TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HİLMİ DÜZGÜNER BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2014/9690)
|
|
Karar Tarihi: 11/5/2017
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Nahit GEZGİN
|
Başvurucu
|
:
|
Hilmi
DÜZGÜNER
|
Vekili
|
:
|
Av. Sevinç
ÇAKICI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hatalı ameliyat sonucunda kalıcı hastalık meydana
geldiği iddiası ile açılan tazminat davasının makul özen ve süratle
yürütülmeyerek reddedilmesinin maddi ve manevi varlığın korunması ve
geliştirilmesi hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. 1948 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde İskenderun'da
ikamet etmekte olup bir süredir sol dizinden rahatsızdır.
A. Başvurucunun Tedavi Süreci
9. Başvurucu; sol dizindeki ağrı, hareket kısıtlılığı ve yürüme
güçlüğü nedeniyle önce İskenderun Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi), burada
gerekli tetkikler yapıldıktan sonra 22/6/2006 tarihinde ise İskenderun'da
faaliyet gösteren bir özel hastaneye başvurmuştur.
10. Başvurucu, bu hastanede menisküs
yırtığı tanısıyla 23/6/2006 tarihinde genel anestezi altında artroskopi yöntemiyle ameliyat edilmiş ve 24/6/2006
tarihinde ilaç reçete edildikten sonra taburcu olmuştur.
11. Başvurucu, ağrılarının ve hareket kısıtlığının devam
etmesinin yanında bazı şikâyetlerinin de ortaya çıkması üzerine 7/8/2006
tarihinde aynı özel hastaneye yeniden başvurmuştur. Bu tarihte yapılan
muayenesinde kendisine, sol alt eksktremitede
(vücudun sol tarafının kalçadan ayağa kadar olan kısmı) tromboflebit
(bacaktaki bir damarda oluşan pıhtının kan dolaşımını yavaşlatması) tanısı
konulmuş ve 10/8/2006 tarihinde kalp damar cerrahisi (KVC) konsültasyonu
önerilerek tromboflebit tedavisi için ilaç reçete
edilmiştir.
12. Başvurucu 29/8/2006 tarihinde bu kez aynı hastanenin KVC
servisine başvurmuş ve buradaki bir uzman doktor tarafından muayene edilerek
kendisine yeniden ilaç reçete edilmiştir.
13. Başvurucu 19/9/2006 tarihinde bu kez Adana'daki bir uygulama
ve araştırma hastanesine gitmiş, burada da damarındaki tıkanıklık tespit
edilmiştir.
14. 26/10/2006 tarihinde Eskişehir'deki bir üniversitenin
eğitim, uygulama ve araştırma hastanesine başvurmuş; buradaki tedavisi
6/11/2006 gününe değin ve yatılı olarak sürmüştür.
15. Başvurucu, hastalığının devam etmesi nedeniyle 14/12/2006
tarihinde Ankara'daki bir eğitim ve araştırma hastanesine başvurmuş; burada da
25/12/2006 gününe değin yatarak tedavi görmüştür. Bu hastanedeki tedavisi
sonucunda da KVC önerisi yenilenmiştir.
16. Başvurucu tarafından 8/2/2007 tarihinde bir manyetik
rezonans görüntüleme (MR) merkezinden alınan tıbbi belgede, menisküste
yırtık ile sol diz arkasında baker kistinin bulunduğu belirtilmiştir.
17. Başvurucunun tedavisini bir süre gerçekleştiren Eskişehir'deki
üniversite hastanesi (bkz. § 14) tarafından 28/12/2010 tarihinde düzenlenen
raporda, başvurucunun menisküsünde yırtık kaldığı,
ayrıca dizinin arkasında milimetrik boyutlu bir
kistin bulunduğu belirtilmiştir.
B. Ceza Soruşturması Süreci
18. İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında
soruşturma açılmıştır. Bu soruşturmanın ne şekilde ve hangi tarihte
başlatıldığı konusunda başvuru dosyasında bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak söz
konusu dosyadan, soruşturmada başvurucu ve başvurucuyu ameliyat eden Doktor O.A.nın ifadeleri ile Adli Tıp
Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulundan (Adli Tıp Kurumu) bu doktorun kusur
durumu ile ilgili raporun alındığı anlaşılabilmektedir.
19. Başvurucunun ifadesinin ilgili bölümü şöyledir.
" Menisküs
yırtığı nedeniyle İskenderun (eski) SSK Hastanesine başvurdum. ... Özel ...
Hastanesinde ameliyat olmam önerildi. ... ve ameliyat oldum (25.06.2006'da)
Ameliyat 1 saat 50 dakika sürdü. Oysayarım saat
demişlerdi. Eve geldim. 10 gün ayağıma basamadım ve (sol) ayağım, ... şişip,
morarmaya başladı ... Hastanesine yeniden gittim. ...yırtık büyüktü. Ameliyat
problemli ve sol popliteal vende
trombüs-tromboflebit tanısını rapor verdiler.
Ameliyattan 15 gün önce de osteonekroz [hastalık
veya yaralanma gibi bir faktörün kanın serbestçe akmasını engellemesi sonucu
kemik dokusunun tümüyle canlılığını yitirmesini ifade etmektedir.] tespit edilmişti. Ve raporu elimde, hepsini hastane
biliyordu. .... Bu kez baker kisti oluşmuş dediler (Emar raporuyla) ve dizde halen devam eden iltihap ve kemik
dejenerasyonunun hat safhada olduğu, ayak diz bölgesinin şişliği, 4 aydır
yürüyememenin nedeninin bu olduğu söylendi. ... şimdi bu baker
kistinin alınması gerektiği söyleniyor. Oysa kan tedavisi görüyorum. Ayağımda
... kanamalar başladı. Artık ne yapacağımı bilemez hale geldim. 4 ayrı problem
ve dayanılmaz acılar çekiyorum... Ben fakir bir emekliyim. Emekli maaşımdan
başka gelirim yoktur. Eşim de hastadır ve tedavi görmektedir. Talebim,
Ankara'da uygun göreceğiniz bir tam teşekküllü hastanede tedavi olmamı
sağlamanızdır."
20. Doktor O.A.nınifadesinin
ilgili bölümü şöyledir:
"22/6/2006 tarihinde ... Hastanesinin
Ortopedi Kliniğine müracaat eden şikâyetçi [başvurucu] sol dizinde ağrı, hareket kısıtlılığı ve yürüme
zorluğu ile geldi. Tarafımdan yapılan muayenede, sol diz iç eklem aralığında
hassasiyet, hareketlerinde minimal kısıtlılık, Mc Murray testi [menisküs
muayene testi] pozitif olarak bulunmuştur.
Şikâyetçinin yanında getirdiği daha önce çekilmiş diz emar
raporunda iç menisküste yırtık olduğu belirtilmiştir.
Bu muayene ve tetkik bulgular ile şikâyetçinin ameliyat olması gerektiği
şikâyetçiye tüm ayrıntıları ile anlatılmıştır. Ameliyatın olmaması halinde ne
gibi zorluklar çekeceği ve devam edecek rahatsızlıklar anlatılmıştır. Bunun
üzerine şikâyetçi ameliyat olma kararı vermiştir. ...23.06.2006 tarihinde ...
Hastanesinde ameliyat ve ameliyat sonrası ile ilgili tüm ayrıntılar davacıya
[başvurucu] anlatılmıştır. Hastanın rızası
ile gerekli ameliyat şikâyetçiye uygulanmıştır. Şikâyetçinin sol diz iç menisküsündeki yırtık ve diz içi kalınlaşmış olan bant artroskopi olarak temizlenmiştir. Ameliyat genel anestezi
altında 1 saat 15 dakika, bu sürenin içerisinde de ortepedik
müdahale turnike altında yaklaşık 55 dakika sürmüştür. ... Bu egzersizler,
şikâyetçinin bacağındaki damar dolaşımının düzenli olması ve ameliyat sonrası
oluşma ihtimali olabilecek komplikasyonların önüne geçebilmek amacı ile
öğretilmiştir. Şikâyetçiye koltuk değneği ile ayağa kalkabileceği ve ameliyat
olan bacağına kısmi yükle basabileceği, 1 haftaya kadar da tam yük verebileceği
belirtilmiştir. Bu hastanın aktif olmasını, yatağa bağımlılıktan kurtulmasını
sağlamak ve bacak damarlarının dolaşımının düzenli olmasına yönelik bir
uygulamadır. Şikâyetçiyi, ertesi gün vizitede gördüm. Şikâyetçinin durumunu
genel olarak iyi olarak değerlendirdim. Sol dizindeki yara yerin temiz ve
problemi olmayan davacı, bacak egzersizleri kendisine yeniden gösterilerek
koltuk değnekleri ile bacağının kısmi yük vererek ayağa kalkması yeniden
belirtilerek taburcu edilmiştir. Bu egzersizler yapılsa dahi bu komplikasyonun
oluştuğu vakıalarda mevcuttur. Ancak bu komplikasyonunun oluşmaması için Tıp
literatüründe öncelikle önerilen erken mobilizasyon
ve egzersizlerdir. Şikâyetçiye, taburcu edilirken ... ilaçları olanyazdım. Taburcu edilirken bir şikâyeti olmasa da
mutlaka 2 gün sonra kontrole gelmesini istedim. Şikâyetçi, ameliyat sonrasında
bana kontrollere gelmemiştir. ... şikâyetçideki daha sonra oluşan derin ven trombozu yapılmış olan
ameliyatın bir komplikasyonu olabileceği gibi hiçbir sebep olmaksızın da (yani
ameliyat olmadan da) gelişebilir. Bu komplikasyonun ortaya çıkmaması için
hastanın ameliyatı minimal invaziv (hasta dokularını
en az zedeleyen) yöntem (artroskopi) egzersizleri ve mobilizasyon (hareketlendirme) sağlanmış olup tıpça kabul
edilen tedbirler alınmıştır. Şikâyetçi taburcu edildikten sonra kanı
sulandırıcı ilaçlar ...verilmemesine bağlı derin ven trombozu gelişmiş olduğunu iddia etmektedir. Oysa bu
komplikasyonun oluşmasında tıpça kabul edilen en etkili yöntem olarak hastanın mobilizasyonu yani hastanın hareketlenmesi ve egzersizleri
çok daha önemlidir. Hastanın ise taburcu olmasından sonra bu mobilizasyon ve egzersizleri düzenli olarak yapıp yapmadığı
bilinmemektedir. ... oysa şikâyetçinin geçirmiş olduğu ameliyat olan antrroskopik menisektomi (Menisküs Yırtık Temizleme Ameliyatı) tıpça
komplikasyonların oluşması bakımından orta risk grubunda yer almaktadır. Ayrıca
şikâyetçinin vücut yapısına ait şişmanlık, şeker hastalığı, kalp-damar sistemi
hastalığı gibi derin ven trombozu
oluşmasına sebep olacak risk faktörlerini de bulunmamaktadır. Bununla ilgili
İskenderun Devlet Hastanesi Dahiliye doktorlarından Dr. ... tarafından verilen
raporda sağlık durumunun iyi olduğu, bu risk faktörlerini taşımadığı belirtilmiştir. ..) Oysa şikâyetçi bana hiçbir kontrole
gelmemiş, ... Hastanesine yaklaşık 2 ay sonrasında komplikasyon oluştuktan
sonra gelip muayene olmuştur. ... Şikâyetçi eğer bana taburcu olduktan sonra
düzenli olarak kontrole gelmiş olsa idi olması muhtemel komplikasyonlar ve
bunların davacıya verdiği zararlar engellenebilirdi. ... ostoenekroz
da artroskopik ameliyatlardan sonra oraya çıkabilecek
nadir komplikasyonlardan biridir. ... Şikâyetçinin sol dizinde osteonekroz olduğunu ispatlayan bir bulgu yoktur. ...
Şikâyetçinin aynı emar merkezinde (iki rapor arasında
4 ay zaman farkı bulunmaktadır.) aldığı raporlar olup ilkinde iç menisküs yırtığından bahsetmektedir. Bu da menisküsteki yırtığın yeni olduğunu göstermektedir veameliyat sonrası yırtık bırakılmadığının delilidir.
Şikâyetçinin dava dilekçesinde belirttiği sol dizindeki baker
kisti denilen şişlik, kireçlenmiş dizlerde kendiliğinden zaman içinde ortaya
çıkabilmekte olup ameliyat ile bir ilgisi bulunmamaktadır. ... Yaptığım
ameliyat kusurlu değildir. Komplikasyonlar şikâyetçinin kontrollere
gelmemesinden kaynaklanmıştır."
21. Soruşturmada başvurucu, muayenesi için Adli Tıp Kurumuna
gönderilmiştir. Bu Kurum tarafından 1/12/2008 tarihinde gerçekleştirilen
muayene sonucunda düzenlenen raporda, sol dizinin gerilmesinin -5 derece,
bükülmesinin ise 85 derece olduğu, bağlarda hafif gevşeklik bulunduğu ve diz
hareketlerinin ağrılı olduğu belirtilmiştir. Aynı Kurum tarafından gerçekleştirilen
19/1/2011 tarihli muayeneden sonra düzenlenen raporda ise sol diz gerilmesi ile
ayak bileği ve parmak hareketlerinin tam, bükülmesinin ise 85 derece olduğu
belirtilmiştir.
22. Adli Tıp Kurumu tarafından ayrıca soruşturma dosyasına ekli grafilerin incelenmesinden 6/6/2006 tarihli MR'da medail menisküste
yırtık olduğunun görüldüğü, takip grafisinde
-ameliyatın gerçekleştirildiği tarihten sonraki bir tarihte alınan- menisküste bir miktar toparlanma olmasına karşın bir
bölümünde yırtığın bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir.
23. Soruşturmada, dosyada mevcut tüm adli ve tıbbi belgeler Adli
Tıp Kurumuna gönderilerek olayda doktor O.A.nın
kusurunun bulunup bulunmadığı sorulmuştur.
24. Adli Tıp Kurumu 25/5/2011 tarihinde Adli Tıp, Ortopedi ve
Travmatoloji, Nöroloji, İç Hastalıkları ile Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
uzmanlarının katılımıyla bu konuda bir rapor -başvurucunun ve şüpheli doktorun
ifadeleri ile ilgili tıbbi belgelerin yer aldığı- hazırlamış ve soruşturma
dosyasına sunmuştur. Söz konusu raporun görüş bildirilen bölümü şöyledir:
"06.06.2006 tarihli MR görüntülerine
bakıldığında yapılan menisküs ameliyatının endikasyonunun [Tıp literatüründe herhangi bir
hastalığa ilişkin izlenmesi gereken tedavi yöntemlerini ve tedavi içerisindeki
sürecin gidişinin nasıl olacağının belirlenmesini ifade etmek için
kullanılmaktadır] doğru olduğu, parsiyel menisektomi operasyonu
yapıldığının belirtildiği, her ne kadar bu tip artroskopik
operasyonlarda yeterli onarım yapılmaya çalışılsa bile kapalı operasyon olduğundan
onarılmayan kısımların kalabileceği, aynı bölgede yeniden yırtık olabileceği
bilinse bile operasyondan 4 ay sonra çekilen grafide
hala belirgin yırtığın görülmesinin ilk operasyondan kaynaklanan bir
eksiklikten kaynaklanabileceği, operasyondan sonra proflaktik
olarak kullanılan C...'ın [bir ilaç] yeterli ve doğru olduğu, buna rağmen gelişen derin ven trombozunun bir komplikasyon
olduğu oy birliğiyle mütalaa olunur."
C. Tazminat Davası Süreci
25. Başvurucu, ameliyatında gerekli özenin gösterilmemesi ve
sonrasında gerekli ilacın reçete edilmemesi nedeniyle bacağında kalıcı bir
hastalık meydana geldiğini ileri sürerek ameliyatının gerçekleştirildiği özel
hastane ve bu ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine 10/5/2007 tarihinde
İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi tazminat
talepli dava açmıştır.
26. Yargılamada,Cumhuriyet
Başsavcılığının yürüttüğü ceza soruşturmasında talep edilen Adli Tıp Kurumu
raporunun (bkz. § 24) düzenlenmesi beklenmiş ve bu hususta bilgi verilmesi için
Cumhuriyet Başsavcılığına yazılar yazılarak duruşmalar ertelenmiştir.
27. Mahkemece, yargılamanın devam ettiği ve düzenlenmesi
beklenen Adli Tıp Kurumu raporunun akıbeti konusunda Cumhuriyet Başsavcılığına
yazı yazıldığı 26/5/2011 tarihli oturumda, başvurucunun vekilinin talebi
doğrultusunda Ankara mahkemelerine talimat yazılmış; Hacettepe Üniversitesi
(Üniversite) Tıp Fakültesinde görev yapan, Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim
Dalında uzmanlıkları bulunan üç kişilik bilirkişi heyetinin seçilerek olayda
davalıların kusurunun bulunup bulunmadığı konusunda rapor düzenlettirilmesi
istenmiştir.
28. Talimat Mahkemesi, söz konusu Üniversite Hastanelerinde
görev yapan ve Ortopedi ve Travmatoloji dalında uzmanlıkları bulunan öğretim
üyelerinden üç kişilik bilirkişi kurulu oluşturmuştur. Bu Bilirkişi Kurulunun
18/9/2012 tarihli raporu şöyledir:
"Hastanın dosyası incelenmiştir. Dosyadan
anlaşıldığı kadarı ile hasta 23.06.2006 tarihinde sol medial
menisküs yırtığına yönelik olarak artroskopik
yöntemle [eklem içini artroskop denilen
cihazla görme yöntemi] parsiyel
menisektomi ve pilika
[dizin üst bölümü ile alt kısmını ikiye bölen yumuşak yapı] eksizyonu ameliyatı
olmuştur. Hasta bu ameliyattan sonra taburcu edilmiş ve 1,5 ay boyunca hastanın
ameliyat sonrası durumu ile ilgili bir kayda dosyada rastlanılmamıştır.
07.08.2006 tarihinde hastanın yeniden aynı merkeze başvurduğu ve bu
muayenesinde sol alt ekstremetide tromboflebit
tanısı aldığı ve Kalp Damar Cerrahisi konsültasyonu önerildiği anlaşılmıştır.
Sol alt ekstremite venöz
renkli dopler ultrasonografi görüntülemesinde sol popliteal ven de venöz tromboz saptanmıştır.
Hastanın tanısı sonrasında uygun konsültasyonların istendiği ve gerekli
tedavinin başladığı ve sürdürüldüğü görülmüştür.
Tıbbi literatüre bakıldığında, artroskopi sonrasında bulgu veren derin ven
trombozu ve buna bağlı ikincil hastalıkların gelişme
olasılığı % 0 ile % 0.25 arasında değişmektedir. Yine artroskopi sonrasında bulgu vermeyen derin ven trombozu gelişme olasılığı % 9.9 olarak rapor edilmiştir. Tedavinin gerçekleştirildiği
zaman dilimi içinde artroskopi sonrasında derin ven trombozu önleyici tedavi
gerekliliği ile ilgili bilgi yoktur. Günümüzde tüm artroskopi
hastalarına derin ven trombozu
önleyici tedavi uygulanması tıbbi kaynaklarda önerilmemektedir. Bununla
birlikte hastanın risk değerlendirmesi yapılması ve mevcut risk faktörüne göre
önleyici tedavi grubuna alınması mümkündür.
Sonuç olarak; dosyanın incelemesi neticesinde
hastada ameliyat sonrası gelişen derin ven trombozu ve buna ilişkin hastalıkların ameliyatın
komplikasyonu olduğu ve hastanın tedavisini sürdüren hekimlerin bu konuda bir
kusuru olmadığı ve yanlış tedavi uygulanmadığı kanısına varılmıştır."
29.Başvurucu; bu rapora vekili aracılığıyla itiraz etmiştir.
İtirazında, davalı doktor tarafından ameliyatı öncesinde risk analizinin
yapılabilmesi amacıyla herhangi bir tahlil ve tetkikin gerçekleştirilmediğini,
bu nedenle davalı doktorun kusurunun sadece ameliyat sırasında ve/veya
sonrasında gerçekleştirdiği ihmalkârlıklar değil bunlarla birlikte öncesinde de
ameliyata ilişkin risk faktörlerini değerlendirmemesinin olduğunu ancak bu
hususun ve Eskişehir'deki üniversite hastanesi tarafından 28/12/2010 tarihinde
düzenlenen raporun (bkz. § 16) bilirkişi raporunda dikkate alınmadığını
belirterek aynı konuda yeniden oluşturulacak bir bilirkişi kurulundan rapor
alınmasını talep etmiştir.
30. Mahkeme, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen Adli
Tıp Kurumu raporunu dosyaya eklemiş ve 26/2/2013 tarihli oturumda olay
aydınlatıldığından yeniden bilirkişi raporu alınmasına gerek olmadığını
belirterek davanın reddine karar vermiştir.
31. Söz konusu karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Taraflara dava ile ilgili tüm delilleri
ibraz ettirilmiş davacının tedavi gördüğü hastanelerden tedaviye ilişkin
belgeler celb edilmiş, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas
Kurulu'na gönderilerek 25/05/2011 tarihli rapor alınmış, davacı vekilinin
itirazları doğrultusunda dosya Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilerek
H... Üniversitesi Hastanesinde görevli bilirkişiler Prof. Dr. ... Y. Doç. Dr.
... ve Y. Doç. Dr. ...'dan 01/10/2012 havale tarihli raporlar alınarak
değerlendirilmiştir.
Dava dilekçesi, cevap dilekçesi, bilirkişi
raporları, adli tıp raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
Davacı, Özel ... Hastanesinde ortapedi uzmanı
...'a23/06/2006 tarihinde sol medial menisküs yırtığına yönelik olarak artroskopik
yöntemle parsiyel menisektomi
ve pilika eksizyonu
ameliyatı olduğunu ve bu ameliyatın sonunda doktorun tedbirsiz, dikkatsiz ve
kusurlu davranışları nedeniyle tromboflebit olduğunu
beyan etmiş olup, hastane ve doktor hakkında maddi ve manevi tazminat isteminde
bulunmuştur. Yapılan yargılama sırasında temin edilen Adli Tıp Kurumu raporu ve
Hacettepe Üniversitesi hastanesi bilirkişi raporuna göre davacı hastada
ameliyat sonrası gelişen derin ven trambozu ve buna ilişkin hastalıkların ameliyatın
komplikasyonları olduğu ve hastanın tedavisini sürdüren hekimlerin bu konuda
bir kusurunun olmadığı, hastaya yanlış tedavi uygulanmadığı, operasyondan sonra
proflaktik olarak kullanılan C...'in [bir ilaç] yeterli ve doğru olduğu yönünde düzenlenen bilirkişi
raporlarına göre kusursuz olduğu kanaatine varılan davalılar hakkında açılan
davanın reddine karar vermek gerekmiş[tir]"
32. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay 13.
Hukuk Dairesinin (Daire) 18/11/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. İlamda
kararın, dayandığı deliller ile yasaya uygun gerektirici nedenler ve özellikle
delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle onandığı
belirtilmiştir.
33. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Dairenin 22/4/2014
tarihli kararıyla reddedilmiştir.
34. Nihai karar başvurucu vekiline 27/5/2014 tarihinde tebliğ
edilmiş olup otuz günlük süresi içinde 10/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda
bulunulmuştur.
IV.İLGİLİ HUKUK
35. 1/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
36. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç
ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:
“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı,
ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun
sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından
verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin
kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
37. Mahkemenin 11/5/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Maddi ve Manevi
Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
38. Başvurucu, yapılan hatalı ameliyat sonrasında yeterli ilaç
reçete edilmemesi nedeniyle bacağında kalıcı hastalık meydana gelmesine rağmen
bu olaya ilişkin İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davanın eksik
bilirkişi raporu esas alınarakreddedildiğini iddia
etmiştir.
39.Başvurucu, bu nedenle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence
altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminata karar verilmesi
talebinde bulunmuştur.
2. Değerlendirme
40.Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları
şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
41. Anayasa'nın “Devletin
temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümüşöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
42.Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
43. Kişilerin vücut ve ruhsal bütünlükleriyle ilgili konular,
onlara sağlanan tıbbi tedavi seçimindeki katılımları ve bu tedavilere olan
rızaları ile ilgili hususlar, Anayasa'nın 17. maddesinin sınırları içinde yer
almaktadır (Adnan Oktar (3), B.
No: 2013/1123, 2/10/2013, § 32). Bu çerçevede başvurucunun geçirdiği ameliyat
sonrasında tıbbi hata gerekçesiyle açtığı tazminat davasının reddedilmesi
nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü başvuru,
Anayasa’nın 17. maddesinin koruma alanı kapsamında yer almaktadır.
a. Genel İlkeler
44. Anayasa Mahkemesince belirtildiği gibi vücut bütünlüğü
üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif yükümlülük yükleyen haklardandır
(AYM, E.2007/78, K.2010/120, 30/12/2010). Bu temel hak, Anayasa'nın 5.
maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler
yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
B. No: 2012/752, 17/9/2013 § 50; İlker Başer
ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 41).
45.Kişilerin vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahaleden doğan
zararlara yönelik etkili bir tazminin sağlanamadığı ve bu çerçevede devletin
Anayasa’nın 17. maddesinden doğan koruma yükümlülüğünü yerine getirmediği
durumlarda kişinin vücut bütünlüğünün korunduğundan söz edilemez (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
40).
46. Devletin; vücut ve ruhsal bütünlüğe yönelik fiziksel ve
cinsel saldırılar, tıbbi müdahaleler, şeref ve itibarı etkileyen saldırılar
karşısında kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve saygı
gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Adnan Oktar (3), § 32).
47. Devletin pozitif yükümlülüğü, sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını(,) beden
ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını
tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği, bu görevini
kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları
denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker Başer ve diğerleri, § 44).
48.Devletin maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında
sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin “etkili bir yargısal sistem kurma”ya ilişkin bir yönü de bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Buna
göre fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir
yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka ceza
davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle
ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).
49. Bu ilkeler, kural olarak Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında
tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen maddi ve manevi varlığa verilen
zarar hâlleri için de geçerlidir (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 37). Diğer
taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza
soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına
gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, § 38).
50. Diğer taraftan bu yöndeki pozitif yükümlülüğünün sonuç
yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her davada
başarılı olunması veya mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir
sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Bununla beraber kural olarak
dava, olayın gerçekleştiği koşulları belirleyecek ve iddiaların doğruluğunun
kanıtlanması hâlinde sorumlularının tespit edilerek uygun telafi imkânlarını
sağlayacak nitelikte olmalıdır (Nail Artuç, § 45).
51. Anayasa Mahkemesi için bu noktada önemli olan husus,
yürürlükteki yargısal sistemin ihmale yönelik davranışlar ve tıbbi hatalar
nedeniyle maddi ve manevi varlığa yapılan müdahalelerden doğan sorumluluğu
hiçbir durumda belirsizlik içinde bırakmamasıdır. Bu, toplumun güvenini korumak
ve hukuk devletinin benimsenmesini sağlamak amacıyla gereklidir. Anayasa
Mahkemesinin bu noktadaki görevi -ihlallerin önlenmesinde oynaması gereken
rolün zayıflatılmaması için- derece mahkemelerinin Anayasa'nın 17. maddesi ile
öngörülen dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiğini
incelemektir (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş,
B. No: 2013/4086, 20/4/2016 § 72; Perihan
Uçar ve diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 57).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
52. Başvuruda, olaya ilişkin bir ceza soruşturmasının
yürütülmesinin yanında başvurucunun adli yargıda tazminat davası yoluna da
başvurduğu görülmüştür. Olayın tıbbi hatayı aştığını veya kasıtlı bir tutumdan
kaynaklandığını gösteren herhangi bir bulgu olmadığı gibi meydana geldiği
koşulların da bu bağlamda herhangi bir şüphe uyandırmadığı anlaşılmıştır.
Başvurucu da kendisine uygulanan tıbbi uygulamalarda hata yapıldığını ileri
sürmüş, ilgili sağlık personelinin tıbbi hatayı aşan veya kasıtlı bir tutumunun
bulunduğunu iddia etmemiştir.
53. Bir tedavi işlemi sırasında ya da sonrasında sağlık
personelinin herhangi bir hatası olmaksızın hasta için istenmeyen sonuçların
meydana gelebilme olasılığının her türlü tıbbi işlem için kaçınılmaz olduğunun
öncelikle belirtilmesi gerekmektedir. Hastalıktan koruma yöntemi veya tedavi
işleminin anormal ve öngörülemez sonuçları, tıbbi işlemlerin içerdiği
risklerden kaynaklanmaktadır.
54. Öte yandan bir mesleğin belirli riskler içermesi, icrası
sırasında meydana gelecek tüm risklerin hukuki sorumluluk dışında olduğu ve
ilgililerin sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Sağlık personeli,
mesleğini yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında bu tür risklerin
gerçekleşmesinin önlenmesine ilişkin ellerindeki tüm imkânları kullanmak
mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici değilse asgariye
indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapılacak müdahaleyle
zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları
gerekmektedir.
55. Bunun yanında tedavi, fiziksel bütünlükle ilgili
gerçekleşmesi istenmeyen ancak gerçekleşme olasılığı bulunan bir tehlike (risk)
taşıdığında hekimlerin kural olarak hastalarını tedavi hakkında aydınlatmaları
gerekmektedir. Bu aydınlatma, tıbbi müdahalenin hatasız yapılması ya da gerekli
tüm önlemlerin alınması hâlinde bile meydana gelebilecek kalıcı veya geçici
olumsuz sonuçları da içermelidir.
56. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde rızasının
alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkına bir müdahale
oluşturabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi müdahale, ilgili kişinin ancak
bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Hastaların durumun
farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için uygulanması düşünülen
tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine bilgi verilmiş
olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında
hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman
aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk,
B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 56).
57. Somut olaya bakıldığında kendisine uygulanan operasyon sonucundabaşvurucunun, şikâyetlerinin giderilemediği gibi
söz konusu tıbbi müdahale sonucunda farklı sağlık sorunlarıyla karşı karşıya
kaldığı da anlaşılmaktadır.
58. İlk olarak başvurucu, yapılan operasyona ilişkin
bilgilendirilmediğinden ve rızasının alınmadığından şikâyet etmemiştir.
Dolayısıyla başvuruda, başvurucunun kendisine uygulanan tıbbi müdahaleye
ilişkin -içerdiği tüm risklerle birlikte- bilgilendirildiğinin ve sonrasında
rızasının alındığının kabul edilmesi gerekmektedir.
59. İkinci olarak başvurucuya uygulanan operasyon yöntemi, diğer
bazı tıbbi müdahalelerde olduğu gibi istenmeyen sonuçların meydana gelebilmesi
olasılığını içermektedir. Somut olayda da bu sonuç meydana gelmiş ve izlenen
yöntem başvurucuda bazı sağlık sorunlarına yol açmıştır.
60. Ancak Üniversitenin konunun uzmanı öğretim üyelerinden
oluşturulan Bilirkişi Kurulu tarafından hazırlanan raporda; tıbbi kaynaklarda,
başvurucuya uygulanan bu tedavi yöntemine ilişkin olarak gerçekleştirildiği
tarihte ve günümüzde, önleyici tedavi gerekliliği ile ilgili bilgi bulunmadığı
gibi komplikasyon sonucu ortaya çıkan hastalığı önleyici tedavi uygulanmasının önerilmediğibelirtilmiştir (bkz. § 29).
61. Başvuruda, Mahkemenin kararına esas aldığı her iki bilirkişi
raporunda da ortaya çıkan neticenin gelişen bir komplikasyon olması dikkate
alınmıştır. Söz konusu raporlarda, operasyondan sonra kullanılan ilacın doğru
ve dozajının yeterli olduğu ile başvurucunun tedavisini sürdüren hekimlerin bir
kusuru olmadığı ve yanlış tedavi uygulamadıkları belirtilmiş; Mahkeme de bu
raporları dikkate alarak davayı reddetmiştir.
62. Bu noktada belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin
delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,
§ 44). Anayasa Mahkemesinin bilirkişilerin vardığı sonuçları mevcut tıbbi
bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer vererek sahip olduğu bilimsel
bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden irdeleme görevi de
bulunmamaktadır.
63. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından
yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporunun bir hükme ulaşılırken dikkate
alınması talebinin reddi kararının da tarafların haklarını koruma amacına
yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde verilip verilmediğini
incelemesi gerekmektedir (Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59,
60).
64. Başvuruya konu olayda, yukarıda ifade edildiği gibi
başvurucuya uygulanan tedavi sonrasında kendisi için istenmeyen bazı sonuçlar
meydana gelmiştir. Ancak bu sonuçların meydana gelmesinde ilgili sağlık
personelinin mesleğini yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında
ellerindeki tüm imkânları kullanmamaları ve tedavi sürecindeki riskleri
önleyici değilse bile asgariye indirici şekilde davranmamaları nedeniyle hatalı
olduklarınısöyleyebilmeyi mümkün kılan bir durum tespit
edilememiştir.
65. Dolayısıyla Mahkemenin başvurucunun yeniden bilirkişi raporu
alınmasına yönelik talebini olayın aydınlatıldığı gerekçesiyle reddedilmesine
karar verirken başvurucunun hakkını koruma amacına yönelik yeterli güvenceleri
içeren bir usul çerçevesinde hareket etmediğini söyleyebilmek de mümkün
değildir.
66. Bu itibarla somut olayda, yukarıda genel ilkeler bölümünde
(bkz. § 51) çerçevesi ifade edilen Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen
dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine getirilmediği sonucuna varılamaz.
67. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
B.Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
68. Başvurucu, tazminat yargılamasının makul sürede
tamamlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini de ileri
sürmüş; maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
2. Değerlendirme
69.Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşrû
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
70. Başvurucunun yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı
şikâyetinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
71. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi
ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
72. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın
ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması
devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas
alınır (Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).
73. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın
karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki
menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
74. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alınarak başvurunun değerlendirilmesi sonucunda
başvuruya konu davanın hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların
karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi
kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzak olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun
tutum ve davranışları ile usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz
davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez.
Dolayısıyla somut başvuru açısından yaklaşık yedi yıllık yargılama süresinde
makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
75.Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
c.6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76. 30/3/2011 sayılı ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
77. Başvurucu, 100.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi olmak üzere
toplam 150.000 TL tazminata karar verilmesini talep etmiştir.
78.Başvuruda adil yargılanmahakkının
ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
79.Kararın bir örneğinin İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
80. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
81. Yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı
karşılığında başvurucuya takdiren net 7.200 TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,60 TL harç ve 1.800
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle net
7.200 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin
REDDİNE,
D. 206,10 TL harç ve 1.800 vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Kararın bir örneğinin İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesine
GÖNDERİLMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/5/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.