TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HÜSEYİN ZENCİR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/9167)
|
|
Karar Tarihi: 10/1/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Nuri
NECİPOĞLU
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Elif
ÇELİKDEMİR ANKITCI
|
Başvurucu
|
:
|
Hüseyin
ZENCİR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi müdahale sonucu bacağın kesilmesi nedeniyle
maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 6/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi(UYAP) üzerinden elde edilen
bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu 1969 doğumludur. Muğla ilinin Marmaris ilçesinde
yaşamakta ve marangozluk yapmaktadır.
10. 2/5/2005 tarihinde gece saat 01.35 civarında bıçakla
yaralanan başvurucu, öncelikle Marmaris Devlet Hastanesine götürülmüş, hayati
tehlikesinin bulunması ve hastanenin tıbbi olarak yetersiz kalması sonucu Muğla
Devlet Hastanesine sevk edilmiştir.
11. Olayın olduğu tarihte Muğla Devlet Hastanesinde yalnızca bir
tane kalp ve damar cerrahi uzmanı görev yapmaktadır ve başvuruya konu olay günü
söz konusu uzman doktorun izinli olması sebebiyle başvurucuya Muğla Devlet
Hastanesinde müdahale edilememiştir. Bu sebeple başvurucu getirildiği
ambulansla en yakındaki özel bir hastaneye nakledilmiştir.
12. Gece saat 04.10 civarında özel hastaneye gelen başvurucu,
kendisine ilk müdahalede bulunan kalp ve damar cerrahi uzmanı İ.A.Ö. tarafından
acil olarak saat 05.00'te ameliyata alınmış, ameliyat sonrası yoğun bakım
ünitesinde tedavisine devam edilmiştir. Ameliyat sırasında kesilen damarlar
onarılmış, kasların ödem ve şişmesi sonucu atardamarları sıkmasını önlemek
amacıyla fasiatomi (Kasın etrafındaki sert bağ
dokusunun çıkartılması) işlemi yapılmış, ameliyat sonrasında sağ ayaktan nabız
alınmıştır.
13. Ameliyatın ertesi sabahında yapılan kontrollerde nabızların
kaybolduğu tespit edilmiş, başvurucuya heparin
verilerek süreci takip edilmiştir. Ancak başvurucunun klinik durumunda düzelme
olmayınca ve hastanedeki tek kalp ve damar cerrahi uzmanı İ.A.Ö.nün de izinli olduğu gözetilerek yoğun bakımdan
sorumlu doktor tarafından başvurucu tekrar Muğla Devlet Hastanesine sevk
edilmiştir.
14. Muğla Devlet Hastanesindeki kalp ve damar cerrahi uzmanı
tarafından cerrahi müdahaleyle başvurucunun ayağındaki dolaşım yeniden
sağlanmış, sağ ayağının beşinci parmağının ampütasyonunun (kesilmesi) ardından
başvurucu, 26/7/2005 tarihinde taburcu edilmiştir.
15. Başvurucu, yaklaşık bir yıl sonra 10/6/2006 tarihinde bir
kısım şikâyetlerle Aydın Devlet Hastanesine başvurmuş, sağ ayağında dolaşım
bozukluğu ve kemikte osteomyelit (Kemik
iltihaplanması) tespit edilerek sağ ayağı metetarsal
bölgeden (Ayak tarak kemiği)kesilmiş, başvurucu 22/6/2006 tarihinde yeniden
taburcu edilmiştir.
16. Başvurucu yine yaklaşık bir yıl sonra, bu kez 11/6/2007
tarihinde, Eğridir Eklem Hastalıkları Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesine
başvurmuş, kronik kemik iltihaplanması tanısıyla sağ bacağı diz altından
kesilmiş, 4/7/2007 tarihinde taburcu edilmiştir.
17. Başvuru tarafından yapılan şikâyet üzerine Muğla Cumhuriyet
Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. Tıbbi müdahalede hekim kusuru
bulunmadığına alınan bilirkişi raporu doğrultusunda doktor İ.A.Ö. hakkında
kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. Anılan karara
yapılan itiraz, Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.
18. Başvurucu, Marmaris 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde ilk
müdahaleyi yapan doktor İ.A.Ö. ile özel hastane aleyhine tıbbi ihmale dayalı
maddi ve manevi tazminat davası açmış, Mahkemenin verdiği yetkisizlik kararı
üzerine dosya Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmiştir.
19. Mahkemece, olay günü özel hastanenin acil bölümünde görevli
doktor ile ameliyata katılan hemşire tanık olarak dinlenmiş, Maltepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalpve Damar Cerrahisi
Bölümünde görev yapan iki öğretim elemanı ve sağlık hukuku alanında uzman
bilirkişiden oluşan kuruldan davaya ilişkin rapor aldırılmıştır.
20. Bilirkişi raporunda; özel hastanede kalp ve damar cerrahisi
uzmanı Prof. Dr. İ.A.Ö. tarafından başvurucu görüldükten hemen sonra acilen
ameliyata alınarak atar ve toplar damardaki kesici alet yaralanmasının tamir
edilmek suretiyle bacaktaki dolaşımın yeniden sağlandığı tespit edilmiştir.
Ameliyat sonrası erken dönemde ayaktaki nabızların alınıyor olmasının dolaşımın
sağlandığının göstergesi olduğu üzerinde durulmuştur. Dolayısıyla doktorun
tıbben gerekli müdahaleyi yapmış olduğu, herhangi bir ihmal ve kusurun olmadığı
belirtilmiştir. Başvurucunun yaralandığı zaman ile cerrahi müdahalenin
yapıldığı zaman arasında yaklaşık dört saatlik bir sürecin geçtiği, bunun da
bacağın o kadar süre iskemide (Yetersiz kanlanma)
kaldığını gösterdiği açıklanarak damarların tamir edilmiş olmasına rağmen bu
durumun başvurucunun tedavisini olumsuz yönde etkilediği vurgulanmıştır. Ertesi
gün ayaktaki nabızların kaybolması üzerine başvurucuya heparin
verilerek takibe alınma yolunun tercih edilmesine rağmen nabızların alınamaması
nedeniyle başvurucunun Muğla Devlet Hastanesine sevk edildiği, bu işlemlerde de
herhangi bir ihmalin ve kusurun olmadığı ifade edilmiştir. Muğla Devlet
Hastanesinde kalp ve damar cerrahisi uzmanı tarafından cerrahi müdahale
yapılarak ayaktaki dolaşımın yeniden sağlandığı, bu durumun başvurucunun iddia
ettiğinin aksine müdahale de tıbbi bir gecikme olmadığını gösterdiği dile
getirilmiştir. Başvurucunun 26/7/2005 tarihinde sağ ayağındaki dolaşımın normal
olarak taburcu edildiği, bu tarihten itibaren 10/6/2006 tarihindeki amputasyona kadar geçen süre içersinde
sağ ayağındaki dolaşım ile ilgili herhangi bir sorunu olup olmadığı, takip ve
tedavisinin akıbetine ait herhangi bir bilginin dosyada olmadığı
belirtilmiştir. Tüm bilgiler ışığında bu kadar süre sonra ayağın kesilmesi ile
bıçakla yaralanma sonucu gördüğü ilk tedavi sırasında herhangi bir illiyet bağı
kurmanın mümkün olmadığı, tedavisinin hiçbir aşamasında tedaviyi uygulayanlar
bakımından herhangi bir ihmalin ve kusurun olmadığı değerlendirilmiştir.
21. Mahkeme,toplanan
deliller neticesinde 15/2/2013 tarihinde, bilirkişi raporuna atıfla tedavi
sürecinin hukuka uygun olduğunu ve başvurucuya uygulanan tedavi ile
başvurucunun bacağının kesilmesi arasında illiyet bağının bulunmadığını
belirterek davayı reddetmiştir.
22. Anılan karar, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi tarafından
18/11/2013 tarihinde onanmış, karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından
22/4/2014 tarihinde reddedilmiştir.
23. Başvurucu 3/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
24. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 22/4/1926 tarihli ve 818
sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 41. maddesi şöyledir:
“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut
tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o
zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin
zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine
mecburdur. ”
25. 818 sayılı mülga Kanun’un 42. maddesi şöyledir:
''Zararı ispat etmek müddeiye düşer, zararın
hakiki miktarını ispat etmek mümkün olmadığı takdirde hakim,
halin mutat cereyanını ve mutazarrır olan tarafın yaptığı tedbirleri nazara
alarak onu adalete tevfikan tayin eder.''
B. Uluslararası Hukuk
1. Uluslararası Mevzuat
26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
27. 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun
bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan
Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin ( İnsan Hakları
ve Biyotıp Sözleşmesi) 3. maddesi şöyledir:
''Taraflar, sağlığa duyulan ihtiyaçları ve
kullanılabilir kaynakları gözönüne alarak, kendi
egemenlik alanlarında, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde
yararlanılmasını sağlayacak uygun önlemleri alacaklardır''.
28. İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin 4. maddesi şöyledir:
''Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi
bir müdahelenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve
standartlara uygun olarak yapılması gerekir.''
2. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadı
29. Kişilerin vücut ve ruhsal bütünlükleriyle ilgili konular,
onlara sağlanan tıbbi tedavi seçimindeki katılımları ve bu tedavilere olan
rızaları ile ilgili hususlar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 8.
maddesinin sınırları içerisinde yer almaktadır (İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye, B. No: 46156/11,
21/5/2013).
30. AİHM, Sözleşme'nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesine
ilişkin ilkelerin Sözleşme’nin 8. maddesinin sınırlarına giren kişinin fiziksel
ve ruhsal bütünlüğünün korunması hakkına müdahalelere de uygulanabilir olduğuna
işaret etmektedir (Bronska ve diğerleri/Polonya, B. No: 3229/15,
07/03/2017, (k.k.); Trocellier/Fransa, B. No: 75725/01, 5/10/2006).
31. Yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten
sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir
yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda
mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta
disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90;
Calvelli ve Ciglio/İtalya,
32967/96, 17/1/2002, § 51).
32. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete aftedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM,
farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında
her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakılan bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05,
5/1/2010, § 59 ) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu
tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu
hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59 ).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 10/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
34.Başvurucu,hastane ve doktorunun
kusuru sonucu zamanında yapılmayan tıbbi müdahale neticesinde bacağının
kesildiğini, açmış olduğu tazminat davasında yeterli araştırma yapılmadan ve
gerekli rapor aldırılmadan Mahkemece karar verildiğini belirterek maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme, adil yargılanma ile sağlık
hizmetlerinden yararlanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
35. Bakanlık görüşünde, başvurunun Anayasa'nın 17. maddesi ve
Sözleşme'nin 2. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında
değerlendirilmesinin uygun olacağıifade edilmiştir.
Bakanlık bu konudaki AİHM içtihatlarından örnekler vermiştir. Bakanlık ayrıca
Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede; başvurucunun bacağının ilk
müdahaleden yaklaşık iki yıl sonra kesilmesi ve müdahalenin olaydan üç saat
sonra yapılması hususlarının hastanelerin fiziki şartları ve yol mesafelerini
de dikkate alınmak suretiyle bir değerlendirme yapılması gerektiğine işaret
edilmiştir.
B. Değerlendirme
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında,
kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar
gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin
birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B.
No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017, § 50).
37. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurunun
şikâyetinin özünün tıbbi hataya dayalı maddi bütünlüğünün ihlal edildiği
noktasında toplandığından başvurunun tamamı Anayasa'nın 17. maddesinin 1.
fıkrası kapsamında değerlendirilmiştir.
38. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
1. Genel İlkeler
39. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup bu düzenlemede yer verilen maddi ve manevi varlığı koruma ve
geliştirme hakkı, Sözleşme'nin 8. maddesi çerçevesinde özel yaşama saygı hakkı
kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlük hakkı ile
bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına
karşılık gelmektedir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 30).
40. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Devletin ayrıca vücut ve ruhsal bütünlüğe yönelik
fiziksel ve cinsel saldırılar, tıbbi müdahaleler, şeref ve itibarı etkileyen
saldırılar karşısında kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma
ve saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123,
2/10/2013, § 32).
41. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında, ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini, hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
42. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline
kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili
bir yargısal sistem kurma" yönündeki
pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez.
Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması
yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 59). Bu ilke, kural olarak tıbbi ihmal sonucu meydana
geldiği ileri sürülen ölüm olayları ile maddi ve manevi varlığa verilen zarar
hâlleri için de geçerlidir (Nail Artuç, § 37).
43. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile hukuk veya idare
mahkemesinde açtıkları dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli
olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal
iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun
ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse
sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve
bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek
mümkün olabilir (Tahir Canan, B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; Filiz Aka, B.
No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).
44. Ancak “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif
yükümlülüğünün, sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması
yükümlülüğü olması, her soruşturmada başarılı olunması veya mağdurların
olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına
gelmemektedir. Bununla beraber kural olarak soruşturma, olayın gerçekleştiği
koşulları belirleyecek ve iddiaların doğruluğunun kanıtlanması hâlinde
sorumlularının tespit edilerek uygun telafi imkânlarını sağlayacak nitelikte
olmalıdır (Nail Artuç,
§ 45).
45. Olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi
öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44). Ayrıca
Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman
mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu ve
benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları derece
mahkemelerinin yetkisi dâhilindedir. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, başvurucu
tarafından yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporunun bir hükme
ulaşılırken dikkate alınması talebinin reddi kararının da tarafların haklarını
koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde verilip
verilmediğini incelemesi gerekmektedir (Ahmet
Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991,
20/6/2014, §§ 59, 60).
46. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin kural olarak bilirkişilerin
vardığı sonuçları, mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer
vererek sahip olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden
irdeleme görevi de bulunmamaktadır (Yasin
Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 65).
47. Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda
yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi ilgili
anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir
yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu
bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, § 44).
2. İlkelerin Olaya
Uygulanması
48. Bu bağlamda başvurucunun, tıbbi bir uygulama nedeniyle
fiziki bütünlüğünde meydana geldiğini ileri sürdüğü zararın giderilmesi amacıyla
etkili yargısal korumadan yararlanıp yararlanmadığı hususu incelenmelidir.
49. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde genel olarak
başvurucunun, maddi ve manevi bütünlüğünün ihmal suretiyle ihlal edildiğine
ilişkin tüm iddialarını kusurlu davrandığını ileri sürdüğü doktor ve özel
hastane aleyhine tazminat davası açarak dile getirebildiği anlaşılmıştır.
Mahkemece hastane raporlarının ve tedaviye ilişkin tüm evrakların getirtilerek
incelendiği, olayın aydınlatılmasına yönelik tanık beyanlarının alındığı ve
yapılan tıbbi müdahalenin yeterliliğine uzman bilgisine başvurulduğu
görülmüştür.
50. Başvuruya konu yargılamanın hukuk yargılaması olmasından
ötürü, taraflarca hazırlanma ilkesi çerçevesinde başvurucunun iddia ettiği
hususlar, sunduğu veya toplanmasını istediği deliller çerçevesinde Mahkemece
araştırılmış, şikâyetçi olduğu kısımlarla sınırlı olmak üzere inceleme
yapılmıştır.
51. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen
başvurucunun, bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı itiraz ve karar düzeltme
haklarını kullanabildiği ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz
konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava
dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden
haberdar edildiği değerlendirilmiştir.
52. Bununla birlikte başvurucu, yargılama sürecine ilişkin somut
olarak başkaca bir şikâyeti bulunmamakla birlikte, farklı bir bilirkişi
kurulundan yeniden mütalaa alınması gerektiği yönündeki itirazlarına rağmen
eksik ve yetersiz rapora dayanak yapılarak davanın reddedildiğini ileri
sürmüştür.
53. Somut davada başvurucunun tıbbi teşhis ve tedavi sürecinde
kusur ve ihmal gösterildiği iddiasının araştırılması ve durumun açıklığa
kavuşturulması için alınan ve davayı ret kararının gerekçesine dayanak yapılan
bilirkişi raporunda, başvurucunun iddiaları ayrıntılı bir biçimde tartışılıp
karşılanarak meydana gelen sonuç ile uygulanan tedavi işlemleri arasında uygun
nedensellik bağının bulunmadığının belirtildiği anlaşılmıştır.
54. Tüm bu hususlar birlikte gözönüne
alındığında; Mahkemenin dava dosyasındaki bilgi, belge ve bilirkişi raporu
uyarınca oluşturduğu kanaate ilişkin gerekçesinin somut olayla ilgili ve
yeterli olduğu değerlendirilmiştir. Kararda yer verilen tespit ve gerekçe
itibarıyla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı hakkı
yönünden yargısal makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı,
dolayısıyla bu hakka yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna
varılmıştır.
55. Açıklanan gerekçelerle maddi ve manevi varlığı koruma
hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvurunun diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
10/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.