TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
YAVUZ TEKELİOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/10606)
|
|
Karar Tarihi: 26/12/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 23/1/2019 - 30664
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Recep KAPLAN
|
Başvurucu
|
:
|
Yavuz
TEKELİOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, şikâyet dilekçesinde kullanılan bazı ifadeler
nedeniyle aleyhe tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/6/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
8. 1968 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde Karadeniz Teknik
Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalında öğretim
üyesi olarak görev yapmaktadır.
9. Başvurucu gerekli yasal ve etik koşullar yerine getirilmeden
bir hastaya kök hücre uygulaması yapıldığını belirterek uygulamayı yapan
Karadeniz Teknik Üniversitesi (Üniversite) Tıp Fakültesinde görevli bazı
öğretim üyeleri hakkında Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette
bulunmuştur.
10. Anılan öğretim üyelerinden E.O. ve Ö.R.Ç. hakkında konuyla
ilgili mevzuat çerçevesinde Üniversite yetkili kurulları tarafından verilen
men-i muhakeme kararı Danıştay 1. Dairesi tarafından 25/3/2008 tarihli kararla
bozulmuş ve adı geçen kişiler hakkında lüzum-u muhakeme kararı verilmiş, insan
üzerinde izinsiz deney yapma ve görevi kötüye kullanma suçlarından
cezalandırılmaları istemiyle haklarında kamu davası açılmıştır.
11. Anılan Danıştay kararı üzerine Trabzon 2. Asliye Ceza
Mahkemesinde yapılan yargılama esnasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde
görevli bazı öğretim üyeleri bilirkişi olarak tayin edilmiştir. Bilirkişiler
tarafından düzenlenen 15/10/2010 tarihli bilirkişi kurulu raporunda sonuç
olarak hastaya uygulanan tedavi yöntemi ve yapılan tedavi nedeni ile sanıkların
görevi kötüye kullanma suçunu oluşturan fiilleri bulunmadığı gibi insan
üzerinde deney suçunu ve hasta üzerinde tedavi amaçlı deneme suçunu oluşturan
bir fiillerinin de bulunmadığı bildirilmiştir.
12. Bilirkişi raporundaki tespitleri esas alan Trabzon 2. Asliye
Ceza Mahkemesi 3/3/2011 tarihinde, sanıkların cezalandırılmasına yeterli, her
türlü şüpheden uzak, savunmalarının aksine, soyut iddiadan başka, kesin, tam ve
inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı vermiştir.
13. Başvurucu, bilirkişilerin gerçeğe aykırı bilirkişilik yapma
suçundan cezalandırılmaları istemiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
şikâyette bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma
kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmıştır. Şikâyet dilekçesi
şöyledir:
"Şüpheliler; ... hazırladıkları bilirkişi
raporunda ... çok açık taraf olmuşlar ve kasıtla suç işlemişlerdir. Şöyle ki:
KTÜ (Trabzon) Tıp Fakültesinde KTÜ İdaresinin
bilgisi dışında, resmi Hastane kayıtları olmaksızın yasa dışı olarak şahsi
menfaat adına Hematoloji (Kan Hastalıkları) öğretim üyesi Prof. Dr. [E.O.] ve ekibi kendi uzmanlık alanı dışındaki çok sayıda
kanserli ve felçli hastalara güvenilirliği ve etkinliği henüz kesin olarak
ortaya konmadan deneysel etik-yasa dışı kök hücre ve tümör aşısı yaparak kamu
üzerinden haksız kazanç elde etmiş ve kamuyu zarara uğratmışlardır.
Prof. Dr. [E.O.] KTÜ adına suç tarihi olan 2004 yılında sahtecilikle
hazırlanıp resmiyet süsü verilmiş bilgilendirilmiş hasta olur formu (EK 2) yasa
dışıdır. Şöyle ki; Bu belgelerde adı gecen KTÜ'de suç
tarihinde herhangi bir kök hücre üretecek ve hastaya uygulayabilecek üretime
sahip ruhsatlı laboratuar yoktur. Adı geçen
üniversitenin kök hücre üretimiyle ilgili halen bir ruhsatlı laboratuarı yoktur.
Dr. [E.O.] suç tarihinde böyle bir laboratuar
yokken KTÜ’nün hiçbir yetkili kurulundan, konseyinden izin almadan etik-yasa
dışı yollarla KTÜ adına hazırladığı ve hiçbir geçerliliği, resmiyeti olmayan
sahte hasta onam belgeleri çaresiz, dermansız hastaları kandırmış, bu
uygulamaları kamu kurumunda yaptığından devletin maddi ve manevi zararına neden
olduğu gibi bu hastalardan elden aldığı paralarla da haksız büyük kazançlar
sağlamıştır.
Açıklamaya çalıştığım etik-yasa dışı bu
olayları gösteren gerçek bilgi ve belgeler şüphelilerin bilirkişilik yaptıkları
dava dosyasında olduğu halde:
1- Bilirkişilik yapan
şüpheliler hastadan alındığını ve yasal olduğunu ifade ettikleri hasta onam
formunda (EK. 2) KTÜ adına hazırlandığı halde, bu kurum nezdinde belgelerin
resmiyetleri, akıbetleri, hangi hasta ve hangi hastalık gruplarına dair ne
zaman, hangi etik kurul kararı ile kaç nüsha hazırlandığı sorulmamıştır.
2- Şüpheliler meslekleri
gereği; Hasta onam formlarının birçok nüsha hazırlandığını, bunların hem kurum
içinde hem hastada hem de hasta dosyasında bulunması gerekliliğini ve gerçeğini
göz ardı ederek; Şüpheliler hastalardan alınmış hasta onam belgesini KTÜ
nezdinde Resmiyetlerini sorgulamayarak bu hasta onam formlarını gerçekmiş gibi
göstererek yanlı rapor hazırlamışlardır.
3- Resmi olarak kabul edilmiş olsa dahi; Hasta
onam formunda hasta ve yakınlarının imzası bulunurken; sorumlu doktorun imzasının
olmayışını kasıtlı olarak göz ardı ederek bu çok önemli etik-yasal sorunu
raporlarına yazmamışlardır.
4- Şüpheliler; Suç
tarihinde KTÜ'de resmi ruhsatlı kök hücre laboratuarı
yokken bu türeden deneysel uygulamaya ait faaliyetleri sorgulamayarak çok açık
suç işleyerek suçu ve suçluları korumuşlardır.
5- Dava Konusu sahte
belgelerin hazırlandığı süreç yani suç tarihî 2004 dür. Bu Etik-Yasa dışı
uygulamada hazırlanmış yasa dışı hasta onam belgelerinde KTÜ adının
kullanılması aldatmaya yönelik sahte belgeler olduğu dosya içeriğinde (EK 3
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi raporu) olduğu halde; Bu
kanıtlanmış gerçekler göz ardı edilerek suç ve suçlu korunmuştur.
6- Suç tarihinde
Sahtecilikle hazırlanmış onam formlarına yazıldığı üzere; ‘Tümör aşıları
tamamen deneysel amaçlarla.yapılmakta olup etkinliği
bilimsel bir metotla henüz ortaya konamamıştır’ ifadesi; yine bu formlardaki
'bu uygulamanın sonuçlarını içeriri yayın hakkı
doktorunuz ve KTÜ Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim dalı ve ATİ Teknolojiye
aittir' ifadesi; yine FORM II Kanser aşısı istek belgelerindeki ‘Klinik
bilimsel sonuçların KTÜ-ATİ teknoloji ile birlikte birinci isim hakkı bana ait
olmak kaydıyla; ortak isim haklarının KTÜ-ATİ teknolojide olmak üzere
paylaşacağımı kabul ediyorum’ ifadeleri bu uygulamaların bilimsel bir çalışma
olduğunu kanıtlamaktadır. Buna karşın şüphelilerin bu ifadelere raporlarında
yer vermemiş olmaları kasıtlıdır.
7- Şüpheliler bu
uygulamaların münferit tedavi uygulamaları olduğunu ifade etmektedirler. Oysa
dava dosya içeriğinde uygulamaları yapan Dr. [E.O.]'nin kendi beyanında bu
uygulamaları 26 hastaya denediği Hacettepe Bilirkişi Raporuyla (EK 4)
kanıtlıdır. Şüpheliler kasıtla bu delilide görmezden
gelerek suç işlemişlerdir.
Dava dosyası içeriğinde bulunan Trabzon Tabip
Odasının (EK 5) ve tarafsız ve en yetkili meslek birliği olan Türk Tabipleri
Birliğinin (EK 3) Onur kurulunun meslekten men-i gerektiren raporu da dikkate
alınmamıştır.
A- Dayanak gösterilen TCK 90/4 ün yürürlüğe
giriş tarihi 01.06.2005 dir. O halde daha önce yasada
deneysel uygulamalara ait bir düzenleme yoktur. Bu tarihten önce ‘bilinen tıbbi
müdahale yöntemlerinin uygulamasının sonuç vermeyeceğinin anlaşılması üzerine
kişi üzerinde rızaya dayalı bilimsel yöntemlere uygun tedavi amaçlı denemeye'
yasalar izin vermemektedir.
B- Kaldı ki; TCK 90/4 maddesinin yürürlüğe
girmesinden önce yürürlükte olan; Tıbbi Deontoloji Tüzüğü, Hasta Hakları
Yönetmeliği, İlaç Araştırmaları Hakkında Yönetmelik ve Helsinki Bildirgesi
deneysel bu türden uygulamaya bu şeklîyle de cevaz vermemektedir.
C- KTÜ adına ve 2004 yılında hazırladıkları
sahte Hasta Onam belgeleri de resmi kurum ve kurul izinleri alınmadan
hazırlanmıştır.
Bu, belgeli olan hukuksuz işlemleri görmezden
gelen şüpheliler; düzenledikleri yanlı rapor ile kamu zararını giderilmesi
hususunda çok açık görevlerini kötüye kullanmışlardır.
Şüpheliler Konuyu özünden uzaklaştırmışlar,
gerçekleri yazmamışlardır; Şöyle ki: Dr. [O.]'nin dava konusu olan
hastalardan aldığı ifade edilen bilgilendirilmiş Hasta onam formu yetkili etik
kurul izninin olmadığını raporlarında ifade etmemişlerdir.
Dava dosyasında Prof. Dr. [E.O.] bizzat kök hücre üreterek çok sayıda hastaya
uyguladığını, bu deneysel uygulamayı KTÜ’ de ruhsatlı bir laboratuar
dahi yokken, bu işlemin kamu kurumu üzerinden yasa dışı yapıldığı; hastadan
malzeme parası adı altında çok büyük paranın alındığı ve harcamaların yapıldığı
belgeli iken, Dr. [E.O.] hakkında
yüksek Danıştayca açılmış çok sayıda ceza davası
bulunurken, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyinin ve Hacettepe
Üniversitesinin bilirkişi raporları Dava Dosyası içeriğinde varken şüpheliler
yanlı, haksız ve gerçeklerden uzak bilirkişilik yaparak suça iştirak
etmişlerdir.
1-A Dava dosyası içeriğindeki belgeler; Prof.
Dr. [E.O.]'nin
uyguladığı aşının münferit hasta uygulamasından uzak bir ilaç çalışması
olduğunu göstermektedir. Bu nedenle TCK 90/4 maddesi kapsamında değil TCK 90/2
maddesi ve ilaç araştırmaları hakkında yönetmelik kapsamında değerlendirilmesi
gerektiği ve Yerel-Merkezi Etik Kurul onaylarının alınmış olması gerekmektedir.
1-B 'Ayrıca Hasta onam formundaki ifadeler
incelendiğinde uygulamanın bir çalışma olduğunu, yapılacak olan yayınlarda isim
sıralamasının dahi güvence alındığını kanıtlamaktadır’.
Buna karşın şüpheliler dava dosyası içeriğinde
var olan bu gerçekleri göz ardı ederek suç işlemişlerdir.
Şüpheliler uzmanlık alanları gereği çok iyi
bilirler ki tck 90/2 de yer alan insan üzerinde
rızaya da yalı bilimsel deneyin ceza sorumluluğu getirmemesi için deneyle
ilgili olarak yetkili kurul veya makamlardan gerekli iznin alınmış olması
koşuluna aykırıdır. Bu koşulun yerine getirilmediği Dava dosyasında kanıtlı
iken bunun görmezden gelinmesi çok açık suç ihlalidir.
Davaya konu alan hasta onam formunun resmiyeti
olmadığı halde; bilgilendirilmiş onam formunda kurum onayı alınmış ve
çalışmaların denetim altında yürütüldüğü izlenimi vermek için KTÜ Tıp Fakültesi
Hematoloji ifadelerinin kullanılması bir yanıltma ve dolandırıcılıktır.
TCK nın 90/4 maddesinin
yürürlüğe girmesinden önce yürürlükte olan Tıbbi Deontoloji Tüzüğü, Hasta
Hakları Yönetmeliği, Helsinki Bildirgesi Dr. [O.]'nın kök hücre aşısı
uygulamasına bu şeklîyle cevaz vermemektedir. Ayrıca Hasta Hakları
Yönetmeliğinin 27. maddesi yönetmeliğin 6. maddesinde yer alan hükümler ile
düzenlenerek tıbbi araştırmalarda kişinin rızası yanında bakanlık iznini şart
koşmaktadır.
Dava konu olayda Bilirkişilik yapan
Şüpheliler; Suç tarihinde kök hücre uygulamalarına dair hasta onanı belgesi
düzenlenmiş olduğunu tespit ettikleri halde; suç tarihinde KTÜ'de kök hücre
üretiminin olmadığı, bu türden bir uygulama için gerekli yasal ve etik alt
yapının suç tarihinde bulunmadığını ktü'de kök hücre
üretiminin olmadığı, bu türden bir uygulama için gerekli yasal ve etik alt
yapının suç tarihinde bulunmadığınıgörmeyerek. KTÜ
Rektörlüğü nezdinde sorgulamayarak çok açık taraf olmuşlar ve suça iştirak
etmişlerdir.
Dr. [E.O.]'nin KTÜ de (kamu
kurumunda) kurumun adına kendi kafasına göre hasta onam formu düzenleyemeyeceği
gerçeğini göz ardı etmişlerdir.
Şüpheliler bu gerçekleri bilmesine rağmen
hukuku oyalamak ve yanıltmak için yalan beyanda bulunarak suç işlemişlerdir.
Şüpheliler dava dosyası içeriğindeki daha önceki kararları görmezden gelerek
yanlı davranmışlar ve menfaatleri için taraf olmuşlardır.
Anılan Hasta Onam Formları (evrakta sahtecilik
ve nitelikli dolandırıcılık vs.) önemli bir delili olup bu formun 'kişisel
bilgi' gibi gösterilmesi ile delillerin karartılması ve yargıdan gizlenmesi
amacı da güdülmüştür. Oysa anılan formların bir nüshası hastaya verilmeli
(hastada bu yapılmamıştır), bir nüshası da hastane resmi dosyasına konulmalı
(Diğer hekimlerin de bilgi ve kontrolüne açık şekilde).
Şüpheliler onam metninde birçok tıbbi ve
hukuki eksiklikler (en başta hastanın bu tedaviden zarar görmesi veya bu tedavi
akabinde ölmesi durumunda ne şekilde tazmin edileceği, sigorta koşulları vs.)
olmasının ötesinde anılan formların başlık kısmında ve metin içerisinde
Karadeniz Teknik Üniversitesi ibaresinin yer aldığını kasıtlı olarak görmezden
gelmiş, bu tüzel kişiliklere durumu sorma gereği bile duymamışlardır.
Bu tüzel kişiliklerin böyle bir form
vesilesiyle hastaların sorumluluğunu üstlenmesi gerekir ki ekli belgeden de
anlaşılacağı üzere böyle bir üstlenme söz konusu olmadığı gibi Dr. [E.O.]'nin sahte belge
düzenlediğinin apaçık kanıtıdır.
NETİCE ve TALEP:
Arzına çalışıldığı üzere kamu kurumu üzerinden
resmi kurul ve kuruma ait belgeye dayandırılmaksızın yasa dışı deneysel kök
hücre ve tümör aşısı uygulayan Dr. [E.O.] hakkında yürümekte olan ceza davası için
düzenledikleri yanlı bilirkişi raporunda hasta ve Kamu haklarını görmezden
gelinerek görevlerini kötüye kullanmışlardır.
Dava dosya içeriğinde mevcut olan ve
şüphelilerin inceledikleri KTÜ adına hazırlanmış olan hasta onam belgelerinin
resmiyetlerini kasıtla sorgulamamışlardır. Adı geçen kurum adına hazırlanmış bu
belgenin Kamu kurumunda uygulamalarına ait hukuki geçerliliği ve resmiyetleri
şüphelilerce kasıtla sorgulanmamıştır.
Yasa dışı yollarla hazırlanmış olan kök hücre
istek belgeleri kişisel veri olamaz. Çünkü Bu sahte
belgelerde Prof. Dr. [E.O.]'nın imzası dahi olmadığı halde şüpheliler hem sahte hem de
imzası olmayan davacı lehine kasıtla bilirkişilik yapmışlar, bu sahte
belgelerde adı gecen kurumlara bu belgelerin resmiyetini sormayarak yürümekte
olan yargıyı etkilemeye çalışmışlardır.
Şüpheliler; kök hücre tedavisi uygulamasının
taşıması gereken yasal koşulları ve bu koşulların sağlandığını gösteren sekil
şartlarının yerine getirilmediği dava dosyası içeriğinde ekli belgelerle
kanıtlı olduğu halde ve bunların bilmemesinin şüphelilerce mümkün olamayacağı
gerçeği göz önündc tutulduğunda; etik-yasa dışı
deneysel uygulamalar yapan Dr. [E.O.]'nın yargıdan kasıtla kaçırılmasına sebebiyet verdiklerinden
şüpheliler hakkında kamu davası açılmasını ve hak ettikleri en ağır cezaya
çarptırılmalarını saygılarımla arz ve talep ederim"
14. Anılan bilirkişilerden İ.Y. (davacı) başvurucunun gerçeğe
aykırı bilirkişilik yapma suçlaması ile suç duyurusunda bulunduğunu, daha sonra
Ankara Tabip Odasına aynı suçlama ile şikâyette bulunduğunu, kendisi ile ilgili
asılsız suçlama ve isnatlarının bilimsel kariyerini de etkileyecek şekilde
devam etmekte olduğunu ve bu isnatların kişilik haklarına ağır saldırı niteliği
taşıdığını belirterek başvurucuya karşı manevi tazminat davası açmıştır.
15. Davaya bakan Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi başvurucunun
şikâyet dilekçesindeki sözlerin şikâyet hakkının kullanılması kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle davayı 8/1/2013 tarihinde
reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısımları şu şekildedir:
"...Hak arama özgürlüğü ile kişilik
haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda hukuk düzeninin bu iki değeri aynı
zamanda koruma altına alınmasının düşünülemeyeceği, daha az üstün olan yararın
daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısındao
olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğunun kabul edileceği hak arama
özgürlüğünün diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, kişinin salt
başkasını zararlandırmak için bu hakkı
kullanamayacağı bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının
kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu
tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olmasının zorunlu olmadığı,
şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa
varlığının yeterli olduğu, bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay
karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının
kullanılmasının uygun olduğunu kabul etmek gerektiği, aksi halde şikayetin hak
arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı
oluşturduğu sonucuna varılması gerektiği, dava konusu olayda davalının şikayeti
üzerine Ankara C.Başsavcılığının ... soruşturma nolu dosyada davacı ile birlikte... ve ... hakkında gerçeğe
ayrıkı bilirkişilik yapmak suçundan kovuşturmaya yer
olmadığı kararı verilmiş ise de, davacının bilirkişilik yaptığı Trabzon 2.
Asliye Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı dosyasında yargılanan ... ve ... hakkında
Danıştay 1. Dairesi'nin... sayılı kararı ile dava açılması ve ...'ya eylemi
nedeni ile Türk Tabipler Birliği tarafından 1 ay meslekten alıkoyma cezası
verilmesine karar verilmiş olması, şikayet dilekçesinin içeriği ve tüm dosya
kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davalının şikayet dilekçesindeki
sözlerinin şikayet hakkının kullanılması kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
anlaşıldığından, davanın reddine karar vermek gerekmiştir..."
16. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 14/1/2014 tarihinde aşağıdaki
gerekçelerle ilk derece mahkemesinin ret kararını bozmuştur:
"Somut olayda; davacı hakkında
kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi ve bilirkişi raporunun mahkeme yönünden
bağlayıcı olmayıp takdiri delillerden olması ve özellikle davalının şikayet
dilekçesinde davacıya yönelik olarak kullanmış olduğu '...görevi kötüye
kullanma, suçu ve suçluyu koruma, kamu zararı ve nitelikli dolandırıcılık...'
şeklindeki ifade, niteleme ve ithamların bir olay anlatımından öte anlamlar
içermesi birlikte değerlendirildiğinde, şikayet hakkı, hak arama özgürlüğü
sınırları dahilinde kullanılmamış olup davacının kişilik haklarına saldırının
gerçekleştiği kabul edilmelidir."
17. İlk derece mahkemesi bozma kararına uyarak 23/10/2014
tarihinde aşağıdaki gerekçelerle davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve
başvurucuyu 2.500 TL tazminat ödemeye mahkûm etmiştir:
"...Mahkememizce bozma ilamına uyulduğu,
somut olayda bozma ilamında belirtildiği gibi bilirkişi görüşünün takdiri delil
olması, davacı hakkında takipsizlik kararı verilmesi ve davalının kullandığı
ifade, niteleme ve ithamlara göre şikayet hakkının
kullanılması sınırlarınının aşıldığı anlaşılmaktadır.
Bu halde, davalının eyleminin davacının kişilik haklarını ihlal etmesi
nedeniyle sözlerin içerik ve niteliği, güdülen amaç ve tarafların sosyo-ekonomik durumları ile hakkaniyete göre, davacının
manevi zararı karşılığı tazminat takdir edilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.."
18. Anılan karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 13/4/2015
tarihinde onanmıştır. Başvurucu, onama kararından hangi tarihte haberdar
olduğuna dair bir açıklamada bulunmamıştır. Bununla birlikte Ulusal Yargı Ağı
Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede onama kararının
başvurucunun vekiline 18/5/2015 tarihinde tebliğ edildiği tespit edilmiştir.
19. Başvurucu 15/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
20. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Ali Abbas Yalman, B. No: 2015/11456, 19/4/2018, §§ 15-18.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 26/12/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu, bilirkişi raporunu eleştirmesi ve şikâyet hakkını
kullanması nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilmesinin adil yargılanma hakkı
ile ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmektedir.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak
Anayasa'nın 26. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
Bu incelemede -başvurucunun tazminat ödemesinin şikâyet dilekçesinde kullanılan
bazı ifadelere dayandırılması nedeniyle- Anayasa'nın hak arama hürriyetini
düzenleyen ilgili maddelerinin de dikkate alınması gerekir.
24. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya
başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.
Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da
vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,...
başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla
sınırlanabilir…”
25. Anayasa'nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
26. Anayasa'nın "Temel
hak ve hürriyetlerin korunması" kenar başlıklı 40. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri
ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının
sağlanmasını isteme hakkına sahiptir."
27. Anayasa'nın "Dilekçe,
bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı" kenar başlıklı
74. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Vatandaşlar ve
karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar
kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili
makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına
sahiptir."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
29. Şikâyet dilekçesinde kullandığı ifadeler nedeniyle başvurucu
aleyhine 2.500 TL tazminata hükmedilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile
başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.
b. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
30. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın
ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ...
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
31. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın
ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
32. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24.
ve 25.maddelerinin kanunla sınırlama
ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
33. Başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesine ilişkin
kararın başkalarının şöhret veya haklarının
korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç
taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum
Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel
İlkeler
(a)
Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi
34. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri
ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade
özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe
ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek
başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi,
anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına
gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü
araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi
gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu
çabaların hoş görüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir.
Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin
barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama
ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151,
4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK],
B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel
Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).
(b)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun
Olması
35. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik
toplum düzeninin gereklerine uygun
kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı
bir müdahale olması gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme,
sınırlamanın amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç
arasındaki ilişki üzerinde temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz.
Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum
düzeninin gereklerine aykırı olmama ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama biçiminde iki ayrı kritere
yer verilmiş olmakla birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup
aralarında sıkı bir ilişki vardır (Bekir
Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali
Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2018/69, K.2018/47, 31/5/2018, § 15; AYM,
E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18).
36. İfade özgürlüğü üzerindeki sınırlamanın demokratik bir
toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve
istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir
toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya
elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem
olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veyaulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır
olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı
söylenemeyecektir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet
Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan,
§ 51).
37. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini
ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 26. maddesinin
ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp
sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı
ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında
olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Bekir
Coşkun,§§
44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No:
2015/3378, 5/7/2017,§§ 58, 61, 66).
38. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile
başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına
işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun
menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer
bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengeninkurulmasına
işaret etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine
terazinin diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine
nazaran açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık
ilkesi yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir. Kamu gücünü kullanan
organların düşüncelerin açıklanmasına ve yayılmasına müdahale ederken ifade
özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır basan korunması
gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların
varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (bazı farklılıklarla
birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, §§ 59, 68).
39. Buna göre ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya dazorunlu
bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.
(c) Bireyin
Şeref ve İtibarının Korunmasında Devletin Pozitif Yükümlülüğü
40. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi
bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına
keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle
yükümlüdür (Nilgün Halloran,
B. No: 2012/1184, 16/7/2014, §
41; Adnan Oktar (3), B. No:
2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun,
§ 45; Önder Balıkçı, B. No:
2014/6009, 15/2/2017, § 44).
41. Devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında
bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal
makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet
bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten
korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
42. Devletin kişilerin maddi ve manevi varlıklarına yapılan
müdahaleler bakımından söz konusu pozitif yükümlülüğü; müdahalelere karşı
etkili mekanizmalar kurmak, bu kapsamda gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan
yargısal prosedürleri sağlamak ve bu suretle yargısal ve idari makamların
bireylerin idare ve özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir
karar vermesini temin etmek sorumluluğunu da içermektedir (Hüdayi Ercoşkun, B. No: 2013/6235,
10/3/2016, § 94).
(d) Hak
Arama Hürriyeti
43. Anayasa'nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin
birinci fıkrasında, kişilerin hak arama özgürlükleri güvence altına alınmıştır.
Hak arama özgürlüğü, toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri olmasının
yanında bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme yoludur.
İnsan varlığını soyut ve somut değerleriyle koruyup geliştirmek amacıyla
hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama, bu konuda tüm yollardan
yararlanma hakkını içeren hak arama özgürlüğü hukuk devletinin ve çağdaş
demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biridir (AYM, E.2014/86, K.2015/109,
25/11/2015, § 91; Ali Abbas Yalman,
§ 28).
44. Hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir
(AYM, E.2015/61, K.2016/172, 2/11/2016, § 123; Ali
Abbas Yalman, § 29).
45. Öte yandan Anayasa'nın 36., 40. ve 74. maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde hak arama hürriyeti sadece yargısal başvuru yollarını değil
idari başvuru yollarını ve duruma göre Türkiye Büyük Millet Meclisine başvuruyu
da içeren siyasi başvuru yollarını kapsamaktadır (Ali Abbas Yalman, § 30).
(e) Çatışan
Haklar Arasında Dengeleme
46. Mevcut başvuruya benzer başvurularda, başvurucunun
Anayasa'nın 36. ve ilgili diğer maddelerinde güvence altına alınan hak arama
hürriyeti ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına
alınan ifade özgürlüğü ile davacınınAnayasa’nın 17.
maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkı arasında adil bir dengenin gözetilip
gözetilmediğinin değerlendirilmesi gerekir. Bu, soyut bir değerlendirme
değildir (Ali Abbas Yalman, §
32).
47. Maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı ile hak
arama hürriyetiyle bağlantılı olarak ifade özgürlüğünün karşı karşıya geldiği
durumlarda çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya
uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şöyledir:
i. Hak arama hürriyetinin kullanılmasını haklı gösterecek
-oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- emarelerin varlığı
ii. Hak arama hürriyetinin sırf üçüncü kişilere zarar vermek
amacıyla kullanılıp kullanılmadığı
iii. Hak arama hürriyetinin kamu görevlilerine karşı
görevlerinin yerine getirilmesiyle ilgili konularda kullanılıp kullanılmadığı
iv. Hak arama hürriyetinin kullanılması esnasında hedef alınan
kişiye yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça
zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunup bulunmadığı ve uyuşmazlığın
çözümüne katkısının olup olmadığı
v. Hak arama hürriyetinin kullanılması esnasında dile getirilen
ifadeler ve bunların hedef alınan kişinin yaşamına etkileri (Ali Abbas Yalman, § 33).
(f) Maddi Olgular ile Değer Yargısı Arasındaki Fark
48. Öte yandan dava konusu söylemlerin maddi vakıaların
açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi önemlidir. Bu noktada maddi
olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi
olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün
olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç [GK],
B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 57; İlhan Cihaner (2), § 64). Ancak bir açıklamanın
tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı
ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine
göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı
ölçüsüz olabilir (Cem Mermut,
B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48).
(g) İfade
Özgürlüğüne Yapılan Müdahalenin Gerekçesi
49. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin
temel ekseni, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan kararlarında
dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun
olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır. İfade
özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan
kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26.
maddesini ihlal edecektir.
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
50. Başvuru konusu olayda davacı, başvurucunun şikâyeti üzerine
başlayan bir süreçte tıbbi bir vaka ile ilgili olarak görülen bir ceza
davasında mahkemece atanan bilirkişiler arasındadır. Anılan ceza davasında
davacının da aralarında bulunduğu bilirkişiler başvurucunun savlarına aykırı
olan bir rapor sunmuşlardır.
51. Başvurucu kendi argümanlarına karşı olan bilirkişi raporunu
hazırlayanlar hakkında ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur.
Anılan bilirkişilerden biri olan davacı da başvurucunun şikâyet dilekçesinde
kullandığı ifadelerin kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle manevi
tazminat davası açmıştır. Tazminat davası kısmen kabul edilmiş ve başvurucu
aleyhine tazminata hükmedilmiştir.
52. Bilirkişiler hakkındaki şikâyet dilekçesinin sunulmasından
önce başvurucunun yaptığı bir suç duyurusu üzerine başlayan (bkz. § 10),
davacının bilirkişilik yaptığı (bkz. § 12) Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesinin
dosyasında yargılanan bazı kişiler hakkında Danıştay 1. Dairesinin lüzum-u
muhakeme kararı ile dava açılmış (bkz. § 11); bu davadaki sanıklardan birine
eylemi nedeni ile Türk Tabipler Birliği tarafından bir ay meslekten alıkoyma
cezası verilmiş (bkz. §§ 13, 15) ve davacının da aralarında bulunduğu
bilirkişiler başvurucunun savlarına aykırı olan bir rapor (bkz. § 11)
sunmuşlardır. Bu bağlamda başvuru konusu olayla ilgili tüm bu süreçler birlikte
değerlendirildiğinde başvurucunun şikâyetinin olgusal bir temeli
bulunmadığından ve sırf davacıya zarar verme amacıyla yapılmış olduğundan söz
etme imkânı yoktur.
53. Öte yandan başvurucu; şikâyetini bilirkişi sıfatıyla kamusal
bir fonksiyonun icrasına katkı sunan davacıya karşı, davacının görevi
dolayısıyla yapmıştır. Bu kapsamda kamusal faaliyetin yürütülmesine katılan davacının
görevinin ifasıyla ilgili olarak yapılan şikâyetlere belli ölçüde katlanması
gerekir.
54. İlk derece mahkemesinin ve Yargıtay kararında yer aldığı
şekliyle başvurucu, şikâyet dilekçesinde davacıya yönelik olarak "...görevi kötüye kullanma, suçu ve suçluyu
koruma, kamu zararı ve nitelikli dolandırıcılık..." gibi bazı
isnatlarda bulunmuştur. Ancak nitelikli
dolandırıcılık şeklindeki isnadın başvurucuyu değil hakkında lüzum-u
muhakame kararı verilen diğer kişileri hedef aldığı
şikâyet dilekçesinden (bkz. § 13) açıkça anlaşılmaktadır. Bundan ayrı olarak "...görevi kötüye kullanma, suçu ve suçluyu
koruma, kamu zararı" gibi isnatlardan davacının belli ölçüde
incinmiş olduğu kabul edilse bile söz konusu isnatların taraflar arasındaki
uyuşmazlık konusuyla ilgisiz oldukları ve ayrıca bunlara benzer kavramlar
kullanılmadan başvurucunun şikâyetini yapabileceği söylenemez.
55. Başvurucu esas olarak şikâyet dilekçesinde yer verdiği
birtakım olgulardan hareketle davacının da aralarında olduğu bilirkişilerin
dosya içeriğine uygun olmayan bir biçimde, görevlerini hakkıyla yapmadıklarını
ve rapor düzenlerken sanık lehine olacak şekilde bir tutum takındıklarını ifade
etmeye çalışmakta ve bilirkişilerin bu tutumlarını kendi bakış açısına göre
bazı suçlarla nitelendirmektedir. Bu çerçevede kişilerin hak arama hürriyetinin
kullanımı esnasında ileri sürdükleri iddiaları açıklarken iddiaların muhatabı
olan kişilerle ilgili belli ölçüde olumsuz değerlendirmelerde bulunması da
hoşgörüyle karşılanmalıdır (Ali Abbas Yalman,
§ 38).
56. Buna karşın derece mahkemeleri, maddi ve manevi varlığını
koruma ve geliştirme hakkı ile hak arama hürriyetiyle bağlantılı olarak ifade
özgürlüğü arasında bir denge kurma işlemi yapmış ancak davaya konu şikâyet
dilekçesinde yer verilen ifadeleri, şikâyete sebebiyet veren olgularla birlikte
değerlendirmemiştir. Derece mahkemeleri olgusal bir temele sahip olmadığı
takdirde aşırı olarak değerlendirilebilecek ifadeleri, olayın bütünlüğünü
gözetmeksizin değerlendirme konusu yapmıştır.
57. Bu sebeple derece mahkemelerinin karar gerekçeleri
başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olduğunu
göstermek bakımından ilgili ve yeterli bir gerekçelendirme sayılamaz.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 26.
maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
60. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60) kararında,
Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında
ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda
genel ilkelere yer verilmiştir.
61.Başvurucu, ihlalin tespiti ile 20.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
62. Anayasa Mahkemesi başvurucuya yönelik tazminat şeklindeki
müdahale demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşulunu
sağlamadığından başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna
varmıştır. Somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
63. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması
gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve
nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. Asliye Hukuk
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
64. Başvurucuya ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle yalnızca
ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 4.000
TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına
alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. Asliye Hukuk
Mahkemesine (E.2014/264, K.2014/386) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
26/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.