TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
EMRAH EGEÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/9714)
|
|
Karar Tarihi: 11/12/2018
|
R.G. Tarih ve Sayı: 24/1/2019-30665
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz
AKINCI
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
Raportör
|
:
|
Şermin
BİRTANE
|
Başvurucu
|
:
|
Emrah EGEÇ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, hatalı enjeksiyon sonucu sakat kalınması nedeniyle
maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/6/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu 25/9/2007 tarihinde geçirdiği trafik kazası
sonucunda el parmaklarında uyuşukluk ve şişme şikâyetiyle Sakarya ili Adapazarı
Yenikent Devlet Hastanesine müracaat etmiştir. Burada
muayeneyi yapan doktorun talimatıyla hemşire tarafından başvurucuya iğne
yapılmıştır. Bunun sonucunda başvurucunun sol bacağında uyuşma ve his kaybı
meydana gelmiş ve başvurucu topal hâle gelmiştir.
8. Başvurucu anılan sağlık kurumuna birçok kez başvurmuş ancak
tedaviden bir sonuç alamamıştır. Ayrıca Kasımpaşa Asker Hastanesinin 29/12/2010
tarihli raporunda uyluk kasları ile birlikte diz altındaki bütün kaslarda sinir
lezyonuna bağlı hasar olduğu tespiti yapılmış ve başvurucunun askerliğe
elverişli olmadığı belirtilmiştir.
9. Sakarya Valiliğinin konu hakkında başlattığı ön inceleme
kapsamında Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr.
D.K. tarafından verilen 11/7/2011 tarihli bilirkişi raporunda, başvurucuda
tespit edilen peroneal
sinir hasarının muhtemelen yapılan enjeksiyon ile ilgili olduğu kanaatine
varıldığı bildirilmiştir. Raporda, literatüre bakıldığında rahatsızlığın en
önemli nedeninin derin peroneal
sinirin enjeksiyon esnasında travmaya bağlı olarak geliştiğinin bilindiği, bu
travmanın bir nedeninin yanlış yere enjeksiyon olduğu, diğer bir nedeninin de
derin peroneal sinirin anatomik varyasyonuna bağlı
olabileceği belirtilmiştir. Raporda ayrıca o dönem Yenikent
Devlet Hastanesinde acil servis doktoru olan V.Ş. ile telefonda konuşulduğu,
kendisinin hastaya o gün müdahale ettiğini, dikloran
ampul önerdiğini, iğne sonrası düşük ayak geliştiğini ifade ettiği, ancak
enjeksiyonu yapan kişiyi tespit edemediklerini bildirdiğinden uygulayan kişinin
görüşünün alınamadığı ifade edilmiştir.
10. Başvurucu Sağlık Bakanlığı aleyhine Sakarya 1. İdare
Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi tazminat davası açmıştır.
11. Mahkeme, konu hakkında Adli Tıp Kurumundan (ATK) bilirkişi
raporu almıştır. ATK'nın 7/1/2013 tarihli raporunda,
kişiye gluteal bölgeden intramuskuler
enjeksiyon yapıldığının belirlendiği, enjekte edilen ilaçların doku içi
yayılımı ile sinir hasarına neden olabileceklerinin, enjeksiyonların tekniğinin
uygun yapılması durumunda da daha önceden öngörülemeyecek ve önlenemeyecek
arazların ortaya çıkabileceğinin tıbben bilindiği ve bu durumun, her türlü
tıbbi özene rağmen oluşabilecek, herhangi bir kusur ve ihmalden kaynaklanmayan
komplikasyon olarak nitelendirildiği belirtilmiştir. Raporda,enjeksiyonun yapılış tekniği ve uygulanan
bölgenin uyumsuzluğu yönünden tıbbi bir delil tanımlanmadığından tüm bulgular
bir bütün olarak değerlendirildiğinde, enjeksiyonu uygulayan sağlık personeline
ve enjeksiyon yapılması talimatını veren hekime herhangi bir kusur izafe
edilemediği, yapılan tıbbi işlemlerde ve tedavi sürecinde bir hizmet kusuru
bulunmadığı bildirilmiştir.
12. Mahkeme 29/5/2013 tarihli kararıyla oyçokluğuyla davayı
reddetmiştir. Karar gerekçesinde ATK'dan alınan
bilirkişi raporunda başvurucunun rahatsızlığının herhangi bir kusur ve ihmalden
kaynaklanmayan komplikasyon olarak nitelendirildiğinin tespit edilmiş olduğu,
bu durumda idarenin hizmet kusurundan söz edilemeyeceği ve tazminat ödemekle
sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir.
13. Muhalif üye görüşünde ise ATK'dan
alınan bilirkişi raporunda sadece enjeksiyon sonucu yaşanabilecek
komplikasyonların anlatıldığı, somut olaya özgü bir araştırma ve incelemenin
yapılmadığı, bu nedenle raporun hükme esas alınmasının mümkün olmadığı
belirtilmiştir.
14. Söz konusu karar Danıştay 15. Dairesinin 6/5/2014 tarihli
kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 11/2/2015 tarihli
kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 9/5/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
15. Başvurucu 8/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
16. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı
İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Tabipler,
diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta
küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei
cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi
olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye
muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere
ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.”
17. 1/2/1999 tarihli Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın
26. maddesi şöyledir:
“Hekim
hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin
türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı
riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen
tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi
seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel,
toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler
hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında
bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü
girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam,
baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.
Acil durumlar ile hastanın reşit olmaması veya
bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal
temsilcisinin izni alınır. Hekim temsilcinin izin vermemesinin kötü niyete
dayandığını düşünüyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum adli
mercilere bildirilerek izin alınmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim
başka bir meslektaşına danışmaya çalışır ya da yalnızca yaşamı kurtarmaya
yönelik girişimlerde bulunur. Acil durumlarda müdahale etmek hekimin
takdirindedir. Tedavisi yasalarla zorunlu kılınan hastalıklar toplum sağlığını
tehdit ettiği için hasta veya yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamı alınmasa
da gerekli tedavi yapılır.
Hasta vermiş olduğu aydınlatılmış onamı
dilediği zaman geri alabilir.”
18. 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 15. maddesinin, 8/5/2014
tarihli değişiklikten önceki hâli şöyledir:
“Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak
tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbî
müdahale usûlleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde
ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçlan ve hastalığın seyri ve neticeleri
konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir.
Sağlık durumu ile ilgili gereken bilgiyi,
bizzat hasta veya hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı olması
halinde velisi veya vasisi isteyebilir. Hasta, sağlık durumu hakkında bilgi
almak üzere bir başkasına da yetki verebilir. Gerek görülen hallerde yetkinin
belgelendirilmesi istenilebilir.”
19. Yönetmeliğin “Rızanın
Kapsamı” başlıklı 31. maddesinin, 8/5/2014 tarihli değişiklikten
önceki hâli şöyledir:
“Rıza
alınırken hastanın veya kanunî temsilcisinin tıbbî müdahalenin konusu ve
sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın,
uygulanacak tıbbî müdahale için verdiği rıza, bu müdahalenin gerektirdiği sair
tıbbî işlemleri de kapsar. Ancak, tıbbî işlemlerin uygulanmasında, bu
Yönetmelik'te ve diğer mevzuatta belirlenen hakların ihlâl edilmemesi için
azamî ihtimam gösterilir.”
B. Uluslararası Hukuk
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1)
Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi
hakkına sahiptir.”
21. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye
(k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
22. AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ilefiziksel ve ruhsal
bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak
şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD],
53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye).
23. AİHM'e göre taraf devletler,
uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında
doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici
tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak, hastanın önceden
bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya
çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu
tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye
(k.k.),
B. No: 28870/05, 25/5/2010;Trocellier/Fransa).
24. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi
için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında
ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59 ).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 11/12/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; enjeksiyonu yapan hemşirenin kim olduğunun Yenikent Devlet Hastanesi tarafından dahi bilinmediğini,
derece mahkemesince yapılan yargılamada ve ATK tarafından verilen raporda da bu
hususun ortaya konulamadığını, eksik incelemeyle davanın reddedildiğini
belirtmiştir. Başvurucu; enjeksiyonun muhtemel yan etkileri ve riskleri
konusunda da kendisine hiçbir bilgi verilmediğini, Yönetmeliğe aykırı
davranıldığını, bu nedenlerle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve adil
yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
28. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
30. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup, söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
31. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
32. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin ve yargısal sürece ilişkin usule dair
iddialarının ilgili maddi hakkın esasına dair inceleme kapsamında
değerlendirilmesi gerektiğinden Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
34. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
35. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere
pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No:
2013/1943, 9/9/2015, § 44).
36. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§
51).
37. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
38. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına, adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarında makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine
getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıkları ya da ne ölçüde yaptıkları da Anayasa
Mahkemesi tarafından değerlendirilmelidir. Derece mahkemeleri tarafından bu
konuda gösterilecek hassasiyet, yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek
benzer hakihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu
önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin
Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266,
25/1/2018, § 32).
39. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir (Yasin Çıldır, § 64).
Başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin
vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi
değildir (Mehmet Çolakoğlu, B.
No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin
somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi
için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine
tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi
gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin
ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
40. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
41. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi
müdahale, ilgili kişinin bilgilendirilerek rızasının alınmasından sonra
yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak
için, uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında
kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bu aydınlatma, tıbbi müdahalenin hatasız
yapılması ya da gerekli tüm önlemlerin alınması halinde bile meydana
gelebilecek kalıcı veya geçici olumsuz sonuçları da içermelidir. Bunun yanı
sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir
kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır
(Hilmi Düzgüner,§ 55; Ahmet Acartürk, § 56).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
42. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir.
43. Somut olayda ATK tarafından verilen ve derece mahkemesi
tarafından hükme esas alınan raporda soyut olarak enjeksiyon sonucu ortaya
çıkabilecek komplikasyonlardan bahsedildiği görülmektedir. Buna karşın raporda
başvurucunun bacağında meydana gelen duyu kaybının ilgili doktor ve hemşirenin
kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı bakımından somut olaya özgü koşulların incelenmediği,
enjeksiyonu gerçekleştiren kişinin kim olduğunun dahi belirlenmediği, aynı
şekilde başvurucuya uygulanan enjeksiyonun yapılış tekniği bakımından hatalı
olup olmadığı konusunda herhangi bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu
durumda bilirkişi raporunda varsayımlara dayalı görüşün ötesinde başvurucunun
sakat kalmasına yol açan enjeksiyon uygulamasında tıbbi hata olup olmadığı
konusunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilmediği sonucuna
varılmaktadır.
44. Diğer taraftan başvurucunun söz konusu tıbbi müdahaleden
önce kendisinin yeterince aydınlatılmadığı ve gerektiği şekilde rızasının
alınmadığı yönünde bir şikâyeti de bulunmaktadır.
45. Hukukumuzda hasta hakları, tıbbi işlemlerden önce kişilerin
bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ve Sağlık
Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi konusunda
oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (bkz.
§§16-19; Ahmet Acartürk, § 66).
Ancak bu düzenlemelerin teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa'nın
17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde
uygulanması gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu,
B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 49).
46. Somut olayda başvurucu kendisine enjeksiyon öncesinde
öngörülebilen riskler ve komplikasyonlar konusunda bilgi verilmediğini ve bu
sebeple rızasının usulüne uygun olarak alınmadığını belirtmiştir. ATK
tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda enjeksiyonun tıbben bilinen birtakım
komplikasyonları olduğu açıklanmasına karşın bu riskler hakkında başvurucuyu
aydınlatma yükümlülüğüne ilişkin bir değerlendirme bulunmamaktadır. Ayrıca
başvurucunun söz konusu iddialarını yargılama sürecinde derece mahkemeleri
önünde ileri sürdüğü, ancak idare mahkemesi ve Danıştay kararlarında bu konuyla
ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği anlaşılmaktadır.
47. Sonuç olarak başvurucunun vücut bütünlüğünde meydana gelen
sakatlığın ilgili doktor ve hemşirenin kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı
bakımından olaya özgü koşulların incelenmediği, somut bulgulara dayalı yeterli
bir gerekçe ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır (§ 43). Aynı şekilde
başvurucunun enjeksiyon hakkındaki komplikasyon ve riskler hakkında aydınlatılmadığı
iddiası yönünden de derece mahkemelerince herhangi bir değerlendirme
yapılmadığı, konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı
görülmektedir. Üstelik başvurucunun belirtilen iddia ve şikâyetleri,
yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla
yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi
ve manevi varlığının korunması hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif
yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. ...”
50. Başvurucu, ihlalin tespitine hükmedilmesini talep etmiştir.
Tazminat talebi bulunmamaktadır.
51. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan (B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, Anayasa
Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve
sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel
ilkelere yer verilmiştir (Mehmet Doğan,
§§ 57-60).
52. Başvuruda, vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlığın
ilgili doktor ve hemşirenin kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı bakımından
somut olaya özgü koşulların incelenmediği, enjeksiyonu gerçekleştiren kişinin
kim olduğunun dahi belirlenmediği, ayrıca başvurucunun komplikasyon ve riskler
konusunda aydınlatılmadığı iddiaları yönünden derece mahkemelerince konuyla
ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığından maddi ve manevi varlığın
korunması hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
53. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda maddi ve manevi varlığın korunması
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama
ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece
mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme
kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar
verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama
yapılmak üzere Sakarya 1. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi
gerekir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan oluşan
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin maddi ve manevi varlığın korunması
hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama
yapılmak üzere Sakarya 1. İdare Mahkemesine (E.2011/905, K.2013/558)
GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.