TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
ERCAN ALANUR BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/6869)
Karar Tarihi: 25/10/2017
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Heysem KOCAÇİNAR
Başvurucu
Ercan ALANUR
Vekili
Av. Sonay KARAOSMANOĞLU ALANUR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, asıl dava lehe sonuçlanmışken aynı neden ve konuda açılan ek davanın aleyhe sonuçlanması ve yargılamanın makul süre içinde tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Davalı M.E. ve P.S. San. Tic. Ltd. Şirketi (şirket) aydınlatma, elektrik, hırdavat, bahçe, pvc vb. alanlarda üretim yapan özel sektör kuruluşu olup dava tarihinden önce yağmur suyunu tahliye eden boruların duvara bağlanmasına yarayan pvc kelepçelerin tasarım tescil belgesini almıştır. Davalı şirket almış olduğu 1997/3258-1 sayılı tasarım tescil belgesine dayanarak izinsiz üretim yaptığı iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurucu hakkında şikâyette bulunmuştur. Bu şikâyet üzerine pvc kelepçe üretimi yapan başvurucunun iş yerinde arama yapılarak üretimini gerçekleştirdiği ürünler ile üretim aletlerine el konulmuş ve hakkında tasarım hakkına tecavüz suçundan kamu davası açılmıştır.
10. Başvurucu hakkında açılan kamu davasıberaatle sonuçlanmıştır.
A. Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemesindeki Yargılama Süreci
11. Başvurucu, 29/12/2005 tarihli dilekçesiyle davalının haksız ve hukuka aykırı tescile dayanarak ticari itibarını zedelediği ve üretim araçlarına el konulması nedeniyle maddi zarara uğradığı iddiasıyla üretim araçlarının iadesi ve tazminat isteğiyle dava açmıştır.
12. Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 25/9/2008 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüyle 4.452,14 TL maddi ve 10.000 TL manevitazminatın 6/8/2004 tarihinden itibaren işleyecek değişir oranlı yasal faizi ile davalı şirketten alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
“... Davalının tescil tarihinden evvel bizzat kendisinin de kullandığı, diğer bir çok firma tarafından üretilip satışı gerçekleştirilen pis su kelepçesinin 554 sayılı KHK'nın yürürlüğe konulmasından yaklaşık 2 yıl sonra adına tescil ettirip yine öteden beri bu ürünü üreten davacıya karşı şekli anlamda tasarım hakkı sahipliğindendoğanzahiri haklarını ileri sürmesi ve bu bağlamda işyerinde arama ve zabıt gerçekleştirip ürün ve üretim araçlarına el koydurması, ayrıca ilgili hakkında ceza davalarının açılmasını sağlayıp kendisini savunmak zorunda bırakması basiretli bir tacirin gerçekleştirdiği eylemlerden sayılamaz...
...
Sonuç olarak davalının harcı alem biçimi taşıyan pis su kelepçesini kendisine ait olmadığını ve bir tasarım olarak korunmasının mümkün olmadığını bilerek adına tescil ettirmesi; bu tasarım belgesine dayanarak basiretlibir tacirden beklenmeyecek ve haksız rekabet oluşturacak ve tasarım hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olacak şekilde eylemlere girişmesi sebebiyle iş bu dava hakkında aşağıdaki şekilde karar[ verilmiştir.] ''
13. Söz konusu karar temyiz edilmiş, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 17/5/2010 tarihli karar ile bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“...Dairemizin yerleşik uygulamasına göre, tasarım tescil belgesinden kaynaklanan hakların kullanılması, bu belge ile sağlanan koruma kapsamında olup tescilli bir tasarımın haksız kullanımından söz edilemez. Ancak, tasarım tescil belgelerinin hükümsüzlüğü yolundaki kararlar ile sicilden terkinleri sağlandıktan sonra korumaları kalkacak ve bu tarihten itibaren kullanımlarının haksız olduğu ileri sürülebilecektir. Tescilli endüstriyel tasarım sahibi bu tescil hükümsüz kılınmadıkça tasarımını kullanabilir. Somut uyuşmazlıkta da davalı, yasal şikayet hakkını kullanmıştır. Tasarım tescil belgesi hükümsüz kılınana kadar şikayet hakkının kötüye kullanılmasından söz edilemez...''
14. Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi bozma sonrasında yargılamaya devam ederek 24/2/2011 tarihli direnme kararını vermiştir.
15. Direnme kararının temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 17/10/2012 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir.
16. Başvurucu karar düzeltme isteğinde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27/3/2013 tarihli ve E.2013/11-209, K.2013/399 sayılı karar ile karar düzeltme istemini kabul ederek bozma kararını kaldırmış ve diğer temyiz itirazlarının incelemesi amacıyla dosyanın 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
“...Tasarım tescillerinde şekli incelemenin benimsenmesi nedeniyle kötü niyetli kişiler koruma şartlarını taşımayan 'harc-ı alem' tasarımlara belge almakta ve belgeleri hükümsüz kılınıncaya kadar rakiplerine karşı kullanmaktadır. 55 sayılı KHK m.45'deki düzenlemeye rağmen belgenin geçerli olduğu dönemdeki kullanımının, tazminat ödeme yükümlülüğü doğurmayacağının kabul edilmesi durumunda bu sistem mağdur üreten mekanizmaya dönüşecektir...
Davalının basiretli bir tacir olmasının beklenmesi nedeniyle de (TTKm.20/2), kendisinin de içinde bulunduğu ilgili piyasada daha önce kamuya sunulmuş olan ürünler hakkında yeterli derecede bilgiye sahip bulunduğunun kabulü gereklidir. Buna rağmen davalı, piyasada yaygın olarak 1991 yılından beri var olan bir ürünü kendi tasarımıymış gibi 1997 yılında tescil ettirmiştir.
Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Durumun gereklerine göre kendisininden beklenen özeni göstermeyen kişinin iyiniyet iddiasında bulunamayacağında da şüphe yoktur. (TMK.m.2) Bu itibarla, davalının Türkiye'deki endüstriyel tasarım tescillerinde uygulanan incelemesiz sistemden yararlanarak tescilini sağladığı, ancak daha sonra yeni ve ayırt edici niteliğinin bulunmaması nedeniyle koruma kapsamında olmadığı mahkemece belirlenerek hükümsüzlüğüne karar verilen 'harc-ı alem' tasarım tescili ve bu tescile dayalı hakları, yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere 554 sayılı KHK'nın 45/1 maddesi uyarınca hiç 'doğmamış 'sayılır ve gerçekte var olamayan bir hak iddiası ile davacı tarafta oluşmasına neden olunan zararların tazmini gerekir.''
17. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararı sonrasında Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 3/3/2014 tarihli karar ile ilk derece mahkemesinin kararını onamış, karar düzeltme isteği aynı daire tarafından 24/10/2014 tarihinde reddedilmekle hüküm kesinleşmiştir.
B. Başvuruya Konu Ankara 1. Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemesindeki Yargılama Süreci
18. Başvurucu, 30/12/2008 tarihli dilekçesiyle haksız ve hukuka aykırı tescile dayanarak üretmiş olduğu kelepçeler ile üretim kalıplarına el konulması nedeniyle Ankara 2. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinde ilk davanın açıldığı 29/12/2005 tarihinden sonra uğramış olduğu zararların tazmini istemiyle dava açmıştır.
19. Ankara 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 30/3/2010 tarihli karar ilepvc sektöründe faaliyet gösteren davalının tescil tarihinden önce birçok firma tarafından üretilip satışı gerçekleştirilen bir ürünühukuk düzeninin incelemesiz sistemi kabul etmesinden yararlanarak adına tasarım olarak tescil ettirip davacı gibi üçüncü kişilere yasaklayıcı eylemlere girişmesi hakkın kötüye kullanımı niteliğinde bulunduğundan davanın kısmen kabulüyle başvurucunun uğramış olduğu 13.274,10 TL maddi tazminatın 29/12/2005 tarihinden itibaren değişir oranlarda avans faizi ile davalı şirketten tahsiline karar vermiştir.
20. Söz konusu karar temyiz edilmiş, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 15/2/2012 tarihli kararı ile bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı şöyledir:
“...Dairemiz’in yerleşik uygulamasına göre, tasarım tescil belgesinden kaynaklanan hakların kullanılması, bu belge ile sağlanan koruma kapsamında olup tescilli bir tasarımın haksız kullanımından söz edilemez. Ancak, tasarım tescil belgelerinin hükümsüzlüğü yolundaki kararlar ile sicilden terkinleri sağlandıktan sonra korumaları kalkacak ve bu tarihten itibaren kullanımlarının haksız olduğu ileri sürülebilecektir. Tescilli endüstriyel tasarım sahibi, bu tescil hükümsüz kılınmadıkça tasarımını kullanabilir. Somut uyuşmazlıkta da, davalı usulüne uygun şekilde tescil ettirmiş bulunduğu tasarım tescil belgesine dayanarak yasal şikayet hakkını kullanmıştır. Tasarım tescil belgesi hükümsüz kılınana kadar şikayet hakkının kötüye kullanılmasından söz edilemez. Mahkemece, anılan hususlar nazara alınmadan, davalınınkendisinin gerçekleştirmediği bir tasarımı adına tescil ettirmesinin ve davacı gibi üçüncü kişilere yasaklayıcı eylemlere girişmesinin tasarım hakkı sahipliğinin kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, davalının dürüstlük kuralına aykırı eylemleri nedeniyle davacının mağduriyetine sebebiyet verdiği ve davacının zararının devam ettiği gerekçesiyle davanınkabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş,bozmayı gerektirmiştir.''
21. Ankara 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 11/12/2012 tarihli karar ile bozma ilamına uyarak Yargıtay ilamındaki gerekçe doğrultusunda davanın reddine karar vermiştir.
22. Söz konusu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19/9/2013 tarihli kararı ile onanmış ve karar düzeltme isteğinin reddine dair 20/3/2014 tarihlikarar ile kesinleşmiştir.
23. Nihai karar başvurucu vekiline 21/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
24. 19/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 29. maddesi şöyledir:
''Yargıtay ilgili dairesi temyiz edilen kararı bozarsa, davayı, kararı vermiş olan mahkemeye veya uygun göreceği diğer bir mahkemeye gönderir.
O mahkeme, temyiz edenden 434 ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.
Mahkeme eski kararında direnirse, bu kararın gerekçesi genişletilmiş olsa bile, direnme kararının temyizi halinde temyiz incelemesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.
Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorunludur.”
25. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Yargılamanın iadesi sebepleri" kenar başlıklı 375. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi şöyledir:
''Bir dava sonunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra tarafları, konusu ve sebebi aynı olan ikinci davada, öncekine aykırı bir hüküm verilmiş ve bu hükmün de kesinleşmiş olması.''
26. 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nun "Yargıtay Büyük Genel Kurulunun görevleri" kenar başlıklı 16. maddesinin (1) numaralı fıkrasının 5. bendinin ilgili kısmışöyledir:
''...Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi... arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını gidermek ve içtihatları birleştirmek,.''
2. Yargıtay İçtihatları
27. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 26/1/2009 tarihli ve E.2007/11867, K.2009/639 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...Somut uyuşmazlıkta da davalı, usulüne uygun şekilde tescil ettirmiş bulunduğu tasarım tescil belgesine dayanarak, yasal şikâyet haklarını kullanmıştır. Tasarım tescil belgesi hükümsüz kılınana kadar şikâyet hakkının kötüye kullanılmasından söz edilemez.''
28. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 6/7/2009 tarihli ve E.2008/3509, K.2009/8363 sayılı; 17/5/2010 tarihli ve E.2008/13865, K.2010/5486 sayılı; 5/5/2015 tarihli ve E.2014/9772, K.2015/6365 sayılı; 30/5/2016 tarihli ve E.2015/10857, K.2016/5915 sayılı kararları da benzer niteliktedir.
29. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27/5/2015 tarihli ve E.2013/11-2356, K.2015/1440 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...Ülkemizde tasarım tescilleri bakımından yayıma dayalı itiraz sistemi benimsenmiştir. Çünkü esas incelemeyi yapmak oldukça zaman alıcı ve masraflı bir iştir. Kaldı ki, esas inceleme sistemini benimseyen ülkelerde bu incelemeye tabi tutulan tasarımların birçoğu daha sonra mahkemeler tarafından özgün olmadığı gerekçesiyle iptal edilmektedir. Bu da göstermektedir ki, pratikte esas inceleme sağlıklı bir şekilde zaten yapılamamaktadır. Bu inceleme esasen uyuşmazlık halinde mahkemeler önünde yapılabilmektedir.
Türk Hukukunda 'hükümsüzlük' ancak mahkeme önünde ileri sürülebilir. TPE, bir tasarımın hükümsüz olup olmadığı konusunda karar veremez. Ancak itiraz prosedürü çerçevesinde TPE YİDK, tasarımın koruma şartlanın karşılanmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddedebilir (Karahan/Suluk/ Saraç/Nal; a.g.e., s.290)
Hangi hallerde mahkemelerce hükümsüzlük kararı verileceği 554 s. KHK’nin 43. maddesinde sayılı olarak (numerus clausus) belirlenmiştir. Bunlar, tasarımın yeni ve ayırt edici nitelikte olmaması, teknik fonksiyonun tasarım şekillendirmesi, tasarımın kamu düzenine veya genel ahlaka aykırı olması, tasarımın gerçek sahibinin başkası olması, sonradan kamuya açıklanmış olmakla birlikte, aynı veya benzer başka bir tasarımın başvuru (veya varsa rüçhan) tarihinin daha önce olması halleridir.
Açıklanan bu madde (554 s. KHK m.43) uyarınca verilen hükümsüzlük kararları geriye etkilidir. Bu hususun düzenlendiği 554 s. KHK nin ‘Hükümsüzlüğün Etkisi’ başlıklı 45/1. maddesi aynen; 'Tasarımın hükümsüzlüğüne karar verilmesi halinde, kararın sonuçları geçmişe etkili doğar. Bu nedenle, tasarım başvurusu veya tesciline hukuki bakımdan bu Kanun Hükmünde Kararname ile sağlanan koruma, hükümsüzlük kapsamında doğmamış sayılır.' şeklindedir.
Bu yasa hükmü uyarınca; bir tasarımın hükümsüzlüğüne karar verildiği takdirde KHK ile sağlanan koruma “doğmamış sayılır”. Doğmamış sayılma hem başvuru hem de tescil ile ilgilidir. Yokluğun sonucu; başvuru ve tescile dayalı olarak oluşan hakların hiç doğmadıklarının, hukuki ilişkilerin hiç kurulmadıklarının belirtilmesidir.
Kötüniyetli tescilleri önlemek için 554 s. KHK kendi içerisinde koruma mekanizması öngörmüştür. 554 s. KHK’nin 43. maddesindeki düzenleme uyarınca 'doğmamış' sayılan endüstriyel tasarım tesciline dayalı olarak tescil sahibinin üçüncü kişilere verdiği zararların tazmini yoluna gidilebilecektir.
Somut olayda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında, davayı konu 'çilek' fotoğrafının FSEK 5/4 kapsamında 'fotoğrafik bir eser' olmadığı, bu nedenle ancak aynı yasanın 84/3 hükmü uyarınca haksız rekabet hükümleri çerçevesinde himaye görebileceği konusunda uyuşmazlık bulunmadığı gibi davacının daha önceden hak sahibi olduğu fotoğrafın davalı adına daha sonra 29.12.1999 tarihinde tescil edilen 7605 nolu 'Gıda Ambalaj Deseni' başlıklı çoklu endüstriyel tasarım tescilinde kullanılmış olduğu da dosya kapsamıyla sabit görülmüştür.
Bu itibarla, davacının eser mahiyetinde olmayan fotoğraftan kaynaklanan haklarını FSEK 84. maddesi kapsamında davalıya karşı ileri sürmesi önündeki somut olaya özgü engelin, yukarıda açıklanan ve ülkemizde kabul edilmiş olan endüstriyel tasarım tescil sitemi olduğu görülmektedir. Zira, davalı taraf, Türkiye’deki endüstriyel tasarım tescillerinde uygulanan incelemesiz sistemden yararlanarak tescilini sağladığı tasarımını kullanırken 554 s. KHK’nin sağladığı haklardan tasarımı hükümsüz kılınmadıkça yararlanacaktır. Hemen belirtilmelidir ki hak sahiplerinin, tasarım tescillerine karşı yukarıda açıklanan 554 s. KHK’nin 43. maddesi kapsamında hükümsüzlük davası açma imkânları tanınmış durumdadır.
O halde, davaya konu fotoğrafı kendi adına tescilli endüstriyel tasarımda kullandığı ileri sürülen davalıya karşı bu tasarımın hükümsüzlüğü istemiyle dava açılarak sicilden terkini sağlanmadığı sürece, davalının endüstriyel tasarım tesciline dayalı kullanımına karşı FSEK 84. maddesi uyarınca haksız rekabet hükümlerine dayanılarak hak iddia edilemeyecektir.''
B. Uluslararası Hukuk
30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“Herkes, medeni hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilmesi için ... bir yargı merciinde ... adil ... bir şekilde yargılanma hakkına sahiptir. "
31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirliliğin Sözleşme'nin bütün maddelerine içkin olduğunu belirtmektedir. (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). AİHM'e göre hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kişilerin mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine itimadı azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Ancak bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). AİHM içtihat farklılıklarının, farklı coğrafi bölgelerde yetkili birden fazla yargısal otoritenin var olduğu yargısal sistemlerde doğal olduğunu vurgulamaktadır (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). Hatta içtihat farklılığı aynı mahkeme içinde de söz konusu olabilir. Bu durum kendi başına Sözleşme'ye aykırılık teşkil etmez (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). Fakat AİHM yüksek mahkemelerin, bu yargısal otoriteler arasındaki içtihat farklılıklarını giderme rolünün bulunduğunu ifade etmektedir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, § 47).
32. AİHM -açık keyfiliğin bulunması hâli hariç- ulusal mahkemelerin iç hukuk kurallarına ilişkin yorumlarını sorgulama rolünün bulunmadığını belirtmektedir. AİHM aynı şekilde açıkça ulusal mahkemelerce verilen farklı kararları -açıkça benzer olan davalara ilişkin olsa bile- kıyaslama gibi bir işlevinin bulunmadığını, ulusal mahkemelerin, hukuk kurallarının yorumlama hususundaki bağımsızlığına saygı gösterilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50).
33. AİHM, dinamik ve evrimsel bir yaklaşımın sürdürülememesinin hukukun gelişimini ve hukukta reformu engelleyeceğini ve bu nedenle içtihat değişikliğinin tek başına etkin adalet yönetimine aykırı olmadığının altını çizmektedir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). AİHM'e göre mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05 ... 17293/05, 30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin gerekçelendirildiği kararda dikkate alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38). Bu bağlamda, aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde, mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
34. Mahkemenin 25/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
35. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
37. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
38. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
39. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 5 yıl 2 aylık yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
40. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
41. Başvurucu, Ankara 2. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinin E.2011/15, K.2011/51 sayısı ile yapmış olduğu yargılama sonucunda haklı olduğu saptanmasına rağmen Ankara 1. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinin ilk davanın temyiz incelemesinin sonucunu beklemeden karar vermesi ve Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 554 sayılı KHK'nın 45 ve 48/A maddelerini göz ardı edip bu kararı onaması nedeniyle hakkının usule feda edildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
42. Bakanlık görüşünde, Ankara 1. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinde görülen yargılamada hüküm kesinleşmiş ise de Ankara 2. Sınai ve Fikri Haklar Mahkemesinde görülen yargılamada verilen kararın temyiz aşamasında olup henüz kesinleşmediğini ve bu hükmün kesinleşmesi halinde konusu ve tarafları aynı kesinleşen iki ayrı hüküm oluşacağından başvurucunun 6100 sayılı Kanun'un 375. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi gereğince yargılamanın yenilenmesini isteme hakkı bulunduğunun gözönünde tutulmasını istemiştir.
43. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında her iki mahkeme kararının kesinleşmesi sonucunda ortada konusu ve tarafları aynı birbirinden farklı iki karar bulunduğunu belirterek Ankara 2. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinin kesinleşme şerhini içerir kararını ibraz etmiştir.
2. Değerlendirme
44. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun ileri sürdüğü şikâyetlerinin ileri sürülüş tarzı ve mahiyeti gözetilerek, belirtilen ihlal iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
46. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasıile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
47. Hukuki güvenlik ve belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2012/116, K.2013/32, 28/2/2013).
48. Yargı yetkisini kullanan mahkemeler, aynı mahiyetteki davalarda uyuşmazlığın çözümü için gerekli olan bir yasa hükmünü uygularken bir hukuki müesseseyi değerlendirirken ya da uyuşmazlığın çözümünde takip edilecek usulü belirlerken birbirinden farklı ilke ve yorumlar benimseyebilir ve bunun doğal sonucu olarak farklı bir içtihat geliştirebilirler.
49. Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir uyuşmazlığı çözüme bağlayan mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında davaların içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde ise hareket noktası, derece mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından hangisinin doğru olduğunun ve tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi olmayacaktır (Stefanica ve diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, § 34). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir inceleme yapabilir (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 58).
50. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde, bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir (Türkan Bal, § 64).
51. Hukukun üstünlüğü ilkesi gereği yargı sistemine olan bu güveni sağlamak ve korumakla yükümlü olan devlet, aynı yargı koluna dâhil mahkemeler arasındaki derin ve süregelen içtihat farklılıklarını ortadan kaldırabilecek nitelikte bir mekanizmayı kurmak ve bu mekanizmanın etkin bir şekilde işleyişini sağlayacak düzenlemeler yapmakla yükümlüdür.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
52. Somut başvurunun konusu, tarafları, konusu ve hukuki sebebi aynı olan iki dava hakkında yargısal anlamda aralarında hiyerarşi ilişkisi bulunan aynı yargı koluna dâhil mahkemelerin kararları arasında çelişki bulunduğu iddiasıdır.
53. Tasarım tescil belgesinin hükümsüz kılınana kadar sahibine 554 sayılı KHK ile sağlanan korumayı sağlayacağı ve şikâyet hakkının kötüye kullanımından söz edilemeyeceği hususu anılan uyuşmazlık hakkında ilk derece mahkemelerince verilen kararların temyiz mercii olan Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kökleşmiş içtihatlarındandır (bkz. §§ 27-28).
54. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin içtihatları bu yönde iken Yargıtay Hukuk Genel Kurulu başvuruya konu somut olayın yargılaması devam ederken 27/3/2013 tarihli ve E.2013/11-209, K.2013/399 sayılı karar ile Özel Dairenin uygulamasından ayrılarak farklı bir sonuca varmış ve bu kararın kanuni olarak bağlayıcı olması nedeniyle Özel Daire ilk derece mahkemesinin direnme kararını onamıştır. Ne var ki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu daha sonra önüne gelen aynı konudaki başka bir uyuşmazlıkta Özel Dairenin uygulamasını esas alarak 27/3/2013 tarihli kararından dönmüştür (bkz. § 29).
55. Başvuruya konu içtihat farklılığı yargı sistemimizin teşkilat yapısı ile doğrudan bağlantılı olup 2797 sayılı Kanun'un16. maddesi uyarınca içtihat farklılığının içtihadı birleştirme kararı yoluyla giderilmesi mümkün olduğundan sistem içinde içtihat farklılığını giderecek yeterli mekanizmalar mevcuttur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bu noktadaki görevi, bizzat Anayasa'da düzenlenen bir yargı sisteminin yerindeliğini tartışmak değil bu sistemin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan içtihat farklılığının, yine Anayasa'da güvence altına alınan adil yargılanma hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında değerlendirmektir.
56. Somut olayda başvurucu hakkında aynı konuda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Özel Daire tarafından verilen farklı karar bulunmakla birlikte, bu durum Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun özel dairenin kökleşmiş içtihadından ayrılarak yeni bir yaklaşımı benimsemesinden kaynaklanmıştır. Kaldı ki Yargıtay Hukuk Genel Kurulusonradan önüne gelen uyuşmazlıklarda başvurucu lehine olan bu yaklaşımı terk ederek önceki içtihatlarla uyumlu kararlar vermiştir (bkz. § 29). Bu itibarla somut başvuruya konu kararın Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Özel Dairenin süre gelen içtihatlarına uygun olduğu vebaşvurucu lehine olup bireysel başvuru konusu olmayan kararın ise içtihattan sapma olarak kabulü gerekir. Zira bu yönde başkaca bir kararın varlığı tespit edilememiştir. Gerek başvurucu lehine sonuçlanan ilk davanın yargılaması neticesinde verilen kararın gerekse de başvurucu aleyhine sonuçlanan somut başvuruya ilişkin kararın da tatmin edici gerekçe içerdiği ve kararlar arasındaki farklılık hukuki güvenliği sarsacak nitelikte yaygınlık kazanmadığı gibibu farklılığı giderecek yeterli mekanizmaların bulunduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde hukuki belirsizliğin bulunduğundan söz edilemez.
57. Öte yandan davanın açıldığı tarihteki içtihatlara uygun olan Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin başvurucunun aleyhine olarak vermiş olduğu nihai kararın başvurucu için öngörülemez nitelikte olduğu da söylenmez.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
60. Başvurucu maddi tazminat ve yargılama giderlerinin ödenmesi talebinde bulunmuştur.
61. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
62. Başvurucu manevi tazminat talebi bulunmadığından uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlalinin tespiti sonucunda tazminata hükmedilmesi mümkün değildir.
63. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Makul sürede yargılanma hakkı ile hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucunun maddi tazminat talebinin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Ankara 1. Fikri ve Sınaî Haklar Mahkemesine (E.2008/377, K.2010/84) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.