TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHYET YÜCE VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/7908)
Karar Tarihi: 28/9/2016
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Serdar ÖZGÜLDÜR
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Raportör Yrd.
Tuğba YILDIZ
Başvurucular
1. Mehyet YÜCE
2. Suphiye YÜCE
3. Mehmet Fadıl YÜCE
4. Emine ASLAN YÜCE
5. Münire BARUT YÜCE
6. Ürfiye BAŞAR YÜCE
7. Hidayet GÖÇMEN YÜCE
8. Mehdin YÜCE
Vekili
Av. Arzu PAMUKÇU YÖRDEM
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru 23/6/1985 yılında terör örgütü tarafından evlerine baskın yapılması neticesinde murislerinin öldürülmesine dairözel durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin olayın gerçekleştiği tarih itibarıyla Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/5/2014 tarihinde Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 7/1/2015 tarihli görüş yazısı 13/1/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili tarafından Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular, terör örgütü mensupları tarafından 23/6/1985 tarihinde köylerine yapılan baskın sonucu murisleri M.S.Y.nin yaralandığını ve daha sonra 17/7/1985 tarihinde tedavi görmekte olduğu Diyarbakır Askerî Hastanesinde öldüğünü belirtmiş; bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir.
8. Başvurucular 18/11/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır.
9. 12/12/2005 tarihli ve 2005/4-1277 sayılı Komisyon kararında, anılan olayın 1985 yılında meydana gelmesi ve tarih itibarıyla (19/7/1987 ve sonrası) 5233 sayılı Kanun kapsamına girmemesi nedeni ile talebin reddine karar verilmiştir.
10. Belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde başvurucular tarafından dava açılmıştır.
11. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 24/1/2008 tarihli ve E.2006/268, K.2008/48 sayılı kararı ile kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir;
"...ülkemizde terör eylemlerinin yoğunlaşması üzerine terör eylemleriyle daha etkili mücadele amacıyla Olağanüstü Hal Bölge Valiliğininkurulduğu tarih olan 19.7.1987 tarihi itibariyle meydana gelen olaylara, geçmişe yönelik olarak idari başvuru sonucunda zararlarını tazmin etme olanağı sağlanmış bulunmaktadır. Bu tarihten önce meydana gelen terör kaynaklı olaylardan zarar görenlerin ise, zararın oluştuğu tarihte idarenin objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk ilkesi çerçevesinde zararlarını karşılamak üzere idari başvuru ve dava haklarının bulunduğu şüphesizdir.
Bu durumda, 23/6/1985 gününü 24/6/1985 gününe bağlayan gece yarısı meydana geldiği ihtilafsız olan olaydan dolayı, 5233 sayılı Yasa kapsamında tazminat talep eden davacıların başvurusunun, olayın oluş tarihi itibariyle belirtilen Yasa kapsamına girmemesi sebebiyle reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..."
12. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 27/2/2013 tarihli ve E.2011/9433, K.2013/1549 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
13. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 27/12/2013 tarihli ve E.2013/13359, K.2013/12330 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.
14. Karar düzeltme isteminin reddi kararının 23/5/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edildiği ve 30/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.
B. İlgili Hukuk
15. 5233 sayılı Kanun’un 1., 4., 6., 7., 8., geçici 3., geçici 4. maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın 1. maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28).
16. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”
17. 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. "
18. 5233 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi şöyledir:
"19.7.1987 tarihinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, görevleri başında iken terörden veya terörle mücadele sırasında zarar gören kamu görevlilerinden veya mirasçılarından, ilgili mevzuat uyarınca tazminat almış olup, ancak aldıkları tazminatın hesaplanma kriteri bu Kanundan farklı olanlardan, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içinde ilgili valilik veya kaymakamlıklara başvuranlara, yapılacak hesaplamada aldıkları tazminat ile bu Kanuna göre almaları gereken tazminat arasında fark bulunması halinde, eksik olan tutar yasal faiziyle birlikte ödenir. Ödenen tazminat tutarı fazla ise iade talep edilmez.
Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde sonuçlandırılır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 28/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
20. Başvurucular, murisleri M.S.Y.nin terör örgütü mensuplarınca öldürülmesi olayı nedeni ile 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları talebin ve akabinde açtıkları davanın reddedildiğini, ölüm olayı nedeni ile zararlarının bulunduğunu ve olayın tutanaklar ile basın tarafından da doğrulanmış olmasına rağmen bu hususların idare ve Derece Mahkemelerince dikkate alınmadığını, köylerine terör örgütünce yapılan baskından dolayı psikolojik rahatsızlık yaşadıklarını, maddi ve manevi zararlarının doğduğunu, 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca 19/7/1987 tarihi ile Kanun'un yürürlüğe girdiği tarih arasında gerçekleşmiş olan zararların tazmininin esas alındığını, başvuru konusu zararlara sebebiyet veren olayın ise Kanun'un tazmini gereken zararların gerçekleşme tarihi olarak kapsamına aldığı tarihten önce, 1985 yılında meydana geldiğini, bu hâli ile yerleşim yerinde terör ve terör olayları nedeni ile zarar gören kişiler hakkında Komisyonun tazminat ödenmesi yönünde karar vermesine rağmen zararlarına sebebiyet veren baskın olayının zarar tespitlerinde esas alınan tarihin iki yıl öncesinde gerçekleşmiş olması gerekçesine dayanılarakbaşvuruları hakkında tazminat ödenmemesi yönünde karar verilmesinin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu iddia etmişlerdir.
21. Davacılar ayrıca ölüm olaylarından kaynaklanan manevi zararların da telafi edilmesi gereği karşısında 5233 sayılı Kanun'un sadece maddi zararların sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usulleri düzenlediğini, 5233 sayılı Kanun'un anılan hükümlerinin iptali istemi ile yerel Mahkemece Anayasa Mahkemesine başvurulması gerekmesine rağmen başvurulmadığını, taraflarından sunulan belgeler değerlendirilmeksizin ve beyan edilen talepler hakkında bir karar verilmemiş olması suretiyle savunma hakkı kısıtlanarak alınan kararların adil olmadığını, kusursuz sorumluluk ilkesi ve sosyal risk ilkesi uyarınca bu türden zararları idarenin karşılamakla yükümlü olduğunu, yaşanan terör olayının akabinde zararlarının tazmin edilmemesinin özel hayatlarına müdahale teşkil ettiğini, ayrıca yaptıkları başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa’nın 10., 14., 19., 20., 35. ve 36. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat talebi ile 5233 sayılı Kanun'un bazı hükümlerinin iptal edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
22. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucuların 5233 sayılı Kanun kapsamındaki zararlarının tazmini amacıyla açtıkları davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10., 14., 19., 20., 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia ettikleri anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların ihlal iddiaları aşağıdaki başlıklar altında incelenmiştir:
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
23. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptıkları giderim taleplerinin Kanun kapsamında olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini, Kanun kapsamı dışında bırakılarak Anayasa’nın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
24. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle ayrımcılığa maruz kalındığı iddiası daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesi, başvurucuların kendilerine hangi temele dayalı olarak ayrımcılık yapıldığına ilişkin bir beyanının bulunmadığı başvurular ilebu yöndeki iddialarını somut herhangi birbulgu ve kanıt ile temellendirmedikleri başvuruların açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, §§ 43-48; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, §§ 39-44).
25. Somut başvuru açısından yapıldığı iddia edilen ayrımcılığın hangi temele dayalı olduğuna dair bir beyanda bulunulmadığı, belirtilen iddiaları temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt sunulmadığı anlaşıldığından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle başvurucuların eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Davada Uygulanan Kuralın Anayasa'ya Aykırı Olması Nedeniyle İptal Edilmesi Gerektiğine İlişkin İddia
27. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. ve geçici 2. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğunu belirterek söz konusu maddelerin iptalini talep etmiştir.
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemlerin doğrudan bireysel başvuru konusu yapılamayacağı düzenlenmiştir. Bir yasama işleminin temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda doğrudan yasama işlemi aleyhine değil ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı bireysel başvuru yapılabilir (Süleyman Erte, B. No: 2013/469, 16/4/2013, § 17; Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 37).
29. Somut olayda başvurucular, 5233 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (bkz. § 17) ve geçici 2. maddesinin (bkz. § 18) Anayasa’ya aykırı olduğunu ve iptali gerektiğini ileri sürmekle doğrudan ve soyut olarak yasama işlemi aleyhine başvuru yapmışlardır.
30. Bir yasama işleminin temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması durumunda bireysel başvuru yoluyla doğrudan yasama işlemine değil ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem ve ihmallere karşı başvuru yapılabilir (Süleyman Erte, § 17). Diğer bir ifadeyle bireysel başvuru kapsamında bir yasama işleminin doğrudan ve soyut olarak Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapılamaz.
31. Açıklanan nedenlerle davada uygulanan kuralın Anayasa'ya aykırı olması nedeniyle iptal edilmesi gerektiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
32. Başvurucular, terör örgütü mensupları tarafından 23/6/1985 tarihinde köylerine yapılan baskın sonucu murisleri M.S.Y.nin öldürüldüğünü, hısımlarından öldürülen ve yaralananların olduğunu, evlerinin basılarak yakıldığını, özel yaşama ve aile yaşamına saygı duyulmadığını, yerel Mahkeme tarafından savunmalarının dikkate alınmadığını, yaşanılan olayların iki yıllık fark ile Kanun kapsamı dışında kaldığı gerekçesiyle davalarının haksız olarak reddedildiği belirterek Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
33. Bakanlığın başvuruya ilişkin görüş yazısı şu şekildedir;
"Somut başvuruda ... Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 24/1/2008 tarih ve E.2006/268, K.2008/48 sayılı davanın reddine ilişkin kararında, 5233 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi uyarınca 5233 sayılı Kanun'un, 19/7/1987 tarihi ile bu maddenin yürürlük tarihi olan 17/7/2004 tarihleri arasında 3713 sayılı Kanun kapsamında olan eylemleri kapsadığı tespitini yapmıştır. Mahkeme, bu maddeye dayanarak başvurucuları murisinin 19/7/1987 tarihinden önce, 17/7/1985 tarihinde vefat ettiğini ve bu nedenle 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Bu karar temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiştir.
Bu itibarla Bakanlığımız, başvurucuların söz konusu şikayetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olup olmadığının incelenmesi sırasında göz önüne alınmak üzere, yukarıda açıklanan hususların da Anayasa Mahkemesi'nin dikkatine sunulması gerektiği kanaatindedir."
34. Bakanlığın görüşüne karşı başvurucular tarafından beyanda bulunulmamıştır.
35. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı; 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
36. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
37. Başvurucular 17/7/1985 tarihinde PKK terör örgütü militanları tarafından köylerine yapılan baskın sonucunda murislerinin öldüğünü iddia ederek oluşan zararlarının karşılanması talebiyle Komisyona yaptıkları başvurunun reddi neticesinde 5233 sayılı Kanun kapsamında Diyarbakır İdare Mahkemesinde, Komisyon kararının (bkz. § 10) iptali istemiyle dava açmışlardır.
38. Başvuruya konu İdare Mahkemesi kararında, 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanması öngörülen zararların Kanun'da 19/7/1987 tarihi ile bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarih olan 17/7/2004 tarihleri arasında terör ve terörle mücadele faaliyetleri sırasında uğranılan zararlar olarak belirtildiğini, bu durumda dava konusu 17/7/1985 tarihli ölüm olayının 5233 sayılı Kanun uyarınca 19/7/1987 ile 17/7/2004 tarihleri arasında karşılanması öngörülen zararlar kapsamında değerlendirilemeyecek olması ve başvurunun Kanun kapsamına girmediği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucuların iddiaları, temyiz merciince de incelenip reddedilmek suretiyle yerel Mahkeme kararı onanmış; karar düzeltme talepleri ise reddedilmiştir.
39. Başvurucuların iddialarına yönelik olarak 5233 sayılı Kanun, 17/7/2004 tarihinde terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla çıkarılmıştır. Kanun'un uygulama süresi ise geçici 1. maddesiyle belirlenmiştir. Anılan maddede bu Kanun'un yayımlanma tarihinden itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1., 3. ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddi zararları hakkında uygulanacağı düzenlenmiştir. 5233 sayılı Kanun, oluşan ihtiyaçlara yönelik çıkarılan özel bir giderim usulüdür ve belirli bir süreci kapsamaktadır. Başvurucuların ileri sürdükleri olayın olduğu tarih Kanun kapsamı dışında kalmaktadır ancak başvurucuların gerçekleştiğini iddia ettikleri olay akabinde oluşan zararları için 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu kapsamında genel hükümlere göredava açma imkânlarının mevcut olduğu da görülmektedir. Bu çerçevede Derece Mahkemesinin kararı (bkz. § 11) değerlendirildiğinde kararda bariz takdir hatası ve açık bir keyfîlik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
40. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
41. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
42. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürülen giderim taleplerinin değerlendirilmesi hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
43. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında, komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, B. No: 2013/3008, 6/2/2014, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014, §§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66). Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır (İsmet Kaya, B. No: 2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
44. Somut davaya bir bütün olarak bakıldığında Komisyona başvuru tarihi (18/11/2004)ile nihai karar tarihi olan karar düzeltme karar tarihi (27/12/2013) arasında geçen ve toplam süresi 9 yıl 1 aylık sürede başvurucular açısından farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve söz konusu sürecin sonuçlanmasında makul olmayan bir gecikmenin olduğu kanaatine varılmıştır.
45. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
46.6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
47. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğinin kabul edilmesini ve bu nedenle tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.
48. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Davada uygulanan kuralın Anayasa'ya aykırı olması nedeniyle iptal edilmesi gerektiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvuruculara ayrı ayrı net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE, 28/9/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.