TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MUSTAFA NİHAT BEHRAMOĞLU VE GÜNEŞ BASIM YAYIM
ORGANİZASYON VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/11961)
|
|
Karar Tarihi: 11/6/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Recep KAPLAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Mustafa
Nihat BEHRAMOĞLU
|
|
|
2. Güneş
Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret LTD. ŞTİ.
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Özlem
ŞEN ABAY
|
|
|
Av. Özgür
Murat BÜYÜK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir siyasetçiye yönelik açıklamaları nedeniyle
gazeteci olan başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın
özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
9. Birinci başvurucu Mustafa Nihat Behramoğlu (Bu karardaki
başvurucu ibaresiyle aksi belirtilmedikçe birinci başvurucu Mustafa Nihat
Behramoğlu kastedilmektedir.) Nihat Behram adıyla tanınmakta olup kamuoyu
tarafından bilinen bir şair, yazar ve gazetecidir. Başvurucu; olay tarihinde,
ikinci başvurucunun sahibi olduğu günlük Sol gazetesinde (gazete) köşe yazıları
yazmaktadır.
A. Arka Plan Bilgisi
10. Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Ormanı olarak
bilinen bölgeden Anadolu Bulvarı'nı Konya Yolu'na bağlayacak şekilde yol
geçirilmesine ilişkin tartışmalar 1990'lı yılların başında başlamıştır. Konuyla
ilgili olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi (Belediye) ve ODTÜ yönetiminin karşı
karşıya geldiği uzun yıllar süren dava süreçleri yaşanmıştır.
11. 2013 yılında bu konudaki tartışmalar yeniden alevlenmiştir.
2013 yılı yaz aylarında yaşanan ve kamuoyunda"Gezi
Parkı olayları" olarak bilinen sürecin de etkisiyle ODTÜ Ormanı olarak
bilinen bölgeden geçecek yol çalışmasına karşı çıkan bazı gruplar, siyasi parti
temsilcileri, öğrenciler ve akademisyenler tarafından Ağustos 2013 tarihinden
itibaren konuyla ilgili etkinlikler düzenlenmeye ve gösteriler yapılmaya
başlanmıştır. Bu gösteriler zaman zaman şiddet eylemlerine dönüşmüş ve güvenlik
güçleri ile protestocular arasında ciddi çatışmalar yaşanmıştır.
12. Konuyla ilgili olarak ODTÜ tarafından "Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğü'nün Anadolu
Bulvarı'nın Devamı Olan Yol Hakkında Açıklaması" başlığı
altında 3/9/2013 tarihinde yapılan ve Belediye ile ODTÜ arasındaki ihtilaflı
hususların geçmişine dair bilgiler içeren açıklamada şu hususlara yer
verilmiştir:
i.Anadolu Bulvarı ve devamı olan yol,
Belediye tarafından onaylanan “Ankara Nazım Planı 1990”da yer almış ve Anadolu
Bulvarı bu plan uyarınca 1987 ile1988 yıllarında inşa edilmiştir. ODTÜ, Anadolu
Bulvarı’nın devamı olan bu yolun kısmen arazisinden geçmesini kabul etmiş ve
yolun ODTÜ arazisinin doğu sınır bölgesinden geçeceği kabul edildiğinden
1980’lerden sonra yola ayrılan bölgede ağaçlandırma yapmamıştır. Yola ayrılan
arazinin bir kısmı daha sonra ilgili makamlarca I. derece doğal sit alanı
olarak belirlenmiştir. Bu sit alanı kararı nedeniyle Anadolu Bulvarı’nın devamı
olan yolun statüsü Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Ankara Tabiat
Varlıklarını Koruma Komisyonunun görüşlerine ve Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının onayına tabidir. Anadolu Bulvarı’nın devamı olan yolun yapımı
sırasında ODTÜ arazisi içinde yaklaşık 3.000 ağacın yol yapımından etkilenmesi
söz konusudur. Bu konu da ODTÜ mensuplarının, öğrencilerinin, mezunlarının ve
doğasever Ankaralıların tepkisine neden olmaktadır.
ii. Yukarıda bahsedilen yol planlamasından farklı olarak
Belediye tarafından 2007 tarihinde “Ankara Nazım Planı 2023” önerisine eklenen ikinci bir yol daha
vardır. Bu ikinci yol, ODTÜ Kampüsünü ikiye bölecek bir hemzemin yol olarak
tasarlanmıştır. ODTÜ, bu yol önerisine itiraz etmiş ve dava açmıştır. Dava ODTÜ
lehine sonuçlanmış ve bu ikinci yol önerisi iptal edilmiştir. ODTÜ, bu yolu
ancak tünel olarak yapılması hâlinde kabul edilebileceğini ifade etmiştir.
13. Nihayet 18/10/2013 tarihinde Belediye ekipleri, ODTÜ Ormanı
olarak bilinen bölgeden geçecek yol çalışması için güvenlik güçleri eşliğinde
çalışma başlatmışlardır. Konuyla ilgili olarak Belediye tarafından 19/10/2013
tarihinde yapılanaçıklamada, yol çalışmalarıyla
ilgili gerekli izinlerin alındığı ve çalışmalara ilişkin yasal bir engel
bulunmadığı ifade edilmiştir.
14. ODTÜ tarafından 19/10/2013 tarihinde "18 Ekim 2013 Cuma Gecesi ODTÜ Yerleşkesine Yapılan
Müdahale ile İlgili Rektörlük Açıklaması" başlığı altında
yapılan açıklamada ise yol çalışmalarıyla ilgili yasal süreçler henüz
tamamlanmamasına rağmen Belediye görevlilerinin ve iş makinelerinin izinsiz
olarak ODTÜ yerleşkesine girdiği belirtilmiş, bu tutumun kabul edilemez
bulunduğu ve kınandığı ifade edilmiştir.
15. Ciddi toplumsal olaylar yaşanmasına neden olan ve
kamuoyunda, siyaset dünyasında ve medyada uzun süren tartışmalara konu olan yol
çalışmaları tamamlanarak ODTÜ yolu adıyla da bilinen 1071 Malazgirt Bulvarı
25/2/2014 tarihinde hizmete açılmıştır.
B. Başvuru Konusu Olay
16. Başvurucu tarafından gazetenin 27/10/2013 tarihli nüshasında
"Vızzzz
gelir" başlıklı bir yazı kaleme alınmıştır. Oldukça kısa olan
ve sadece bir paragraftan oluşan yazının ilgili kısımları şu şekildedir:
"...Şuna bak yolsuzluk şampiyonu
Gökçek'in yol yapma bahanesi ile ODTÜ ormanına yönelik hayat düşmanı
saldırısını Hacı Bozdağ orman kanuncusu ruhu ile savunup eklemiş, her hizmetin
çevreye dokunan bir yanı vardır..."
17. Olayların yaşandığı tarihte Ankara Büyükşehir Belediye
başkanı olan İbrahim Melih Gökçek (davacı) söz konusu yazıda geçen "yolsuzluk şampiyonu" şeklindeki
ifadelerin kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle manevi tazminat davası
açmıştır.
18. Davayı gören Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi aşağıdaki
gerekçelerle temyiz yolu açık olmak üzere davanın kısmen kabulüne karar vermiş
ve başvurucuları 1.250 TL manevi tazminat ödemeye mahkûm etmiştir:
"..27/10/2013 tarihli yazıda Büyükşehir
Belediye Başkanı olan davalı hakkında ... ifadelerine yer verildiği , sarf
edilen sözlerin katlanılması gayrikabil nitelikte olup, eleştiri sınırlarını
aştığı, öz ile biçim arasındaki dengenin muhafaza edilmediği, davacının kişilik
haklarını ihlal eder nitelikte olduğu ve dolayısıyla manevi tazinatın
koşullarının oluştuğu anlaşıldığından tarafların mali ve içtimai durumları ve
gazetenin tirajı da nazara alınarak davanın kısmen kabulüne kısmen reddine
karar verilmesi yönünde mahkememizde tam ve sağlam bir vicdani kanaat hasıl
olmuş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..."
19. İlk derece mahkemesinin temyiz yolu açık olmak üzere verdiği
bu karara karşı başvurucuların yaptığı başvuru, Yargıtayca
13/5/2015 tarihinde temyize konu olan tutarın Kanun'da öngörülen düzeye
ulaşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Red kararı
başvuruculara 17/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
20. Başvurucular 20/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
21. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi
şöyledir:
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına
zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı
bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle
yükümlüdür.”
B. Uluslararası Hukuk
22. İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi, ifade
özgürlüğü ve itibarın korunmasını isteme hakkı arasındaki ilişki ve
siyasetçilerin itibar haklarının korunmasıyla ilgili uluslararası hukuk
kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Koray Çalışkan (B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23)
kararına bakılabilir.
23. Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM),
demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez
çizmiştir. AİHM'e göre basının -görev ve
sorumluluklarının bilincinde olarak- kamu yararını ilgilendiren her konuyu
iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan
ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini
hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın,
vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999,
§§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka
[BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von
Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B.
No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 102).
24. AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00,
30/3/2004, § 37) kararında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın
ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta
kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:
"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından
kaynaklandığını yineler. 10. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin
meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan
güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların
kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır
(örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç,
§ 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No:
51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın
özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation)
izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç,
§ 59)..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 11/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü
26. Başvurucular; bir siyasetçiye yönelik eleştiri mahiyetindeki
paylaşımlarından dolayı aleyhlerine tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade
özgürlüğünün, bilirkişi incelemesi yapılması yönündeki taleplerinin reddi ile
davada aleyhlerine karar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
27. Bakanlık görüşünde;
i. Anayasa Mahkemesi ve AİHM'in konuya ilişkin içtihatlarından hareketle, somut
başvuruda değerlendirilmesi gereken hususun başvurucunun ifade özgürlüğü ile
müştekinin şeref ve itibar hakkı arasında adil bir dengenin gözetilip
gözetilmediği olduğunu,
ii. Siyasal bir rolü olan kişilere karşı
yöneltilen eleştirinin kabul edilebilir sınırlarının sıradan bir kişiye göre
daha geniş olduğunu ancak AİHM'in bir kişinin kamu
tarafından tanınan bir kişi olması veya kamusal bir tartışma bağlamında
eleştirilmiş olması hâlinde bile özel hayatına saygı gösterilmesi ve özel
hayatının korunması konusunda meşru bir beklentisinin olduğunu kabul ettiğini,
iii. Öte yandan kişinin “belli bir olay
temelinde, somut argümanlar kullanılarak ve belli bir disiplin çerçevesinde”
eleştirilmesi ile “hiçbir somut argüman ve illiyet unsuru bulunmaksızın hakaret
içeren söz ve eylemlere muhatap olması” arasındaki ayırımı sağlıklı oluşturmak
gerektiğini, bu ayırım oluşturulurken uygulayıcıların kullanacakları temel
ölçütlerin “somut, rasyonel, ölçülebilir ve denetlenebilir” olmasına özen
göstermek gerektiğini, toplumda hâkim olan örf, gelenek, ahlak, estetik gibi
değer yargılarının da bu ölçme ve değerlendirme mekanizmasında dikkate alınması
gerektiğini,
iv. Bir söz veya davranışın “bağlamı”
önemli olmakla birlikte “toplumdaki karşılığı”nın da
hukuki yorum ve değerlendirmelerde gözönünde
bulundurulması gerektiğini; bu ayrım doğru bir şekilde yapılmaz ise sosyal ve
siyasal hayatta hiçbir karşılığı bulunmayan, kabul edilebilir eleştiri
sınırlarını aşan, hakarete varan ifadelerin hukuki koruma şemsiyesi altında
meşruiyet kazanma tehlikesi bulunduğunu,
v. Siyasal hayatta rol alan kişilere
yöneltilen eleştiri daha geniş olmakla birlikte bu durumun eleştiri sınırlarını
aşarak hakaret içeren söz ve ifadelerin kullanılabileceği şeklinde asla
yorumlanamayacağını, dolayısıyla siyasetçilerin veya kamuoyu önünde daha fazla
olan tanınmış ve meşhur kişilerin kişisel şeref ve itibar haklarını yok edecek
veya anlamsız kılacak söz veya davranışların adil denge kurulurken ifade
özgürlüğü bağlamında daha fazla korumayı hak edeceği şeklinde kesin bir
kanaatin ön yargılı bir değerlendirme olacağını,
vi. Anayasa Mahkemesinin;
- Nilgün Halloran
(B. No: 2012/1184, 16/7/2014) başvurusunda, başvurucunun “aşağılık duygularının yansısı” şeklinde
hakaret içeren elektronik ileti göndermesi nedeniyle derece mahkemesince
tazminata mahkûm edilmesini,
- Emin Aydın (B. No: 2013/2602, 23/1/2014)
başvurusunda ise gazeteci olan başvurucuya bir ilin ilçe emniyet müdürünü
kastederek “ucuz olmak” şeklinde
kaleme aldığı köşe yazısı nedeniyle verilen adli para cezasını ve hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararını ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale
olarak değerlendirmediğini,
vii. AİHM'in de;
- Pakdemirli/Türkiye (B. No: 35839/97,
22/2/2005) başvurusunda başvurucu tarafından kullanılan bazı kelimelerin
(yalancı, iftiracı, Çankaya'nın şişmanı, dar kafalı, lastikleri patlasın, öbür
dünyaya gidince Allah affetmez), siyasi bir eleştiri olmaktan çok bir hakaret
ve beddua tufanı olduğunu belirttiğini; polemik gibi görünen ve belli ölçüde
asılsız bir kişisel saldırı içeren bu sözlerin siyasi bir tartışma içindeki bir
görüş kapsamında çözümlenebilmesinin zor olduğunu ifade ettiğini,
- Jalbă/Romanya (B. No: 43912/10, 18/2/2014)
kararında bir kamu görevlisinin itibarının yeterince korunmamış olması
nedeniyle ihlal kararı verdiğini,
- Janowski/Polonya ([BD], B. No: 25716/94, 21/01/1999) kararında bir
gazetecinin hakaret nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal
etmediğine karar verdiğini,
viii. başvuruya konu ifadelerin o dönemde
kamuoyunun ciddi manada ilgisini çeken ve üzerinde birçok tartışma yaşanan bir
olay kapsamında kullanıldığını; bu kapsamda bu ifadelerin kullanılış biçiminin,
hedeflenen gayenin, olayın gelişiminin ve tarafların tutumunun da dikkate
alınmasının yerinde olacağını;
ix. yazıdaki ifadelerin o tarihte gündemde
olan toplumsal tartışmaya ve bu tartışmaya katkı sağlamak amacıyla kaleme
alındığı belirtilen yazıya katkı sağlayıp sağlamadığının, görüşün açıklanması
için kullanılmasının gerekli olup olmadığının ve siyasi dahi olsa üçüncü
şahısların kişilik haklarının tecavüzü niteliğinde bulunup bulunmadığı
hususlarının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesinin uygun olacağını,
x. ayrıca mevcut başvuruda şikâyete konu
yaptırım kararının orantılılık açısından da incelenmesi gerektiğini ifade
etmiştir.
28. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında esas
olarak başvuru formunda ileri sürdükleri iddiaları tekrar etmişlerdir.
Başvurucular ayrıca, bazı AİHM kararlarından örnekler sunarak Bakanlığın
yarışan haklar arasında önceliğin şeref ve itibarın korunmasına verilmesi gerektiği
ve kendi aleyhlerine hükmedilen tazminatın orantılı görülebileceği yönündeki
değerlendirmelerine katılmadıklarını ifade etmişlerdir.
B. Değerlendirme
29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının Anayasa'nın 26.
maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
30. Anayasa’nın “Düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve
kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak
açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi
olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,...
başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla
sınırlanabilir…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin
kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Somut başvuruda, ilk derece mahkemesince verilen kararda
başvurulabilecek kanun yolunun hatalı gösterilmesi nedeniyle başvurucunun
temyiz başvurusu reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında;
ilk derece mahkemelerinin bir davanın taraflarını kanun yoluna ilişkin
meselelerde hatalı yönlendirmesi hâlinde oluşan hukuki belirsizliğin onların
aleyhine yorumlanamayacağına karar vermiştir (Temyiz sürelerinin hatalı
gösterilmesine ilişkin başvurular yönünden bkz. Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No:
2012/855, 26/6/2014, §§ 28-50; Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş.
ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 20/1/2016, §§ 30-57). Bu nedenle somut
başvuru bakımından etkili olmayan temyiz yoluna başvuru konusunda başvurucu ilk
derece mahkemesi kararı nedeniyle yanılgıya düşmüş olduğundan başvurunun
süresinde yapıldığının kabulü gerekir.
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade
özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
33. Köşe yazısında kullanılan ifadeler nedeniyle başvurucuların
1.250 TL tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu Mahkeme kararı ile
başvurucuların ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
34. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik
toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
35. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde
düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci
fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma,demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun
olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
36. 6098 sayılı Kanun’un “Sorumluluk”
kenar başlıklı 49. maddesinin “kanunla sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna
varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
37. Başvurucuların tazminat ödemeye mahkûm edilmesine ilişkin
kararın "başkalarının şöhret veya haklarının korunması"na
yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna
varılmıştır.
iii.Demokratik Toplum Düzeninin
Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplum
Düzeninin Gerekleri Kavramı
38. Anayasa Mahkemesi "demokratik toplum düzeninin
gerekleri" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez
açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal
bir ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır.
Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bekir
Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343,
4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan,
B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Derece mahkemelerinin böyle bir ihtiyacın
bulunup bulunmadığını değerlendirmede belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır.
Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir.
(b) Ölçülülük
39. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir
sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte-
temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde
olup olmadığının da incelenmesi gerekir(AYM, E.2007/4,
K.2007/81, 18/10/2007; Kamuran Reşit Bekir [GK],
B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir
Coşkun §§ 53, 54; ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca
bkz. Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72). Bu sebeple
mevcut başvuruda hükmedilen tazminatın davacının maruz kaldığı düşünülen
zararıyla makul bir ölçülülük ilişkisi içinde olması gerekir.
(c) Basın Özgürlüğü
40. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade
özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28.
maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu
temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için
gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunudaha
önce pek çok kez ifade etmiştir (Mehmet Ali
Aydın, § 69; Bekir Coşkun,
§§ 34-36). Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli
ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna
çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat
oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2),
B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63).
(d)İfade Özgürlüğünün
Kapsamı
41.Öte yandan Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade
özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. İfade özgürlüğü;
siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her
türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün
Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009,
15/2/2017, § 40). Bu itibarla bir gazetede yer alan köşe yazısında yer alan
bilgiler başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülse bile kişilerin subjektif değerlendirmelerinden bağımsız olarak ifade
özgürlüğünün korumasındadır.
(e) Basının Ödev ve
Sorumlulukları
42. Demokratik bir toplumda basına, siyasetçileri ve kamu
görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla
birlikte Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri tamamen sınırsız bir ifade
özgürlüğünü garanti etmemiştir. Anayasa'nın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine
ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder."
biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri
kullanırken ödev ve sorumluluklarına da gönderme yapmaktadır. 26. maddenin
ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün
kullanımına basın için de geçerli olan bazı "görev ve sorumluluklar"
getirmektedir (Basının görev ve sorumluluklarına ilişkin bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, §
46; Erdem Gül ve Can Dündar [GK],
B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y.
A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 67; Önder Balıkçı, § 43).
43. Bu görev ve sorumluluklar "başkalarının şöhret ve hakları"nın zarar görme ihtimalinin bulunduğu ve
özellikle adı verilen bir şahsın itibarının söz konusu olduğu durumlarda özel
önem arz eder (Orhan Pala, § 47).
Basın özgürlüğü; ilgililerin meslek ahlakına saygı göstermelerini, doğru ve
güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini
zorunlu kılmaktadır. Kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması kabul edilebilir
eleştiri sınırlarını aşabilir. Dolayısıyla haber verme görevi zorunlu olarak
ödev ve sorumluluklar ile basın kuruluşlarının kendiliğinden uymaları gereken
sınırlar içermektedir (Orhan Pala,
§ 48; Medya Gündem Dijital Yayıncılık
Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2013/2623, 11/11/2015, §§ 42, 43; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015,
§§ 53, 54; İlhan Cihaner
(2), §§ 60, 61).
44. Söz konusu sorumlulukların kapsamı, başvurucunun koşullarına
ve ifade özgürlüğünü kullandığı vasıtalara göre değişir. Anayasa Mahkemesi
basın özgürlüğüne yapılan müdahalelerin "demokratik bir toplumda gerekli"
olup olmadığını incelerken meselenin bu yönünü görmezden gelmeyecektir.
(f) Bireyin Şeref ve İtibarının Korunması
45. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade
özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda basının uyması
gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının
korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi
bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), § 44). Devlet, bireyin şeref ve
itibarına keyfî olarak müdahale etmemekle ve üçüncü kişilerin saldırılarını
önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, § 41; Adnan
Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44). Buna ilave olarak
Anayasa Mahkemesi siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki
kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye
katlanmak durumunda olduğunu ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok
daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır (Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58; kamusal yetki
kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün
Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet
başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete
hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42).
46. Anayasa Mahkemesi mevcut başvuruya benzer başvurularda,
aleyhine tazminata hükmedilmesi nedeniyle başvurucunun müdahale edilen ifade
özgürlüğü ile başvurucunun konuşmasındaki iddialar ve ifadeler nedeniyle
davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir
dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirir (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), §
49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir.
(g) Çatışan Haklar
Arasında Dengeleme
47. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut
olaya uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şu şekilde sayılabilir:
1- Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin
bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı
2- Toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı
3- Haber veya makalenin yayımlanma şartları
4- Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin
türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları
5- Habere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı
6- Haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği
7- Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili
kişinin önceki davranışları
8- Kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında
sahip oldukları hakların ağırlığı
48. Anayasa Mahkemesi başvurunun koşullarına göre bazıları
yukarıda sayılan kriterlerin gerektiği gibi değerlendirilip
değerlendirilmediğini denetler (Nilgün Halloran, § 41; Ergün
Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç,
§§ 58-66; İlhan Cihaner
(2), §§ 66-73). Bunun için başvurucu tarafından yazılan yazının
-yayımlandığı bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde
değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder
Balıkçı, § 45).
(h) İfade Özgürlüğüne Yapılan Müdahalenin
Gerekçesi
49. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin
temel ekseni, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan kararlarında
dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik
toplum düzeninin gerekleri”ne ve “ölçülülük”
ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı
olacaktır (Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan § 56; Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213,
1/2/2017, § 36). İfade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince
ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler
Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir.
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
50. Başvuruya konu yazıda ele alınan konu, ODTÜ Ormanı'nda
bulunan arazi içinden çok sayıda yetişmiş ağacın kesilmesi suretiyle
gerçekleştirilecek olan bir yol çalışmasına ilişkin olup bu konunun kamusal
çıkarları ilgilendiren meseleler arasında olduğu ve yazının çerçevesinin baskın
bir şekilde kamusal meseleler alanında kaldığı açıktır.
51. Diğer taraftan başvuruya konu yazının konusu oluşturan olay,
tarafların yaşamının diğer bireylere kapalı ve mahrem alanına ilişkin olmayıp
siyasi alanda yer almaktadır. Gerçekten de ODTÜ Ormanı olarak bilinen bölgeden
yol geçirilmesine ilişkin çalışmalar basında ve kamuoyunda geniş yankı bulmuş,
bu mesele üzerine haftalar süren bir tartışma süreci yaşanmıştır. Anılan
çalışmalar siyasi aktörler, köşe yazarları, akademisyenler gibi çok farklı
toplum kesimlerince farklı açılardan değerlendirilmiş; lehte ve aleyhte
değerlendirmelere konu olmuştur.
52. Bu çerçevede kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmakta olan
bir konuya ilişkin olarak yazılan yazının kamusal faydası yüksek bir tartışmaya
katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır. Başka bir ifadeyle başvurucunun dava
konusu yazıda kendi bakış açısından Türkiye'de gündemde olan ve bu yönüyle
kamunun bu konudaki fikir ve bilgileri alma hakkının da önemli olduğu bir
icraatı eleştirmesinin genel olarak kamu yararını ilgilendiren bir meseleyle
ilgili olduğu konusunda şüphe yoktur. Öte yandan başvuru konusu yazı, yol
çalışmasına ilişkin tartışmaların devam ettiği ve konunun güncelliğini koruduğu
bir tarihte yazılmıştır.
53. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde gözönünde
tutulması gereken bir diğer husus hem başvurucu hem de davacının toplumsal
konumlarıdır. Bir yanda gazeteci kimliğine sahip ve görüşleri yaygın kitleler
tarafından takip edilen başvurucu, diğer yanda ise tanınmış bir siyasetçi olan
ve olay tarihinde Ankara Büyükşehir Belediye başkanı sıfatına sahip davacı
bulunmaktadır. Bu çerçevede kamuoyunca bilinen bir siyasetçi olarak davacının
icraatlarının gazeteci kimliğiyle siyasi meseleler üzerinde yazılar yazan
başvurucunun sıkı ve yakın denetimi altında olması tabiidir.
54. Bu sebeple eldeki başvuruya konu olayda davacıya yönelik
olarak kullanılan sözlerin onu incittiği söylense bile Ankara Büyükşehir
Belediye başkanı ve tanınmış bir siyasetçi olan davacının üstelik çokça
tartışılan bir icraatla ilgili olarak kendisine yönelik eleştirilere sıradan
insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir.
55. Başvurucunun, tazminat ödemesine neden olan yazısında
kullandığı "yolsuzluk şampiyonu" ifadesiyle
davacıyı sert bir şekilde eleştirdiği kabul edilebilir. Bununla birlikte ilk
olarak bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir durumda kullanılacak
haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemek yargı mercilerinin görevi
değildir. İkinci olarak ise basın özgürlüğünün -demokrasi ile yakın ilişkisinin
doğal sonucu olarak- bir dereceye kadar abartıya ve provoke etmeye izin verecek
şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Benzer değerlendirmeler
için bkz. Ali Kıdık,B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 77).
56. Öte yandan ilk derece mahkemesi kararında başvuruya konu
yazının yayımlanmasının davacının hayatına kayda değer bir etkisinin olduğu
gösterilmemiştir. Yazının davacının özel hayatı ile ilgisinin olmadığı, kaba
hakaret içermediği ve keyfî kişisel saldırı boyutuna da ulaşmadığı
gözetildiğinde geriye başvurucunun yazıyı yazarken kullandığı polemik içeren
agresif usulü kalmaktadır. Bu noktada ifade özgürlüğünün sadece haber ve
fikirlerin içeriğini korumadığı, haber ve fikirlerin iletilme usulünü de
koruduğu gözetilmelidir (Benzer değerlendirmeler için bkz. Ali Kıdık, §
78).
57. İlk derece mahkemesi, başvurucunun yazısındaki sözlerin
davacının şeref ve itibarına karşı hangi surette saldırı oluşturduğu ve
tazminat ödemeyi gerektiği hususunda yeterli bir değerlendirme yapmaksızın
yazının bir bütün olarak katlanılamaz nitelikte olduğu, yazıda eleştiri
sınırlarının aşıldığı, öz ile biçim arasındaki dengenin muhafaza edilmediği ve
yazının davacının kişilik haklarını ihlal eder nitelikte olduğu sonucuna
ulaşmıştır.
58. İlk derece mahkemesi; başvurucunun yazısının yazıldığı
koşulları, davacının siyasi kimliğini, yazıya konu olan meselenin kamusal
niteliğini, kamuoyunda bu konuda süregelen bir tartışma olduğunu ve halkın
kamusal meselelere ilişkin bilgi alma hakkını dikkate almadan başvurucuları
tazminat ödemeye mahkûm etmiştir.
59. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında ilk derece mahkemesinin
davacının şeref ve itibar hakkını koruma amacının demokratik bir toplumda
basının oynadığı temel rol de gözetildiğinde başvurucuların Anayasa'nın 26. ve
28. maddeleri kapsamındaki ifade ve basın özgürlüğü haklarına uygulanan
sınırlamaların haklı çıkarılması için yeterli olmadığı ve daha ağır basan bir
toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği kanaatine ulaşılmıştır. İlk derece
mahkemesince ifade ve basın özgürlüğünün korunması ile özel hayatın bir unsuru
olan şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir denge kurulmamıştır.
Bu kapsamda ilk derece mahkemesince, başvurucular aleyhine hükmedilen tazminat
kararı için gösterilen gerekçeler ilgili ve yeterli kabul edilemez.
60. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 26. ve 28.
maddelerinin birinci fıkralarında güvence altına alınan ifade ve basın
özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir. …
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
1. Genel İlkeler
62. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına
göre esas inceleme kapsamında, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve
varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50.
maddesinin (1) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 79.
maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde,
gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili
temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında “ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının
belirlenmesi”, diğer bir ifadeyle “ihlalin
ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedil[mesi]” de gerekir.
63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin
ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin
ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep
olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen
diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir.
64. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar
verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine
hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek
işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl
giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili
mercilere gönderir (Bkz. Şahin Alpay (2)
[GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).
65. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna
göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama
işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim
yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır.
66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216
sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir.
67. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesiyle işaret edilen yeniden yargılama kavramı, ilgili usul
kanunlarında düzenlenen yargılamanın
yenilenmesi kurumundan belli yönlerden farklılık taşımaktadır.
Kuşkusuz ki Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya hükmettiği durumlarda da
derece mahkemesi kesin hükme bağlanmış bir uyuşmazlığı yeniden ele almaktadır.
Bu yönüyle ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi
müessesesi ile Anayasa Mahkemesince yeniden yargılamaya hükmedilmesi arasında
bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin, tespit edilen
ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hallerde,
ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı
olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın
kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hallerde yargılamanın yenilenmesinin
gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını
tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek
üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür.
68. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken
şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından
bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali
gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi,
kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit
edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır.
Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir
işlemden veya yerine getirilmeyen usuli bir
eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek
şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap
etmektedir. Buna karşılık ihlalin, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da
(derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de)
derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi
tarafından tespit edildiği hallerde derece mahkemesinin, usule dair herhangi
bir işlem yapmadan doğrudan mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının
aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir.
2. İlkelerin Olaya Uygulanması
69. Başvurucular; ihlalin tespiti ile birlikte yeniden yargılama
yapılmasını ve her biri için ayrı ayrı 10.000 TL maddi 5.000 TL manevi olmak
üzere toplam 30.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.
70. Başvurucuların, ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal
edildiği sonucuna varılmıştır.
71. Anayasa Mahkemesi köşe yazısında kullanılan ifadeler
nedeniyle başvurucuların 1.250 TL tazminat ödemesine karar verilmesinin
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle
başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna
varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.
72. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı
Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması
gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve
nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple
kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 25. Asliye Hukuk
Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
73. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama
yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan
başvurucuların bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Üstelik
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına
karar verilmekle birlikte başvurucunun muhatap olduğu yargısal süreç devam
etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme
kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için
ifade ve basın özgürlüklerinin ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve
yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında
başvuruculara müştereken net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
74. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için
başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,10 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,10 TL yargılama giderinin
başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına
alınan ifade özgürlüğü ile Anayasa'nın 28. maddesinin birinci fıkrasında
güvence altına alınan basın özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
üzere Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/461, K.2014/307)
GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvuruculara müştereken net 4.000 TL manevi tazminat
ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 226,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.