TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MURAT BUTTANRI VE SUNA BUTTANRI BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/13136)
|
|
Karar Tarihi: 30/10/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Murat
BUTTANRI
|
|
|
2. Suna
BUTTANRI
|
Vekili
|
:
|
Av. Evin
BARTAN TURHAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına
bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık
sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında
açılan tam yargı davasının yedi yılı aşkın bir sürede
kesinleşmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 31/7/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların beyanına göre 16/9/1995 tarihinde dünyaya
gelen müşterek çocukları U.B., ilk doz kızamık aşısını olmasına rağmen 2006
yılının ilk aylarında subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığına yakalanmış ve
1/11/2006 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
9. Başvurucular, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında ve
bu nedenle hayatını kaybetmesinde hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek
25/10/2007 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle
ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
10. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık
Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır.
11. Bu kapsamda U.B.nin bağlı olduğu
sağlık ocağı kayıtları incelenmiş ancak bu kayıtlarda U.B.ye aşı yapıldığına
dair herhangi bir kayda ulaşılamamıştır. Bu inceleme kapsamında ayrıca
başvurucu anne Suna Buttanrı ile bir görüşme
gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmede başvurucu Suna Buttanrı
özetle oğlunun altı aylıkken döküntü geçirdiğini ancak oğlunu hastaneye
götürmediklerini, dokuz aylıkken oğluna kızamık aşısı yaptırdıklarını, oğlu
birinci sınıfta iken arkadaşları ve kız kardeşi ile birlikte kızamık
hastalığına yakalandığını, kendilerinde aşı kartı olmadığını, oğlunun on bir
yaşında iken SSPE hastalığına yakalandığını ve bu hastalık nedeniyle yaşamını
yitirdiğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelere göre U.B.nin SSPE hastalığına yakalandığı sabittir.
12. Sağlık Bakanlığı yukarıdaki araştırmaları yaptıktan sonra
SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların aşılanmamış, aşılandığı hâlde
yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya aşılanmadan önce kızamık hastalığı
geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını, somut olayda SSPE hastalığının ortaya
çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek 26/12/2007 tarihinde
başvurucuların isteminin reddine karar vermiştir.
13. Başvurucular, bunun üzerine Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinde
dava açmış ve 60.000 TL maddi, 40.000 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuşlardır. Başvurucular ayrıca 10.000 TL tutarındaki tedavi ve cenaze
masraflarının taraflarına ödenmesi isteminde bulunmuşlardır. Başvurucular dava
dilekçesinde özetle oğulları U.B.ye dokuz aylıkken Bağlar 2 No.lu Sağlık
Ocağında kızamık aşısı yapıldığını ancak oğullarının 2006 yılında SSPE
hastalığına yakalanarak aynı yıl hayatını kaybettiğini belirtmişlerdir.
Başvurucular dava dilekçesinde, kızamık hastalığının ardından beyne yerleşen
virüsün neden olduğu merkezî sinir sistemi hastalığı olan SSPE'den
korunmanın tek yolunun kızamık aşısı olduğunu, kızamık aşısının ülke genelinde
yaygın, yeterli ve uygun koşullarda yapılması hâlinde SSPE hastalığına
yakalanma riskinin büyük ölçüde azalacağını ifade etmişlerdir. Başvurucular,
çocuklarına kızamık aşısı yapılmış olmasına rağmen bu aşının yeterli dozda ve
uygun koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etkisinin olmadığını ve
çocuklarının SSPE hastalığına yakalanarak yaşamını yitirdiğini ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular, kızamık aşısının ülkemizde 1987-1998 yılları
arasında tek doz olarak yapıldığını ancak tek doz kızamık aşısının ülke
genelinde yaygın ve yeterli dozda yapılmaması nedeniyle önleyici özellik
göstermediğini ifade etmişlerdir.
14. Sağlık Bakanlığı, dava tarihinden önce Bakanlık onayıyla
oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli araştırmalar yapmış olan SSPE
Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon) hazırlanan rapordaki verilere
dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmadığını savunmuştur.
15. Dava dosyasında da bir örneği bulunan bu rapor, 1970
yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı
arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanı'nın 1/7/2005 tarihli ve 6888
sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bu Komisyon, Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr.
S.T. ile Doç. Dr. L.A., aynı Üniversitenin Çocuk Nörolojisi Bilim Dalında
görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı Üniversitenin Çocuk
Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. M.C., ayrıca Gazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr.
U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana
Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsünde
görevli Prof. Dr. G.G.den oluşmaktadır. Komisyon
rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü
tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini ve uygulamalarını
incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan ülkelerdeki SSPE görülme
sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye'deki üniversite ve eğitim hastanelerinde
takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit etmeye çalışmıştır.
16. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir
rapor hazırlamıştır. Raporda;
i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı
hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30'unda
bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan
birinin de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.
ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE
olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını
açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma
Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE'nin
azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık
aşısının neden olmadığını açıklamıştır.
iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan
incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının
saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.
iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı
komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin
aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
v. Türkiye'de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından
önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları (good manufacturing practices)
kurallarına göre üretilmiş ve uluslararası referans laboratuvarlarında test
edilmiş aşılar olduğu belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma
sunulmadan önce Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun
olduğu kanıtlanan aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar
üretici firmadan alınıp aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık
kuruluşlarında soğuk zincir sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve
sistem sürekli olarak izlenmektedir.
vi. Türkiye'deki aşı uygulamalarının, hastalıkların görülme
sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma
Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre
kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklik
çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine rapordaki bilgilere
göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları arasında
dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda
yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da dokuzuncu ayda
tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık Örgütü 2000
yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci
doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu önerisini tekrar
etmiştir.
vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı
tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye'deki rutin kızamık
aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri
doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade
edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği,
bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7,
1995-1998 yıllarında ise %76'ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları
arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye
indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı,
2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık
aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95
oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşı oranlarının ise
sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiği ifade edilmiştir.
viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine
yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık
aşısının 2. dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade
edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on
ikinci ayda uygulanmış, ilkokul 1. sınıfta yapılan kızamık aşısına da devam
edilmiştir.
ix. Türkiye'deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak
yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile
üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından
bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının
1.131 olduğu belirtilmiştir. Raporda, bu olguların %56'sının kızamık hastalığı
geçirdiğinin, %11'inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin bildirildiği, %33'ü
ile ilgili bilgiye ulaşılamadığı, yalnızca %29'unda kızamık aşısı yapıldığının
bildirildiği ifade edilmiştir.
x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85
olduğu, Türkiye'deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu
dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma
oranının %95'lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma
oranının tek dozla bile %100'e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık
olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma
oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus
bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olgularının ve buna bağlı
SSPE olgularının Çin'de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.
xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık
hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği
belirtilmiştir.
17. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak
aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:
"Sonuç olarak;
1.Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP
kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden
kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır.
2. Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık
aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz
uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem
olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek
amacıyla ilköğretim 1. sınıfta 2. doz uygulaması başlatılmıştır.
3. Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen
uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası
uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur.
4. SSPE hastalığı kızamık aşısının değil
kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı
virüsü sorumludur.
5. Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne
alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok
farklı olmadığı görülmektedir.
6. Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının
ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.
Öneriler;
1.Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke
genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdurülmelidir.
2. Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye
yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum katılımının
sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda bilgilendirme
yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine
gidilmelidir.
3. Kızamık ve SSPE sürveyans
ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir.
4. İlgili dallardan uzmanların katılımıyla,
SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon
oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence
kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir.
5. Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu konularda
yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle seçilmiş
ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması önerilir.
(...)"
18. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi 10/3/2009 tarihli kararla
davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"(...)
Davada her şeyden önce davacıların
çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılanıp aşılanmadığı ya da aşılama
yapıldı ise söz konusu aşılar içerisinde kızamık aşısının bulunup bulunmadığı,
başka bir deyişle ortada idarenin bir filinin bulunup bulunmadığı
belirlenmelidir. Bu konuda, davalı idarece savunma ekinde sunulan belgelerde
davacıların çocuklarına aşı yaptırdıklarını iddia ettikleri Bağlar 2 Nolu Sağlık Ocağı'nın 21.07.2008 tarih ve 194 sayılı
yazısında davacıların çocuğuna aşı yapıldığına dair kayda rastlanılmadığının
belirtildiği, davacı vekili tarafından ise davacıların çocuğuna aşı yapıldığını
gösteren herhangi bir bilgi ve belgenin dosyaya sunulmadığı görülmüştür. Bu
açıdan, idareye bağlı ekiplerce davacıların çocuğuna kızamık aşısı yapılmadığı
sonucuna ulaşılmış olup ortada idarenin bir fiilinin bulunduğu
belirlenememekte, davacı tarafça da idarenin kusurlu fiilinin olduğu ortaya
konulamamaktadır.
Söz konusu aşının yapıldığının kabul edilmesi
halinde bile aşının bahsi geçen hastalığa sebep olup olmayacağını, başka bir
deyişle idarenin fiilinin kusurlu olup olmadığını ortaya koymak gerekmektedir.
Davacılar tarafından hastalığın kızamık aşısından kaynaklandığı iddia
edilmektedir. SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan bir
hastalıktır. Davalı idareye bağlı olmayan ve çeşitli üniversitelerde görev
yapan akademisyenlerce hazırlanan 05.04.2006 tarihli raporda, SSPE hastalığı
kızamık aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonu olduğu, SSPE
hastalığının yapıldığı iddia edilen aşıdan kaynaklandığı hususu bilimsel olarak
kabul edilemiyecek nitelikte olduğu,Genişletilmiş
Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrollerinin
yapıldığı ve üretimden kullanıcıya dek soğuk zincir sistemi içerisinde güvenle ulaştırıldığı,bu açıdan aşının kendisinde bir bozukluk
olması hususunun da kabul edilemeyecek bir durum olduğu belirtilmiştir.
Aşının iki doz yerine tek doz yapılması
hususuna gelince; hem raporun hem de savunma
dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998 yılına kadar tek doz, bu
yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir.
Bunların dışında, idarece sunulan aşı
uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl
olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması
gerekmektedir. İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ancak bu aşının bozuk
olması durumunda kusurlu olduğunun, bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama
açısından ise asıl sorumluluğun ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava
konusu olayda ise eğer bir aşı yapılmış ise bu aşının bozuk olma ihtimalinin
bulunmadığı yukarıda açıklanmıştır. Ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa
bile davacıların çocuklarının kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu
hususun bahsi geçen kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından kaynaklanağının kabulü gerekeceğinden, bu konuda da idareye
atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.
Bütün bu nedenlerle, davacıların çocuklarının
davalı idareye bağlı ekiplerce aşılandığının kanıtlanamaması, aşı yapılmış olsa
bile SSPE hastalığına yakalanılmasına kızamık aşısının sebep olamayacağı,
hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk
olma ihtimalinin bulunmadığı anlaşıldığından, davacıların çocuğu [U.B.nin] bahsi geçen
hastalığa yakalanması karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur
bulunmadığından davacılarıntazminat taleplerinin
kabulüne olanak bulunmamaktadır."
19. Başvurucular, ilk derece mahkemesi kararının hukuka aykırı
olduğunu, SSPE hastalığına yakalanma nedeninin aşının uygun koşullarda, yeterli
dozda ve ülke genelinde yaygın olarak yapılmaması olduğunu, davalı idare
tarafından hazırlatılan raporun hükme esas alınmasının hukuka aykırı olduğunu
belirterek kararı temyiz etmişlerdir. Başvurucular temyiz dilekçesinde ayrıca
mahkeme kararında aşı yaptırıp yaptırmama hususunda asıl sorumluluğun aileler
üzerinde olduğu belirtilmiş ise de sağlık hizmetinin vatandaş için bir hak,
hizmeti veren devlet açısından bir görev olduğunu, bu nedenle asıl sorumluluğun
devlet üzerinde olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular son olarak aşı
uygulamasının yetersiz olduğuna ilişkin uzman doktorlar tarafından yapılan
araştırma verilerinin dava dosyasına eklenmesini talep etmelerine rağmen yerel
mahkemece bu hususun göz ardı edildiğini ileri sürmüşlerdir.
20. Danıştay Onbeşinci Dairesi
20/3/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar
vermiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi bozma
gerekçesinde, başvurucuların oğulları U.D.ye ilkokul birinci sınıfta iken
ikinci doz kızamık aşısının yapılıp yapılmadığının dosya kapsamından net olarak
anlaşılamadığını, kızamık hastalığıyla etkin bir mücadele için Sağlık Bakanlığı
tarafından ikinci doz kızamık aşısının takibinin yapılması gerektiğini, yerel
mahkemece idarenin ikinci doz aşıyı yaptırıp yaptırmadığı araştırılarak bir
karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucu hüküm kurulmasında hukuki
isabet bulunmadığını belirtmiştir.
21. Bozma kararı üzerine Sağlık Bakanlığı karar düzeltme yoluna
başvurmuştur. Sağlık Bakanlığı karar düzeltme dilekçesinde özetle somut olayda
Sağlık Bakanlığı personelinin haksız bir fiilinin bulunmadığını, Bağlar ve
Muradiye Sağlık Ocağı kayıtlarının tetkik edildiğini ancak bu kayıtlarda U.B.nin aşı kaydına rastlanmadığını, Anayasa'nın 17.
maddesi ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 24.
maddesi uyarınca istisnai birtakım hâller dışında kişinin rızası hilafına
aşılama da dâhil olmak üzere tıbbi müdahalede bulunulmasının mümkün olmadığını
belirtmiştir.
22. Karar düzeltme istemini inceleyen Danıştay Onbeşinci Dairesi 20/3/2015 tarihli kararla Sağlık
Bakanlığının karar düzeltme istemini kabul ederek Dairenin önceki kararının
kaldırılmasına ve ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.
23. Bu karar 2/7/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ
edilmiştir.
24. Başvurucular 31/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
25. 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu’nun 1. maddesi şöyledir:
"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve
milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle
mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı
tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir."
26. 1593 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti
bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan
doğruya ifa eder:
(...)
3 -Memlekete sari ve
salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.
4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok
miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır
amillerle mücadele.
(...)
6 -ilaçları ve bütün zehirli müessir ve
uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç
olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe."
27. 1593 sayılı Kanun’un 57. maddesi şöyledir:
"Kolera, veba (Bübon
veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi
tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit
humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı,
çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari
beyin humması (İltihabı sahayai dimağii
şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa
humması (Hummai nifası)
ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai
racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur
eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku
bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe
olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı
haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından
ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da
mecburidir."
28. 1593 sayılı Kanun’un 72. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"57 nci
maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan
şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:
(...)
2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.
(...)"
29. 1593 sayılı Kanun’un 87. maddesi şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen
hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı
haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi
binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne
suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur."
30. 1593 sayılı Kanun’un 88. maddesi şöyledir:
"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı
ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının,
icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede
zikredilir."
31. 1593 sayılı Kanun’un 95. maddesi şöyledir:
"Sari
hastalıklara karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar
edilir. Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin
olunan vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri
serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve
murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin
olunur."
32. 1593 sayılı Kanun’un 280. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve
sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için
kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı
yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri
gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları
haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil
olunur."
33. 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel
Kanunu’nun "Temel esaslar"kenar başlıklı 3. maddesinin
birinci fıkrasının k bendinin ilgili kısmı
şöyledir:
“Sağlık
hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır:
(...)
k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve
benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas
olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakope
mamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde
kullanılan ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve
tüketiminin, amaç dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan
veya yapma ihtimali bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik
maddeler ile diğer terkiplerin kontroluna,
murakabesine ve bunların yurt içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite
kontrollerini yaptırmaya, özel mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat
verme işlerini yürütmeye Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir.
(...)”
34. 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin
Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun
bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve
tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program
dahilinde sosyalleştirilecektir."
35. 224 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile
amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine
yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.
Sağlık ocağı: Takriben 5000
- 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük
kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il
içinde idari taksimata uyması icabetmez."
36. 224 sayılı Kanun'un 9. maddesi şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti
teşkilatı: Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri,
çeşitli koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık
müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli
yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez
teşkilatı ve diğer Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile
işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder."
37. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir
hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip
tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık
evlerinde yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.
Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu
hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı
şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi
ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler."
38. 224 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği
yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.
Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli,
ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği
hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine
verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı
sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler."
39. 224 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden
faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela
sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı
hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları
sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar,
Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları
-kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir."
40. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:
a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal
bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum
sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak,
uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve
kurdurmak,
b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla
savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini
yapmak,
c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile
planlaması hizmetlerini yapmak,
d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop
maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin,
dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,
e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve
ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak,
(...)"
41. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 8. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:
a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü,
(...)
c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü,
(...)
e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel
Müdürlüğü,
(...)"
42. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Temel Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) (Değisik bent:
08/06/1984 - KHK - 210/1 md.)
Toplum sağlığını ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin
verilmesini sağlamak, bu hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,
b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve
bağışıklık hizmetlerini yürütmek,
(...)
f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve
hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları,
bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek,
(...)"
43. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 11. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün
görevleri şunlardır :
a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların
imalini, ithalini ve piyasaya arz sekillerini izne
bağlamak, ilaçların kaliteli olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir sekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu amaçla gerekli
kontrolleri yapmak,
(...)"
44. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 13. maddesi
şöyledir:
"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması
Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması
hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma
plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,
b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının
korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,
c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri
yapmak."
45. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 39. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları
şunlardır:
(...)
c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi
Başkanlığı."
46. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Refik
Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun'un 1. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine
bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere
teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi)
bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir."
47. 3959 sayılı mülga Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.
Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum
üzerine:
A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak
sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,
B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve
aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,
C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut
yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi
maddelerin kontrollerini yapmak,
(...)
E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair
sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla mükelleftir."
48. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 262. maddesi şöyledir:
"Çocuk, küçük iken ana ve babasının
velayeti altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim, vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen
çocukları dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler."
49. 743 sayılı mülga Kanun'un 264. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuk, ana ve babasına riayete
mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil
veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler."
50. 743 sayılı mülga Kanun'un 268. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz
oldukları nisbette çocuklarının kanuni
mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin
reyine ihtiyaçları yoktur."
51. 743 sayılı mülga Kanun'un 272. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, vazifelerini ifa
etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir."
52. 4721 sayılı Kanun'un 335. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının
velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan
alınamaz."
53. 4721 sayılı Kanun'un 339. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi
konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve
uygularlar."
54. 4721 sayılı Kanun'un 346. maddesi şöyledir:
"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye
düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse
hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır."
55. 4721 sayılı Kanun'un 347. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi
tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana
ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir."
56. Sağlık Bakanlığının 13/8/1993 tarihli ve 09762 sayılı
Genelgesi'nin aşılama hizmetlerinin uygulanması sırasında dikkat edilmesi
gereken hususları düzenleyen ve tüm valiliklere gönderilen ekinin "Aşı Takvimi" başlıklı kısmı
şöyledir:
"AŞI TAKVİMİ:
1) BİR YAŞ ALTI (0-11 ay) BEBEKLERE
• 2. Ayın bitiminde ( 8
haftalık ) : BCG
DBT
POLİO
• 3. Ayın bitiminde ( 12
haftalık ) : DBT
POLİO
• 4. Ayın bitiminde ( 16
haftalık ) : DBT
POLİO
• 9. Ayın bitiminde ( 36
haftalık ) : KIZAMIK
2) RAPEL DOZ
• 1,5 yaşında ( 16-24
aylık ) : DBT
POLİO
3) OKUL AŞILAMALARl
• İlköğretim 1. sınıfta :
DT
POLİO
BCG (Bir skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)
•İlköğretim 5. sınıfta :
TT
BCG (İki skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)
• Lise l. sınıfta :
TT
• Lise 3. sınıfta : BCG (Üç skarı olan
çocuğa doğrudan uygulanır. Aksi halde PPD kontrolü yapılır)"
57. Anılan Genelge'nin "Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmı şöyledir:
"[Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler:]
* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle
başvuran her bebek, çocuk ve gebenin aşılanma durumunu kontrol ediniz, aşı
takvimine göre aşılanması gerekenleri ve eksik aşı1ıları tespit edip, aşılamak
için her fırsatı değerlendiriniz.
* Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk
ya da gebe için bir ampul/flakon açınız.
* Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki
etiketi ve son kullanma tarihini kontrol ediniz, etiketi olmayan ya da son
kullanma tarihi geçmiş aşıları kullanmayınız. İlk olarak miadı önce dolacak
aşıyı kullanınız.
* Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör
kullanınız.
* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri
gereken zaman ve uygulanan aşının yan etkileri hakkında bilgi veriniz ve
anladığından emin olunuz.
(...)
- Aşı uygulamalarını, ilgili tüm formlara
zamanında, tam ve doğru olarak kaydediniz."
58. Anılan Genelge'nin "Kızamık
Kontrolü" başlıklı kısmı şöyledir:
"Kızamık aşı ile korunulabilir
hastalıklar içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir.
Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek olan bir
hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası, yeterince bağışık olmayan bir
toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.
Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin
Temel Stratejiler:
1. Her il ve sağlık ocağı seviyesinde kızamık
aşılama oranlarının yükseltilmesi ve devamının sağlanması.
Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu,
uygun yaşta aşılama ile yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır. Ülkemizde olduğu
gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak aşılanması hedeflenen grup
1 yaş altı bebeklerdir. 1 yaş altı bebekleri yüksek oranda aşılama ile;
hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek ve ayrıca
hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu kızamığa
karşı korunmuş olacaktır.
Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık
yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri,
nüfusun yoğun oldugu bölgeler vb.) öncelik
verilmelidir.
Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik
çalışmalar GBP'nin bir parçası olarak ele
alınmalıdır.
2. Hastalık sürveyansının
güçlendirilmesi
Standart Vaka Tanımı:
- 3 gün veya daha uzun süren jeneralize makülopajüler döküntü
ve
- 38 derece veya daha yüksek ateş hikayesi
ve
- Öksürük, nezle ve konjunktivit
bulgularından en az birinin varlığı
Yukarıdaki tanıma uyan bir vakanın tespit
edilmesi halinde;
- Başkavakalar araştırılmalıdır.Bunun için aktif
vaka araştırması; bölgede ev ev araştırma, vakaların ve yakınlarının
araştırılması, tüm sağlık birimlerinin (resmi ve özel) hastalık ihbarı
konusunda uyarılmaları ve hastane kayıtlarının incelenmesi ile yapılabilir.
- Vakaların; adı, soyadı, cinsiyeti, yaşı,
hastalığın başlangıç tarihi, aşılanma durumu, aşılanma yaşı ve adresleri tespit
edilerek “Bildirimi Zorunlu Hastalıklar Tespit Fişi” (form 016) ne
kaydedilmelidir.
- Tespit edilen vaka sayısı önceki yılların ( son 5 yıl)vaka sayıları ile karşılaştırılarak, bir salgın
olup olmadığı belirlenmelidir.Mevcut vaka sayısının
daha önceki epidemi olmayan yılların aynı dönem vaka sayılarından ya da vaka
sayısı ortalamasından fazla olması halinde olay bir epidemi olarak kabul
edilmelidir.
- Vakalar hastalığın başlangıcı, buna imkan yoksa tespit tarihleri esas alınarak zaman grafiğine
işlenmeli, haftalık ve aylık grafikler ile olay takip edilerek, alınan
önlemlerin yeterli olup olmadığı izlenmelidir.
- Tespit edilen vakaların kişi ve yeri
özelliklerine göre (harita üzerinde işaretleme ile belirlenir) riskli bölge ve
nüfuslar tespit edilmelidir.
- Bölgenin aşılama durumu tespit edilerek,
riskli bölge ve gruplardan başlamak üzere aşısız ve hastalığı geçirmemiş hassas
nüfusun aşılanmasına başlanmalıdır.
-Tüm vakalar yakından izlenmeli ve
komplikasyonların erken teşhis ve tedavisi için gereken önlemler alınmalıdır.
Sürveyansın güçlendirilmesinde en önemli
konulardan biri; tüm sağlık kurumlarının düzenli, tam ve zamanında bildirim
yapmalarıdır. Bildirim yapılması kadar, sağlık kurumlarına düzenli geri
bildirim yapılması da çok önemlidir. Ayrıca, sağlık kurumları yanı sıra, eczaneler,
okullar, kreşler, aileler vb. toplumsal kurumlara bilgi verilerek, şüpheli
gördükleri vakaları en kısa sürede bir sağlık kurumuna göndermeleri teşvik
edilmelidir.
59. Anılan Genelge'nin "Soğuk
Zincir" başlıklı kısmı şöyledir:
"Soğuk zincir, bir aşının potensini üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve
ihtiyacı olanlara yeterli miktarda ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden
oluşan sistemdir. Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı
uygulamaları aksayacak, kullanılan aşılar etkin değilse de,
%100 aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından
hiçbir yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir Genişletilmiş Bağışıklama
Programının can alıcı komponentlerinden biri olarak
büyük önem taşımaktadır.
Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır,
aynca BCG ve Kızamık aşıları ultraviyole ışınına da
hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif etkisidir. Yani bir kerede çok
yüksek ısıya maruziyet kadar, bir
çok kereler daha az ısılara maruziyet de aşıyı
aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da azalırsa,
aşılar eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik gerektirir.
Öte yandan bazı aşılar dondurulabilirken, DBT, DT, Td
aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir.
İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları
aşağıdaki kurallara göre düzenlenir:
- Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk
zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak
merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere
dağıtımı ile sorumlu, bir soğuk zincir sorumlusu ve yardımcısı olmalıdır.
- Aşıların dağıtımında son kullanma tarihleri
mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce kullanımı
sağlanmalı ve miadı dolmuş olanlar vakit geçirilmeden imha edilmelidir.
- Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı
sevkiyatında kullanılan frigo-rifik kamyonların
soğutucu üniteleri ilde bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı,
bunun için de kamyonun park edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze elektrik hattı çekilmiş olmalıdır.
- Ankara merkez depodan kurye ile sevkiyat
yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı
kullanılmalıdır.
- İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak
yapılan aşı sevkiyatlarında 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil
kabı kullanılabilir.
- Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir
malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme
ihtiyacı belirlenmeli, onarımı/temini sağlanmalıdır.
- Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında
saklanmalı, buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi
belirlenmelidir.
- Buzdolaplarında mutlaka bir termometre
bulundurulmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konmalı ve dolabın
ısısı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır.
- Buzdolabının kapısına bir ısı izlem
çizelgesi yapıştırılarak, dolabın ısısı sabah ve akşam bu çizelgeye
kaydedilmelidir.
- Buzdolabı gölge, ancak kışın ısıtılan
odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta düz bir zemine
yerleştirilmelidir.
- Buzdolabının yerleştirilmesinde şunlara
dikkat edilmelidir:
•Aşıları yalnızca buzdolabı raflarında
tutunuz.
•Aşı kutu/şişeleriarasında
yeterli bir hava dolaşımına izin verecek kadar mesafe bırakınız.
•Aşı yerleştirilmesinde miadı yakın bir süre
sonra dolacak olan aşıların en kolay alınabilecek sol ön kısımda bulunmasına
çok dikkat ediniz.
•Dolap kapağına hiçbir şey koymayınız.
•Buzdolabına asla aşı dışında yiyecek
maddeleri vs.koymayınız.
•Buzlukta aralıklı olarak dizilmiş buz aküleri
bulundurunuz.
•Buzluğun 0.5 cm’den fazla buzlanmamasına
dikkat ediniz.
•En alt kısıma
(sebzelik) dolap ısısının sabit tutulmasına yardımcı olmak üzere su şişeleri
yerleştiriniz.
•Buzdolabının sık sık açılmasını engellemek
için kapağını kilitli tutunuz.
- Olabilecek elektrik kesintilerinde
buzluktaki buz aküleri buzdolabı kapağına yerleştirilmeli ve kapak
açılmamalıdır. Bu yolla aşılar 48 saat süreyle bozulmazlar.
- Buzdolabı temizliği yapılırken ve saha
uygulamalarında aşılar aşı nakil kabı ile nakledilmeli ve korunmalıdır.
- Donduğundan şüphelenilen DBT, DT ve TTaşıları donma-çalkalama testi ile değerlendirilmeden
kullanılmamalıdır.
- Aşı uygulamaları esnasında; kızamık aşısı
sulandırıldıktan 4 saat sonra, polio aşısı açıldıktan
8 saat sonra atılmalıdır."
60. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün
tüm valiliklere gönderdiği 10/2/1998 tarihli yazısının ilgili kısmı şöyledir:
"(...) 1998 yılından itibaren bütün illerde
ilkokul 1. sınıflarda 2. doz kızamık aşısı uygulamasına başlanacaktır."
B. Uluslararası Hukuk
61. Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve
27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin 3. maddesi
şöyledir:
“(1)
Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya
yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün
faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının,
vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve
ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için
gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve
idari önlemleri alırlar.
(3)
Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların,
hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve
uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan
ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”
62. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 24. maddesi şöyledir:
" 1. Taraf Devletler, çocuğun olabilecek
en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini
veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir
çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun
bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.
2. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak
uygulanmasını takip ederler ve özellikle:
a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının
düşürülmesi;
b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve
tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek
sağlanması;
c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve
başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen tekniklerin
kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması yoluyla ve
çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne
alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;
d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun
bakımın sağlanması:
e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle
ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile
beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda
temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;
f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya
rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi;
amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için
zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her
türlü önlemi alırlar.
4. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın
tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı
olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri
özellikle gözönünde tutulur."
63. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur(...)"
64. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet
hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07,
27/1/2015, § 67).
65. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister
özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu
altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği
takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân
tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81).
66. AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi
gibi meselelerde, taraf devletlerin yetkili makamlarının, AİHM'e
göre daha elverişli konumda olduklarını belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz
[BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
67. Mahkemenin 30/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucu Murat Buttanrı Yönünden İnceleme
68. Av. Evin Bartan Turhan, bireysel
başvuru tarihinden önce 17/7/2011 tarihinde vefat ettiği anlaşılan Murat Buttanrı'nın anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla
bireysel başvuruda bulunmuştur.
69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar
başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı
doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."
70. 6216 sayılı Kanun'un "Başvuru
hakkının kötüye kullanılması" kenar başlıklı 51. maddesi
şöyledir:
"Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye
kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında,
ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere
disiplin para cezasına hükmedilebilir."
71. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün
(İçtüzük) “Başvuru hakkının kötüye
kullanılması” kenar başlıklı 83. maddesi şöyledir:
“Başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve
benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye
kullandığının tespit edilmesi hâlinde başvuru reddedilir ve yargılama giderleri
dışında, ilgilinin ikibin Türk Lirasından fazla
olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilir.”
72. İlgili düzenlemeler vasıtasıyla genel hukuk teorisinde bir
kamu düzeni kuralı olarak ele alınan ve genel olarak bir hakkın açıkça
öngörüldüğü amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının
hukuk düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının
bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı görülmektedir. Bu bağlamda
bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve mahkemenin başvuruyu
gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların başvuru hakkının kötüye
kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür (Mehmet Güven Ulusoy [GK], B. No: 2013/1013, 2/7/2015, § 31; S.Ö., B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28).
73. Bu kapsamda özellikle mahkemeyi yanıltmak amacıyla gerçek
olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge sunulması,
başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur hakkında bilgi
verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan ve söz konusu
değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler hakkında
mahkemenin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında doğru bir kanaat
oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri sınırları saklı kalmak
kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette hakaret, tehdit veya
tahrik edici bir üslup kullanılması ile söz konusu başvuru yolu kapsamında
ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin amaçla
bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda bulunulması durumunda başvuru
hakkının kötüye kullanıldığı kabul edilebilecektir (Mehmet Güven Ulusoy, § 32; S.Ö.,
§ 29).
74. Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi'nden yapılan sorgulama
neticesinde başvuruculardan Murat Buttanrı'nın
bireysel başvuru tarihinden önce 17/7/2011 tarihinde hayatını kaybettiği tespit
edilmiş ancak Av. Evin Bartan Turhan tarafından
31/7/2015 tarihinde yapılan bireysel başvuruda bu husus hakkında herhangi bir
bilgiye yer verilmediği anlaşılmıştır.
75. Kamu gücü tarafından hakkı ihlal edilen kişinin bireysel
başvuru yapmadan önce ölmesi durumunda ölen kişi adına bir başkası tarafından
bireysel başvuru yapma imkânı bulunmamaktadır (Abdurrehman Uray, B. No: 2013/6140, 5/11/2014, § 30).
76. Açıklanan gerekçelerle başvuru tarihinden önce hayatını
kaybetmiş başvurucu adına vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından
yapılan bireysel başvurunun başvuru hakkının
kötüye kullanımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.
77. Bu durumda Anayasa Mahkemesini yanıltıcı nitelikte başvuru
yapması nedeniyle Av. Evin Bartan Turhan aleyhine
6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83.
maddesi uyarınca disiplin para cezasına hükmedilmesi gerekir.
B. Başvurucu Suna Buttanrı Yönünden İnceleme
1. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
78. Başvurucu, oğlu U.B.nin kızamık
hastalığına bağlı olarak ortaya çıkan SSPE hastalığına yakalanarak 2006 yılında
yaşamını yitirdiğini ifade etmiştir. Başvurucu; oğlunun SSPE hastalığına
yakalanmasında ve ölümünde Sağlık Bakanlığının hizmet kusurunun bulunduğunu,
buna rağmen oğlunun ölümüyle neticelenen olay hakkında açtığı davadan olumlu
netice alamadığını belirtmiştir. Başvurucu, kızamık aşısı uygulamasının sıkı
denetim ve takip gerektirdiğini ancak Sağlık Bakanlığının bunu başaramadığını ileri
sürmüştür. Başvurucu; oğlunun ölümü ile neticelenen olayda Sağlık Bakanlığının
doğru ve uygun bir aşılama yapmadığını, oğluna sadece tek doz aşı yapıldığını,
bu aşının da uygun koşullarda yapılmadığını, ilkokul birinci sınıfta yapılması
gereken ikinci doz kızamık aşısının ise hiç yapılmadığını ileri sürmüştür.
Başvurucu, bu iddialarla yaşam hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ifade etmiştir.
b. Değerlendirme
79. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu başlık altında ileri sürdüğü
iddiaların temel olarak yaşam hakkı ile ilgili olduğu değerlendirilerek incelemenin
bu kapsamda yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
80. Anayasa’nın “Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17.
maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
81. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
i. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
82. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
ii. Esas Yönünden
(1) Genel
İlkeler
83. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif
bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını
gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin
eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır
(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,
B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
84. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini” düzenleyeceği, bu görevini kamu ve özel
kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek
yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker
Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
85. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere göre
devletin öncelikle, yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak
için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir.
86. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B.
No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
87. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, yaşam hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını,
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal
olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
88. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu
durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının
açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail
Artuç, § 37).
89. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri
tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların
uygulamada da etkili olmasıgerekir. Bir başvuru
yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi
veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir
giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
90. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri
sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın
17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile
ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti
altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin
Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
91. Somut olayda başvurucu, oğlu U.B.nin
SSPE hastalığına yakalanarak yaşamını yitirmesi üzerine idare aleyhine açtığı
tam yargı davasının reddedilmesinden sonra yaşam hakkının ihlal edildiği
iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, SSPE hastalığına kızamık
aşısının neden olduğu yönünde bir iddia ileri sürmemiştir. Başvurucu gerek
derece mahkemelerine sunduğu dilekçelerde gerekse bireysel başvuru formunda oğluna
birinci doz kızamık aşısını yaptırdığı hâlde bu aşının yeterli dozda ve uygun
koşullarda yapılmaması nedeniyle önleyici etki gösteremediğini ileri sürmüştür.
Başvurucu ayrıca kızamık aşısı uygulamasının sıkı denetim ve takip
gerektirdiğini ancak Sağlık Bakanlığının bunu başaramadığını iddia etmiştir.
92. Bu durumda öncelikle başvurucunun oğlu U.B.ye idare
tarafından kızamık aşısı yapılıp yapılmadığının açıklığa kavuşturulması
gerekir. Zira aşının uygun koşullarda yapılmadığı iddiası, U.B.ye aşı yapılıp
yapılmadığı hususu ile doğrudan bağlantılıdır.
93. Başvurucu bireysel başvuru formunda oğluna birinci doz
kızamık aşısını yaptırdığını -bağlı oldukları sağlık ocağında- belirtmiştir.
Keza başvurucu, oğluna birinci doz kızamık aşısı yaptırdığı iddiasını derece
mahkemeleri önünde de dile getirmiştir. Başvurucunun bu iddiası ile ilgili
olarak derece mahkemeleri ise idare tarafından savunma ekinde sunulan
belgelerde başvurucunun oğlu U.B.ye aşı yapıldığına dair herhangi bir kayda
rastlanmadığının belirtilmiş olmasını ve U.B.ye aşı yapıldığını gösteren
herhangi bir bilgi ve belgenin başvurucu tarafından dava dosyasına sunulmamış
olmasını dikkate alarak sağlık ocağı ekiplerince U.B.ye kızamık aşısı
yapılmadığı sonucuna ulaşmıştır.
94. Bu durumda sağlık ocağı personelinin koruyucu sağlık
hizmetlerini yürüttüğü sırada tutmakla yükümlü olduğu kayıtlara ilişkin iç
hukukta ne gibi düzenlemeler olduğunun açıklanması ve derece mahkemelerince
verilen kararların bu kapsamda değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
95. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ikinci fıkrasında; sağlık
ocakları ve evlerinin her türlü koruyucu hekimlik hizmetlerini, hastaların
muayene ve tedavisi ile sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini
tutmakla mükellef olduğu belirtilmiştir (bkz. § 37). Keza Genişletilmiş
Bağışıklama Programı Genelgesi'nin "Aşı Uygulamalarında Genel Prensipler"
başlıklı kısmında aşı uygulamalarının ilgili tüm formlara zamanında, tam ve
doğru olarak kaydedilmesinin sağlanması gerektiği ifade edilmiştir (bkz. § 57).
96. Başvurucular, yukarıda açıklanan aşı kayıt sisteminin
yetersiz olduğu yahut bu sistemin uygulamada etkili bir şekilde işlemediği
yönünde bir iddia ileri sürmemişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde söz konusu
sistemin uygulamada etkili bir şekilde işlemediğine işaret eden herhangi bir
veri de tespit edilememiştir.
97. Derece mahkemelerinin olaylara ilişkin tespitleri Anayasa
Mahkemesi açısından bağlayıcı olmamakla birlikte Anayasa Mahkemesinin derece
mahkemelerinin tespitlerinden farklı bir tespitte bulunabilmesi için bu hususta
ikna edici unsurların mevcut olması gerekmektedir. Derece mahkemeleri, dava
dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak U.B.ye ilk doz kızamık
aşısının yapılmadığı sonucuna ulaşmıştır. Derece mahkemeleri bu sonuca
ulaşırken, U.B.ye aşı yapıldığına dair herhangi bir kayda rastlanmadığını
belirten Bağlar (2) No.lu Sağlık Ocağı ile Muradiye Sağlık Ocağının yazılarına
ve başvurucunun U.B.ye aşı yapıldığını gösteren herhangi bir bilgi ve belgeyi
dava dosyasına sunmamış olmasına dayanmıştır. Başvuru formu ve ekleri bir bütün
olarak ele alındığında derece mahkemeleri kararlarının dava dosyasında bulunan
delillerle açıkça çelişecek biçimde verildiğinden söz edilemeyeceği
değerlendirilmiştir. Bu durumda somut olayda derece mahkemelerinin U.B.ye ilk
doz kızamık aşısının yapılmadığı yönündeki tespitinden ayrılmayı gerektirecek
ikna edici bir nedenin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Keza başvuru formu ve
eklerinde, U.B.ye ilkokul birinci sınıfta yapılması planlanan ikinci doz
kızamık aşısının yapıldığı yönünde bir bilgi ve belge de bulunmadığı
görülmüştür.
98. U.B.ye kızamık aşısı yapıldığının kanıtlanamadığı dikkate
alındığında kızamık aşılarının uygun koşullarda yapılıp yapılmadığının ve aşı
uygulamasında soğuk zincir sistemine uyulup uyulmadığının ayrıca incelenmesinin
gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.
99. Başvuru konusu olayda, kızamık aşısı uygulamasının sıkı
denetim ve takip gerektirdiği ancak Sağlık Bakanlığının bunu başaramadığı
yönündeki iddiaların ayrıca incelenmesi gerekir.
100. Koruyucu sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde
organize edilmesi ve bireylere sunulması konusunda devletin belli ölçüde
pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu açıktır. Devletin öncelikle bulaşıcı bir
hastalığın görülmesi hâlinde bu durumu tespit etmeye elverişli bir sistem
kurması ve bu vakanın bir salgına dönüşmemesi için gerekli olan önlemleri
alması gerekir.
101. Hastalığın ihbarı ve bildirimi sisteminde gerek kamusal
makamların gerekse anne ve babanın oldukça hassas davranması gerekir. Anne ve
babaların bulaşıcı bir hastalığa yakalanan yahut yakalandığından
şüphelendikleri çocuklarını derhâl sağlık kuruluşlarına ulaştırması, sağlık
kuruluşlarındaki görevlilerin de söz konu vakayı değerlendirerek gerekli
önlemleri alması gerekir.
102. Gerekli önlemlerin alınması noktasında devletin yüksek
aşılama oranlarına ulaşarak toplumun bağışıklığını güçlendirmesi önemlidir.
Devletin normal dönemlerde yüksek aşılama oranlarına ulaşması ve toplumun
bağışıklığını güçlendirmesi yönünde pozitif yükümlülükleri bulunmakla birlikte
bu pozitif yükümlülüklerin kapsamının bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın
görülmesi ve/veya bu durumun bir salgına işaret etmesi hâlinde daha geniş
olacağı da muhakkaktır.
103. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele kapsamında önemli hükümler
içeren 1593 sayılı Kanun yürürlüktedir. Bu Kanun'un 88. maddesinde çiçek aşısı
mecburi bir aşı olarak öngörülmüştür. Bunun yanı sıra 1593 sayılı Kanun’un 57.
maddesinde kızamık hastalığı da dahil olmak üzere belirli hastalık türleri
sayılmış, 72. maddesinde ise 57. maddede zikredilen hastalıklardan birinin
ortaya çıkması veya ortaya çıkmasından şüphe edilmesi durumunda bir kısım
tedbirlere başvurulacağı belirtilmiş ve söz konusu tedbirler arasında hastalara
veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı uygulanması şeklindeki tedbire
de yer verilmiştir (bkz. §§ 25-32). Başvuruya konu olayların meydana geldiği
dönemde yürürlükte bulunan Genelge'de ise bebeklik
dönemini de kapsayacak şekilde belirli yaş grupları için çeşitli periyotlar
dâhilinde bazı aşıların uygulanmasına ilişkin esas ve usuller düzenlenmiştir (Halime Sare Aysal [GK],
B. No: 2013/1789, 11/11/2015, §§ 71, 72).
104. Bu aşamada SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonu raporundaki
verilere değinmek yerinde olacaktır. Başvurucu, bireysel başvuru formunda
anılan rapora yönelik herhangi bir iddia ve itiraz ileri sürmemiştir. Başvuru
formu ve eklerinde, çeşitli üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce
hazırlanan söz konusu raporun objektifliğinin ve/veya yeterliğinin
sorgulanmasına neden olabilecek herhangi bir husus da tespit edilememiştir.Dolayısıyla devletin
aşılama konusundaki pozitif yükümlülüklerinin kapsamı değerlendirilirken bu
rapordaki verilerden yararlanılmasında herhangi bir sakınca olmadığı kanaatine
varılmıştır.
105. Derece mahkemelerince hükme esas alınan SSPE Bilimsel
İnceleme Komisyonu raporunda, kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı
komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin
aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
Raporda, Türkiye'de 1970 yılında başlatılan rutin kızamık aşı uygulamasının
Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970
yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü, aşılanma oranının 1987
yılından bu yana giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında
%60,7'ye, 1991-1994 yılları arasında %73,7'ye ulaştığı belirtilmiştir. Raporda,
başvurucunun oğlunun dünyaya geldiği 1995 yılının da aralarında bulunduğu
1995-1998 döneminde %76 aşılama oranına ulaşıldığı ifade edilmiştir. Raporda
ayrıca 2003-2005 yılları arasında gerçekleştirilen kızamık aşı günleri
kapsamında 15 yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapıldığı belirtilmiştir.
106. Söz konusu veriler dikkate alındığında başvurucunun oğlu U.D.nin dünyaya geldiği dönemde kızamık hastalığının
eliminasyonu tam olarak gerçekleştirilememiş ise de kızamık hastalığının
eliminasyonu için sürekli olarak artan aşılama oranlarına ulaşıldığı ve bu
kapsamda rutin aşılamaların yanı sıra çeşitli aşı kampanyaları yürütüldüğü
görülmektedir. İhtiyaçların öncelik sıralamasının belirlenmesinde ve kamusal
kaynakların hangi sağlık hizmetine ne kadar tahsis edileceği hususunda idari
makamların daha elverişli konumda oldukları dikkate alındığında somut olayda
anılan dönemde kızamık hastalığının tamamen yok edilememiş olmasında yetkili
makamlara bir sorumluluk atfedilemeyeceği değerlendirilmiştir. Başvuru formu ve
eklerinde, başvurucunun yaşadığı bölgede başvuruya konu olayın meydana geldiği
dönemde rutin aşılamaların yanı sıra ek bazı önlemlerin alınmasını
gerektirebilecek bir durumun olduğuna ve bu hususta o dönemde yetkili olan kamu
makamlarına bildirimde bulunulduğuna ilişkin bir kayıt da mevcut değildir.
Başvurucu da olayların meydana geldiği dönemde -U.D.
henüz kızamık hastalığına yakalanmamış iken- yakın çevrelerinde kızamık
hastalığı görülmesi üzerine yetkili kamu makamlarına durumu bildirdiğini yahut
kamu makamlarının durumu bildiğini ancak kamu makamlarının gerekli tedbirleri
almadığını ileri sürmemiştir. Esasında bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın
görülmediği ve/veya bir salgının ya da salgın tehlikesinin olmadığı normal
durumlarda derece mahkemelerinin kararlarında da belirtildiği üzere aşı takip
sorumluluğunun asıl olarak anne ve babalar üzerinde olduğu kabul edilmelidir.
107. Başvuru konusu olayda son olarak Türkiye'deki kızamık
aşılarının 1998 yılına kadar çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna
değinmek gerekir. Derece mahkemelerince hükme esas alınan bilirkişi raporuna
göre Dünya Sağlık Örgütü 1970 yılı sonlarında kızamık aşısını bebeklik çağında
yapılması gereken aşılar arasına almış, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları
arasında dokuzuncu ayda tek doz olarak önermiş, 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda yüksek
oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Rapordaki
bilgilere göre, Dünya Sağlık Örgütü 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek doz
önerisini devam ettirmiş ancak 2000 yılında dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık
aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş ve 2003
yılında da bu önerisini tekrar etmiştir. Başvuru formu ve eklerindeki bu bilgi
ve belgeler dikkate alındığında Türkiye'de belli bir dönem tek doz olarak
uygulanan kızamık aşısının anılan dönemdeki uluslararası standartlarla uyumlu
olduğu, o dönemdeki uluslararası standartlara uygun olarak hareket eden kamu
makamlarının sonradan ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutulamayacağı
değerlendirilmiştir.
108. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda
devletin koruyucu sağlık hizmetleri kapsamındaki yükümlülüklerini yerine
getiremediğini söylemek mümkün değildir. Ayrıca dava reddedilmiş bile olsa
başvurucunun etkili bir yargısal korumadan yararlanamadığı da söylenemez.
109. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu olayda yaşam hakkının
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
2. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
110. Başvurucu, oğlunun ölümü üzerine açtığı tam yargı davasının
makul sürede tamamlanmadığını ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
111. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini
tartışmıştır.
112. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı
sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel,
§§ 35, 36).
113. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
114. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Murat Buttanrı'ya vekâleten Av.
Evin Bartan Turhan tarafından yapılan başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanılması
nedeniyle REDDİNE,
B. 1. Başvurucu Suna Buttanrı yönünden
yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Başvurucu Suna Buttanrı yönünden
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
E. 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 83. maddesi uyarınca 2.000 TL disiplin para
cezasının Avukat Evin Bartan Turhan'dan TAHSİLİNE,
F. Kararın bir örneğinin Diyarbakır Barosu Başkanlığına
GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
30/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.