TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
HÜSEYİN ACAR ERESEN BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/9932)
Karar Tarihi: 7/6/2017
Başkan
:
Burhan ÜSTÜN
Üyeler
Nuri NECİPOĞLU
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Raportör Yrd.
Halil İbrahim DURSUN
Başvurucu
Hüseyin Acar ERESEN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; özel bir hastanede yapılan tedavi masraflarının devlet tarafından karşılanması istemiyle açılan davanın kısmen reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 19/6/2014 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) emekli sigortalısı olan başvurucu, 16/10/2004 tarihinde göğüs ağrısı ve terleme şikâyeti ile I. H. Acil Ünitesine başvurmuş, burada yapılan muayene neticesinde akut anterior miyokard infarktüsü (kalp krizi) tanısı ile kroner yoğun bakım ünitesine yatırılmıştır. Yapılan anjiyografide başvurucunun bazı damarlarında darlık olduğu saptanmış, bunun üzerine bu darlıklar önce balon ile genişletilmeye çalışılmış, akabinde ise stent implantasyonu işlemi gerçekleştirilmiştir. Stent seçiminde, çıplak metal stenti yerine ilaç salınımlı stent tercih edilmiştir.
9. Başvurucu 20/10/2004 tarihinde yani hastaneye yatırılmasından dört gün sonra genel durumu iyi bir şekilde taburcu edilmiştir.
10. Başvurucu, tedavi sürecinde yaptığı 16.000 TL'lik masrafların tarafına ödenmesi istemiyle 27/10/2004 tarihinde SGK'ye müracaat etmiştir. Bu müracaat üzerine SGK, başvurucuya 1.232,315 TL ödemede bulunmuştur.
11. Başvurucu 24/3/2005 tarihli dilekçe ile özetle tedavi ve ilaç masrafı olarak 16.000 TL ödeme yaptığını, SGK tarafından kendisine toplam 1.232,315 TL ödeme yapıldığını, Kurum tarafından yapılan ödemenin özel hastanede yapılan masrafın çok altında kaldığını belirterek 14.768,00 TL.nin SGK'dan tahsil edilerek tarafına ödenmesi istemiyle İstanbul 1. İş Mahkemesinde dava açmıştır.
12. İstanbul 1. İş Mahkemesi, başvurucunun tedavi giderlerini tespit edebilmek amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Başvuru formuna eklenen belgelerden, bilirkişi raporunda 334 TL'si stent bedeli olmak üzere toplam 3.014 TL'nin başvurucuya ödenmesi gerektiğinin değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
13. İstanbul 1. İş Mahkemesi 10/7/2008 tarihli ve E.2005/214, K.2008/354 sayılı karar ile davanın kısmen kabulüne karar vererek 3.014 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı SGK'dan alınarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.
14. Taraflarca temyiz edilen bu karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 11/3/2010 tarihli ve E.2009/2314, K.2010/2684 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma gerekçesinde, tedavi giderlerine ilişkin 16.000 TL'lik faturanın 8.375 TL'lik kısmının ilaç salınımlı stentin bedeli olduğu, bununla birlikte başvurucuya uygulanan tedavinin ve tedavide kullanılan ilaç salınımlı stentin zorunlu olup olmadığı hususunda yerel Mahkemece yeterli bir araştırma yapılmadan hüküm kurulduğu, bu nedenle kardiyoloji uzmanlarından bilirkişi raporu alınarak başvurucuya uygulanan tedavinin ve tedavide kullanılan stentin zorunlu olup olmadığı hususunun saptanması gerektiği, kullanılan stentin zorunlu olduğunun saptanması hâlinde piyasada bulunan en uygun ilaç salınımlı stent bedelinin araştırılarak sonuca gidilmesi gerektiği, bu hususular dikkate alınmaksızın 334 TL stent bedeli üzerinden hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilmiştir.
15.Bozma kararı sonrası yargılamaya devam eden İstanbul 1. İş Mahkemesi, bozma kararı doğrultusunda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Z.B.den başvurucuya uygulanan tedavinin ve tedavide kullanılan ilaç salınımlı stentin gerekli olup olmadığı hususunda rapor tanzim etmesi talebinde bulunmuştur. Bu talep üzerine hazırlanan 3/3/2011 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmında tedavide ilaç salınımlı stent kullanılmasının doğru bir tercih olduğu belirtilmiştir.
16. Mahkeme, tedavi masraflarının hesabı için ayrı bir bilirkişi raporu daha almıştır. Bu kapsamda hazırlanan 29/5/2012 tarihli bilirkişi raporunda özetle tıkalı damarların açılmasında kullanılan stentlerin iki türünün bulunduğu, bunlardan birinin çıplak metal stenti, diğerinin ise ilaç salınımlı stent olduğu, ilaç salınımlı stentlerin fiyatının diğerine oranla 8-10 kat daha fazla olduğu, somut olayda hastanın diyabeti olduğundan ilaç salınımlı stent kullanılmasının doğru bir tercih olduğu, bozma kararından önce alınan bilirkişi raporunda334 TL'si stent bedeli olmak üzere tedavi giderlerinin toplam 3.014 TL olarak belirlendiği, bozma ilamı sadece stent bedeline ilişkin olduğundan diğer uygulama bedellerinin bozmadan önceki raporda tespit edilen miktarlara göre belirlenebileceği, buna göre stent bedeli düşüldüğünde (3.014 TL - 334 TL) diğer uygulama bedellerinin toplam 2.680 TL olduğu, yapılan araştırmalarda ilaç salınımlı stent bedelinin 2.500 USD olduğunun tespit edildiği, bu bedelin karşılığının dava tarihindeki kur esas alınarak hesanlanması sonucunda (2.500 USD x 1.3568 + 2.680) başvurucunun talep edebileceği masrafların toplam 6.072 TL olarak belirlendiği, bu bedelden SGK tarafından ödenen miktar düşüldüğünde (6.072 TL - 1.232 TL) başvurucunun talep edebileceği miktarın 4.840 TL olacağı belirtilmiştir.
17. Mahkeme 13/12/2012 tarihli ve E.2010/687, K.2012/1026 sayılı karar ile bilirkişi raporlarını hüküm kurmaya yeterli görerek davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve 4.840 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı SGK'dan alınarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.
18.Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 7/4/2014 tarihli ve E.2013/4681, K.2014/7107 sayılı ilamıyla onanmıştır.
19.Başvurucu 18/6/2014 tarihinde tebliğ edilen bu karara karşı 19/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
20.17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun "Sağlanan yardımlar" başlıklı 32. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sigortalıya, iş kazalariyle meslek hastalıkları sigortası kapsamı dışında kalan hastalıklara da, aşağıda yazılı yardımlar sağlanır:
A) Sağlık yardımı yapılması,
B) Protez, araç ve gereçlerinin standartlara uygun olarak sağlanması, takılması, onarılması ve yenilenmesi, (Ağız protezlerine ilişkin yardımlar, Kurumca hazırlanacak yönetmelik esasları dahilinde sağlanır.)
Protez, araç ve gereç bedellerinin % 20'sini sigortalı öder. Ancak, ilgiliden alınacak katkı miktarı, ödeme tarihindeki 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 33 üncü maddesine göre sanayi kesiminde çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin birbuçuk katından fazla olamaz."
21. 506 sayılı Kanun'un "Sağlık yardımlarının kapsamı" kenar başlıklı 33. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Hastalık halinde sigortalıya yapılacak sağlık yardımları, sigortalının:
A) Hekime muayene ettirilmesi, hekimin göstereceği lüzum üzerine teşhis için gereken klinik ve laboratuvar muayenelerinin yaptırılması ve tedavisinin sağlanması,
B) Teşhis ve tedavi için gerekirse sağlık müessesesine yatırılması,
C) Tedavisi süresince gerekli ilaç ve iyileştirme vasıtalarının sağlanması, (Ancak, ayakta yapılan tedavilerde verilen ilaç bedellerinin % 20'sini sigortalı öder.)
Hallerini kapsar."
22. 506 sayılı Kanun'un 34. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"Kurum, sigortalının iyileşmesine yarıyacak, yahut iş göremezliğini az çok gidermesi için gerekli görülecek protez araç ve gereçlerini, yukarıda yazılı sağlık yardımları süreleri ile bağlı olmaksızın sağlamak, onarmak ve tesbit edilen süre ve şartlarla yenilemekle yükümlüdür."
23. 16/1/2004 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 86/25348 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kurumu Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) başvurucunun tedavi gördüğü dönemde yürürlükte olan 57. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Kurum sağlık yardımlarından yararlandırılanların ani ve acil hastalığı dolayısıyla Kurum sağlık tesisleri dışında bir sağlık tesisine yatırılması halinde, bu husus raporla tevsik edilmek ve Kurum tarafından kabul olunmak şartıyla;
a)Resmi sağlık tesislerinde yapılan tedavi masrafları aynen,
b) Tedavi özel sağlık tesislerinde yapılmış ise, Kurum sağlık kuruluşlarında ayakta veya yatırılarak yapılacak muayene ve tedavilerden alınacak ücret tarifesi üzerinden hesaplanmak suretiyle ödenir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 7/6/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması Hakkının İhlal Edildiğe İlişkin İddia
25.Başvurucu, göğüs ağrısı ve terleme şikâyeti ile başvurduğu özel bir hastanede yapılan muayene neticesinde kalp krizi tanısı ile kroner yoğun bakım ünitesine yatırıldığını ve burada tedavi görerek dört gün sonra taburcu edildiğini, özel hastanede yaptığı tedavi masraflarının karşılığı olarak tarafına çok cüzi bir miktar ödendiğini, bunun üzerine açtığı davada da yaptığı masrafları karşılamaktan uzak bir miktara hükmedildiğini, yerel Mahkemenin eksik ve çelişkili raporlara göre karar verdiğini, sağlık durumunun acil olması nedeniyle evine en yakın olan hastaneye gittiğini, aciliyet hususu göz ardı edilerek sanki keyfî olarak özel hastaneye başvurmuş gibi bir muameleye maruz kaldığını, bu durum gözetilmeksizin devlet hastanesi tarifesi üzerinden ödeme yapıldığını belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun şikâyetlerinin özünün Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması hakkıyla ilgili olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.
27. Somut olayda başvurucu, kendisine uygulanan tıbbi tedavinin eksik veya hatalı olduğunu ileri sürmediği gibi söz konusu tedavi nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklinde bir iddia da ileri sürmemiştir. Başvurucu, temel olarak özel hastaneye tedavi ücreti olarak ödediği meblağın tamamının devlet tarafından karşılanmamasından şikâyet etmektedir. Dolayısıyla başvurucunun bu başlık altındaki iddiaları, maddi ve manevi varlığın korunması hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler çerçevesinde incelenecektir.
28. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kimsenin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
29.Anayasa’nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:
“Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”
30. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda negatif ve pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51). Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa'nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını(,) beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (...) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini" düzenleyeceği, kamu kesimi ve özel kesimdeki sağlık kurumları ve sosyal kurumlardan yararlanarak, onları denetleyerek bu görevini yerine getireceği kurala bağlanmıştır.
31. Devletin vatandaşlarına sağlık hizmetlerini yeterli ölçüde sağlayamaması durumunda vücut bütünlüğünü koruma konusundaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemesi söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda devletin gerek kamu hastanelerinde gerekse de özel hastanelerde tedavi gören hastaların vücut bütünlüğünün güvence altına alınması için yasal çerçevenin belirlenmesi ve belli koşullarda gerekli tedbirlerin alınması konusunda pozitif bir yükümlülüğü vardır (Salim Sayın, B. No: 2013/3382, 4/11/2015, § 38).
32. Devletin bireylere sağlık hizmeti sunma konusundaki yükümlülüğü, ülkenin sosyal ve ekonomik gerçekleriyle yakından ilgilidir. Bu nedenle devlet, kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılabilmesi noktasında kaynakların tahsis edildiği alanlara ilişkin bazı sınırlamalar öngörebilir. Dolayısıyla sağlık hizmeti sunma konusunda devletin pozitif yükümlülüğünün ekonomik sınırları belirlenirken devletin kamu kaynaklarını kullanma konusundaki takdir hakkı ile tedavi ücretlerinin bireylere yüklediği ekonomik külfet arasında makul bir denge kurulmalıdır (Salim Sayın, § 40).
33. Devletin vücut bütünlüğünü koruma konusundaki ödevi, sağlık hizmetlerinin mutlak anlamda ücretsiz olarak sağlanacağı şeklinde yorumlanamaz. Bununla birlikte Anayasa’nın 56. maddesi gereği devletin, sağlık hizmetlerini düzenleme ve planlama konusunda üzerine yüklenen sorumluluk çerçevesinde oluşturulan genel sağlık sigortası sistemi vasıtasıyla sağlık hizmetlerinin finansmanına katılması yasayla öngörülebilir. Ancak bu durumda dahi kamu kaynaklarını kullanma ve hangi kamu hizmetlerine öncelik tanınacağını belirleme konusunda kamu otoritelerinin geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır (Salim Sayın, § 41).
34. Somut olayda kendisine acilen tıbbi müdahalede bulunulması gerekli olan başvurucu, gittiği özel bir hastanede tedavi sürecini tamamlamasına bağlı olarak özel hastaneye ödediği bedelin tamamının devlet tarafından karşılanması gerektiğini iddia etmektedir. Bu durumda ani ve acil bir hastalık dolayısıyla özel bir sağlık kuruluşuna başvurulması hâlinde tedavi masraflarının karşılanması konusunda devlete düşen pozitif yükümlülüğün sınırlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
35.Başvurucunun sağlık durumunu acil olarak niteleyen İstanbul 1. İş Mahkemesi, bilirkişi marifetiyle yaptığı hesaplama sonucunda başvurucunun tedavi masraflarını toplam 6.072 TL olarak belirlemiş ve bu bedelden SGK tarafından ödenen miktarı mahsup ederek 4.840 TL.nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı SGK'dan alınarak başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucuya ödenmesi gereken ücreti 506 sayılı Kanun ile bu Kanun'a dayanılarak çıkarılan Yönetmelik hükümleri uyarınca Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı sağlık kuruluşlarında yapılacak muayene ve tedavilerden alınacak ücret tarifesini esas alarak tespit etmiştir.
36.Ani ve acil hastalığı dolayısıyla özel sağlık tesislerinde tedavi gören bireylerin tedavi masraflarının Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı sağlık kuruluşlarında yapılacak muayene ve tedavilerden alınacak ücret tarifesi üzerinden hesaplanmak suretiyle ödenmesi, kendisine acilen tıbbi müdahalede bulunulması zorunlu olan bireylerin öngörülemez ve orantısız bir ekonomik külfetle karşılaşmalarını engelleyici niteliktedir. Bu nedenle devletin, acil ve zorlayıcı şartlar altında özel sağlık tesislerine başvuran bireyleri ekonomik anlamda karşılaşılabilecek aşırı bir külfetten koruma konusunda gerekli mevzuat düzenlemelerini yaptığı görülmektedir. Somut olayda tedavide kullanılan ilaç salınımlı stentin ve diğer malzemelerin piyasa fiyatının araştırıldığı ve bu araştırmalar neticesinde bilirkişi marifetiyle bir hesaplama yapıldığı dikkate alındığında tedavi masraflarının keyfî şekilde belirlendiğinden de söz edilemez.
37. Somut olayda, ani ve acil bir hastalığı nedeniyle özel bir sağlık kuruluşuna giden başvurucunun öngörülemez ve aşırı bir ekonomik zorlukla karşılaşmaması için gerekli düzenlemelerin yapıldığı ve Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı sağlık kuruluşlarında yapılacak muayene ve tedavilerden alınacak ücret tarifesi esas alınarak hesaplanan tedavi masraflarının başvurucuya ödendiği dikkate alındığında maddi ve manevi varlığın korunması hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere aykırı davranıldığından bahsedilemeyecektir.
38.Başvurucunun tedavi masrafları için fazladan ödediğini iddia ettiği yaklaşık 10.000 TL tutarındaki meblağın ise başvurucu ile başvurucunun tedavisini sağlayan özel sağlık kuruluşu arasındaki hukuki ilişkiden kaynakladığı, başvurucunun yaptığı ödemeye ilişkin devlete atfedilebilecek herhangi bir hak ihlalinin söz konusu olmadığı değerlendirilmektedir.
39. Açıklanan nedenlerle maddi ve manevi varlığın korunması hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
40. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, ayrıca özel hastaneye ödediği bedeli alabilmek için uzun süre beklemek zorunda kaldığını belirterek mülkiyet hakkının zarar gördüğünü iddia etmiş ise de yargılamanın uzun sürmesinin sonucu olan bu iddianın makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
42. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olan iş mahkemeleri nezdinde açılan davalarda yargılama süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak davanın açıldığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak yargılamanın sona erdiği (Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013 § 69), yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Mehmet Salih Ayyıldız, B. No: 2012/397, 17/11/2014, § 25).
43. İş mahkemelerinde görülen davalarda yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Nesrin Kılıç, §§ 57, 58).
44. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 9 yıl 1 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…”
47. Başvurucu, davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle 5.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu, Derece Mahkemelerince karşılanmayan tedavi masraflarının karşılığı olarak ayrıca maddi tazminat talep etmiştir.
48. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
49. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya taleple bağlı kalınarak net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
50.Tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
51. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harcın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
D. 206,10 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/6/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.