TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
E-BA İNŞAAT TAAHHÜT TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2015/13921)
Karar Tarihi: 27/6/2018
Başkan
:
Engin YILDIRIM
Üyeler
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör
Gülbin AYNUR
Başvurucu
E-BA İnşaat Taahhüt Ticaret Limitet Şirketi
Temsilcisi
Ercüment BADOĞLU
Vekili
Av. Recep ÇERÇİ
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, vergi tarhiyatı ve cezalarının iptali istemiyle açılan davaların süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvurular 18/8/2015 ve 14/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyon tarafından 2015/13920 ve 2015/19052 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/13921 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2015/13921 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
9. Başvurucu, inşaat işi ile iştigal eden bir limited şirkettir.
10. Vergi Dairesi (idare) başvurucu Şirket hakkında muhtelif vergilendirme dönemlerine ilişkin olarak vergi ve ceza tarhiyatı yapmıştır. Söz konusu tarhiyatlar 23/7/2007 ve 1/8/2007 tarihlerinde başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir.
11. Başvurucu Şirket tarhiyatın kaldırılması istemiyle 12/9/2007 tarihinde Ankara 5. Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) üç ayrı dava açmıştır.
12. Vergi Mahkemesi söz konusu dava dosyalarında 27/2/2008 tarihinde verdiği kararlarla davaları kabul etmiş ve dava konusu tarhiyatı kaldırmıştır.
13. Söz konusu kararlar davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Dördüncü Dairesi tarafından 29/3/2010 tarihinde oyçokluğuyla verilen kararlarla bozulmuştur. Bozma kararlarının gerekçesinde, öncelikle bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinin her yıl Ağustos'un 1'inden Eylül'ün 5'ine kadar çalışmaya ara verecekleri yönündeki kanun hükmüne yer verilmiş; dava konusu işlemlerin 23/7/2007 ve 1/8/2007 tarihlerinde başvurucu Şirkete tebliğ edildiği, dolayısıyla otuz günlük dava açma süresinin çalışmaya ara verme zamanına (adli tatil) rastladığı hatırlatılmıştır. Adli tatilin son gününün 4 Eylül olduğu, dava açma süresinin bu tarihi izleyen günden (5 Eylül) itibaren yedi gün uzayacağı, buna göre dava açma süresinin son gününün 11/9/2007 tarihi (11 Eylül) olduğu ifade edilen bozma kararında, 12/9/2007 tarihinde kayda giren dilekçe ile açılan davaların süre yönünden reddi gerekirken uyuşmazlığın esası incelenerek verilen kararlarda hukuki isabet bulunmadığı belirtilmiştir.
14. Karşıoy görüşünde ise adli tatilin her yıl 1 Ağustos ile 5 Eylül mesai bitimi arasındaki dönem olduğu, dava açma süresinin son gününün bu döneme rastlaması hâlinde 12 Eylül günü mesai bitimine kadar sürenin uzayacağı belirtilmiştir. Buna göre 12/9/2007 tarihinde açılan davaların süresinde olduğu, ilk derece mahkemesince işin esasına girilerek karar verilmiş olmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.
15. Başvurucu Şirketin karar düzeltme istemi aynı Daire tarafından reddedilmiştir.
16. Vergi Mahkemesi bozma kararlarına uymamış, davanın kabulü yönündeki 27/2/2008 tarihli kararlarında ısrar etmiştir. Israr kararlarının gerekçesinde, adli tatile ilişkin kanun hükmünün düzenlenme şekli ve adli yıl açılışı ile ilgili Yargıtay ve Danıştay uygulamaları birlikte değerlendirildiğinde adli tatil süresinin son gününün 5 Eylül günü mesai bitimi olduğu, son günü adli tatile rastlayan dava açma süresinin 12 Eylül günü mesai bitimine kadar uzayacağı dikkate alındığında incelenen davaların süresinde olduğu belirtilmiştir.
17. Israr kararları davalı idare tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu (VDDK) Dairenin bozma kararlarındaki aynı gerekçeyle ısrar kararlarını bozmuştur. Başvurucu Şirketin karar düzeltme istemi de VDDK tarafından reddedilmiştir.
18. Vergi Mahkemesi VDKK'nın bozma kararı gereğince söz konusu dava dosyalarında 23/10/2014 ve 26/1/2015 tarihlerinde verdiği kararlarla davaları süre aşımı nedeniyle reddetmiştir.
19. Başvurucu Şirket, Vergi Mahkemesinin davanın süre aşımı yönünden reddine dair kararlarına karşı temyiz ve karar düzeltme yollarına müracaat etmiş ancak söz konusu istemleri VDDK tarafından reddedilmiştir.
20. Nihai kararlar 29/7/2015 ve 19/11/2015 tarihlerinde başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir.
21. Başvurucu Şirket 18/8/2015 ve 14/12/2015 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Kanun
22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Sürelerle ilgili genel esaslar" kenar başlıklı 8. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır."
23. 2577 sayılı Kanun'un "Çalışmaya ara verme" kenar başlıklı 61. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin bireysel başvuruya dayanak davaların açıldığı tarihte yürürlükte olan şekli şöyledir:
"(Değişik birinci cümle: 14/7/2004-5219/11 md.) Bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl ağustosun birinden eylülün beşine kadar çalışmaya ara verirler."
24. Söz konusu cümlenin 2577 sayılı Kanun'un yürürlüğe ilk girdiği 20/1/1982 tarihindeki şekli şöyledir:
"Bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri her yıl Temmuz ayının yirmisinden Eylül ayının altısına kadar çalışmaya ara verirler."
25. Belirtilen cümlenin yürürlükte olan şekli şöyledir:
"(Yeniden düzenlenen birinci cümle: 27/6/2013-6494/18 md.) Bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuz bir ağustosa kadar çalışmaya ara verirler."
2. Danıştay İçtihadı
26. Danıştay Dördüncü Dairesinin 15/10/2008 tarihli ve E.2008/1080, K.2008/3641 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"[2577 sayılı Kanun'un] 61. maddesinde de; bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinin her yıl Ağustos'un birinden Eylül'ün beşine kadar çalışmaya ara verecekleri belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler uyarınca idari yargı yerleri her yıl Ağustos ayının birinci gününden Eylül ayının beşinci günü mesai saati bitimine kadar çalışmaya ara vermektedirler. Bu nedenle sürenin son gününün anılan tarihler arasına rastlaması hâlinde 12 Eylül günü mesai bitimine kadar sürenin uzadığı kabul edilmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, dava konusu işlemin davacıya 23.7.2007 tarihinde tebliği üzerine davanın 12.9.2007 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, sürenin son gününün çalışmaya ara verme zamanına rastlaması nedeniyle, 12.9.2007 tarihi mesai bitimine kadar dava açılması mümkün olup dava bu tarihte açıldığından [davanın süre aşımı nedeniyle reddine dair] vergi mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır."
27. Danıştay Dördüncü Dairesinin 22/6/2010 tarihli ve E.2009/8980, K.2010/3763 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"[2577 sayılı Kanun'un 61. maddesinde] ara vermenin son günü Eylül'ün dördü olarak belirlenmiştir.
Dava dosyasındaki tebliğ alındısının ve tebliğ tarihlerine ilişkin kayıtların incelenmesinden, Dairemiz kararının davacı vekilinin bizzat kendisine, 20.8.2009 tarihinde tebliğ edildiği, 15 günlük karar düzeltme süresinin bitiminin çalışmaya ara verme süresi içinde kaldığı Eylül ayının 4 ünü izleyen tarihten itibaren ve karar düzeltme süresinin 11.9.2009 gününe kadar uzamasına rağmen davacının bu süreyi geçirdikten sonra 14.9.2009 tarihinde karar düzeltme isteminde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda, tebliğ tarihini izleyen onbeş günlük yasal süre geçirildiğindensüre aşımı nedeniyle karar düzeltme isteminin incelenmesi mümkün değildir."
28. Danıştay Altıncı Dairesinin 3/3/2009 tarihli ve E.2007/3391, K.2009/2028 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Yukarıda anılan Yasa maddesinin değerlendirilmesinden "Eylül'ün beşine kadar" ibaresinden, Eylül'ün beşinin de ara verme zamanına dâhil olarak, dolayısıyla dava açma süresinin son gününün Eylül'ün beşine rastlaması hâlinde, dava açma süresinin altı Eylül'den itibaren yedi gün uzamış sayılacağının kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, 1/1000 ölçekli imar planının 8.4.2005-8.5.2005 tarihleri arasında askıya çıkarıldığı, davacının askı süresi içinde 13.4.2005 tarihinde yaptığı itirazın askı tarihinin son gününden itibaren 60 gün içinde cevaplandırılmayarak istemin zımnen reddi üzerine 60 günlük dava açma süresinin son günü çalışmaya ara verme zamanına (beş Eylül) rastlaması nedeniyle dava açma süresi 12.9.2005 tarihine kadar uzayacağından 8.9.2005 tarihinde açılan davada süreaşımı bulunmadığı açıktır.
Bu itibarla uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerekeceğinden, davanın süreaşımı yönünden reddine ilişkin mahkeme kararında isabet görülmemiştir."
29. Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 14/6/2012 tarihli ve E.2010/2825, K.2012/4080 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...çalışmaya ara vermenin "...Eylül'ün beşine kadar..." süreceği ifade edilerek, Eylül'ün beşi çalışmaya ara vermenin sona erdiği gün olarak gösterilmiştir. Dolayısıyla Danıştay dairelerinin Eylül'ün altısında çalışmaya başlayacakları hususunda duraksama bulunmamaktadır. Nitekim sözü edilen düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana uygulamanın da bu doğrultuda olduğu bilinen gerçektir.
Diğer taraftan, Türk yargı sisteminin bir kolu olan idari yargı kanadında çalışmaya ara vermenin Eylül ayının 5.günü,diğer kanadı olan adli yargı yerlerinde ise yıllardır uygulanan ve tartışmasız olan Eylül'ün 6. günü biteceği şeklindeki bir yorum, yargılama usulünde bir karmaşaya da yol açacaktır.
Bu durumda 12 Eylül tarihinde açılan dava süresinde olduğundan, davanın esasının incelenmesi gerekirken süre aşımı yönünden reddinde isabet görülmemiştir."
30. VDDK'nın 5/3/2014 tarihli ve E.2013/111, K.2014/147 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"... Davayı inceleyen Antalya 1.Vergi Mahkemesi, 8.10.2009 günlü ... kararıyla; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7 ve 8'inci maddeleri ile 14'üncü maddesinin 3. fıkrasının (e) bendi, 15'inci maddesinin 1'inci fıkrasının (b) bendi ve 61'inci maddesine değinerek; dava konusu encümen kararının 21.7.2009 tarihinde tebliği üzerine 14.9.2009 tarihinde dava açıldığı, 2577 sayılı Kanunun sözü edilen hükümleri uyarınca, davanın, otuz günlük dava açma süresinin bitiminin çalışmaya ara verme zamanına rastlaması nedeniyle ara vermenin sona erdiği günü, yani Eylül ayının dördünü izleyen tarihten itibaren yedi gün içinde olmak üzere, en son 11.9.2009 (Cuma günü) tarihine kadar açılması gerekirken, bu sürenin bitiminden sonra 14.9.2009 tarihinde açılan davanın süreaşımı nedeniyle inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davayı süreaşımı nedeniyle reddetmiştir.
Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dokuzuncu Dairesi 14.6.2012 günlü ... kararıyla; ... her sene Ağustos ayının birinden Eylül'ün beşine kadar çalışmaya ara vermelerinin öngörüldüğü, bu kuralda çalışmaya ara verme süresinin, bu sürenin başladığı ve sona erdiği gün açıkça gösterilerek belirlendiği,... çalışmaya ara vermenin "...Eylül'ün beşine kadar..." süreceği ifade edilerek, Eylül'ün beşi çalışmaya ara vermenin sona erdiği gün olarak gösterildiği, dolayısıyla Danıştay dairelerinin Eylül'ün altısında çalışmaya başlayacakları hususunda duraksama bulunmadığı, sözü edilen düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten bu yana uygulamanın da bu doğrultuda olduğu, öte yandan, Türk yargı sisteminin bir kolu olan idari yargı kanadında çalışmaya ara vermenin Eylül ayının 5'inci günü, diğer kanadı olan adli yargı yerlerinde ise yıllardır uygulanan ve tartışmasız olan Eylül ayının 6'ncı günü biteceği şeklindeki bir yorumun, yargılama usulünde bir karmaşaya da yol açacağı, bu durumda 12 Eylül günü dava açma süresinin son günü olup bu tarihin Cumartesi gününe rastlaması nedeniyle 14 Eylül tarihinde açılan dava süresinde olduğundan, davanın esasının incelenmesi gerekirken süreaşımı yönünden reddinde isabet görülmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Antalya 1. Vergi Mahkemesi ... ilk kararında ısrar etmiştir.
...
Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan Antalya 1. Vergi Mahkemesinin... ısrar kararı, aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir."
3. Yargıtay İçtihadı
31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21/1/2009 tarihli ve E.2008/14-831, K.2009/3 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 175. maddesi "Her sene bilumum mahkemeler Ağustos'un birinden Eylül'ün beşine kadar tatil olunur."hükmünü taşımakta; 177. maddede ise "Bu kanunun tayin ettiği mühletlerin bitmesi tatil zamanına tesadüf ederse bu müddetler ayrıca bir karar vermeğe lüzum olmaksızın tatilin bittiği günden itibaren yedi gün evvel uzatılmış addolunur." hükmü bulunmaktadır.
(...)
Yukarıda belirtildiği üzere, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 175.maddesi uyarınca adli tatil, her yılın Eylül ayının beşinci günü sona erer. Dolayısıyla, yeni adli yıl, o yılın altı Eylül günü başlar (...)"
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
32. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kanunilik ilkesinin sağlanması bakımından müdahalenin iç hukukta yasal bir temelinin varlığının tek başına yeterli olmadığını, kanunun belli bir kaliteye de sahip olması gerektiğini vurgulamış; bu bağlamda kanunun hukuk devleti ilkesine uygun olmanın yanında keyfîliğe karşı güvenceler içermesi gerektiğine de işaret etmiştir(Vistins/Letonya [BD],B. No: 71243/01, 25/10/2012, § 96). AİHM'e göre bir kanun kuralının kanunilik kriterini taşıdığından söz edilebilmesi için yeterli düzeyde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olması gerekir. Öngörülebilirliğin derecesinin tespitinde söz konusu kanunun içeriği, düzenlediği alanın mahiyeti ve temas ettiği kişilerin sayısı ve statüsü büyük önem taşımaktadır. Öngörülebilirlik, özellikle kamu otoritelerinin keyfî müdahalelerine karşı koruma önlemleri getirilmiş olmasını gerektirmektedir. Öte yandan kanunun öngörülebilirlik ilkesinin önemiyle orantılı asgari usule ilişkin güvenceler içermesi gerekir (Vistins/Letonya, § 97).
34. AİHM, her hukuk sisteminde kanun hükümlerinin yargısal yoruma tabi tutulmasının kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. AİHM'e göre müphem hususların açıklığa kavuşturulması ve değişen koşullara uyum sağlanması her zaman için bir ihtiyaçtır. Kesinlik ziyadesiyle arzulanan bir husus olduğu hâlde bu, aşırı katı olma sonucunu doğurabilmekte ve kanunun değişen koşullara uyumuna engel teşkil edebilmektedir. Birçok kanun kaçınılmaz olarak -az veya çok- belli bir derecede muğlaklık içerir. Muğlaklık barındıran bu kanunların yorumlanması ve uygulanması ise bir pratik sorunudur. Bu çerçevede kanunların müphem yönlerini açıklığa kavuşturmak ve yorumda ortaya çıkan şüpheleri dağıtmak mahkemelerin görevidir (OAO Neftyanaya Kompaniya Yukos/Rusya, B. No: 14902/04, 20/9/2011, § 568). Bu yüzden kanunilik şartı, hukuk kurallarının yargısal makamlarca yorumlanmasını dışladığı biçiminde anlaşılamaz (OAO NeftyanayaKompaniya Yukos/Rusya, § 569).
35. AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının öncelikli olarak ulusal otoritelerin yetkisinde olduğuna dikkat çekmektedir. Bununla birlikte AİHM, iç hukukun yorumlanmasının ve uygulanmasının sonuçlarının Sözleşme ve AİHM içtihatlarıyla uyumlu olup olmadığını denetlemenin görevi olduğunu ifade etmektedir (Shchokin/Ukrayna, B. No: 23759/03, 37943/06, 14/10/2010, § 52).
36. Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kişilerin mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine itimadı azaltarak yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Ancak bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
37. Mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05...17293/05, 30/11/2010, § 28). Ancak aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde bu farklılaşmaya ilişkin olarak mahkemeler tarafından makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
38. Mahkemenin 27/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
39. Başvurucu Şirket, 5 Eylül gününün adli tatile dâhil olduğunu,adli yılın 6 Eylül'de başladığını, nitekim adli tatilden faydalanan yargı mensuplarının 6 Eylül itibarıyla görevlerinin başına döndüklerini belirtmektedir. 2577 sayılı Kanun'da 14/7/2004 tarihinde yapılan düzenlemenin yargı kolları arasında uygulama birliğinin sağlanması amacına matuf olduğunu ifade eden başvurucu Şirket, Yargıtayın yerleşik uygulamasının adli yılın 6 Eylül'de başlaması şeklinde olduğunu hatırlatarak Danıştayın adli tatil nedeniyle uzayan dava açma süresinin son gününün 12 Eylül olduğu yönünde çok sayıda kararı olduğuna dikkat çekmekte ve bu yöndeki yerleşik uygulamaya güvenerek 12 Eylül'de dava açtıklarını ifade etmektedir. Vergi tarhiyatı ve cezalarının kaldırılması istemiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle yüksek miktarda ödeme yapmak zorunda kaldıklarını belirten başvurucu Şirket mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
40. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu Şirket her ne kadar mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de şikâyetlerinin özü vergi tarhiyatı ve cezalarının kaldırılması istemiyle açılan davaların süre aşımından reddedilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasının incelenmemesidir. Bu itibarla belirtilen ihlal iddiası adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
43. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
44. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
45. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
46. Somut olayda davaların süre aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucu Şirketin mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalede bulunulduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
47. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
48. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
49. Somut başvuruda öncelikle müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik koşuluna uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
i. Genel İlkeler
50. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen13. maddesi ise "hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini" temel bir ilke olarak benimsemiştir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalelerde dikkate alınacak öncelikli ölçüt, müdahalenin kanuna dayalı olmasıdır. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ford Motor Company, B.No:2014/13518, 26/10/2017, § 49).
51. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).
52. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
53. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
54. Dava açma süresine ilişkin kanun hükümlerinin belirliliği ve öngörülebilirliği bireylerin hukuki güvenliğinin sağlanması bakımından önem arz etmektedir. Bu itibarla söz konusu ölçütler mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanunla yapılması zorunluluğunun alt ölçütleri olarak kabul edilebilir.
55. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013).
56. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı veya birden fazla yorumunun mümkün olduğu durumlarda bu yorumlardan hangisinin benimseneceği derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda derece mahkemelerince benimsenen yorumlardan birine üstünlük tanıması veya derece mahkemelerinin yerine geçerek hukuk kurallarını yorumlaması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin kanunilik ilkesi bağlamındaki görevi, hukuk kurallarının birden fazla yorumunun hukuki belirlilik ve öngörülebilirliği etkileyip etkilemediğini tespit etmektir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 81).
57. İlgili mevzuatın ilk defa yorumlanmasında yetki ve görev bakımından farklı durumda bulunan mahkemeler arasında farklılıklar oluşması doğaldır. Diğer bir deyişle değişik yargı kademelerinde görev alan hâkimlerin tamamının ilk defa uygulanan bir kuralı aynı şekilde yorumlamaları mümkün olmayabilir. Ancak böylesi bir durumda mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmalar önem taşımaktadır (İslam Şahin, B. No: 2014/7280, 21/1/2016, § 54; Uğur Çelik, B. No: 2015/20244, 15/6/2016, § 53). Yüksek mahkemelerin fonksiyonlarından biri de yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamanı gerektirdiği açıktır (Türkan Bal [GK], B. No: 2013/6932, 6/1/2015, § 56).
58.Bir kanun hükmüne ilişkin içtihadın henüz yerleşik hâle gelmediği bir aşamada o hükmün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi hukukun doğası gereğidir. Zira hukukta nesnelliğin sağlanabilmesi açısından hukuk kurallarının belli ölçüde soyut kavramlar içermesi kaçınılmazdır. Nesnel hukuk kurallarının maddi âlemde gerçekleşen olaylarla bire bir örtüşmesi ve bunlara uygulanması ise her zaman mümkün olmayabilmektedir. Öte yandan hukuk kurallarının kapsamının tespitinde kural koyucu ne kadar titiz davranırsa davransın kuralın yürürlüğe girmesinden ve uygulanmaya başlanmasından sonra öngörülemeyen bazı yeni durumların ortaya çıkması da mümkündür. Bu gibi hâllerde kuralın yetkili otoritelerce ve özellikle yargı organlarınca yorumlanması zorunlu hâle gelmektedir. Kuralı yorumlayan otoritelerin birden fazla olması, bazı hâllerde kuralın birden fazla yorumlanmasını önlenemez kılmaktadır. Dolayısıyla hukuk kurallarının bu niteliği dikkate alındığında bir kanun hükmünün yargı organlarınca farklı biçimlerde yorumlanabilmesi ve kurala ilişkin farklı içtihatların varlığı tek başına kuralın belirsiz ve öngörülemez olduğu yargısına ulaşmayı haklı kılmaz. Bununla birlikte birden fazla içtihadın varlığı hukuk kurallarının temel bir özelliği olan bireyin davranışını yönlendirebilme gücünü zayıflatacak bir boyuta ulaşmışsa kamu düzeninin bozulduğundan söz edilebilir. Bu durumda bireylerin davranışlarını hangi içtihada göre yönlendirecekleri belirsizleşeceğinden öngörülebilirlik ortadan kalkar (Mehmet Arif Madenci, § 84).
59. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkarır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca böyle bir algının toplumda yerleşmesi hâlinde bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir (Türkan Bal, § 64).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
60. Olayda başvurucu Şirket, uyuşmazlık konusu işlemlere karşı tebliğ tarihinden başlayan dava açma süresinin son gününün adli tatile rastlaması nedeniyle 12/9/2008 tarihinde kayda giren dilekçeler ile dava açmıştır. Derece mahkemesi adli tatilin son gününün 4 Eylül olduğu, sürenin adli tatilin sona erdiği 4 Eylül'ü izleyen günden itibaren yedi gün uzaması nedeniyle en geç 11 Eylül'de dava açılması gerektiği gerekçesiyle davaları süre aşımından reddetmiştir.
61. Yukarıda yer verilen Danıştay kararları değerlendirildiğinde başvurucu Şirketin bireysel başvuruya dayanak davaları açtığı tarih itibarıyla idari yargıda çalışmaya ara verme zamanın hangi tarihte sona erdiği hususunda bir uygulama belirsizliği bulunduğu görülmektedir (bkz. §§ 26-30). Söz konusu uygulama belirsizliğinin 2577 sayılı Kanun'un 61. maddesinin adli tatilin sona erdiği tarihi belirleyen "Eylül'ün beşine kadar" ibaresinden hangi tarihin anlaşılması gerektiğine ilişkin yorum farklılığından kaynaklandığı, bu yorum farklılığının ise kadar kelimesinin anlamlandırılmasına bağlı olarak ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda Danıştayın bazı dairelerinin adli tatilin 4 Eylül'de sona erdiği, buna göre son günün adli tatile denk gelmesi nedeniyle yedi gün uzayan dava açma süresinin son gününün 11 Eylül olduğu yaklaşımını benimserken bazı dairelerinin ise 5 Eylül'ün de adli tatile dâhil olduğu, buna göre uzayan dava açma süresinin son gününün 12 Eylül olduğu yaklaşımını kabul ettiği görülmektedir. Öte yandan 27/6/2013 tarihinde maddenin yeniden düzenlenen şeklinde (bkz. § 25) kanun koyucu tarafından adli tatil sonrasında çalışmaya başlama tarihi net bir şekilde ifade edilmek suretiyle kadar kelimesinden kaynaklanan tartışmalı duruma son verildiği not edilmelidir.
62. Anayasa Mahkemesi, anılan maddenin 27/6/2013 tarihinde yeniden düzenlenmeden önce yürürlükte olan ve somut davalara uygulanan şeklinin yorumlanmasıyla ilgili olarak yukarıda yer verilen görüşlerden hangisinin daha isabetli olduğu hususunda bir değerlendirme yapmayacaktır. Esasen Anayasa Mahkemesinin böyle bir görevi bulunmadığı gibi bu yöndeki bir saptama Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki yetkisinin de dışındadır. Ancak Anayasa Mahkemesi bu yorum farklılığının hukuk sistemi üzerinde meydana getirdiği sonuçları ve etkileri görmezden gelemez. Anayasa Mahkemesi Danıştayın farklı dairelerinin aynı kanun hükmüne ilişkin farklı yorumlarının hukuk kuralının belirliliği ve öngörülebilirliğini etkileyip etkilemediğini inceler. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin bu yöndeki denetimi sırasında belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri bakımından değerlendirme yapması bu yorumlardan birini benimsediği veya bunlardan birine üstünlük tanıdığı biçiminde anlaşılmamalıdır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ford Motor Company, § 66).
63. Bu noktada 61. maddenin 1982 yılından itibaren yürürlükte olan ilk şeklinde de (bkz. § 24) adli tatil tarihleri farklı belirlenmiş olsa da kadar kelimesi bağlamında aynı nitelikte bir düzenleme bulunduğu hatırlanmalıdır. Bu itibarla anılan Kanun hükmünün yeni uygulanmaya başlanan bir düzenleme içerdiği söylenemez. Anılan maddenin bireysel başvurunun temelindeki davaların açıldığı tarih itibarıyla yaklaşık yirmi beş yıllık bir uygulamasının olduğu görülmektedir. Belirtilen süre, söz konusu ibarenin yorumuna ilişkin içtihadın yerleşmesi ve yeknesaklık kazanması bakımından yeterli uzunluktadır. Bu süre zarfında kanunun yorumunda yeknesaklığın sağlanamamış olması, dairelerin görev sahasına bağlı olarak farklı kararların verilmesi sonucunu doğurmaktadır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ford Motor Company, § 68).
64. Aynı Kanun hükmüne ilişkin iki farklı yorumun başvuruya dayanak davaların açıldığı tarih itibarıyla mevcut olması ve bu yorumlardan birine geçerlilik sağlayacak şekilde içtihadın birleştirilememiş olması hukuk kurallarının muhataplarının davranışlarına yön verme kapasitesini ve dolayısıyla öngörülebilirliğini zayıflatmaktadır. Bitimi adli tatil dönemine rastlayan dava açma süresinin uzayacağı son tarihin ne olduğu hususunda bir kesinliğin bulunmaması, hangi tarih esas alınarak davaların açılacağı noktasında belirsizliklerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu durum hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşeceği gibi bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına olan güvenini de sarsmaktadır.
65. Buna göre anılan Kanun hükmünün yorumundan hareketle dava açma süresinin uygulanmasına ilişkin farklı içtihatların bulunması ve Kanun'un yürürlüğe girmesinin üzerinden uzun süre geçmesine rağmen ilgili hükmün yorumunda yeknesaklığın sağlanamaması nedeniyle hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri zedelenmiştir. Bu durumda mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin belirlilik ve öngörülebilirlik kriterlerini taşıyan bir kanuna dayanmadığı sonucuna ulaşılmıştır (aynı yöndeki karar için bkz. Muharrem Kılıç, B. No: 2012/1071, 11/3/2015, §§ 33-35).
66. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Şirketin Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
67. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
68. Başvurucu Şirket, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
69. Başvuruda, adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
70. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
71. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 680,70 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.660,70 TL yargılama giderinin başvurucu Şirkete ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 5. Vergi Mahkemesine (E.2014/1882, K.2014/1482; E.2014/1884, K.2014/1481; E.2014/1314, K.2015/78) GÖNDERİLMESİNE,
D. 680,70 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.660,70 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.