TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜLYA ÇAKALIR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/8886)
|
|
Karar Tarihi: 5/10/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Volkan
ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Hülya
ÇAKALIR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idarenin ayrımcı tutumla atama işlemi yapması
nedeniyle eşitlik ilkesinin; işlem nedeniyle özlük haklarından mahrum kalınması
nedeniyle mülkiyet hakkının; işleme karşı açılan davada hukuka aykırı karar
verilmesi ve makul sürede yargılamanın tamamlanmaması nedenleriyle de adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) bünyesindeki
geçici görevinin sona ermesinin ardından asıl çalıştığı kurum olan Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumuna (BDDK) atanmış ve görev yeri Ankara olarak
belirlenmiştir. Söz konusu işlemin İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 28/9/2006
tarihli kararıyla iptal edilmesi üzerine başvurucunun İstanbul'a ataması
yapılmıştır. Başvurucu; BDDK bünyesinde avukat olarak görevlendirilmemesine,
uzman kadrosuna atamasının yapılmasına ve görev yerinin İstanbul Denetim 1.
Daire Başkanlığı olarak belirlenmesine ilişkin işlemlerin iptali ve uğradığı
zararın tazmini istemiyle 15/12/2006 tarihinde dava açmıştır.
9. İstanbul 3. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 17/9/2008 tarihli
kararıyla dava konusu işlemlerin iptali ile uğranılan zararın tazminine
hükmetmiş ancak bu karar usul hükümlerine ilişkin eksiklik nedeniyle Danıştay
Beşinci Dairesinin 15/6/2009 tarihli kararıyla bozulmuştur.
10. Bozma kararına uyan Mahkeme, usule ilişkin eksiklikleri
gidermiş ve 30/9/2010 tarihli kararıyla, 2001 yılında avukat olarak temsil
etmesi için vekâlet verildiği görülen başvurucunun uzman olarak atanmasında
hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesine yer vererek dava konusu işlemlerin
iptali ile uğranılan zararın tazminine hükmetmiştir.
11. Danıştay Beşinci Dairesi 5/7/2011 tarihli kararıyla, öncelikle
başvurucununTMSF bünyesindeki geçici görevinin sona
ermesinin ardından asıl çalıştığı kurum olan BDDK bünyesine atanması ve görev
yerinin Ankara olarak belirlenmesine ilişkin işlemin iptali yolunda verilen
İstanbul 4. İdare Mahkemesinin 28/9/2006 tarihli kararının Danıştay tarafından
bozulduğunu tespit etmiştir. Ayrıca, TMSF tarafından başvurucuya vekâlet
verilmiş olmasının başvurucunun BDDK emrine avukat olarak atandığı anlamına
gelmeyeceği vurgulanmıştır. Daire 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu uyarınca başvurucunun TMSF bünyesindeki geçici görevinin sona
erdirilmesi üzerine durumuna uygun uzman kadrosuna atanmasında ve avukat olarak
göreve başlatılmamasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığını belirlemiştir.
Sonuç olarak Daire, hukuka aykırı olmayan işlemlerin iptali ve başvurucunun
uğradığını ileri sürdüğü zararın tazmini yolunda verilen 30/9/2010 tarihli
kararı bozmuştur.
12. Mahkeme, bozma kararına uymak suretiyle Danıştay Beşinci
Dairesinin gerekçesini benimseyerek28/9/2012 tarihli kararıyla davayı
reddetmiştir.
13. Ret kararı Danıştay Beşinci Dairesinin 19/9/2013 tarihli
kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de Dairenin 6/3/2014 tarihli
kararıyla reddedilmiştir.
14. Başvurucu, nihai kararı 9/5/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin
ardından 6/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
15. Mahkemenin 5/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
16. Başvurucu, avukat olarak göreve başlatılmaması ve uzman
kadrosunda görev yapması nedeniyle özlük hakları yönünden zarara uğradığını
belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
17. Bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu
bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için başvurucu tarafından dayanılan
hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olması ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(Sözleşme) ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu
protokoller kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel
alınan hakkın kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir
(Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351,
18/9/2013, § 31).
18. Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca
korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı
noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B.No: 2013/382, 16/4/2013,§ 26).
19. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut
mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi
olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne
kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir.
Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer"
veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir
beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No:
2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).
20. Yargı makamları önünde avukat olarak göreve
başlatılmamasının hukuka aykırı olduğunu ispat edemeyen ve belirli bir kanun
hükmüne ya da istikrarlı bir içtihada dayanmayan başvurucunun, Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamına giren bir ekonomik
değeri veya en azından böyle bir değeri elde etme yönünde meşru beklentisi
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
21. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi
kapsamına giren korunmaya değer bir menfaati bulunmadığı anlaşıldığından
başvurunun bu kısmının konu bakımından
yetkisizlik nedeni ile kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
B. Eşitlik İlkesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucu; kendisi ile benzer durumda olanların avukat
olarak atandığını, idarenin ayrımcılık yaparak kendisini avukat olarak
görevlendirmediğini, bu durumun da eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri
sürmektedir.
23. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 14. maddesinde düzenlenen
ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddiaların soyut olarak
değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer
alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
33).
24. Somut olayda, eşitlik ilkesinin ihlal edildiği ileri
sürülmekte ise de söz konusu ihlal iddiasının hangi temel hak ve özgürlüğe
yönelik olarak gerçekleştiği belirtilmemiştir. Başvuru konusu iddiaların
Anayasa ve Sözleşme kapsamındaki hak ve hürriyetlerden biri ile bağlantısı da
bulunmamaktadır.
25. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Yargılamanın Sonucu
İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia
26. Başvurucu; hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını, yargı
makamlarının üzerine düşen görevi gereği gibi yerine getirmediğini, uyuşmazlık
konusu işlemlerininhukuka açıkça aykırı olduğunu
ileri sürmektedir.
27. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması
bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya
açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu
kapsamda değildir (Ahmet Sağlam,
B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
28. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, derece
mahkemesince delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına
ilişkin olup Mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate
alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu
anlaşılmaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
30. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
32. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak
davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam
eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198,
7/11/2013, §§ 45, 47).
33. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).
34. Anılan ilkeler, Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar ve somut başvuruya konu yargılama sürecinin niteliği dikkate
alındığında yaklaşık 7 yıl 3 aylık yargılama süresinin makul olmadığısonucuna varmak gerekir.
35. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerekir.
E. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının
ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…”
37. Başvurucu, 300.000 TL maddi ve 180.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
38. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varılmıştır.
39. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığındabaşvurucuya net 7.200 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
40. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının
ihlali ile maddi zarar arasında illiyet bağı kuracak herhangi bir belge
sunmamış olduğundan ve ayrıca mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının kabul
edilemez olduğuna karar verildiğinden maddi tazminat talebinin reddine karar
verilmesi gerekir. 41. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harçtan
oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Yargılamanın sonucu
itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Eşitlik ilkesinin
ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.Makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 7.200 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata
ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme
olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre
için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin İstanbul 3. İdare Mahkemesine
(E.2012/1008, K.2012/1682) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
5/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.