TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HİDAYET ASARKAYA BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/11844)
|
|
Karar Tarihi: 17/7/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Hidayet
ASARKAYA
|
Vekili
|
:
|
Av. Bahar
ÖZER
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle
açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
6. Başvurucunun Tokat'ın Zile ilçesinin Bağlarpınarı
köyünün muhtelif mevkilerinde tarla vasfında taşınmazları bulunmaktadır.
Başvurucuya ait söz konusu tarım arazilerinin yanından dere geçmektedir.
7. Başvurucu 23/2/2009 tarihinde Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü (DSİ) 7. Bölge Müdürlüğüne müracaat etmiş ve 13/2/2009 tarihinde
yağan yağmurun etkisiyle derenin taşması neticesinde tarım arazilerinin zarar
gördüğünü belirterek derenin ıslah edilmesini istemiştir.
8. DSİ 7. Bölge Müdürlüğü 25/2/2009 tarihli cevap yazısı ile
dere yatağı içinde bulunan ağaçların kesildiğinin kendilerine bildirilmesi
hâlinde ve makine imkânları ölçüsünde ıslah çalışmalarının yapılacağını
başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, söz konusu yazı üzerine arazileri
üzerindeki ağaçları kesmiştir.
9. Başvurucu 10/6/2009 tarihinde Zile Asliye Hukuk Mahkemesine
(Asliye Hukuk Mahkemesi) başvurmuş ve yağış sonucu oluşan dere taşkını nedeniyle
arazilerinde toprak kaybı meydana geldiğini ve ürünlerinin zarar gördüğünü
belirterek bu sebeple uğradığı zararın tespit edilmesini istemiştir.
10. Asliye Hukuk Mahkemesince 11/6/2009 tarihinde mahallinde
yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde düzenlenen 8/7/2009 tarihli
tespit raporunda, başvurucunun arazilerinin yanında bulunan derenin bahar
aylarında yağan yağmurlardan dolayı taştığı belirtilmiş; bu sebeple her bir
taşınmazda oluşan zarar miktarı, sel suyuna bağlı olarak toprak kaybından dolayı
arazinin değerinin düşmesine ve ürün zayiatına ilişkin olmak üzere ayrı
kalemler hâlinde hesaplanmıştır. Söz konusu rapor 12/8/2009 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiştir.
11. 14/9/2009 tarihinde DSİ'ye müracaat eden başvurucu, her
yağış sırasında gerçekleşen dere taşkınına bağlı olarak arazilerindeki toprak
kaybının devam ettiğini belirterek dere yatağına perde beton yapılmasını talep
etmiş; ayrıca Asliye Hukuk Mahkemesince tespit edilen taşınmaz zararının
tazminini istemiştir. DSİ tarafından başvurucunun söz konusu başvurusuna
herhangi bir cevap verilmemiştir.
12. Başvurucu 10/8/2010 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesinde
tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; derenin ıslah
edilmemesi/perde beton yapılmaması nedeniyle her yağışta ve özellikle taşkın
olduğunda arazilerinin zarar görmeye devam ettiğini belirtmiş, değer kaybı ve
ürün zayiatından oluşan taşınmaz zararının tazminine karar verilmesini
istemiştir.
13. Asliye Hukuk Mahkemesi 11/10/2011 tarihli kararıyla davayı
görevsizlik nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde idarenin hizmet
kusurundan doğduğu ileri sürülen zarara ilişkin tazminat talebinin uyuşmazlık
konusu edildiği davanın görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına girdiği
belirtilmiştir.
14. Başvurucu, söz konusu kararı temyiz etmiştir. Başvurucu
temyiz dilekçesinde; DSİ'nin eyleminin haksız fiil teşkil ettiğini,zira dere yatağındaki ağaçların kesilmesi
hâlinde ıslah çalışmalarına başlanacağının kendisine bildirilmesi üzerine
ağaçları kestiğini, somut davada aynı zamanda ağaç zararının da tazminini talep
ettiğini ifade etmiş, haksız fiilden doğan zararın tazmini talebiyle açılacak
davaların adli yargıda görüldüğünü belirterek görevsizlik kararının bozulması
gerektiğini ileri sürmüştür.
15. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 27/6/2012 tarihinde başvurucunun
temyiz istemini reddetmiş ve Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/10/2011 tarihli
görevsizlik kararını onamıştır. Onama kararı 2012 yılının Temmuz
ayı içinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu, görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine
3/8/2012 tarihinde Tokat İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası
açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde, idarenin yönlendirmesiyle ağaçları
kestiği hâlde derenin ıslah edilmemesi nedeniyle arazilerinin her yağışta su
altında kaldığını, dere taşkınlarından dolayı arazilerindeki toprak kaybının
devam ettiğini belirtmiş, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla Asliye
Hukuk Mahkemesince tespit edilen ve değer kaybı ile ürün zayiatından oluşan
taşınmaz zararının tazminine karar verilmesini istemiştir.
17. İdare Mahkemesi 10/12/2013 tarihli kararıyla davayı
reddetmiştir. Kararın gerekçesinde idarenin kamu hizmetlerini mali kaynaklarının
elverdiği ölçüde ve plan dâhilinde yerine getireceği ifade edilmiş, hiç kimsenindava yolu ile idareyi genel bir kamu hizmetini
yapmaya zorlayamayacağı ya da yapılmamış olan kamu hizmetinden dolayı zarar
tazmini talep edemeyeceği değerlendirmesine yer verilmiştir. Buna göre somut
davadaki zarar tazmini talebinin hukuken yerinde olmadığı sonucuna varıldığı
belirtilmiştir.
18. Başvurucu, anılan karara karşı itiraz yoluna gitmiştir.
Sivas Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) başvurucunun itiraz istemini
reddetmiş ve gerekçesini değiştirmek suretiyle itiraza konu İdare Mahkemesi
kararını onamıştır. Onama kararının gerekçesinde, başvurucunun davalı idareye
14/9/2009 tarihinde tazminat talebiyle başvurduğu hatırlatılmış; söz konusu
istem hakkında altmış gün içinde cevap verilmemesi üzerine bu sürenin bittiği
tarihten itibaren idari dava açma süresi içinde dava açılması gerektiği
belirtilmiştir. Başvurucunun bu süreler geçtikten sonra görevsiz yargı yerinde
10/8/2010 tarihinde açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesi
gerekirken işin esası incelenerek davanın reddi yolunda verilen Mahkeme
kararında sonucu itibarıyla isabetsizlik görülmediği ifadeedilmiştir.
19. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Bölge İdare
Mahkemesinin 28/5/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
20. Nihai karar 12/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ
edilmiştir.
21. Başvurucu 10/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
"Görevli olmayan yerlere başvurma"
kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:
"1. Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine
girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev
noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen
günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz
yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve
vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir.
2. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve
görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının
kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa
dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde
idari dava açılabilir."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 17/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24.Başvurucu, adli yargıda verilen görevsizlik kararının kesinleşmesi
üzerine süresi içinde idari yargıda dava açtığını belirtmekte; her dere
taşkınında arazilerinde yeniden toprak kaybı meydana geldiğine ve ürünlerinin
zayi olduğuna, dolayısıyla zararının devam ettiğine dikkat çekmektedir.
İdarenin dava yolu ile kamu hizmetini ifaya zorlanamayacağı gerekçe
gösterilerek taşınmazlarında oluşan zararın karşılanmamasının hukuka aykırı
olduğundan şikâyet eden başvurucu, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
B. Değerlendirme
25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu her ne kadar davanın reddi
yolundaki ilk derece mahkemesi kararının gerekçesine atıfta bulunarak
taşınmazlarında oluşan zararının karşılanmamış olmasının mülkiyet hakkını ihlal
ettiğini ileri sürmekte ise de bireysel başvuruya dayanak davadaki nihai
kararın davanın süre aşımından reddine ilişkin Bölge İdare Mahkemesi kararı
olduğu açıktır. Dolayısıyla başvurucunun şikâyetlerinin özü, taşınmazlarında
meydana gelen zararın tazmini talebiyle açtığı davanın süre aşımından
reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenememesidir. Bu itibarla
başvurucunun ihlal iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan
mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
26. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız
hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren
sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, §
52).
27. Mahkemeye erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda etkili
bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada
açık, pratik ve yeterli fırsatlara sahip olmasını gerektirir. Özellikle hukuki
ya da uygulamadaki belirsizlikler kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebilir (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve
Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26/6/2014, § 34). Bu nedenle
mahkemelerin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar
getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla
öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı
esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
28. Dava açma süresinin işlemeye başladığı an da mahkemeye
erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK],
B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirlemek ve mevzuatı bu yönüyle yorumlamak görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiğiyle ilgili
derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut
olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma
süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve
somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin
bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız
kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir (Yaşar Çoban, § 66).
29. Somut davada derece mahkemesinin çözümlenmesi idari yargının
görev alanına girdiği hâlde adli ya da askerî yargı yerlerine açılan ve bu
yargı mercileri tarafından verilen görevsizlik kararı üzerine idari yargıda
açılacak davalar yönünden dava açma süresinin hangi usul ve esaslar
çerçevesinde hesaplanacağı hususunu irdelediği ve bu kapsamda görevsiz yargı
yerinde açılan ilk davanın da idari yargıya ilişkin usul kuralları uyarınca
süresi içinde açılmış olmasını bir zorunluluk olarak kabul ettiği
anlaşılmaktadır. Derece mahkemesinin bu kabulüne göre somut olayda görevsiz
yargı yerindeki (adli yargıdaki) davanın tazminat ödenmesi talebiyle 14/9/2009
tarihinde yapılan idari başvurunun zımnen reddi üzerine genel idari dava açma
süresi olan altmış gün içinde açılmış olması gerekmektedir. Başvurucu ise adli
yargıdaki görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine 2577 sayılı Kanun'un 9.
maddesinde düzenlenen otuz günlük süre içinde idari yargıda açtığı davanın
süresinde olduğunu iddia etmektedir.
30. Bilindiği gibi idari dava türlerinden biri olan tam yargı
davaları en genel ifadeyle idarenin faaliyetlerinden ötürü hakları zarara
uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bireysel
başvuruya konu olayda başvurucunun tam yargı davası açmasının sebebi tarım
arazilerinin yanından geçen ve ıslah edilmeyen derenin 2009 yılındaki yoğun
yağış sırasında taşması neticesinde meydana gelen toprak kaybından dolayı
arazinin değerinin düşmesine ve ürünlerin zayi olmasına bağlı olarak uğradığı
maddi zararın tazmin edilmesi isteğidir. Dolayısıyla idari yargıda tam yargı
davası açılması için gerekli olan; idari eylem (idare tarafından yürütülen kamu
hizmeti kapsamında derenin ıslah edilmemesi nedeniyle meydana gelen taşkın), bu
eylem nedeniyle uğranılan zarar, eylem ile zarar arasındaki illiyet bağı
koşullarının tümünün oluştuğunun, derece mahkemesi tarafından dava açma
süresinin başlangıcına esas alınan idareye başvuru tarihi itibarıyla başvurucu
tarafından bilinip bilinmediğinin ortaya konulması mahkemeye erişim hakkına
yapılan müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından önem arz
etmektedir.
31. Başvurucunun tarım arazilerindeki toprak kaybının ve ürün
zayiatının dere taşkını neticesinde gerçekleştiğini idareye başvurduğu
14/9/2009 tarihi itibarıyla bildiği, nitekim bu hususu başvuru dilekçesinde de
açıkça belirttiği görülmektedir. Öte yandan DSİ'nin kamu hizmeti yürütmekle
görevli bir kamu kurumu olduğu açıktır. Başvurucu tarafından idareye yapılan
başvuruda dere taşkının ve uğranılan zararın anılan idare tarafından
yürütülmesi gereken bir kamu hizmetinin yürütülmemesi (derenin ıslah
edilmemesi) nedeniyle meydana geldiğinin ifade edilmiş olması karşısında
idareye başvuru tarihi itibarıyla zarar doğurucu eylemin ne olduğunun ve
idareye atfedilebilirliğinin (eylemin idariliğinin) bilinemez olduğundan söz edilemez. Nitekim
başvurucunun görevsiz yargı yerinde açtığı davada da husumeti DSİ'ye yöneltmiş
olması bu sonuca ulaşılmasındaki değerlendirmeyi doğrular niteliktedir.
32. Ayrıca başvurucunun olay nedeniyle uğradığı zararı Asliye
Hukuk Mahkemesinde tespit ettirdiği ve tespit edilen bu zarar miktarını
idareden talep ettiği, dolayısıyla zararını öğrendiği de tartışmasızdır.
33. Bu tespitler çerçevesinde somut olayda, derece mahkemesinin
dava açma süresinin başlangıcına esas aldığı tarih itibarıyla başvurucunun
hizmet kusuru ilkesine göre idare aleyhine tam yargı davası açılması için
gerekli olan koşulların tümünün oluştuğundan haberdar olduğunun kabulünü haklı
kılan nedenlerin bulunmadığı söylenemez.
34. Öte yandan somut davaya konu uyuşmazlığın -niteliği
itibarıyla- çözümünün adli ve idari yargıdaki yerleşik içtihat uyarınca idari
yargının görev alanına girdiği hususunda yargı kararlarında bir
belirsizlik/tutarsızlık/öngörülemezlik bulunmadığı,
başvurucu tarafından da aksi yönde bir yargı kararı ortaya konulamadığı gibi
maddi olayın koşullarının da başvurucunun bu hususta tereddüt yaşamasına mahal
bırakabilecek, dolayısıyla dava açılacak yargı yerinin tespitinde yanılmasını
haklı kılabilecek herhangi bir unsur içermediği görülmektedir. Bu itibarla
somut olayın özel koşullarının derece mahkemesinin görevsiz yargı yerinde
açılan davanın idari yargıya ilişkin usul kuralları uyarınca süresi içinde
açılmış olmasının zorunlu olduğu yönündeki kabulünün sorgulanması gerekliliğine
yol açacak bir mahiyet taşımadığına dikkat çekmek gerekir.
35. Buna göre somut olayda derece mahkemesinin gerek uygulanacak
dava açma sürelerini gerekse bu sürelerin başlatılacağı tarihi belirlemesiyle
ilgili yorumunun öngörülemez nitelikte olmadığı, ayrıca başvurucunun dava
açmasını aşırı derecede zorlaştırmadığı ya da imkânsız kılmadığı sonucuna
varılmıştır.
36. Diğer taraftan başvurucunun derenin ıslah edilmemesi
nedeniyle her taşkın olayında arazilerinin zarara (ilave toprak ve ürün
kaybına) uğramaya devam ettiğini belirttiği görülmekte olup somut davadan sonra
ortaya çıkan ve ayrı bir zarar doğuran her yeni olguya istinaden başvurucunun
idareye yapacağı başvuru üzerine yeni ortaya çıkan söz konusu zararların
tazmini için dava açma imkânının bulunduğu dikkate alındığında belirli bir
dönemde oluşmuş ve ortaya çıkmış zararın tazminine yönelik olarak açtığı
bireysel başvuruya dayanak davanın süre aşımından reddedilmiş olmasının
başvurucuya aşırı ve katlanılamaz bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir.
37. Buna göre başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik
müdahalenin ölçülü olduğu, dolayısıyla belirtilen şikâyet bağlamında mahkemeye
erişim hakkına yönelik bir ihlalin olmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.
38. Açıklanan gerekçelerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
17/7/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.