TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
KAMİL İNCE BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/1167)
Karar Tarihi: 25/10/2017
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Heysem KOCAÇİNAR
Başvurucu
Kamil İNCE
Vekili
Av. Hasan Ümit YILMAZ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, menfi tespit talebini içerir davada Mahkemece davanın kabulüne karar verilmişse de icra baskısı ile ödenen kısmın tamamının istirdadının mümkün olmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle mülkiyet ve makul süredeyargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/1/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Alacaklı vekili tarafından 14/11/2000 tarihinde kambiyo senedine dayalı başvurucu hakkında icra takibi başlatılmıştır. Takip başvurucunun imzaya ve borca itirazının reddi sonucunda kesinleşmiştir.
9. Başvurucu, kesinleşen takibe karşı 12/4/2002 tarihinde Denizli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde menfi tespit davası açmış, Mahkeme 15/4/2002 tarihli ara kararı ile %15 teminat karşılığında icra dosyasında bulunan paranın ödenmemesi yönünden ihtiyati tedbir kararı vermiştir.
10. Denizli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/5/2003 tarihli karar ilebaşvurucunun yasal unsurları taşıyan senedi rızasıyla davalıya verdiği ve senedin iptalini gerektirir sebeplerin kanıtlayamadığı gerekçesiyledavanın reddine karar vermiştir.
11. Menfi tespit talebini reddeden Mahkeme 5/6/2003 tarihli müzekkere ile Denizli 5. İcra Müdürlüğüne 15/4/2002 tarihli ihtiyati tedbirin kalktığını bildirmiştir.
12. İcra takibi sırasında Denizli 5. İcra Müdürlüğünün 28/2/2001 tarihli yazısı üzerine tedbir konulan başvurucunun Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası hesabındaki hacizli 1.535.139.050.000 TL (eski) Menfi tespit talebinin reddine karar verilmesinden sonraİcra Müdürlüğünün Vakıflar Bankası Denizli Şubesindeki hesabına havale edilmiştir.
13. Denizli 5. İcra Müdürlüğü yasal kesintiler yapıldıktan sonra kalan 1.482.976.050.000 TL ve 89.933.100.000 TL'yi (eski) alacaklı vekiline sırasıyla 11/6/2003 ve 12/6/2003 tarihlerinde ödemiştir.
14. Denizli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/6/2003 tarihli kararı Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 30/4/2004 tarihli kararı ile başvurucunun ahlak ve adaba aykırı olarakdavalı ile karı koca hayatı yaşamayı temin etmek üzere verdiği bononun geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın reddine dair ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.
15. Mahkeme bozma ilamına uyarak yapmış olduğu yargılama sonucunda 30/4/2010 tarihli karar ile başvurucunun borçlu olmadığının tespitiyle icra dosyası kapsamında yapılan ödemenin istirdadına karar vermiştir.
16. Karartaraflarca temyiz edilmekle Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 31/3/2011 tarihli ve E.2010/10781, K.2011/4177 sayılı karar ile başvurucu vekilinin istirdadına karar verilen miktara uygulanacak faize ilişkin temyiz itirazlarını kabul ederek hükmü bozmuş tarafların sair temyiz itirazlarını reddetmiştir.
17. Bozma ilamına uyan Mahkeme 29/3/2012 tarihli karar ile davacının davalıya borçlu olmadığının tespiti ile bononun iptaline ilişkin 30/04/2010 tarihli kararının birinci fıkrası kesinleştiğinden bu hususta yeniden karar verilmesine yer olmadığına, icra dosyasında ödenen ve istirdadına karar verilen miktara ödeme tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına karar vermiştir.
18. Söz konusu karar temyiz edilmekle Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 13/2/2013 tarihli kararı ile onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 30/9/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir.
19. Başvurucu 29/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükümleri
20. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra veİflas Kanunu'nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan 72. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
''Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir...
İcra takibinden sonra açılan menfi tesbit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyle icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini isteyebilir.
Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde kırkından aşağı tayin edilemez.
Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırşa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz...''
21. 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun 688. maddesi şu şekildedir:
'' Bono veya emre muharrer senet:
1. Senet metninde (Bono) veya (Emre muharrer senet) kelimesini ve senet Türkçe'den başka bir dilde yazılmışsa o dilde bono karşılığı olarak kullanılan kelimeyi;
2. Kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedeli ödemek vaadini;
3. Vadeyi;
4. Ödeme yerini;
5. Kime ve kimin emrine ödenecek ise onun ad ve soyadını;
6. Senedin tanzim edildiği gün ve yeri;
7. Senedi tanzim edenin imzasını;
ihtiva eder.''
22. 6762 sayılı mülga Kanun'un "kıymetli evrakın tarifi" kenar başlıklı 557. maddesi şu şekildedir:
''Kıymetli evrak öyle senetlerdir ki, bunlarda mündemiç olan hak senetten ayrı olarak dermeyan edilemediği gibi başkalarına da devredilemez. ''
B. Yargıtay Kararları
23. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 30/6/2014 tarihli ve E.2014/14747, K.2014/18964 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''Menfi tespit davasının reddi kararı ile ihtiyati tedbir kararı kendiliğinden kalkar. Bunun için davanın reddi kararında ihtiyati tedbirin kalkmış olduğunun açıkça belirtilmiş olması gerekli olmadığı gibi davanın reddi kararının kesinleşmesi de şart değildir. Mahkeme menfi tespit davasının reddi kararında davanın reddi kararının kesinleşmesine kadar ihtiyati tedbirin devamına karar veremez. İİK'nun 72/4.maddesi hükmü nedeniyle HMK 397/2 hükmü burada uygulanmaz''
24. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/12/2003 tarihli ve E.2003/19-781, K.2003/768sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
'' ...Aslında Kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, mücerret bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması, şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtlan daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda ( HUMK. nun 290 mad. ) önem taşır. Kişisel defi nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştırır.
...
İcra ve İflas Kanunu'nun 72. maddesi gereğince borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığım ispat için menfi tespit davası açabilir. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf o vakıayı ispat etmeye mecburdur (MK.nun 6 ).
İspat yüküne ilişkin bu genel kural menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran ( iddia eden ) taraf o vakıayı ispat etmelidir.
Menfi tespit davasında borçlu ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir. Borçlu borcun varlığını inkar ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 25/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, Yargıtayca bozularak ortadan kaldırılan 13/5/2003 tarihli davanın reddi kararıyla ihtiyati tedbirin sona erdiğini, icra takibine kaldığı yerden devam edilerek hacizli bulunan parasının alacaklıya ödendiğini ve bozma kararından sonra yapılan yargılama sonucunda borçlu olmadığının tespitine dair karar verilmişse de paranın tahsilinin mümkün olmadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
27. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
28. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yanında adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucunun temel iddiası, kambiyo senedine dayanan icra takibi sonucunda hacizli parası alacaklıya ödenmiş ise de menfi tespit davası sonucunda borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi sonrasında bu paranın istirdadının mümkün olmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer bütün iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
30. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucunun Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası hesabında bulunan nakit parasının icra takibine konu edildiği görülmektedir. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanındaki mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir yorum ile ele alınmalıdır (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015, § 31). Olayda, derece mahkemelerince kambiyo senedinin hukuken geçersiz olduğunun tespit edildiği dikkate alındığında Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında başvurucunun korunması gereken ekonomik bir menfaatinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
31. Başvuru konusu olayda başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.
a. Genel İlkeler
32. Bireysel başvuru, devlet tarafından kamu gücü kullanılarak bireylerin temel haklarına yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen hak ihlallerini gidermek amacıyla ihdas edilmiş bir ikincil koruma mekanizması olmakla birlikte kimi durumlarda özel kişiler arası ilişkiler sonucu özel kişilerin birbirilerinin haklarına yaptıkları müdahalelerde devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilmektedir. Bu durumlarda bireysel başvuru konusu yapılan dava sadece adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmekle kalmayıp özel kişiler tarafından başlatılan süreç sonucu etkilenen diğer haklar yönünden de incelenebilir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34).
33. Bu bağlamda devletin temel amaç ve görevlerini tanımlayan Anayasa’nın 5. maddesi kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri kaldırmayı, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamayı hukuk devletinin gereği olarak kabul etmektedir. Bahsedilen Anayasa hükmünün gerekçesinde devletin hak ve hürriyetlerin gerçekleştirilmesine yardımcı olması gereğinin benimsendiği ifade edilmiştir. Anayasa’nın pek çok maddesinde düzenlemeye konu hakkın korunması ve gerçekleştirilmesi için devletin alacağı tedbirlerden bahsetmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, § 38).
34. Bireylerin Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında bulunan temel haklara özel hukuk kişileri tarafından yapılan müdahaleler sonucu bireylerin haklarının zarar gördüğü kimi durumlarda devlete atfedilebilecek sorumluluklar bulunabilir. Devletin bu tür haksız müdahalelere karşı bireylerin mülkiyet hakkının korunması için etkili iç hukuk yolları ihdas ederek yapılan müdahalelere karşı özellikle mahkemelere başvurmak suretiyle koruma talep edebilmelerini sağlaması ve yapılacak yargılamalarda özel kişilerin çatışan hakları arasında tercih yaparken mahkemelerce anayasal yorumla temel hakların korunması gerekmektedir. Böylelikle devlet, etkili bir iç hukuk yolu ihdas ederek adalet ve hakkaniyete uygun bir yargılama ortamı oluşturup üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacaktır (Türkiye Emekliler Derneği, § 39).
35. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Bu maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir.Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41).
36. İki özel kişinin mülkiyet hakkının çatıştığı durumlarda bunlardan hangisine üstünlük tanınacağının takdiri, kanun koyucuya ve -somut olayın koşulları gözönünde bulundurularak- derece mahkemelerine ait bir yetkidir. Bununla birlikte her iki tarafın menfaatlerinin mümkün olduğunca dengelenmesi ve sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir netice doğuracak şekilde sonuçlandırılmaması gerekir. Diğer bir ifadeyle kamu otoritelerince ve özellikle yargı organları tarafından daha üstün değerde görülen bir hakkın teslimi için diğer taraf aleyhine sonuç doğuracak birtakım tasarruflarda bulunulması mümkün ve gerekli ise de bu durum, uyuşmazlığın diğer tarafının tamamen korumasız bırakılması gerektiği anlamına gelmez. Hukuk sisteminin her iki tarafın menfaatlerini dengeleyecek mekanizmalar üretmesi gerekmektedir. Menfaatler dengesinin kurulmasında taraflardan biri aleyhine ölçüsüzlük oluşması, pozitif yükümlülüklerin ihlali sonucunu doğurabilir. Menfaat dengesinin adil bir şekilde kurulup kurulmadığının değerlendirilmesinde somut olayın bütün koşulları ve taraflara tanınan tüm imkanlar ile tarafların tutum ve eylemleri gözönünde bulundurulur (Nuran Çakır, B. No: 2014/10761, 13/9/2017, § 40).
37. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etmek sorumluluklarını da içermektedir.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
38. Uyuşmazlık konusu olayda alacaklı tarafından 2004 sayılıKanun hükümlerine göre başlatılan icra takibi bulunmaktadır. Başvurucu, borca ve imzaya itiraz etmiştir. Denizli İcra Tetkik Mercii Hakimliği 19/3/2002 tarihli karar ile ödeme emrinin ve senedin tedavüle çıkarılırken boş kısımlarının sonradan doldurulmasının usul ve kanuna uygun olduğu ve senet altındaki imzanın davacı el ürünü olduğunun bilirkişi incelemesi ile sabit olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
39. Başvuru konusu olayda devlete düşen pozitif yükümlülük, başvurucuyu alacaklıya karşı koruyacak, ona yeterli güvenceler sağlayacak ve aynı zamanda tarafların menfaatlerini mümkün olduğunca dengeleyip sürecin taraflardan biri aleyhine ölçüsüz bir netice doğuracak şekilde sonuçlandırılmasına engel olacak hukuksal mekanizmaları oluşturmaktır.
40. İcra takibi kıymetli evrak türlerinden olan bonoya dayalı olarakbaşlatılmıştır.Yargıtay içtihatları ve ilgili kanun düzenlemesinde mücerret (soyut) borç ikrarını içeren kıymetli evrak bir defa doğduktan sonra doğumuna sebep olan ilişkideki bir aksaklık veya bozukluğun evrakın geçerliliğine etkili olmayacağı, başka bir değişle senedin temel borç ilişkisinden soyutlanmış, bağımsız bir varlık kazanacağı ve böyle bir senede dayalı olarak 2004 sayılı Kanun'un öngördüğü usule uygun olarak icra takibinde bulunulabileceği kabul edilmiştir. Hâl böyle olmakla birlikte 2004 sayılı Kanun kesinleşen takiplere ilişkin olarak borçlulara genel hükümlere göre menfi tespit davası açma imkânı tanımıştır (bkz. § 20).
41. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde taraflar arasındaki uyuşmazlığın cebri icra sonucu ödeme yapılmışken icra takibine dayanak teşkil eden kambiyo senedinin bedelsiz olduğunun tespit edilmiş olmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Derece mahkemeleri, 2004 sayılı Kanun'da öngörülen kurallara göre yapılıp kesinleşen takip ve takibin kesinleşmesinden sonragenel hükümlere göre açılan menfi tespit davasını ilgili maddi ve kanuni dayanaklarını göstermek suretiyle değerlendirmiştir. Dolayısıyla derece mahkemelerince mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına konu edilen uyuşmazlığın çözümüne ilişkin olarak önceden oluşturulan, öngörülebilir, ulaşılabilir ve belirli nitelikte olduğu anlaşılan bir hukuksal çerçeve kapsamında delillerin değerlendirildiği ve hukuk kurallarının yorumlanarak sonuca varıldığı görülmektedir.
42. 2004 sayılı Kanun kambiyo senetlerine dayalı takiplerin kesinleşmesi hâlinde kıymetli evrakın kural olarak soyut borç ikrarını içerdiğini esas almış ve borçlunun takibe yönelik itirazlarını sınırlayarak senede öncelik tanımıştır. Ayrıcamenfi tespit davasının reddi hâlinde takibin devamını öngörerek senet hamilinin haklarını üstün tutmuştur. Somut olayda takibin niteliği esas alınarak ilk derece mahkemesince 13/5/2003 tarihli davanın reddi kararından sonra tensip ile birlikte konulan ihtiyati tedbirin kaldırıldığı ilgili icra müdürlüğüne bildirilmiş ve anılan icra dairesince hacizli para alacaklıya ödenmiştir. Davanın reddine dair karar temyiz sonucu Yargıtay 12. Hukuk Dairesince bozulmuştur. İlk derece mahkemesi bozma kararına uyarak bu kez davanın kabulüyle ödeme tam olarak gerçekleştiğinden 2004 sayılı Kanun'un 72. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca bedelin istirdadına karar vermiştir.
43. Anayasa Mahkemesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına yönelik şikâyetler bakımından görevi bireysel başvurunun ikincil doğası gereği sınırlıdır. Bu sebeple Anayasa Mahkemesinin -mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren istisnalar dışında- derece mahkemelerinin hukuk kurallarını uygulama ve yorumlama bakımından takdir yetkisine karışamayacağı kuşkusuzdur.
44. Dolayısıyla somut olayda devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında mülkiyetin kullanılmasına ve korunmasına yönelik yeterli güvencelerin mevcut olduğu, bireysel başvuruya konu kararlarda yer verilen tespit ve gerekçeler itibarıyla mülkiyet hakkının korunması yükümlülüğü yönünden başvurucunun usule ilişkin güvencelerden etkin biçimde yararlanmasının sağlandığı ve yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı sonucuna varılmıştır. Sonuç olarak yukarıda da değinildiği üzere -mülkiyet hakkının korunması çerçevesinde başvurucunun zararının tazmini amacıyla icranın eski hâle getirilmesi talebinde bulunmasının da mümkün olduğu dikkate alındığında- mülkiyet hakkına ilişkin şikâyet yönünden bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.
45. Açıklanan nedenlerle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
46. Başvurucu ayrıca yargılamanın makul bir süre içinde de tamamlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
48. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
49. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
50. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 11 yıl 5 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
51. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
52. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
53. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkı yönünden 20.000 TL manevi, diğer haklar yönünden 6.604.810.99 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
54. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
55. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık 11 yıllık yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya net 14.400 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
56. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 14.400 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Denizli 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/4, K.2012/129)GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.