TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İLKNUR YÜKSEL BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/7738)
|
|
Karar Tarihi: 13/7/2016
|
R.G. Tarih ve Sayı: 2/11/2016 - 29876
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan y.
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Fatih ALKAN
|
Başvurucu
|
:
|
İlknur
YÜKSEL
|
Vekili
|
:
|
Av. Ergün
Hakan KELEMCİ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden
(TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işlemin iptali talebiyle açılan davanın
reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir
eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2015 tarihinde,
başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar
verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun
kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş
sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7.Başvurucu, sivil memur olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı
emrinde (KKK) görev yapmakta iken 5/12/2011, 12/12/2011 ve 20/12/2011
tarihlerinde bir İnternet sitesinde yayımlanan ve başvurucuya ait olduğu iddia
edilen cinsel içerikli ses kayıtlarının memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak
nitelikte ahlak dışı, yüz kızartıcı ve utanç verici eylem teşkil ettiği
gerekçesiyle hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.
8.Soruşturma aşamasında temin edilen Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığınca hazırlanan 29/12/2011 tarihli
uzmanlık raporunda, İnternet ortamında yayımlanan ses kayıtlarında anlam
bütünlüğünü bozmak amacıyla konuşulan kelimelerin yerleri değiştirilerek farklı
anlamlar üretmek, farklı sesler eklemek veya çıkarmak gibi herhangi bir
manipülasyon yapılmadığı, ses örneği ile kayıtlardaki seslerin kuvvetle
muhtemel aynı kişiye ait olduğu, başvurucu ile aynı birimde görevli sekiz
kişiye ses kayıtlarının dinletildiği ve kayıtlarda yer alan sesin başvurucunun
sesine benzediğinin bu kişilerin bir kısmı tarafından belirtildiği, ayrıca ses
kayıtlarında yer alan ifadelerin başvurucunun özel yaşantısı ile uyumlu olduğu
sonucuna varılmış ve söz konusu ses kayıtlarının kuvvetle muhtemel başvurucuya
ait olduğu şeklinde bir değerlendirmede bulunulmuştur.
9. Millî Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 10/7/2012
tarihli ve MÜT-12-665-J dosya numaralı kararıyla başvurucunun ses kayıtları
hakkında bilgilendirilmeden savunma yazısı yazmak zorunda kaldığı, söz konusu
ses kayıtlarının gerçek dışı olduğu ve her durumda kişiler arasındaki
konuşmaların dinlenip kayda alınmasının suç teşkil ettiği, buna rağmen ses
kayıtlarının soruşturma konusu yapılmasının hukuka aykırı olduğu savunması
karşısında her ne kadar İnternet ortamında erişime sunulan ses kayıtlarının
hukuka aykırı olarak elde edilip yayımlandığı değerlendirilebilecek ise de
idare hukukunda her türlü delil ile disiplin soruşturması yapılabileceğinin
yerleşik yargısal uygulamalarla sabit olduğu, bu kapsamda başvurucunun fiilinin
memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç
verici hareketlerde bulunmak şeklinde değerlendirildiği, özel düzenlemelerle
TSK’da görevli devlet memurlarına disiplin hukuku bakımından daha katı
kuralların uygulanmasına yasalarca imkân tanındığı ve başvurucunun şahsi
dosyasında ödül veya başarı belgesi mevcut olmakla birlikte eylemin niteliğinin
TSK’nın itibarını derinden sarsacak nitelikte olduğu belirtilerek başvurucuya
14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin
birinci fıkrasının (E) bendinin (g) alt bendi ve 4/4/1983 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 11/3/1983 tarihli
Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurları Disiplin Kurulları ve
Disiplin Amirleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 13. maddesinin beşinci
fıkrasının (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezası
verilmiştir.
10. Hakkında verilen disiplin cezasının iptal edilmesi talebiyle
10/8/2012 tarihinde başvurucu tarafından Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde
(AYİM) dava açılmış ve dava dilekçesi ile yargılama sürecinde verilen
dilekçelerde, söz konusu ses kayıtlarının TSK’yı yıpratma amacı taşıyan ve kim
tarafından yönetildiği bilinmeyen bir İnternet sitesinde yayımlandığı,
kayıtların kendisine ait olmadığı, hakkındaki disiplin soruşturmasının ön yargı
ile ve özensiz olarak yürütüldüğü, ses kayıtları üzerinde eklemeler ve
değişiklikler yapılabileceği gözetilmeden varsayımlar üzerinden kaydın
kendisine ait olduğu sonucuna ulaşıldığı, gizli şekilde kaydedilen ve
yayımlanan kayıtların gerçekliği üzerinde bulunan şüphe bir yana söz konusu
kayıtlar gerçek dahi kabul edilse eylemler ile tesis edilen idari işlem
arasında adil bir denge kurulmadığı, yasal yollardan elde edilmeyen ve
gerçekliği hususunda kesin bir tespit yapılamayan delillerle sonuca gitmenin
hukuka açıkça aykırı olduğu, gerek soruşturmada dayanılan delillerin niteliği
ve soruşturma usulü gerekse aleyhine verilen çıkarma cezası nedeniyle özel
hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiği ve idarenin özellikle bir alt ceza
uygulanması noktasındaki takdir yetkisini doğru kullanmayarak hizmetin
gerekleri ve kamu yararı ile kişisel yarar arasındaki dengeyi tesis edemediği
iddia edilmiştir.
11. Davalı idare savunmasında, söz konusu ses kayıtlarında
başvurucunun eşinin tayininin Gürcistan’a çıktığı ve kendisinin ücretsiz izin
aldığı şeklinde ifadelerin bulunduğu, her ne kadar İnternet ortamında erişime
sunulan söz konusu ses kayıtlarının hukuka aykırı olarak elde edilip
yayımlandığı değerlendirilebilecek ise de kamu görevlilerinin hizmete başlarken
ilgili mevzuatın öngördüğü kurallara uymayı kabul ettikleri ve başvurucunun
disiplin soruşturmasına konu eylemleri memuriyet sıfatı ile bağdaşmayacak
nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici eylemler olduğundan
savunmasında belirttiği hususların hukuki bir geçerliliği bulunmadığı ifade
edilmiştir.
12. Bu arada başvurucu ile beraber toplam on bir kişi farklı
tarihlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak birtakım İnternet
sitesinde kendileri hakkında asılsız iftira ve hakaret boyutunda yazılar
yazılmış olması nedeniyle şikâyetçi olmuşlardır. Yapılan soruşturma sonucunda
üç şüpheli tespit edilmiştir. Şüphelilerin ifadeleri alınmış, daha sonra
bunların işlenen suçlarla bir ilişkisi olmadığı sonucuna varılarak Cumhuriyet
Başsavcılığınca 28/12/2012 tarihli ve K.2012/76709 sayılı kararla kovuşturmaya
yer olmadığına karar verilmiştir.
13. AYİM Başsavcılığının 7/2/2013 tarihli ve 2013/178 sayılı
yazısında, kamu hizmetini yürütecek olan kamu görevlisinin bu göreve atandıktan
sonra hangi özellikleri bulundurmaya devam etmesi gerektiği hususunda saptama
yapılmasının idarenin takdir yetkisine girdiği, kamu görevinin devletin
saygınlığını ve güvenilirliğini idame ettirebilecek kamu görevlileri aracılığıyla
yürütülmesinin temini amacıyla çıkarma cezası dahil olmak üzere çeşitli idari
yaptırımların uygulanabileceği, bu doğrultuda başvurucu hakkında tesis edilen
işlemde herhangi bir hukuka aykırılık durumu bulunmadığı, işlem tesisinde ve
bir alt cezanın uygulanmamasında idare tarafından takdir yetkisinin objektif
sınırları içinde kalındığı sonuç ve kanaatiyle davanın reddine karar verilmesi
yönünde görüş bildirilmiştir.
14. AYİM İkinci Dairesinin 25/9/2013 tarihli ve E.2012/827,
K.2013/1120 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. AYİM’in
ret gerekçesi şöyledir:
“… K.K.K.lığı İstihbarat Başkanlığı emrinde
devlet memuru olarak görev yaptığı anlaşılan davacının, sosyal medyada 06
Aralık 2011, 12 Aralık 2011 ve 20 Aralık 2011 tarihlerinde, memurluk sıfatı ile
bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı konuşmalarına ilişkin üç ses
kaydının yayımlanması nedeniyle, davalı idare tarafından iddia edilen yayınları
tahkik etmek maksadıyla iki ayrı idari tahkikat heyeti oluşturuldu; idari
tahkikat sürecinde davacının eşi A.Y.'nin yazılı
ifadesinde söz konusu iddiaların doğruluğunun tespitine yönelik olarak ses
kayıtlarında manipülasyon ve eklenti olup olmadığına ilişkin kriminal incelemenin yapılmasını, herhangi bir montaj ve
manipülasyon olmadığının anlaşılması durumunda davacı olan eşi İlknur YÜKSEL’in ses kaydı örneği vererek karşılaştırma yapmaya
gönüllü olacağını kabul ettiği, bunun üzerine sosyal medyada yer alan ses
kayıtlarının incelenmek üzere Jandarma Kriminal
Dairesi Başkanlığına gönderildiği, ancak davacının eşi A.Y.'nin
daha sonra eşi davacı İlknur YÜKSEL ile görüşmeyi müteakip ses kaydı örneği
vermeyi ve karşılaştırma yapılmasını reddettiği, ses kayıtlarında yer alan
bayan sesinin davacı İlknur YÜKSEL'e ait olup
olmadığının tespiti maksadıyla İdari Tahkikat Heyeti vasıtasıyla davacının
mesai arkadaşlarının ifadelerinin alındığı, ifadeleri alınan sekiz personelden
beşinin söz konusu ses kayıtlarının davacının sesine benzediğini ifade
ettikleri, davalı idarenin söz konusu ses kayıtlarını Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığına gönderdiği, Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığının 26.12.2012 tarih ve
2011/1683 numaralı “Uzmanlık Raporu”nda ses kayıtları
ile ilgili herhangi biri manipülasyon, eklenti yapılmadığı ve üç ses kaydındaki
(06-12-20 Aralık 2012) bayan sesinin kuvvetle muhtemel aynı kişiye ait
olduğunun belirtildiği, 26 Aralık 2011 tarihinde davacıya ait olduğu iddia
edilen iki ses kaydının daha sosyal medyada yer aldığı ve bu ses kayıtlarının
davalı idare tarafından Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığına
gönderildiği, Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığının
29.12.2012 tarih ve 2011/1718 numaralı “Uzmanlık Raporu”nda
ses kayıtları ile ilgili herhangi bir manipülasyon, eklenti yapılmadığı ve bu
kayıtlarda geçen bayan sesinin kuvvetle muhtemel muhtemel daha önce incelenen
üç ses kaydındaki bayan sesi ile aynı kişiye ait olduğunun tespit edildiği,
dava dosyasındaki son iki ses kaydında yer alan bilgiler ile davacı İlknur YÜKSEL’in ve davaya konu olan erkek şahısların bazı
bilgilerinin birebir örtüştüğü; davacı İlknur YÜKSEL’in
Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edildikten sonra kendi rızasıyla ve bir refakatçi
ile birlikte Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığına
gittiği ve bahse konu ses kayıtları ile ilgili ses kaydının karşılaştırılması
için ses örneği verdiği, Jandarma Kriminal Dairesi
Başkanlığının 25.6.2012 tarih ve 2012/0857 numaralı “Uzmanlık Raporu”nda davacı İlknur YÜKSEL’e
ait ses kaydı ile sosyal medyada yer alan ses kayıtlarının incelenmesi
neticesinde “ses kayıtlarının kuvvetle muhtemel aynı kişiye ait olduğunun”
belirtildiği anlaşılmıştır.
Dava dosyasında yer alan bilgi, belge ve ortaya konulan deliller
ışığında davacıya isnat edilen eylemin 657 sayılı Kanunun 125/E(g) maddesi
kapsamında memuriyet sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı
ve utanç verici bir hareket olarak değerlendirilmesinde ve bu sebeple MSB’lığı Yüksek Disiplin Kurulunca devlet memurluğundan
çıkarılmasında ve bu karar uyarınca ilişiğinin kesilmesinde hukuka aykırılık
olmadığı kanaatine varılmıştır.
Anayasada memurların görev ve sorumluluklarını, disiplin kovuşturma
usulünü düzenleyen 129’uncu maddesinde, “Memurlar ve diğer kamu görevlileri
Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.”
şeklinde genel bir ilke yer aldığı, suç ve cezaya ilişkin ilkeler ile disiplin
hukukuna ilişkin ilkeler arasında temelde farklılıklar bulunduğu, kamu
personeli hakkında herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi disiplin
soruşturmasının yapılabildiği, nitekim 657 sayılı Kanunun 125 ve 131’inci
maddelerinde disiplin hukukunun bağımsızlığı ilkesinin belirtilmiş olduğu, kamu
görevlisi hakkında yargılama yapılıp beraat kararı verilse dahi bu kurumun,
disiplin cezası verilmesine engel bir hal olmadığı, dava konusu olayda hukuka
aykırı elde edildiği belirtilen delillerin sosyal medyada yayımlandığı, bu
durumdan haberdar olan davalı idarenin, disiplin hukukunun yukarıda belirtilen
özelliklerini ve olayın niteliğini göz önüne alarak disiplin hukuku açısından
bir değerlendirme yapabileceği, kamu hizmetini yürütmekle görevli olan
idarenin, bu hizmeti en iyi şekilde yürütebilmesi için gerekli tedbirleri alma
yetkisi ile donatılmasının zorunlu olduğu, idarenin kamu hizmetini yürütecek
ajanlarını alırken bir takım özelliklere sahip olmasını araması tabii olduğu
gibi; statüye alındıktan sonra da bunları verimli biçimde kullanması, hizmeti
aksatacak, kendisinden artık verim alınması imkanı kalmamış, aksine idare
mekanizmasına ve kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak ajanlarını
bünyesi dışına çıkarmasının da doğal bir gelişme olduğu, bunun sonucu olarak da
kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı olacak personelini bünyesi dışına
çıkarmasının da kamu hizmeti gereği olduğu, Türkiye Cumhuriyetini korumak ve
kollamak görevini üstlenen Türk Silahlı Kuvvetlerinin temelini oluşturan
disiplin anlayışına uygun davranması ve kamu hizmetinin gerektirdiği saygınlığa
sahip olması gerektiğinden davacı hakkında MSB’lığı Yüksek
Disiplin Kurulunca devlet memurluğundan çıkarılmasında ve bu karar uyarınca
iliğinin kesilmesi şeklinde tesis edilen işlemin hukuka aykırı olmadığı
sonucuna varılmıştır.
Her ne kadar davacı vekili davacının geçmiş başarıları ve disiplin
durumu dikkate alınarak bir alt disiplin cezası verilmesi gerektiğini iddia
etmiş ise de; bu konuda davalı idarenin takdir
yetkisinin olduğu, davacının eylemlerinin vasıf ve mahiyeti ile yoğunluğu
dikkate alındığında davalı idarenin bu konudaki takdir yetkisini hukuka uygun
kullandığı kanaatine varılarak, davacı vekilinin bu iddiasına itibar
edilmemiştir. …”
15. Karara katılmayan bir üyenin karşıoy
yazısında aşağıdaki gerekçelere yer verilmiştir:
“Davacıya isnat edilen eylemlerin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak
nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler olduğu ve devlet
memurluğundan çıkarmayı gerektirdiği; Ayrıca bu eylemlerin vasıf, mahiyet ve
yoğunluğu dikkate alındığında bir alt cezanın uygulanmamasında hukuka aykırılık
bulunmadığı yönündeki sayın çoğunluk görüşüne katılıyorum.
Ancak bu eylemlerin hukuka uygun delillerle ortaya koyulması gerekir.
Davacıya isnat edilen eylemler "tskkulis@hotmail.com" isimli kime ait
olduğu belli olmayan internet sitesinde yayımlanan konuşma kayıtlarına
dayanmaktadır. Bu kayıtların kimler tarafından ne şekilde elde edilerek bu
siteye konulduğu konusunda herhangi bir belge bulunmamaktadır. Bu haliyle
anılan kayıtlar hukuka aykırı olarak elde edilip yayımlanan belge
niteliğindedir. Bu husus gerek MSB Yüksek Disiplin Kurulu kararında gerekse
davalı idarenin savunmasında "Her ne kadar internette erişime sunulan ses
kayıtlarının hukuka aykırı elde edilip değerlendirilebilecekse de"
şeklinde belirtilmek suretiyle kabul edilmektedir. Dolayısıyla davacı hakkında
internet sitesinde yayımlanan kayıtların hukuka aykırı olduğu konusunda
taraflar arasında ihtilaf bulunmamaktadır.
Gerek MSB Yüksek Disiplin Kurulu kararında
gerekse davalı idarenin savunmasında; internette yayımlanan ses kayıtlarında
yer alan "eşinin tayininin Gürcistan'a çıktığı, kendisinin ücretli izin
aldığı, kızları ...'nın burada kalacağı ..."
yönündeki ifadelerin davacının özel yaşamı ile uyumlu olması nedeniyle anılan
kayıtların davcıya ait olduğu hususunda haklı bir
şüphe oluşturduğu beyan edilmiş ise de, anılan bilgiler davacıyla aynı yerde
çalışan herkes tarafından bilinebilecek genel bilgiler olduğundan, bu bilgiler
hukuka aykırı olarak elde edilen delilleri destekleyerek, anılan çıkarma
işlemini haklı çıkaracak bilgiler değildir.
Dava konusu olayda açıklığa kavuşturulması gereken husus hukuka aykırı
olarak elde edilen delillerin disiplin soruşturmasında delil olarak kabul
edilip edilemeyeceğidir.
T.C. Anayasasının 38'inci maddesine 03/10/2001 tarih ve 4709 Sayılı Kanunun 15'inci maddesiyle eklenen 7'inci fıkrası;
"kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak kabul
edilemez." hükmünü amirdir. Davalı idarece Yargıtay ve Danıştay
içtihatlarından örnekler verilerek, hukuka aykırı olarak elde edilen bulguların
disiplin hukukunda delil olarak kabul edilebileceği beyan edilmiş ise de; Anayasanın "Temel haklar ve ödevler" başlıklı
ikinci kısmında düzenlenen bu hüküm sadece ceza yargısında değil, hukuk yargısı
ve idari yargıda da geçerlidir. Yani sadece ceza yargıcı değil, disiplin hukuku
yönünden yargı denetimi yapan idare hukuku yargıcı da yapacağı yargılamada bu
hükmü esas almak zorundadır. Anayasayı yorumlama konusunda tek yetkili mercii
olan Anayasa Mahkemesi 04.04.1991 tarih ve 1990/12 E, 1991/7 K sayılı kararında
özetle; Anayasanın 38'inci maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım
yapılmadığı belirtilerek disiplin cezalarının Anayasanın 38'inci maddesi
kapsamında olduğu yönünde hüküm vermiştir. Tüm bu nedenlerle hukuka ve kanuna
aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilerek tek başına
davacının ilişiğinin kesilmesine esas kabul edilmesi mümkün değildir.
Diğer bir husus, hukuka aykırı olduğu konusunda ihtilaf bulunmayan bu
kayıtların inandırıcılığı sorunudur jandarma Kriminal
Dairesi Başkanlığının 25.06.2012 tarihli Uzmanlık Raporunda; sosyal medyada yer
alan ses kayıtları ile davacıya ait ses kaydının incelenmesi neticesinde ses
kayıtlarının kuvvetle muhtemel aynı kişiye ait olduğu belirtilmiştir. Yani
anılan uzmanlık raporunda incelenen ses kayıtlarının kesin olarak davacıya ait
olduğuna ilişkin beyanda bulunamamıştır. Yine davacıyla aynı görev yerinde
çalışan mesai arkadaşları da ses kayıtlarının kesin olarak davacıya ait olduğu
yönünde görüş bildirmemişlerdir.
Bu bilgiler ile TBMM Yasadışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu
bünyesinde kurulan Teknik Alt Komisyonca görüşüne başvurulan Bilkent
Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği öğretim üyesi Prof. Dr. Enis
Çetin'in "ses sinyallerinin rakamlarla konuşmaya döküldüğü, sinyali
konuşmaya dönüştüren rakamların işlenmesiyle herhangi bir kişiye ait yeni bir
konuşma elde edilebileceği, yeterince ses kaydı olan bir kişiye hecelerin
kes-yapıştır yöntemiyle montajlanmasıyla her şey söylenebilir." Beyanlar
ve bilgisayarda İngilizce konuşan bir kişiyi dinledikten sonra bir program
vasıtasıyla söylemediği halde bu kişinin sesiyle "Ahmet Enis"
dedirtmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde anılan kayıtlar
inandırıcılık yönünden de tek başına çıkarma işlemi için yeterli değildir.
Davacının ilişkide olduğu iddia edilen şahısların kimlikleri ve bu
şahıslardan birine ait mobil telefon numarası davalı idare tarafından
bilinmesine ve bu şahıslardan iki tanesi TSK'lerinde askerlik yükümlülüğünü
yerine getirmesine rağmen, bu şahısların bilgisine başvurulmamıştır.
Mahkememizce de bu husus araştırılmamıştır. Oysa ki, Mahkememizce resen
araştırma ilkesi gereğince en azından bu şahısların talimatla ifadelerinin
tespiti ile bu şahıslar ile davacının kullandığı telefon numaraları tespit
edilerek, GSM kuruluşlarından bu numaraların anılan dönem ait görüşme
kayıtlarının (bu numaraların hangi numaraları aradıkları ve hangi numaralardan
arandıkları) getirilerek birbirleri arasında görüşme yapıp yapmadıklarının
araştırılması ve bu şahıslara ait ses örneklerinin alınarak mevcut ses
kayıtları ile karşılaştırılarak bu konudaki uzman görüşünün alınmasını
müteakip, elde edilecek sonuçlara göre karar verilmesi gerekirken bu hususlar
araştırılmadan sadece hukuka aykırı olduğu sabit olan bir delile dayanılarak
karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluk
görüşüne katılamadım.”
16. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi, aynı
Dairenin 22/4/2014 tarihli ve E.2014/725, K.2014/602 sayılı kararıyla
reddedilmiş ve karar 8/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. 30/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
18. 657 sayılı Kanun'un “Disiplin
cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar
başlıklı 125. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin
cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
…
E -
Devlet memurluğundan çıkarma: Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak üzere
memurluktan çıkarmaktır.
Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller
şunlardır:
…
g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı
ve utanç verici hareketlerde bulunmak.”
19. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin
cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar
başlıklı 125. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Geçmiş hizmetleri sırasındaki çalışmaları
olumlu olan ve ödül veya başarı belgesi alan memurlar için verilecek cezalarda
bir derece hafif olanı uygulanabilir.”
20. Yönetmelik’nin mülga 13.
maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin
cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
…
5 - Devlet memurluğundan çıkarma: Bir daha Devlet memurluğuna atanmamak
üzere memurluktan çıkarmaktır.
Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller
şunlardır:
…
g) Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı
ve utanç verici hareketlerde bulunmak.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 13/7/2016tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, kendisine ait olduğu iddia edilen ses
kayıtlarının rızası hilafına İnternet ortamında yayımlanması üzerine hakkında
disiplin soruşturması başlatıldığını, soruşturma neticesinde kendisine ait
olduğu kanıtlanamayan söz konusu kayıtlara dayanılarak devlet memurluğundan
çıkarma cezası ile cezalandırıldığını, ses kayıtlarının kendisine ait
olmadığını, kendisine ait olduğu varsayılsa dahi hukuka aykırı şekilde
kaydedilen ve yayımlanan kayıtların herhangi bir idari ya da yargısal süreçte
delil olarak kabul edilemeyeceğini, tüm bu süreçte şeref ve haysiyetinin hiçe
sayıldığını, kendisine atılan iftiranın gerçek olmadığını ispat etmek zorunda
bırakıldığını, hakkındaki disiplin cezasının tesisinde yalnızca söz konusu
gerçek dışı ve hukuksuz ses kayıtlarının dikkate alındığını, kendisine ait
olduğu iddia edilen konuşmaların nasıl ve kim tarafından kaydedilip İnternet
ortamında paylaşımının yapıldığının belli olmadığını dolayısıyla rızası ve
bilgisi dışında yayımlanan ses kayıtlarının yasa dışı yollarla elde edilmiş
delil niteliğinde olmasına rağmen hakkındaki idari tahkikat ve yargılamada
delil olarak kabul edildiğini, önceden kayda alınan sesler kullanılarak
elektronik ortamda bir kişinin sesinin ve konuşmasının gerçeğinden ayırt
edilemeyecek şekilde manipüle edilebilmesinin mümkün olduğunu, bu şekilde
manipüle edilmiş olması ihtimalinin mevcut olduğunu ve bu şüphenin giderilmesi
gerektiği yönündeki talebin yargılama aşamasında karşılanmadığını, olumlu sicil
geçmişine rağmen hakkında memuriyetten çıkarma cezası verilmesinin hukuk
devleti ilkesi ile bağdaşmadığını, eylemine karşılık uygulanan disiplin
cezasının ölçülülük ilkesine uygun olmadığını ve özel hayatının gizliliği
ilkesine saygı gösterilmediğini belirterek Anayasa’nın 20., 22. ve 36.
maddelerinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkı, haberleşme
hürriyeti ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin
tespiti ile yargılamanın yenilenmesi ve lehine tazminata hükmedilmesi talebinde
bulunmuştur.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’nın 20., 22. ve
36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği iddia edilmiş olmakla
beraber ihlal iddialarının mahiyeti gereği başvurunun özel hayatın gizliliği
hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1.Kabul Edilebilirlik Yönünden
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel
hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
25. Anayasa’nın “Özel hayatın
gizliliği” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve
bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört
saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren
kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma
kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel
veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini
veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına
ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”
26. Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir
kavramdır. Bu kapsamda korunan hukuki değer esasen kişisel bağımsızlık olup bu
koruma bir taraftan herkesin istenmeyen bütün müdahalelerden uzak kendine özel
bir ortamda yaşama hakkına sahip olduğuna işaret etse de,
diğer taraftan özel hayat kavramının herkesin kişisel yaşamını istediği şekilde
sürdürme ve dış dünyayı bu çemberden ayrı tutma kavramına indirgenemeyeceği
açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45). Bu açıdan
Anayasa’nın 20. maddesi özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına
almaktadır (Serap Tortuk,
B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31).
27. Özel hayata saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal
çıkarlardan biri de bireyin mahremiyet hakkıdır. Ancak mahremiyet hakkı sadece
yalnız bırakılma hakkından ibaret olmayıp, bu hak bireyin kendisi hakkındaki
bilgileri kontrol edebilme hukuksal çıkarını da kapsamaktadır. Bireyin
kendisine ilişkin herhangi bir bilginin, kendi rızası olmaksızın açıklanmaması,
yayılmaması, bu bilgilere başkaları tarafından ulaşılamaması ve rızası hilafına
kullanılamaması, kısaca bu bilgilerin mahrem kalması konusunda menfaati
bulunmaktadır. Bu husus, bireyin kendisi hakkındaki bilgilerin geleceğini
belirleme hakkına işaret etmektedir (Serap Tortuk, § 32).
28. Bu yönüyle özel hayat, öncelikle bireylerin kendi
bireyselliklerini geliştirebilecekleri ve diğer kişilerle en mahrem ilişkilere
girebilecekleri kavramsal ve fiziksel bir alana işaret etmektedir. Bu
mahremiyet alanı, devletin müdahale edemeyeceği veya meşru amaçlarla asgari
düzeyde müdahale edebileceği özel bir alanı kapsamaktadır. Bireyin mahremiyet
hakkının mekânı, kural olarak özel alandır. Ancak özel hayatın korunması hakkı
bazı durumlarda kamusal alana da genişleyebilir. Zira meşru beklenti kavramı,
bireylerin mahremiyetlerinin kamusal alanda da bazı koşullar altında
korunmasını mümkün kılmaktadır (Serap Tortuk, § 33).
29. Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen “özel hayat”
kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş
yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapmaktan özellikle
kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51).
30. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) denetim organlarının içtihatlarında “bireyin kişiliğini geliştirmesi
ve gerçekleştirmesi” kavramının, özel hayata saygı hakkının kapsamının
belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının
sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin
serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar bu hakkın kapsamına
dâhil edilmiştir. Ancak özellikle mahremiyet alanında cereyan eden cinsel
içerikli eylem ve davranışların bu alana dâhil olduğunda kuşku yoktur (Serap Tortuk, §
35).
31. Anayasa’nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkına sahip olduğu ve özel hayatın gizliliğine dokunulamayacağı
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen özel hayatın gizliliği hakkı,
Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence
altına alınan hakka karşılık gelmektedir. Bireyin mahremiyet alanının ve bu
alanda cereyan eden eylem ve davranışlarının da kişinin özel yaşamı kapsamında
olduğu açıktır. Mahremiyet hakkı ve bu alana ilişkin bilgilerin gizliliğinin
korunması Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir (AYM, E.2009/1, K.2011/82, 18/5/2011; E.1986/24,
K.1987/8, 31/3/1987).
a. Müdahalenin Varlığı
32. Başvuruya konu disiplin soruşturması sürecinden, devlet
memurluğundan çıkarma kararından ve AYİM kararlarından anlaşıldığı üzere
başvuruya konu süreçte özellikle başvurucunun özel hayatı kapsamındaki
davranışları belirleyici olmuştur. Bu şartlar altında, özel hayatına ait
unsurlar gerekçe gösterilerek verilen devlet memurluğundan çıkarma kararının,
başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
33. Anayasa’nın 20. maddesinde, özel hayatın gizliliği hakkı
açısından bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım
sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni
öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları
bulunmakta; ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara
dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada
Anayasanın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir
(Sevim Akat Eşki,
B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
34. Anayasa’nın “Temel hak ve
hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olamaz.”
35. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve
güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup Anayasa’da yer alan bütün hak
ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde
bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasanın
bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun
genel kuralları dikkate alınarak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen
düzenlemede yer alan başta yasa ile sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence
ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının
belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
36. Dolayısıyla özel hayatın gizliliği hakkına yapıldığı iddia
edilen müdahalenin incelemesinde kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan sebeplerin
var olup olmadığı, her somut olayın kendi koşulları içinde
değerlendirilmelidir.
i. Kanunilik
37. Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa
yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz
konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir
kanun hükmünün yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, §
36).
38. Başvuruya konu disiplin uygulaması ve devam eden yargısal
sürecin 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin birinci fıkrasının(E) bendinin (g)
alt bendi ile Yönetmelik'in 13. maddesinin beşinci fıkrasının (g) alt bendi
temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
39. Bu kapsamda somut olayda başvurucunun özel hayatın gizliliği
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
40. Disiplin yaptırımlarının bir kamu veya özel teşkilat
düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde
çalışmasını sağlamak, onur ve saygınlığını korumak amacıyla tesis edildikleri
açıktır. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından disiplin cezalarının
amacı kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin gereği gibi
yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir. Disiplin
cezaları kamu hizmetlerinin gereği gibi yapılması ve memurların hiyerarşik
düzen içinde uyumlu hareket etmeleri amacıyla uygulanmaktadır. 657 sayılı
Kanun’un 124. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacı ile ...”
ifadesi de disiplin cezalarının belirtilen amacını ortaya koymaktadır. Bu
bağlamda disiplin hukukuna ilişkin uygulamalar neticesinde özellikle kamu
görevlilerinin işlem ve eylem tarzlarıyla ilgili bazı sınırlamalar getirilmesi
belirtilen meşru temellere dayanmaktadır.
41. Dolayısıyla söz konusu müdahalenin, askerî disiplinin
korunması ve kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini sağlama ve bu itibarla
millî güvenliğin korunması amacını taşıdığı, bunun da Anayasa'nın 20. maddesi
çerçevesinde meşru bir amaç olduğu sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve
Ölçülülük
42. Belirtilen meşru temellere rağmen bireyin temel haklarına
yapılan müdahale ile bu müdahaleyle güdülen meşru amaç arasında adil bir denge
bulunması zorunludur. Bu dengenin sağlanabilmesi hususunda dikkate alınmak
üzere Anayasa’nın 13. maddesinde, demokratik toplumda gereklilik, hakkın özü ve
ölçülülük unsurlarına riayet edilmesi şeklinde üç ayrı güvence ölçütüne daha
yer verilmiştir.
43. Başvurucu, özel hayatı hakkında yürütülen soruşturmanın ve
bunun sonucunda devlet memurluğundan çıkarılmasının Anayasa’nın 20. maddesinde
güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkına orantısız bir müdahale
oluşturduğunu iddia etmekte; hakkında başlatılan disiplin soruşturması dosyasında
yer alan belgelerden de anlaşılacağı üzere bu soruşturmanın görevi kapsamındaki
faaliyetleri kapsamadığını, söz konusu soruşturmanın temelinde mahremiyet
alanında gerçekleştiği iddia edilen konuşmalar gibi özel hayata ilişkin
unsurlar bulunduğunu belirtmektedir. Bu yönüyle söz konusu soruşturmanın
doğrudan özel hayatını konu aldığını, ayrıca kendisine uygulanan idari
yaptırımın türünün yani devlet memurluğundan çıkarılmasının fazlasıyla ağır bir
ceza teşkil ettiğini ve koşulları bulunmasına rağmen bir alt ceza uygulanması
seçeneğinin de göz ardı edildiğini belirtmektedir.
44. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş
ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin
özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle
getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı
kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve
özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal
düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu
nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni,
yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı
demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Serap Tortuk, §
46).
45. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü
anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmekte olup bu yönüyle her temel hak
açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu
çerçevede hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz
hale getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların,hakkın
özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Özel hayatın gizliliği hakkı bağlamında da
bu hakkın ortadan kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi veya
kullanılmasının aşırı derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin
bu hakkın özünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve
özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlandırılmasının önlenmesidir. Anayasa
Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın
sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik,
sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına
işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması
ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesini ifade eden oranlılık
unsurlarını içermektedir (AYM, E.2012/100, K.2013/84, 4/7/2013).
46. Bu noktada belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlandırma
yapılıp yapılmadığının tespiti için, müdahale teşkil ettiği ve özel hayatın
gizliliği hakkını ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru
amaç karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının göz önünde
bulundurulması ve gözetilen genel yararın gerekleri ile bireyin temel hakkının
korunması arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi
zorunludur. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel
hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda geçerli olan bu denge, özel
hayatın gizliliği hakkının sınırlandırılmasında da gözönünde
bulundurulmalıdır. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla
beraber sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlandırma aracı arasında
orantısızlık bulunmamalı,sınırlandırma
ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan
bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir (Serap Tortuk, §
48).
47. Kamusal makamların bir hakkın sınırlandırılması sürecinde
iki ayrı aşamada takdir yetkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki sınırlama
ölçütünün seçimidir. İkincisi ise ilgili sınırlama ölçütü çerçevesinde izlenen
meşru amacı gerçekleştirmek üzere yapılan sınırlamanın gerekliliğidir. Ancak
kamusal makamlara tanınan bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp, ihlal iddiasına
konu önlemin anayasal temel hak ve özgürlüklerle bağdaşır olması, yani
müdahaleyi meşrulaştırmak üzere kullanılan argümanların elverişli, zorunlu ve
orantılı olması gerekir (Serap Tortuk, § 49).
48. Belirtilen takdir yetkisi, her bir vakıa özelinde ayrı bir
kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği
ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı
daralmakta veya genişlemektedir.
49. Mahremiyet alanına ait ya da bireyin varlığına veyahut
kimliğine ilişkin önemli haklar veya hukuksal çıkarlar söz konusu olduğunda,
takdir yetkisi daha dardır. Bu bağlamda, özel hayatın gizliliği hakkının
cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda, takdir
yetkisinin daha dar tutulması gerekmekte olup bu alanlara yönelik müdahaleler
için özellikle ciddi nedenlerin varlığı şarttır (Benzer yöndeki AİHM kararı
için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, B. No: 7525/76,
22/10/1981, § 52). Zira kişinin mahremiyet alanının gizliliği ve bu alana saygı
gösterilmesi hakkının, bireyin kişisel güvenliği, varlığı ve kimliği için
gerekli ve en temel haklardan biri olduğu açıktır (Serap Tortuk, § 51).
50. Öte yandan personel rejimi gibi sıkı kural ve şartlara tabi
bir alanda, kamu makamlarının faaliyetin niteliği ve sınırlamanın amacına göre
değişen geniş bir takdir yetkisinin bulunması doğaldır. Bu kapsamda özel hayat
kavramının salt mahremiyet alanına işaret etmeyip, bireylerin özel bir sosyal
hayat sürdürmelerini güvence altına almakta olduğu gerçeği karşısında özellikle
kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da bütünleşen bazı özel hayat
unsurları açısından sınırlamalara tabi tutulabilecekleri açıktır. Bununla birlikte
bu kişilerin de diğer bireyler için öngörülen sınırlamalarda olduğu gibi,
asgari güvence ölçütlerinden istifade etmeleri gerekir. Özellikle bireyin temel
haklarından biri olan özel hayatın gizliliği hakkı ile kamu hizmetinin yukarıda
belirtilen temellere uygun yürütülmesini gözetmek konusundaki meşru menfaat
arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının göz önünde bulundurulması
zorunludur.
51. Başvuruya konu disiplin işleminin yukarıda belirtilen meşru
temellere dayandığı açık olmakla birlikte, başvurucunun özel hayatına bir
müdahale teşkil ettiği anlaşılan sınırlamanın belirtilen hakkın özüne dokunarak
onu anlamsız kılacak ölçüde olmaması gerekmektedir. Bu noktada somut başvuru
özelinde başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesi çerçevesindeki bireysel yararı
ile kamunun yararı ya da yine bir başka bireyin yararı arasında adil bir
dengenin kurulup kurulmadığı incelenmelidir.
52. Başvuruya konu idari ve yargısal sürecin
değerlendirilmesinden kim tarafından yönetildiği bilinmeyen bir İnternet
sitesinde başvurucuya ait olduğu iddia edilen ahlaka aykırı ses kayıtlarının
yayımladığı duyumu üzerine hakkında disiplin soruşturması yapıldığı, disiplin
soruşturması sürecinde alınan bilirkişi raporunda, söz konusu ses kayıtlarının
incelenmesi ve başvurucu ile aynı birimde çalışan kişilerden kayıtların
başvurucuya ait olup olmadığı hususunda bilgi talep edilmesi neticesinde
hazırlanan rapor sonucunda ses kaydının kuvvetle muhtemel başvurucuya ait
olduğu yönünde kanaat bildirildiği, Millî Savunma Bakanlığı Yüksek Disiplin
Kurulunun 10/7/2012 tarihli kararı ile soruşturmaya konu ses kayıtlarının her
ne kadar hukuka aykırı olarak elde edilerek İnternet ortamında yayımlandığı
değerlendirilebilecek ise de idare hukukunda her türlü delil ile disiplin
soruşturması yapılabileceğinin yerleşik yargısal uygulamalarla sabit olduğu, bu
kapsamda başvurucunun fiilinin memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve
derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak şeklinde
değerlendirildiği belirtilerek başvurucunun devlet memurluğundan çıkarma cezası
ile cezalandırıldığı görülmektedir.
53. Başvurucu tarafından ilgili işlemin iptali talebiyle açılan
dava kapsamında sunulan Başsavcılık düşüncesinde, başvurucunun durumunun
memurluk sıfatıyla bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç
verici hareketlerde bulunmak kapsamı içinde kaldığından tesis edilen işlemde
herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı, bir alt cezanın verilmemesinde ise
idarenin takdir yetkisinin bulunduğu; AYİM İkinci Dairesinin 25/9/2013 tarihli
kararında ise başvurucuya ait ses kaydı ile İnternet ortamında yer alan ses
kayıtlarının incelenmesi neticesinde hazırlanan uzmanlık raporlarında herhangi
bir manipülasyon veya ekleme yapılmadığı ve ses kayıtlarının kuvvetle muhtemel
başvurucuya ait olduğunun belirtildiği, ifadeleri alınan sekiz personelden
beşinin söz konusu ses kayıtlarının başvurucunun sesine benzediğini ifade ettikleri,
hukuka aykırı elde edildiği belirtilen ses kayıtlarının bir İnternet sitesinde
yayımlandığı, bu durumdan haberdar olan davalı idare tarafından disiplin
hukukunun özellikleri ve olayın niteliği dikkate alınarak disiplin hukuku
açısından bir değerlendirme yapılabileceği, kamu hizmetini yürütmekle görevli
olan idarenin bu hizmeti en iyi şekilde yürütebilmesi için gerekli tedbirleri
alma yetkisi ile donatılmasının zorunlu olduğu, ayrıca idarenin kamu hizmetini
yürütecek ajanlarını alırken birtakım özellikler aramasının doğal olduğu, bu
statüye alındıktan sonra hizmeti aksatan, kendisinden artık verim alınması
imkânı kalmayan ve idarenin işleyişine ve kamu hizmetinin yürütülmesine zararlı
olan ajanların bu statüden çıkarılmasının da olağan bir gelişme olduğu, bu
özellikleri taşıyan çıkarma işlemlerinin kamu hizmetinin bir gereği olduğu
dolayısıyla tesis edilen çıkarma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı
belirtilerek başvurucunun talebinin reddedildiği ve yapılan karar düzeltme
talebinin de kabul edilmediği anlaşılmaktadır.
54. Başvuruya konu idari ve yargısal süreçlerde alınan karar
gerekçelerinin hemen hemen tamamında, her ne kadar söz konusu ses kayıtlarının
hukuka aykırı olarak yayımlandığı değerlendirilebilecek ise de kamu
görevlilerinin hizmete başlarken ilgili mevzuatın öngördüğü kurallara uymayı
kabul ettikleri ve başvurucunun disiplin soruşturmasına konu eylemleri
memuriyet sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç
verici eylemler olduğundan savunmasında belirttiği hususların hukuki bir
geçerliliği bulunmadığının ifade edildiği ve kuvvetle muhtemel başvurucuya ait
olduğu anlaşılan ses kayıtlarında yer alan gayri ahlaki konuşmaların vasıf ve
mahiyeti ile yoğunluğu dikkate alındığında kanunda yer alan çıkarma cezasını
gerektirecek eylemlerden olduğunun belirtildiği görülmektedir.
55. Devlet memuru olarak belirli bir sorumluluk taşıyan
başvurucu, bu görevi kabul etmek suretiyle kamu görevlisi olmaktan kaynaklanan
disiplin ve tutum istemine kendi iradesiyle dâhil olmuştur. Yukarıda belirtilen
temellere dayanan bu sistem doğası gereği kişinin hak ve özgürlüklerine
herhangi bir vatandaşa uygulanamayacak sınırlamalar getirmektedir. Zira kamu
yararı, kamu görevlilerinden uymaları gereken meslekî ve etik kurallar
açısından tam bir uyum beklemektedir. Özellikle mesleki yaşamı ile bağlantısı
olabilecek bazı özel hayat unsurları açısından başvurucunun mesleki ve etik
kurallara aykırı davranışlarının kamu görevlilerinin ve bu bağlamda kamu
hizmetinin saygınlığı üzerinde belirli bir etkiye sahip olabileceği açıktır.
Ancak her ne kadar AYİM kararında bir İnternet sitesinde yayımlanan ses
kayıtlarından haberdar olan idare tarafından disiplin hukuku açısından bir
değerlendirme yapılabileceği belirtilerek ilgili disiplin kurulu kararının ve
yargı kararlarının gerekçelerinde başvurucunun taşıdığı kamu görevlisi sıfatına
vurgu yapılmış ise de somut başvuruya konu eylem ve davranışların başvurucunun
mahremiyet alanında cereyan eden ve rızası ile alenileştirildiğine dair bir
bulgu bulunmayan özel yaşam eylemlerine ilişkin olduğu, ayrıca başvurucuya ait
olduğu hususunda kesin olarak bir tespitin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.
56. Başvurucu, devlet memurluğundan çıkarma cezası ile
sonuçlanan disiplin soruşturması sürecinde mesleki hayatını değil özel hayatını
ilgilendiren iddialara yanıt vermek zorunda kalmıştır. Bu kapsamda başvurucuya
yöneltilen iddiaların görevinin ifasıyla değil, daha çok mahremiyet alanında
gerçekleşen özel yaşam eylemleri ile ilgili olduğu görülmektedir. Dolayısıyla
ihtilaf konusu soruşturmanın kapsamı mesleki hayatın sınırlarını aşmaktadır. Bu
bağlamda idarenin ve yargısal makamların karar gerekçelerinde, gayri ahlaki
unsurlar içeren konuşmalar gerçekleştirilmesi ve bu konuşmaların kaydedilerek
İnternet ortamında başkalarının erişimine açık hâle gelecek şekilde
yayımlanması suretiyle işlenen fiilin memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik
ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler kapsamında olduğu
tespitlerine yer verildiği ve karar sonuçlarının bu gerekçelere dayandırıldığı,
sonuç olarak başvuruya konu disiplin işlemi ile yargısal sürece konu edilen
davranışların esasen mesleki faaliyet ile ilgisi olmayan mahremiyet alanına
dâhil özel yaşam eylemleri olduğu anlaşılmaktadır.
57. Özellikle kamu görevlilerinin mesleki yaşamlarıyla da
bütünleşen bazı özel hayat unsurları açısından sınırlamalara tabi
tutulabilecekleri açıktır. Bununla birlikte 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinde
yer verilen disiplin cezasını gerektiren fiil ve hâller kapsamında, devlet
memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmanın uyarma cezasını,
hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte
davranışlarda bulunmanın kınama cezasını, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak
nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmanın ise
devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektirdiği yönündeki düzenlemede,
aralarındaki ağırlık ve önem düzeyi idarece takdir edilmek suretiyle
öngörülecek disiplin cezasının belirlenebileceği benzer mahiyette eylem
biçimlerine yer verilmiş olması ve benzer düzenlemelerin ilgili Yönetmelik
hükümlerinde de yer alması karşısında, hakkındaki disiplin süreci sonucunda
başvurucunun devlet memurluğundan çıkarma cezası almış olmasının, meslekî
hayatı üzerinde olduğu kadar, temel geçim kaynağından yoksun kalması nedeniyle
ekonomik geleceği üzerinde de önemli bir etki oluşturmakla daha önemli hâle
geldiği anlaşılmaktadır (Serap Tortuk, § 60).
58. Başvurucunun söz konusu özel yaşamına ilişkin gerek disiplin
kararında gerekse yargı kararlarında isnat edilen eylemlerinin mesleki hayatı
üzerindeki etkilerine dair karar gerekçelerinde yeterli ve ikna edici
gerekçeler ortaya konulmadığı gibi anılan eylemlerin TSK’nın işleyişi
üzerindeki etkisi ve risklerinin de açıklanmadığı, soruşturmaya konu ses kayıtlarının
hukuka aykırı şekilde dinlenerek kayda alındığı ve manipülasyon yapılarak elde
edildiği konusunda ileri sürülen iddialara ilişkin olarak bir araştırma
yapılmadığı, hukuka aykırı delillerin yürütülen disiplin soruşturmasında
geçerli delil olarak kabul edilemeyeceği ve hukuka aykırı delillere dayanılarak
işlem tesis edilemeyeceği hususunun gözetilmediği, soruşturma usulünün hukuka
aykırı yöntemler içerdiğine yönelik iddianın incelenmediği, ayrıca anılan
hususlar öncelikle değerlendirildikten sonra isnat edilen disiplin suçuna konu
eylemler ile soruşturma neticesinde verilen devlet memurluğundan çıkarma cezası
dikkate alınarak hizmet geçmişi olumlu olan, ödül ve başarı belgeleri bulunan
başvurucu hakkında Anayasa’nın 20. maddesi çerçevesindeki bireysel yararı ile
kamunun yararı arasında adil ve ölçülü bir dengenin gözetilmesi hususunda bir
değerlendirme yapılmadığı, başvurucunun özel hayatının gizliliği hakkı
üzerindeki sınırlamanın zorunlu ya da istisnai tedbirler niteliğinde olduğu
veya başvurulabilecek son çare ya da alınabilecek en son önlem niteliğinde
olduğu hususunda bir inceleme yapılmadığı ve bu hususta gerekli özenin
gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
59. Yukarıda belirtilen disiplin süreci ile idari ve yargısal
makamların karar gerekçeleri gözönünde
bulundurulduğunda başvurucuya verilen disiplin cezası kapsamında sınırlandırma
ile ulaşılabilecek genel yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandırılan
bireyin kaybı arasında adil bir dengenin sağlanmadığı anlaşıldığından
başvurucunun Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun
50. Maddesi Yönünden
60. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin “Kararlar” kenar başlıklı (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
61. Başvurucu, hak ihlalinin tespiti ve uyuşmazlık hakkında
yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi ile birlikte tazminat talep
etmiştir.
62. Başvuruda Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan
özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
63. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere AYİM
İkinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucu tarafından maddi ve manevi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın AYİM
İkinci Dairesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiası
açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın
gizliliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesine GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/7/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.