TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYDIN AYHAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/11683)
|
|
Karar Tarihi: 12/12/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucu
|
:
|
Aydın AYHAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Hande
BALCI TAŞKALE
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu aort damarının yaralanması
nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
7. Başvurucu askerlik görevini yaparken bel ve bacak
rahatsızlığı nedeniyle uygulanan fizik tedaviden sonuç alınamayınca Gülhane
Askeri Tıp Akademisi (GATA)Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniğinde 18/5/2011
tarihinde bel fıtığı ameliyatı olmuştur.
8. Ameliyat sonucunda rahatsızlığın artması sonucu yapılan
muayenede aort damarının yaralandığı tespit edilerekKalp
ve Damar Cerrahisi ile Genel Cerrahi Klinikleri tarafından tekrar ameliyat
yapılmıştır. Başvurucu bir buçuk aylık bir tedavi sonunda taburcu edilmiştir.
9. Başvurucu 18/12/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı
aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) maddi ve manevi tazminat
talepli dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, bel fıtığı ameliyatı
sırasında yapılan hata sonucu tekrar ameliyat edildiğini, ilk ameliyat sonrası
ağrıları ve şikâyetleriyle kimse ilgilenmediği içinyapılan
hatanın geç farkedildiğini belirtmiştir. Başvurucu
ikinci ameliyat sonrası bir hafta yoğun bakımda kaldığını, kendine geldiğinde
durumunu görünce şok yaşadığını, midesinden kasıklarına kadar dikiş atıldığını,
taburcu olana kadar Dolantin adı verilen ve
bağımlılık yapan ağrı kesici verildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, taburcu
olduktan sonra sol ayağının şişmesi nedeniyle Osmaniye Devlet Hastanesine
başvurduğunu, toplar damar tıkanması nedeniyle anjiyo olmak zorunda kaldığını
ve kendisine anksiyete bozukluğu tanısı konulduğunu
belirterek ameliyat ve tedavi sürecince dört beş ay boyunca çalışamadığını,
yaşadıklarından dolayı psikolojisinin bozulduğunu vurgulamıştır.
10. Mahkeme, konu hakkında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde
görevli öğretim üyelerinden oluşan heyetten bilirkişi raporu almıştır.
Bilirkişi heyetinin 18/6/2014 tarihli raporunda ve itiraz sonucu verilen
31/10/2014 tarihli ek raporda özetle; başvurucuda bulunan L3-4 ekstraforimanal far lateral kalsifiye disk henrisinin
bünyesel bir durum olduğu, başvurucunun hastalığının uzun süreden beri devam
eden eski bir hastalık olduğu, askerlik hizmet koşullarının sebep ve tesirinin
bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca disk cerrahisinin en önemli ve ölümcül
komplikasyonunun batın içi organ ve büyük damar yaralanması olduğu ve doktrindegerçekleşme oranının %0.016-0.17 arasındakabul edildiği, nadir de görülse bu komplikasyonun
bilimsel bir gerçek olduğu belirtildikten sonra ciddi komplikasyona rağmen
hastanın yaşatılabilmiş olmasının müdahalenin zamanında ve yerinde yapıldığını
gösterdiği vurgulanmıştır. Raporlarda sonuç olarak DHL isimli ilacın birkaç
günlük kullanımda bağımlılık yaratmayacağı, toplar damar tıkanmasının ameliyatın
mutlak sonucu olarak görülemeyeceği belirtilerek komplikasyonun tanısı ve
idaresinde cerrahi operasyonlar ile teşhis ve tedavilerde kullanılan ilaçların
seçiminde eksiklik, ihmal, kusur ve gecikme bulunmadığı ifade edilmiştir.
11. Mahkeme 4/2/2014 tarihinde davayı oyçokluğu ile
reddetmiştir. Karar gerekçesinde alınan bilirkişi raporuna taraflarca itiraz
edilmediği, raporun Mahkeme tarafından da yeterli bulunduğu belirtilmiştir.
Kararda, hastalığın ortaya çıkmasında askerlik görevinin sebep ve tesirinin
bulunmadığı, uygulanan teşhis ve tedavilerde hata ya da gecikme olmadığı
hususları vurgulanarak idarenin meydana gelen zararı tazminle sorumlu
tutulamayacağı belirtilmiştir. Öte yandan bir üye çoğunluk kararına
katılmayarak, eylemin askerî hizmete ilişkin olmadığı gerekçesiyle görevsizlik
kararı verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
12.Başvurucunun karar düzeltme talebi 3/6/2015 tarihli karar ile
reddedilmiştir.
13.Nihai karar başvurucu vekiline 19/6/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
14.14/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
15. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:
“İdari
dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları,
...”
B. Uluslararası Hukuk
16. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve
aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına
sahiptir."
17. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dahil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye
(k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
18. AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ilefiziksel ve ruhsal
bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak
şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD],
53924/00, 8/7/2004, § 89; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye).
19. AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan
tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden
bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır.
Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi sözkonusu
olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkmasıdurumunda,
ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir
(Şerif Gecekuşu/Türkiye
(k.k.),
B. No: 28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa).
20. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete aftedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM,
farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında
her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05,
5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi
bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında
tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret
etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119; Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 12/12/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
22. Başvurucu; bel fıtığı ameliyatı sırasında aort damarının
kesilmesi nedeniyle tekrar ameliyat edildiğini, aort damarının kesilmesi veameliyat sırasındabu durumun
fark edilmemesinin doktorların ağır kusurundan meydana geldiğini, hizmet kusuru
nedeniyle zararlarının tazmin edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu
ikinci ameliyat sonrası bir hafta yoğun bakımda kaldığını, tedavi sürecinin
yapılan hata nedeniyle uzadığını, taburcu olana kadar Dolantin
adı verilen ve bağımlılık yapan ağrı kesici verilmesi nedeniyle ruhsal sıkıntı
yaşadığını, ameliyat sonrası gelişen ve GATA'dan taburcu olurken tespit
edilemeyen derin ven
trombozu nedeniyle anjiyo olduğunu ve ömür
boyu emboli riskiyle yaşamak zorunda kaldığını ifade
etmiştir. Bel fıtığı ameliyatında aort damarının kesilmesinin normal
karşılanamayacağını, komplikasyon denilerek geçiştirilemeyeceğini
vurgulamıştır. Yaşadıklarından dolayı maddi ve manevi varlığını koruma hakkı,
sağlık hakkı, eğitim ve öğretim hakkı, adil yargılanma hakkı ile çalışma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
23. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
24. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
26. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
27. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
28. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucunun
şikâyetlerinin tümünün Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen
kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi
gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi
ve manevi varlığın koruması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a.Genel İlkeler
30. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
31. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere
pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No:
2013/1943, 9/9/2015, § 44).
32. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları
tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi
ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet
Acartürk,§
51).
33. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
34. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi
gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri
yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve
özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da
Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece
mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı
sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hakihlallerinin
önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016,
§ 57; Tevfik Gayretli, B. No:
2014/18266, 25/1/2018, § 32).
35. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir (Murat Atılgan, B. No:
2013/9047, 7/5/2015, § 44). Anayasa Mahkemesinin kural olarak bilirkişilerin
vardığı sonuçları, mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer
vererek sahip olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden
irdeleme görevi de bulunmamaktadır (Yasin
Çıldır, § 65). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı
kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda
yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için
ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış
takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir.
Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve
yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat
Atılgan, § 44).
36. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır
(Murat Atılgan, § 45).
37. Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde
bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını
koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai hâller dışında tıbbi
müdahale, ilgili kişinin ancak bilgilendirilip rızası alındıktan sonra
yapılabilir. Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak
için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında
kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile
tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak
kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
38. Anayasa Mahkemesi yukarıda değinilen Anayasa'nın 17. maddesi
kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine
getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli, § 36). Bu sebeple başvuruya konu olay,
devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına ilişkin
pozitif yükümlülüğü kapsamıyla sınırlı olarak incelenmiştir.
39. Belirtmek gerekir ki başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi
ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında
fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018).
40. Somut olayda tazminat davasının reddine ilişkin hükme esas
alınan bilirkişi raporunda tarafların iddialarına ve düzenlenen tıbbi
belgelerdeki bulgulara yer verilmiş ve sonuç olarak aort damarının
yaralanmasının disk cerrahisinin komplikasyonu olarak ortaya çıktığı,
komplikasyonun tanısı ve idaresinde, cerrahi operasyonlar ile teşhis ve
tedavilerde, kullanılan ilaçlarınseçiminde eksiklik,
ihmal, kusur ve gecikme bulunmadığıbildirilmiştir.Mahkeme
tarafından da bilirkişi raporuna dayanılarak davanın reddine karar verildiği
görülmektedir.
41.Derece mahkemesi, somut olayın gereklerine uygun oluşturulan
bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan ve olayda idarenin kusurunun bulunmadığı
yönünde görüş bildiren bilirkişi raporuna dayanarak davanın reddine karar
vermiştir. Hükme esas alınan raporlardatarafların
iddialarına ve kişi hakkında düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgulara yer
verildiği, sonuç olarak karşılaşılan durumun komplikasyon olarak
değerlendirildiği ve idarenin eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu yönünde
görüş bildirilmiştir.
42. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada tıbbi
ihmal iddialarının araştırılması ve durumun açıklığa kavuşturulması için alınan
uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek
başvurucunun iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı
görülmektedir.
43. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen
başvurucunun bilirkişi raporuna ve kararlara karşı kanuni yollara
başvurabildiği ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu
davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını
inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar
edildiği anlaşılmaktadır.
44. Sonuç olarak başvurucunun ileri sürdüğü iddialar hakkında
alınan bilirkişi raporuna dayanılarak verilen derece mahkemesi kararı, konuyla
ilgili ve yeterli bir gerekçe içermektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için
esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin
gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay
bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği
söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edilmediği sonucuna varılmıştır.
45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence
altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal
edilmediğine karar verilmesi gerekir. Hasan Tahsin Gökcan
ihlal olmadığı sonucuna; başvuru konusunun Anayasa'nın özel hayatın korunmasına
ilişkin 20. maddesi kapsamında değerlendirmesi gerektiğine yönelik (2014/13327
ve 2015/97 numaralı başvurular kapsamında açıklanan) farklı gerekçeyle
katılmaktadır.
46. Öte yandan başvurucu, yargılama sürecinde görev alan
hâkimlerden birinin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel
Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında meslekten ihraç
edilmesinin ve askerî bir mahkemede asker kişilerin eylemlerine karşı hak
aramak zorunda kalmasının yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığına zarar
verdiğini ileri sürmekteyse de bu hususların dava sürecine ve dava sonucuna
nasıl bir etkisi olduğuna ilişkin somut açıklamada bulunmadığı gibi herhangi
bir belge veya bilgi sunulmadığı görülerek bu iddialar hakkında değerlendirme
yapılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve
manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
12/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.