TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HALİSE DEMİR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/1170)
|
|
Karar Tarihi: 16/1/2020
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üyeler
|
:
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık YAMLI
|
Başvurucular
|
:
|
1. Halise DEMİR
|
|
|
2. Nefise TOZUN
|
|
|
3. Yakup KARABAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Ferhat BAYINDIR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, murisin terör örgütü ile güvenlik güçleri arasında
çıkan çatışmada ölmesi ve buna ilişkin etkili soruşturma yapılmaması
nedenleriyle yaşam hakkının; kanun hükümlerinin yanlış yorumlanarak tazminat
talebinin reddedilmesi ve bu kapsamda başvurulan idari ve yargısal sürecin
makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 13/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne
karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular, terör örgütü ile güvenlik güçleri arasında
Batman'ın Sason ilçesi Kilimli köyünde 5/2/1995 tarihinde çıkan çatışmada
öldürülen Y.K.nın kardeşleridir.
8. 6/2/1995 tarihli Olay Tespit Tutanağına göre PKK terör örgütü
mensuplarınınlojistik ikmal için Kilimli köyüne gelecekleri duyumunun alınması
üzerine örgüt mensuplarının yakalanması için İlçe Jandarma Komutanlığınca olay
mahallinde geçici köy korucuları görevlendirilmiş ve korucuların pusu görevini
icra ettikleri sırada -saat 19.30 sıralarında- bir grup terörist köye
girmiştir. Dur ihtarına uyulmaması üzerine çıkan çatışma 30-45 dakika sürmüş ve
takviye askerî kuvvetlerin gelmesiyle teröristler kaçmıştır. Saat 20.15
sıralarında çatışmanın bittiği tespit edilmiş ve çatışma alanında arama
yapılmıştır. Aramada iki erkek cesedi bulunmuştur. Cesetlerin üzerinden çıkan
kimlik ve dokümanlara göre ölenlerden birinin Y.K., diğerinin ise Gülon kod adlı M.E. olduğu ve üzerinde
Kanas marka keskin nişancı tüfeğine ait iki adet şarjörün ele geçirildiği,
silahlarının ise diğer örgüt mensuplarınca kaçırıldığı tespit edilmiştir.
Tutanakta ayrıca olay yerinden elde edilen kovan ve fişek bilgilerine yer
verilmiştir.
9. 6/2/1995 tarihli Otopsi Zaptında ise özetle her iki kişinin
de ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak öldüğü, Y.K.nın dedesi tarafından
teşhis edildiği ve diğer cesedi tanıyan kimsenin bulunmadığı belirtilmiştir.
Zabıtta ayrıca Y.K.nın ekose kazak ve siyah pantolon giydiği, diğer ceset üzerinde
ise yeşil peşmerge kıyafetleri olduğu ifade edilmiştir.
10. Sason Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından söz konusu olay
nedeniyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na muhalefet
ve devlete ait toprakların bir kısmını ayırmaya yönelik faaliyette bulunma
suçuna ilişkin soruşturma başlatılmış, ancak20/2/1995 tarihinde Diyarbakır
Devlet Güvenlik Mahkemesinin görevli olduğu belirtilerek görevsizlik kararı
verilmiştir. 1995/40 Hazırlık sayılı kararda; kimlik ve sayıları tespit
edilemeyen PKK terör örgütü mensupları, Y.K. ve olayda ölen terörist sanık
olarak gösterilmiştir.
11. Başvuru formunda, anılan görevsizlik kararı dışında ceza
soruşturmasına ilişkin olarak herhangi bir bilgiye yer verilmemiş ve belge
eklenmemiştir.
12. Başvurucular 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve
Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında
Y.K.nın ölümü nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması istemiyle Batman
Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)
başvurmuşlardır. Komisyon 22/3/2006 tarihli kararıyla Y.K.nın PKK terör örgütü
üyesi olduğu, güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiği ve çatışmada öldüğü
anlaşıldığından maktulün mirasçılarının 5233 sayılı Kanun'dan faydalanmalarının
mümkün olmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiştir.
13. Başvurucular; murisin PKK ile bağlantısı olmadığı gibi
çatışmaya girmesinin de söz konusu olmadığını, güvenlik güçlerince rastgele
açılan ateş sonucu öldüğünü ileri sürerek Komisyon işleminin iptali ile hak
ettikleri tazminatın ödenmesi istemiyle dava açmışlardır.
14. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 5/12/2007 tarihli kararıyla
işlemin iptaline, tazminat talebinin ise reddine karar vermiştir. Kararın
gerekçesinde; 5233 sayılı Kanun'a göre 3713 sayılı Kanun'un 1., 3. ve 4.
maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık
suçlarından mahkûm olanların bu fiillerinden dolayı uğradıkları zararların
tazmin edilmeyeceği, Y.K.nın hayatını kaybettiği olayla ilgili olarak
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının başlattığı soruşturmanın devam ettiği ve
maktulün olay mahallinde PKK mensubu olarak mı yoksa Gümüşgörü köyünden yaya
olarak gelirken çıkan çatışmada rastgele açılan ateş nedeniyle mi öldüğü
hususunun devam eden soruşturma neticesinde belli olacağı, bu durumda
soruşturma sonucu beklenmeden tesis edilen işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı
belirtilmiştir. Kararda, anılan soruşturma sonucu tekrar değerlendirme
yapılarak karar verilmesi gerekeceğinden tazminat isteminin bu aşamada kabulüne
olanak bulunmadığı ifade edilmiştir.
15. Karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Danıştay Onbeşinci
Dairesi (Daire), 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesine göre kişilerin kendi
kasıtları sonucunda oluşan zararların kanun kapsamında bulunmadığını ve
sanıkları arasında başvurucuların murisinin de yer aldığı yukarıda değinilen
1995/40 sayılı soruşturma dosyası ile dava dosyasındaki bilgi ve belgelere göre
başvurucuların murisinin güvenlik güçleriyle girdiği çatışma sonucu ölü olarak
ele geçirildiği kanaatine vardığını belirtmiştir. Daire bu nedenle, ileri
sürülen zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceğini ifade
ederek 28/3/2013 tarihli kararıyla mahkeme kararını bozmuştur.
16. Bozma kararı üzerine dosyayı inceleyen Batman İdare
Mahkemesi 30/1/2014 tarihli kararıyla bozma kararına uymuş ve davayı aynı
gerekçe ile reddetmiştir.
17. Karar, aynı Dairenin 15/10/2014 tarihli kararıyla
onanmıştır. Onama kararı 22/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular
karar düzeltme yoluna başvurmamışlardır.
18. Başvurucular 13/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
19. Başvurucular, başvurudan sonra Sason Cumhuriyet
Başsavcılığının Y.K.nın ölümüyle ilgili yirmi yıllık zamanaşımı süresinin
dolduğu gerekçesiyle verdiği 8/5/2015 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına
ilişkin kararını ve bu karara yapılan itirazın reddine dair Batman 2. Sulh Ceza
Hâkimliğinin 9/6/2015 tarihli ve 2015/763 D. İş sayılı kararını 12/7/2015
tarihli dilekçe ekinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
20. İlgili hukuk için bkz. Özeyir
Kocakaya, B. No: 2014/1457, 14/11/2018, §§ 26-32; Ali Şaşkın ve diğerleri, B. No: 2013/6819,
21/4/2016, §§ 17-20; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-24.
21. 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam"
kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bu Kanun,3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek
kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması
hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.
Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı
dışındadır:
...
e) Kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan
zararlar.
..."
22. 3713 sayılı Kanun’un "Terörün
tanımı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Terör; cebir ve şiddet kullanarak;
baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle,
Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik,
ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet
otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve
hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya
genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından
girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 16/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
24. Başvurucular; olay sırasında on dört yaşında olan murisin
çatışma sırasında sivil bir vatandaş olarak hayatını kaybettiğini, olayda
öldürülen teröristin PKK mensuplarına mahsus kıyafet içinde ele geçirilmişken
murisinin sivil kıyafetli olduğunu ve çatışma sırasında Gümüşgörü köyünden yaya
olarak gelirken güvenlik güçlerince rastgele açılan ateş sonucu öldüğünü ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular; geçen on dokuz yıllık süreye rağmen olayın
aydınlatılamadığını, söz konusu dönemde yaşanan birçok olayın da failinin
bulunamadığını belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
2. Değerlendirme
25. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın yaşam hakkını güvence altına
alan 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek devlete
üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin ihlal
edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerde gözönünde bulundurulacak
ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki kasıtlı ve hukuka aykırı
olarak öldürmeme yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü tehlikeye
karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif yükümlülüğün maddi
boyutu), üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili soruşturma
yükümlülüğüdür (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu). Bireysel başvurunun
yaşam hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu makamlarının yaşam
hakkının koruma alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal suretiyle tezahür eden
eylemsizlikleri ile bir müdahalesinin gerçekleştiği iddia edilmelidir. Başka
bir anlatımla yaşam hakkı kapsamında yapılacak bir inceleme ancak yetkili
makamların kusura dayalı sorumluluğunun ileri sürüldüğü hâllerde söz konusudur.
Bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri
sürülmesi hâlinde ise bireysel başvurunun açıklanan gerekçelerle yaşam
hakkından incelenebilmesi mümkün değildir (Aziz
Biter ve diğerleri, B. No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 58, 59).
26. Somut başvuruya bakıldığında başvurucuların yaşam hakkıyla
ilgili olarak iki husustan şikâyet ettiği görülmektedir. Birinci şikâyet,
Y.K.nın askerler tarafından rastgele açılan ateş sonucu ölmesi iken diğeri bu
ölüm olayının aydınlatılmaması şikâyetidir. Dolayısıyla başvurucuların
şikâyetleri, kasıtlı ve hukuka aykırı olarak öldürmeme yükümlülüğü (negatif
yükümlülük) ile doğal olmayan her ölümle ilgili etkili soruşturma yükümlülüğüne
(pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu) ilişkindir.
27. Anayasa Mahkemesi içtihadında; kamu görevlilerinin yaşam
hakkını kasten ihlal ettiği durumlarda yalnızca tazminat ödenmesine karar
verilmesinin kamu görevlilerinindokunulmazlık sahibi oldukları görüntüsü
verebileceğine, bunun da kontrolleri altındaki kişilerin yaşam hakkını ihlal
etmeleri ihtimalini artırabileceğine ve birincil derecede öneme sahip olan
öldürmemeye ilişkin yasal düzenlemelerin uygulamadaki etkinliğinin azalmasına
veya kaybolmasına neden olabileceğine dikkat çekilerek 5233 sayılı Kanun'da
öngörülen başvuru yolunun -bu süreç ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın-
başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunma kapasitesini
haiz olmadığı kabul edilmiştir. Başka bir deyişle ne 5233 sayılı Kanun'da
öngörülen Komisyon ne de bu Komisyonun kararını inceleyecek olan idari yargı
yeri şikâyete konu ihlali tespit etme ve uygun giderim sağlama yetkisini
haizdir (Özeyir Kocakaya, §§ 58,
59).
28. Bu açıdan 5233 sayılı Kanun'da öngörülen tazminat yolunun
somut olaydaki şikâyet bakımından etkili bir yol olmadığı, olayın niteliği ile
başvurucunun iddiaları birlikte dikkate alındığında başvuruda yaşam hakkı
kapsamında başvuru yollarının tüketilmesi kuralı bakımından bir değerlendirme
yapılırken idari yargı merciinde görülen tazminat davasının değil olaya ilişkin
ceza soruşturmasının nazara alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.
29. Somut olayda başvurucular tarafından eklenen belgelerden
5/2/1995 tarihinde gerçekleşen olayla ilgili dava zamanaşımı süresinin
dolduğundan bahisle soruşturmada 8/5/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına
karar verildiği anlaşılmıştır.
30. Öncelikle Anayasa Mahkemesinin içtihadına göre yaşam hakkına
ilişkin bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi
için -mutlak surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturmanın makul bir
süreyi aşmaması şartıyla ilgili olarak kamu makamları tarafından nasıl
sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuruyla getirilen koruma
mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 76; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812,
6/10/2015, § 46).
31. Ancak başvurucuların yetkili makamlara müracaat etmelerine
rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa,
başlatılmakla birlikte soruşturmada bir ilerleme yoksa veya soruşturma bir süre
ilerleme kaydettikten sonra herhangi bir nedenle etkisiz bir hâl almışsa
başvuruculardan soruşturmanın sonucunu mutlaka beklemelerini istemek makul
olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucular, etkili bir soruşturma
yürütülmediğinin farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren
bireysel başvuruda bulunabilirler (Rahil
Dink ve diğerleri, § 77).
32. Hatta bireysel başvurulardaki meselelerin çözüme
kavuşturulması bakımından zaman (süre) çok önemli ise başvurucuların
iddialarını -usulünce ve adil bir şekilde çözüme bağlanabilmesini temin
edebilmek için- gerekli süratle Anayasa Mahkemesi huzurunda dile getirilmesini
sağlama ödevi bulunduğunu da belirtmek gerekir. Bu durum bilhassa temel haklar
kapsamında belirli olayların soruşturulmasına
yönelik herhangi bir yükümlülükle ilgili şikâyetler bakımından söz
konusudur. Çünkü zaman ilerledikçe maddi deliller kaybolduğundan, görgü
tanıklarının olayı hatırlamaları güçleştiğinden ya da mümkün olmadığından
aradan geçen zamanın sadece devletin soruşturma yükümlülüğünün gereği gibi
yerine getirilmesi üzerinde değil aynı zamanda Anayasa Mahkemesinin bireysel
başvuruya ilişkin kendi incelemesinin anlamı ve sonuçları üzerinde de olumsuz
bir etkisi olmaktadır. Bu nedenle bir olayda etkili soruşturma yürütülmeyeceği
açık hâle gelince, başka bir deyişle devletin söz konusu yükümlülüğünü yerine
getirmediği bariz bir görünüm kazanınca başvurucunun bireysel başvuruda
bulunmak için derhâl harekete geçmesi gerekmektedir (Özeyir Kocakaya, § 67).
33. Başvurucular söz konusu süreçte bireysel başvuru yapabilmek
için kendi inisiyatifleri ile başlattıkları tazminat sürecinin sonucunu
beklemiş ise de söz konusu tazminat yolunun başvurucuların şikâyetleri
açısından makul bir başarı ile çözüm yolu sunabilecek ve dolayısıyla da Anayasa
Mahkemesine bireysel başvuruyu başlatma sürecini askıya almayı (durdurmayı,
ileri çekmeyi) sağlayabilecek etkili bir başvuru yolu olduğu söylenemeyecektir.
Bu durumda başvuruda tazminat yolunun sonucunun beklenmesinin bireysel başvuru
süresi üzerinde herhangi bir etkisinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır (Özeyir Kocakaya, § 71).
34. Başvuruya konu olaya bu yönüyle bakıldığında başvurucuların
bireysel başvuruda bulunmak için soruşturmanın sonuçlanmasını beklemelerinin
gerekmediği ve bireysel başvuruların kabul edilmeye başlandığı 23/9/2012
tarihinden sonra başvuru yapma imkânlarının bulunduğu dikkate alındığında,
13/1/2015 tarihinde yapılan başvurunun süresinde yapılmış bir başvuru olarak
kabul edilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır (benzer yönde değerlendirmeler için Hadice Akyürek ve Hasan Akyürek, B. No:
2015/13867, 9/5/2019).
35. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddiaların süre aşımı nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine
İlişkin İddialar
1. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucuların
İddiaları
36. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun'un emredici ve açık
hükümleri yanlış yorumlanarak tazminat taleplerinin reddedilmesinin hukuki
dayanağının bulunmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
37. Başvurucuların bu iddiaları adil yargılanma hakkının
unsurlarından olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında
değerlendirilmiştir.
38. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara
ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye
tabi tutulamayacağı; 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça
dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz
ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 24).
39. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu
yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi,
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan
sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir
hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlar Anayasa
Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).
40. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin anılan
Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine ve Kanun’un kapsamının
belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile somut olayın bu ölçüt
uyarınca değerlendirilmesine ilişkin takdir derece mahkemelerine aittir(Ali Şaşkın ve diğerleri, § 38).
41. Başvuruya konu olayda Danıştay Dairesi, dava dosyasındaki
bilgi ve belgeler ile Sason Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından söz konusu olay
nedeniyle başlatılan soruşturmada verilen görevsizlik kararından hareketle
başvurucuların murisinin güvenlik güçleri ile girdiği çatışmada öldüğü sonucuna
varmıştır. Daire vardığı bu sonuca göre başvurucuların talebinin 5233 sayılı
Kanun'un 2. maddesine göre kapsam dışında kaldığını değerlendirmiştir. İlk
derece mahkemesi bu değerlendirmeye katılmış ve karar bu yönde kesinleşmiştir.
42. Somut başvuruda, yukarıda değinilen ilkeler ışığında yapılan
incelemede derece mahkemesinin söz konusu değerlendirmesinde bariz takdir
hatası ve açık bir keyfîlik bulunduğunun söylenemeyeceği kanaatine
ulaşılmıştır.
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kanun yolu
şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşıldığından açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucuların
İddiaları
44. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamında başvurulan idari
ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
45. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra, 31/7/2018 tarihli ve
30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve
7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle
Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.
46. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi
ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel
başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Adalet
Bakanlığı Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
47. Ferat Yüksel
(B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların
makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra
edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce
gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı Tazminat
Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma,
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı
yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 27-36).
48. Ferat Yüksel
kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması
ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş
şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden
mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün
olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel
olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda
değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat
Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi,
ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma
ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Adalet Bakanlığı Tazminat
Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin
bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak
başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı
vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35,
36).
49. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre
aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi
mağduriyetine neden olacağından başvurucuların yargılama giderlerini ödemekten
TAMAMEN MUAF TUTULMASINA16/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.