logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti. [2.B.], B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KAMİL DARBAZ VE GMO YAPI GRUP END. SAN. TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/12563)

 

Karar Tarihi: 24/5/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 22/6/2018-30456

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal MümtazAKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucular

:

1. Kamil DARBAZ

 

 

2. GMO YAPI GRUP End. San. Tic. Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. İlker YAKUT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazın şirketin ortaklar kurulu kararı olmaksızın ve muvazaalı olarak satışı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Kamil Darbaz, diğer başvurucu GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti.nin (Şirket) %50 payına sahiptir. Bu Şirketin diğer %50 payı ise Ö.Ş.ye aittir. Her iki ortak da Şirketi tek başına temsile yetkili kılınmıştır.

9. Başvurucu Şirket, İstanbul ili Kadıköy ilçesi Sahrayıcedit Mahallesi'nde 838 ada 21 parsel sayılı arsa vasıflı bir taşınmaz üzerinde inşaat yapmak üzere -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- arsa sahipleriyle arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapmıştır. Söz konusu taşınmazın 14.091.152/65.856.000 payı arsa sahiplerince -üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi şerhi bulunmaksızın- bedeli karşılığında, 3.841.350/65.856.000 payı ise arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde tapuda başvurucu Şirkete devredilmiştir. Böylece taşınmazın toplamda 1.280.893/4.704.000 payı başvurucu Şirkete devredilmiştir. Başvurucu Şirket, bu taşınmaz ile ilgili olarak inşaat projesi hazırlamış ve proje üzerinden satış ve kira sözleşmeleri yapmıştır.

10. Proje devam ederken başvurucu Şirketin diğer ortağı Ö.Ş. ile başvurucu arasında uyuşmazlık çıkmıştır. Ö.Ş. 6/7/2009 tarihinde başvurucu Şirketi temsilen dava konusu taşınmazdaki Şirket payını Ortaklar Kurulu kararı olmaksızın 820.000 TL bedelle E.S.ye satmıştır.

11. Taşınmazın satışını öğrenen başvurucular Kadıköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesinden Ö.Ş.nin zarar verici eylemlerinden dolayı haklı sebebe dayalı olarak müdürlükten azlini talep etmişlerdir. Mahkeme, konu hakkında Bilirkişi Kurulundan rapor almıştır. Bilirkişi Kurulunun 16/5/2011 tarihli raporunda, Şirkete ait taşınmaz payının satışının yapıldığı tarih itibarıyla gerçek değerinin 2.377.347,21 TL olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporunu hükme esas alarak ve satış değeri ile gerçek değer arasındaki fark nedeniyle davalının Şirket müdürlüğünden azli koşullarının gerçekleştiğini belirterek 13/9/2011 tarihinde Ö.Ş.nin idare müdürlüğü yetkisinin kaldırılmasına karar vermiştir.

12. Başvurucular 20/7/2009 tarihinde Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde (sonradan İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesi) Ö.Ş. ve E.S. aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; ihtilaflı taşınmazın satışının Ortaklar Kurulu kararı alınmadan yapıldığı, davalıların iyi niyetli olmadıkları ve satışın muvazaalı olduğu iddia edilmiştir. Ö.Ş. dışındaki davalılar ise taşınmazın tapu kaydına konulan hacizler sebebiyle 674.800 TL daha ödediklerini, böylece taşınmaz için ödedikleri toplam tutarın 1.642.400 TL olduğunu savunmuşlardır.

13. Mahkemece inşaat ve hukuk alanında bilirkişilerden oluşturulan heyetten alınan 28/12/2010 tarihli raporda, ödendiği bildirilen satış bedeli ile tespit edilen taşınmaz değeri arasında aşırı fark bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca bilirkişi raporunda, söz konusu taşınmaz payının kat karşılığı devredilmiş olması ve Şirketin bu payı avans olarak aldığının biliniyor olması karşısında davalı tarafın iyi niyetli kabul edilmeyeceği ve Şirketin tek taşınmazının Ortaklar Kurulu kararı olmaksızın satışının kanun gereği mümkün olmadığı görüşüne yer verilmiştir.

14. Buna karşın 4/9/2012 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, davalı E.S.nin üçüncü kişi konumunda olduğu ve başvurucuların bu sebeple muvazaa iddialarını her türlü delille ispatlayabilecekleri belirtilmiştir. Ancak akrabalık veya yakın ilişkileri sebebiyle başvurucuların dinlenen tanıklarını hükme esas almayan Mahkeme, başvurucuların satış işleminin muvazaalı olduğunu ispatlayamadıkları sonucuna varmıştır. Bu kapsamda satış bedelinin Şirket kasasına girip girmediğinin üçüncü kişi davalıyı ilgilendirmediği tespitine yer verilmiştir. Mahkeme kararının diğer ilgili kısmı şöyledir:

"Satışa konu hissenin keşifte belirlenen değerinin satış bedeli ile kıyaslandığında arada fark olduğu görülmekte ise de taşınmaz üzerinde birden fazla sayıda haciz bulunması bunun toplam borç tutarının 645.425,42 TL olduğu dikkate alındığında hissenin alımının riskli bir yatırım olduğu bu nedenle de bedelinin düşük olması da makul olarak değerlendirilmiştir.

Davalının taşınmaz üzerindeki hacizlere ilişkin borçlarını temlik aldığı, dosyada bulunan belgelerden anlaşılmıştır. Davalının ödediği bedele ilaveten hazice konu icra dosyalarının da temlik alan sıfatıyla borçları üstlendiği görülmüştür.

28/12/2010 Tarihli bilirkişi raporuna göre davalının kat karşılığı olarak devredilmiş payı satın alması nedeni ile yapılan işlemin muvazaa olduğu kanaati bildirilmiş ise de Mahkememizce şirkete devir yapılan hisseler üzerinde ayrıntılı olarak inceleme yapılması için Kadastro Mühendisi H.Ş. bilirkişi seçilmiş ve düzenlemiş olduğu ve hükme esas alınan raporunda belirttiği gibi, davalıya satıp devredilen hissenin, 14091152/65856000 hissesinin arsa sahiplerinin üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi şerhi bulunmaksızın bedeli karşılığında pay satışı olarak şirkete sattıkları pay olduğu, 3841350/65856000 hissenin ise arsa sahiplerinin kat karşılığı olarak sattığı hisseler olduğu anlaşılmıştır. Hisselerini kat karşılığı olarak devreden maliklerin davacı şirket ile yaptıkları kat karşılığı inşaat sözleşmesini fesh ettikleri, fesih protokolünde bu sözleşmeden dolayı hiç bir hak alacak talep etmedikleri, şirketi gayri kabili rücu ibra ettiklerini anlaşılmıştır.

Davalının toplanan tüm delilerine göre tapu kaydına güvenerek davacı şirketin yetkili temsilcisinin yaptığı satış ile dava konusu hisselerin alımında iyiniyetli olduğu anlaşılmakla davalı adına kayıtlı hisselerin iptali talep edilemeyeceğinden davanın reddine dair karar vermek gerekmiştir."

15. Temyiz edilen karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesince 3/6/2014 tarihinde usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle oybirliğiyle onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi ise aynı Daire tarafından 19/3/2015 tarihinde oyçokluğuyla reddedilmiştir. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere, davacıların muvazaanın varlığını ispatlayamamalarına, satılan taşınmaz üzerinde 645.425 TL tutarında haciz bulunmasına ve davalının icra dosyasındaki borçları üstlenmiş olmasına, nakten tahsil edilen bedelin şirket kasasına intikal ettirilmemesinin müdürün sorumluluğunu gerektirmesine ve 6762 sayılı Kanun'un 443/2. maddesinin davacının iştigal konusu gözetildiğinde uygulanamayacak olmasına göre, davacı vekilinin HUMK’nın 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir."

16. Nihai karar, başvurucular vekiline 22/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 21/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

18. Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun "Muvazaa" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

“Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.

Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.”

19. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İyiniyet" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

“Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.

Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.”

20. Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun "Anonim Şirket" başlıklı Dördüncü Fasıl'ın "İdare Meclisi" başlıklı İkinci Kısım'ının "Temsil Salahiyeti" başlığı altında "1. Vüsat ve şümulü" kenar başlıklı 321. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler.

 Temsil salahiyetinin tahdidi, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez. Ancak temsil salahiyetinin sadece merkezin veya bir şubenin işlerine hasrolunduğuna veya müştereken kullanılmasına dair tescil ve ilan edilen tahditler muteberdir.

...

 Temsile salahiyetli olanlar tarafından yapılan muamelenin esas mukaveleye veya umumi heyet kararına aykırı olması, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahısların o muameleden dolayı şirkete müracatına mani olamaz.

..."

21. 6762 sayılı Kanun'un "Anonim Şirketlerin İnfisahı ve Tasfiyesi" başlıklı Yedinci Kısım'ının "Aktifleri satma salahiyeti" kenar başlıklı 443. maddesi şöyledir:

"Umumi heyet aksine karar vermiş olmadıkça tasfiye memurları şirketin aktiflerini pazarlık suretiyle de satabilirler.

 (Değişik: 16/6/1989 - 3585/6 md.) Aktiflerin toptan satılabilmesi için umumi heyetin kararı gereklidir. Bu karar hakkında 388 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları uygulanır."

22. 6762 sayılı Kanun'un "Limited Şirket" başlıklı Yedinci Fasıl'ının "Şirketin Teşkilatı" başlıklı Üçüncü Kısım'ının "Salahiyetler" kenar başlıklı 539. maddesi şöyledir:

"Umumi heyet aşağıdaki salahiyetleri haiz olup bunları başka bir organa devredemez:

1. Şirket mukavelesini değiştirmek;

2. Müdürleri tayin ve azletmek;

3. Müdür olmıyan ortaklara bahşedilen kontrol hakları mahfuz kalmak şartiyle murakıpları tayin ve azletmek;

4. Kar ve zarar hesabını ve bilançoyu tasdik ve safi karın kullanma şeklini tayin etmek;

5. Müdürleri ibra etmek;

6. Payların bölünmesi hakkında karar vermek;

7. Kuruluş veya idare işlerinden dolayı şirketin kendi organlarına veya münferit ortaklara karşı haiz olduğu tazminat taleplerini dermeyan etmek.

 Şirket mukavelesinde aksine hüküm olmadıkça umumi heyet, ortakların koymayı taahhüt ettikleri sermayeye mahsuben ödiyecekleri paraların ödeme gününü tesbit ve ticari mümessillerle, bütün ticari işletmeyi idare hakkı verilen ticari vekilleri tayine salahiyetlidir."

23. 6762 sayılı Kanun'un "İdare ve Temsil" başlığı altında "Müdürler"e ilişkin "Ortak olanlar" kenar başlıklı 540. maddesi şöyledir:

"Aksi kararlaştırılmış olmadıkça, ortaklar hep birlikte müdür sıfatiyle şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecburdurlar.

 Şirket mukavelesi veya umumi heyet kararı ile şirketin idare ve temsili ortaklardan bir veya birkaçına bırakılabilir.

 Kuruluştan sonra şirkete giren ortaklar, bu hususta umumi heyetin ayrı bir kararı olmadıkça, idare ve temsile mezun ve mecbur değildirler.

 Limitet şirketin temsilcileri arasında bir hükmi şahıs bulunduğu takdirde, ancak o hükmi şahıs adına limitet şirketin temsil ve idaresini üzerine almış bulunan hakiki şahıs limitet şirketin temsilcisi olarak tescil ve ilan edilir."

24. 6762 sayılı Kanun'un "Temsil Salahiyeti" başlığı altında düzenlenen "Şümulu" kenar başlıklı 542. maddesi şöyledir:

"Müdürlerin haiz oldukları temsil salahiyetinin şümul ve tahdidi hakkında, anonim şirketin idare meclisine dair olan 321 inci madde hükmü tatbik olunur.

Vazifelerini ifa dolayısiyle müdürlerin işlemiş oldukları haksız fiillerden şirket mesul olur."

25. 6762 sayılı Kanun'un "Anonim şirket hükümlerine yapılan atıflar" kenar başlıklı 556. maddesi şöyledir:

"Şirketin kuruluşuna iştirak edenlerle şirketin idare veya murakabesine memur edilen kimselerin ve tasfiye memurlarının mesuliyeti, cezai mesuliyetler ve şirketin vekaletlerce murakabesi hakkında anonim şirketin bu hususlara mütaallik hükümleri tatbik olunur."

2. Yargıtay İçtihadı

26. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17/1/2000 tarihli ve E.1998/8298, K.2000/19 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, Limited Şti. müdürünün görev ve yetkisini aşarak şirketin üzerinde faaliyetini sürdürdüğü tek taşınmazının satışının iptali istemine ilişkindir.

Limited Şti.nin müdürlerinin yetkisi, TTK.nun 542. maddesi yollaması ile aynı Kanun`un 321. maddesi ile belirlenmiştir. Buna göre, "temsile selahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket adını kullanmak hakkını haiz oldukları" öngörülmüştür.

Anılan kanun hükümleri uyarınca, şirket yönetim kurulu veya temsilcisi, ancak şirket maksat ve konusuna göre her nevi iş ve hukuki işlemleri şirket adına yapmaya yetkilidir. Şirket maksat ve konusu dışına çıkan bir işin veya hukuki işlemin yönetim kurulu veya temsilciler tarafından yapılabilmesi TTK.nun 443/2 maddesi uyarınca, ancak genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabilir. Ayrıca, genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetki verebilmesi için anılan Kanun hükmü gereğince, aynı Kanun`un 388. maddesinin 3. ve 4. fıkralarındaki toplanma ve karar yeter sayısı olması da şarttır.

Dava konusu şirketin ana sözleşmesinin 'amaç ve konusu' başlığı altında taşınmaz alım-satımı da düzenlenmiş ise de, burada söz konusu edilen taşınmazlar, şirketin olağan iştigal konusu ve faaliyetleri arasındaki işlere ilişkin taşınmazlar olup, şirketin üzerinde faaliyetini sürdürdüğü taşınmazın bu kapsamda olduğu düşünülemez.

Yukarıda anlatılanlar karşısında dava konusu satış, Ltd. Şti.`nin tek malvarlığı olduğu iddia edilen ve üzerinde fabrika kurulu arsa satışına ilişkin olduğuna göre, dışardan atanan müdürün tek başına temsil yetkisine dayanarak bu taşınmazı ortaklardan birine satması TTK.nun 542. maddesi yollaması ile aynı Kanun`un 321. ve şirketin tüm malvarlığının elden çıkarılması da yine limited şirketlerde de uygulanması mümkün olan TTK.nun 443/2. maddesi hükmü de dikkate alınarak inceleme yapılmak gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir."

27. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20/10/2011 tarihli ve E.2011/2433, K.2011/14210 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Asıl davada, iki ortaklı limited şirkette ortaklardan birinin usulsüz olarak kendisini tam yetkili müdür tayin ederek, şirkete ait tek taşınmazı muvazaalı olarak satılması nedeniyle tapu iptali tescil, birleşen davada ise, daha sonra taşınmaz üzerinde bulunan otelin yıkılması nedeniyle, otelin içindeki malların değeri ile elde edilecek gelir ve manevi tazminatın tahsili talep edilmiştir. Mahkemece yukarda açıklanan gerekçeyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.

Ancak, mahkemeninsahte olduğu iddia edilen ortaklar kurulu kararının iptali istemli bir dava açılmaması nedeniyle ortaklar kurulu kararının geçerli olup olmadığının bu davada incelenemeyeceği yönündeki gerekçesi yerinde olmayıp, ortaklar kurulu kararının geçersizliği iddiasının işbu davada hadise şeklinde incelenerek sonuçlandırılması mümkün bulunmaktadır. Bir an için ortaklar kurulu kararının sahte olmadığı kabul edilse dahi Dairemizin yerleşmiş içtihatları uyarınca şirket müdürünün şirkete ait tek taşınmazı ortaklar kurulu kararı olmadan satması mümkün değildir. Bu nedenle mahkemenin bu gerekçesine itibar olunması mümkün değildir..."

28. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 27/11/2012 tarihli ve E.2011/12391, K.2012/19288 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Dava, limited şirkete ait tek mal varlığı olan taşınmazın şatışından kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Mahkemece, satış işlemini yapan davalı İsmet Taş'ınşirket müdürlüğünün devam ettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dava konusu taşınmaz dava dışı S... Tic. Ltd. Şti'nin tek mal varlığı olduğu anlaşıldığından, şirketin tek mal varlığının satışı için ortaklar kurulu kararı gerekmektedir. Bu konuda satışla ilgili ortaklar kurulu kararı olmadan yapılan satış yok hükmündedir. Bu nedenle davanın kabulü gerekirken reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına bozulması gerekmiştir...."

29. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17/1/2013 tarihli ve E.2012/18016, K.2013/876 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...dava konusu taşınmazınşirketinyetkilimüdürününimzasıylaveortakların4/3çoğunluğunun almış olduğu kararla [satıldığı]... satışı gerçekleştiren şirket ortağının, şirket ortaklar kurulunun aldığı karar ile şirketi temsil ve ilzama yetkili kılındığı, bu hususun ticaret sicilinde tescil ve ilan edildiği ve böylece bu işlemin yetki yönüyle TTK 540. maddesi uyarınca yasaya uygun olarak gerçekleştirildiği, satış işlemi sırasında o tarih itibariyle şirketi temsil yetkisi taşıyan K.B.'un bu yetkisini belgeleyen imza sirküleri ve yetki belgesinin tapu sicil müdürlüğüne ibraz edildiği ve bu belgelerin satışa dayanak yapıldığı, satış işlemi ve sonuçları Limited Şirket ortaklarını doğrudan ilgilendirdiğine ve zarara uğramalarına neden olabileceğine göre şirket ortağının da münferit olarak dava açabileceği genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetkili verebilmesi için TTK'nun 443/2. maddesi uyarınca genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabileceğini ve satış işlemi sırasında o tarih itibariyle şirketi temsil yetkisi taşıyan K.B.'un bu yetkisini belgeleyen imza sirküleri ve yetki belgesinin tapu sicil müdürlüğüne ibraz edildiği ve bu belgelerin satışa dayanak yapıldığı, satış işlemi ve sonuçları Limited Şirket ortaklarını doğrudan ilgilendirdiğine ve zarara uğramalarına neden olabileceğine göre şirket ortağının da münferit olarak dava açabileceği genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetkili verebilmesi için TTK'nun 443/2. maddesi uyarınca genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabileceğini ve 338. maddesi 3. ve 4. fıkralarındaki toplama ve karar yeter sayısının da olmasının gerektiği, somut olayda, dava dışı ve davalı K. ile birlikte hareket eden ortakların sermaye ve toplanma nisabının yasanın aradığı yeterlilikte olduğu, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir...Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir...."

30. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 6/4/2011 tarihli ve E.2010/4-650, K.2011/67 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Limitet şirket müdürlerinin yetkisi, Türk Ticaret Kanunu'nun 542.maddesi yollaması ile aynı Kanun'un 321. maddesi ile belirlenmiştir. Anılan maddede, 'temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket adına kullanmak hakkına haiz oldukları' öngörülmüştür.

Şirket maksat ve konusu dışına çıkan bir işin veya hukuki işlemin yönetim kurulu veya temsilciler tarafından yapılabilmesi TTK'nın 443/2.maddesi uyarınca, ancak genel kurulun vereceği özel bir yetki ile olabilir. Ayrıca, genel kurulun şirketin tek taşınmazını satmaya yetkili verebilmesi için anılan Kanun hükmü gereğince, aynı Kanun'un 388.maddesinin 3. ve 4.fıkralarındaki toplanma ve karar yeter sayısı olması da şarttır.

Dava konusu şirketin ana sözleşmesinin 'amaç ve konu' başlığı altında taşınmaz alım- satımı da düzenlenmiş ise de, burada söz konusu edilen taşınmazlar, şirketin olağan iştigal konusu ve faaliyetleri arasındaki işlere ilişkin taşınmazlar olup, şirketin üzerinde faaliyetini sürdürdüğü taşınmazın bu kapsamda olduğu düşünülemez.

Yukarıda anlatılanlar karşısında dava konusu satış, limited şirketin tek malvarlığı olan ve üzerinde petrol ofisi kurulu arsa satışına ilişkin olduğuna göre, şirket müdürünün tek başına temsil yetkisine dayanarak bu taşınmazı satması TTK'nın 542.maddesi yollaması ile aynı Kanun 321.maddesi ve şirketin tüm malvarlığının elden çıkarılması da yine limited şirketlerde de uygulanması mümkün olan TTK'nın 443/2.maddesi hükmüne aykırılık oluşturduğu açıktır.

Diğer yandan, şirket müdürü ile 3. kişi M... B… arasında satışa ilişkin düzenlenen protokol ile tapuda gösterilen değerler birbirlerinden farklı olup, tapuya tescil sırasında tarafların beyanlarının gerçek iradelerini yansıtmadığı da açıktır.

Bu durumda, yerel mahkemece; tapuda yapılan satışın muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

O halde, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin temel amacı, devlet tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin korunmasını sağlamaktır. Sözleşme'nin 1. maddesi uyarınca her taraf devlet "kendi yetki alanı içinde bulunan herkesin, Sözleşme'de tanımlanan hakları ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı pozitif yükümlülüklere yol açmaktadır (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99, 25/7/2002, § 96).

33. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143).

34. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. Mahkeme, bu gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47).

35. Bununla birlikte AİHM; iç hukukun yorumlanması ve uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının yorumlanması bakımından sahip oldukları takdir hakkına açık bir keyfîlik veya bariz bir takdir hatası içermedikçe karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑Busch Inc./Portekiz, § 83).

36. Diğer taraftan AİHM, her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45).

37. AİHM ayrıca, usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinilmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiği vurgulanmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05,34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54).

38. Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 24/5/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucular, dava konusu taşınmazın satış bedeli ile yapılan keşif ve bilirkişi incelemesiyle tespit edilen bedel arasında aşırı bir fark bulunduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca henüz inşaata başlanmadan devredilen pay için inşaatın tesliminin üstlenilerek taşınmaz payının üzerindeki hacizler ile birlikte devralınması ve ayrıca satış bedelinin ödenmesi karşısında davalının iyi niyetli olmadığını ifade etmişlerdir. Başvuruculara göre yapılan satış muvazaalı olduğu hâlde bu hususlar bilirkişi raporunda ve derece mahkemelerince değerlendirilmemiştir.

41. Başvurucular ayrıca Şirketin tek ve yegâne mülkü olan ve bütün ekonomik geleceğini yatırmış olduğu taşınmazdaki payın Ortaklar Kurulu kararı alınmadan satıldığını belirtmişlerdir. Başvuruculara göre bu karar olmaksızın gerçekleştirilen satış işleminin geçerli olup olmadığı yönünde ise derece mahkemelerince yeterli bir gerekçe ortaya konulamamıştır. Başvurucular, yetkisiz olarak yapılan satış işlemi nedeniyle mülklerini kaybettiklerinden yakınmışlardır.

42. Başvurucular, bu gerekçelerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

43. Başvurucu Kamil Darbaz 10/4/2017 ve 2/5/2017 tarihli dilekçelerde, FETÖ-PDY'ye himmet adı altında para yardımında bulunmadığı için kamuoyunda Selam-Tevhid soruşturması diye bilinen ceza soruşturması kapsamında telefonlarının dinlendiğini belirtmiştir. Başvurucu, benzer uyuşmazlıklarda Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun lehe olan çok sayıda kararlarının bulunduğunu ancak başvuruya konu uyuşmazlığın söz konusu terör örgütünce yapılan bir kumpas sonucu aleyhine sonuçlandığını ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

44. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet hak[kına] sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

45. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

46. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular, mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiaları yanında adil yargılanma haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Ancak başvurucuların temel iddiası, uyuşmazlık konusu taşınmazdaki paylarının muvazaalı olarak ve yetkisiz bir satış yüzünden kaybedilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkindir. Dolayısıyla başvurucuların belirtilen iddialarının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

48. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26). Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazda diğer ortak tarafından satış yapılmadan önce Şirketin payının olduğu tapu kaydından anlaşılmaktadır. Başvurucuların ihlal iddiaları ise satış işleminin geçerliliğine ilişkindir. Mülkiyet hakkının varlığı ise sürecin bütünü gözetilerek ve müdahale öncesi aşama itibarıyla belirlenmektedir. Dolayısıyla uyuşmazlığa konu taşınmaz yönünden Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında başvurucuların mülklerinin mevcut olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

49. Başvuru konusu olayda başvurucuların mülkiyet haklarına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut olmayıp özel kişiler arası bir uyuşmazlık söz konusudur. Dolayısıyla başvuruda, devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerekmektedir.

a. Genel İlkeler

50. Mülkiyet hakkının korunmasının devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklediği hususu Anayasa'nın 35. maddesinin lafzında açık bir biçimde düzenlenmemiş ise de bu güvencenin sadece devlete atfedilebilen müdahalelere yönelik sınırlamalar getirdiği, bireyi üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korumasız bıraktığı düşünülemez. Pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni gerçek anlamda koruma sağlanmasıdır. Buna göre anılan maddede bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa'nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

51. Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, § 41).

52. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).

53. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Somut olayda başvurucu Şirketin uyuşmazlık konusu taşınmazdaki payının Şirketin iki ortağından biri olan Ö.Ş. tarafından üçüncü bir kişiye satıldığı ihtilaf konusu değildir. Başvurucular, bu satış üzerine yapılan tescilin yolsuz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların iddia ettikleri gibi geçersiz bir satış işlemine dayalı olarak yapılan tescilin yolsuz olduğunun kabul edilmesi durumunda hukuka aykırı olarak taşınmazdaki payın kaybı gibi bir sonuç doğar ki bunun başvurucuların mülkiyet hakları yönünden ölçüsüz ve aşırı bir külfete yol açacağı kuşkusuzdur. Dolayısıyla olayda başvurucular tarafından açılan davada derece mahkemelerince bu iddiaların açıklığa kavuşturulması mülkiyet hakkının korunması bakımından önem taşımaktadır.

55. Başvurucuların bu kapsamda iki ayrı iddiası söz konusudur. İlk olarak yapılan satışın taşınmaz payının gerçek değerini yansıtmadığı ve satın alan kişinin de iyi niyetli olmadığından bahisle satışın muvazaalı olduğu ileri sürülmektedir. Başvurucular ikinci olarak Şirketin tek taşınmazı ile ilgili olduğundan dolayı satışın kanun gereği Ortaklar Kurulu kararı alınarak yapılması gerektiği hâlde bu karar alınmadan yetkisiz yapıldığını iddia etmektedir.

56. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında kural olarak muvazaa veya yetkisiz temsil gibi borçlar hukukuna ilişkin olay ve olguları değerlendirme görevi bulunmamaktadır. Bu aşamada belirtmek gerekir ki delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanması yetkisi kural olarak -keyfî olmadığı veya açık ve bariz bir takdir hatası içermediği sürece- derece mahkemelerine aittir.

57. Ancak başvurucular, somut olayda belirtilen itirazlarının derece mahkemelerince değerlendirilmediğinden yakınmışlardır. Dolayısıyla başvurucuların bu iddiaları nedeniyle yukarıda değinilen mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilip getirilmediği değerlendirilerek sonuca varılacaktır.

58. Başvurucular muvazaa iddialarının değerlendirilmediğini ileri sürmüşlerse de akrabalık veya yakın ilişkileri sebebiyle başvurucuların dinlenen tanıklarını hükme esas almayan Mahkeme, başvurucuların satış işleminin muvazaalı olduğunu ispatlayamadıklarını belirtmiştir. Diğer taraftan bu karar, Yargıtay 11. Hukuk Dairesince 3/6/2014 tarihinde onanmış; 19/3/2015 tarihli karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararda da davacıların muvazaanın varlığını ispatlayamadıkları ve satılan taşınmaz üzerinde bulunan 645.425 TL tutarındaki hacze konu icra dosyasındaki borçların davalı tarafından üstlenilmiş olduğu açıklanmıştır. Buna göre derece mahkemeleri satışın muvazaalı olduğu yönündeki bilirkişi raporunu hükme esas almamıştır. Yargılama makamlarının teknik konularda bilirkişi raporlarındaki bilimsel görüşleri dikkate alması gerekmekle birlikte mahkemelerin görevine giren hukuki olgular yönünden ayrıca bilirkişi incelemesi yaptırmasına gerek bulunmadığı gibi buna dair görüş ve kanaatlere uymaması da tabiidir. Dolayısıyla başvurucuların muvazaa iddiası bakımından derece mahkemelerinin kararlarının yeterli bir gerekçe içermediği söylenemez.

59. Bunun yanında başvurucuların Şirketin tek taşınmazı yönünden Ortaklar Kurulu kararı bulunmadan yapılan satışın geçersiz olduğu iddiası yönünden derece mahkemelerinin kararlarında ilgili ve yeterli bir gerekçe bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir. Başvurucular, bu iddialarını olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 6762 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine dayandırmışlardır (bkz. §§ 20-25). Ayrıca benzer olaylarda verilen kararlılık kazanmış Yargıtay içtihadına göre limitet şirketin tek taşınmazının satışı hâlinde ortaklar kurulu kararının alınması gerektiği ve şirket müdürü veya ortağının tek başına temsil yetkisine sahip olmadığı belirtilmiştir (bkz. §§ 26-30). Bu durumda ilgili Kanun hükümleri ve Yargıtay içtihadı dikkate alındığında başvurucuların söz konusu iddiasının yargılamanın sonucunu doğrudan etkileyebilecek nitelikte olup ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektirdiği açıktır.

60. Buna karşın ilk derece mahkemesinin kararında başvurucuların söz konusu iddiaları yönünden herhangi bir değerlendirmenin yapılmamış olduğu görülmektedir. Hükmün onanmasına ilişkin Yargıtay kararında ise ilk derece mahkemesinin kararına atıf yapılmakla yetinilmiştir. Karar düzeltme istemi üzerine aynı Daire tarafından verilen kararda ise yalnızca başvurucu Şirketin iştigal konusu nedeniyle 6762 sayılı Kanun'un 443. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanamayacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte olayda başvurucu Şirketin tek taşınmazı yönünden tek faaliyet alanı olan, üzerine arsa karşılığı inşaat yapma yükümlülüğü bulunan, Şirketin varlığı bakımından hayati önemi haiz taşınmazını Şirketin bir ortağının diğer ortağından habersiz olarak sattığı iddia edilmektedir. İlk derece mahkemesince alınan bilirkişi raporunda da başvurucuların iddialarını doğrular mahiyette ifadelere yer verilmiştir. Buna göre yapılan değerlendirmede başvurucu Şirketin faaliyet alanının ne olduğu ve niçin bu faaliyet alanı yönünden ilgili Kanun hükmünün uygulama alanının olmadığı açık olarak belirtilmemiştir. Buna bağlı olarak söz konusu taşınmazın Şirketin tek taşınmazı olup olmadığı, tek taşınmaz olması hâlinde ise Ortaklar Kurulu kararı alınmadan satılmış olmasının yolsuz tescil teşkil edip etmediği yapılan yargılama neticesinde açıklığa kavuşturulamamıştır. Dolayısıyla aynı konu hakkındaki Yargıtay içtihadı da dikkate alındığında mülkiyet hakkına ilişkin yargılamanın sonucu bakımından bu kadar önemli bir iddia yönünden derece mahkemelerince yapılan değerlendirmenin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.

61. Bu durumda derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların mülkiyet haklarına ilişkin davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespit edilmiştir. Bu sebeple mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.

62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

64. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

65. Başvuruda, mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

66. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Bu karar, davanın tarafları yararına veya aleyhine uyuşmazlığın esası yönünden doğrudan herhangi bir sonuca yol açmamaktadır. Buna göre ihlalin sonuçlarının giderilmesi için yeniden yapılacak yargılamada mülkiyet hakkının usul yönünden ihlaline yol açan uyuşmazlığın çözümüne etkili, ayrı ve açık yanıt gerektiren başvurucuların iddialarının derece mahkemelerince yeterli ve makul bir gerekçe ile karşılanması gerekmektedir.

67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2009/276, K.2012/345) GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/5/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti. [2.B.], B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § …)
   
Başvuru Adı KAMİL DARBAZ VE GMO YAPI GRUP END. SAN. TİC. LTD. ŞTİ.
Başvuru No 2015/12563
Başvuru Tarihi 21/7/2015
Karar Tarihi 24/5/2018
Resmi Gazete Tarihi 22/6/2018 - 30456

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, taşınmazın şirketin ortaklar kurulu kararı olmaksızın ve muvazaalı olarak satışı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Kadastro, tapu, orman, kıyı, mera İhlal Yeniden yargılama

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 818 Borçlar Kanunu 18
4721 Türk Medeni Kanunu 3
6762 Türk Ticaret Kanunu 321
443
539
540
542
556
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi