TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
MUSTAFA ROLLAS BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/7703)
Karar Tarihi: 2/2/2017
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör Yrd.
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
Başvurucu
Mustafa ROLLAS
Vekili
Av. Aysun AKŞEHİRLİOĞLU
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, polis memurları tarafından gerçekleştirilen darp fiili hakkında yürütülen yargılamanın hızlı ve özenli şekilde yürütülmemesi, yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle etkili bir giderim sağlanmaması, başvurucuya isnat edilen suçlar hakkında yürütülen yargılamada özel yargılama usulünün uygulanmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağı, kanuni hâkim güvencesi ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 29/5/2014 tarihinde İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Komisyon tarafından 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 21/3/2016 tarihli yazısıylagörüş sunmayacağını bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. İzmir Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yapan başvurucu, 9/9/2007 tarihinde gözaltında bulunan İ.T. ve D.Ö. ile görüşmek üzere Fuar Asayiş Ekipler Amirliğine gitmiştir. Emniyet amiri A.G. tarafından anılan kişilerle hemen görüşemeyeceğinin söylenmesi üzerine talebini yineleyen başvurucu ve A.G. arasında tartışma yaşanmış; başvurucu, zor kullanılarak gözaltına alınmıştır.
8. Gözaltı giriş işlemleri için başvurucunun götürüldüğü Alsancak Devlet Hastanesinde Doktor C.Y. tarafından "herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmadığı" şeklinde adli muayene raporu düzenlenmiştir.
9. Kötü muamele iddiasıyla şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiş; olaydan bir gün sonra yapılan muayene sonucunda düzenlenen 10/9/2007 tarihli ve 2007/5827 sayılı Adli Tıp Kurumu raporunda "sağ kol iç yüzde açık kırmızı mor renkte ekimoz, göğüs sağ yanı dış yüzde hiperemi ve sathi sıyrık, sağ el bileğinde hiperemi, sol dirsek ön yüzde açık kırmızı mor renkte ekimoz" tespit edilmiştir.
1. Olaya İlişkin Anlatımlar
10. Başvurucu; özetle İzmir Barosuna kayıtlı avukat olarak çalıştığını, suç tarihinden önce tanıdığı D.Ö. ile İ. T.nin gözaltına alındığını aileleri ve arkadaşlarından duyup gözaltı işlemi yapılan Fuar Asayiş Ekipler Amirliğine gittiğini, amirliğin önünde kalabalık bir polis grubunun olduğunu, Baro kimliğini eline alıp Emniyet Amiri A.G.nin yanına gidip ona kimliğini göstererek gözaltına alınan kişiler ile görüşmek istediğini belirttiğini, A.G.nin bu kişiler ile kendisini doğrudan görüştüremeyeceğini söylemesi üzerine gözaltına alınan kişilerin avukat ile görüşme haklarının olduğunu belirttiğini, bunun üzerine bir üst merdiven basamağında bulunan A.G.nin eli ile göğsüne vurarak diğer polislere "Alın bunu." diye bağırdığını, görevli polislerin üzerine saldırıp kendisini yere düşürdükten sonra yüzüstü yatmış vaziyette iken kendisini darbedip çok sıkı şekilde kendisine ters kelepçe taktıklarını, bir polis memurunun karnına tekme attığını, bir polis ile A.G.nin ise hakaret ettiklerini belirtmiştir.
11. A.G., özetle olay günü pankart asma nedeniyle iki kişinin Ekipler Amirliğine getirildiğini, bir süre sonra başvurucunun gelerek anılan kişilerle görüşmek istediğini söylediğini, bu kişilerin yeni yakalandığını, delillerin toplanmakta olduğunu ve Basmane Karakoluna gönderildiklerinde görüşebileceğini söylemesi üzerine başvurucunun "Siz kim oluyorsunuz, istediğim yerde görüşürüm terbiyesizler." diyerek fiziki hamleler yapıp üzerine doğru geldiğini, başvurucuya bu şekilde davranırsa gözaltına alınabileceğini söylediğini, bunun üzerine başvurucunun "Sen kimsin lan? Çekil." diyerek küfür ettiğini, yakasından tutmaya çalıştığını, bunun üzerine başvurucu hakkında yakalama işlemi yaptırdığını, başvurucuyu içeri alırken kendisini kollarından çektiğini, içeride de fevri hareketleri devam edince kelepçe taktıklarını, başvurunun bu sırada "Siz kim oluyorsunuz, ben çok polisin bacağını koparttım, sana da hesabını soracağım." şeklinde tehditvari sözler söylediğini, durumu Cumhuriyet Savcısı'na bildirip ertesi gün mevcutlu olarak getirilmesi talimatını aldığını, daha sonra Cumhuriyet Savcısı'nın telefon edip başvurucunun avukat olduğunu gözden kaçırdığını belirtip serbest bırakılmasını söylemesi üzerine ifadesini alıp serbest bıraktıklarını belirtmiştir.
12. A.Ç., özetle fuardaki Ekipler Amirliğinin önünde başvurucu ile A.G.nin tartıştıklarını gördüğünü, başvurucunun küfürler edip A.G.yi eliyle itekleyerek temasta bulunması üzerine A.G.nin talimatı ile başvurucuyu yakalayıp içeri aldıklarını belirtmiştir.
13. M.E.D.; özetle başvurucunun, müdürleri olan A.G.ye hakaret edip üzerine yürümesi sonucunda başvurucuyu gözaltına aldıklarını belirtmiştir.
2. Başvurucuya İsnat Edilen Suçlar Kapsamında Yapılan İşlemler
14. Başvurucu hakkında 1/12/2008 tarihli ve E.2008/50587 sayılı iddianame ile görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memura hakaret suçlarından İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2008/887 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır.
15. Mahkeme, başvurucunun olay yerine avukat sıfatı ile gittiğini beyan etmesi nedeniyle görevsizlik kararı vererek dosyanın 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 59. maddesinin son fıkrası uyarınca Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
16. Dosyanın gönderildiği İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi de 8/4/2010 tarihli ve E.2010/126, K.2010/171 sayılı kararı ile görevsizlik kararı vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:
"... sanığın olay tarihinde izinsiz pankart açılması nedeni ile buna dair eylemi yapanları yakalayıp Asayiş Ekipleri Amirliği'ne getiren müştekilere karşı eyleminde Baroca kendisine bir görev verilmediği, bu sanıklarla ilgili herhangi bir vekaletinin bulunmadığı ve bu konuda görevli olmadığı halde olaylara müdahale ederek asayiş ekibindeki görevli müştekilere karşı "iki tane şahıs almışsınız, önümden çekilin, ben onlarla görüşeceğim" dediği, kendisine durumun izah edilmesi üzerine sanığın yine "siz nasıl gözaltına alırsınız, ben gidip kendisi ile görüşeceğim, çekilin önümden terbiyesizler, siz kim oluyorsunuz" diye bağırarak müştekilerin üzerine yürüdüğü, kendisini ikaz eden Ayhan'ı itekleyerek "sen kimsin lan, terbiyesiz, ben avukatım, çekilin lan siz kimsiniz" diye polislere mukavemet ettiği ve zor kullanılıp kelepçe takılarak yakalandığı, kendisi tarafından herhangi bir vekaletname ya da yetki belgesi, baroca görevlendirme belgesi olmadığı halde bu eylemleri yaptığı, bu sebeple eylemlerinin görev ile ilgili olmadığı ve ancak ve ancak şahsi suç kapsamında sayılabilecek eylemler olduğu...kanısına varılmıştır."
17. Dosyanın gönderildiği Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 29/3/2011 tarihli ve E.2011/624, K.2011/2391 sayılı kararıyla İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:
"İncelenen dosya içeriğine, sanığın üzerine atılan suçun niteliğine, iddianamede olayın anlatılış biçimine ve İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi kararındaki gerekçeye göre, yerinde görülmeyen İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin ...görevsizlik kararının kaldırılmasına ...karar verildi."
18. İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2011/340 sayısına kaydedilen dosya, başvurucunun kötü muamele iddialarına yönelik yürütülen yargılama dosyasıyla birleştirilmiş; İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/1/2014 tarihli ve E.2013/465, K.2014/18 sayılı kararıyla başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan beş ay hapis cezasına hükmedilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
19. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/4/2014 tarihli ve 2014/563 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. İtirazın reddine ilişkin karar başvurucuya 30/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
3. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Kapsamında Yapılan İşlemler
20. Başvurucunun polis memurları tarafından darp ve hakarete maruz kaldığı yönünde şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturma kapsamında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 26/9/2008 tarihli ve E.2008/40500 sayılı iddianamesiyle; emniyet amiri A.G. hakkında zor kullanma yetki sınırının aşılması suretiyle kasten yaralama ve hakaret, memurlar M.E.D., A.Ç., M.Ç. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama, Doktor C.Y. hakkında gerekli ve ayrıntılı vücut muayenesi yapılmasında gerekli özen gösterilmeyerek "herhangi bir darp izine rastlanmadığı" şeklinde rapor hazırlanmış olması nedeniyle görevi ihmal suçlarından İzmir 5. Sulh Ceza Mahkemesinin E.2008/1649 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır.
21. Anılan dava, başvurucunun görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memura hakaret suçlarından yargılandığı dava dosyası ile birleştirilmiş ve yargılamaya İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2011/340 Esas sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvurucunun, sanık polis memurlarının eyleminin işkence suçunu oluşturduğu ve görevsizlik kararı verilmesi gerektiği yönündeki talepleri doğrultusunda Mahkemenin 6/3/2013 tarihli ve E.2011/340, K2013/125 sayılı görevsizlik kararıyla dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, karara itiraz edilmesi neticesinde İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/5/2013 tarihli ve 2013/364 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz kabul edilmiştir. Dava dosyası, İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2013/465 sayısına kaydedilmiştir.
22. Yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 20/1/2014 tarihli ve E.2013/465, K.2014/18 sayılı kararıyla sanık Doktor C.Y. hakkında görevi ihmal suçundan hapis cezasınahükmedilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, sanık polis memurları A.G., A.Ç. ve M.E.D. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşarak kasten ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralama suçundan adli para cezasına hükmedilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, sanık M.Ç.nin zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşarak kasten ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralama suçundan beraatine, sanık polis memuru A.G. ile başvurucu tarafından karşılıklı olarak işlendiği tespit edildiğinden hakaret suçundan ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
23. Sanık polis memurları hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı başvurucu tarafından itiraz yoluna gidilmiş, İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/4/2014 tarihli ve 2014/563 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir.
24. İtirazın reddi kararı, 30/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu 29/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
25. Yapılan temyiz istemi üzerine hakaret suçundan ceza verilmesine yer olmadığı kararı, Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 15/6/2016 tarihli ve E.2015/42113, K.2016/13313 sayılı hükmüyle onanmıştır.
B. İlgili Hukuk
26. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:
"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci fıkrada yer alan;
a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,
ifade eder.
Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.
Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.
Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.
..."
27. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 256. maddesi şöyledir:
“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”
28. 5237 sayılı Kanun'un 86. maddesi şöyledir:
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
…
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
29. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:
“…
(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.
(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;
a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”
30. 1136 sayılı Kanun'un "Kovuşturma izni, son soruşturmanın açılması kararı ve duruşmanın yapılacağı mahkeme" başlıklı 59. maddesi şöyledir:
"58 inci maddeye göre yapılan soruşturmaya ait dosya Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne tevdi olunur. İnceleme sonunda kovuşturma yapılması gerekli görüldüğü takdirde dosya, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesine en yakın bulunan ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Savcılığına gönderilir.
Cumhuriyet Savcısı beş gün içinde, iddianamesini düzenliyerek dosyayı son soruşturmanın açılmasına veya açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir.
İddianamenin bir örneği, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun hükümleri uyarınca, hakkında kovuşturma yapılan avukata tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine avukat, kanunda yazılı süre içinde bazı delillerin toplanmasını ister veya kabule değer bir istemde bulunursa nazara alınır, gerekirse soruşturma başkan tarafından derinleştirilir.
Haklarında son soruşturmanın açılmasına karar verilen avukatların duruşmaları, suçun işlendiği yer ağır ceza mahkemesinde yapılır. (Ek cümle : 2/5/2001 - 4667/38 md.) Durum avukatın kayıtlı olduğu baroya bildirilir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 2/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu;
i. Gözaltına alınan İ.T. ve D.Ö. ile avukat sıfatıyla görüşmek istediğini belirtmesine rağmen Emniyet Amiri A.G.nin ilgili kişilerle görüşemeyeceğini söylemesi üzerine aralarında tartışma yaşandığını,
ii. A.G. tarafından göğsünden itilerek yere düşürüldüğünü, kendisine tekme ve yumruk atıldığını, ters kelepçe uygulandığını, elleri kelepçeli iken ensesine vurulduğunu, küfür ve hakaretlere maruz bırakıldığını, emniyet binasında yaklaşık 1,5 saat elleri arkadan kelepçeli biçimde ayakta bekletildiğini, bekleme sırasında Polis Memuru A.Ç. tarafından kendisine tekme atıldığını, tuvalete gitme taleplerinin reddedildiğini, sağlık raporlarında travma izleri tespit edilmiş olmasına ve polis memurlarının anılan eylemlerinin işkence suçunu oluşturmasına rağmen zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşarak kasten yaralama suçundan yargılama yapıldığını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, anılan yargılamanın uzun sürdüğünü ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yapılan itirazın gerekçesiz olarak reddedildiğini,
iii. Kendisine isnat edilen görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memura hakaret suçlarından yürütülen davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını,
iv. Olay yerine avukat sıfatıyla gitmiş olmasına rağmen yargılandığı davada avukatlık sıfatı kabul edilmeyerek hakkında genel hükümlere göre işlem yapıldığını,
v. Olay günü avukatlık görevinin yapılmasının engellendiğini belirterek işkence ve kötü muamele yasağı, kanuni hâkim güvencesi, makul sürede yargılanma hakkı ile gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminattalebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun (i) bendinde belirtilen şikâyetleriişkence ve kötü muamele yasağı, (iv) bendinde belirtilen şikâyetleri kanuni hâkim güvencesi kapsamında, (v) bendinde belirtilen olay günü yaşananlar nedeniyle avukatlık görevini yapmasının engellendiğine yönelik şikâyetleri ise ayrı başlık altında incelenmiştir. Başvurucunun (iii) bendinde belirtilen, 9/9/2007 tarihinde görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memura hakaret suçu isnadıyla gözaltına alınmasıyla başlayan yargılama sürecinin makul sürede sonuçlanmadığına ilişkin iddiaları, aynı yargılama sürecinin uzunluğuna yönelik şikâyetlerin işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğü altında incelenecek olması nedeniyle ayrı bir incelemeye konu edilmemiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Başvurucunun Avukatlık Görevini Yerine Getirmesinin Engellendiğine İlişkin İddia
34. Başvurucu; olay günü gözaltına alınan müvekkilleri İ.T. ve D.Ö. ile görüşmek için olay yerine gittiğini, polis memurlarının kendisini müvekkilleri ile görüştürmeyerek ve gözaltına alarak avukatlık görevini icra etmesini engellediklerini ileri sürmüştür.
35. Anayasa’nın 148. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir…”
36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 46. maddesine göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması için başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, §§ 42-45).
37. Başvurucu; avukatlık görevinin icrasına engel olunmasının savunma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüşse de, anılan olayda savunma hakkının öznesinin başvurucu değil başvurucunun müvekkilleri olduğunu ileri sürdüğü İ.T. ve D.Ö. olduğu, anılan şikâyetin Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alanında olan başka bir hakkın kapsamına da girmediği anlaşılmaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Kanuni Hâkim Güvencesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
39. Başvurucu, gözaltına alınması ve hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memura hakaret suçlarından dava açılması ile sonuçlanan olayların yaşandığı yere avukat sıfatıyla gitmiş olmasına rağmen avukatlık sıfatı kabul edilmeyerek Asliye Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırıldığını ve hakkında genel hükümlere göre soruşturma yapıldığını belirterek kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
40. Anayasa'nın "Kanuni hâkim güvencesi" kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:
"Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz."
41. Hukuk devletinde kanuni hâkim, tabii hâkim olarak anlaşılmalıdır. Tabii hâkim kavramı ise dar anlamda, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi diye tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla tabii hâkim ilkesi, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya hâkimlerin atanmasına engel oluşturur; sanığa veya davanın yanlarına göre hâkim atanmasına olanak vermez (AYM, E.1990/13, K.1990/30, 20/11/1990).
42. Kanuni hâkim güvencesi ilkesi, olayın niteliğine göre yargılamanın hangi mahkemede yapılacağının önceden belirlenmiş olması ilkesidir. Yargılama, tabii hâkimi dışında başka bir hâkim tarafından yapılamaz (Muhammet Kaplan, B. No: 2013/1586, 18/9/2013, § 31).
43. Somut olayda, başvurucunun olay yerine avukat sıfatı ile gittiğini beyan etmesi nedeniyle İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararı vererek dosyanın 1136 sayılı Kanun'un 59. maddesinin son fıkrası uyarınca ağır ceza mahkemesine gönderilmesine karar verdiği, dosyanın gönderildiği İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin de başvurucunun gözaltına alınan şahıslarla arasında bir vekâlet ilişkisi bulunmadığı, Baro tarafından da bir görevlendirme yapılmış olmadığı, başvurucunun eylemlerinin görev ile ilgili olmadığı ancak şahsi suç kapsamında değerlendirilebileceği gerekçeleriyle görevsizlik kararı vermesi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesi tarafından İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılarak yargılamaya devam edildiği anlaşılmıştır. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddia, Derece Mahkemesince hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup başvurucunun iddiaları değerlendirilerek verilen kararda bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı anlaşılmaktadır.
44. Somut olayda, 1136 sayılı Kanun hükümlerinin Derece Mahkemeleri tarafından değerlendirildiği ve yargılamaya İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinde devam edildiği, uyuşmazlığın esasını çözecek olan Mahkemenin, ihtilafın doğmasından sonra kurulan bir mahkeme olmayıp görev ve yetkileri daha önceden kanunla belirlenmiş bir mahkeme olduğu dikkate alındığında başvurucunun farklı bir mahkemede yargılanması gerektiği iddiası yönünden açık ve görünür bir ihlalin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiği iddiası yönünden bir ihlalin olmadığı açık olduğundanbaşvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
47. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
48. Başvurucu; A.G. tarafından göğsünden itilerek yere düşürüldüğünü, kendisine tekme ve yumruk atıldığını, ters kelepçe uygulandığını, elleri kelepçeli iken ensesine vurulduğunu, küfür ve hakaretlere maruz bırakıldığını, emniyet binasında yaklaşık 1,5 saat elleri arkadan kelepçeli biçimde ayakta bekletildiğini, bekleme sırasında Polis Memuru A.Ç. tarafından kendisine tekme atıldığını, tuvalete gitme taleplerinin reddedildiğini, sağlık raporlarında travma izleri tespit edilmiş olmasına ve polis memurlarının anılan eylemlerinin işkence suçunu oluşturmasına rağmen zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşarak kasten yaralama suçundan yargılama yapıldığını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, anılan yargılamanın uzun sürdüğünü, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yapılan itirazın gerekçesiz olarak reddedildiğini belirterek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
49. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.
50. Somut olayda cezai kovuşturmanın yapıldığı ve yargılama sonunda birtakım yaptırımlar öngörüldüğü değerlendirildiğinde yapılacak incelemede, bu durumun başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının da incelenmesi gerekir. Yargılama sonucunda başvurucu açısından giderim sağlayabilecek nitelikte bir yaptırıma hükmedilmediği ve başvurucunun mağdur sıfatının devam ettiği tespit edilmektedir.
a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
51. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.
52. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).
53. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
54. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).
55. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler, hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).
56. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
57. Kötü muamele, Anayasa ve Sözleşme tarafından kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
58. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
59. "İşkence" seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler "eziyet" olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak "eziyet"te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında "eziyet" olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
60. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada "eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
61. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
62. Başvurucunun iddiası, işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.
63. Somut olayda, başvurucunun kötü muamele iddiaları üzerine başlatılan adli süreçte, Adli Tıp Kurumundan temin edilen sağlık raporunda tespit edilen yaralanmalar (bkz. § 9) ve olay anlatımları (bkz. §§ 10-13) değerlendirilmiş; başvurucunun gözaltına alınması işlemi sırasında polis memurları A.G., M.E.D. ve A.Ç.nin zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşarak tekme ve yumruk atmak suretiylebaşvurucuyu basit şekilde darbettikleri sonucuna ulaşılmıştır. Yapılan incelemede İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin anılan kabulünden ayrılmayı gerektirir bir durum tespit edilmemiştir.
64. Başvuruya konu olayın incelenmesinden başvurucunun saldırgan tutumu nedeniyle etkisiz hâle getirilmesi amacıyla başlayan ancak başvurucunun kontrol altına alınması amacını aşacak şekilde kullanılan kuvvetin zorunlu ve orantılı olma sınırını aştığı kanaatine varılmıştır. Müdahale; süresi, amacı ve etkisi ile birlikte değerlendirildiğinde insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilebilecek olup Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.
65. Kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir diğer unsurunu oluşturan kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki önleyici yükümlülük yönünden yapılan incelemede ise, ilgili hukuk başlığı altında yer verildiği üzere, kamu görevlileri ya da özel kişiler tarafından gerçekleştirilebilecek bir kötü muameleye karşı yeterli korumayı sağlayacak ve önleyici nitelikte olan bir yasal çerçevenin mevcut olduğu, dolayısıyla önleyici yükümlülüğün ihlal edilmediği tespit edilmiştir. Mevcut idari ve yasal mevzuatın etkili şekilde uygulanıp uygulanmadığı hususu ise kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutuna ilişkin yapılacak incelemenin konusunu oluşturmaktadır.
66. Yapılan inceleme sonucunda devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
67. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
68. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
69. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
70. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).
71. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı;soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).
72. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri , § 119).
73. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, affın veya genel affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).
74. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105).
75. Başvurucu; polis memurları tarafından darbedildiği iddiasına yönelik gerçekleştirilen soruşturmanın hızlı ve özenli olmadığını, yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle etkili bir yaptırıma hükmedilmediğini ileri sürmektedir.
76. Somut olayda başvurucunun kötü muameleye uğradığı yönündeki şikâyeti üzerine başlatılan soruşturma kapsamında başvurucuya Adli Tıp Kurumundan sağlık raporu aldırılmış, tanık beyanları alınmış, başvurucunun kayıtlı olduğu İzmir Barosundan başvurucunun olay günü gözaltına alınan İ.T. ve D.Ö. ile ilgili bir görevlendirmesinin olup olmadığı sorulmuş, iddia, sağlık raporları, tanık beyanları ve sair deliller değerlendirilerek şüpheliler hakkında kamu davası açılmıştır. Soruşturma aşaması yaklaşık bir yıl sürmüştür.
77. Yürütülen yargılamada verilen birleştirme ve görevsizlik kararlarına ilişkin aşamalar nedeniyle 2013 yılında İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin E.2013/465 sayısına kaydedilene kadar dosyanın birkaç farklı mahkeme dosyasına kaydedildiği, yargılamanın soruşturma aşamasıyla birlikte toplamda altı buçuk yıldan uzun sürdüğü anlaşılmaktadır. Anılan davanın hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık nitelik taşımadığı sonucuna ulaşıldığından altı buçuk yıllık yargılama süresinin, kötü muamele iddialarının hızlı ve etkili bir şekilde soruşturulması, sonuca bağlanması yönündeki gerekliliği karşılamadığı, altı buçuk yılı aşan bir süre devam eden yargılamanın uzun olduğu ve Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği hızda bir incelemeyi karşılamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
78. Öte yandan yürütülen soruşturma sonucunda zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşarak kasten ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralama suçundan üç sanık hakkında 120 gün adli para cezasına hükmedilmiş, sanığın kamu görevlisi olması nedeniyle ceza yarı oranında artırılmış, 1/6 oranında takdiri indirim uygulanarak 150 gün adli para cezası 20 TL karşılığında hesaplanarak nihai olarak 3.000 TL adli para cezası öngörülerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.
79. Soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğünü oluşturduğundan yargılamanın nihai olarak mutlaka belli bir ceza türüyle sonuçlanması gerektiği söylenemeyecek olmakla birlikte mahkemelerin hukuku, sanıkların fiilen cezasız kalmalarını sağlayacak şekilde uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın etkinliğinin sağlanamadığı sonucuna varılabilecektir (Yunus Kalkan, B. No: 2013/4383, 18/2/2016, § 85).
80. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında maddi olayın ortaya çıkarılması ve sorumluların tespiti için özenli bir inceleme yapılmış olduğu tespit edilmekle birlikte başvurucunun üç polis memuru tarafından zor kullanma sınırı aşılarak tekme ve yumrukla darbedildiğinin sabit görülmesi karşısında seçimlik ceza öngörülen suç bakımından alt sınırdan adli para cezasına hükmedilerek 1/6 oranında takdiri indirim uygulanan polis memurlarının her biri için hükmedilen 150 gün adli para cezasının gün karşılığı alt hesaplama birimi (20 TL) dikkate alınarak 3.000 TL adli para cezası olarak belirlendiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
81. Somut olayda, yürütülen yargılamanın sonucunda başvurucuyu zor kullanma sınırını aşmak suretiyle tekme ve yumrukla darbettikleri sabit görülen sanıklara yönelik alt sınırdan adli para cezası öngörülerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi karşısında soruşturmanın etkinliğinin sağlanmasının koşullarından olan sorumluların fiilleriyle orantılı ceza almaları ve mağdur açısından uygun gideriminsağlanması koşullarının yerine getirilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
82. Başvurucu ayrıca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itirazın gerekçesiz olarak reddedildiğini ileri sürmüşse de usul yükümlülüğü kapsamında yapılan değerlendirme karşısında anılan hususa ilişkin ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
83. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
84. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
85. Başvurucu, 50.000 TL manevi ve 20.000 TL maddi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
86. Yapılan inceleme sonucunda başvurucunun insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
87. İhlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
Hicabi DURSUN ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
88. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali nedeniyle başvurucuya manevi zararı karşısında 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
89. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
90. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Başvurucunun avukatlık görevini yerine getirmesinin engellendiğine ilişkin iddiasının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddialarını KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için, hakkında adli para cezasına hükmedilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanık polis memurları A.G., A.Ç. ve M.E.D. hakkında yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, Hicabi DURSUN ve Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Başvurucuya net 15.000 TL tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE 2/2/2017 tarihinde karar verildi.
YENİDEN YARGILAMA YAPILMASINA İLİŞKİN HÜKÜM FIKRASINA YÖNELİK KARŞI OY
1. Başvuru, başvurucunun polis memurları tarafından darp ve hakarete maruz kaldığı yönünde şikayetçi olması üzerine yürütülen yargılamanın hızlı ve özenli şekilde yürütülmemesi, yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle etkili bir giderim sağlanmaması; avukat olan başvurucuya isnat edilen suçlar hakkında yürütülen yargılamada özel yargılama usulünün uygulanmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağı, kanuni hakim güvencesi ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
2. İddialar Mahkememiz tarafından incelenmiş ve 2014/7703 sayılı kararın hüküm kısmında yer alan sonuç ve kanaatlere ulaşılmıştır. Bizde buradaki sonuç ve kanaatlere aynen katılıyoruz.
3. Ancak, kararda tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması yönünde oluşturulan hüküm fıkrasına aşağıda açıkladığımız nedenlerle katılmıyoruz.
4. İzmir Barosunda kayıtlı avukat olan başvurucu, 09.09.2007 tarihinde, o tarih itibariyle bir sebepten dolayı gözaltında bulunan İ.T. ve D.Ö. ile görüşmek üzere Fuar Asayiş Ekipler Amirliğine gitmiştir. Görevli ve yetkili emniyet yetkililerince anılan kişilerle hemen görüşemeyeceğinin söylenilmesi üzerine talebini yineleyen başvurucu ile görevliler arasında arbede ve tartışma yaşanmış ve başvurucu zor kullanılarak gözaltına alınmıştır. Daha sonra başvurucu görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memura hakaret suçlarından dolayı neticeten Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanmaya başlanmıştır.
5. Bu arada görevli polis memurları ile ilgili diğer kamu görevlileri hakkında da, (bazıları hakkında) zor kullanma yetkilerinin sınırının aşılması suretiyle kasten yaralama ve hakaret ve (bazıları hakkında da) görevi ihmal suçlarından dolayı kamu davası açılmıştır. Ardından da başvurucu hakkında açılan dava ile şikayetçi olduğu kamu görevlileri hakkında açılan davalar birleştirilmiştir.
6. Yapılan yargılamada; başvurucu hakkında, görevi yaptırmamak için direnme suçundan beş ay hapis cezasına hükmedilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına; kamu görevlilerinden birisi hakkında görevi ihmal suçundan hapis cezasına hükmedilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına; ilgili diğer kamu görevlileri hakkında ise zor kullanma yetkisine ilişkin sınırı aşarak kasten ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralama suçundan 3.000 lira adli para cezasına hükmedilip, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına; karşılıklı olarak işlendiği tespiti yapılan hakaret suçu açısından ise ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
7. Mahkememiz çoğunluğunca, maruz kaldığı kötü muamele karşısında, derece mahkemesince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek nitelikte bir yaptırıma hükmedildiği ve başvurucunun mağdur sıfatının devam ettiği tespiti yapılarak, derece mahkemesince haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen kamu görevlileri hakkında yeniden yargılama yapılması gerektiğine karar verilmiştir.
8. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik göreceli olup, her bir somut olayın özelliklerine göre değişebilir . Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler ile muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki sebep de önem taşıyacaktır. Ayrıca, kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de önem arz edebilir.
9. Bu bağlamda, başvuruya konu olayın anlık sayılabilecek gelişimi, bu olay kapsamında başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan beş ay hapis cezasına hükmedilip hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması, hakaret suçlamasında karşılıklılık unsurunun varlığının kabul edilmiş olması hususları ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesinin koşulları, bu konuya ilişkin derece mahkemesinin takdir yetkisi ve olayın bütünü içinde mahkemeyi bu sonuca götüren koşullar dikkate alındığında, Mahkememiz çoğunluğunca başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki haklarının ihlal edildiği bağlamında yapılan ve bizimde katıldığımız tespite konu ihlalin ortadan kaldırılması için başvurucu lehine makul bir miktarda tazminata hükmedilmesinin yeterli olacağı kanaatiyle olayda yeniden yargılama yapılması yolunda oluşturulan çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye