TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MELİK YAYAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/14743)
|
|
Karar Tarihi: 3/12/2020
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Volkan ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Melik YAYAN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle
kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 1/9/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle
olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde şube
müdürü olarak görev yapmakta iken yurt dışı teşkilatta görevlendirilmek için
açılan sınava katılmış ve yazılı aşamasında başarılı olmuştur. Mülakat
aşamasında 55 puanla değerlendirilen başvurucu başarısız sayılmıştır.
9. Başvurucu mülakat aşamasında başarısız sayılmasına
ilişkin işleme karşı Ankara 6. İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açmıştır.
Ankara 6. İdare Mahkemesi 29/4/2005 tarihli kararı ile mülakat sınavının
objektif kriterlere uygun yapıldığının ortaya konulamadığı gerekçesine yer
vererek başarısız sayılma işlemini iptal etmiştir. İptal kararı kanun yolu
incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.
10. İptal kararı gereği yerine getirilerek yeniden
yapılan mülakat sınavında 72 puan alarak başarılı olan başvurucu 28/7/2006
tarihinde yurt dışı teşkilatta görevlendirmesinin yapılması için MEB'e
başvuruda bulunmuştur. Başvuruda bulunurken Vaşington ve Londra eğitim
müşavirliği kadrolarına yönelik isteğini de dile getirmiştir.
11. 25/9/2006 tarihli ve 8459 sayılı müşterek kararname
ile başvurucu, Tiflis Büyükelçiliği eğitim müşavirliğine atanmıştır.
12. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden
yapılan inceleme sonucu, başvurucunun puanının yetmesine rağmen Londra ya da
Washington eğitim müşavirliği kadrosuna atanmayarak Tiflis eğitim müşavirliğine
atanmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 25/9/2006 tarihli müşterek
kararnamenin ve 24/2/2004 tarihli ve 25383 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
Millî Eğitim Bakanlığı Yurt Dışı Teşkilatına Sürekli Görevle Atanacak
Personelin Seçimine İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) 7. maddesi ile 14.
maddesinin iptali için Danıştay İkinci Dairesi nezdinde dava açtığı
anlaşılmıştır. Davanın 2006 yılı içinde açıldığı görülmektedir.
13. Danıştay İkinci Dairesi 18/12/2006 tarihli kararıyla
dilekçe ret kararı vermiştir. Gerekçede; Yönetmelik hükümlerinin mülakat
sınavının usulüne dair belirleme içerdiği, mülakatta başarılı olan başvurucunun
Tiflis'e atanma işlemi ile arasında maddi hukuki bağ bulunmadığı ve bu nedenle
atama işlemine karşı Ankara idare mahkemesi nezdinde, Yönetmelik için ise
Danıştay nezdinde iki ayrı dilekçe ile dava açılması gerektiği ifade
edilmiştir.
14. Başvurucu dilekçe ret kararı üzerine 25/5/2007
tarihinde Ankara 14. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde müşterek kararnamenin
iptali için dava açmıştır.
15. Mahkeme ilk etapta 9/8/2007 tarihli kararı ile davayı
süre aşımı yönünden reddetmiştir. Ret gerekçesinde müşterek kararnamenin
10/10/2006 tarihinde tebliğ edilmesinden itibaren süresi içinde dava açılmadığı
ifade edilmiştir.
16. Süre ret kararı Danıştay İkinci Dairesi tarafından
11/3/2008 tarihli kararla bozulmuştur. Bozma kararında, müşterek kararnamenin
tebliğinden itibaren süresi içinde ilk olarak Danıştay nezdinde dava açıldığı
ve Danıştay tarafından verilen dilekçe ret kararı üzerine dilekçenin
yenilenmesi suretiyle otuz günlük süre dâhilinde müşterek kararnamenin iptali
için davanın açıldığı belirtilmiştir.
17. Bu yargısal süreç devam ederken başvurucu, müşterek
kararname uyarınca Tiflis'e gitmiş ve üç yıllık süre boyunca eğitim müşavirliği
görevini ifa ederek 2009 yılında yurda dönmüştür.
18. Mahkeme, bozma kararı üzerine 16/7/2009 tarihinde
yeniden kayıt açarak işin esasına geçmiş ve 12/5/2010 tarihli kararıyla
müşterek kararnameyi iptal etmiştir.
19. İptal gerekçesinde öncelikle millî eğitim mevzuatı
uyarınca yeterlilik ve mülakat sınavlarında alınan puan dâhilinde yapılacak
başarı sıralamasına göre boş kadro imkânları mucibince eğitim müşavirliklerine
atama yapılacağı hatırlatılmıştır. Londra eğitim müşavirliğine atanan kişinin
82,5; Washington eğitim müşavirliğine atanan kişinin 73,6 ve başvurucunun 81
puana sahip olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda görevlendirilen diğer kişiler
ile başvurucunun puanı kıyaslanarak ve Londra ile Washington eğitim
müşavirliklerinin vekâleten yürütüldüğü de dikkate alınarak başvurucunun Tiflis
eğitim müşavirliğine atanmasında hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
20. İptal hükmü Danıştay İkinci Dairesinin 2/10/2014
tarihli kararı ile onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 2/7/2015
tarihli kararı ile reddedilmiştir.
21. UYAP üzerinden yapılan inceleme sonucu, başvurucunun
lehine verilen 12/5/2010 tarihli iptal kararının uygulanmadığını belirterek
şikâyet ettiği MEB bürokratlarına soruşturma izni verilmemesine dair 30/4/2012
tarihli işleme Danıştay nezdinde itiraz ettiği, Danıştay Birinci Dairesinin
1/10/2012 tarihli kararı ile itirazı reddettiği görülmektedir. Ret gerekçesinde
"şikayetçinin atama işleminin iptali istemiyle açtığı davanın Tiflis
Büyükelçiliği Eğitim Müşavirliği görevinin tamamlanmasından sonra Ankara 14.
İdare Mahkemesince 12.5.2010 tarih ve E:2009/825, K:2010/687 sayılı kararıyla
sonuçlandırıldığı ve bu kararla dava konusu işlemin iptal edildiği, ancak atama
işleminin iptaline hükmedilmeden önce şikayetçinin söz konusu
görevitamamladığı, dolayısıyla Mahkeme kararının uygulanmasının fiilen mümkün
olmadığı, ...bu nedenlerle ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında
soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı" ifade
edilmiştir.
22. Diğer taraftan başvurucu 22/10/2010 tarihinde de
Londra eğitim müşaviri olarak atanmak için MEB'e başvurmuş ancak talebinin
reddi üzerine bu işlemin iptali için Ankara 2. İdare Mahkemesi nezdinde dava
açmıştır.
23. Ankara 2. İdare Mahkemesi 13/3/2013 tarihli kararıyla
davayı reddetmiştir.
24. Ret gerekçesinde; başvurucunun Tiflis eğitim
müşavirliğine atanarak göreve başladığı üç yıllık yurt dışı görev süresini
tamamlayarak 2009 yılında yurda döndüğü, Londra eğitim müşavirliğine atanmak
için tekrar sınava girip başarılı olması gerektiği ifade edilerek atanma
talebinin reddinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Ret kararı Danıştay
incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.
25. Başvurucu müşterek kararnamenin iptal edildiği
yargılama sürecine ilişkin nihai hükmü 13/8/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin
ardından 1/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
26. Anayasa Mahkemesince başvurucunun uygulanmadığını
ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucu
hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında
MEB'den bilgi istenmiştir. MEB tarafından gönderilen 6/12/2018 tarihli yazı ve
eklerinde yukarıda aktarılan olay silsilesine yer verilmiş ve bu yapılırken
Ankara 2. İdare Mahkemesinin 13/3/2013 tarihli kararında belirtilen başvurucunun
yurt dışı eğitim müşavirliğine atanmak için tekrar sınava girip başarılı olması
gerektiği noktasına vurgu yapılmıştır. Nihai olarak başvurucu hakkında
konuya ilişkin olarak bir işlem tesis edilmediği bildirilmiştir.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili
mevzuat
27. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "Kararların sonuçları" kenar başlıklı 28.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"1. Danıştay, bölge idare
mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına
ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye
veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye
tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.
...
3. Danıştay, bölge idare mahkemeleri,
idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde
bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi
ve manevi tazminat davası açılabilir."
28. Yönetmelik'in müşterek kararnamenin tesis edildiği
tarihte yürürlükte bulunan hâlinin 7. maddesi ile 15. maddesinin ilk cümleleri
sırasıyla şöyledir:
"Bakanlığın yurt dışı teşkilatı
kadrolarına sürekli görevle atanacaklar hizmetin gerektirdiği meslekî bilgi ve
yeterliklerinin tespiti için yazılı veya sözlü olarak yapılacak Meslekî
Yeterlik Sınavına tâbi tutulurlar.
Sınavlar sonucunda başarılı olanlar, en
yüksek puan alandan başlanılarak atanmak istedikleri kadrolara boş kadro
imkânları ölçüsünde başarı sıralamasına göre atanırlar."
29. Yönetmelik'in gerek daha sonra yürürlüğe giren
gerekse mevcut hâlinde yukarıda yer alan hükümlere koşut düzenlemelere yer
verilmiştir.
2. Yargı Kararları
30. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun yargı
kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde
verilen ısrar kararının bozulmasına ilişkin 22/4/2014 tarihli ve E.2011/1088,
K.2014/1787 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Anayasada
ve Yasada yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki
koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin
uygulamaktan kaçınmasının, 'ağır hizmet kusuru' oluşturacağı açık
bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle
duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi
gerekmektedir.
İncelenen olayda; davacının 2006 yılı
sicil raporunun 'orta' olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı ile
iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine
karşılık gelecek not seviyesinde (71 notla yine orta olarak) düzenlenmiştir.
Ayrıca davacının hakkındaki soruşturma ve iddiaların sadece bununla ilgili
sicil hanelerinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği yönündeki
iptal kararının gerekçesi dikkate alınmamış ve yeniden düzenlenen 2006 yılı
sicil raporunda hakkındaki soruşturma ve iddialarla ilgili olmayan sicil
haneleri aynı şekilde olumsuz değerlendirilmiş ve bunun sonucunda davacının
2006 yılı sicili yine 71 notla orta olarak düzenlenmiştir.
Belirtilen durum karşısında, idarenin
mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle yargı kararının
uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda davacının manevi
olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla; olayda manevi tazminat
ödenmesini gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını
uygulamadığı saptanan davalı idarenin, olaydaki kusurunun niteliği ve
ağırlığının dikkate alınarak Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi
tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmektedir. "
31. Danıştay Üçüncü Dairesinin özelleştirme ihalesi ve
işletme hakkı verilmesi işlemlerinin yargı kararı ile iptal edilmesine rağmen
hukuki ve fiilî imkânsızlık gerekçe gösterilerek iptal kararının uygulanmaması
sonucu işçi akitlerinin feshedilmesinden kaynaklı olarak uğranılan zararın
tazmini için açılan davada verilen hükme yönelik 6/11/2006 tarihli ve
E.2006/2939, K.2006/4217 sayılı bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Yargı kararları gereğinin yerine
getirilmesi yukarıda yer verilen Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanunu
uyarınca zorunlu olmasına karşın, davalı idarenin, ... özelleştirilmesi
işlemlerinin iptal edilmesine ilişkin yargı kararlarının gereğini yerine
getirmediği, bu nedenle de işyerinde çalışan işçilerin iş akitlerinin
feshedildiği sonucuna ulaşıldığından...
Öte yandan, iptal kararlarının
gereklerinin hukuki veya fiili imkânsızlık nedeniyle yerine getirilmemiş
olması, ilgililerin bu nedenle ortaya çıkan zararlarının ödenmemesine engel
teşkil etmemekte, aksine hukuka aykırılığı yargı kararı ile tespit edilen bir
işlem nedeniyle uğranılan zararların, bu iptal kararının uygulanmaması
nedeniyle telafisi olanağı ortadan kalktığı için tazmin yükümlülüğü ortaya
çıkmaktadır.
İptal edilen işlem nedeniyle doğan
zarar, bu iptal kararının uygulanmaması nedeniyle telafi edilemediğine göre,
... doğan zararın muhtemel zarar olarak nitelendirilmesi mümkün değildir
..."
32. Danıştay Beşinci Dairesinin muvafakat verilmemesi
işleminin yargı kararı ile iptali üzerine açılan tam yargı davasında verilen hükme
yönelik 20/11/2009 tarihli ve E.2007/6374, K.2009/6756 sayılı kısmen bozma
kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacının O.S.E. Enstitüsü'nde
öğrenim görmesini sağlayacak kurumlar arası naklen atama işlemine muvafakat
verilmemesinin hukuka aykırı bulunarak iptal edilmesi ve bu yargı kararının
uygulanması aşamasında Enstitüye 2004 yılında öğrenci alınmadığı gerekçe
gösterilerek hukuki ve fiili imkansızlık nedeniyle davacının Enstitüde öğrenime
başlatılmaması karşısında, davalı idare tarafından 2001 yılında kurulan
muvafakat vermeme işleminin davacının O.S.E. Enstitüsü'ne kayıt yaptırmasına ve
böylece yüksek öğrenimle bilgi ve yeteneklerini artırarak kendisini geliştirip
mesleğinde ilerlemesine engel oluşturduğu açık olduğundan, davacının bu nedenle
duyduğu elem ve acının kısmen de olsa manevi tazminatla giderilmesi ve davalı
idarenin hizmet kusurunun ağırlık derecesine göre 10.000.-TL manevi tazminat
isteminin tamamının kabul edilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin
7.000.-liralık kısmının reddine karar verilmesinde hukuki isabet
görülmemiştir."
33. Danıştay Beşinci Dairesi 19/11/1996 tarihli ve
E.1994/4362, K.1996/3530 sayılı kararı ile "yurt dışı görevden yurt içi
asli göreve döndürülmeye ilişkin işlemin iptali için açılan davada verilen
iptal kararının hukuki ve fiili imkansızlık nedeniyle uygulanamadığı anlaşılsa
da, davalı idarenin, yargı kararı ile iptal edilen işlemiyle hizmet kusuru işlediği"
sonucuna ulaşılarak Ankara 4. İdare Mahkemesi tarafından verilen 16/11/1993
tarihli ve E.1991/636, K.1993/1418 sayılı tazminat hükmünü onamıştır.
B. Uluslararası
Hukuk
1. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi
34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes
davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai
alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan,
yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık
olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
35. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı
kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri
olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı
mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını
isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama
sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur.
Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan,
B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).
36. AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen
bir kararın icrası, 6. maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir
parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya
(No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai
yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde
6/1. maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olur. (Burdov/Rusya,
§ 37).
37. AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının
medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin
yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir.
Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak
suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı
zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan
kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde
korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması idari makamların kararı icra
etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan,
B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32).
38. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının
lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda
Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir
anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir
yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında davanın
tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, B. No:
59498/00, 7/5/2002, § 34).
39. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı
yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı
zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir
beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No:
40765/02, 28/2/2007, § 54).
40. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye (B. No:
6334/05, 23/10/2012, §§ 73-75) kararında 2577 sayılı Kanun'a göre açılabilecek
tazminat davalarının yargı kararının icra edilmemesi şikâyetleri bakımından
etkili bir iç hukuk yolu olup olmadığı tartışılmıştır. AİHM bir kararın uygulanma
biçiminin ilgilinin uğradığı maddi veya manevi zararın tazmin
edilmesi hususuyla karıştırılmaması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM tam yargı
davalarında bir yargı kararını uygulamamanın genellikle hizmet kusuru
olarak değerlendirildiği doğru olsa dahi bu durumun bundan dolayı ortaya çıkan
zararın tazminini sağlamak için yeterli olmadığını belirtmiştir.
41. AİHM 2577 sayılı Kanun'un özel hüküm (lex
specialis) niteliğindeki hükümleri kapsamında öngörülen hukuk yolunun
-mevcut davada olduğu gibi- yargı kararlarının uygulanmamasına dayandırılan
şikâyetler bakımından uygun tazminat yolu oluşturmadığını belirtmiştir. AİHM
aynı kararda, genel hüküm niteliğindeki tam yargı davası hükümlerinin idare
tarafından yargı kararlarının icra edilmemesi konusunda uygulanabileceği
varsayılsa dahi hem teorik hem de pratik olarak bu tarz bir davada etkinlik ve
erişebilirlik şartlarının oluştuğunun ispatlanamadığını vurgulamıştır. AİHM bu
bağlamda, Türk hukukuna göre yargı kararlarının aynen icrasının önünde aşılamaz
bir engelin varlığı saptanmışsa idarenin başvuranlara mevcut durumun
özelliklerine uygun olarak eski hâle getirmeye (restitutio in integrum)
denk düşecek en uygun alternatif çözümü teklif etme yükümlüğünün olduğunu
hatırlatmıştır. AİHM'e göre başvurucuların lehine herhangi bir sonuç doğuracağı
varsayılsa dahi tam yargı davasından elde edecekleri sonuç, iptal davalarında
elde ettiklerinden farklı olmayacaktır (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye,
§§ 95-98).
42. Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015,
§§ 48-50) kararına konu olayda ise bir bankaya elkonulması işleminin yargı
kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı
nedeniyle söz konusu yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM
başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün
olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı
veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir
yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama
yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Mahkemenin 3/12/2020 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
44. Başvurucu; Tiflis'e atanmasına dair kararnameyi iptal
eden yargı kararının kesinleştiğini ancak kesinleşmesine rağmen
uygulanmadığını, liyakatına, aldığı puana uygun, hak ettiği bir yerde
çalışmasına engel olunduğunu ve bu durumun anayasal haklarını ihlal ettiğini
ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
45. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
46. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"Yasama ve yürütme organları ile
idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme
kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez."
47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16). Bu çerçevede başvurucunun yukarıda yer verilen şikâyetlerinin özünün
kesinleşmiş yargı kararının uygulanmadığı hususuna ilişkin olduğu görüldüğünden
belirtilen ihlal iddiası niteliği gereği kararın icrası hakkı bağlamında
incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
48. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Erol Aksoy
([GK], B. No: 2016/11026, 12/12/2019) kararında; 2577 sayılı Kanun'un 28.
maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen tazminat yolunun idarenin mahkeme
kararlarını uygulama yönündeki anayasal yükümlülüklerini ortadan
kaldırmadığını, bu tazminat hükümlerinin kararın uygulanmamasının alternatif
bir yolu olarak kabul edilemeyeceğini ve idareyi kararı uygulamaktan
alıkoymaması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca idarenin hukuki veya fiilî
imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için elinden gelen her
gayreti gösterdiğini ve ilgiliye eski hâle getirme ilkesine göre en uygun
alternatif çözümü önererek yargı kararına uyma iradesini haiz olduğunu ortaya
koyması gerektiği belirtilmiştir. Bu doğrultuda kesinleşmiş bulunan yargı
kararlarının uygulanmadığı durumlarda kararın icrası hakkından şikâyet
edebilmek adına başvurucuların başka bir yolu tüketmeye, tazminat davası açmaya
zorlanamayacağı tespit edilmiştir (Erol Aksoy, §§ 47-58).
49. Somut başvuruda, kesinleşmiş bir iptal hükmünün icra
edilmediği yönünde ihlal iddiasında bulunulduğundan başvurucunun ayrıca başka
bir yolu tüketmesine gerek bulunmamaktadır. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı
ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmadığı anlaşılan kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel
İlkeler
50. Hukuk
güvenliği ve hukukun üstünlüğünün sağlanabilmesi için devletin her türlü işlem
ve eyleminin yargı denetimine açık olması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 125.
maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde “İdarenin her türlü eylem ve
işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” denilmek suretiyle bu husus anayasal
güvenceye kavuşturulmuştur. Ancak hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün
sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık
tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların
gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Yapılan yargısal denetim neticesinde bir
işlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki
kararın uygulanmaması, devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık
tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü
sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil bunların tüm sonuçlarıyla
ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir (AYM, E.2012/73, K.2013/107, 3/10/2013).
51. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasına göre
yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu
hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine
getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir
istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca
zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla
kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün
olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini
sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu
yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını
korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk
devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk
sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa
eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul
edilemez (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Arman Mazman, B. No: 2013/1752,
26/6/2014, § 61).
52. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun
doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı,
kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve
özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan
en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın yasama ve yürütme
organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme
kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade
eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde
gözetilmesi gerektiği açıktır (Arman Mazman, § 57).
53. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama
özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve
davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı
elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010). Bu
bağlamda mahkemeye erişim hakkı mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme
haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında
olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir
unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu
nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkemeye erişim hakkı kapsamında
değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar
vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde
uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan
birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler
bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi
hâllerinde mahkemeye erişim hakkı da anlamını yitirecektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).
54. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen
yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel
ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir
gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin
hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil
yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman
Mazman, § 65).
55. Kararın icrası hakkı; uyuşmazlığın mahiyeti, icra
edilecek kararın niteliği, yargılama sırasında veya sonrasında meydana gelen
maddi ve hukuki koşulların olası etkileri nedeniyle yargı kararının mutlak
anlamda aynen uygulanmasının sağlanması yönünde bir güvenceyi içermemektedir.
Bunun yanında bir iptal kararını icra etmenin fiilen veya hukuken imkânsız
olduğu olağanüstü koşullarda dahi idarenin uygulama yükümlülüğü ortadan
kalkmamaktadır. Aynen icranın hukuken veya fiilen imkânsız olduğu hâllerde
ifanın şeklinde değişikliğe gidilmesi mümkün görülmelidir. Aynen icranın önünde
engellerin mevcut olduğu durumlarda icra biçiminde değişikliğe gidilmesi mümkün
olsa da bunun ilgilinin yeniden yargıya başvurmasına gerek kalmayacak şekilde
yapılmasına ve alternatif tedbirin kişiye sağlayacağı tatminin aynen icraya
nazaran bariz bir nispetsizlik içinde olmamasına özen gösterilmelidir. İdare,
hukuki veya fiilî imkânsızlıklar olsa dahi her durumda kararı uygulamak için
elinden gelen her gayreti gösterdiğini ve kararı uygulama önündeki engellerin
aşılamaz olduğunu ispatlamak zorundadır. Bu gibi hâllerde idare, ilgiliye eski
hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek söz konusu
karara uyma iradesinde olduğunu açıkça ortaya koymalıdır (Erol Aksoy, §
53).
b. İlkelerin
Olaya Uygulanması
56. Başvurucu, Tiflis'e atanmasının ardından puanının
Londra ve Vaşington gibi şehirlerin müşavirliklerine atanmaya yettiği ve
Tiflis'e atanmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 2006 yılında iptal davası
açmıştır. Bu yargısal süreçte iptal kararı 12/5/2010 tarihinde verilmiştir.
İptal kararında başvurucunun puanı ile atanmak istediği şehirlerde
görevlendirilen kişilerin puanları karşılaştırılmış ve bu şehirlere atanan
kişilerin görevi vekâleten yürüttüğü hususlarına da dikkat çekilerek yüksek
puan ortalaması bulunan başvurucunun Tiflis'te görevlendirilmesinin hukuka
aykırı olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla iptal hükmü yetki ve şekil
unsurlarına ilişkin bir eksikliğe değil doğrudan esasa ilişkindir ve
başvurucunun puanının talep ettiği şehirlerde görevlendirilen kişilerin
puanları dikkate alındığında bu şehirlere atanmaya yettiğini ifade etmektedir.
İptal kararı 2/10/2014 tarihinde onanmış ve 2/7/2015 tarihinde de karar
düzeltme istemi reddedilerek kesinleşmiştir. Başvurucu, idareye başvurarak
iptal kararının uygulanmasını istemiş; talebi reddedilince dava açmış ancak bu
dava da reddedilmiştir. Somut başvuruya temel olan süreçte esasa ilişkin olarak
verilen, kesinleşmiş ve fakat uygulanmamış olan bir yargı kararının varlığı
hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
57. Anayasa'nın 11. maddesine göre Anayasa hükümleri;
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve
kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kamu makamlarının yargı kararlarına
uyma zorunluluğunun dayanağı ise Anayasa'nın emredici nitelikteki 138.
maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu bağlamda Anayasa'nın anılan hükümleri
uyarınca devletin yargı kararlarına uyulmasını sağlayacak tedbirleri sağlaması
ve gerekli mekanizmaları oluşturması zorunludur.
58. İdari yargı kolunda açılan davalar (idari
sözleşmelerden kaynaklanan bazı davalar hariç), idari fonksiyonun eylem ya da
işlem şeklinde tezahür etmesi üzerine idari fonksiyonu icra eden kamu makamına
karşı açılan iptal ve tam yargı davalarıdır. Dolayısıyla iptal ya da kabul
hükmünün muhatabı, organik olanı da kapsayacak şekilde fonksiyonel anlamda
idare makamları olmaktadır. Bununla birlikte idarenin yargı kararını icra
etmemesi/edememesi hâli salt kendi iradesinden kaynaklanmayabilir. Lehine karar
verilen kişinin ölmesi, mirasçısının bulunmaması, statüsünün değişmesi,
uyuşmazlık konusu hukuki durumun ortadan kalkması gibi örneklerin
çoğaltılabileceği hâllerde kamu gücünün herhangi bir dahli bulunmadan idarenin
iptal ya da kabul hükmünü uygulaması fiilen mümkün olmaktan çıkabilecektir. Bu
gibi hâllerde kararın icrası hakkına yönelik olarak kamu gücü tarafından
gerçekleştirilen bir ihlalin varlığından söz edilemeyebilir. Bunun yanında
idarenin yargı kararını icra etmemesi/edememesi hâli kamu gücünü kullanan
farklı mercilerin edimlerinden, müdahalelerinden de kaynaklanabilir. Bu
durumlarda doğrudan iptal ya da kabul kararının muhatabı olmasa dahi kamu
gücünü kullanan bir kamu makamının müdahalesinden/etkisinden söz etmek ve bu
etkiyi hakkın ihlal edilip edilmediği bağlamında değerlendirmek mümkündür.
59. Somut olayda iptal kararının uygulanmama sebebi,
gerek MEB'den alınan bilgiden gerek Londra'ya atanma talebini reddeden işleme
karşı açılan davada verilen karardan gerekse de Danıştay Birinci Dairesinin
1/10/2012 tarihli kararından anlaşıldığı üzere başvurucunun Tiflis'te yurt dışı
görevini ifa edip yurda dönmesi nedeniyle tekrar görevlendirilebilmek için
yeniden sınava girip başarılı olma koşulunu yerine getirmesi yönündeki
gerekliliktir. Zira iptal hükmü başvurucunun hâlihazırda (yargılama devam
ederken) zaten yerine getirmiş olduğu yurt dışı görevine, bu görev süresince
hangi ülkede/şehirde bulunacağına ilişkindir. Bu bağlamda idare makamları ve
yargı organları, yerine getirilmiş bir göreve dair iptal kararının
uygulanmasının fiilen mümkün olmadığını tespit etmişlerdir. Bu tespit ise
belirtildiği üzere 2006 yılında açılan davada, iptal kararı verilene değin
başvurucunun üç yıllık yurt dışı görev süresini tamamlayarak yurda dönmüş
olmasından ileri gelmektedir. Bu durum aynı zamanda işlemin sadece üç yıllık
bir süre için belirleme içermesinden ve bu süre sonunda yurt dışı görevin sona
erip işlemin etkilerini yitirecek olmasından, bir başka ifadeyle somut
uyuşmazlığın özelliğinden de ileri gelmektedir. Başvurucunun yeniden yurt dışı
göreve gidebilmesi adına da yukarıda anılan mevzuat gereği (bkz. § 28) yeniden
sınav sürecine dâhil olması gerektiği açıktır. Sonuç olarak yerine
getirilmiş ve her seferinde sınav şartı gerektiren belirli süreli yurt dışı
görevine dair bir işleme ilişkin olmasının da etkisiyle verildiği tarih
itibarıyla fiilen ve hukuken uygulanması mümkün olmayan bir iptal hükmünün söz
konusu olduğu idari ve yargısal makamlarca tespit edilmiş bulunmaktadır.
60. Anayasa Mahkemesi, yargılama süresinin makullüğüne
ilişkin ölçüt ve ilkeleri istikrar kazanmış içtihadı (Selahattin Akyıl,
B. No: 2012/1198, 7/11/2013), yineleyen çok sayıda kararı ile tespit etmiş
bulunmaktadır. Buna göre medeni hak ve yükümlülüklere yönelik, idari yargı
alanındaki karmaşık olmayan iki dereceli uyuşmazlıklar için kanun yolu(temyiz
ve karar düzeltme aşamaları) dâhil olmak üzere dört yılın üzerine çıkan
yargılama süreçleri makul sürede tamamlanmış olarak kabul edilmemektedir. Somut
başvuruya konu yargılama sürecinde uyuşmazlık, görevlendirme işleminden
doğmaktadır ve işlemin karmaşık bir uyuşmazlığa vücut vermediği görülmektedir.
Somut olayda başvurucunun ilk etapta düzenleyici işlemlerle birlikte atama
işlemini dava konusu ettiği ve düzenleyici işlemin atama işlemi ile maddi
hukuki bağı bulunmadığından dilekçe ret kararı verildiği görülmektedir. Bu
dilekçe ret kararı nedeniyle başvurucunun atama işlemine karşı doğru davayı
işlemin üzerinden yaklaşık 8 ay geçtikten sonra açtığı, davayı açarken de
yürütmenin durdurulması isteminde bulunduğu ancak davanın yürütmenin
durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeden süre aşımından reddedildiği
anlaşılmaktadır. Bütün olarak yargılama süreci kanun yolu dâhil toplam sekiz
yıldan fazla bir zaman diliminde tüketilmiştir. Salt derece mahkemesi süreci,
ilk etapta başvurucunun ilgisiz düzenleyici işlemleri dava konusu etmesi
ardından süre ret kararı verilmesi ve Danıştayın bozma kararı üzerine esasa
geçilmesi nedeniyle üç yıllık bir zaman dilimine yayılmıştır. Danıştayın süre
ret kararını bozması üzerine işin esasına geçilmesinin ardından idare
mahkemesince uyuşmazlığın bir yıldan kısa bir sürede sonuca bağlanarak
iptal kararı verildiği görülmektedir (bkz. §§ 12-20).
61. Başvurucunun ilk etapta davayı açarken dilekçesini
yanlış kurgulaması söz konusu ise de salt bu durum nedeniyle kararın
uygulanamadığını, başvurucunun icra edilememede salt bu nedenle kusurlu
olduğunu söylemek, yurt dışı görevinin henüz ilk yılı dolmadan dava açılmış
olması karşısında mümkün görünmemektedir. Diğer taraftan yargılama süreci,
bütün olarak ele alındığında makul süreyi aşmıştır. Ancak yargılama makul
sürede (dört yıl içinde, 2006-2010) sonuçlanmış olsa dahi iptal hükmünün aynen
ifanın kesin olarak gerçekleşeceğini söylemek mümkün değildir. Zira işleme
ilişkin iptal kararının aynen ifa edilmesi ancak üç yıllık görev süresi
dolmadan verilecek bir iptal kararı ile mümkün olup bu karar da sadece görev
süresinin geri kalan kısmı için bir etki yaratacak/geçerli olacaktır. Bu
minvalde olaya bakıldığında başvurucunun yanında idarenin de hatta yargısal
süreçteki göreli gecikme nedeniyle yargı organının da iptal hükmünün icra
edilememesi noktasında net/açık ve tek başına sebep teşkil edecek bir kusurunun
bulunduğu söylenemez.
62. İdareye bu noktada atfedilebilecek tek kusur yargı
kararı ile iptal edilmiş olan hukuka aykırı bir işlemin tesis edilmesidir.
Ancak bu husus da işlem nedeniyle açılacak tazminat davasının konusu olup,
başvurucunun ne dava dilekçesinde ne de bireysel başvuru dilekçesinde bir
tazminat talebi söz konusudur. Diğer yandan somut olayda; lehine karar verilen
kişinin ölmesi, mirasçısının bulunmaması, statüsünün değişmesi gibi kararın
icrasını herhangi bir ihlale vücut vermeden imkânsız kılan bir durum da söz
konusu değildir. Zira başvurucu halen MEB bünyesinde çalışmaktadır.
63. Bu bağlamda hatalı bir işlem tesis eden ve bu işleme
ilişkin verilen muhatabı olduğu iptal kararı -somut sürecin özellikleri
(işlemin/görevin niteliği, görev sona erdikten sonra iptal kararı verilmesi)
nedeniyle- uygulanamaz hâle gelen idarenin başvurucuya eski hâle getirme
ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önererek iptal kararına uyma
iradesinde olduğunu ortaya koyması gerekmektedir. Dosya içinde bulunan ve
idarece sunulan belgelere bakıldığında idarenin somut olayda böyle bir
alternatif çözüm önerdiği ve/veya pasif bir tutum sergilemediği söylenemez.
64. Bu hâle göre başvurucu lehine verilen kesinleşmiş bir
iptal kararının var olduğu ve uygulanamadığı, bu uygulanamama hâline net/açık
olarak herhangi bir kamusal müdahalenin tek başına sebep olmadığı, başvurucudan
kaynaklanmayan farklı etkenlerin bir araya gelmesi ile kararın uygulanamaz hâle
geldiği ve fakat bununla beraber herhangi bir ihlale vücut verilmeden
uygulamayı imkânsız kılan(ölüm, statü değişikliği) bir durumun da söz konusu
olmadığı, ayrıca idarenin de iptal hükmünün uygulanmasını sağlamak adına eski
hâle getirme ilkesine göre en uygun alternatif çözümü önermek noktasında bir
girişimde bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun kararın icrası hakkının
ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
65. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında kararın
icrası hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
66. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
67. Başvurucu, ihlalin tespiti talebinde bulunmuştur,
tazminat istemi söz konusu değildir.
68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve
hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının
ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca
eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmenin sağlanmasıdır.
Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın
veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa
ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda
uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK],
B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
69. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi
gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya
yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun
giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan,
§ 57).
70. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı
durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca
Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması
gerekenlere hükmeder (Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019, § 86).
71. İlgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırma imkânının bulunmadığı durumlarda ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldırmak için kararın bir örneğinin ilgili idareye gönderilmesi gerekebilir.
Bu bağlamda idarece öncelikle yapılması gereken iş, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararı doğrultusunda bir temel hak ve hürriyetin ihlaline yol açan idari eylem
veya işlemin ortadan kaldırılarak tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek
için gereken işlemlerin yapılmasıdır. Bu çerçevede ihlal, yerine getirilmeyen
usule ilişkin bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu işlemin hak ihlaline
yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması
icap etmektedir (Ali Kayan, § 87).
72. Anayasa Mahkemesi kesinleşmiş yargı kararının
uygulanamaması nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
sonucuna varmıştır. Somut başvuruda ihlal sonucuna ulaşılmış ise de iptal
kararının fiilen ve hukuken uygulanamayacak durumda olması nedeniyle eski
hâle getirme kuralına göre kararın idareye gönderilmesinde hukuki yarar
bulunmamaktadır. Başvurucunun tazminat talebinin de olmadığı dikkate
alındığında ihlalin tespitiyle yetinilmesine karar verilmesi gerektiği
kanaatine ulaşılmıştır.
73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harcın
başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde hüküm altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamında kararın icrası hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin bilgi için Millî Eğitim
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,
D. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
GÖNDERİLMESİNE 3/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.