taşınmaz da yapılan
ihale sonucu satılmış ve satış bedeli tahsil edilmiştir. Söz konusu
taşınmazlara başka kişilere ait alacaklar nedeniyle de haciz uygulanmış olması vetahsil edilen bedelin tüm alacaklıların alacaklarını
karşılamaması nedeniyle Kadıköy (Anadolu) 5. İcra Müdürlüğünce sıra cetvelleri
düzenlenmiştir. Başvurucu tarafından, 5/1/2005 ve 15/7/2005 tarihlerinde
Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde her iki taşınmazın satışından tahsil
edilen bedele ilişkin olarak sıra cetveline itiraz davası açılmıştır. Mahkemece
yapılan yargılama sonucunda 18/12/2012 tarihinde verilen nihai kararla, (9)
numaralı taşınmaza ilişkin olarak 15.904,12 TL, (20) numaralı taşınmaza ilişkin
olarak 10.000 TL yönünden davanın kabulüne ve bu tutarların, cetvelin en son
sırasından başlamak üzere eksiltilerek Edirne 1. İcra Müdürlüğünde bulunan
dosyaya davacı alacağı olarak ödenmesine karar verilmiştir. Edirne 1. İcra
Müdürlüğünce, 12/5/2014 tarihinde hesaben başvurucuya
toplam 25.800,35 TL ödeme yapılmıştır.
55. Başvuruya konu olayın temelinde başvurucu ile borçlu A.S.
arasındaki özel borç ilişkisi yatmakta ise de başvurucunun yakındığı husus,
borç ilişkisinin taraflara yüklediği edimlerin ifasına ilişkin olmayıp icra
müdürlüğünce borçluya ait taşınmazların satışından elde edilen bedelin,
yaklaşık dokuz yıl süren sıra cetvelinin kesinleşmesi sürecinde
nemalandırılmamasıdır. İcra müdürlükleri, mülkiyet hakkının devlete yüklediği
pozitif yükümlülükler gereğince oluşturulan ve özel kişilerin ödenmeyen
alacaklarını kanunda öngörülen usullere uygun olarak gerektiğinde zor kullanmak
suretiyle tahsil ederek alacaklılara ödeyen kamu kuruluşlarıdır. İcra
müdürlüklerinin bu görevlerinin ifası sırasında tesis ettiği işlem ve eylemler
kamu gücü işlem ve eylemleri niteliğinde olup bu işlem ve eylemler veya
eylemsizlikler nedeniyle hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının, icra
takibinin temelindeki borç ilişkisinden bağımsız olarak değerlendirilmesi
gerekmektedir. Bu durumda, borçlunun taşınmazlarının satışı sonucu tahsil
edilen ihale bedelinin nemalandırılması veya nemalandırılmaması icra
müdürlüklerinin bu görevlerinin ifası kapsamında kaldığından somut olayda nemalandırmama
şeklinde tezahür eden uygulamanın devlete yüklenen pozitif yükümlülüklerle
ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
56. Bununla birlikte pozitif yükümlülükler kapsamında inceleme
yapılabilmesi için öncelikle, somut olayın koşulları da dikkate alınmak
suretiyle, Devletin (icra müdürlüğünün) tahsil ettiği ihale bedelini
nemalandırmak şeklinde pozitif bir yükümlülüğünün bulunup bulunmadığının
tespiti gerekmektedir.
57. Yukarıda değinildiği gibi mülkiyet hakkı, Devlete, özel
kişiler tarafından yapılacak müdahalelere karşı malike koruma sağlama biçiminde
pozitif bir ödev yüklemektedir. Özel borç ilişkileri bağlamında mülkiyetin
korunması ödevi, somutlaşmış ve icra edilebilir hâle gelen ancak borçlu
tarafından rızaen ödenmeyen alacakların Devlet tarafından
kamu gücü kullanılmak suretiyle borçludan tahsil edilebilmesini
gerektirmektedir. Cebri icranın, devlete yüklenen bu ödevin ifası kapsamında
kurulan hukuksal bir mekanizma olduğu anlaşılmaktadır.
58. Öte yandan, rızaen ödenmeyen
alacakların tahsili amacıyla oluşturulan ve bu çerçevede kamu gücü yetkileriyle
donatılan cebri icra organlarının, bu görevini yerine getirirken, mülkün
(somutlaşmış alacağın) korunmasına yönelik bir takım
tedbirler alması gerekebilir. Alınması gereken tedbirlerin neler olduğu, her
somut olayın kendi koşulları içinde değişebilmektedir. Ancak bu çerçevede,
cebri icra organlarından olağanın ötesinde bir tedbir alınması beklenmemelidir.
59. Bu bağlamda, Devletin, cebri icra sürecini makul bir sürede
sonuçlandırma yükümlülüğü altında bulunduğu gözetildiğinde cebri icranın
uzaması hâlinde, gerek borçlunun gerekse alacaklının
hak ve menfaatlerinin korunması amacıyla somut olayın gerektirdiği her türlü
tedbirin alınmasının Devletin sorumluluğunda bulunduğu söylenebilir. Özellikle,
icra sürecinde Devletin hakimiyeti ve kontrolü altında bulunan borçlu veya
alacaklıya ait mal ve hakların ekonomik değerini koruyucu ve idareye, normal
idari işleyişin dışında bir külfet yüklemeyecek tedbirlerin alınmaması somut
olayın koşulları çerçevesinde koruma yükümünün ihlali olarak yorumlanabilir.
60. Olayda icra müdürlüğünce sıra cetvelinin düzenlendiği tarih
ile başvurucuya fiilen ödeme yapıldığı tarih arasında yaklaşık dokuz yıllık
süre geçmiştir. Cebri icranın bir parçası olan sıra cetvelinin kesinleşmesi
sürecinde geçen dokuz yıllık makul olmayan sürede borçlu ve alacaklının hak ve
menfaatlerini koruyucu ve durumun gerektirdiği olağan tedbirlerin idare
tarafından alınması beklenmektedir.
61. Borçluya ait taşınmazların satışından tahsil edilen bedelin
alacaklılara ödendiği ana kadar alacaklının para üzerinde tasarrufta bulunma,
parayı kullanma veya paranın değerinin enflasyon karşısında aşınmasını önleyici
tedbirler alma imkanı bulunmamaktadır. Tahsil edilen
bedel bu süreçte henüz icra müdürlüğünün yedi ve kontrolü altındadır.
Dolayısıyla bu paranın enflasyon karşısında kıymet yitirmesini önleyebilecek
olan da para üzerinde tasarrufta bulunma kudretini elinde bulunduran icra
müdürlüğüdür. Tahsil edilen ihale bedelinin alım gücünü kaybetmesini engellemenin
yolu bunun nemalandırılmasıdır. Ayrıca bu paranın nemalandırılması, icra
müdürlüğüne olağan idari işleyişin ötesinde bir külfet de yüklememektedir. İcra
müdürlüğünün yapması gereken tek şey, ihale bedelinin vadesiz mevduat hesabında
bekletilmesi yerine vadeli bir hesapta tutulmasıdır. Bu nedenle olayın somut
koşulları gözetildiğinde mülkiyet hakkının korunması ödevinin gerektirdiği
pozitif yükümlülüklerin, ihale bedelinin nemalandırılması tedbirinin alınmasını
da içerdiği sonucuna ulaşılmaktadır.
62. Bu itibarla icra müdürlüğünün, ihale bedelinin vadeli bir
mevduat hesabına yatırılması biçiminde alacağı basit bir tedbirle icra
sürecinin hızlı işlememesinin başvurucu üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri
asgari seviyeye indirememiş olması, mülkiyet hakkının devlete yüklediği koruma
pozitif yükümlülüğün ihlali sonucunu doğurmaktadır.
63. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
64. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
65. Başvurucu, alacağına nemalandırılmamış olarak kavuştuğu
gerekçesiyle 86.565.086,49 TL maddi tazminat ve 5.000 TL de manevi tazminat
talep etmektedir. Başvurucu, maddi tazminat miktarını, kendisine ödenen toplam
25.800,35 TL'ye, ilk davanın açıldığı 5/1/2005 tarihinden itibaren Türkiye
Cumhuriyeti Merkez Bankası Mevduat Ağırlıklı Ortalama Faiz Oranlarını yıllık
bazda bileşik olarak uygulamak suretiyle belirlemiştir.
66. İnceleme sonucunda icra müdürlüğünce tahsil edilen ihale
bedelinin sıra cetvelinin kesinleşmesi sürecinde nemalandırılmaması nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiğisonucuna varılmıştır
(Bkz. § 53-63).
67. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında, talebi de dikkate alınmak
suretiyle başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
68. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
başvurucunun diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
OYBİRLİĞİYLE 16/2/2017 tarihinde karar verildi.