TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SELİM ÇOBANOĞLU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/10652)
|
|
Karar Tarihi: 30/10/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Heysem KOCAÇİNAR
|
Başvurucu
|
:
|
Selim
ÇOBANOĞLU
|
Vekili
|
:
|
Av. Hasan
BIYIKLI
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, davanın sonucunu etkileyen iddiaların gerekçeli
kararda cevapsız bırakılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 29/6/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
9. Başvurucu ile Tarım Kredi Kooperatifi (Koperatif)
arasında 24/5/2008 tarihinde iş sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmede; yapılacak
işin niteliği, sözleşmenin süresi, işin görüleceği yer, işe başlama tarihi,
ödenecek ücret, sözleşmenin hangi şartlarda feshedileceği ve cezai şart gibi
hususlar maddeler hâlinde düzenlenmiştir.
10. Ceza şartı öngören sözleşmenin 10. maddesi ''Aday personel bu sözleşme süresince çalışmayı
kabul ve taahhüt eder. Sözleşmenin yürürlük süresi içinde (2 aylık süreden
sonra) taraflardan biri bu sözleşmeyi (4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/II ve 18-21
maddeleri ile Personel Yönetmeliğinin aday personele ilişkin özel hükümleri ve
disiplin cezalarına ilişkin genel hükümleri dışında) haksız ve geçersiz olarak
feshederse diğer tarafa işçinin ihbar tazminatına esas giydirilmiş en son aylık
ücretinin 6 aylık tutarı kadar cezai şartı nakden ve defaten ödemekle
yükümlüdür.'' hükmünü içermektedir.
11. Sözleşmenin imzalanmasıyla birlikte 24/9/2008 tarihinde işe
başlayan başvurucu 2/6/2009 tarihinde işveren Kooperatif'e
işten ayrılma isteğini bildirmiştir.
12. Kooperatif, işten ayrılmak isteyen başvurucudan sözleşmenin
10. maddesindeki cezai şart uyarınca 9.202,50 TL'yi ödemesini istemiş;
başvurucu alacağının mahsubundan sonra kalan miktarı 10/6/2009 tarihinde
Kooperatife ödemiştir.
13. Başvurucu 6/6/2011 tarihli dava dilekçesinde, Kooperatifle
yapılan sözleşmenin belirsiz süreli bir sözleşme olduğunu, cezai şartın kendi
aleyhine hükümler içermesi nedeniyle denklik ilkesine aykırı olduğunu,
tarafların ekonomik gücü dikkate alındığında miktar itibarıyla adaletsiz bir
sonuç doğurduğunu ve geçerli kabul edilse dahi çalıştığı süre dikkate alınarak
hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini belirterek ödemiş olduğu miktarın
istirdadına karar verilmesini istemiştir.
14. Ankara 6. İş Mahkemesi (Mahkeme) 31/1/2013 tarihli kararla
başvurucunun yapmış olduğu iş nazara alındığında sözleşmenin belirsiz süreli iş
sözleşmesi niteliğinde olduğu ancak başvurucunun sözleşmenin 10. maddesiyle
asgari bir yıl çalışmayı taahhüt ettiği saptamasında bulunmuştur. Mahkeme, bu saptamadan
sonra başvurucunun asgari olarak çalışması gereken bir yıllık süre dolmadan iş
akdini haksız olarak feshettiğini ve cezai şarta ilişkin olarak sözleşmenin 10.
maddesinin her iki tarafı yükümlülük altına soktuğundan geçerli olduğunu
belirterek çalışılan günler itibarıyla ödenmesi kararlaştırılan cezai şart
miktarından hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğine işaret etmiş ve davanın
kısmen kabulüne karar vermiştir.
15. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay 22. Hukuk
Dairesi 26/6/2014 tarihli kararla taraflar arasında asgari çalışma süreli
hizmet sözleşmesi bulunduğunu belirtmiş ve başvurucunun haklı bir sebep olmadan
iş ilişkisini sona erdirmesi nedeniyle cezai şart olarak öngörülen miktarın
tamamını ödemesi gerektiğine işaret ederek ilk derece mahkemesi kararını
bozmuştur.
16. Mahkeme bozma ilamına uymuş ve 19/11/2014 tarihli kararla
bozma kararındaki esasları tekrar ederek davanın reddine karar vermiştir.
17. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 22.
Hukuk Dairesi 27/4/2015 tarihli kararla hükmü onamıştır.
18.Nihai kararın başvurucuya tebliğine ilişkin olarak dosyada
herhangi bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. Başvurucu 29/6/2015 tarihinde
bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükümleri
19. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 8. maddesinin
(1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi)
bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi
üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. İş sözleşmesi, Kanunda aksi belirtilmedikçe,
özel bir şekle tâbi değildir."
20. 4857 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak
yapılmadığı halde sözleşme belirsiz süreli sayılır. Belirli süreli işlerde veya
belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi
objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında yazılı şekilde
yapılan iş sözleşmesi belirli süreli iş sözleşmesidir.''
21. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun
179. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa
edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden
anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın
ifasını isteyebilir. İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı halde
sözleşme belirsiz süreli sayılır.''
22. 6098 sayılı Kanun'un 182. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Taraflar, cezanın miktarını serbestçe
belirleyebilirler."
23. 6098 sayılı Kanun'un ''Ceza
koşulu ve ibra'' kenar başlıklı 420. maddesinin (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Hizmet sözleşmelerine sadece işçi
aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.''
B. Yargısal Kararlar
24. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 22/11/2016 tarihli ve
E.2016/29069, K.2016/20651 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"4857 Sayılı İş Yasasında cezai şarta
ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Cezai Şart, 818 sayılı Borçlar
Kanunu’nun 158-161, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu’nun 179-180 maddelerinde düzenlenmiştir. 6098 sayılı TBK.’un 420. maddesinde de hizmet sözleşmelerine sadece
işçi aleyhine konulan ceza koşulunun geçersiz olduğu belirtilmiştir. Genel
hüküm niteliğinde olması sebebiyle Borçlar Kanunu dışındaki uyuşmazlıklar
bakımında da bu hükümler uygulanmamaktadır. İşçi lehinde tek taraflı ceza
koşulu içeren sözleşme hükümleri geçerlidir. Bunun yanında ceza koşulunun
özellikle işveren lehine geçerli olabilmesi için karşılıklı olması ve eşit
koşulları taşıması, denk olması gerekir.
Dosya kapsamına göre; her ne kadar yerel
mahkemece davanın kısmen kabulüne ve davalı işçinin sözleşmede kararlaştırılan
cezai şartın tahsiline karar verilmiş ise de, taraflar
arasındaki hizmet sözleşmesinin 8/a maddesinde düzenlenen cezai şart hükmünün
incelenmesinden işveren açısından 'İş Kanunu 25. madde dışında bir sebeple
fesih' şeklinde bir şartın yer aldığı, işçi yönünden ise haklı fesih hali
öngörülmeden salt 'sözleşme süresi dolmadan işi bırakanlar' ibaresi koyulduğu
anlaşılmaktadır. Bu halde cezai şartın karşılıklı olduğundan
bahsedilemeyecektir. Taraflar arasındaki denge işçi aleyhine bozulmuş olup, bu
nedenle cezai şart geçersiz olduğundan, davacıların cezai şart talebinin reddi
yerine kabulü hatalıdır.''
25. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 25/9/2017 tarihli ve
E.2015/16777 K.2017/19243 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Cezai şart, mevzuatımızda Borçlar
Kanunu'nda düzenlenmiş olup, İş Kanunlarında konuya dair bir hükme yer
verilmemiştir. Asgari süreli sözleşmelerde cezai şart konulamayacağı yönünde
bir düzenleme bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu tür iş sözleşmelerinde, cezai
şart içeren hükümler, karşılıklılık prensibinin bulunması halinde kural olarak
geçerlidir.
Dosya içeriğinden, sözleşmedeki düzenlemenin
karşılıklılık prensibine uygun olduğu, davacı işçinin işten ayrılış
dilekçesinde haklı sebebe dayanmadığı, yargılama aşamasında da bu yönde bir
iddiada ve ispatta bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ancak cezai şart miktarının
belirlenmesinde oranlama ve indirim yapılması gerekmektedir. Şu halde, davacının çalıştığı ve çalışması gereken süreler
oranlanmak ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 182. maddesinin son fıkrası
gereği indirim yapılmak suretiyle belirlenecek cezai şart miktarının, davacının
yaptığı cezai şart ödemesi ile karşılaştırılarak, davacı tarafından fazla ödeme
yapılıp yapılmadığının tespit edilmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi
gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.''
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 30/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gerekçeli Karar
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
ve Bakanlık Görüşü
27. Başvurucu; cezai şartın geçerli olabilmesi için taraflara
tanınan haklar ve yüklenen yükümlülükler arasında bir denklik bulunması
gerekirken düzenlenen sözleşmenin kendi aleyhine hükümler taşıdığını, anılan
iddialarını dile getirmesine rağmen derece mahkemelerince bu hususta herhangi
bir değerlendirme yapılmadan karar verildiğini ve aynı nedene dayalı olarak
açılıp Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen birçok davada bu husus gözönünde tutularak işçiler lehine karar verildiğini
belirtip adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
28. Bakanlık görüşünde, ilk derece mahkemesi kararında cezai
şartın geçerliliği hakkında bir değerlendirme yapıldığı ileri sürülmüştür.
29. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında; Bakanlık
tarafından verilen cevabın somut uyuşmazlığa çözüm getirmekten uzak olduğunu
belirtmiştir.
2. Değerlendirme
30. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü cezai şartın
unsurlardan olan denklik hususu hakkında herhangi bir değerlendirme
yapılmamasına ilişkin olduğundan bu iddiaların adil yargılanma hakkı
kapsamındaki gerekçeli karar hakkı bakımından incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) metni ile Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma
hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36.
maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa
Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında
ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak
suretiyle gerek Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla
adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın
36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher
Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından
açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine
ilişkin düzenlemenin gerekçesinde, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce güvence altına alındığı hususuna atıfta bulunularak adil
yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim AİHM'in birçok kararında, gerekçeli karar hakkının
Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun
yargılanma hakkı kapsamında yer aldığı belirtilmiştir. Dolayısıyla gerekçeli
karar hakkının Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı
kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmelidir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868,
19/4/2017, § 75).
35. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da "Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır." denilerek mahkemelere kararlarını
gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği
anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
36. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde
yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme
sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip
incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına
verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de
gerekli olmaktadır (Sencer Başat ve
diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
37. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen
her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı olarak yanıt
verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine
sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değillerse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013,
§ 56) gerekçeli karardan davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu
anlaşılmalıdır.
38. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği
davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut
bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması,
başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde
davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile
yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve
diğerleri, § 35).
39. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu
kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve
yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul
veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir
(Sencer Başat ve diğerleri, §
39).
40. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin
kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir
atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus; temyiz merciinin
bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece
mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
41. Mahkemenin 31/3/2013 tarihli kararında, taraflar arasındaki
iş sözleşmesinin asgari süreli olup başvurucunun asgari olarak çalışmayı
taahhüt ettiği süreden önce haklı bir sebep olmadan sözleşmeyi sona erdirdiği
ve iki taraf için yükümlülükler içermesi nedeniylesözleşmenin
cezai şarta ilişkin hükümlerinin geçerli olduğu tespitinde bulunulmuştur.
Mahkeme, çalışılan süreyi esas alıp hakkaniyet indirimi yaptıktan sonra bir
miktar tazminata karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi,
cezai şartın geçerli olduğuna işaret etmiş ve haklı bir sebep olmadan iş
ilişkisini sona erdiren başvurucunun kararlaştırılan cezai şartın tamamından
sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmek üzere ilk derece
mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararına uyan ilk derece mahkemesi davanın
reddine karar vermiş ve temyiz edilen bu karar Yargıtay tarafından onanarak
kesinleşmiştir.
42. İlk derece mahkemesinin 31/3/2013 tarihli kararında, 6098
sayılı Kanun'un 420. maddesinin (1) numaralı fıkrasında öngörülen denklik
kuralı irdelenmiştir. Bu kararı ortadan kaldıran 26/6/2014 tarihli bozma
kararında sözleşmenin niteliği ve şartları gözönünde
tutularak iş sözleşmesinin asgari süreli ve dolayısıyla cezai şartın geçerli
olduğu yönünde bir tespit yapılmıştır. Bozma kararına uyan ilk derece mahkemesi
de bozma kararındaki gerekçeye yapmış olduğu atıfla davanın reddine karar
vermiş, bu karar Yargıtay tarafından usul ve yasaya uygun bulunarak onanmıştır.
43. Başvurucu, hizmet sözleşmesinin cezai şarta ilişkin
hükümlerinin taraflara yüklediği yükümlülüklerin denkliği hususunun davanın
reddine dair kararda ve bu karara ilişkin Yargıtay onama kararında
irdelenmediğini ileri sürmüştür.Yargılama
bir bütün olarak ele alındığında ilk derece mahkemesinin 31/3/2013 tarihli
kararında denklik ilişkisinin irdelendiği ve hükmün temyizi üzerine verilen
bozma kararında bu değerlendirmeyi ortadan kaldıran bir ibareye yer verilmediği
saptanmıştır. Başka bir anlatımla Yargıtay, ilk derece mahkemesinin denkliğe
ilişkin değerlendirmesini yerinde bulmuş ancak varılan sonuca katılmayarak
hükmü bozmuştur. İlk derece mahkemesi de bireysel başvuruya konu 19/11/2014
tarihli kararını bu bozma kararındaki saptamaya atıf yaparak vermiştir. Bu
itibarla 6098 sayılı Kanun'un 420. maddesinde emredici hükümlere dayalı olarak
başvurucunun yargısal süreçte dile getirdiği, ayrı ve açık bir yanıt
verilmesini gerektiren ve uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların (bkz.
§§ 14, 15) derece mahkemeleri kararlarında değerlendirildiği anlaşılmış ve dava
koşullarında bu iddialarla ilgili olarak hangi gerekçelerle ret kararı
verildiğinin makul ve kabul edilebilir ölçüde ortaya konulduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
44. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edilmediğine
karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İhlal İddiaları
45. Başvurucu, iş sözleşmesinin belirsiz süreli olması ve feshin
haklı bir nedene dayalı olması nedeniyle cezai şartın uygulanamayacağını ve bir
an için geçerli olduğu kabul edilse dahi çalışılan süre nedeniyle tazminat
miktarından hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini belirterek bu hususlar
gözetilmeden varılan sonucun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri
sürmüştür.
46. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan
sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu
olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi
kapsamındadır (Ahmet Sağlam, B.
No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
47. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddia, mahkemelerce
delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup
mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik
oluşturan bir hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının
kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkına yönelik diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli
karar hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
30/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.