TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
TÜLAY ARSLAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/7051)
|
|
Karar Tarihi: 2/2/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Ayhan KILIÇ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Tülay
ARSLAN
|
|
|
2. Seyit
YAVUZDOĞAN
|
|
|
3. Döndü
YAVUZDOĞAN
|
|
|
4. Ayşe
YAVUZDOĞAN
|
|
|
5. Erkan
YAVUZDOĞAN
|
|
|
6. Şenay
YAVUZDOĞAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, belediye tarafından başvurucular murisine kiralanan
taşınmaz dolayısıyla hem belediyeye kira bedeli hem de taşınmazın maliki olan
kamu kurumuna ecrimisil ödenmiş olması ve ayrıca
yıkımına karar verilen binanın bedelinin tazmin edilmemesi nedenleriyle
mülkiyet hakkının; buna ilişkin yargılamanın yedi yıl sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma hakkının; belediye tarafından iş yeri açma ve çalışma rahsatı verilmemesi nedeniyle de çalışma özgürlüğünün
ihlali iddialarına ilişkidir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
6. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekli ve Ulusal Yargı
Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarındantespit edilen
bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular Tülay Arslan, Seyit Yavuzdoğan,
Döndü Yavuzdoğan, Ayşe
Yavuzdoğan, Erkan Yavuzdoğan
ve Şenay Yavuzdoğan
sırasıyla 1966, 1982, 1944, 1963, 1971 ve 1974 doğumlu olup Eskişehir ile Odunpazarı ilçesinde yaşamaktadırlar.
A. Başvurucular Murisi
Tarafından Taşınmazın Kiralanması ve Kullanılması
9. Eskişehir Belediyesi tarafından, tapuda Türkiye Cumhuriyeti
Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüğü (TCDD) adına kayıtlı bulunan ve Eskişehir
İstasyon parkı sınırları içerisinde kain olan 166 pafta, 980 ada ve 16 parsel
numaralı taşınmaz 1977 yılından beri başvurucular murisi Duran Yavuzdoğan'a kiralanmıştır. Anılan taşınmaz, başvurucular murisince
içkili restoran olarak işletilmiştir.
10. Başvurucuların iddiasına göre taşınmaz üzerinde bulunan bina
1982 yılında murisleri tarafından yenilenmiştir.
11. Taşınmazın 1994 yılından sonra Tepebaşı Belediyesi sınırları
içerinde kalması nedeniyle bu tarihten sonra kira sözleşmesi Tepebaşı
Belediyesiyle (Belediye) akdedilmiş ve kira bedelleri de bu Belediyeye
ödenmiştir.
12. UYAP kayıtlarında yer alan ve başvurucular murisi ile
Belediye arasında akdedilen 1/1/1996 başlangıç tarihli ve bir yıllık kira sözleşmesinde,
kiralanan binaya verilecek zararın kiracı tarafından karşılanacağına ilişkin
hükümlerin yanında, 12. maddesinde, kiralanan şeyin içinde ve dışında yapılacak
masrafların kiracıya ait olacağı, mukavele müddeti bittiğinde yapılan her türlü
masraf için tazminat isteme hakkının olmayacağı ve gayrimenkul üzerinde bulunan
inşaatının tamamının mal sahibine ait olacağı hükmü yer almaktadır.
13. Yine başvurucular murisi ile Belediye arasında akdedilen
1/1/2001 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli işletme sözleşmesinin 4.
maddesinde, taşınmazın boyalı, badanalı, temiz ve kullanıma hazır bir şekilde
teslim edildiği; 12. maddesinde ise sözleşmenin bitim tarihi olan bir yılın
sonunda işletmecinin hiçbir hak ve alacak talep etmeden kendi rızasıyla
herhangi bir koşul ileri sürmeksizin taşınmazı tahliye edeceği düzenlenmiştir.
14. Başvurucular murisinin 1/1/2001 tarihli bu işletme
sözleşmesine dayanarak işletme ruhsatı alma girişimi başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Belediye tarafından yargılama safhasında Mahkemeye sunulan
savunmalarda, söz konusu taşınmazın çay ve pasta salonu olarak işletilmek üzere
kiraya verildiği hâlde içkili restoran olarak işletilmek istenmesi nedeniyle,
içkili yerlerle ilgili ruhsat verme yetkisine haiz olan Emniyet Müdürlüğünce
ruhsat verilmediği, bu konuda kendi kurumlarının bir sorumluluğunun bulunmadığı
ileri sürülmüştür.
B. TCDD ve Belediye
Tarafından Birbirlerine Karşı Açılan Davalar
15. TCDD tarafından 20/10/2000 tarihinde Tepebaşı Belediyesine
karşı ecrimisil ödenmesi istemiyle dava açılmıştır.
Belediye tarafından da 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun
38. maddesine dayanılarak yirmi yıldan beri nizasız ve fasılasız bir şekilde
park alanı olarak kullanılmak suretiyle Belediyenin zilyetliğinde bulunan
taşınmazın Belediye adına tespiti istemiyle Hakem sıfatıyla Eskişehir Asliye
Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Her iki dava dosyası birleştirilmiştir.
Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesince 6/3/2003 tarihinde verilen kararda,
taşınmazın yirmi yıldan beri nizasız ve fasılasız bir şekilde park olarak
kullanılması nedeniyle belediye adına tespitine ve ecrimisil
isteminin de reddine karar verilmiştir.
16. Belediye tarafından, bu karardan sonra taşınmazın kendi
adına tescil ettirilmesi amacıyla 24/11/2004 tarihinde Eskişehir 4. Asliye
Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açılmış ise de Anayasa
Mahkemesinin 10/4/2003 tarihli ve E. 2002/112, K. 2003/33 sayılı kararıyla 2942
sayılı Kanun'un 38. maddesinin iptal edildiği gerekçesiyle 17/3/2005 tarihinde
verilen kararla dava reddedilmiştir.
17. Bu kararın kesinleşmesinden sonra Belediye tarafından
13/7/2006 tarihinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulmuş ancak anılan
talep de 6/3/2007 tarihli kararla reddedilmiştir.
C. TCDD Tarafından
Başvurucular Murisine Karşı Açılan İlk Dava
18. TCDD tarafından 13/10/2000 tarihinde başvurucular murisi
aleyhine Eskişehir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Anılan davada
TCDD, müdahalenin menini, dava tarihinden geriye doğru beş yıllık ecrimisil bedellerinin yasal faiziyle birlikte tazminini ve
arazi üzerinde inşa edilen binanın kaldırılmasını talep etmiştir.
19. Söz konusu davaya Belediye de müdahil olmuştur.
20. Mahkeme iki defa keşif ve bilirkişi incelemesi yaptıktan
sonra 21/6/2005 tarihli kararla müdahalenin menine, 1.374.000.000 TL (1.374 TL)
ecrimisil bedeli ve 787.205.000 TL (787,21 TL) faizin
dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak
davacı idareye verilmesine, ayrıca taşınmazın yıkılarak kaline
karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesince
Hakem sıfatıyla bakılan davada 6/3/2003 tarihinde verilen, taşınmazın belediye
adına tespitine ilişkin karar ile Eskişehir 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin
17/3/2005 tarihli, taşınmazın belediye adına tescili isteminin reddine ilişkin
karara atıfta bulunularak Belediyenin üstün bir hakkının bulunmadığı
vurgulanmış ve sonuçta başvurucular murisinin Belediye ile akdedilen sözleşmeye
dayanılarak taşınmazı kullanmasının haklı bir nedeninin bulunmadığı neticesine
ulaşılmıştır.
21. Anılan karara karşı yapılan temyiz istemi Yargıtay 1. Hukuk
Dairesinin 22/2/2006 tarihli kararıyla reddedilerek ilk derece mahkemesi kararı
onanmış, karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 5/10/2006 tarihli kararıyla
reddedilmiştir.
D. TCDD Tarafından
Başvurucular Murisine Karşı Açılan İkinci Dava
22. TCDD tarafından 14/10/2005 tarihinde, ilk davanın açıldığı
14/10/2000 tarihinden sonraki dönem için de ecrimisil
ve faiz ödenmesi istemiyle başvurucular murisine karşı dava açılmıştır.
23. Bu dava devam ederken Belediye tarafından 13/10/2000
tarihinden sonraki döneme ilişkin 16.168,66 TL kira bedellerinin ödenmesi
gereğini hatırlatan bir yazı başvurucular murisine gönderilmiştir.
24. Mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yapıldıktan sonra
18/1/2007 tarihinde 19.410 TL ecrimisilin yasal
faiziyle birlikte davalı idareye ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular
murisi, taşınmazı kullanmadığını ileri sürmüş ise de Mahkeme, keşif esnasında
tespit edildiği üzere bina ve müştemilatının hâlen mevcut olduğunu ve
Belediyenin dahi anılan döneme ilişkin olarak birikmiş kira alacaklarının
bulunduğunu belirtmiş olmasını dikkate alarak bu iddiaya itibar etmemiştir.
25. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 25/9/2007
tarihli kararıyla, başvurucular murisince 15/6/2002 tarihinden sonra taşınmazın
kullanılmadığı gerekçesiyle bu tarihten sonraki döneme isabet eden ecrimisil tutarları yönünden kararı bozmuştur. Bu kararın
düzeltilmesi istemi, aynı Dairenin 6/5/2008 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
26. Yargıtayın anılan bozma kararına
uyan Mahkeme 14/10/2000-15/6/2002 tarihleri arasındaki dönem için 4.250 TL ecrimisilin yasal faiziyle birlikte davacı idareye
ödenmesine karar vermiştir. Anılan karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin
20/1/2009 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
E. Başvurucular Murisi
Tarafından Belediyeye Karşı Açılan Dava
27. Başvurucular murisi tarafından 11/6/2007 tarihinde Belediye
aleyhine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ilk ecrimisil
davası nedeniyle haksız olarak tahsil edilen kira bedelleri için 3.000 TL, bina
bedeli için 5.000 TL, ödenen harç ve vekâlet ücreti için 1.000 TL ve ticari
kazanç kaybı için de 1.000 TL olmak üzere toplam 10.000 TL maddi, hissetmiş
olduğu manevi acılar dolayısıyla da 10.000 TL manevi zararın tahsili istemiyle
Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açılmıştır.
28. Dava devam ederken başvurucular murisinin 20/5/2009 tarihinde
vefatı nedeniyle başvurucular davaya devam etmişlerdir.
29. Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi
tarafından hazırlanan raporda başvurucular murisine ödenebilecek tazminatın
miktarı yasal faiziyle birlikte 9.163,48 TL olarak tespit edilmiştir.
30. Başvurucular vekili 15/12/2009 tarihinde mahkemeye sunduğu
dilekçede ıslah talebinde bulunmayacaklarını bildirmiştir.
31. Mahkemece verilen 17/12/2009 tarihli kararla, başvurucular
murisinin TCDD'ye ödenen ecrimisil dolayısıyla uğradığını
ileri sürdüğü zarara ilişkin talebinin 3.000 TL ile sınırlı olduğunu gözeterek
Belediyeye ödenen kira bedelleri için 3.000 TL, vekâlet ücretleri için de 1.000
TL olmak üzere toplam 4.000 TL maddi zararın Belediye tarafından tazminine
hükmedilmiş, binanın bedeli ile ticari kayıplar dolayısıyla oluştuğu ileri
sürülen maddi zarar ve manevi zarara ilişkin istemler ise reddedilmiştir.
Kararda bina bedeline ilişkin tazminat isteminin reddedilmesinde, başvurucular
murisince bina inşa edildiğine ilişkin proje ve ruhsatların sunulamadığı,
ayrıca 1/1/2001 tarihli işletme sözleşmesinde yapının belediyeye ait olduğunun
belirtildiği, taşınmazın mahkeme kararına istinaden yıkılacak olmasında
belediyenin bir kusurunun bulunmadığı ve taşınmazın da henüz yıkılmadığı gerekçelerine
dayanıldığı anlaşılmaktadır. Başvurucular murisinin beş yıllık süre zarfında iş
yerini çalıştıramamasından kaynaklanan tazminat isteminin ise yargılama
sürecinden ve başvurucuların ruhsat gerekliliklerini yerine getirememiş
olmasından kaynaklandığı gerekçesine dayanılarak reddedildiği görülmektedir.
Kararda, manevi tazminat isteminde bulunulabilmesi için kişilik haklarına
hukuka aykırı bir şekilde saldırıda bulunulması gerektiği belirtilmiş ve olayda
başvurucular murisinin kişilik haklarına saldırı niteliğinde herhangi bir söz
veya davranışta bulunulmadığı görüşüyle manevi tazminat isteminin reddedildiği
işlenmiştir. Kararda ayrıca başvurucular murisinin tazminatın miktarına yönelik
ıslah talebinde bulunmadığı da vurgulanmıştır.
32. Anılan karar, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 27/1/2011
tarihli kararıyla eksik inceleme gerekçesiyle, ödenen ecrimisil
nedeniyle hesaplanan tazminata isabet eden hüküm fıkrası yönünden bozulmuş,
diğer yönlerden ise onamıştır. Daire kararında, şahsi hak doğuran kira sözleşmelerinde
kiraya verenin malik olmasının gerekli olmadığı, ancak 22/4/1926 tarihli ve
mülga 818 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 249. ve 253. maddelerine dayanılarak
kiraya veren Belediyenin kiralananı kullanım amacına uygun olarak kiracıya
teslim etmesi ve kira süresi boyunca da aynı olguyu sürdürmesi yükümlülüğü
altında bulunduğu belirtilmiş ve belediyenin, kiralanan gayrimenkulün üçüncü
bir kişi (TCDD) tarafından zapt edilmesinden dolayı kiracıya karşı sorumlu
olduğu vurgulanmıştır. Ancak Daire, davalı belediyenin sorumluluğunun, kira
olarak aldığı bedeli geçmemek üzere, kiracı tarafından TCDD'ye ödenen ecrimisil miktarı ile sınırlı olduğu görüşünü
benimsemiştir. Bu çerçevede, Mahkemeden, 13/10/1995-13/10/2000 dönemi için
uzman bilirkişilerden rapor alınmak suretiyle ödenen kira bedellerinin
saptanması istenerek, TCDD'ye ödenen ecrimisil
miktarının belediye ödenen kira bedelinden düşük olması durumunda ecrimisil tutarınca, yüksek bulunması hâlinde ise kira
bedeli kadar tazminata hükmedilmesi gerektiği kararda açıklanmıştır. Bu karara
karşı yapılan karar düzeltme başvurusu, 27/10/2011 tarihinde aynı Daire
tarafından reddedilmiştir.
33. Bozma kararına uyan Mahkemece bilirkişi incelemesi
yaptırılmıştır. Bilirkişi tarafından hazırlanarak Mahkemeye sunulan raporda,
13/10/1995-1998 döneminde başvurucular murisince yapılan herhangi bir kira
ödemesinin saptanamadığı, 1998-13/10/2000 döneminde Belediyeye 2.985 TL kira
ödemesinde bulunulduğu tespit edildiği belirtilmiştir. Mahkemece 13/9/2012
tarihli kararla, başvurucular murisinin 1995, 1996 ve 1997 yılları için ödediği
işletme bedelleri de hesaba katılarak toplamda hükmedilmesi gereken maddi
tazminat miktarı 3.186 TL olarak belirlenmiş ve bu tutarın, TCDD'ye ödenen ecrimisil bedellerinin altında kalması nedeniyle tamamının
Belediye tarafından başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca,
başvurucular vekili tarafından ödenen harç ve vekâlet ücretleri için 1.000 TL
tazminata hükmetmiş, başvurucuların fazlaya ilişkin istemlerini ise
reddetmiştir.
34. Anılan karar Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 25/3/2014 tarihli
kararıyla onanmıştır. Karar 25/4/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ
edilmiştir. Başvurucular bu karara karşı kararın düzeltilmesi yoluna
başvurmamışlardır.
35. Başvurucular 22/5/2014 tarihinde bireysel başvuru yoluna
başvurmuşlardır.
36. Başvuru dilekçesinde, taşınmazın üzerindeki yapının 2014
yılında yıkıldığı ifade edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
37. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 17/2/1926 tarihli ve 743
sayılı mülga Türk Medeni Kanunu’nun 618. maddesi şöyledir:
“…618 - Bir şeye malik olan kimse, o şeyde
kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf etmek hakkını haizdir; haksız olarak o
şeye vaziyed eden herhangi bir kimseye karşı istihkak
davası ikame ve her nevi müdahaleyi menedebilir. ”
38. 743 sayılı mülga Kanun’un 619. maddesi şöyledir:
"Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütün
mütemmim cüzlerine de malik olur. Mahalli örfe göre bir şeyin esaslı bir
unsurunu teşkil eden o şey telef veya tahrip yahut tağyir edilmedikçe ondan
ayrılması kabil olmıyan cüzler o şeyin mütemmim
cüzleridir."
39. 743 sayılı mülga Kanun’un 620. maddesi şöyledir:
" Bir şeye malik olan kimse, o şeyin
tabii semerelerine de maliktir. Bir şeyin muayyen zamanlarda hasıl ettiği ve
örfün o şeyden sureti tahsisine göre istihsalini tecviz eylediği mahsuller, o
şeyin tabii semereleridir. Tabii semereler, ayrılıncaya kadar asıl şeyin
mütemmim cüzleridir."
40. Olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Kanun’un 249.
maddesi şöyledir:
“…Madde 249 – Mucir, mecuru
akitten maksut olan kullanmağa salih bir halde
müstecire teslim etmek ve icar müddeti zarfında bu halde bulundurmak ile
mükelleftir.
Mecur, akitten maksut olan kullanmak mümkün olmıyacak
yahut intifa ehemmiyetli suretle azalacak bir halde teslim olunursa müstecir
akdi feshe yahut ücretten münasip bir miktarın tenzilini istemeğe
salahiyettardır.
Eğer ayıp, müstecirin yahut kendisiyle
birlikte yaşayan kimselerin yahut işçilerin sıhhati için ciddi bir tehlike teşkil
etmekte ise; mucir, bu tehlikeye akdi yaparken vakıf olmuş veya fesih hakkından
feragat etmiş olsa bile yine icarı feshedebilir.”
41. Mülga 818 sayılı Kanun’un 253. maddesi şöyledir:
"Üçüncü bir şahıs, mecur
üzerinde müstecirin haklariyle telifi kabil olmayacak
bir iddiade bulunduğu takdirde; mucir, müstecirin
ihbarı üzerine muhasamayı deruhte ve müstecirin akit
mucibince mecurdan intifaına
halel gelmiş ise tazminat itasiyle mükellef
olur."
42. 2942 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesinin 10/4/2003 tarih ve
E.2002/112, K.2003/33 sayılı kararı ile iptal edilen 38. maddesi şöyledir:
“Kamulaştırma yapılmış, ancak işlemleri
tamamlanmamış veya kamulaştırma hiç yapılmamış iken kamu hizmetine ayrılarak
veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan
taşınmaz malın malik, zilyed veya mirasçılarının bu
taşınmaz mal ile ilgili her türlü dava hakkı yirmi yıl geçmekle düşer. Bu süre
taşınmaz mala elkoyma tarihinden başlar."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Mahkemenin 2/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiği İddiası Yönünden İnceleme
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
44. Başvurucular, TCDD'ye ait olup belediye tarafından 1977
yılından beri murislerine kiralanan taşınmaz dolayısıyla hem belediyeye kira
bedeli hem de TCDD'ye ecrimisil bedeli ödenmiş olması
ve ayrıca yıkımına karar verilen binanın bedelinin tazmin edilmemesi
nedenleriyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir.
45. Başvurucular tarafından, park alanında bulunan ve belediyeye
ait olduğu düşünülen taşınmazın, murislerince belediyeden 1977 yılında
kiralanması dolayısıyla doğan kira bedelleri düzenli olarak Belediyeye ödendiği
hâlde başka bir kamu kuruluşu olan TCDD tarafından 2000 ve 2005 yıllarında
açılan iki davanın sonucunda ayrıca taşınmazın maliki olan TCDD'ye ecrimisil ödenmek zorunda bırakıldığı ifade edilmiştir.
Keza murisleri tarafından kiralanan taşınmazın üzerinde Devlete güven ilkesi
çerçevesinde inşa edilen binanın mülkiyetinin kendilerine ait olduğu ve buna
ilişkin zararın da karşılanması gerektiği vurgulanmıştır.
46. Kira bedellerinin yanında TCDD'ye ayrıca ecrimisil
ödemek mecburiyetinde bırakılmaları nedeniyle, ecrimisil
ve faizi ile yargılama gideri ve vekâlet ücreti olarak TCDD'ye ödenen tutarlar
ile yıkım kararı verilen binanın bedelinin Belediyeden tazmini istemiyle açılan
davanın sonucunda, sadece Belediyeye ödenen kira bedelleriyle sınırlı olarak
tazminat hesaplanmasının hak ihlaline yol açtığı belirtilmiştir. Başvurucular
söz konusu davada, murislerince ödenen kira bedellerine ilişkin bilgiler
sağlıklı bir biçimde Mahkemeye sunulmadığı gibi 1995-1998 döneminde ödeme
yapılmadığı savının gerçeği yansıtmadığının altını çizmişlerdir. Başvuruculara
göre Belediye 1998 yılında bilgisayar sistemine geçtiğinden bu dönemden önceki
ödemeleri kayda geçirmemiş ise de bu durum, ödemenin yapılmadığı anlamına
gelmemekte, Belediyenin icra takibi yapmamış olması da ödeme yapıldığının
kanıtı olmaktadır. Başvurucular TCDD lehine hükmedilen ecrimisil
bedelleri için faize hükmedilirken murisleri lehine hükmedilen tazminata faiz
işletilmemesinin haklı bir temelinin bulunmadığına işaret etmişlerdir.
47. Başvurucular, taşınmaz üzerinde bulunan binanın murislerine
ait olmasına rağmen 2001 tarihli işletme sözleşmesinde gerçeğe aykırı bir
biçimde Belediyeye aitmiş gibi hükümlere yer verildiği belirtilmiş ve
Mahkemece, binanın murislerine ait bulunduğuna ilişkin tanık ve benzeri
delillerle herhangi bir araştırma yapılmaksızın sadece bu sözleşme hükümlerine
dayanılarak karar verilmesinden şikâyet etmişlerdir. Başvurucular ayrıca
Eskişehir Büyükşehir Belediyesince, sonradan vazgeçilen kamulaştırma kararına
dayanılarak taşınmazın kamulaştırma bedeline ilişkin olarak murislerine
gönderilen uzlaşmaya çağrı yazısının, taşınmazının murislerine ait olduğunun
kanıtı olduğunu vurgulamışlardır.
48. Başvurucular, murislerinin iki kamu kurumunun kendi arasında
halledebileceği bir çekişmeye kurban edilerek manevi acı çekilmesine yol
açıldığı hâlde Mahkemece manevi tazminata hükmedilmediği ileri sürülmüştür.
Başvurucular, Belediyenin, taşınmazın fiilen kullanılmadığı dönemde dahi
murislerinin kira borçlarının ödenmesi yolunda baskıda bulunduğunu
hatırlatmışlardır.
49. Başvurucular tarafından, Belediyenin 2001 yılında işletme
sözleşmesi akdettiği hâlde iş yeri açma ruhsatı vermeyerek ticari faaliyette
bulunmalarına mani olduğu ifade edilmiştir.
50. Bakanlık görüş yazısında, başvurucular murisince TCDD
tarafından açılan davaların kaybedilmesi nedeniyle Belediyeye karşı açılan
davada mülga 818 sayılı Kanun'un zapta karşı tekeffül hükümlerine uygun karar verildiği
belirtilmiştir.
2. Değerlendirme
51. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa'nın
"Mülkiyet hakkı" kenar
başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
52. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
53. Belediyenin 2001 yılında işletme sözleşmesi akdettiği hâlde
iş yeri açma ruhsatı vermeyerek ticari faaliyette bulunulmasına mani olduğu iddiasının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği kanaatine varılmıştır.
a. Binanın Bedeline
İlişkin İddia
54. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye
bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı
hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda,
mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikri hakların yanı sıra, icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dahildir (Mahmut Duran ve
Diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 65).
55. 743 sayılı Kanun'un 619. maddesi uyarınca bir şeye malik
olan kimse, o şeyin bütün mütemmim cüzlerine de malik olur. Mahalli örfe göre
bir şeyin esaslı bir unsurunu teşkil eden o şey telef veya tahrip yahut tağyir
edilmedikçe ondan ayrılması kabil olmayan cüzler o şeyin mütemmim cüzleridir.
Buna göre gayrimenkul üzerinde inşa edilen ve geçici nitelik taşımayan her
türlü yapı o gayrimenkulün cüzü olup gayrimenkule malik olan kimse, gayrimenkul
üzerinde inşa edilen yapının da maliki olur.Dolayısıyla
taşınmaz üzerinde inşa edilen yapıyı kullanma, yapının semerelerinden
yararlanma ve bu yapı üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi kural olarak malike
aittir.
56. Bununla birlikte, bu yapıyı kullanma ve yapının
semerelerinden yararlanma yetkilerinin hukuki işlemle üçüncü kişilere
devredilmesi mümkündür. Bu durumda, üçüncü kişilere devredilen kullanma veya
semerelerinden yararlanma yetkisi, taşınmaz mülkiyetinden bağımsız olarak kendi
başına ekonomik bir değer ifade eder.Bu
ekonomik değer Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında mülk teşkil etmektedir.
57. Gayrimenkullere ilişkin olarak devredilen kullanım
yetkisinin açık veya zımni bir şekilde o gayrimenkul üzerinde yapı inşa
edilmesini mümkün kıldığı hâllerde, inşa edilen yapı, mütemmim cüz olarak
taşınmazın mülkiyetine tabi olsa da olayın somut koşulları, bu yapının veya
yapının işletilme hakkının, taşınmaz mülkiyetinden bağımsız olarak ekonomik bir
değer olarak işlem görmesini gerektirebilir.
58. Olayda, Belediye tarafından tapuda TCDD adına kayıtlı
bulunan taşınmaz, içkili restoran olarak işletilmek üzere başvurucular murisine
kiralanmak suretiyle taşınmazın kullanım yetkisi başvurucular murisine
devredilmiştir. İçkili restoran olarak işletilmek üzere kiraya verilen taşınmaz
üzerinde, tarafların açık veya zımni iradesiyle yapı inşa edilmesine imkân tanınabileceği
işin doğası gereğidir. Bu durumda, kiracı tarafından, sözleşme hükümleri
çerçevesinde taşınmaz üzerinde inşa edilen yapılar, kiracı yönünden Anayasa'nın
35. maddesi anlamında mülk teşkil edebilir. Ancak bunun için, ilgili yapının
kiracı tarafından inşa edildiğinin ispatlanması gerekmektedir.
59. Başvurucular tarafından, içkili restoran olarak kullanılan
yapının murislerince inşa edildiğini gösteren yapı ruhsatı veya projesi gibi
bir belge dosyaya sunulmadığı gibi UYAP kayıtlarında bulunan 1/1/1996 tarihli
kira sözleşmesi ile 1/1/2001 tarihli işletme sözleşmesinde taşınmazın
mülkiyetinin Belediyeye ait olduğuna işaret eden çeşitli hükümlerin yer aldığı
görülmektedir. Dolayısıyla ilgili yapının başvurucular murisince inşa
edildiğinin ve yapı üzerindeki kullanım yetkisinden doğan mülkiyetin
başvuruculara ait olduğunun başvurucular tarafından ispatlanamadığı sonucuna
ulaşılmaktadır.
60. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların taşınmazı üzerinde inşa
edilen yapı yönünden "mülk"lerinin
bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun, yapının bedelinin ödenmemesi nedeniyle
başvurucuların mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden
incelenmeksizin konu yönünden yetkisizlik
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. İş Yeri Açma ve
Çalışma Ruhsatı Verilmemesine İlişkin İddia
61. İçkili restoran işletme yetkisi tanıyan iş yeri açma ve
çalışma ruhsatına sahip olmanın, işletme sahibi yönünden ekonomik bir değer
ifade ettiği açıktır (Çalışma ruhsatların mülk teşkil ettiğini ilişkin Bkz. Ak Demirtaş Madencilik Nakliyat Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti., B. No: 2014/1989, 15/6/2016, § 35). Kişi yönünden
ekonomik değer ifade eden içkili restoran işletme ruhsatının mülkiyet hakkı
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
62. Olayda başvurucular murisinin önceki döneme ilişkin ruhsatı
sona ermiş, 1/1/2001 tarihinde başlayan yeni dönemde ise kendisine ruhsat
verilmemiştir. Dolayısıyla mevcut bir ruhsatın ve dolayısıyla mülkün
varlığından söz edilemez.
63. Anayasa'nın 35.
maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan
bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini
kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla
korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli
durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir
"alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti"
Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru
beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, § 36,37).
64. Somut olayda, ihtilaf konusu taşınmaz Belediye tarafından
1/1/2001 tarihli işletme sözleşmesiyle, 1977 yılından beri kira sözleşmesine
dayanarak taşınmazı kullanan/işleten başvurucular murisine işletilmek üzere
kiralanmıştır. Ancak dosyada ve UYAP kayıtlarında bulunan bilgilere göre
başvurucular murisinin iş yeri açma ve çalışma ruhsatı alma girişiminin akim
kaldığı anlaşılmıştır.
65. Belediye tarafından yargılama safhasında Mahkemeye sunulan
savunmalarda, ruhsatın verilmeme nedeninin, söz konusu taşınmazın çay ve pasta
salonu olarak işletilmek üzere kiraya verildiği hâlde başvurucular murisi
tarafından içkili restoran olarak işletilmek istenmesi nedeniyle bu hususta
ruhsat verme yetkisini haiz olan Emniyet Müdürlüğünce ruhsat verilmediği, bu
konuda Belediyelerinin bir sorumluluğunun bulunmadığı ileri sürülmüş ise de
dosyada bulunan 1/1/1996 tarihli kira sözleşmesi incelendiğinde, taşınmazın
içkili restoran olarak işletilmek üzere kiraya verildiği görülmektedir.
Dolayısıyla başvurucular murisinin söz konusu yeri daha önceki yıllarda içkili
restoran olarak işlettiği anlaşılmaktadır.
66. Başvurucular murisince söz konusu taşınmazın 1977 yılından
beri içkili restoran olarak işletildiği ve Belediyeyle 1/1/2001 tarihinde
işletme sözleşmesi akdedildiği hususları gözetildiğinde, başvurucular
vekilinin, anılan yerin içkili restoran olarak işletileceği bu hususta
kendisine iş yeri açma ruhsatı verileceği yolunda meşru bir beklentisinin
bulunduğu ve dolayısıyla mülkün varolduğu sonucuna
ulaşılmaktadır. Bu durumda, başvurucular vekiline iş yeri açma ve çalışma
ruhsatı verilmemesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil edeceği açıktır.
67. Ancak 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca, ihlale neden olduğu ileri sürülen ruhsat verilmeme işlemi
için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel
başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.
68. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince, idari
işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile
hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler
tarafından iptal davası açılması mümkündür. Somut olayda, başvurucular murisi
tarafından iş yeri açma ve çalışma ruhsatı verilmemesi işlemine karşı idari
yargıda iptal davası açıldığına ilişkin herhangi bir bilgi ve belge başvuru
dosyasında yer almamaktadır.
69. Açıklanan nedenlerle iş yeri açma ve çalışma ruhsatı
verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yetkili
derece mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru
konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
c. 14/10/2000 - 15/6/2002 Dönemi İçin Haksız Yere Ecrimisil
Ödendiğine İlişkin İddia
70. Başvurucular murisi tarafından 11/6/2007 tarihinde Belediye
aleyhine açılan davanın, aleyhine açılan ilk ecrimisil
davası nedeniyle yani 13/10/1995-13/10/2000 dönemine ilişkin olarak uğradığı
zararla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucular murisi tarafından ikinci ecrimisil davası dolayısıyla 14/10/2000-15/6/2002 dönemine
ilişkin olarak uğranıldığı ileri sürülen zararlar dava konusu edilmediği gibi
yargılama devam ederken ıslah talebinde de bulunulmamıştır. Dolayısıylabaşvurunun
bu döneme isabet eden kısmı yönünden iç hukuk yolları tüketilmemiştir.
71. Açıklanan nedenlerle 14/10/2000-15/6/2002 dönemine ilişkin
olarak haksız yere ecrimisil ödenmesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının yetkili derece mahkemeleri önünde
tanınan başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı
anlaşıldığından başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
d. 13/10/1995 - 13/10/2000 Dönemi İçin Haksız Yere Ecrimisil Ödendiğine İlişkin İddia
i. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
72. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun'un
45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca Anayasa'da güvence altına
alınmış temel hak ve özgürlüklerinden,Sözleşme
ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından ihlal edildiğini düşünen, medeni haklara sahip gerçek ve
özel hukuk tüzel kişilerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru açısından dava
ehliyeti tanınmıştır. Buna göre bireysel başvuruya konu edilebilmesi için
ihlalin kamu gücü tarafından gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Kamu
gücüne atfedilebilir nitelikte bulunmayan ihlal iddialarının bireysel başvuru
kapsamında incelenebilmesi mümkün değildir. İhlalin kamu gücüne atfedilebilirliği, Anayasa'nın ilgili özel maddesinde
güvenceye bağlanan hak veya özgürlüğün devlete yüklediği pozitif ve negatif yükümlülüklerebakılarak saptanabilir. Bu bağlamda, devlete
yüklenen pozitif veya negatif yükümlülüklerle bağlantı kurulabilen ihlal
iddialarının devlete atfedilebilirliğinden söz
edilebilir. Buna karşılık, özel kişiler tarafından gerçekleştirilen ve devlete
yüklenen negatif ve pozitif yükümlülüklerle hiçbir şekilde ilişkilendirilemeyen
fiil ve işlemlerden kaynaklanan ihlal iddialarının bireysel başvuruya konu
edilmesi olanaksızdır. Öte yandan, somut olayın koşulları haklı kılmadıkça,
kamu kurum ve kuruluşlarının kamu gücü kullanmadığı ve özel kişilerle tamamen
aynı statüde bulunduğu hukuki ilişkilerden doğan ihlal iddialarının bireysel
başvurunun konusu oluşturması söz konusu olamaz.
73. Somut başvuruya konu olayda, başvurucular murisi tarafından,
Belediye ile akdedilen kira sözleşmesi çerçevesinde Belediyeye kira bedeli
ödendiği hâlde taşınmazın tapuda adına kayıtlı bulunduğu TCDD tarafından
mülkiyet hakkına dayanılarak açılan dava sonucu ayrıca TCDD'ye ecrimisil ödenmiştir. Kira sözleşmesinin tarafı olan
Belediye ile mülkiyet hakkına dayalı ecrimisil davası
açan TCDD kamu gücüyle donatılan kamusal otoriteler niteliği taşımakta iseler
de somut olayda gerek Belediyeye kira bedeli ödenmesi gerekse TCDD'ye ecrimisil ödenmesine ilişkin olarak bu otoritelerce kamu
gücü kullanılması söz konusu değildir. Başvurucular murisi tarafından
belediyeye yapılan kira ödemesi,taraflar
arasında özel hukuk hükümleri çerçevesinde akdedilen kira sözleşmesiyle
yüklenen bir yükümlülüğün ifası niteliğindedir. Ecrimisil
ödemesi ise mülk sahibi TCDD tarafından medeni hukuktan doğan yetkilerinin
kullanımı sonucu açılan bir davanın neticesinde gerçekleşmiştir. Her iki hâlde
de anılan kamu otoriteleri özel hukuk kişileriyle aynı statüde olup kamu gücü
kullanmamışlardır. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında TCDD'nin mülkiyet
hakkından doğan yetkilerini kullanması tek başına ihlalin kamu gücüne
atfedilebilmesine imkân vermemektedir.
74. Bununla birlikte, olayın somut koşullarının da değerlendirilmesi
gerekmektedir. Olayda Belediye tarafından 2942 sayılı Kanun'un 38. maddesine
dayanılarak taşınmazın Belediye adına tespiti istemiyle açılan ve Hakem
sıfatıyla Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada Mahkemece,taşınmazın yirmi yıldan
beri nizasız ve fasılasız bir şekilde park olarak kullanılması nedeniyle
belediye adına tespitine karar verilmiş ve TCDD'nin, Belediye tarafından ecrimisil ödenmesi istemi de bununla bağlantılı olarak
reddedilmiştir. Sonradan açılan tapu iptali ve tescil davası ise reddedilerek
taşınmazın mülkiyetinin kime ait olacağı hususunda belirsizlik yaratılmıştır.
Mahkemece, taşınmazın mülkiyetinin Belediyeye ait olduğu tespit edildiği ve
bununla bağlantılı olarak Belediyenin TCDD'ye ecrimisil
ödeme yükümlülüğünün bulunmadığına karar verildiği hâlde, TCDD tarafından
başvurucuya karşı açılan davada taşınmazın mülkiyetinin TCDD'ye ait olduğu
kabul edilerek başvurucular murisince TCDD'ye ecrimisil
ödenmesine hükmedilmiştir. Bu koşullar çerçevesinde olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde,
TCDD tarafından dava açılması özel hukuktan doğan yetkilerin kullanılması
mahiyetinde olsa da kamu gücünün bir parçası olan yargı kararlarının şikâyet
edilen sonucun doğmasına yol açtığı sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla ihlal
iddiasına dayanak oluşturan müdahalenin kamu gücü tarafından gerçekleştirildiği
kanaatine varılmaktadır.
75.Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
1. Mülkün Varlığı
76. Olayda başvurucular murisi tarafından Belediyeden kiralanan
taşınmaz için Belediyeye kira bedeli ödendikten sonra ayrıca mahkeme kararıyla
başka bir kamu otoritesi olan TCDD'ye ecrimisil
ödenmesine hükmedilmiştir. Başvurucular murisinin ecrimisil
olarak ödediği veya ödemeye mahkum edildiği bedel Anayasa'nın 35. maddesi
anlamında mülk teşkil etmektedir.Taşınmazın
mülkiyetine ilişkin aralarındaki ihtilaf nedeniyle iki ayrı kamu kurum ve
kuruluşuna taşınmazın kullanımı karşılığı olarak iki kez ödeme yapılmak zorunda
kalınmasında başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında korunan bir
ekonomik menfaatlerinin bulunduğu sonucuna varmak gerekir.
2. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
77. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir haktır.(Mehmet Akdoğan ve
Diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32). Dolayısıyla
malikin, mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf
etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale
teşkil eder. Ayrıca kişinin malvarlığında azalma sonucu doğuran kamusal işlem
ve eylemler de mülkiyet hakkına müdahale oluşturur.
78. Başvuru konusu olayda, başvurucular murisi Belediyeye kira
bedeli ödediği hâlde, açılan dava sonucunda ayrıca TCDD'ye ecrimisil
ödemek mecburiyetinde bırakılmıştır. Başvurucular murisinin Belediyeye ödediği
kira bedeline ek olarak TCDD'ye ecrimisil ödeme
yükümü altına sokulması suretiyle ekonomik kayba uğratılmasının mülkiyet
hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.
79. Anayasa’nın 35. maddesi ve mülkiyet hakkına temas eden
hükümler içeren, kıyılara ilişkin 43., toprak mülkiyetine ilişkin 44.,
kamulaştırmayı düzenleyen 46., tarih, kültür ve tabiat varlıklarının
korunmasına ilişkin 63., tabii servet ve kaynaklara ilişkin 168., ormanlara
ilişkin 169. ve 170. maddeleri ile müsadereye ilişkin 28. maddesinin sekizinci
fıkrası, 30. maddesi, 38. maddesinin onuncu fıkrası dikkate alındığında, Anayasa'nın
mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir.
Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip
olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No:
2014/1546, 2/2/2017, § 55).
80. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında genel olarak
mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle, aynı
zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın
şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Öte yandan, Anayasa'nın 46.
maddesinde taşınmaz mülkiyetinden yoksun bırakma yolu olan kamulaştırma usulü
özel olarak düzenlenmiştir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 56).
81. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrasında mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle,
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân
sağlanmıştır. Zira mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamaması, devletin mülkiyetin kullanımının toplum yararına uygun olarak
düzenleyebilmesini gerektirmektedir. Bu durumda da devletin, “mülkiyetin
kullanımını kontrol” yetkisine
sahip olduğunun kabulü zorunlu hâle gelmektedir. Ayrıca Anayasa'nın kıyılara
ilişkin 43., toprak mülkiyetine ilişkin 44., tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının korunmasına ilişkin 63., tabii servet ve kaynaklara ilişkin 168.,
ormanlara ilişkin 169. ve 170. maddeleri ile müsadereye ilişkin 28. maddesinin
sekizinci fıkrası, 30. maddesi ve 38. maddesinin onuncu fıkrası, Devlet
tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 57).
82. Mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet
hakkına müdahalenin özel biçimleridir. Mülkten yoksun bırakma şeklindeki
müdahalede mülkiyetin kaybı söz konusudur. Mülkiyetin kullanımının kontrolünde
ise mülkiyet kaybedilmemekte ancak mülkiyet hakkının malike tanıdığı yetkilerin
kullanım biçimi, toplum yararı gözetilerek belirlenmekte veya
sınırlandırılmaktadır. Mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale ise genel
nitelikte bir müdahale türü olup mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin
kullanımının kontrolü mahiyetinde olmayan her türlü "karışma"nın
mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında ele alınması
gerekmektedir. Bununla birlikte, özellikle kamu otoritelerinin doğrudan mülkün
kullanımına yönelik olmayan, ancak sonuçları itibarıyla mülkiyet hakkını
etkileyen "karışma"ları mülkten barışçıl
yararlanma hakkına müdahale kapsamında görülmelidir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 58).
83. Başvuru konusu olaydaki uyuşmazlık, mülkiyet hakkına özel
müdahale biçimleri olan "mülkiyetten yoksun bırakma" ve "mülkiyetin
düzenlenmesi" niteliği taşımadığından birinci kural olan "mülkiyetten
barışcıl yararlanma" kapsamında incelenmesi
gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
3. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
84. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken,
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması
gerekmektedir.
85. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
86. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın
Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
(a) Kanunilik
87. Somut olayda başvurucuların mülkiyet hakkına müdahale teşkil
eden, başvurucular müvekkilinin mahkeme kararıyla TCDD'ye ecrimisil
ödemek mecburiyetinde bırakılması önlemi, 743 sayılı Kanun'un bir şeye malik
olan kimsenin, o şeyin tabii semerelerine de malik olacağını belirten 620.
maddesine dayanmaktadır. Dolayısıyla müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu
kanaatine varılmaktadır.
(b) Meşru Amaç
88. Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu
yararı amacıyla sınırlanabilir. Maliklerin, herhangi bir üstün hakkı bulunmayan
üçüncü kişilerce mülkiyet hakkından doğan semerelerden yararlanılmasını
önleyici ve yararlanması durumunda da düzeltici önlemler öngörülmesinde kamu
yararı bulunduğu açıktır. Dolayısıyla bu kapsamda bir önlem olduğu
değerlendirilen, tapu siciline göre malik olduğu anlaşılan TCDD lehine ecrimisile hükmedilmesinin anayasal açıdan meşru bir amaca
dayandığı sonucuna ulaşılmaktadır.
(c) Ölçülülük
i. Genel İlkeler
89. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk
devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki, ancak durumun
gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerinin, somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla
sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına
geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176,
13/11/2014).
90. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E. 2012/102, K.2012/207, 27/12/2012;
E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2013/15,
K.2013/131, 14/11/2013; E.2013/158, K.2014/68, 27/3/2014; E.2013/66, K.2014/49,
29/1/2014; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015;
E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
91. Somut olayda, elverişlilik ve gereklilik ilkeleri yönünden
tartışılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Asıl üzerinde durulması
gereken, müdahalenin orantılı olup olmadığıdır. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi
olan orantılılık, kamu yararının korunması ile bireyin hak ve özgürlükleri
arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin,
malike olağandışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin
orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan
tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin
tespiti gerekmektedir.
92. Olayda, Belediye tarafından TCDD'nin mülkiyetinde bulunan
ihtilaf konusu taşınmaz 1977 yılından beri başvurucular murisine içkili
restoran olarak işletilmek üzere kiralanmıştır. Başvurucular murisince kira
bedelleri Belediyeye ödenmiştir. Ancak TCDD tarafından 13/10/2000 tarihinde,
mülkiyetinde bulunan taşınmazın herhangi bir üstün hakka dayanılmaksızın
kullanıldığı sebebine istinaden açılan dava sonucunda, Belediyenin anılan
taşınmazı kiraya verme hususunda üstün bir hakkının bulunmadığı belirtilerek
müdahalenin menine, dava tarihinden itibaren geriye yönelik beş yıllık döneme
(13/10/1995-13/10/2000 dönemine) ilişkin olarak başvurucular murisince TCDD'ye ecrimisil ve yasal faiz ödenmesine hükmedilmiştir.
Dolayısıyla başvurucular murisi, Belediye ödediği kira bedellerine ek olarak
ayrıca TCDD'ye yasal faiziyle birlikte ecrimisil
ödeme yükümlülüğü altına girmiştir. Bunun başvurucular murisine ekonomik
anlamda önemli bir külfet yüklediği açıktır.
93. Bununla birlikte, uygulanan önlem nedeniyle başvurucular
murisine belli ölçüde külfet yüklenmiş olması, kural olarak tek başına malike
orantısız bir yük yüklendiği sonucuna ulaşılması için yeterli değildir. Bu
bakımdan müdahalenin orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi bağlamında,
öncelikle olayın somut koşullarının, başvurucunun bu külfete katlanmasını haklı
kılıp kılmadığı ele alınmalıdır. Somut olayın koşullarının, başvurucunun bu
külfete katlanmasını haklılaştırmadığı kanaatine
varılması durumunda ise hukuk sistemi bir bütün içinde değerlendirilerek,
malike yüklenen külfeti, durumun gerektirdiği ölçüde telafi edecek hukuksal yol
ve mekanizmaların hukuk sisteminde var olup olmadığının ve bunların somut
olayda da fiilen işletilip işletilmediğinin irdelenmesi gerekmektedir. Bu
şekildeki telafi yol ve mekanizmalarının bulunmaması veya fiilen işletilmemesi
hâlinde ulaşılmak istenen kamu yararı amacı ile malikin mülkiyet hakkı arasında
kurulması gereken makul denge malik aleyhine bozulmuş olur.
94. Başvurucular murisinin, park alanı içinde bulunan söz konusu
taşınmazın Belediyeye ait olduğu yolunda oluşturulan görünüşe güvenerek
taşınmazı kiraladığının altı çizilmelidir. Kaldı ki Yargıtay 13. Hukuk
Dairesinin 27/1/2011 tarihli kararında ifade edildiği üzere Türk hukukunda
kiralanan şeyin kiraya verene ait olmaması kira sözleşmesinin geçerliliğini
etkilememekte; bu durumda başkasının mülkiyetinde bulunan bir şeyi kiraya
verenin, mal sahibince o şeyin zapt edilmesi hâlinde zapta karşı tekeffül
hükümleri uyarınca kiracının zararlarını karşılama sorumluluğu bulunmaktadır.
Dolayısıyla başvurucular murisinin, taşınmazın Belediyeye ait olmadığını bilip
bilmemesinin kira sözleşmesinin geçerliliğine hiçbir etkisi bulunmamaktadır.
Başvurucular murisi, kira sözleşmesinin hükümlerine uyduğu müddetçe taşınmazın
kendisinin kullanımına hazır hâlde bulundurulacağı ve kira bedeli dışında
kendisine ayrıca bir yükümlülük yüklenmeyeceği yolunda hukuken korunmaya değer
bir beklentiye sahiptir. TCDD'ye ait taşınmazı kiraya veren Belediyenin üstün
bir hakka sahip bulunmaması, bu koşullar çerçevesinde başvurucular murisinin
aleyhine sonuç doğuracak biçimde yorumlanamaz.
95. Öte yandan, TCDD ile Belediye tarafından birbirlerine karşı
açılan davalar sonucunda verilen kararlara bakıldığında taşınmazın mülkiyetin
kime ait olduğu ve dolayısıyla Belediyenin üstün bir hakka sahip bulunup
bulunmadığı hususunda da belirsizliklerin yaratıldığı görülmektedir. TCDD tarafından
Belediyeye karşı ecrimisil ödenmesi sitemiyle açılan
dava ile Belediye tarafından 2942 sayılı Kanun'un 38. maddesine dayanılarak
taşınmazın Belediye adına tespiti istemiyle açılan davayı birleştiren ve Hakem
sıfatıyla uyuşmazlığa bakan Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesince 6/3/2003
tarihinde verilen kararla, taşınmazın yirmi yıldan beri nizasız ve fasılasız
bir şekilde park olarak kullanılması nedeniyle Belediye adına tespitine ve bu
nedenle ecrimisil isteminin de reddine karar
verilmiştir. Sonrada açılan tapu iptali ve tescil davası, Anayasa Mahkemesince
2942 sayılı Kanun'un 38. maddesinin iptal edildiği gerekçesiyle reddedilmiş ise
de taşınmazın Belediyenin mülkiyetinde bulunduğunu tespit eden karar hukuken
varlığını korumaktadır.
96. Bu itibarla, başvurucular murisinin, TCDD'ye ecrimisil ve yasal faiz ödemeye mahkum
edilmek suretiyle kendisine yüklenen külfete katlanmasını haklılaştıracak
hukuken geçerli herhangi bir nedenin bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Dolayısıyla başvurucular murisinin ekonomik kayıplarının giderilmesi
gerekmektedir. Başvurucular murisine yüklenen külfetin tam olarak telafi
edildiğinden söz edilebilmesi için TCDD tarafından açılan davalar nedeniyle ecrimisil, faiz ve yargılamagideri
ödemek suretiyle uğradığı tüm zararların karşılanması zorunludur.
97. Başvurucular murisi tarafından 11/6/2007 tarihinde Belediye
aleyhine Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, fazlaya ilişkin
hakları saklı kalmak kaydıyla birinci ecrimisil
davası sonucu haksız olarak tahsil edilen ecrimisil
ve faiz için 3.000 TL ve ödenen harç ve vekâlet ücreti için de 1.000 TL maddi
tazminat talebinde bulunulmuştur. Mahkemece Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin bozma
kararına uyularak Belediyenin sorumluluğunun, başvurucular murisince Belediyeye
yapılan kira ödemeleriyle sınırlı olduğu kabul edilmiş ve fiilen ödendiği ispat
edilen 3.186 TL kira bedeli ile harç ve vekâlet ücretleri için ödenen 1.000 TL
için tazminata hükmedilmiş, TCDD'ye yapılan ecrimisil
ve faiz ödemelerinin bu tutarı aşan kısmına yönelik tazminat istemleri ise
reddedilmiştir. Mahkemenin, Daire kararına dayanarak, Belediyenin sorumluluğunu
Belediyeye yapılan kira ödemeleriyle sınırlı tutan daraltıcı yorumu, ecrimisil ödenmesi nedeniyle oluşan kayıpların bir kısmının
karşılanamaması sonucunu doğurmuştur.
98. Başvurucular murisi 15/12/2009 tarihinde mahkemeye sunduğu
dilekçede ıslah talebinde bulunmayacaklarını bildirmiş ise de Mahkemece
tazminat isteminin aşan kısmının bu temelde reddedilmediği anlaşılmaktadır.
Kaldı ki ıslah talebinde bulunulmamış olması, fazlaya ilişkin haklarını saklı
tutan başvurucular murisinin zamanaşımı süresi içerisinde dilediği zaman
zararın kalan kısmı için ayrı bir dava açabilme hakkına halel getirmemektedir.
Ancak Mahkemenin değinilen gerekçeyle verdiği bu karar, başvurucular vekilinin
açacağı ek davanın başarı şansını ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla ıslah
talebinde bulunulmamış olmasının başvurucular vekiline bir kusur olarak
atfedilmesi mümkün değildir.
99. Bütün bu hususlar gözetildiğinde, TCDD'ye ecrimisil ve faiz ödemeye mahkum
edilmek suretiyle başvuru tarafından yüklenilen ölçüsüz külfetin tamamen telafi
edilmediği ve bu hâlde kamu yararı ile özel yarar arasında kurulması gereken
makul dengenin başvurucular aleyhine zedelendiği sonucuna ulaşılmaktadır.
100. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
101. Başvurucular, yargılamanın yedi yıl sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
102. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu
kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunmayacağını
bildirmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
103. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
104. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili
kararını verdiği tarih esas alınır (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
105. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
106. Anılan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin benzer
başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda altı yıl dokuz
ay devam eden yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
107. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
C. Başvurucuların Diğer
İddiaları
108. Başvurucular, murislerinin yeniden yaptığı binaya ilişkin
kira bedellerini Belediyeye ödediği hâlde ikinci defa TCDD'ye de ödeme yapmak
zorunda kalması nedeniyle özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir. Belirtilen hususların özgürlük ve güvenlik hakkıyla bir
ilgisi bulunmadığından bu yönüyle bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
109. Başvurucular tarafından ayrıca, TCDD tarafından Belediye
yerine murislerine karşı dava açılmak suretiyle Belediyenin korunduğu ve bunun
ayrımcılık teşkil ettiği ileri sürülmüştür. Ayrımcılık iddiasının ciddiye
alınabilmesi için başvurucuların kendisi ile benzer durumdaki başka kişilere
yapılan muamele ile kendisine yapılan muamele arasında bir farklılığın bulunduğunu
ve bu farklılığın meşru bir temeli olmaksızın sırf ırk, renk, cinsiyet, din,
dil, cinsel yönelim ve benzeri ayırımcı bir nedene dayandığını makul delillerle
ortaya koyması gerekmekte olup somut olayda ise başvurucuların bu yöndeki
iddialarını temellendirecek somut bulgu ve kanıtlar ortaya koyamadıkları
anlaşılmaktadır. Bu nedenle eşitlik ilkesi yönünden herhangi bir inceleme
yapılmasına gerek görülmemiştir.
D. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
110. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
111. Başvurucular, TCDD'ye ödenen ecrimisil
bedelleri için 11.650 TL, bina bedeli için 110.042 TL maddi zararın dava
tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesitalebinde bulunmuşlardır.
112. Başvurucular ayrıca ecrimisil
davaları için 2000 yılından beri mahkemelerde uğraşmış olmaları dolayısıyla
uğranılan kayıplar ile bu davalar sebebiyle hissedilen acılar nedeniyle 10.000
TL maddi ve manevi zararın tazmine karar verilmesini istemişlerdir.
113. Başvurucuların, 13/10/1995-13/10/2000 dönemine ilişkin
olarak TCDD'ye ödenen ecrimisiller yönünden mülkiyet
haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
114. TCDD tarafından başvurucular murisi aleyhine açılan davalar
sonucu ödenen ecrimisil bedelleri ile bu davalar davalar dolayısıyla uğranıldığı öne sürülen sair maddi ve
manevi kayıpların tam olarak tespit edilebilmesi ve dolayısıyla bu yönüyle
mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılabilmesi için yeniden
yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu nedenle, ihlal kararının
bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinegönderilmesine karar verilmesi gerekir.
115. Bina bedeli yönünden başvurunun kabul edilemez olduğuna
karar verildiğinden başvurucuların buna ilişkin 110.042 TL maddi tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
116. Başvurucular son olarak yargılamanın makul sürede
tamamlanmamış olması nedeniyle 10.000 TL manevi zarar isteminde bulunmuşlardır.
117. Başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
118. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlali
nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları
karşılığında başvuruculara müştereken net 7.200 TL manevi tazminat ödenmesine
karar verilmesi gerekir.
119. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan
oluşan yargılama giderinin başvuruculara müşetereken
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Bina bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet haklarının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu
yönünden yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. İş yeri açma ruhsatı
verilmemesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. 14/10/2000-15/6/2002
dönemi için haksız yere ecrimisil ödenmesi nedeniyle
mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. 13/10/1995-13/10/2000
dönemi için haksız yere ecrimisil ödenmesi nedeniyle
mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
5. Makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR
OLDUĞUNA,
B. 1. 13/10/1995-13/10/2000 dönemi için haksız yere ecrimisil ödenmesi nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde
güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa'nın 36.
maddesinde güvenceye bağlanan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin 13/10/1995-13/10/2000 dönemi için
haksız yere ecrimisil ödenmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere Eskişehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle net 7.200
TL manevi tazminatın BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 206,10 TL harçtan oluşan toplam yargılama giderinin
BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
2/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.