TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AYTEN AKBOZ VE İLYAS AKBOZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/12382)
|
|
Karar Tarihi: 11/10/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Ayten
AKBOZ
|
|
|
2. İlyas
AKBOZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Süleyman
BİLGİÇ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına
bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana
gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının
dokuz yılı aşkın bir sürede kesinleşmesi nedeniyle de
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 14/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda
bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden
tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
9. Başvuru formu ve eklerindeki tıbbi belgelere göre
başvurucuların 15/2/1998 tarihinde dünyaya gelen müşterek çocukları A.A.ya 2002 yılında subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığı tanısı
konulmuştur. A.A. gördüğü tedavilere rağmen 23/7/2009 tarihinde hayatını
kaybetmiştir.
10. Başvurucular 11/4/2006 tarihinde -A.A.
hayatta iken- Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve A.A.nın
SSPE hastalığına yakalanmasında hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.
11. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık
Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır. Bu inceleme
kapsamında A.A.nın bağlı
olduğu Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağına müzekkere yazılarak A.A.nın
aşı kaydının bulunup bulunmadığı sorulmuştur. Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağının
cevap yazısında; 2000 yılında yağan yağmurun kanalizasyonun taşmasına sebep
olduğu, sağlık ocağının zemininin düşük olması nedeniyle 2000 yılı da dâhil
olmak üzere daha önceki yıllara ait evrakların hasar gördüğü, kızamık aşısı ile
diğer aşıların kaydedildiği formların da su baskınında hasar gördüğü, bu
sebeple söz konusu belgelerin bulunamadığı belirtilmiştir. Bu inceleme
kapsamında ayrıca A.A.ya ait
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi kayıtları temin edilmiştir. A.A.nın rahatsızlığının ilk
belirtilerinin ortaya çıktığı 2002 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesince düzenlenen anamnez (hasta öyküsü)
kâğıdında diğer bilgilerin yanı sıra A.A.nın kızamık
olup olmadığı hususu ile ilgili olarak "kızamık
(?)" şeklinde bir kayıt yer almaktadır.
12. Sağlık Bakanlığı yukarıdaki araştırmaları yaptıktan sonra
SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların aşılanmamış, aşılandığı hâlde
yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık geçirmiş
çocuklarda ortaya çıktığını; somut olayda SSPE hastalığının ortaya çıkmasında
hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek 18/5/2006 tarihinde başvurucuların
isteminin reddine karar vermiştir.
13. Başvurucular, bunun üzerine 14/6/2006 tarihinde Diyarbakır
2. İdare Mahkemesinde dava açmış ve 30.000 TL maddi, 30.000 TL manevi tazminat
talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle oğullarının
doğduğu dönemde tek doz kızamık aşısının uygulanmakta olduğunu, oğullarının bu
uygulama nedeniyle SSPE hastalığına yakalandığını ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular, oğullarının hastalığı döneminde gerek manevi gerekse maddi yönden
büyük sıkıntı çektiklerini ifade etmişlerdir.Başvurucular
son olarak devletin düzenli aşı kampanyaları yapmakla yükümlü olduğunu, on
yıldır Bağlar Sağlık Ocağına yakın bir yerde oturmalarına rağmen yeterli doz
aşı uygulamasının bu yere ulaştırılamamasının kabul edilemez olduğunu ileri
sürmüşlerdir.
14. Sağlık Bakanlığı, sunulan koruyucu sağlık hizmeti ile ortaya
çıktığı iddia edilen sonuç arasında uygun illiyet bağı bulunmadığını
savunmuştur. Sağlık Bakanlığı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin anamnez kâğıdında A.A.ya
kızamık aşısı yapılmadığı ve A.A.nın 18 aylıkken
kızamık hastalığı geçirdiği bilgisinin yer aldığını, Diyarbakır İl Sağlık
Müdürlüğü kayıtlarında da A.A.nın aşılandığına
ilişkin bir bilginin bulunmadığını belirtmiştir. SağlıkBakanlığı,
dava tarihinden önce Sağlık Bakanlığı onayıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı
hakkında çeşitli araştırmalar yapmış olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca
(Komisyon) hazırlanan rapordaki verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet
kusuru bulunmadığını savunmuştur.
15. Başvurucular; oğulları A.A.nın ölümü ile neticelenen olayda hizmet kusuru
bulunduğunu, oğullarına Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağında bebeklik aşısını
yaptırdıklarını, idarenin oğullarına kızamık aşısı yapılmadığı yönündeki savunmasına
itibar edilmesi hâlinde bile gerekli organizasyonu kuramaması ve oğullarına
kızamık aşısını ulaştıramaması nedeniyle idarenin sorumluluğunun bulunduğunu
belirterek Sağlık Bakanlığının savunma dilekçesine karşı beyanda
bulunmuşlardır.
16. Yukarıda da belirtildiği üzere Sağlık Bakanlığı, SSPE
Komisyonunca hazırlanan rapordaki verilere dayanarak olayda hizmet kusuru
bulunmadığını savunmuştur. Dava dosyasında da bir örneği bulunan bu rapor, 1970
yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı
arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanı'nın 1/7/2005 tarihli ve 6888
sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bu Komisyon,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında görevli Prof.
Dr. S.T. ile Doç. Dr. L.A., aynı Üniversitenin Çocuk Nörolojisi Bilim Dalında
görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı Üniversitenin Çocuk
Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. M.C., ayrıca Gazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr.
U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana
Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsünde
görevli Prof. Dr. G.G.den oluşmaktadır. Komisyon
rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü
tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini ve uygulamalarını
incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan ülkelerdeki SSPE görülme
sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye'deki üniversite ve eğitim hastanelerinde
takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit etmeye çalışmıştır.
17. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir
rapor hazırlamıştır. Raporda;
i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı
hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30'unda
bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan
birinin de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.
ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE
olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını
açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma
Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE'nin
azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık
aşısının neden olmadığını açıklamıştır.
iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan
incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının
saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.
iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı
komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin
aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
v. Türkiye'de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından
önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları
(good manufacturing practices) kurallarına göre üretilmiş ve
uluslararası referans laboratuvarlarında test edilmiş aşılar olduğu
belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma sunulmadan önce Refik
Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun olduğu kanıtlanan
aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar üretici firmadan alınıp
aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık kuruluşlarında soğuk zincir
sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve sistem sürekli olarak
izlenmektedir.
vi. Türkiye'deki aşı uygulamalarının hastalıkların görülme
sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma
Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre
kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklik
çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine rapordaki bilgilere
göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları arasında
dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda
yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da dokuzuncu ayda
tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık Örgütü 2000
yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci
doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu önerisini tekrar
etmiştir.
vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı
tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye'deki rutin kızamık
aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri
doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade
edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği,
bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7,
1995-1998 yıllarında ise %76'ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları
arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye
indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı,
2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık
aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95
oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşısı oranlarının
ise sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiğiifade
edilmiştir.
viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine
yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık
aşısının 2. dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade
edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on
ikinci ayda uygulanmış, ilkokul 1. sınıfta yapılan kızamık aşısına da devam
edilmiştir.
ix. Türkiye'deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak
yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile
üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından
bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının 1.131
olduğu belirtilmiştir. Raporda; bu olguların %56'sının kızamık hastalığı
geçirdiğinin, %11'inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin bildirildiği, %33'ü
ile ilgili bilgiye ulaşılamadığı, yalnızca %29'unda kızamık aşısı yapıldığının
bildirildiği ifade edilmiştir.
x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85
olduğu, Türkiye'deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu
dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma
oranının %95'lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma
oranının tek dozla bile %100'e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık
olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma
oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus
bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olgularının ve buna bağlı
SSPE olgularının Çin'de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.
xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık
hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği
belirtilmiştir.
18. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak
aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:
"Sonuç olarak;
1.Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP
kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden
kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır.
2. Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık
aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz
uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem
olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek
amacıyla ilköğretim 1. sınıfta 2. doz uygulaması başlatılmıştır.
3. Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen
uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası
uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur.
4. SSPE hastalığı kızamık aşısının değil
kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı
virüsü sorumludur.
5. Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne
alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok
farklı olmadığı görülmektedir.
6. Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının
ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.
Öneriler;
1.Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke
genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdurülmelidir.
2. Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye
yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum
katılımının sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda
bilgilendirme yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine gidilmelidir.
3. Kızamık ve SSPE sürveyans
ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir.
4. İlgili dallardan uzmanların katılımıyla,
SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon
oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence
kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir.
5. Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu
konularda yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle
seçilmiş ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması
önerilir.
(...)"
19. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi, anılan raporun yanı sıra
2/3/2009 tarihinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığına müzekkere yazarak SSPE
hastalığının A.A.ya
uygulanan tek doz kızamık aşısı uygulamasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı, bu
uygulamada davalı idarenin bir kusurunun bulunup bulunmadığı hususlarının
tespit edilmesi amacıyla bir rapor hazılanması
talebinde bulunmuştur.
20. Bunun üzerine A.A. hakkındaki adli ve tıbbi evrak dikkate
alınarak Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarfından
bir rapor hazırlanmıştır. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 27/5/2009
tarihli raporunun sonuç kısmı şöyledir:
"Tanısı konan SSPE hastalığının kızamık
aşısı yapılmayan ve bu nedenle kızamık geçiren çocuklarda ileri dönemde görülen
bir komplikasyon olduğu, aşının yapılması ile değil yapılmamasıyla ilişkisi
olduğu, cihetle ilgili idarenin kusurunun olmadığı oy birliği ile mütalaa
olunur."
21. Başvurucular 18/12/2009 tarihli dilekçelerinde özetle Adli
Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan alınan raporda delillerin takdir edilmiş
olmasının hukuka aykırı olduğunu, objektif olmayan Adli Tıp Kurumu raporunun
ikna edicilikten de uzak olduğunu belirterek Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan
yeni bir rapor alınması talebinde bulunmuşlardır.
22. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi,Adli
Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporunu hükme esas alınabilecek yeterlilikte
görerek 31/12/2009 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin
ilgili kısmı şöyledir:
"(...)
Dava konusu uyuşmazlıkta İlyas AKBOZ ve Ayten AKBOZ'un müşterek çocukları [A.A.nın] SSPE
hastalığına yakalanmasının tek doz aşı uygulamasından kaynaklanıp
kaynaklanmadığının tespiti ile davalı idarenin kusurunun bulunup bulunmadığı,
kusuru varsa kusur oranının belirlenmesi amacıyla dava dosyası Adli Tıp Kurumu
Başkanlığı'na gönderilmiş, Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu
tarafından düzenlenen 27.05.2009 tarih ve 17699-2913 sayılı raporda özetle;SSPE hastalığının kızamık aşısı yapılmayan ve bu
nedenle kızamık geçiren çocuklarda ileri dönemde görülen bir komplikasyon
olduğu, aşının yapılması ile ilgili değil, yapılmaması ile ilişkisi olduğu
cihetle ilgili idarenin kusurunun olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu bilirkişi
raporu taraflara tebliğ edilmiş, davacı tarafından rapora itiraz edilmiştir.
Ancak davacı tarafından bilirkişi raporuna yapılan itirazlar yerinde
görülmemiş, bilirkişi raporu hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.
Bilirkişi raporunda ayrıntılı olarak
belirtildiği üzere SSPE hastalığının kızamık aşısı yapılmayan ve bu nedenle
kızamık geçiren çocuklarda ileri dönemde görülen bir komplikasyon olduğu,
aşının yapılması ile ilgili değil, yapılmaması ile ilişkili olduğu ve davacılar
tarafından çocuklarına kızamık aşısının yapılmaması sonucuSSPE
hastalığının oluştuğu kanaatine ulaşıldığından idareye atfedilebilecek bir
kusur bulunmadığından davacılarıntazminat
taleplerinin kabulüne olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Kaldı ki söz konusu aşının tek doz olarak
yapıldığının kabul edilmesi halinde bile aşının bahsi geçen hastalığa sebep
olmayacağının kabülü gerekmektedir. Zira davacılar
tarafından hastalığın tek doz kızamık aşısından kaynaklandığı iddia
edilmektedir. Ancak SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan bir
hastalıktır. Davalı idareye bağlı olmayan ve çeşitli üniversitelerde görev
yapan akademisyenlerce hazırlanan 05.04.2006 tarihli rapora göre SSPE hastalığı
kızamık aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonudur. Bu açıdan
hastalığın yapıldığı iddia edilen aşıdan kaynaklandığı hususu bilimsel olarak
kabul edilemiyecek niteliktedir. Yine söz konusu
rapora göre Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm
aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden kullanıcıya dek soğuk
zincir sistemi içerisinde güvenle ulaştırılmaktadır. Bu açıdan aşının
kendisinde bir bozukluk olması hususu da kabul edilemeyecek bir durumdur.
Aşının iki doz yerine tek doz yapılması hususuna gelince,
hem raporun hem de savunma dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998
yılına kadar tek doz bu yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir. Ancak bu
husus davacıların iddialarını kanıtlar nitelikte değildir. Zira yapılması
gereken ikinci doz hemen ilk dozun ardından değil bu aşıdan yıllar sonra
ilköğretim 1.sınıf çağında yapılmaktadır. Bu nedenle söz konusu aşı yapılmış
olsa bile o yaş çağındatek doz yapılması doğru bir
uygulama olup, söz konusu kişi 5 yaş civarında SSPE hastalığına yakalandığından
idarenin burada bir kusurunun bulunmadığı açıktır. Çünkü ikinci aşı ilköğretim
1.sınıf çağında yapıldığından bu süreden daha önce söz konusu hastalığa
yakalanan davacıların çocuklarının yaşı itibariyle ikinci dozu vurulması zaten
mümkün değildir. Bu açıdan aşının eksik yapıldığı iddiası da kabul edilemez.
Bunların dışında, idarece sunulan aşı
uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl
olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması
gerekmektedir. İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ancak bu aşının bozuk
olması durumunda kusurlu olduğunun, bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama
açısından ise asıl sorumluluğun ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava
konusu olayda ise eğer bir aşı yapılmış ise bu aşının bozuk olma ihtimalinin
bulunmadığını yukarıda açıklanmış olup, ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa
bile davacıların çocuklarının kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu
hususun bahsi geçen kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından kaynaklanağının kabulü gerekeceğinden, bu konuda da idareye
atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.
Bütün bu nedenlerle, davacıların çocuklarının
davalı idareye bağlı ekiplerce aşılandığının kanıtlanamaması, aşı yapılmış olsa
bile SSPE hastalığına yakalanılmasında kızamık aşısının sebep olamayacağı,
hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk
olma ihtimalinin bulunmadığı,ikinci doz aşınında birinci sınıf çağında yapılacağı, bu nedenle aynı andaçift doz aşı yapılması gibi bir uygulamanın söz konusu
olmadığı, davacıların çocuklarının da ikinci doz uygulama döneminden önce bahsi
geçen hastalığa yakalanması karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur
bulunmadığından davacılarıntazminat taleplerinin
kabulüne olanak bulunmamaktadır."
23. Başvurucular 18/2/2010 tarihli dilekçelerinde özetle ilk
derece mahkemesi kararının eksik inceleme sonucu verildiğini, Adli Tıp Kurumu
raporuna yaptıkları itirazın dikkate alınmadığını, kararın kendi içinde
çelişkili olduğunu belirterek temyiz talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular
ayrıca oğullarına tek doz kızamık aşısını Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağında
yaptırdıklarını, bunun aksini ispatlamanın idareye düştüğünü ancak bu husus
hakkında yeterli araştırma yapılmadan hüküm kurulduğunu ifade etmişlerdir.
Başvurucular, önceki dilekçelerinde ileri sürdükleri hususları temyiz
dilekçesinde de yinelemişlerdir.
24. Danıştay Onbeşinci Dairesi
30/4/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar
vermiştir.
25. Başvurucular gerek ilk derece mahkemesi kararının gerekse
Danıştay kararının gerekçesiz olduğunu, somut olayda adil yargılanma hakkının,
ayrımcılık yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini belirterek Danıştayın onama kararına karşı karar düzeltme yoluna
başvurmuşlardır. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 7/5/2015
tarihli kararıyla reddedilmiştir.
26. Bu karar 6/7/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ
edilmiştir.
27. Başvurucular 14/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
28. 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu’nun 1. maddesi şöyledir:
"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve
milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle
mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı
tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir."
29. 1593 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti
bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan
doğruya ifa eder:
(...)
3 -Memlekete sari ve
salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.
4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok
miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır
amillerle mücadele.
(...)
6 -ilaçları ve bütün zehirli müessir ve
uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç
olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe."
30. 1593 sayılı Kanun’un 57. maddesi şöyledir:
"Kolera, veba (Bübon
veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi
tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit
humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı,
çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari
beyin humması (İltihabı sahayai dimağii
şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa
humması (Hummai nifası)
ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai
racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur
eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku
bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe
olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı
haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından
ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da
mecburidir."
31. 1593 sayılı Kanun’un 72. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"57 nci
maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan
şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:
(...)
2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.
(...)"
32. 1593 sayılı Kanun’un 87. maddesi şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen
hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı
haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi
binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne
suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur."
33. 1593 sayılı Kanun’un 88. maddesi şöyledir:
"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı
ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının,
icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede
zikredilir."
34. 1593 sayılı Kanun’un 95. maddesi şöyledir:
"Sari
hastalıklara karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar
edilir. Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin
olunan vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri
serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve
murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin
olunur."
35. 1593 sayılı Kanun’un 280. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve
sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için
kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı
yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri
gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları
haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil
olunur."
36. 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel
Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının
"k" bendinin ilgili kısmı şöyledir:
“Sağlık
hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır:
(...)
k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve
benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas
olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakope
mamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde
kullanılan ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve
tüketiminin, amaç dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan
veya yapma ihtimali bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik
maddeler ile diğer terkiplerin kontroluna, murakabesine
ve bunların yurt içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite kontrollerini
yaptırmaya, özel mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat verme işlerini
yürütmeye Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir.
(...)”
37. 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin
Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun
bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve
tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program
dahilinde sosyalleştirilecektir."
38. 224 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile
amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine
yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.
Sağlık ocağı: Takriben 5000
- 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük
kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il
içinde idari taksimata uyması icabetmez."
39. 224 sayılı Kanun'un 9. maddesi şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti
teşkilatı: Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri,
çeşitli koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık
müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli
yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez
teşkilatı ve diğer Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile
işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder."
40. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir
hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip
tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık
evlerinde yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.
Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu
hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı
şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi
ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler."
41. 224 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği
yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.
Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli,
ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği
hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine
verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı
sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler."
42. 224 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden
faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela
sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı
hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları
sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar,
Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları
-kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir."
43. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:
a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal
bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum
sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak,
uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve
kurdurmak,
b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla
savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini
yapmak,
c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile
planlaması hizmetlerini yapmak,
d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop
maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin,
dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,
e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve
ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak,
(...)"
44. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 8. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:
a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü,
(...)
c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü,
(...)
e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel
Müdürlüğü,
(...)"
45. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Temel Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) (Değişik bent: 08/06/1984
- KHK - 210/1 md.) Toplum sağlığını
ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamak, bu
hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,
b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve
bağışıklık hizmetlerini yürütmek,
(...)
f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve
hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları,
bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek,
(...)"
46. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 11. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün
görevleri şunlardır :
a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların
imalini, ithalini ve piyasaya arz şekillerini izne bağlamak, ilaçların kaliteli
olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu
amaçla gerekli kontrolleri yapmak,
(...)"
47. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 13. maddesi
şöyledir:
"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması
Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması
hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma
plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,
b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının
korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,
c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri
yapmak."
48. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 39. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları
şunlardır:
(...)
c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi
Başkanlığı."
49. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Refik
Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun'un 1. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine
bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere
teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi)
bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir."
50. 3959 sayılı mülga Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.
Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum
üzerine:
A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak
sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,
B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve
aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,
C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut
yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi
maddelerin kontrollerini yapmak,
(...)
E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair
sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla
mükelleftir."
51. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 262. maddesi şöyledir:
"Çocuk, küçük iken ana ve babasının velayeti
altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim,
vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen çocukları
dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler."
52. 743 sayılı mülga Kanun'un 264. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuk, ana ve babasına riayete
mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil
veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler."
53. 743 sayılı mülga Kanun'un 268. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz
oldukları nisbette çocuklarının kanuni
mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin
reyine ihtiyaçları yoktur."
54. 743 sayılı mülga Kanun'un 272. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, vazifelerini ifa
etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir."
55. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
335. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının
velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan
alınamaz."
56. 4721 sayılı Kanun'un 339. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi
konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve
uygularlar."
57. 4721 sayılı Kanun'un 346. maddesi şöyledir:
"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye
düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse
hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır."
58. 4721 sayılı Kanun'un 347. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi
tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana
ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir."
59. Sağlık Bakanlığının 13/8/1993 tarihli ve 09762 sayılı
Genelgesi'nin aşılama hizmetlerinin uygulanması sırasında dikkat edilmesi
gereken hususları düzenleyen ve tüm valiliklere gönderilen ekinin "Aşı Takvimi" başlıklı kısmı
şöyledir:
"AŞI TAKVİMİ:
1) BİR YAŞ ALTI (0-11 ay) BEBEKLERE
• 2. Ayın bitiminde ( 8
haftalık ) : BCG
DBT
POLİO
• 3. Ayın bitiminde ( 12
haftalık ) : DBT
POLİO
• 4. Ayın bitiminde ( 16
haftalık ) : DBT
POLİO
• 9. Ayın bitiminde ( 36
haftalık ) : KIZAMIK
2) RAPEL DOZ
• 1,5 yaşında ( 16-24
aylık ) : DBT
POLİO
3) OKUL AŞILAMALARl
• İlköğretim 1. sınıfta :
DT
POLİO
BCG (Bir skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)
•İlköğretim 5. sınıfta :
TT
BCG (İki skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)
• Lise l. sınıfta :
TT
• Lise 3. sınıfta : BCG (Üç skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)"
60. Anılan Genelge'nin "Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmı şöyledir:
"[Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler:]
* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle
başvuran her bebek, çocuk ve gebenin aşılanma durumunu kontrol ediniz, aşı
takvimine göre aşılanması gerekenleri ve eksik aşı1ıları tespit edip, aşılamak
için her fırsatı değerlendiriniz.
* Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk
ya da gebe için bir ampul/flakon açınız.
* Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki
etiketi ve son kullanma tarihini kontrol ediniz, etiketi olmayan ya da son
kullanma tarihi geçmiş aşıları kullanmayınız. İlk olarak miadı önce dolacak
aşıyı kullanınız.
* Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör
kullanınız.
* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri
gereken zaman ve uygulanan aşının yan etkileri hakkında bilgi veriniz ve
anladığından emin olunuz.
(...)
- Aşı uygulamalarını, ilgili tüm formlara
zamanında, tam ve doğru olarak kaydediniz."
61. Anılan Genelge'nin "Kızamık
Kontrolü" başlıklı kısmı şöyledir:
"Kızamık aşı ile korunulabilir
hastalıklar içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir.
Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek olan bir
hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası, yeterince bağışık olmayan bir
toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.
Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin
Temel Stratejiler:
1. Her il ve sağlık ocağı seviyesinde kızamık
aşılama oranlarının yükseltilmesi ve devamının sağlanması.
Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu,
uygun yaşta aşılama ile yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır. Ülkemizde olduğu
gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak aşılanması hedeflenen grup
1 yaş altı bebeklerdir. 1 yaş altı bebekleri yüksek oranda aşılama ile;
hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek ve ayrıca
hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu kızamığa
karşı korunmuş olacaktır.
Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık
yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri,
nüfusun yoğun oldugu bölgeler vb.) öncelik
verilmelidir.
Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik
çalışmalar GBP'nin bir parçası olarak ele
alınmalıdır.
2. Hastalık sürveyansının
güçlendirilmesi
Standart Vaka Tanımı:
- 3 gün veya daha uzun süren jeneralize makülopajüler döküntü
ve
- 38 derece veya daha yüksek ateş hikayesi
ve
- Öksürük, nezle ve konjunktivit
bulgularından en az birinin varlığı
Yukarıdaki tanıma uyan bir vakanın tespit
edilmesi halinde;
- Başkavakalar araştırılmalıdır.Bunun için aktif
vaka araştırması; bölgede ev ev araştırma, vakaların ve yakınlarının
araştırılması, tüm sağlık birimlerinin (resmi ve özel) hastalık ihbarı
konusunda uyarılmaları ve hastane kayıtlarının incelenmesi ile yapılabilir.
- Vakaların; adı, soyadı, cinsiyeti, yaşı,
hastalığın başlangıç tarihi, aşılanma durumu, aşılanma yaşı ve adresleri tespit
edilerek “Bildirimi Zorunlu Hastalıklar Tespit Fişi” (form 016) ne
kaydedilmelidir.
- Tespit edilen vaka sayısı önceki yılların ( son 5 yıl)vaka sayıları ile karşılaştırılarak, bir salgın
olup olmadığı belirlenmelidir.Mevcut vaka sayısının
daha önceki epidemi olmayan yılların aynı dönem vaka sayılarından ya da vaka
sayısı ortalamasından fazla olması halinde olay bir epidemi olarak kabul
edilmelidir.
- Vakalar hastalığın başlangıcı, buna imkan yoksa tespit tarihleri esas alınarak zaman grafiğine
işlenmeli, haftalık ve aylık grafikler ile olay takip edilerek, alınan
önlemlerin yeterli olup olmadığı izlenmelidir.
- Tespit edilen vakaların kişi ve yeri
özelliklerine göre (harita üzerinde işaretleme ile belirlenir) riskli bölge ve
nüfuslar tespit edilmelidir.
- Bölgenin aşılama durumu tespit edilerek,
riskli bölge ve gruplardan başlamak üzere aşısız ve hastalığı geçirmemiş hassas
nüfusun aşılanmasına başlanmalıdır.
-Tüm vakalar yakından izlenmeli ve
komplikasyonların erken teşhis ve tedavisi için gereken önlemler alınmalıdır.
Sürveyansın güçlendirilmesinde en önemli
konulardan biri; tüm sağlık kurumlarının düzenli, tam ve zamanında bildirim
yapmalarıdır. Bildirim yapılması kadar, sağlık kurumlarına düzenli geri
bildirim yapılması da çok önemlidir. Ayrıca, sağlık kurumları yanı sıra,
eczaneler, okullar, kreşler, aileler vb. toplumsal kurumlara bilgi verilerek,
şüpheli gördükleri vakaları en kısa sürede bir sağlık kurumuna göndermeleri
teşvik edilmelidir.
62. Anılan Genelge'nin "Soğuk
Zincir" başlıklı kısmı şöyledir:
"Soğuk zincir, bir aşının potensini üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve
ihtiyacı olanlara yeterli miktarda ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden
oluşan sistemdir. Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı
uygulamaları aksayacak, kullanılan aşılar etkin değilse de,
%100 aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından
hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir Genişletilmiş Bağışıklama
Programının can alıcı komponentlerinden biri olarak
büyük önem taşımaktadır.
Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır,
aynca BCG ve Kızamık aşıları ultraviyole ışınına da
hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif etkisidir. Yani bir kerede çok
yüksek ısıya maruziyet kadar, bir
çok kereler daha az ısılara maruziyet de aşıyı
aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da azalırsa, aşılar
eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik gerektirir. Öte
yandan bazı aşılar dondurulabilirken, DBT, DT, Td
aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir.
İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları
aşağıdaki kurallara göre düzenlenir:
- Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk
zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak
merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere
dağıtımı ile sorumlu, bir soğuk zincir sorumlusu ve yardımcısı olmalıdır.
- Aşıların dağıtımında son kullanma tarihleri
mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce kullanımı
sağlanmalı ve miadı dolmuş olanlar vakit geçirilmeden imha edilmelidir.
- Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı
sevkiyatında kullanılan frigo-rifik kamyonların
soğutucu üniteleri ilde bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı,
bunun için de kamyonun park edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze elektrik hattı çekilmiş olmalıdır.
- Ankara merkez depodan kurye ile sevkiyat
yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı
kullanılmalıdır.
- İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak
yapılan aşı sevkiyatlarında 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil
kabı kullanılabilir.
- Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir
malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme
ihtiyacı belirlenmeli, onarımı/temini sağlanmalıdır.
- Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında saklanmalı,
buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi
belirlenmelidir.
- Buzdolaplarında mutlaka bir termometre
bulundurulmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konmalı ve dolabın
ısısı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır.
- Buzdolabının kapısına bir ısı izlem
çizelgesi yapıştırılarak, dolabın ısısı sabah ve akşam bu çizelgeye
kaydedilmelidir.
- Buzdolabı gölge, ancak kışın ısıtılan
odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta düz bir zemine
yerleştirilmelidir.
- Buzdolabının yerleştirilmesinde şunlara
dikkat edilmelidir:
•Aşıları yalnızca buzdolabı raflarında
tutunuz.
•Aşı kutu/şişeleriarasında
yeterli bir hava dolaşımına izin verecek kadar mesafe bırakınız.
•Aşı yerleştirilmesinde miadı yakın bir süre sonra
dolacak olan aşıların en kolay alınabilecek sol ön kısımda bulunmasına çok
dikkat ediniz.
•Dolap kapağına hiçbir şey koymayınız.
•Buzdolabına asla aşı dışında yiyecek
maddeleri vs.koymayınız.
•Buzlukta aralıklı olarak dizilmiş buz aküleri
bulundurunuz.
•Buzluğun 0.5 cm’den fazla buzlanmamasına
dikkat ediniz.
•En alt kısıma
(sebzelik) dolap ısısının sabit tutulmasına yardımcı olmak üzere su şişeleri
yerleştiriniz.
•Buzdolabının sık sık açılmasını engellemek
için kapağını kilitli tutunuz.
- Olabilecek elektrik kesintilerinde
buzluktaki buz aküleri buzdolabı kapağına yerleştirilmeli ve kapak
açılmamalıdır. Bu yolla aşılar 48 saat süreyle bozulmazlar.
- Buzdolabı temizliği yapılırken ve saha
uygulamalarında aşılar aşı nakil kabı ile nakledilmeli ve korunmalıdır.
- Donduğundan şüphelenilen DBT, DT ve TTaşıları donma-çalkalama testi ile değerlendirilmeden
kullanılmamalıdır.
- Aşı uygulamaları esnasında; kızamık aşısı
sulandırıldıktan 4 saat sonra, polio aşısı açıldıktan
8 saat sonra atılmalıdır."
63. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün
tüm valiliklere gönderdiği 10/2/1998 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:
"(...) 1998 yılından itibaren bütün
illerde ilkokul 1. sınıflarda 2. doz kızamık aşısı uygulamasına
başlanacaktır."
B. Uluslararası Hukuk
64. Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995
tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren
20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:
“(1)
Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya
yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün
faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının,
vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve
ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli
bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari
önlemleri alırlar.
(3)
Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların,
hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu
ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere
uymalarını taahhüt ederler.”
65. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 24. maddesi şöyledir:
" 1. Taraf Devletler, çocuğun olabilecek
en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini
veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir
çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun
bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.
2. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak
uygulanmasını takip ederler ve özellikle:
a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının
düşürülmesi;
b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve
tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek
sağlanması;
c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve
başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen
tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması
yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne
alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;
d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun
bakımın sağlanması:
e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle
ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile
beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda
temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;
f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya
rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi;
amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için
zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her
türlü önlemi alırlar.
4. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın
tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı
olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri
özellikle gözönünde tutulur."
66. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmışöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur(...)"
67. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet
hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07,
27/1/2015, § 67).
68. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister
özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu
altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği
takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân
tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81).
69. AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi
gibi meselelerde taraf devletlerin yetkili makamlarının AİHM'e
göre daha elverişli konumda olduklarını belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz
[BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
70. Mahkemenin 11/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
71. Başvurucular, vatandaşların genel sağlığından devletin
sorumlu olduğunu belirterek Anayasa'nın 56. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular; oğullarının kızamık aşısı olmasına rağmen SSPE
hastalığına yakalanarak yaşamını yitirdiğini, tek doz kızamık aşısının yol
açtığı zararların tazmin edilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular;
Sağlık Bakanlığının savunmasına itibar edilerek oğullarına kızamık aşısı
yapılmadığının kabul edilmesi durumunda bile devletin sorumluluğunun
bulunduğunu, devletin gerekli organizasyonu kuramaması nedeniyle kızamık aşısı
olamayan çocuğun ölümünden sorumlu olması gerektiğini, kızamık gibi salgın tehlikesi
bulunan bir hastalık için kişilerin evlerine aşılamaya gidilmemesinin ve bu
yönde bir organizasyonun oluşturulmamasının kusur teşkil ettiğini ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular, bu gibi durumlarda kusursuz sorumluluğun dahi
mümkün olabileceğini ifade etmişlerdir.
72. Başvurucular; mağduriyetlerinin giderilmesine yönelik dava
sürecinde etkili ve adil bir korumadan yararlanamadıklarını, bu sebeple adil
yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği ileri sürmüşlerdir.
73. Başvurucular; dava sonucunu doğrudan etkileyecek
iddialarının derece mahkemelerinin gerekçelerinde değerlendirilmediğini, derece
mahkemelerine sundukları dilekçelerde ileri sürdükleri hiçbir hususa açıklık
getirilmediğini, temyiz ve karar düzeltme istemlerinin matbu gerekçelerle
reddedildiğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini iddia
etmişlerdir.
74. Başvurucular; hizmet kusurunun varlığı hâlinde meydana gelen
zararın idarece tazmin edilmesi gerektiğini, oğullarının ölümü ile neticelenen
olayda çoklu aşı yapılmadığı yani tek doz aşı ile yetinildiği için idarenin
hizmet kusurunun bulunduğunu ancak oğullarının ölümü nedeniyle uğradıkları
maddi ve manevi zararların tazmin edilmediğini belirterek mülkiyet hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
75. Bakanlık görüşünde başvurunun öncelikle yaşam hakkı
kapsamında incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği belirtilmiş, akabinde ise
yaşam hakkına ilişkin Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarına değinilmiştir.
Bakanlık görüşünde, Sağlık Bakanlığından elde edilen verilere atıf yapılarak
ülkemizde geçmişte uygulanmış ve uygulanmakta olan kızamık aşılama şemalarının
başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere uluslararası uygulamalarla ve bilimsel
bulgularla uyumlu olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Bakanlık görüşünde
yine Sağlık Bakanlığı verilerine atıf yapılarak SSPE hastalığının kızamık
aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonu olduğu, ülkemizdeki tüm
aşıların kalite kontrollerinin yapıldığı belirtilmiştir.
76. Bakanlık görüşünde, somut olayda yaşam hakkının maddi
boyutunun ihlal edilip edilmediğinin takdiren Sağlık
Bakanlığından temin edilebilecek evrakın da gözönünde
bulundurularak incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği ifade edilmiştir.
77. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında genel
olarak başvuru formundaki iddialarını yinelemişlerdir. Başvurucular, Bakanlık
görüşünde başvurunun konusunun yaşam hakkı ile ilgili olduğu belirtilmiş ise de
somut olayda yaşam hakkının yanı sıra mülkiyet hakkının, adil yargılanma
hakkının ve etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
78. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak
incelendiğinde başvurucuların temel olarak oğulları A.A.nın yaşamının korunamamasından ve idari yargıda
açtıkları tam yargı davasının etkili bir şekilde yürütülmemesinden şikâyet
ettikleri anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucuların bu başlık altında ileri
sürdükleri tüm iddiaların Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
79. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
80. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin temel amaç ve görevleri, (...)
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya,
insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmaktır.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
81. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
82. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
83. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini” düzenleyeceği, bu görevini kamu ve özel
kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek
yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker
Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
84. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere göre
devletin öncelikle, yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak
için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir.
85. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
86. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi; devlete yaşam hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını,
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal
olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
87. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu
durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının
açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59;
Nail Artuç, § 37).
88. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri
tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp uygulamada
da etkili olmasıgerekir. Bir başvuru yolunun ancak
hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş
bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim
sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
89. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri
sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın
17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü bulunmaktadır.
Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada
mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No:
2013/4086, 20/4/2016, § 73).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
90. Somut olayda başvurucular, oğulları A.A.nın SSPE hastalığına yakalanması üzerine idare
aleyhine açtıkları tam yargı davasının reddedilmesinden sonra yaşam hakkının
ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, SSPE
hastalığına kızamık aşısının neden olduğu yönünde bir iddia ileri
sürmemişlerdir. Başvurucular gerek derece mahkemelerine sundukları dilekçelerde
gerekse bireysel başvuru formunda, oğullarına kızamık aşısı yaptırdıkları hâlde
bu aşının yeterli dozda yapılmaması nedeniyle önleyici etki gösteremediğini
ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca oğulları A.A.ya kızamık aşısı yapılmadığının kabul edilmesi
hâlinde bile idarenin sorumluluğunun bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.
91. Bu durumda öncelikle başvurucuların oğulları A.A.ya idare tarafından kızamık
aşısı yapılıp yapılmadığının açıklığa kavuşturulması gerekir.
92. Başvurucular bireysel başvuru formunda oğullarına kızamık
aşısı yaptırdıklarını belirtmişlerdir. Keza başvurucular, oğullarına -Bağlar 1
No.lu Sağlık Ocağında- kızamık aşısını yaptırdıkları iddiasını derece
mahkemeleri önünde de dile getirmişlerdir. Başvurucuların bu iddiası ile ilgili
olarak derece mahkemeleri ise dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri
dikkate alarak başvurucuların oğulları A.A.ya
ilk doz kızamık aşısının yapıldığının kanıtlanamadığı sonucuna ulaşmıştır.
93. Bu durumda sağlık ocağı personelinin koruyucu sağlık
hizmetlerini yürüttüğü sırada tutmakla yükümlü olduğu kayıtlara ilişkin iç
hukukta ne gibi düzenlemeler olduğunun açıklanması ve derece mahkemelerince
verilen kararların bu kapsamda değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
94. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ikinci fıkrasında, sağlık
ocakları ve evlerinin her türlü koruyucu hekimlik hizmetlerini, hastaların
muayene ve tedavisi ile sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini
tutmakla mükellef olduğu belirtilmiştir (bkz. § 40). Keza Genişletilmiş
Bağışıklama Programı Genelgesi'nin "Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmında aşı uygulamalarının
ilgili tüm formlara zamanında, tam ve doğru olarak kaydedilmesinin sağlanması
gerektiği ifade edilmiştir (bkz. § 60).
95. Derece mahkemelerinin olaylara ilişkin tespitleri Anayasa
Mahkemesi açısından bağlayıcı olmamakla birlikte Anayasa Mahkemesinin derece
mahkemelerinin tespitlerinden farklı bir tespitte bulunabilmesi için bu hususta
ikna edici unsurların mevcut olması gerekmektedir. Derece mahkemeleri, dava
dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak A.A.ya kızamık aşısı yapılmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Derece mahkemeleri bu sonuca ulaşırken 2000 yılından önceki aşı kayıtlarının
meydana gelen su baskını nedeniyle tahrip olduğunu ve bu sebeple A.A.ya ait aşı kartının
bulunamadığını belirten Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağı yazısını ve başvurucuların A.A.ya aşı yapıldığını gösteren herhangi bir bilgi ve
belgeyi dava dosyasına sunmamış olmasını gözönünde
bulundurmuştur. Bağlar 1 No.lu Sağlık Ocağı kayıtlarının anılan dönemde meydana
gelen su baskını nedeniyle tahrip olması ve A.A.ya aşı yapıldığını gösteren herhangi bir belgenin
başvurucular tarafından dava dosyasına sunulmaması karşısında derece
mahkemelerinin A.A.ya aşı yapıldığının
kanıtlanamadığı sonucuna ulaşmasının somut olayın koşulları bağlamında makul
olmadığı söylenemeyecektir. Başvuru formu ve eklerinde de A.A.ya aşı yapıldığı hususunda ikna edici bir
açıklamanın yer almaması ve bu husus ile ilgili olarak herhangi bir belgenin
bulunmaması nedeniyle somut olayda derece mahkemelerinin A.A.ya
aşı yapılmadığının kanıtlanamadığı yönündeki tespitinden ayrılmayı gerektirecek
bir durumun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
96. A.A.ya
kızamık aşısı yapıldığının kanıtlanamadığı dikkate alındığında kızamık
aşılarının uygun koşullarda yapılıp yapılmadığının ve aşı uygulamasında soğuk
zincir kuralına uyulup uyulmadığının ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığı
değerlendirilmiştir.
97. Somut olayda kızamık aşılarının yeterli dozda yapılmadığı
yönündeki iddiaya da değinmek gerekir. Başvurucular bu iddiayı oğullarına
uygulandığını ifade ettikleri kızamık aşısının dozajının yetersiz olduğu hususu
ile bağlantılı olarak ileri sürmemişlerdir. Başvurucular kızamık aşısının
yeterli dozda yapılmadığı yönündeki iddiayı, Türkiye'deki kızamık aşılarının
belli bir dönem çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususu ile bağlantılı
olarak ileri sürmüşlerdir. Bu husus ile ilgili olarak başvurucuların
oğullarının hayatta olduğu dönemde Türkiye'de çift doz uygulamasına geçildiğini
ve ilk dozun çocuk dokuz aylıkken, ikinci dozun ise çocuk ilkokul birinci
sınıfta iken yapılması gerektiğinin karara bağlandığını ancak başvurucuların
oğullarının ikinci dozun yapıldığı döneme varmadan önce kızamık hastalığına,
ardından da SSPE hastalığına yakalandığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu
aşamada söz konusu iddianın üzerinde daha fazla durulmasının gerekli olmadığı
değerlendirilmiştir. Bununla birlikte Türkiye'deki kızamık aşılarının 1998
yılına kadar çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna, devletin bu
konudaki pozitif yükümlülüklerinin kapsamı incelenirken yine değinilecektir.
98. Başvuru konusu olayda; A.A.ya bebeklik döneminde kızamık aşısı yapılmadığının
kabul edilmesi hâlinde bile devletin sorumluluğunun bulunduğu, kişilerin
evlerine aşılamaya gidilmemesinin ve bu yönde bir organizasyonun
oluşturulmamasının kusur teşkil ettiği yönündeki iddiaların ayrıca incelenmesi
gerekir.
99. Koruyucu sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde
organize edilmesi ve bireylere sunulması konusunda devletin belli ölçüde
pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu açıktır. Devletin öncelikle bulaşıcı bir
hastalığın görülmesi hâlinde bu durumu tespit etmeye elverişli bir sistem
kurması ve bu vakanın bir salgına dönüşmemesi için gerekli olan önlemleri
alması gerekir.
100. Hastalığın ihbarı ve bildirimi sisteminde gerek kamusal
makamların gerekse anne ve babanın oldukça hassas davranması gerekir. Anne ve
babaların bulaşıcı bir hastalığa yakalanan yahut yakalandığından
şüphelendikleri çocuklarını derhâl sağlık kuruluşlarına ulaştırması, sağlık
kuruluşlarındaki görevlilerin de söz konu vakayı değerlendirerek gerekli
önlemleri alması gerekir.
101. Gerekli önlemlerin alınması noktasında devletin yüksek
aşılama oranlarına ulaşarak toplumun bağışıklığını güçlendirmesi önemlidir.
Devletin normal dönemlerde yüksek aşılama oranlarına ulaşması ve toplumun
bağışıklığını güçlendirmesi yönünde pozitif yükümlülükleri bulunmakla birlikte
bu pozitif yükümlülüklerin kapsamının bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın
görülmesi ve/veya bu durumun bir salgına işaret etmesi hâlinde dahageniş olacağı da muhakkaktır.
102. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele kapsamında önemli hükümler
içeren 1593 sayılı Kanun yürürlüktedir. Bu Kanun'un 88. maddesinde çiçek aşısı
mecburi bir aşı olarak öngörülmüştür. Bunun yanı sıra 1593 sayılı Kanun’un 57.
maddesinde, kızamık hastalığı da dâhil olmak üzere belirli hastalık türleri
sayılmış; 72. maddesinde ise 57. maddede zikredilen hastalıklardan birinin
ortaya çıkması veya ortaya çıkmasından şüphe edilmesi durumunda bir kısım
tedbirlere başvurulacağı belirtilmiş ve söz konusu tedbirler arasında hastalara
veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı uygulanması şeklindeki tedbire
de yer verilmiştir (bkz. §§ 28-35). Başvuruya konu olayların meydana geldiği dönemde
yürürlükte bulunan Genelge'de ise bebeklik dönemini
de kapsayacak şekilde belirli yaş grupları için çeşitli periyotlar dâhilinde
bazı aşıların uygulanmasına ilişkin esas ve usuller düzenlenmiştir (Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, §§ 71, 72).
103. Bu aşamada SSPE Komisyonu raporundaki verilere değinmek
yerinde olacaktır. Başvurucular, bireysel başvuru formunda anılan rapora
yönelik herhangi bir iddia ve itiraz ileri sürmemişlerdir. Başvuru formu ve
eklerinde, çeşitli üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce hazırlanan söz
konusu raporun objektifliğinin ve/veya yeterliğinin sorgulanmasına neden
olabilecek herhangi bir husus da tespit edilememiştir. Dolayısıyla devletin
aşılama konusundaki pozitif yükümlülüklerinin kapsamı değerlendirilirken bu
rapordaki verilerden yararlanılmasında herhangi bir sakınca olmadığı kanaatine
varılmıştır.
104. Derece mahkemelerince hükme esas alınan SSPE Komisyonu
raporunda, kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı komplikasyonlardan korunmanın
tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin aşılanması ile toplumun
bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir. Raporda; Türkiye'de 1970
yılında başlatılan rutin kızamık aşısı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve
Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına
kadar tek doz olarak sürdürüldüğü, aşılanma oranının 1987 yılından bu yana
giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7'ye,
1991-1994 yılları arasında %73,7'ye ulaştığı belirtilmiştir. Raporda,
başvurucuların oğullarının dünyaya geldiği 1998 yılının da aralarında bulunduğu
1995-1998 döneminde %76 aşılama oranına ulaşıldığı ifade edilmiştir. Raporda
ayrıca 2003-2005 yılları arasında gerçekleştirilen kızamık aşısı günleri
kapsamında 15 yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapıldığı belirtilmiştir.
105. Söz konusu veriler dikkate alındığında başvurucuların
oğulları A.A.nın dünyaya
geldiği dönemde kızamık hastalığının eliminasyonu tam olarak
gerçekleştirilememiş ise de kızamık hastalığının eliminasyonu için sürekli
olarak artan aşılama oranlarına ulaşıldığı ve bu kapsamda rutin aşılamaların
yanı sıra çeşitli aşı kampanyaları yürütüldüğü görülmektedir. İhtiyaçların
öncelik sıralamasının belirlenmesinde ve kamusal kaynakların hangi sağlık hizmetine
ne kadar tahsis edileceği hususunda idari makamların daha elverişli konumda
oldukları dikkate alındığında somut olayda anılan dönemde kızamık hastalığının
tamamen yok edilememiş olmasında yetkili makamlara bir sorumluluk
atfedilemeyeceği değerlendirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde,
başvurucuların yaşadığı bölgede başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde
rutin aşılamaların yanı sıra ek bazı önlemlerin alınmasını gerektirebilecek bir
durumun olduğuna ve bu hususta o dönemde yetkili olan kamu makamlarına
bildirimde bulunulduğuna ilişkin bir kayıt da mevcut değildir. Başvurucular da
olayların meydana geldiği dönemde -A.A. henüz kızamık
hastalığına yakalanmamış iken- yakın çevrelerinde kızamık hastalığı görülmesi
üzerine yetkili kamu makamlarına durumu bildirdiklerini yahut kamu makamlarının
durumu bildiğini ancak kamu makamlarının gerekli tedbirleri almadıklarını ileri
sürmemişlerdir. Esasında bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın görülmediği
ve/veya bir salgının ya da salgın tehlikesinin olmadığı normal durumlarda
derece mahkemelerinin kararlarında da belirtildiği üzere aşı takip
sorumluluğunun asıl olarak anne ve babalar üzerinde olduğu kabul edilmelidir.
106. Başvuru konusu olayda ayrıca Türkiye'deki kızamık
aşılarının 1998 yılına kadar çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna
değinmek gerekir. Derece mahkemelerince hükme esas alınan bilirkişi raporuna
göre Dünya Sağlık Örgütü 1970 yılı sonlarında kızamık aşısını bebeklik çağında
yapılması gereken aşılar arasına almış, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları
arasında dokuzuncu ayda tek doz olarak önermiş, 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda yüksek
oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Rapordaki
bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek doz
önerisini devam ettirmiş ancak 2000 yılında dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık
aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş ve 2003
yılında da bu önerisini tekrar etmiştir. Başvuru formu ve eklerindeki bu bilgi
ve belgeler dikkate alındığında Türkiye'de belli bir dönem tek doz olarak
uygulanan kızamık aşısının anılan dönemdeki uluslararası standartlarla uyumlu
olduğu, o dönemdeki uluslararası standartlara uygun olarak hareket eden kamu
makamlarının sonradan ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutulamayacağı
değerlendirilmiştir.
107. Somut olayda son olarak idare mahkemesi önündeki
yargılamanın etkili ve özenli bir şekilde yürütülmediği, derece mahkemeleri
kararlarının gerekçesiz olduğu yönündeki iddiaların incelenmesi gerekir.
Görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece
mahkemelerinin işi olmakla birlikte yaşam hakkının ihlal edildiği şikâyetinin
bulunduğu davalarda derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin
gerektirdiği özende bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde
yaptıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Somut olay bu kapsamda incelendiğinde gerek Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas
Kurulunun 27/5/2009 tarihli raporundaki gerekse çeşitli üniversitelerde görev
yapan akademisyenlerce hazırlanan bilirkişi raporundaki veriler doğrultusunda
hüküm kuran Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin ön yargılı ve taraflı bir şekilde
hareket ettiğini ortaya koyan bir verinin somut olayda bulunmadığı, gerek ilk
derece mahkemesi kararının gerekse ilk derece mahkemesinin gerekçesine katılan
Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğundan söz edilemeyeceği kanaatine
varılmıştır.
108. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda
devletin koruyucu sağlık hizmetleri kapsamındaki yükümlülüklerini yerine
getiremediğini söylemek mümkün değildir. Ayrıca dava reddedilmiş bile olsa
başvurucuların etkili bir yargısal korumadan yararlanamadığı da söylenemez.
109. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu olayda yaşam hakkının
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
110. Başvurucular, yargılamanın yaklaşık on yıl sürmesi
nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
111. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini
tartışmıştır.
112. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı
sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel,
§§ 35, 36).
113. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
114. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.