logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(E. Ş. [1.B.], B. No: 2014/682, 19/11/2014, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

E. Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/682)

 

Karar Tarihi: 19/11/2014

R.G. Tarih-Sayı: 7/3/2015-29288

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör Yrd.

:

Hikmet Murat AKKAYA

Başvurucu

:

E. Ş.

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde sözleşmeli uzman çavuş olarak görev yapmakta iken sözleşmesinin hukuka aykırı olarak feshedildiğini, bu işlemin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle ödenmesi için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 15/1/2014 tarihinde Menemen 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 5/5/2014 tarihinde başvurunun, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 30/6/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı görüşünü 25/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 23/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

7. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan sunmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, 23/6/2010 tarihinde iki yıl altı ay sekiz gün süreli bir sözleşme yaparak Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman çavuş olarak göreve başlamıştır.

10. Başvurucunun görev yaptığı birlikte, 12/7/2011 tarihinde bir adet tabancanın kaybolduğu anlaşılmıştır.

11. Başvurucu anılan olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) 5. Kolordu(Kor) Komutanlığı Askeri Mahkemesince 26/7/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucunun tutuklu bulunduğu dosya hakkında KKK 5. Kor. Komutanlığı Askeri Savcılığının 7/10/2011 tarih ve E.2011/795, K.2011/51 sayılı kararıyla görevsizlik kararı verilerek, dosya Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

12. Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığı, 31/10/2011 tarih ve E.2011/929 sayılı iddianame ile başvurucunun 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı TCK'nın 142/1-a maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle Babaeski Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır.

13. Babaeski Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 17/11/2011 tarihinde, başvurucunun tutuklu bulunduğu Çorlu A3 tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna başvurucunun tahliyesi için müzekkere yazılmıştır.

14. Yapılan yargılama sonucunda anılan Mahkemenin 15/5/2013 tarih ve E.2011/441, K.2013/195 sayılı kararı ile "...başvurucunun üzerine atılı hırsızlık suçunu işlemiş olduğuna dair cezalandırılmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı..." gerekçesiyle başvurucunun beraatına karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeden 6/6/2013 tarihinde kesinleşmiştir.

15. Tabancanın kaybolması ile ilgili olarak Babaeski Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma devam etmekte iken başvurucunun sözleşmesi, 27/10/2011 tarihinde feshedilmiştir. Feshe hukuki dayanak olarak 18/3/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesi ve Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 13. maddesi gösterilmiştir.

16. Sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi, 6/12/2011 tarihinde aldığı karar ile yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebi reddetmiştir.

17. Dilekçe teatisi aşamalarının tamamlanmasından sonra başvurucu, davalı idare vekili ve savcının da katılımıyla 2/10/2012 tarihinde AYİM’de duruşma yapılmıştır.

18. AYİM, 10/12/2013 tarih ve E.2011/1747, K.2013/1223 sayılı kararla başvurucunun açmış olduğu davayı oyçokluğuyla reddetmiştir. Verilen kararın ilgili bölümü şöyledir:

 “... davacı hakkındaki atılı 'hırsızlık' suçundan 'cezalandırılmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı' gerekçesiyle beraat kararı verilmiş ise de; davacının başlangıçta suça konu tabancayı kendisinin çaldığını ikrar etmesine rağmen sonradan komutanlarının baskısı nedeniyle bu şekilde beyanda bulunduğunu belirttiği, lise mezunu bir uzman çavuş olarak her ne suretle olursa olsun 'hırsızlık' gibi önemli bir suçu üstlenmesinin sonuçlarını idrak etmesi gerektiği; silah olması nedeniyle herhangi bir birlik için çok önemli olduğuna şüphe olmayan çalınan tabancanın ikamet ettiği evin balkonunun altında olduğunun kendisine gizli numaradan aranarak söylendiğini beyan etmesine rağmen bu hususu amirlerine hemen iletmediği, izinden çağrılması üzerine döndüğünde ancak bir süre geçtikten sonra tabancayı bulduğunu belirterek ortaya çıkardığı, bu olayın Bl. K.na komplo kurmak isteyen Bl. Astsb. tarafından organize edildiğini beyan ettiği, ancak bu hususun hayatın olağan akışına aykırı olduğu, zira Bl. K.na zarar vermek isteyen bir Bl. Astsb.nın bizzat kendi sorumluluğundaki bir tabancanın çalındığını söylediğinde bu durumdan ilk önce kendisinin zarar göreceğini bileceği; belirtilen eylemlerin mahiyeti ile vehamet derecesi karşısında, davacının Türk Silahlı Kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu ve statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında davacının kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, askerlik mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye ulaşamayan ve kendisinden istifade edilemeyeceği anlaşılan davacı hakkında tesis edilen uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde idarece takdir yetkisinin; objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kişi yararı ile kamu yararı arasında bir denge gözetilerek ve kamu yararı amacına uygun olarak kullanıldığı, bu itibarla; dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır."

19. Karşı oy gerekçesinde ise;

davacı hakkında ‘hırsızlık’ suçundan dolayı yapılan yargılama sonucunda ‘cezalandırmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delili elde edilemediği, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı’ gerekçeleri ile ‘beraat’ kararı verilmiş olması karşısında; bahse konu beraat kararına konu eylemleri nazara alınarak tesis edilen sözleşme feshi işleminde davalı idarece takdir yetkisinin objektif ve ölçülü kullanılmadığı sonucuna varılarak işlemin iptaline karar verilmesi…” gerektiği belirtilmiştir.

20. Kararda, ayrıca hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri ile 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesi gereğince 2.640,00 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine karar verilmiştir.

21. Karar, 14/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucu, 15/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 B. İlgili Hukuk

23. 18/3/1986 tarih ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu'nun "Başarı gösteremeyenler ve ceza alanlar" başlıklı 12. maddesi şöyledir:

''Sözleşmenin imzalanmasından sonra ilk beş aylık intibak dönemi içerisinde göreve intibak edemeyenler ile ayrılmak isteyenlerin sözleşmeleri feshedilerek, Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Peşin olarak ödenen aylık ve aylık ile birlikte ödenen diğer tüm özlük haklarının çalışılmayan günlere ait kısmı geri alınır.

Görevde başarısız olanlarla, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan veya kendilerinden istifade edilemeyeceği anlaşılan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar, yedekte er kaynağına alınırlar.

Görevde başarısız olma, intibak edememe ve kendilerinden istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler, çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir.

Ayrıca;

a) Almış oldukları sicile göre kademe ilerlemesi yapamayanların,

b) Verilen ceza, tecil edilse veya para cezasına çevrilse dahi;

1) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin, cürüm tasniî, ırza geçmek, sarkıntılık, kız, kadın veya erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik, gayri tabiî mukarenet, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, firar, amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet, fesat, isyan suçlarından dolayı mahkûm olanların,

2) Askerî Ceza Kanununun 148 inci maddesinde yazılı suçlardan mahkûm olanların,

c) Taksirli suçlar hariç olmak üzere diğer suçlardan adlî veya askerî mahkemeler tarafından otuz günden daha fazla süreli hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile mahkûm olanların,

ç) Taksirli suçlar nedeniyle altı ay veya daha fazla süre ile hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olanların,

d) Disiplin mahkemeleri veya en az iki disiplin amirinden disiplin cezası aldığı tarihten geriye doğru son bir yıl içerisinde toplam otuz günden daha fazla hürriyeti bağlayıcı disiplin cezası alanların,

e) Yabancı uyruklu kişilerle evlenenlerden; bu evlilikleri, ilgili yönetmelikte belirtilen esaslar dahilinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından uygun görülmeyenlerin,

f) Çeşitli nedenlerle Türk vatandaşlığını kaybedenlerin veya Türk vatandaşlığından çıkartılanların,

Sözleşmeleri feshedilmek suretiyle Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir.

Her ne sebeple olursa olsun, sözleşmesi feshedilerek Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilen uzman erbaşlar, tekrar Türk Silâhlı Kuvvetlerine alınmazlar.”

24. 20/9/2005 tarihli Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin “Görevde başarısız olma, kendilerinden istifade edilmeme halleri ve sözleşmenin feshedilmesi sebepleri” başlıklı 13. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

 “Görevde başarısız olanlar ile kendisinden istifade edilemeyeceği (atış, spor, eğitim, operasyon ve istihdam edildikleri kadro görev yerlerinde ve davranışlarında askerlik mesleği değerlerini sergilemede, ikazlara rağmen istenen düzeye ulaşamayan ve aşırı derecede borçlananlardan bu durumu rapor, tutanak ve her türlü belge ile kanıtlananlar, mazeretsiz olarak bir sözleşme yılı içerisinde yedi gün ve daha uzun süre ile göreve gelmeyenler) anlaşılan, atandıkları kadro görev yerleri ile ilgili olarak üç ay ve daha uzun süreli bir kurs veya eğitime gönderilenlerden kurs veya eğitimde başarısız olan uzman erbaşların, barışta sözleşme sürelerine bakılmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlar yedekte er kaynağına alınır.''

25. 6/9/1961 tarihli Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 ''Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyle yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır:

 

 (h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker...''.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 19/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/1/2014 tarih ve 2014/682 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu, suçluluğu mahkeme kararıyla saptanmadan, yargılama süreci devam ederken sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını, beraat kararı sonrasında verilen AYİM kararı ile de davayı kaybettiğini, kararda kendisini suçlu gibi gösteren ifadelere yer verildiğini, bu nedenle Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

28. Başvurucu, tabancanın askeri eşya olmadığını, istifa etmiş bir uzman erbaşa ait şahsi bir tabanca olduğunu, ihraç sonrasında görevsizlik kararı ile dosyanın sivil savcılığa gönderildiğini, sivil mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığını, tabancanın askeri eşya olarak nitelendirilerek olayın vahametinin artırıldığını, görevsiz bir mahkeme tarafından üç ay boyunca tutuklu bırakıldığını, göreve devamsızlıktan TSK’dan ihraç edildiğini, daha önce herhangi bir disiplin cezası almadığını, sicil notlarının çok iyi olduğunu, sekiz adet takdirinin bulunduğunu, ancak tüm bunların Mahkeme tarafından dikkate alınmadığını, bu yüzden kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile kanuni hâkim güvencesini içeren Anayasanın 19. ve 37. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yaparken sözleşmesinin feshedildiğini, bu işlemin iptali istemiyle AYİM’de dava açtığını, yargılama sürecinde AYİM Başsavcılığı tarafından hazırlanan yazılı düşüncenin kendisine tebliğ edilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığını, bu yüzden karşı beyanlarını sunamadığını, silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini, bu şekilde Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür

30. Başvurucu ayrıca, davalı Milli Savunma Bakanlığı lehine maktu vekâlet ücreti ödemeye mahkûm edilmesinin Anayasa'ya aykırı olduğunu ve AYİM üyelerinden ikisinin daha sonra görev süresi biteceğinden dolayı bağımsız karar veremediğini belirterek, Anayasa’nın 10. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

31. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun iddiaları temel olarak masumiyet karinesinin ihlal edildiği, başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmediği, iptal davasında yapılan değerlendirmelerin yanlış olduğu, haksız olarak vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığı ve bağımsız bir mahkeme tarafından yargılanmadığına yönelik olduğu görülmektedir. Başvurucunun iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilecektir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Bağımsız Olmadığı İddiası

32. Başvurucu, subay sınıfından olan üyelerin görev süresinin hâkimlik teminatı ve yargı bağımsızlığına aykırılık teşkil ettiğini, bağımsız bir mahkeme tarafından davasının karara bağlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.

33. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken belirtildiği üzere, AYİM’in oluşumu, statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askeri hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden, askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan, sınıf subayı üyelerin en fazla dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri zarfında idari veya askeri yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları, bu subayların idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 30; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Mustafa Yavuz ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 29870/96, 25/5/2000; Bek/Türkiye, B. No: 23522/05, 20/4/2010).

34. Bu karardan ayrılmayı gerektirecek herhangi bir yönü bulunmayan başvurucunun bu bölümdeki iddialarının, açıklanan nedenlerle, “açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Başsavcılık Düşüncesinin Tebliğ Edilmediği İddiası

35. Başvurucu, iptal davasının reddine karar verilmeden önce AYİM Başsavcılığı tarafından hazırlanan yazılı düşüncenin kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle Başsavcılığın görüşlerine karşı beyanlarını sunamadığını, bu şekilde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

36. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de silahların eşitliği ilkesidir. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekir.

37. AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan AYİM Başsavcısının düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Bkz. Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Başsavcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33).

38. AYİM’de görülen davalarda Başsavcılık tarafından hazırlanan görüşlerin taraflara tebliğ edilmesi amacıyla kanun koyucu yasal değişikliğe gitmiş ve 3/6/2012 tarih ve 28312 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 22/5/2012 tarih ve 6318 sayılı Kanun’un 60. maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un 47. maddesine Başsavcılık düşüncesinin Genel Sekreterlikçe taraflara tebliği ve tebliğden itibaren yedi gün içerisinde tarafların cevaplarını yazılı olarak Mahkemeye bildirebilmesi imkanı öngören bir kural eklenmiştir (B.No: 2013/1134, 16/5/2013, § 34).

39. AYİM Başsavcılığı 15/5/2012 tarihli düşüncesinde özetle şöyle demiştir:

 “…

davacının üzerine atılı fiilleri işlediği ve suçun unsurları itibariyle oluştuğu konusunda dosyada yeterli bilgi ve belge bulunmamaktadır. Davacı, olaydan hemen sonra üzerine atılı fiili ikrar etmiştir. Ancak bölük komutanı A.Ö.G.’nin Babaeski Asliye Ceza Mahkemesine 14/3/2012 tarihinde tanık olarak verdiği ifadesi, ‘davacının suçunu baskı sonucu ikrar ettiği yönündeki ifadesini’ doğrulamaktadır. Öte yandan, davacı, bu ifadesinde; ‘eylemi, ailesinin kendisini silahlı ve elbiseleri içinde görmek istediği için gerçekleştirdiği yönünde’ beyanlarda bulunmuştur. Dosyada mevcut delil durumuna göre, (davacının tabanca almak için daha önceden komutanlığa dilekçeyle başvurduğu ve bu başvurusunun reddedildiği görülmektedir. Ayrıca olay, 14/7/2011 tarihinde izine gitmesinden kısa bir süre –iki gün önce-, 12/7/2011 tarihinde gerçekleşmiştir.) Davacının üzerine atılı suçun manevi unsuru itibariyle oluşmadığı gerekçeleriyle beraatına hükmedilmesi de mümkündür. Belirtilen tespitlere nazaran, davacı hakkındaki ceza yargılaması devam ettiğinden ve bu suçtan verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığından, yargılamasının sonuçlanması beklemeksizin sözleşmesinin feshedilmesinin ‘hakkaniyet’ ilkesi ile bağdaşmadığı değerlendirilmiştir. Disiplin ve sicil safahatının da bu kanaati desteklediği düşünülmüştür. Tüm bu nedenlerle, davacının, hakkında açılmış olan kamu davasının sonucunun beklenmesi ve yargılama sonuçlandıktan sonra değerlendirmeye tabi tutulması gerekirken, yargılama sonucun beklenmeksizin tesis edilen dava konusu işlemde, takdir yetkisinin ‘objektiflik’ ve ‘ölçülülük’ esası uyarınca kullanıldığından bahsedilemeyeceği sonuç ve kanaatine varılmıştır

40. Başvurucunun iddiaları hakkında, 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (2) numaralı fıkrası ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 71. maddesi gereğince Adalet Bakanlığından görüş istenmiştir. Bakanlık başvurucunun bu kısımda yer alan iddialarına ilişkin verdiği görüşünde 7/11/2013 tarih ve 2012/998 numaralı dosya ile ilgili verilen karara atıf yaparak Anayasa Mahkemesinin bu tür şikâyetlerin incelenmesinde göz önüne alınacak kriterleri belirlediğini söylemiştir. Ancak Adalet Bakanlığı görüşünde belirtilen kararda başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmuş olup, en azından karar düzeltme aşamasında Başsavcılığın düşüncesinden haberdar olmuştur. Eldeki olayda ise başvurucu karar düzeltme yoluna başvurmaksızın Anayasa Mahkemesine süresi içerisinde başvurmuştur.

41. Söz konusu başvuru ile ilgili olarak, 6216 sayılı Kanun'un 49. maddesinin (3) numaralı fıkrasına binaen, dava süresince başvurucu ve davalı idare tarafından AYİM'e sunulan tüm bilgi ve belgeler 22/7/2014 tarihinde AYİM Genel Sekterliğinden istenmiştir.

42. Yapılan inceleme sonucunda, AYİM Birinci Dairesince 6/6/2012 tarihinde başvurucuya duruşma davetiyesinin tebliğ edildiği, 2/10/2012 tarihinde gerçekleştirilen duruşma tutanağında "1602 sayılı Kanun'un 47'nci maddesi gereğince Başsavcılık Düşüncesi taraflara tebliğ edilerek 7 günlük yasal süre hatırlatıldı, davacı süre istediğini belirttiğinden 7 günlük süre verildi..." şeklinde yazıldığı, başvurucu tarafından aynı gün başsavcılık düşüncesine katıldığını beyan eden bir dilekçe sunulduğu anlaşılmıştır.

43. Başvurucu tarafından, dava sırasında Mahkemeye sunulan yazılı Başsavcılık düşüncesinin kendisine tebliğ edilmemesi nedeniyle Başsavcılığın görüşlerine karşı beyanlarını sunamadığı şeklinde ileri sürülen iddianın gerçeği yansıtmadığı, başvurucunun söz konusu Başsavcılık düşüncesinden haberdar olduğu (§ 41) ve anılan düşünceye katıldığını belirtir bir dilekçeyi Mahkemeye sunduğu anlaşılmıştır.

44. Açıklanan nedenlerle, Başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmediği iddiasına ilişkin açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiasının da "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Yargılamanın Sonucu İtibariyle Adil Olmadığı İddiası

45. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

46. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

47. 6216 sayılı Kanun'un 48. Maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.

48. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olması veya adaleti ve sağduyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesidir. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez. (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

49. Başvurucunun TSK tarafından tesis edilen ilişik kesme işlemine ilişkin işlemin iptali istemiyle AYİM’de açtığı davada kendisinden istifade edilemeyeceği kanaatinin sübjektif olarak değerlendirildiği yönündeki şikâyeti incelendiğinde, iddiaların özünün derece mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

50. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

51. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

52. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Başvurucu Aleyhine Haksız Olarak Vekâlet Ücretine Hükmedildiği İddiası

53. Başvurucu, hak arama özgürlüğünün kısıtlandığını ve haksız olarak vekâlet ücreti ödemek zorunda kaldığını iddia etmiştir

54. Aynı konuya ilişkin benzer gerekçelerle ileri sürülmüş olan ihlal iddiaları, Anayasa Mahkemesince 2/10/2013 tarih ve 2013/1613 başvuru numaralı kararda incelenmiştir. Söz konusu kararda, bir yasama işlemi veya düzenleyici idari işlemin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda, bireysel başvuru yoluyla doğrudan bu işlemlere değil ancak yasama veya düzenleyici idari işlemin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabileceği, başvuruya konu davada, 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile getirilen düzenleme gereğince idare lehine vekâlet ücretine hükmedildiği, dolayısıyla bu düzenleyici idari işlemin öngördüğü hükümlerin davaya uygulandığının anlaşıldığı, somut başvurunun da bu açıdan değerlendirilmesi gerektiği öncelikle ifade edilmiş ve iddialar mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37, 39).

55. Başvuru konusu davanın açılmasından sonra 2/11/2011 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı KHK ile davanın reddi halinde idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesi düzenleme altına alınmıştır. Vekâlet ücreti davaya hukuki katkıda bulunan ve davası kabul edilen lehine hükmedilen bir ücrettir. Dava aşamasında kimin leh ya da aleyhine olacağı önceden belli olmayan bu ücret yükümlülüğü bir usul kuralı olup, mahkemeye erişim hakkı ile de ilişkilidir. Yükletilen ücretin, bu hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).

56. Vekâlet ücreti bir yargılama gideri olup, kural olarak bu tür giderler mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil eder. Ancak, gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).

57. Vekâlet ücretinin orantılılık incelemesi yapılırken, öngörülen miktarın ülke şartlarında ne anlam ifade ettiği, başvurucunun ödeme gücü ve davanın özel şartları gibi hususlar dikkate alınmalıdır. Somut olayda yargılamanın duruşmalı yapılması nedeniyle başvurucu aleyhine 2.640,00 TL maktu vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucu, yaklaşık 3 aylık asgari ücrete tekabül eden bu ücreti ödeme gücüne sahip olmadığına dair hiçbir bilgi ve belge sunmamıştır. Öngörülen vekâlet ücretinin başvurucuya dava açmasını imkânsız kılacak veya aşırı derecede zorlaştıracak ağır bir ekonomik yük getirdiğinden ve bu suretle mahkemeye erişim hakkına yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğundan söz edilemez.

58. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

e. Diğer Şikâyetler Yönünden

59. Başvurucu ayrıca, görevsiz bir mahkemece tutuklandığını ve devamsızlıktan ihraç edildiğini, sivil mahkeme tarafından kısa bir süre içerisinde serbest bırakıldığını, açtığı iptal davasının reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. ve 37. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

60. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.

61. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu tarafından soyut şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulmakla birlikte, belirtilen hükümlerin nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

f. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiği İddiası

62. Başvurucunun, hakkında kovuşturma devam ederken sözleşmesinin feshedilmesi ve fesih işlemine karşı açtığı dava sonucunda Mahkeme tarafından verilen kararda kendisini suçlu gibi gösteren ifadelere yer verildiğini belirterek Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğine dair bölümünün 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden İnceleme

63. Bakanlık masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin görüş yazısında; "...masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirilirken, özellikle hukuk yargılamaları bakımından üzerinde durulması gereken önemli hususlardan biri, durum tespitinin ötesinde, yargılamayı yapan makamın ilgili kişiye suç isnat edip etmediği ve beraat kararını sorgulayıp sorgulamadığı" olduğunu, karar gerekçesinde "cezalandırmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun başvurucu tarafından işlendiğinin sabit olmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verildiğinin vurgulandığını ve İç Hizmet Yönetmeliği'nin 86/2 (h) maddesinde her askerde bulunması gereken ahlaki ve manevi vasıflara atıfta bulunulduğunu belirtmiştir.

64. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak, kişinin masumiyeti "asıl" olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup, kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).

65. Bu çerçevede, ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda, kişi hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, bu karara esas teşkil eden yargılama sürecine dayanılması ve bu şekilde beraat kararının sorgulanması masumiyet karinesi ile çelişir. Buna karşılık, idari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından kişi beraat etmiş olsa dahi yargılanmış olması olgusundan veya buna ilişkin karardan söz edilmesi, kişinin suçlu muamelesi gördüğünden ve dolayısıyla masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün halinde dikkate alınması ve nihai kararın, münhasıran kişinin yargılandığı ve sonuçta beraat ettiği fiilleri işlediği kabulüne dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 29).

66. Ceza ve ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunun hatırlanmasında yarar vardır. Buna göre kamu görevlisinin davranışı, suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin sorumluluğunu da gerektirebilir. Böyle durumlarda ceza muhakemesi ve disiplin soruşturması ayrı ayrı yürütülür ve ceza muhakemesi sonucunda kişinin isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmü disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir (B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 30).

67. Askeri disiplin gerekleri dikkate alındığında masumiyet karinesinin disiplin hukukunda uygulanabilmesi için mutlaka ceza davalarının sonucunun beklenmesini gerektirdiği söylenemez. Kişinin suçluluğunu ima eden ya da kabul eden bir yargı söz konusu olmadıkça, sadece soruşturma açılmış olması da disiplin veya idari yaptırım işlemlerinin başlatılması veya uygulanması için yeterli görülebilir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 65).

68. Başvurucunun açtığı iptal davasına ilişkin yargılama sonucunda AYİM tarafından ulaşılan sonucun hukuka uygun olup olmadığı meselesi, anayasal hak ve özgürlükleri ilgilendirmediği sürece bireysel başvuru incelemesinin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu açıklamalar çerçevesinde, somut başvurunun, AYİM kararının gerekçesinde, masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencenin ihlal edilip edilmediği ile sınırlı olarak incelenmesi gerekmektedir (B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 55). Dolayısıyla başvurucu hakkında tesis edilen idari işlemin hukuka uygun olup olmadığı değerlendirilirken Ceza Mahkemesi kararının gerekçesi de dikkate alınmalıdır. Nitekim AYİM Birinci Dairesi, bir seneye yakın zaman dilimi içerisinde, müteaddit defa değişik tarihlerde başvurucu hakkında devam eden ceza yargılamasının sonucunu öğrenmek için ilgili mahkemeden bilgi istemiştir.

69. Başvuru konusu olan AYİM Birinci Dairesinin 10/12/2013 tarih ve E.2011/1747, K.2013/1223 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir:

 “…

 dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işlemi değerlendirildiğinde; davacı hakkındaki atılı 'hırsızlık' suçundan 'cezalandırılmasına yeter somut her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediği, yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı' gerekçesiyle beraat kararı verilmiş ise de; davacının başlangıçta suça konu tabancayı kendisinin çaldığını ikrar etmesine rağmen sonradan komutanlarının baskısı nedeniyle bu şekilde beyanda bulunduğunu belirttiği, lise mezunu bir uzman çavuş olarak her ne suretle olursa olsun 'hırsızlık' gibi önemli bir suçu üstlenmesinin sonuçlarını idrak etmesi gerektiği; silah olması nedeniyle herhangi bir birlik için çok önemli olduğuna şüphe olmayan çalınan tabancanın ikamet ettiği evin balkonunun altında olduğunun kendisine gizli numaradan aranarak söylendiğini beyan etmesine rağmen bu hususu amirlerine hemen iletmediği, izinden çağrılması üzerine döndüğünde ancak bir süre geçtikten sonra tabancayı bulduğunu belirterek ortaya çıkardığı, bu olayın Bl. K.na komplo kurmak isteyen Bl. Astsb. Tarafından organize edildiğini beyan ettiği, ancak bu hususun hayatın olağan akışına aykırı olduğu, zira Bl. K. na zarar vermek isteyen bir Bl.Astsb.nın bizzat kendi sorumluluğundaki tabancanın çalındığını söylediğinde bu durumdan ilk önce kendisinin zarar göreceğini bileceği; belirtilen eylemlerin mahiyeti ile vehamet derecesi karşısında, davacının Türk Silahlı Kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu ve statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında davacının kamu hizmetinde istihdam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, askerlik mesleğinin değerlerini sergilemede istenen düzeye ulaşamayan ve kendisinden istifade edilemeyeceği anlaşılan davacı hakkında tesis edilen uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde idarece takdir yetkisinin; objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kişi yararı ile kamu yararı arasında bir denge gözetilerek ve kamu yararı amacına uygun olarak kullanıldığı, bu itibarla; dava konusu uzman erbaş sözleşmesinin feshi işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı son ucuna varılmıştır."

70. Başvurucu, Tugay Komutanlığında görev yapan bazı subayların kendisini tehdit ettiğini, bu doğrultuda baskılara maruz kalarak gerçeğe aykırı beyanda bulunmak zorunda kaldığını 14/3/2012 tarihli cevaba cevap dilekçesinde belirtmiştir.

71. Babaeski Ceza Mahkemesi’nde görülen yargılamada tanıklardan birisi olan A.Ö.G. beyanında: “Suça konu olan silahın kaybolduğu dönemde ben sanık E.Ş'nin bölük komutanıydım, o tarihte (…).'nin temmuzun sonu terfi dönemiydi ve kendisi terfi edeceğine kesin gözüyle bakıyordu, bu nedenle tabancanın kaybolduğu günlerde beni sık sık odasına çağırarak kaybolan tabancayla ilgili E.Ş'nin suçu kabul ettiğini zaten silahın E.Ş'nin evinde bulunduğundan benim bu olayın aksini iddia etmemem gerektiğini, E.Ş'nin suçsuz olduğunu belirtmemem gerektiğini, ayrıca olayla ilgili tahkikat heyeti soruşturma yaptığında tahkikat heyeti ne emrederse o şekilde konuş, benim terfi dönemime çok az bir şey kaldı,(…), sen de hiç bir şekilde bu konuyu dağıtacak şekilde beyanlarda bulunma, olayın üstü kapansın, zaten tabanca bulunduğu için bir zarar yok, disiplin suçu değerlendirilmesi ile biz kendimiz ufak bir cezayla olayı kapatacağız sadece E. uzmanı cezalandıracağız, diyerek benim E. uzmanı savunmamam için bana baskı yapmak istedi, ben (…)’nın odasından çıktıktan sonra (…) M.O.'nın odasında E.Ş. ile konuştuğunu görünce biraz aralık olan kapının yanında durarak aralarındaki konuşmayı dinledim, bu konuşmada M.O,, E.Ş'ye olayın kapatılması gerektiğini, silahı ben aldım diyeceksin, zaten eskiden silahı alma konusunda bir talep dilekçen olduğundan benim bu konuda talebim vardı, bu talebime istinaden de silahı izne giderken aldım, dönüşte bırakacaktım, şeklinde beyanda bulunacaksın, bu olay kapanacak, zaten bu durumda sana da disiplin cezası vereceğiz, dedi; ben bu konuşmayı duyduktan sonra E.Ş'nin üzerindeki baskı ile dosya içerisinde yer alan soruşturma aşamasındaki Askeri Savcılıktaki beyanları imzalamış olduğunu düşünüyorum, çünkü üzerinde büyük bir baskı bulunmaktaydı, kendisinin uzman erbaş olduğunu düşünürsek baskı altında hareket etmesi gayet normal karşılıyorum, ben dahi Topçu Üsteğmen olmama rağmen (…) baskısı sonucunda idari tahkikat heyetine beyanda bulunmaktan kaçınmıştım

 …” demiştir.

72. Babaeski Ceza Mahkemesi'nin 15/5/2013 tarih ve E.2011/441, K.2013/195 sayılı kararın gerekçesi ise özetle şöyledir:

 “ ...

 Olay öncelikle askeri mahalde asker kişiye ait olmayan eşya hakkında gerçekleştiği böylelikle mahkememizin görevli olduğu anlaşılmıştır. (...)Yani olayın oluş sürecine göre silah askeri malzemelikten değil tanık Ş.T'nin çekmecesinden kaybolmuştur. Olay sırası ve akışına göre silahın kaybolduğu tarih tanık Ş.T'nin raporlu olduğu tarihe denk gelmiştir. Bu hususlar mahkememizce sabit görüldükten sonra tartışılması gereken hususlar sanığın ilk iki ifadesinde ve sorgu mahkemesinde suçu niçin ikrar ettiği ve silahın sanığın balkonun altında sanığın göstermesi sonucu bulunmasıdır. Dinlenen tanık beyanlarından A.Ö.G'nin ve T.A'nın sanığa ifadesi alınması için beklerken baskı yapıldığına ilişkin beyanları, sanığın yeni uzman çavuş oluşu ve ifadesinin komutanları tarafından alınmış olması, askeriyedeki emir komuta zinciri, sanığın savcılıktaki beyanları ile örtüşen tanık beyanlarına göre sanığın 26-27/07/2011 tarihli beyanlarına itibar edilmemiştir. Ayrıca sanık bu ifadelerinde silahı depodan kilidi kırarak aldığını beyan etmiş ancak tüm dosya kapsamı ve özellikle tanık beyanlarına göre silahın depoda saklanmadığı sabittir. Bu nedenle sanığın bu ifadeleri baskı ve korku altında verdiği kanaatine varılmıştır. Sonraki tartışılması gereken husus da sanığın evinin balkonun altında suça konu tabancanın yer göstermesi sonucu bulunmasıdır. Olayın oluşuna göre izinde olan sanık geri çağırılmış ve tanık A. tarafından otogardan alınarak evine getirilmiştir. Daha sonra da tanık A.E., tanık A'nın çağırması sonucu eve gelmiştir. Sanığın savunmasına ve tanık K.Y.B'nin beyanına göre tanıklar A ve A.E'nın evi aradıkları bu konuda izin almadıkları anlaşılmıştır. Ayrıca silahın bulunduğu 23/07/2011 tarihli arama tutanağında aramaya katılmayan Ş.T. ve diğer kişilerin imzasının bulunduğu ancak orada hazır olan A.E'nin imzasının bulunmadığı anlaşılmıştır. Silahın sanık tarafından tanık A'ya gösterilen yerde bulunması hususunda ise; sanığın bu konudaki bu silahın saklanması hususunda tehdit edildiği ancak kendisinin kabul etmemesine rağmen başka şahıslar tarafından silahın bulunduğu yere konulduğu, yönündeki savunması kesin olarak kanıtlanamamış ise de dosya kapsamındaki çelişkili beyanlar ve tutanaklara göre sanığın savunmasının aksine de her türlü şüpheden uzak kesin inandırıcı delil bulunmamaktadır. Alınan bilirkişi raporuna göre silahın bulunduğu yere başkaları tarafından da konulabileceği belirtilmiştir. Açıklanan tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde sanığın balkonun altında suça konu silah bulunmuştur. Ancak bu somut olgu dışında sanığın savunmasının aksini kanıtlayan her türlü şüpheden uzak ve kesin delil bulunmamaktadır. Suça konu silahın ne şekilde kaybolduğu dosyada net değildir. Ancak bu silahın ne şekilde kaybolduğu tam olarak belirlenemediği gibi bu silahın sanık tarafından çalınıp iddia edildiği şekilde balkonun altına saklandığı da her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil sabit olmadığından atılı suçtan beraatine karar vermek gerekmiştir.”

73. Başvurucu hakkında verilen beraat kararı incelendiğinde; eylemi gerçekleştiren kişinin tespit edilemediği, yani suçun maddi unsurlarından biri olan failin kim olduğunun belli olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun, Tugay Komutanlığında görev yapan bazı üst düzey subayların kendisini tehdit ettiğine, bu doğrultuda baskılara maruz kalarak gerçeğe aykırı beyanlarda bulunmak zorunda kaldığına ilişkin iddiası da Ceza Mahkemesi kararıyla teyit edilmektedir.

74. AYİM kararının gerekçesinde ise, başvurucu hakkında yürütülen ve beraatla sonuçlanan yargılamaya konu suçlamanın niteliklerine dayanılmaktadır. Ayrıca AYİM kararının gerekçesinden, asker bir kişi olan uzman çavuşun yüz kızartıcı bir suçlamayı hangi şartlar altında kabul ettiğinin gözetilmediği ve baskı altında verilen ifadeden dolayı telafisi güç veya imkânsız bir zarara uğramasının mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Bununla beraber karar gerekçesinin, Ceza Mahkemesince alınan ifadelerden ziyade soruşturma dosyasının sivil savcılığa gönderilmesine kadar olan zaman dilimi içerisinde alınan bir kısım ifadelere dayandığı da açıktır.

75. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, kaybolan tabanca sebebiyle kendisinden istifade edilemeyeceği kanaatine varılarak TSK’dan ilişiği kesilen başvurucunun açtığı iptal davasında, başvurucu hakkındaki beraatla sonuçlanmış olan ceza yargılamasına atıfta bulunulduğu ve suçluluğu mahkeme kararlarıyla sabit olmayan başvurucunun yargılamaya konu eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının karara yansıtıldığı anlaşıldığından, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

76. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 'Kararlar' kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.''

77. Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal mahkeme kararından kaynaklandığından ve yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun'un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine, başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10.TL harcın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucunun,

1. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bağımsız olmadığına ilişkin şikâyetinin “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin şikâyetinin "açıkça dayanaktan yoksun olması" ,

3. Başsavcılık düşüncesinin tebliğ edilmemesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin "açıkça dayanaktan yoksun olması",

4. Başvurucu aleyhine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin "açıkça dayanaktan yoksun olması",

5. Başvurucunun ileri sürdüğü diğer şikâyetlerin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

6. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucu tarafından yatırılan 206,10 TL harcın BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

19/11/2014 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(E. Ş. [1.B.], B. No: 2014/682, 19/11/2014, § …)
   
Başvuru Adı E. Ş.
Başvuru No 2014/682
Başvuru Tarihi 15/1/2014
Karar Tarihi 19/11/2014
Resmi Gazete Tarihi 7/3/2015 - 29288

II. BAŞVURU KONUSU


Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde sözleşmeli uzman çavuş olarak görev yapmakta iken sözleşmesinin hukuka aykırı olarak feshedildiğini, bu işlemin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle ödenmesi için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Masumiyet karinesi (idare) İhlal Yeniden yargılama
Mahkemeye erişim hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Silahların eşitliği ilkesi / çelişmeli yargılama ilkesi (İdare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Kanun yolu şikâyeti (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 3269 Uzman Erbaş Kanunu 12
Yönetmelik 20/9/2005 Uzman Erbaş Yönetmeliği 13
6/9/1961 Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği 86
  • pdf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi