TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
CEMİLE GÖKHAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/1203)
|
|
Karar Tarihi: 23/5/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Özgür DUMAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Cemile
GÖKHAN
|
|
|
2. Gülsel
AYDOĞAN
|
|
|
3. Mehmet
DUYSAK
|
|
|
4. Rüştü
PEKÇOLAK
|
|
|
5. Senayi YALÇIN
|
|
|
6. Sercan
DUYSAK
|
|
|
7. Sevcan DUYSAK DABANLI
|
|
|
8. Süleyman
PEKÇOLAK
|
|
|
9. Ümmü DUYSAK
|
|
|
10. Zekayi
DUYSAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Haluk
BEDEL
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Maliye Hazinesince ihale yoluyla devredilen
taşınmazın satış suretiyle tapuya tescil edilmesine rağmen yargı kararıyla
tazminat ödenmeksizin orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle
mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
A. Başvurucuların
Dayandıkları Tapu Kayıtları
8. Manisa ili Salihli ilçesi zabıt defterinin 23/2/1939 tarihli
65. Cilt, 52. Sayfa ve 99 sıra numaralı kaydına göre Kızılhavlu
köyü Arpalık mevkiinde bulunan doğusu: E., batısı: H., kuzeyi: gedik sırt ve
güneyi: dere ile çevrili tarla vasfındaki taşınmaz İbrahim oğlu Mustafa Sağçolak adına kayıtlıdır.
9. Manisa ili Salihli ilçesi zabıt defterinin 23/2/1939 tarihli
65. Cilt, 52. Sayfa ve 102 sıra numaralı kaydına göre Kızılhavlu
köyü Arpalık mevkiinde bulunan doğusu: H., batısı: H., kuzeyi: yol ve güneyi:
M.M. ile çevrili 3 hektar 6.772 metrekare (m²) yüzölçümlü tarla vasfındaki
taşınmaz İbrahim oğlu Mustafa Sağçolak adına
kayıtlıdır.
10. Bu taşınmazlar 28/3/1933 tarihinde Maliye Hazinesi
tarafından ihale ile A. oğlu E.ye satılmış, ondan da başvurucuların miras
bırakanı Mustafa Sağçolak tarafından 23/2/1939
tarihinde tapuda satın alınmışlardır.
B. Kadastro Çalışmaları
Süreci
11. Kızılhavlu köyünde 1954 yılında
kadastro çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasında yukarıda belirtilen
tapu kayıtları kapsamındaki yerler 9 ve 17 parsel numaraları altında
sınırlandırılarak 7/9/1954 tarihinde Maliye Hazinesi adına tespit edilmiştir.
Başvurucuların miras bırakanı bu kadastro tespitlerine itiraz etmiştir.
12. Kızılhavlu köyü 9 parsel sayılı
taşınmaz yönünden Salihli Gezici Kadastro Mahkemesinin K.959/347 sayılı kararı
ile bu taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle orman tahdidi
yapılıncaya kadar tespit harici bırakılmasına karar verilmiştir. Temyiz edilen
karar Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin K.1959/6311 sayılı kararı ile onanmıştır.
13. Kızılhavlu köyü 17 parsel sayılı
taşınmaz yönünden Salihli Gezici Kadastro Mahkemesinin K.959/348 sayılı kararı
ile bu taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle orman tahdidi
yapılıncaya kadar tespit harici bırakılmasına karar verilmiştir. Temyiz edilen
karar Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin K.1959/6312 sayılı kararı ile onanmıştır.
C. Tescil Davası Süreci
14. Başvurucular; Kızılhavlu köyü 9 ve
17 parsel sayılı taşınmazlar ile ilgili olarak 13/6/2007 tarihinde Maliye
Hazinesi, Kızılhavlu köyü ve Orman Genel Müdürlüğü
aleyhlerine Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde tescil davası açmışlardır.
15. Mahkeme; dava konusu taşınmazların başında 8/10/2008
tarihinde kadastro, ziraat ve orman uzmanı teknik bilirkişiler ile birlikte
keşif yapmıştır. Ziraat uzmanı teknik bilirkişinin 15/10/2008 tarihli raporunda;
9 parsel sayılı taşınmazın 15 dekarlık kısmının sürekli işlenmesi ve
kullanılması sonucu tarım arazisi vasfını kazandığı ancak bu taşınmazın geriye
kalan 52.900 m² miktarlı kısmı ile 17 parsel sayılı taşınmazın tamamının
meşelik ve palamutluk durumda olduğundan tarım
arazisi vasfını kazanmadığı bildirilmiştir.
16. Orman uzmanı teknik bilirkişinin 14/10/2008 tarihli
raporunda da dava konusu taşınmazların orman toprağı olduğu belirtilmiştir.
Raporda ayrıca Salihli Gezici Kadastro Mahkemesince de bu taşınmazların orman
olduğundan orman tahdidi yapılıncaya kadar tespit harici bırakılmasına karar
verildiğine dikkat çekilmiştir. Bu raporda sonuç olarak dava konusu
taşınmazların orman sayılan yerlerden olduğu görüşü bildirilmiştir.
17. Mahkeme 6/11/2008 tarihinde davanın reddine ve dava konusu
taşınmazların orman vasfıyla Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, orman ve ziraat uzmanı teknik bilirkişilerin raporları
hükme esas alınmıştır. Mahkemeye göre bu raporlar, hava fotoğrafları ve dayanak
belgelere göre uyuşmazlık konusu taşınmazlar orman vasfındaki yerlerdendir.
Mahkeme ayrıca bu taşınmazlara yönelik kesinleşmiş mahkeme kararlarının
bulunduğunu vurgulamıştır.
18. Başvurucuların temyiz ettikleri karar, Yargıtay 20. Hukuk
Dairesinin 16/3/2009 tarihli ilamıyla onanmıştır. Onama ilamında, dava
dilekçesindeki açıklamaya göre davanın tapusuz olan taşınmazların tesciline
ilişkin olduğu nitelemesi yapılmıştır. Daire; çekişmeli taşınmazların bulunduğu
yerde tespit tarihinden önce orman kadastrosu yapılmadığını, genel arazi
kadastrosunun ise 1954 yılında yapılarak kesinleştiğini belirtmiştir.
19. Başvurucuların karar düzeltme talepleri Daire tarafından
3/6/2009 tarihinde reddedilmiştir.
D. Tazminat Davası Süreci
20. Başvurucular 7/2/2012 tarihinde Hazine aleyhine Salihli 2.
Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde, 1939
yılına ait 99 ve 102 numaralı tapu kayıtlarının Kızılhavlu
köyü 9 ve 12 parsel sayılı taşınmazları kapsadığı ve Hazine tarafından başvurucuların
miras bırakanına ihale yoluyla satıldığı hâlde orman olarak Hazine adına tescil
edildiği belirtilmiştir. Başvurucular, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak
kaydıyla 55.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.
21. Mahkeme 30/4/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir.
Kararın gerekçesinde, başvurucular tarafından aynı Mahkemede açılan davanın
reddedilerek uyuşmazlık konusu taşınmazların orman vasfıyla Hazine adına
tesciline karar verildiği belirtilmiştir. Mahkeme, bu taşınmazların daha önce
Salihli Gezici Kadastro Mahkemesinin 1959 yılında verilmiş kararıyla henüz
orman kadastrosu geçmediği için tespit harici bırakılmasına karar verildiğini
ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca orman vasfındaki arazilerin özel mülkiyete konu
olamayacağını ve orman vasıflı arazi üzerinde tasarrufta bulunulmasının
mülkiyetin tescilini gerektirmeyeceğini vurgulamıştır.
22. Mahkeme,dava
konusu taşınmazların 28/3/1933 tarihinde ihaleye çıkartılarak satın alındığı ve
23/10/1939 tarihli tapu kaydıyla mülk edinildiği iddialarını da incelemiştir.
Mahkemeye göre 09/07/1945 tarihli ve 4785 sayılı Kanun gereği orman olan
yerlerin tapuları iptal edilmiştir. Mahkeme, gerek 1956 yılında görülen
kadastro yargılaması gerekse de 2007 yılında açılan tescil davasında
başvurucuların taleplerinin reddedildiğini de belirterek başvurucuların
tazminat taleplerinin haksız olduğu sonucuna varmıştır.
23. Temyiz edilen karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 28/4/2014
tarihli kararıyla onanmış, başvurucuların karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin
25/11/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
24. Nihai karar, başvurucular vekiline 22/12/2014 tarihinde
tebliğ edilmiştir.
25. Başvurucular 20/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
26. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenîsi'nin 633. maddesi şöyledir:
"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için
tapu siciline kayıt, şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri
icra tarikleriyle veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulü iktisabeden
kimse tescilden evvel dahi ona malik olur. Fakat tescil merasimi ikmal
edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz."
27. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
705. maddesi şöyledir:
“Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille
olur.
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal,
kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden
önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi,
mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."
28. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi
şöyledir:
"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu
sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. "
29. 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 18. maddesi şöyledir:
"Eski hukuka göre kurulmuş olup da, Türk Kanunu Medenîsinin yürürlükte bulunduğu zamanda
varlıklarını korumuş olan aynî haklar, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği
tarihten sonra da varlıklarını sürdürürler. Bu haklardan Türk Medenî Kanunu
uyarınca kurulması mümkün olmayanlar, tapu kütüğünün beyanlar sütununa
yazılır."
30. 4722 sayılı Kanun'un 19. maddesi şöyledir:
"Türk Medenî Kanununun eşya hukukuna
ilişkin hükümleri, uygun düştüğü ölçüde zabıt defterlerinin tutulduğu yerlerde
de uygulanır."
31. 12/7/1966 tarihli ve 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu'nun 2.
maddesi şöyledir:
"Tarıma elverişli olmıyan
sahipsiz yerler ile aynı nitelikte olan sahipsiz kayalar, tepeler, dağlar ve
Orman Kanunu uyarınca orman sayılan yerler, tapulamaya tabi tutulmaz. Birlik
sınırları içinde kalan bu gibi gayrimenkullerin tapulamaya 766 tabi olup
olmadığı hususunda ilgililer arasında anlaşmazlık çıkarsa, tapulama tutanağı ve
krokisi yapılır. Anlaşmazlık sebebi tutanakla belirtilir.
Anlaşmazlık bu kanunda yazılı usul ve ilgili
kanunların esasları dairesinde çözülür."
32. 766 sayılı mülga Kanun'un 46. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir:
"Orman Kanunu uyarınca, tahditleri
yapılarak kesinleşmiş ve tescil edilmiş ormanlara ait kayıtlar, müseccel bulunduğu
birliğin tapu kütüğüne olduğu gibi aktarılır."
33. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12.
maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı
içerisinde kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler.
Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem
yapılamaz."
34. 17/8/2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Tapu Sicili Tüzüğü'nün geçici 1. maddesi şöyledir:
"Henüz kadastrosu yapılmamış yerlerde
kütük yerine zabıt defteri veya kat mülkiyeti zabıt defteri tutulur. Taşınmazın
sınırları hudut komşuları yazılarak gösterilir. Taşınmazın varsa resmî haritası
veya planı dosyasında saklanır."
35. 4785 sayılı Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte varolan gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy,
belediye, özel idare kamu tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar bu kanun
gereğince devletleştirilmiştir. Bu ormanlar hiç bir
işlem ve bildirime lüzum olmaksızın Devlete geçer."
36. 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 1. maddesi
şöyledir:
"Tabii olarak yetişen veya emekle
yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman
sayılır."
37. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bu yerler dışında orman sınırlarında
hiçbir suretle daraltma yapılamaz. "
2. Yargıtay İçtihadı
38. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesiyle
tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu,
devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği hüküm
altına alınmıştır. Öncesinde Yargıtay, bu maddenin sadece tapu sicilinde
yapılan hataları kapsadığı ancak tapu sicili oluşturulurken yani kadastro
çalışmalarından kaynaklanan hataların bu madde kapsamında
değerlendirilemeyeceği yönünde kararlar vermiştir. Bununla birlikte Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda ihlal kararından
sonra Yargıtay, içtihat değişikliğine giderek kadastro sırasında yapılan
hataların da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi
kapsamında devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi
gerektiğine dair kararlar vermiştir.
39. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk defa 18/11/2009 tarihli ve
E.2009/4-383, K. 2009/517 sayılı ilamıyla içtihat değişikliğine gitmiştir. Bu
ilamın ilgili kısımları şöyledir:
"Tapu işlemleri kadastro tespiti
işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu
kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün
oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.
Burada devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu
siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya
da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü
sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve
dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür."
40. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/6/2010 tarihli ve
E.2010/4-349, K.2010/318 sayılı kararı da benzer yöndedir. Yargıtaya
göre kadastrodan kaynaklanan hatalar nedeniyle zarar görenler, 4721 sayılı
Kanun'un 1007. maddesi gereğince zararlarının tazmini
için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi gereğince
on yıllık zamanaşımı süresi dolmadan Hazine aleyhine adli yargıda dava
açabilirler (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2012/7876,
K.2012/14598 sayılı kararı).
41. Ayrıca Yargıtay, tapu kaydının iptali nedeniyle hükmedilecek
tazminatın tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse o miktarda olması
gerektiğini ifade etmiştir. Gerçek zarar ise tapu kaydının iptali nedeniyle
tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar
verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak
ise aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır. Tazminat miktarının
belirlenmesinde öncelikli konu, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin
ve değerinin belirlenmesi olup araştırma yöntemi taşınmazın arsa ya da arazi
olmasına göre farklılık arz edecektir (Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 13/12/2011
tarihli ve E. 2011/8798, K. 2011/14624 sayılı kararı).
B. Uluslararası Hukuk
42. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu
Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak
kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun
genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin
kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da
başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez."
43. AİHM, mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek
bir tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun bırakmanın Sözleşme'ye
ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesikapsamında aşırı
bir yük oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak
istisnai durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (No. 2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD],
B. No: 46720/99, 72203/01, 72552/01, 30/6/2005, § 116).
44. AİHM'e göre bir taşınmazın orman
veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle
tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının
korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak
AİHM, mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal
edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından
istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir
istisnai durum da bulunmadığı hâlde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu
kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan
müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil
dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu
kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar
vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye,
B. No: 37451/97, 11/10/2005, §§ 36-43; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§
34-41).
45. Turgut ve
diğerleri/Türkiye (B. No: 1411/03, 8/7/2008) kararına konu olayda,
1911 yılında tapuya tescil edilen taşınmazın tapu kaydı orman olduğundan dolayı
özel mülkiyete konu olamayacağı gerekçesiyle yargı kararıyla iptal edilmiştir.
AİHM, başvurucuların miras bırakanının 1911 yılında bu taşınmazı edindiğine ve
başvurucuların tapu kayıtlarının Hazine yararına iptal edildiği tarihe kadar
söz konusu taşınmazın iç hukuktaki tüm sonuçlarıyla birlikte meşru olduğuna
işaret etmiştir. AİHM sonuç olarak tazminat ödenmeksizin tapu kaydının iptal
edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar vermiştir (Turgut ve diğerleri/Türkiye, §§ 86-93). Devecioğlu/Türkiye (B. No: 17203/03,
13/11/2008) kararında da AİHM,
tapu siciline güven ilkesi çerçevesinde satın alınan bir taşınmazın tapu kaydının
tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
sonucuna varmıştır (Devecioğlu/Türkiye,
§§ 31-41).
46. AİHM'in ihlal kararlarında,
belirtilen “adil denge”nin bozulmasının temelini
başvuruculara tazminat ödenmemesi oluşturmaktadır. Yargıtayın
yukarıda değinilen içtihat değişikliğinden (bkz. § 38) sonra AİHM, tazminat
ödenmeksizin bireylerin taşınmazının elinden alınması nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiği iddiaları bakımından Yargıtayın
yeni içtihatlarına işaret etmiştir. AİHM; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun AİHM'in bu konudaki ihlal kararlarına dayanarak tapudaki
yanlış kayıtlardan kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş veya
kısıtlanmış olanların tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti
sorumlu tutabileceğine hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin
kullanılma şekli, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal
değerlerin dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat
çektiğini, bu başvuru yolunun düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal
mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesine dayanarak
ilgili mevzuat hükümlerini uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali
yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde
bulunabileceğini belirterek iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle
başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir (Mehmet Altunay/Türkiye (k.k.), B. No: 42936/07, 17/4/2012; Arıoğlu ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 11166/05, 6/11/2012; Osman Yaşar Dişlioğlu ve
diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 39149/04,
11/12/2012).
47. Bununla birlikte her somut olayın kendine özgü koşulları
mevcut olup bu nedenle her başvurunun başvuru tarihindeki duruma göre karara
bağlanması gerektiği de kuşkusuzdur. Nitekim Dürrü Mazhar Çevik ve Asuman Münire Çevik
Dağdelen/Türkiye (B. No: 2705/05, 14/4/2015) kararında, söz konusu
içtihat değişikliğinin orman ve kıyı alanlarında kalan taşınmazlar ile ilgili
olup her somut olay bakımından kıyaslanabilecek bir durumda bulunan ve söz
konusu başvuru yolunun başarıyla kullanıldığı emsal bir içtihadın gösterilmesi
gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvuruya konu nihai karardan sonra söz
konusu içtihat değişikliğinin meydana geldiği belirtilerek kabul edilemezlik
itirazı reddedilmiştir (Dürrü Mazhar Çevik ve Asuman Münire
Çevik Dağdelen/Türkiye, §§ 21-30). AİHM; esas yönünden yaptığı
incelemede ise başvurucuların taşınmazlarının önemli bir kısmının yargı
kararıyla ve bu taşınmazların özel mülkiyet konusu olamayacakları gerekçesiyle
tazminat ödenmeksizin Hazine adına tescil edildiğini belirtmiştir. AİHM,
başvurucuların taşınmazlarının bir kısmının Hazine adına tescil edilmesinin
ardından herhangi bir tazminat elde edemedikleri tespitine yer vermiştir. Ancak
AİHM'e göre başvuruculara hiçbir tazminatın
ödenmemesini haklı gösterecek nitelikte istisnai herhangi bir durum
bulunmamaktadır. AİHM sonuç olarak bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet
haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (Dürrü Mazhar Çevik ve Asuman Münire Çevik
Dağdelen/Türkiye, §§ 31-38).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
48. Mahkemenin 23/5/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
49. Başvurucular; uyuşmazlık konusu taşınmazların tapu
kayıtlarının bulunmasına rağmen önce Kadastro Mahkemesince tescil harici
bırakıldığından, daha sonra açtıkları tescil davasında ise yapılan yargılama
sonucunda bu taşınmazların Hazine adına tescil edildiğinden yakınmışlardır.
Başvurucular, hâlbuki söz konusu taşınmazların miras bırakanları tarafından
satın alınmadan önce Hazine tarafından yapılan ihale yoluyla edinildiğine
dikkat çekmişlerdir. Başvurucular, tazminat taleplerinin de reddedildiğini
belirterek mülkiyet haklarının ve Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
50. Anayasa'nın
"Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz."
51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, aynı iddialarla mülkiyet hakkı
yanında ayrıca Sözleşme'nin 10. maddesinin de ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerse de ifade özgürlüğünü düzenleyen anılan maddenin başvuru konusu olay
ile bir ilgisi görülmemiştir. Dolayısıyla başvurucuların belirtilen
iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
52. Anayasa ve 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1.
maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Anayasa Mahkemesi ancak bu tarihten
sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilecektir. Bu açık düzenlemeler karşısında anılan tarihten önce
kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının
genişletilmesi mümkün değildir. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından
yetkisiyle ilgili bu düzenlemelerin kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle
bireysel başvurunun tüm aşamalarında resen dikkate alınması gerekir (Ahmet Melih Acar, B. No: 2012/329,
12/2/2013, § 15; G.S., B. No:
2012/832, 12/2/2013, § 14).
53. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini doğru olarak
belirleyebilmek için kesinleşen nihai işlem ve kararın tarihinin yanı sıra
gerçekleştiği iddia edilen müdahalenin zamanını da doğru tespit etmek gerekir.
Bu tespit yapılırken müdahaleyi oluşturan olaylar ve ihlal edildiği iddia
olunan hakkın kapsamı birlikte değerlendirilmelidir (Zeycan Yedigöl [GK], B. No:
2013/1566, 10/12/2015, § 31).
54. Anayasa Mahkemesi ayrıca mülkiyetten yoksun bırakma
şeklindeki mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kural olarak anlık eylemler
olup sürekli bir müdahale oluşturmadığını belirtmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve
diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 114). Bununla birlikte
Anayasa Mahkemesi, zaman bakımından yetki içinde sonuçlanmış olmak kaydıyla kamu
makamlarınca müdahalenin incelenerek esası hakkında bir karar verilmesi veya
müdahaleyle ilgili tanınan tazminat ve benzeri bir yolun mevcut olması
durumlarını da dikkate alarak değerlendirme yapacaktır (Varvara Arnavut, B. No: 2014/7538,
13/9/2017, § 48; Agavni Mari Hazaryan
ve diğerleri, §§ 111-120).
55. Somut olayda ise ilk olarak başvurucuların tapu kaydının
hiçbir zaman iptal edilmemiş olduğu dikkate alınmalıdır. Nitekim Salihli Gezici
Kadastro Mahkemesinin K.959/348 sayılı kararında da orman tahdidi yapılıncaya
kadar taşınmazın tespit harici bırakılmasına karar verilmiş olup bu kararın
tapunun iptaline ilişkin bir hüküm içermediği görülmektedir. Bununla birlikte
başvurucuların açtığı tescil davasında Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
6/11/2008 tarihinde davanın reddine ve dava konusu taşınmazların orman vasfıyla
Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir. Bu karar, Yargıtayca
onanmış ve karar düzeltme talebinin reddedildiği 3/6/2009 tarihinde
kesinleşmiştir.
56. Başvurucular, bu davadan sonra Anayasa Mahkemesi ve AİHM
tarafından etkili bir hukuk yolu olarak görülen 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine göre tazminat davası açmışlardır. Bu dava ise
Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesince 30/4/2013 tarihinde reddedilmiş, temyiz
edilen karar Yargıtay 5. Hukuk Dairesince onanmış ve başvurucuların karar
düzeltme talepleri de aynı Dairenin 25/11/2014 tarihli kararıyla
reddedilmiştir. Sonuç olarak başvurucuların etkili olabilecek bütün başvuru
yollarını usulüne uygun olarak tükettikten sonra bireysel başvuruda bulunduğu,
ayrıca ihlale yol açıldığı belirtilen nihai kararın da Anayasa Mahkemesinin
zaman bakımından yetkisi dâhilinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan
mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
58. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet
hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal
varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu
bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve
gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve
fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet
hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve
diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
59. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak
zorundadır (Cemile Ünlü, B. No:
2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda başvurucular, Manisa ili Salihli
ilçesi zabıt defterinin 23/2/1939 tarihli ve 99 ile 102 sıra numaralı
kayıtlarına dayanmışlardır. Bu kayıtlara göre söz konusu taşınmazlar 28/3/1933
tarihinde Maliye Hazinesi tarafından ihale ile A. oğlu E.ye satılmış, ondan da
başvurucuların miras bırakanı Mustafa Sağçolak
tarafından 23/2/1939 tarihinde tapuda satın alınmıştır (bkz. §§ 8-10).
60. Tapu Sicili Tüzüğü'nün geçici 1. maddesine göre henüz
kadastrosu yapılmamış yerlerde tapu kütüğü yerine zabıt defteri tutulmaktadır.
Nitekim Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 28/6/1944
tarihli ve 5742 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
15/3/1944 tarihli ve E.1944/13, K.1944/18 sayılı kararında, zabıt defterlerinin
de tapu sicili kapsamında olduğu ve bu defterlerdeki kayıtlardan da devletin
4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında sorumlu
olduğu kabul edilmiştir.
61. Başvuru konusu olayda anılan taşınmazların kadastro görmemiş
yerlerde tapu sicilinin bir unsuru olarak kabul edilen zabıt defterlerinde
başvurucuların miras bırakanı adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.
Başvurucuların miras bırakanının taşınmazları satın aldığı tarihte bu
taşınmazların orman olduğunu bilebileceğine dair tapuda herhangi bir şerh veya
açıklayıcı bir ibare ise bulunmamaktadır. Esasen zaten derece mahkemeleri bu
taşınmazların 1945 yılında çıkarılan 4785 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle orman
olarak devletleştirildiğini kabul etmiştir. Bu durumda söz konusu taşınmazların
Hazine tarafından ihale yoluyla satıldığı, satılan kişiden başvurucuların miras
bırakanının bu taşınmazları tapu siciline güvenerek devraldığı ve tapu siciline
iç hukukta bağlanan sonuçlar dikkate alındığındabaşvurucuların
Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet haklarının mevcut olduğu kanaatine
ulaşılmıştır.
b. Müdahalenin Varlığı ve
Türü
62. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence
altına alınmış olan mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve
yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği
gibi kullanma, onun semerelerinden yararlanma ve ondan tasarruf etme olanağı
veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin
mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf
etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale
teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan,
B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
63. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden
diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına
müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın
35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na
yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına
müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak
mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda
"mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının
genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân
sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından
mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca
belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi,
mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
64. Öncelikle belirtmek gerekir ki 3402 sayılı Kanun'un 12.
maddesinin dördüncü fıkrasına göre kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içinde
kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybeder. Aynı madde
uyarınca bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem
yapılamaz. Başvuruya konu ihtilaflı taşınmazların bulunduğu köyde 1954 yılında
kadastro çalışmaları yapılmış ve bu taşınmazlar önce Hazine adına tespit
edilmiş, açılan dava üzerine de Gezici Kadastro Mahkemesince orman tahdidi
yapılıncaya kadar taşınmazların tespit harici bırakılmasına karar verilmiştir
(bkz. §§ 11-13). Başvurucuların tespit harici bırakılan bu yerlerin tescili
için açtıkları dava ise Mahkemece taşınmazların orman olduğu gerekçesiyle
reddedilmiştir (bkz. §§ 14-19).
65. Bu itibarla somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazlar
tapuda başvurucuların miras bırakanı adına kayıtlı olduğu hâlde önce orman
tahdidi yapılıncaya kadar tespit harici bırakılmış, daha sonra da yargı
kararıyla orman vasfıyla Hazine adına tapuya tescil edilmiştir. Dolayısıyla
başvurucuların kadastro sonucu tescil edilmeyen taşınmazlarının nihayet Hazine
adına tescil edilmesi sebebiyle başvurunun mülkten yoksun bırakmaya ilişkin
ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
c. Müdahalenin İhlal
Oluşturup Oluşturmadığı
66. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
67. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak
olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri
düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin
Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı
amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
68. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi
gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit
edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının
ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç
hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların
bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş
Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
69. Başvurucuların açtıkları tescil davasında derece mahkemeleri
uyuşmazlık konusu taşınmazların orman olduğunu tespit etmiş ancak hükme dayanak
herhangi bir kanun hükmü göstermemiştir. Buna karşın tazminat davasında ilk
derece mahkemesi, tapulu taşınmazların 4785 sayılı Kanun'un 1. maddesine göre
devletleştirildiğini ve ormanların özel mülkiyete konu olamayacağını belirtmiştir.
70. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin
çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169.
maddesinde, ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek
bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin
geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir
(AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda 6831 sayılı Kanun'un 1.
maddesinde de tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık
topluluklarının yerleriyle birlikte orman sayılacağı hüküm altına alınmış, aynı
Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrasında bu yerler dışında orman sınırlarında
hiçbir suretle daraltma yapılamayacağı düzenlenmiştir (§§ 36-37). Anılan Kanun
hükümlerinin ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli olduğunda kuşku
bulunmadığından başvuruya konu müdahalenin kanuna dayalı olduğu sonucuna
varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
71. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı
ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı,
mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması
imkânı vermekle, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının
kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir
sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
53).
72. Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden
taşıdığı büyük önem gözetilerek korunması ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı
düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin ülkemizde
orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur.
Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın
en önemlilerinden birisi olan ormanların korunması ve sahalarının
genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların
gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, E.2013/96, K.2014/118,
3/7/2014).
73. Dolayısıyla ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına
müdahale edilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu
tartışmasızdır (Bkz. AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
74. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına
yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı
gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük
ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.
75. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen
müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını,
“gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını
yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını,
“orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç
arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM,
E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13,
K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve
diğerleri, § 38).
76. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının
sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları
arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun
şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş
olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir
taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin
niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate
alacaktır (Arif Güven, B. No:
2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).
77. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması
amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal
külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna
uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011).
Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile
başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi
veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla
sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf
Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).
78. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi;
tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu,
zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm
altına almıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararlarında Yargıtay
içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde
öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan
zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012,
16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter,
B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice
Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).
(2) İlkelerin Olaya
Uygulanması
79. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazlar bizzat Hazine
tarafından 28/3/1933 tarihinde üçüncü kişilere ihale edilip satılarak tapuya
tescil edilmiştir. Başvurucuların miras bırakanı ise tapuya güvenerek 23/2/1939
tarihinde taşınmazları satın almıştır. Buna rağmen yapılan genel kadastro
çalışmalarıyla bu taşınmazlar yeni oluşturulan tapu kütüğüne tescil edilmediği
gibi bu taşınmazların tespit harici bırakılması üzerine yeni oluşturulan tapu
siciline tescili amacıyla başvurucuların açtıkları tescil davasını reddeden
Mahkeme 6/11/2008 tarihinde bu taşınmazların orman olarak tapuya tesciline
karar vermiş, Yargıtayca onanan anılan hüküm karar
düzeltme talebinin reddedildiği 3/6/2009 tarihinde kesinleşmiştir.
80. Başvurucuların taşınmazlarının orman olduğu gerekçesiyle
yeni oluşturulan tapu siciline tescili taleplerinin reddedilerek bu
taşınmazların Hazine adına tescil edildiği dikkate alındığında, amacı
bakımından müdahalenin elverişli ve gerekli olmadığı ifade edilemez.
81. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi
bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki
olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve
dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan tedbirle
başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti
gerekmektedir.
82. Tescil davasında yapılan yargılama sonucunda uyuşmazlık
konusu taşınmazların orman vasfında olduğu tespit edilmiştir. Gerçekten de
derece mahkemelerinin de işaret ettiği üzere ormanların korunması ve
geliştirilmesine ilişkin Anayasa'nın 169. maddesi uyarınca mülkiyetinin
devredilmesi yasaklanan devlet ormanlarının zamanaşımı ile mülk edinilmesi
mümkün bulunmamaktadır. Ancak söz konusu taşınmazların kamu makamları
tarafından oluşturulan tapu kayıtlarına göre yine kamu makamlarından ihale
yoluyla satılmak suretiyle özel mülke konu edildiği ortadadır. Nitekim
başvurucuların miras bırakanı da tapu siciline güvenerek bu taşınmazları satın
almıştır. Buna karşın başvurucuların miras bırakanının satın aldığı tarihte bu
taşınmazların orman olduğuna dair tapu kaydında herhangi bir şerhin veya
belirtinin bulunduğu kamu makamlarınca gösterilemediği gibi dosya kapsamından
başvurucuların miras bırakanının bu taşınmazların orman olduğunu bilebilecek
durumda olduklarını gösterir başkaca herhangi bir olgunun da mevcut olmadığı
anlaşılmaktadır.
83. Dolayısıyla tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması
kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak
bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir.
Üstelik somut olayda Hazine adına oluşturulan tapu kaydı her nasılsa ihale
yoluyla satılarak özel mülke konu edilmiştir. Buna göre olayda idarenin hatalı
kayıt oluşturmasına ve yine hatalı olarak söz konusu taşınmazları özel mülke
konu olacak şekilde satmış olmasına rağmen bu defa taşınmazlar kamu malı olduğu
gerekçesiyle yargı kararıyla yine idare adına tapuya tescil edilmiş ancak
başvuruculara herhangi bir tazminat ise ödenmemiştir.
84. Hâlbuki orman olan taşınmazların korunması bağlamında
müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin
verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucuların da
menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün
sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapuların
iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvuruculara yüklenen külfeti
hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak
önemli bir araç olduğu söylenebilir. Öte yandan somut olayda başvuruculara
tazminat ödenmemesini makul gösterebilecek istisnai bir durumun varlığı da söz
konusu değildir.
85. Yukarıda da değinildiği üzere Türk hukukunda tapu sicilinin
hatalı tutulmasından kaynaklanan zararların devlet tarafından tazmin edilmesini
öngören düzenleme, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde
yer almıştır. Anılan maddede; tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün
zararlardan devletin sorumlu olduğu, zararın doğmasında kusuru bulunan
görevlilere devletin rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır (Nazmiye Akman, § 22; Ahmet Hilmi Serter, § 39; Hatice Avcı ve diğerleri, § 72). Ayrıca
Yargıtay, kadastro hataları dâhil olmak üzere tapu kütüğünün oluşumu
aşamasındaki hatalardan da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi
uyarınca devletin sorumlu olduğunu içtihat etmiştir (§§ 38-41). Dolayısıyla
başvurucuların 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine
istinaden Hazine aleyhine açtıkları tazminat davasını orman olan taşınmazların
devletleştirildiğinden dolayı tazminat verilemeyeceği gerekçesiyle reddeden
derece mahkemelerinin yaklaşımlarının benzer nitelikteki Yargıtay içtihadı ile
de çeliştiği anlaşılmaktadır.
86. Bu durumda Hazine tarafından ihale yoluyla satılarak özel
mülke konu edildikten sonra başvurucuların murisi tarafından satın alınarak
tapuya tescil edilen taşınmazların yargı kararıyla bu defa yine Hazine adına
tescil edilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir
amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvuruculara herhangi bir tazminat
ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucuların katlanması
sonucunu doğurmuştur. Sonuç olarak müdahaleyle başvuruculara aşırı bir külfet
yüklenmiş olup başvurucuların mülkiyet hakları ile kamu yararı arasındaki adil
dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkına yapılan
müdahalenin ölçüsüz olduğu kanaatine varılmıştır.
87. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence
altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
88. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında
hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya
genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı
ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar
verir.”
89. Başvurucular, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi
talebinde bulunmuşlardır.
90. Başvuruda, mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır.
91. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Salihli 2. Asliye Hukuk Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara
müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet
hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Salihli
2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/848, K.2013/350) GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye
Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede
gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar
geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
23/5/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.