TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
FATİŞ DOĞAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/7223)
|
|
Karar Tarihi: 11/3/2015
|
R.G. Tarih- Sayı: 16/6/2015-29388
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan
ÜSTÜN
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Akif
YILDIRIM
|
Başvurucu
|
:
|
Fatiş DOĞAN
|
Vekili
|
:
|
Av.
Mehmet SÜRER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, mahkûm olduğu
eylem nedeniyle suç tarihinde yürürlükte olan Kanun ile sonradan yürürlüğe
giren Kanun hükümlerinin uygulanması sırasında hatalı değerlendirme yapılması
sonucu Anayasa’nın 10. Ve 36. Maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/5/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/7/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 19/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş
için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/11/2014 tarihli
yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan
görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
7. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı, 10/5/2009 tarihinde başvurucu hakkında ‘’resmi belgede sahtecilik ve dolandırıcılık’’
suçlarından aynı yer 5. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır.
8. Ankara 5. Ağır Ceza
Mahkemesi, ½/2007 tarih ve E.2003/89, K.2007/34 sayılı kararı ile suç tarihinde
yürürlükte olan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu ile
26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerini karşılaştırmış ve
ceza miktarları itibarı ile 5237 sayılı Kanun hükümlerinin başvurucu lehine
olduğunu kabul ederek ‘’zincirleme resmi
belgede sahtecilik’’ suçu yönünden 5237 sayılı Kanun’a göre
başvurucuyu altı yıl dokuz ay hapis cezasına mahkûm etmiş, diğer suç yönünden
açılan kamu davasının ise zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar vermiştir.
9. Anılan mahkûmiyet kararının
temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 8/3/2012 tarih ve
E.2010/16611, K.2012/3197 sayılı ilamı ile süresinde yapılmadığı gerekçesiyle
temyiz talebinin reddine karar vermiştir.
10. Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, 18/4/2014 tarih ve 2014/99295 sayılı yazı ile; gerekçeli kararın
başvurucunun adresi yerine yanlışlıkla başka bir adrese gönderilmesi nedeniyle
temyiz talebinin süresinde yapıldığının kabul edilmesine yönelik olarak
4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. Maddesi uyarınca
itiraz etmiştir.
11. Yargıtay 11. Ceza Dairesi,
29/4/2014 tarih ve E.2014/10395, K.2014/8237 sayılı ilamı ile Dairenin 8/3/2012
tarihli kararının başvurucu yönünden kaldırılmasına, temyiz talebinin süresinde
yapıldığının kabulüne karar vererek, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin anılan
hükmünü onamış ve karar kesinleşerek kanun yolları tüketilmiştir.
12. Dairenin onama gerekçesi
şöyledir:
“… Resmi belgede sahtecilik suçundan sanık Fatiş Doğan’ın [Başvurucu] 5237 sayılı TCK’nın
204/1-3, 43/1. Maddeleri uyarınca 6 yıl 9 ay hapis cezasıyla mahkumiyetine dair
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 01.02.2007 gün ve 2003/89 Esas,
2007/34 Karar sayılı hükmün sanık müdafii ve katılan
vekilinin temyiz talebi sonucunda, sanık müdafi yönünden yasal süresinden sonra
yapılan temyiz talebinin reddine, katılan vekilinin istemi yönünden ise hükmün onanmasına
ilişkin Dairemizin 08.03.2012 gün ve 2010/16611 Esas, 2012/3197 sayılı Kararına
karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 18.04.2014 gün ve 11-2014/99295
sayılı yazı ile 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK’nun
308. Maddesi uyarınca “yokluğunda tayin olunan müdafiiden
haberdar olmaması nedeniyle gerekçeli kararın sanığa tebliği ile verilmesi
halinde temyiz dilekçesinin eklenip iadesi için Dairenin 09.06.2010 tarihli kararı
üzerine mahkemenin gerekçeli kararının, sanığın adresi yerine yanlışlıkla bir
başka sanığın adresine tebliğ edildiği, yapılan yanlışlığın fark edilmeyerek
zorunlu müdafi tarafından yapılan temyiz isteminin süresinde olmadığından
bahisle reddedildiği ve redde ilişkin Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen
01.02.2007 gün ve 2003/89 Esas, 2007/34 Karar sayılı hükmün sanık yönünden
kaldırılarak hükmün onanmasına karar verilmesi” gerektiğinden bahisle itiraz
edilmekle Dairemize gönderilen dosyanın yeniden yapılan incelemesi sonucunda;
itiraz nedenlerinin yerinde olduğu anlaşılmakla, itirazın kabulüne, Dairemizin
08.03.2012 gün ve 2010/16611 Esas, 2012/3197 Karar sayılı ilamın, (I)
bendindeki sanık Fatiş Doğan hakkında, müdafiin temyiz isteminin süre yönünden “reddine”, (III)
bendinde aynı sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçu yönünden kurulan
mahkumiyet hükmüne yönelik katılan vekilinin temyiz istemi yönünden yapılan
incelemede ise hükmün “Onanmasına” ilişkin kararların sanık Fatiş
Doğan yönünden kaldırılmasına karar verilip,sanık hakkında
resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik müdafi ve
katılan vekilinin temyiz itirazları incelenerek gereği görüşüldü:
Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık Fatiş Doğan’a yüklenen suçun sübutu kabul, soruşturma ve
kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin, cezayı arttırıcı sebeplerin
nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle
reddedilmiş, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun
7 ve 5349 sayılı Kanunla değişik 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. Maddeleri uyarınca mahkemece 765 ve 5237
sayılı Yasa hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların denetime imkân
verecek şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe hüküm
belirlenerek sonucuna göre karar verilmiş, hükmolunan ceza miktarı itibari ile
sanık hakkında karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa ile
değişik CMK.nun 231. Maddesinin uygulanma olanağı
bulunmadığı anlaşılmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik
görülmemiş olduğundan, sanık müdafii ile katılan
vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,
29.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.”
13. Yargıtay 11. Ceza Dairesinin
29/4/2014 tarihli kararı, başvurucu vekiline 26/5/2014 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
14. Başvuru, 26/5/2014 tarihinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.
B. İlgili
Hukuk
15. 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 204. Maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Bir
resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını
aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan
beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
…
(3) Resmî
belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge
niteliğinde olması hâlinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.”
16. 5237 sayılı Kanun’un “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı
7. Maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin
lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.”
17. 5271 sayılı Kanun’un, “Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi” kenar başlıklı 308. Maddesi
şöyledir:
“(1) Yargıtay ceza
dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği
tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın
lehine itirazda süre aranmaz.
(2) (Ek:
2/7/2012-6352/99 md.) İtiraz üzerine dosya, kararına
itiraz edilen daireye gönderilir.
(3) (Ek:
2/7/2012-6352/99 md.) Daire, mümkün olan en kısa
sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı
Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir.”
18. 765 sayılı Kanun’un 342. Maddesinin ikinci şöyledir:
“Eğer
vesika kanunen sahteliği isbat olunmadıkça muteber
olan resmî evrak kabilinden ise dört seneden on seneye kadar ağır hapis cezası
hükmolunur.”
19. 765 sayılı Kanun’un 80., 102. Ve 104. Maddeleri, 5237 sayılı
Kanun’un 43., 66. Ve 67. Maddeleri, 4/11/2014 tarih ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanunu’nun 9. Maddesinin (3) numaralı fıkrası.
20. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29/4/2008 tarih ve E.2008/1-79,
K.2008/90 sayılı kararı şöyledir:
“…Yargıtay
Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, şikayetten
vazgeçmeyi temin amacıyla silahla ve birden fazla kişi tarafından birlikte
gerçekleştirilip, 765 sayılı TCY’nın 188/1-3, 5237
sayılı TCY’nın 106/2-a-c bentleri kapsamında
değerlendirilen eylem nedeniyle dava zamanaşımı süresinin gerçekleşip,
gerçekleşmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
5252 sayılı Yasanın 9. Maddesinin 3. Fıkrası uyarınca; Lehe
olan hüküm, “önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya
uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle
belirlenir.”
Yerel Mahkemece, hükmün tesis edildiği 13.07.2006 tarihinde,
somut olaya, 765 sayılı Yasa hükümleri ile 5237 sayılı Yasa hükümleri bütünüyle
uygulandığında, 27.11.1999 tarihinde gerçekleştirilen tehdit eylemi nedeniyle,
5237 sayılı Yasa hükümleri sonucu itibariyle bütünüyle sanıklar lehine ise de;
765 sayılı Yasanın 102/4 ve 104/2. Maddeleri uyarınca 7 yıl 6 aylık zamanaşımı
süresine tabi bulunan eylemde, Özel Dairece incelemenin yapıldığı 19.09.2007
tarihinde, suç tarihi ile inceleme tarihi arasında 7 yıl 9 ay 22 günlük bir
süre geçmiş, atılı eylemde 765 sayılı TCY’nın 102/4
ve 104/2. Maddelerinde düzenlenmiş bulunan dava zamanaşımına ilişkin koşullar
gerçekleşmiştir.
Sübuta eren suçun vasfının 765 sayılı TCY’nın
188/1-3. Maddelerine uyduğu ve zamanaşımının da hükmün kesinleşmesinden önce
gerçekleştiği işbu ahvalde sanığın lehine sonuç vereceğinden bahisle 5237
sayılı TCY’nın 106/2, a, c maddelerindeki vasfa
istinatla bu yasanın uygulanma bütünlüğü içerisinde yeni yasanın zamanaşımı
hükümlerinin tatbiki gereğine yönelmek ve lehe sonuç verecek yasanın 765 sayılı
Yasa olduğu gerçeğinden uzaklaşmak mümkün değildir…”
21. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21/6/2011 tarih ve E.2011/6-94,
K.2011/133 sayılı kararı şöyledir:
“…Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı 5271 sayılı CYY’nda olağanüstü bir yasa yolu olarak düzenlenmiş
olduğundan, anılan Yasa döneminde yapılan itirazlar yönünden böyle bir ayrıma
gerek bulunmamaktadır. Olağanüstü yasa yollarına ilişkin tüm ilke ve kurallar
yasalarda aksi belirtilmedikçe bu yasa yolu için de uygulanmalıdır. Yasa
yararına bozma ve yargılamanın iadesinde dava zamanaşımına ilişkin hükümler ancak
yasanın açıkça izin verdiği hallerde uygulanabiliyorsa, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazında da aynı
şekilde hareket edilmelidir.
Dolayısıyla, 5271 sayılı CYY’nda
olağanüstü bir yasa yolu olarak düzenlenmiş olan Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı itirazı üzerine yapılan incelemede, Ceza Genel Kurulunca itirazın
kabulü halinde, Özel Daire onama kararı ile
Ceza Genel Kurulunun karar tarihi arasında geçen sürenin dava zamanaşımının
hesaplanmasında göz önünde bulundurulmaması gerektiğinin kabulü zorunludur. Ancak
itirazın kabulü üzerine dosyanın derdest hale gelmesi nedeniyle yargılamaya
devam edildiğinde Ceza Genel
Kurulunca itirazın kabulü tarihinden itibaren geçerli olmak üzere süre işlemeye
devam edeceğinden dava zamanaşımı buna göre hesaplanmalıdır…”
22. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/5/1993 tarih ve E.1993/4-11,
K.1993/151 sayılı kararı şöyledir:
“…Yargıtay Ceza Dairelerinin temyiz yargılaması sonunda
verdikleri kararların kesinliği evrensel bir ilkedir.
Ancak; kanunkoyucu, hukuka aykırı
gördüğü özel Daire kararlarına karşı Yargıtay C. Başsavcılığı’na itiraz yetkisi
tanıyarak, Ceza Genel Kurulu’nun hakemliğine başvuru yolunu açmıştır. Sadece
Yargıtay C. Başsavcısı için açılmış olan ve Yargıtay C. Başsavcısı’nın itirazı denilegelmekte olan bu yol, kesin bir karara karşı
tanındığından olağanüstü sayılmalıdır.
O halde, temyiz yargılaması sonucunda Özel Dairelerin “ONAMA”
kararları üzerine, karar kesinleştiğine göre, bu karara Yargıtay C.
Başsavcılığı’nca itiraz halinde, öncelikle işin esasına girilmeli, hukuka
aykırılık bulunmadığı, bir başka anlatımla Özel Daire kararı yerinde görüldüğü
takdirde, Ceza Genel Kurulu’nda yapılan inceleme sırasında dava zamanaşımı
süresi dolmuş bulunsa bile, bu husus göz önüne alınmamalıdır. Ancak, Özel Daire onama kararı hukuka aykırı görülerek
kaldırıldığı ve Yerel Mahkeme hükmü bozulduğu takdirde, Ceza Genel Kurulu’nda
inceleme yapılırken dava zamanaşımı süresi dolmuş bulunursa, CYUY.nın 322. Maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak
esastan veya usulden karar bozulursa dava zamanaşımı nedeniyle, kamu davasının
düşürülmesine karar verilmelidir…”
23. Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 2014/2755 tarih ve E. 2014/2755,
K.2014/2854 sayılı kararı şöyledir:
“…Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının 01.02.2014 gün ve KD – 2014/5653
sayılı itiraz yazısında özetle;
İncelenen dosya
kapsamından; suça sürüklenen çocuk T. Ç. Hakkında 6136 sayılı Kanunun 15/1,
5237 sayılı TCK’nun 31/3, 62/1. Maddeleri uyarınca
eylemi nedeniyle sonuç olarak 3 ay 10 gün hapis ve 250 TL adli para cezasına
hükmedildikten sonra, hapis cezasının da 2.000 TL adli para cezasına çevrildiği
ve suça sürüklenen çocuk hakkında aynı suç nedeniyle 2.000 TL ve 250 TL olmak üzere
iki ayrı adli para cezasına hükmedildikten sonra verilen cezaların
taksitlendirildiği, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.07.2008 gün ve 2008/3-174
Esas – 2008/191 Karar sayılı ilamı ışığında aynı kararın içerisinde birden çok
hükmün bulunması halinde temyiz sınırı her hüküm için diğerinden bağımsız
olarak ayrı ayrı değerlendirilir görüşü dikkate alınarak aynı suçtan suça
sürüklenen çocuk hakkında verilen hapisten çevirme adli para cezasının
toplamının temyiz sınırında esas alınacağından temyiz talebinin reddi
kaldırılarak suça sürüklenen çocuk hakkında esastan temyiz incelemesi yapılarak
hükmün Bozulmasına ve zamanaşımı dolmuş
bulunduğundan zamanaşımı nedeniyle kamu davasının Düşürülmesine karar verilmesi
istenilmiştir.
…
3) Sanık Tayfun Çakır
hakkında 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükme yönelik temyiz
incelemesinde;
Suça sürüklenen
çocuğa yüklenen suçun gerektirdiği cezanın yasada belirtilen türü ve üst
sınırına göre; dava, 5237 sayılı TCK’nun 66/e-2,
67/4. Maddelerinde öngörülen (5 yıl 4 aylık) asli, (7 yıl 12 aylık) kesintili
zamanaşımı süresine tabi bulunmakla;
zamanaşımını kesen en son işlemlerden olan Ordu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
mahkumiyet kararının verildiği, 18.09.2007 tarihinden 06.02.2014 günlü inceleme
tarihine kadar 5 yıl 4 aylık asli zamanaşımı süresinin geçmiş bulunduğu
anlaşılmış olmakla suça sürüklenen çocuk müdafiinin
temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan CMUK’nun
321. Maddesi uyarınca sanık T. Ç. Yönünden hükmün BOZULMASINA, ancak bu husus
yeniden yargılamayı gerektirmediğinden aynı kanunun 322/1. Maddesinin verdiği
yetkiye dayanılarak 5237 sayılı TCK’nun 66/e-2 ve
67/4. Maddeleri uyarınca gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle kamu davasının
DÜŞÜRÜLMESİNE, itiraza uygun olarak 24.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 11/3/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 26/5/2014 tarih ve 2014/7223 numaralı bireysel başvurusu incelenip
gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
25. Başvurucu, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin ½/2007 tarihli
mahkûmiyet hükmü esnasında eylemine temas eden suç yönünden 5237 sayılı Kanun’un
ilgili hükümlerinin lehine olduğunu, bununla birlikte kararın esas bakımından
temyiz incelemesine tabi tutulduğu 29/4/2014 tarihinde ise 765 sayılı Kanun’un
zaman aşımı hükümlerinin kendi lehine olduğunu, bu nedenle zaman aşımı
nedeniyle düşme kararı verilmesi gerekirken hükmün onanması ile Anayasa’nın 10.
Ve 36. Maddelerinde düzenlenen eşitlik ilkesi ile adil yargılama hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş ve hükmün infazının durdurulmasını tedbir istemli
olarak talep etmiştir.
B. Değerlendirme
26. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurunun, adil
yargılanma hakkının ihlali iddiasına yönelik olduğu görülmektedir. Başvurucu
her ne kadar Anayasa’nın 10. Maddesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, bu iddiasının özü, söz konusu kararın adil olmadığı
hususu ile ilgilidir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun bütün iddiaları
aşağıda adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir
27. Anayasa’nın 148. Maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.”
28. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Esas
hakkında inceleme” kenar başlıklı 49. Maddesinin (6) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir
mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir
temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
29. Anayasa’nın 148. Maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı
Kanun’un 49. Maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin
incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi
tutulamayacağı belirtilmiştir.
30. Bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul
edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece
mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması,
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasada yer
alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir hatası
içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar
bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz (B. No. 2012/1027, 12/2/2013, §§
25-26).
31. Diğer yandan, benzer konularda aynı derecedeki yargı mercileri
arasındaki içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, derece mahkemeleri veya temyiz
mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak, tarafların talepleri ve delilleri
arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2012/1056, 16/4/2013, 36)
32. Başvurucu, kendisine yüklenen sahtecilik suçunun kanunda
gerektirdiği cezanın türü ve üst sınırı itibarıyla tabi olduğu, suç tarihi
itibariyle yürürlükte bulunan ve lehe olan 765 sayılı Kanun’un 102. Maddesinin
üçüncü fıkrası ile 104. Maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen dava zamanaşımı
gerçekleştiğinden, hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesi
gerekirken, cezaya hükmedilmesi ve bunun da onanmasına karar verilmesinin adil
yargılanma hakkını ihlal edildiğini iddia etmiştir.
33. Söz konusu yargılamada, lehe/aleyhe kanun hükümlerinin yorumu,
maddi vakıaların belirlenen ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi ve
başvurucunun eylemine temas eden suçun dava zamanaşımının dolup dolmadığının
tespitinde takdir, esasen derece Mahkemelerine ait olmakla beraber, derece
mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermesi durumunda, Anayasal bir
temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında, farklı
bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir.
34. Somut olayda, hükümlünün (başvurucunun) eyleminin 5237 sayılı
Kanun’un 204. Maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkralarındaki vasfa istinatla bu
Kanun’un uygulanma bütünlüğü içerisinde ve aynı Kanun’un zamanaşımı hükümlerine
göre temyiz incelemesi yapılmış ve hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Zamanaşımının hesabında Dairenin önceden verdiği “temyizin süre yönünden reddi” kararı ile bu kararın
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine kaldırılıp esastan yapılan
inceleme sonucunda verilen “onama”
kararının tarihi arasında geçen süre nazara alınmamıştır.
35. Bu çerçevede, “temyizin süre
yönünden reddi” kararı ile bu kararın Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının itirazı üzerine kaldırılıp esastan yapılan inceleme sonucunda
verilen “onama” kararının tarihi
arasında geçen sürenin dava zamanaşımının hesaplanmasında göz önünde
bulundurulup bulundurulamayacağı hususu içtihat farklılığına (bkz. §§ 21-23)
ilişkin olup, tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemez. Ayrıca derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz bir takdir
hatası veya açıkça keyfilik içerdiğine ilişkin bir bulguya da rastlanmamıştır.
36. Açıklanan nedenlerle, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir
hatası veya açık keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
37. Üyeler Burhan ÜSTÜN ve Nuri NECİPOĞLU bu görüşe
katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle; başvurunun “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yapılan yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, üyeler Burhan ÜSTÜN ve Nuri NECİPOĞLU’nun karşıoyları ve OY ÇOKLUĞUYLA 11/3/2015 tarihinde karar
verildi.
KARŞI OY YAZISI
Başvurucu,
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 01.02.2007 tarihli 2003/89 E. 2007/34 K.
sayılı mahkumiyet hükmünde eylemine temas eden suç yönünden 5237 sayılı kanunun
ilgili hükümlerinin lehine olduğunu, bununla birlikte kararın esas bakımından
temyiz incelemesine tabi tutulduğu Yargıtay 11.Ceza Dairesi 29.04.2014 tarih
2014/10395 E. 2014/8237 K. sayılı ilamı ile 765 sayılı kanunun zamanaşımı
hükümlerinin lehine olmasına rağmen zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi
gerekirken hükmün onanması, Anayasa’nın eşitlik ilkesi ile adil yargılama
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve hükmün infazının durdurulmasını
tedbir istemli olarak talep etmiştir.
Ankara
5. Ağır Ceza Mahkemesi, 01.02.2007 tarih ve 2003/89 E. 2007/34 K. sayılı kararı
ile suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu ile, karar
tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerini
karşılaştırmış ve ceza miktarları itibariyle 5237 sayılı TCK hükümlerinin
başvurucu lehine olduğunu kabul ederek “zincirleme resmi
belgede sahtecilik” suçu yönünden başvurucuyu altı yıl dokuz ay hapis cezasına
mahkum etmiştir.
Mahkumiyet hükmünün başvurucu
tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 08.03.2012 tarih
ve 2010/16611 E. 2012/3197 K. sayılı ilamı ile temyizin süresinde yapılmadığı
gerekçesiyle esas incelemeye geçmeyerek temyiz talebinin reddine karar
vermiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, 18.04.2014 tarih ve 2014/99295 sayılı yazı ile
gerekçeli kararın başvurucunun adresi yerine yanlışlıkla başka bir sanığın
adresine gönderildiğini, yapılan yanlışlığın fark edilmeyerek zorunlu müdafi
tarafından yapılan temyiz isteminin süresinde olmadığından bahisle
reddedildiğini belirtmiş, bu nedenle temyiz talebinin süresinde yapıldığının
kabul edilmesine yönelik olarak 5271 sayılı CMK’nın
308. maddesi uyarınca itiraz etmiştir.
Yargıtay
11. Ceza Dairesi, 29.04.2014 tarih ve 2014/10395 E. 2014/8237 K. sayılı ilamı
ile dairenin 08.03.2012 tarihli kararının başvurucu yönünden kaldırılmasına,
temyiz talebinin süresinde yapıldığının kabulüne karar vererek, Ankara 3. Ağır
Ceza Mahkemesinin anılan hükmünü onamış ve karar kesinleşerek kanun yolları
tüketilmiştir.
Dava
zamanaşımı, belli koşulların gerçekleşmesi halinde devletin cezalandırma
hakkından vazgeçmesidir. Dava zamanaşımı hükümleri talep olmaksızın resen
uygulanır ve bundan şüpheli ve sanık vazgeçemezler. Sanık hakkında, 765 sayılı
mülga TCK’nu ile 5237 sayılı TCK’nun
lehine olan hükümlerinin kıyaslanması gerekir. Kıyaslama, 5252 sayılı Kanun’un
9. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca lehe olan hüküm, önceki ve sonraki
kanunların ilgili bütün hükümleri ayrı ayrı olaya uygulanarak, ortaya çıkan
sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir. Kuşkusuz 5252
sayılı kanun gereğince kıyaslanması yapılan kanunların zamanaşımı hükümleri de
lehe/aleyhe değerlendirilerek sonuca ulaşılması gerekir.
Ankara
5. Ağır Ceza Mahkemesi de, lehe kanun kıyaslamasını
yapmış ve sanığın lehine olan hükümlerin 5237 sayılı TCK’ndaki hükümler
olduğunu belirlemiş, buna göre uygulama yapmıştır.
Mülga
765 sayılı TCK’nun 102/4. ve 104/2 nci maddelerine göre dava zaman aşımı kesintisiz 10
yıl, kesintili 15 yıldır. Halbuki 5237 sayılı TCK’ndaki aynı suç için 66/1-d ve
67/4. maddeleri uygulanacaktır. Bu maddelere göre ise dava zamanaşımı
kesintisiz 15 yıl, kesintili 22 yıl 6 aydır. Dava zamanaşımı, zincirleme
suçlarda son suçun işlendiği günden itibaren işlemeye başlar.
Başvurucunun
mahkum olduğu resmi belgede sahtecilik suçlarının
işlendiği tarihlerin 1998 yılı içerisinde olduğu söylenmekte, ancak somut bir
tarihin belirlenmemiş olduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıda
açıklandığı gibi başvurucu hakkında verilen mahkumiyet
kararı usulüne uygun tebliğ edilmemiş, başka bir sanığın adresine tebliğ
edilmiş olmasına göre, Başvurucunun temyiz talebi Yargıtay 11. Ceza Dairesince
süresinde yapılmadığı gerekçesiyle 08.03.2012 tarihinde temyiz talebinin
reddine karar verilmiştir. Belirtilen bu kararda başvurucunun esasa ilişkin
temyizi dikkate alınmamış, dosyanın esas incelemesine geçilmemiş, sadece
Yargıtay’a başvuru “süre” si göz önünde tutulmuştur.
Başvurucunun
yaptığı temyiz talebi hatalı olarak “süresinde yapılmadığı” gerekçesiyle
reddedildiğinden, bu tarihte başvurucunun mahkemeye erişim hakkı
engellenmiştir. Bu kararda dosyanın esası yönünden Dairece temyiz incelemesi
yapılmamıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 18.04.2014 tarihli itirazı
üzerine Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 29.04.2014 tarihli kararı ile, Dairenin
08.03.2012 tarihli kararının başvurucu yönünden kaldırılmasına, Ankara 3. Ağır
Ceza Mahkemesi’nin hükmünün onanmasına karar vermiştir. Böylece başvurucu
yönünden ilk defa esastan temyiz incelemesi yapılmıştır. Bundan dolayı Yargıtay
Ceza Genel Kurulu kararları somut olaya uymamaktadır. Sözü edilen kararlar,
Yargıtay Dairesi’nin esastan çözümlediği uyuşmazlıklara Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın itirazı üzerine verilen kararlar içindir. Burada Daire’nin
esastan verdiği bir karar olmadığı gibi, esastan temyiz incelemesi
Başsavcılığın itirazı üzerine yapılmıştır. Davanın kesinleşmesi Yargıtay 11.
Ceza Dairesi’nin 19.04.2014 tarihinde verdiği Onama kararı ile gerçekleşmiştir.
Davadaki zamanaşımı süresinin bu tarih dikkate alınarak hesaplanıp, başvurucu
lehine sonuç verecek olan 765 sayılı mülga TCK’nun
uygulanması gerekirken başvurucu aleyhine uygulama yapılması, yargılamaya bir
bütün olarak bakıldığında, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan hakkaniyete uygun adil yargılama hakkının ihlal edildiği
düşüncesinde olduğumuzdan, çoğunluğun “başvurunun kabul edilemez” olduğuna
ilişkin kararına katılmıyoruz.
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|