TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ SUAT ERTOSUN BAŞVURUSU (5)
|
(Başvuru Numarası: 2014/8334)
|
|
Karar Tarihi: 21/5/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Ali Suat
ERTOSUN
|
Vekili
|
:
|
Av. Rabiya BALKANLI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Zaman Gazetesinde
yayınlanan bir köşe yazısında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik
haklarını zedelediği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 2/6/2014 tarihinde Ankara 13. Asliye Hukuk
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 10/11/2014 tarihinde kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 10/11/2014 tarihinde
Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 9/1/2015 tarihinde
Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan
görüş başvurucuya 15/1/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık
görüşüne karşı beyanlarını 27/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAYLAR VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği,
başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmıştır. Başvurucu halen
Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır.
9. Ulusal düzeyde yayın yapan Zaman Gazetesinin 21/7/2009
tarihli nüshasında, gazetenin genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı olan Ekrem Dumanlı’nın “Arsızlık
mı, yüzsüzlük mü?” başlıklı bir makalesi yayınlanmıştır. Başvuruya
konu makalenin başvurucuya ilişkin kısmı şöyledir:
“Anadolu'da terbiyeye dair yaygın bir söz
vardır: 'Az söyleme arsız olur; çok söyleme yüzsüz olur' derler. Elhak doğrudur! Bazı önemli konular konuşula konuşula değerini ve önemini kaybedebilir. Kanıksanır bir
bakıma. En vahim iddialar bile pişkinlikle savuşturulabilir mesela. Hatta daha
ötesini de yapabilirler. 'N'olmuş yani! Ne var bunda
bu kadar abartacak!' deyip insanları azarlamaya bile yeltenebilirler. Halbuki
çizilen imaj, sadece kendilerinin pişkinliğini tescillemiyor; aynı zamanda
çalıştıkları kurumları hırpalıyor ve toplumdaki adalet duygusunu törpülüyor.
Sadece Türkiye'de değil; dünyanın hiçbir
yerinde hiçbir konu eskisi gibi örtbas edilemiyor. Geniş halk kitlelerinin
duyması engellenemiyor. Hayal kırıklığına neden olan kişilerin kamuoyu huzuruna
çıkarak ya iddialara cevap vermesi gerekiyor ya da özür dilemesi... Ne gezer! Kah susmayı tercih ediyorlar, kah topu taca atmayı. Hal
böyle olunca insanları hakka, hukuka, adalete, insafa, vicdana davet etmek
büsbütün zorlaşıyor...
Şu HSYK'da yaşanan
son krize ne demeli? Sen tut, son anda cebinden 'korsan kararname' çıkar ve
devletin bakanına dikte ettirmeye çalış. Ne istiyordu beyefendiler? 'Ergenekon
savcılarını ve hâkimlerini dağıtacaksın'. Sebep? Gerekçe? Yok! O da yetmiyor;
Diyarbakır'daki davanın savcı ve hâkimlerinin kellesini istiyorlar. Makul bir
izah? Yok! Kamuoyu bunu tartışırken bir HSYK üyesinin Ergenekon zanlılarıyla
bir araya geldiğini gösteren fotoğrafları çıktı ortaya. 'İzah et bakalım, bu ne
iştir?' diyenlere verilecek cevap sadece 'Hedef gösteriliyoruz' cinsinden
demagojik laflar mı olmalı? Şimdi kamuoyu merak ediyor savcı ve hâkimleri
sürgün etmek için kolları sıvayan ekipten başka birileri de benzer irtibatlar
içinde mi? Olur mu olur! İrtibatı çıkanların işi savuşturmadaki maharetine
bakınca 'Neden olmasın?' demekten başka seçenek kalmıyor insana.
Peki yargı mensupları ne diyor bu işe? Bazı
üyeler astığı astık kestiği kestik bir imaj çizerken içleri sızlamıyor mu yargı
mensuplarının? Zaten genç bir savcının mütalaasını orantısız bir güçle boğan ve
Şemdinli savcısının hayatını karartan kişilere karşı bir burukluk
hissediyorlardı. Şimdi bu atamalar karşısında mesleklerinin yara aldığını görüp
'Değer mi kardeşim 'korsan kararnameler' ile bizi bu kadar hırpalamaya?'
demiyorlar mı?..
…”
10. Başvurucu, yukarda alıntılanan makale ile birlikte aynı
gazetede yayınlanan başka bir makalede kendisi hakkında sarf edilen sözlerin
kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 21/7/2010 tarihinde
Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi tazminat davası
açmıştır.
11. İlk Derece Mahkemesi, 7/12/2010 tarihli kararında,
başvuru konusu yazının kişilik haklarına saldırı mahiyetinde olduğunu
belirterek davanın kısmen kabulü ile 10.000 TL manevi tazminatın davalılar
tarafından başvurucuya ödenmesine, aynı yargılama kapsamında dava konusu edilen
diğer makale ile ilgili manevi tazminat isteminin reddine karar vererek davanın
kısmen kabul, kısmen reddine hükmetmiştir.
12. Kararın başvurucu ve davalılar tarafından temyizi üzerine
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 9/4/2012 tarihli ilamıyla “Arsızlık mı, yüzsüzlük mü?” başlıklı
makalede hukuka aykırılık unsurunun bulunmadığı gerekçesiyle davalıların manevi
tazminat ile sorumlu tutulmalarının usul ve yasaya uygun olmadığından kararın
bozulmasına hükmetmiştir. Bu karar üzerine başvurucu tarafından yapılan
düzeltme istemi, Yargıtay aynı Dairesince 19/12/2012 tarihli ilamla
reddedilmiştir.
13. Bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda yerel mahkeme,
18/4/2013 tarihli bozmaya uymuş ve davanın reddine karar vermiştir. İlk Derece
Mahkemesinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Dava konusu köşe yazılarının içeriği bir
bütün olarak değerlendirildiğinde; davacı tarafından HSYK görüşmeleri sırasında
sunulduğu iddia edilen kararnamenin ve öncesinde yaşanan bir takım gelişmelerin
yazı konusu yapıldığı, kararname, kararnamede Adalet Bakanlığı tarafından
hazırlanan taslak dışında, özel yetkili Hakim ve Savcıların görev yerlerinin
değiştirilmesi isteminin değişik yorumlar katılarak eleştirildiği, davacının
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki önemli ve kritik görevi nedeniyle
eleştiri niteliğindeki bu yazıya katlanması gerektiği, yazıya ilişkin anlatım
ve okuyucunun ilgisini çekmeye yönelik "arsızlık mı, yüzsüzlük mü?
şeklindeki başlıklı yazı içeriği karşılaştırıldığında, eleştirilen konu ile
anlatım arasında düşünsel bağlılık unsurlarının korunduğu, davacıya
"arsız" şeklinde herhangi bir nitelendirmenin yapılmadığı bu haliyle
yazıda hukuka aykırılık unsurunun bulunmadığı anlaşıldığı ve kabul edildiğinden
davanın reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hükmün tesisi uygun
görülmüştür.”
14. Davanın reddi yönündeki kararın başvurucu tarafından
temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 27/3/2014 tarihli ilamla kararı
onamıştır. Onama kararına karşı karar düzeltme yoluna gidilmemiş olup onama
kararı, 2/5/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu, 2/6/20214 tarihinde, Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun
49. maddesinin şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar
verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir
fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı
gidermekle yükümlüdür.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
17. Mahkemenin 21/5/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda,
başvurucunun 2/6/2014 tarihli ve 2014/8334 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
18. Başvurucu,
i. İlk
Derece Mahkemesine açmış olduğu davada şikâyet ettiği iki köşe yazısı ve bir
haberden yalnızca “Arsızlık mı, yüzsüzlük
mü?” başlıklı yazı hakkında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmuştur. Davaya konu yazıda ismi verilmeden kendisinin, görevini kötüye
kullanan, yasa dışı işler yapan, derin devlet görevlisi, sanıkları koruyan,
onları soruşturan ve yargılayan, Cumhuriyet savcısı ve hâkimlerin görevden
alınması için çaba harcayan, taraflı derin ve kirli ilişkiler içerisinde
bulunan bir kişi olarak gösterildiğini,
ii. Makalede,
“Arsızlık mı, yüzsüzlük mü?” başlığı
ile ve devamında “En vahim iddialar bile
pişkinlikle savuşturulabilir mesela…. Halbuki çizilen imaj, sadece kendilerinin
pişkinliğini tescillemiyor… Sen
tut, son anda cebinden 'korsan kararname' çıkar ve devletin bakanına dikte
ettirmeye çalış… Şimdi kamuoyu merak ediyor savcı ve hakimleri sürgün etmek
için kolları sıvayan ekipten başka birileri de benzer irtibatlar içinde mi?..
Bazı üyeler astığı astık kestiği kestik bir imaj çizerken içleri sızlamıyor mu
yargı mensuplarının?” cümleleriyle davalının kendisine “arsız, yüzsüz, pişkin ve korsan” diyerek
hakaret ettiğini,
iii. Makalede
ismi kullanılmasa bile Zaman Gazetesinde yayınlanan haber ve yazılar ile
davalının önceki yazıları bir bütün olarak değerlendirildiğinde makalede
bahsedilen kişinin kendisi olduğunun açık olduğunu,
iv. Söz
konusu yazıda, ifade özgürlüğünün ve eleştiri yapma hakkının sınırlarının
aşıldığını, kullanılan ifadelerin şeref ve haysiyetine saldırı niteliğinde
olduğunu, derece mahkemelerinin davalının haber ve yorum yapma özgürlüğü ile
kendisinin itibarının korunması arasındaki dengeyi sağlayamadığını ileri
sürmüş, Anayasa’nın 13., 17., 25., 26., 28., 36., 40. ve 90. maddelerinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve 15.000,00 TL
manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
19. Başvurucu tahkir içeren sözler nedeniyle de şeref ve
itibarın korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek Anayasanın 13., 17.,
25., 26., 28., 36., 40. ve 90. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise
de başvurucunun şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimi
dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi
uygun görülmüştür.
20. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin
görevinin, başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinde korunan itibarının korunması
hakkı ile Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğü arasında adil bir
denge kurulup kurulmadığını tespit etmek olduğu belirtilmiştir. Bakanlık
yazısında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları
hatırlatılmıştır. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, başvuru dilekçesindeki
görüşlerini tekrar etmiştir.
21. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler
ilk olarak İlhan Cihaner
kararında (İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-74) ortaya konulmuştur. Daha sonra aynı ilkeler
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından benimsenmiş (bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §§ 35-66; Nihat Özdemir, B.No:
2013/1997, 8/4/2015 [GK], §§ 29-61) ve Bölümler önlerine gelen şikayetlerde
sözü geçen ilkeleri uygulamışlardır (Ali
Suat Ertosun, B.No: 2013/1047, 15/4/2015,
§§ 21-52; Ali Suat Ertosun (2), B.No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 19-50).
22. Başvuruya konu sözler ve iddialar (§ 9) nedeniyle
başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul
edilmelidir. Bu sebeple mevcut davada başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme
hakkı ile ulusal günlük gazetenin ve şikâyet konusu makalenin yazarı
gazetecinin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve
bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına
alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
23. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17.
maddesinde yer alan “manevi varlık”
kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan
kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin
saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Abdullah
Doğtaş, B.No:
2013/1123, 2/10/2013, § 33). Şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya
basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 36; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 42). Anayasa Mahkemesi,
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için
kişinin itibarına yapılan saldırının kişinin itibarına saygı gösterilmesini
isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek
şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (bkz. Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 39; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 45, 56).
24. Öte yandan ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini
oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için
gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrası saklı tutulmak üzere, ifade özgürlüğünün sadece toplum
tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve
fikirler için değil, incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve
düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yokluğu
halinde “demokratik bir toplum”dan söz edemeyeceğimiz
çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara
tabi ise de, bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının
ikna edici olması gerekir (bkz. Abdullah
Öcalan, B.No: 2013/409, 25/6/2014 [GK], §
95; Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], § 48; İlhan Cihaner, B.No: 2013/5574, 30/6/2014, § 55; başka kararlar yanında
bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, §
49).
25. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu,
prensip olarak, başvurunun ihtilaflı makale ve sözlerin sahibi tarafından
Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu makaleye veya
sözlere konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına
dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi halde Anayasa’nın anılan
maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili
sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar
arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir
şekilde bir denge kurmaları gerekir.
26. Basın özgürlüğü ile itibarın korunması hakkı arasında bir
denge kurulmasıyla ilgili olarak mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu
şekilde sayılabilir: Genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlanıp
sağlanmadığı, hedef alınan kişinin konumu (siyasetçi, kamu görevlisi veya
sıradan birey olup olmaması ve ünlülük derecesi gibi), haber veya makalenin
konusu, ilgili kişinin önceki davranışları, yayımın içeriği, şekli ve sonuçları
ile haber veya makalenin yayımlanma şartları (bkz. İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 66-73; Kadir Sağdıç,
B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §§ 58-66; Nihat Özdemir, B.No:
2013/1997, 8/4/2015 [GK], §§ 54-61; Ali Suat
Ertosun, B.No: 2013/1047, 15/4/2015, §§
44-52; Ali Suat Ertosun (2), B.No: 2013/1640, 15/4/2015, §§ 42-50).
27. Başvurucu, HSYK üyesi olduğu dönemde Ergenekon ve
Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) Silahlı Terör Örgütlerinin şüpheli ve
sanıklarını koruyan, onları soruşturan ve yargılayan Cumhuriyet savcısı ve
hâkimlerin görevden alınması için çaba harcayan bir kişi olarak gösterildiğini
iddia etmektedir. Başvurucu, söz konusu yazıda geçen, “arsız”, “yüzsüz”, “pişkin” ve “korsan” kelimelerinin kendisi
kastedilerek söylendiğini ileri sürmektedir. Buna karşın İlk Derece Mahkemesi,
başvurucunun olayların gerçekleştiği tarihlerde HSYK üyesi olduğunu, HSYK
toplantıları sırasında kararnamenin hazırlanması hususunda üyeler arasında bir
kriz yaşandığını, söz konusu krizin HSYK başkanının açıklamaları ile basın ve
yayın organlarında yer aldığını tespit etmiştir. İlk Derece Mahkemesine göre
davalı, başvurucunun kararname hazırlanması sırasındaki tutumunu
eleştirmektedir ve başvurucu önemli ve kritik bir görevde bulunması nedeniyle
eleştirilere daha fazla tahammül etmelidir. Öte yandan Mahkemeye göre
başvurucunun tahkir içerdiğini söylediği sözlerle başvurucuyu hedef almamıştır.
Mahkemeye göre söz konusu makale, basın özgürlüğü sınırlarını aşmayan eleştirel
nitelikte bir yazıdır.
28. Davalı, başvuruya konu makalede kararname krizinden önceki
bazı olayları sıralamakta ve daha sonra makalenin şikâyete konu kısmında HSYK’da yaşanan kararname krizini eleştirmektedir. Davalıya
göre HSYK krizinin yaşanmasının nedeni bazı üyelerin Ergenekon davalarına bakan
hâkim ve savcıların görevden alınmaları için çaba göstermeleridir. Olayların
geçtiği tarihte başvurucunun bir Ergenekon sanığı ile birlikte çekilmiş ve
basın yayın organlarında geniş bir şekilde yer bulmuş bir fotoğrafını
hatırlatan davalı, hâkim ve savcıların görevden alınmaya çalışılmasının “Ergenekon zanlılarıyla” HSYK üyeleri
arasında irtibat olup olmadığı şüphesini doğurduğunu ileri sürmektedir. İlk
Derece Mahkemesi, davalının sözlerinin hedefinin başvurucu olmadığını kabul
etmiştir. Davalının sert sözleri doğrudan başvurucuya yönelttiği de yeterince
açık değildir. Somut davada İlk Derece
Mahkemesi, davalının kullandığı sert sözlere onun verdiği anlamın ötesinde
anlam yüklemeyi reddetmiştir.
29. Başvurucu, davalının sözlerinin şahsiyet haklarına
yönelik bir saldırı olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşın davalı, söz konusu
makaledeki bilgilerin gerçek ve güncel olduğunu ve hukuka aykırı bir yönünün de
bulunmadığını ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesi de başvurucunun talebini,
söz konusu haberin bir bütün olarak görünür gerçeğe uygun olduğu ve özle biçim
arasındaki dengenin bozulmadığı gerekçesi ile reddetmiştir.
30. İlk olarak, davalının başvuruya konu gazete yazısında
dile getirdiği düşüncelerin olgular temelinde gelişen bir tartışmaya katkı
sunup sunmadığı ve içeriğinin kamunun merakını giderme isteğinin ötesine geçip
geçmediği sorularına cevap verilmelidir. Bu bağlamda, bir haber veya yazının
kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya
makalenin yayımlanmasına o kadar çok katlanması gerekir. Aksine, yazının
bilgilendirme değeri ne kadar düşükse kişinin korunan çıkarına da o kadar çok
üstünlük tanınması gerekir (İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 74). Basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla
ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri
alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
31. Şikâyet konusu gazete makalesinin yayımlandığı dönem,
ülkede sivil hükümete karşı darbe hazırlığı yapıldığına ilişkin iddialar
üzerine başlatılan ve “Ergenekon
soruşturmaları” adı verilen bir dizi soruşturmanın devam ettiği ve
söz konusu davaları yürüten hâkim ve savcıları da etkileyecek bir kararname
hazırlığının yapıldığı bir dönemdir. Başvurucu ise makalenin yayınlandığı
tarihte HSYK üyesidir. O dönemde basın ve yayın organlarında, başvurucunun
Ergenekon davalarına bakmakta olan hâkim ve savcıların görevden alınmasına
ilişkin talepleri olduğu, Ergenekon davası sanıklarından bazıları ile görüştüğü
yönünde pek çok haber yayımlanmaktadır.
32. Davalı, bir bütün olarak başvurucunun, Ergenekon
soruşturmaları ve davalarını etkileyecek kararname hazırlıkları sırasındaki
tutumunu oldukça sert bir biçimde eleştirmiştir. Bu bakımdan söz konusu
makalede sarf edilen sözlerin, genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı
sundukları kabul edilmelidir.
33. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu
görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu
görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için
bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30/3/2006, §
33). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkimler ve savcılarla birlikte
diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin
görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona
dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı
tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının
korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (benzer
değerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner, B.No:
2013/5574, 30/6/2014, § 85).
34. Buna karşılık başvurucu, makalede sözü edilen Ergenekon
soruşturmalarına ve davalarına bakan hâkim ve savcıların görevden alınmasına
ilişkin iddiaların dile getirildiği dönemde HSYK üyesidir ve HSYK’ya Yargıtay üyelerince seçilmiştir. Ayrıca HSYK’nın yönetsel bir kurul olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır. Başvurucunun olayların geçtiği zaman diliminde ve halen
Türkiye kamuoyunda oldukça tanınan bir yüksek bürokrat olduğu ve itiraz
götürmeyen tanınmışlık derecesi dikkate alındığında, onun az bilinen bir kişi
olduğu iddia edilemez. Dolayısıyla başvurucu Türk yargı sistemi için son derece
önemli olan ve gazete makalesinin yayınlandığı sırada bulunduğu HSYK üyeliği
görevi nedeniyle ve daha önce yaptığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü
nedeniyle eleştirilere sıradan kişilere göre daha fazla katlanmalıdır.
35. Diğer yandan başvurucu, söz konusu gazete makalesi
nedeniyle kişisel kariyerinin ve mesleğinin önemli ölçüde etkilenmediği göz
önünde tutulmalıdır. Nitekim başvurucu, gazete makalesinin yayınlandığı dönemde
HSYK üyeliğini devam ettirmiştir ve halen Yargıtay üyesi olarak kariyerine
devam etmektedir.
36. Son olarak başvuruya konu sözlerde abartıya kaçılmadığı
da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın
ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta
kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir
(Kadir Sağdıç, B.No: 2013/6617, 8/4/2015 [GK], §
76; Radio France ve Diğerleri/Fransa, B. No: 53984/00, 30/3/2004, §
37).
37. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri, gazetecilik
mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini ve gazetecilerin haber verme tekniğini
belirleyemezler. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle
aktarılacağına ancak bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda
Anayasa’nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini
değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda
tutulmalıdır (bkz. Ali Suat Ertosun,
B.No: 2013/1047, 15/4/2015,
§ 66; Oberschlick/Avusturya, B. No: 11662/85, 23/5/1991, §
57).
38. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, davalının basın
özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile başvurucunun şeref ve itibarının
korunması hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmıştır. İlk Derece
Mahkemesi, söz konusu yazının genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı
sunup sunmadığı sorusuna özel bir önem vermiş, ayrıca haberin yapıldığı şartlar
üzerine de eğilmiştir. İlk Derece Mahkemesi davaya konu yazıda geçen olayların
gerçekliği meselesine eğilmiş ve yayınların yapıldığı tarihte meydana gelen
olaylarla yayınların içeriği arasındaki öz-biçim ilişkisinin bozulmadığına ve
başvuruya konu sözlerde geçen olayların “gerçekliğe
uygun” olduğuna karar vermiştir.
39. Bu şartlarda, yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve
yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları
da dikkate alındığında, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan pozitif
yükümlülüklere uyulduğu, derece mahkemelerince tarafların haklarının
değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir
ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları
yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
Başvurunun, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 21/5/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.