logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Alper Can Aykaç ve diğerleri [1.B.], B. No: 2015/16563, 23/6/2020, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALPER CAN AYKAÇ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/16563)

 

Karar Tarihi: 23/6/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucular

:

1. Alper Can AYKAÇ

 

 

2. Muhip HİLOOĞLU

Vekili

:

Av. Ayşegül KUMAŞ

 

 

3. Ayşegül KUMAŞ

 

 

4. Mehtap KOÇ

Vekili

:

Av. Alper Can AYKAÇ

 

 

5. Ebru AK

Vekilleri

:

Av. Ayşegül KUMAŞ

 

 

Av. Alper Can AYKAÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; Gezi Parkı gösterileri olarak bilinen toplumsal olaya kolluk güçlerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya yönelik şikayetlerin soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. 2015/16563, 2015/16565, 2015/16567, 2015/16569, 2015/16570 numaralı başvurular 15/10/2015 tarihinde; 2016/14099 numaralı başvuru 1/8/2016 tarihinde; 2020/9199 numaralı başvuru 28/12/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvuruların aynı olaya ilişkin olması nedeniyle aralarında fiilî bağlantı bulunduğu değerlendirilerek başvuruların birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca birleştirilen başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvuruculardan 1983 doğumlu Alper Can Aykaç ve 1988 doğumlu Ayşegül Kumaş avukattır. 1984 doğumlu başvurucu Muhip Hilooğlu ve 1982 doğumlu başvurucu Mehtap Koç öğrenci olduklarını beyan etmiştir. 1986 doğumlu başvurucu Ebru Ak ise mesleğini açıklamamıştır.

10. Başvurucular 31/5/2013 tarihinde Gezi Parkı olayları olarak bilinen, Türkiye geneline yansıyan kitlesel gösterinin Eskişehir'de gerçekleştiren kısmına katılmışlardır. 31/5/2013 günü akşamından 1/6/2013 günü sabahına kadar yapılan gösterilere kolluk güçleri bedensel kuvvet kullanmak ve toplumsal müdahale aracı (TOMA) vasıtasıyla su ve gaz sıkmak suretiyle müdahale etmiştir.

11. Başvurucuların ortak anlatımlarına göre göstericilerden kimse direnmemesine rağmen toplamda 176 kişi gerekmediği hâlde şiddet görerek kolluk memurları tarafından yakalanmıştır. Başvurucular 30-40 kez -kimisi 20-30 kez olarak ifade etmektedir- copla darbedilmiş, yüzleri hedef alınarak kendilerine biber gazı içerikli sprey sıkılmış, hakaret içerikli sözlü şiddete maruz kalmışlardır. Başvurucu Muhip Hilooğlu ayrıca gözaltına alınarak tutulduğu polis otobüsünde kafasına ve kulak kısmına copla darbe alarak yaralanmıştır. Başvurucular Alper Can Aykaç ve Ayşegül Kumaş gözaltına alınmamıştır.

12. Kolluk tarafından düzenlenen Olay Tutanağı'na göre 31/5/2013 günü saat 18.00'de Hopa olaylarının yıldönümü nedeniyle toplanan bir kısım siyasi parti ve sivil toplum kuruluşunun yaklaşık 250 üyesi sloganlar eşliğinde yürüyüş yapmış, ardından gerçekleştirilen basın açıklaması sonrası saat 18.50 civarında Gezi Parkı'nın yıkılmasını protesto etmek amacıyla bekleyen kalabalık grupla birleşerek toplamda ortalama 1.500 kişiye ulaşmıştır. (Daha sonra bu grubun farklı bölgelere (sokaklara) farklı çoğunlukta ayrıldığı anlaşılmıştır.)

-19. 00-21.45 saatleri arasında slogan atarak gösteri yürüyüşü yapan bu gruptan bir kısım göstericinin tramvay ve karayolu trafiğini aksatması üzerine saat 22.00'de kolluk güçleri tarafından önlerine barikat kurularak grubun en sonundan duyulabilecek şekilde dağılmaları hususunda gruba yedi sekiz kez uyarı yapılmıştır. Ancak grup bir siyasi partinin (iktidar partisinin) il binasına yürümek istedikleri konusunda ısrar etmiş, yanlarında bulunan içi dolu-boş şişe ve taşları barikatta bulunan kolluk görevlilerine atmış, bunun üzerine gruba kademeli olarak TOMA vasıtasıyla su ve gaz sıkılmak suretiyle müdahale edilmiştir. Bu sırada yakalanan birkaç gösterici daha sonra Savcılık talimatı doğrultusunda adli muayene raporu alındıktan sonra serbest bırakılmıştır (İsimleri yazılı bu göstericiler arasında başvurucular bulunmamaktadır).

-Aynı gece saat 22.00'de 600-700 kişiden oluşan grubun diğer kısmına farklı bir yerde (Salana Köprüsü üzerinde) kolluk güçleri tarafından müdahalede bulunulmuştur. Ancak müdahaleye rağmen grubun dağılmayarak bulunduğu yerden geri dönmesi üzerine, tramvay ve kara yolu trafiğini aksatması nedeniyle saat 00.00'da dağılması hususunda birden fazla kez gruba uyarıda bulunulmuştur. Uyarılara rağmen dağılmayan gruptaki kişiler yanlarında bulunan şişe ve taşları kolluk görevlilerine atmışlardır. Bu kişilere TOMA vasıtasıyla su ve gaz sıkılmak suretiyle müdahale edilmiş ise de küçük gruplar hâlinde kaçan bu kişilerden bir kısmı yoldaki çöp konteynırlarını dağıtmış, çiçek saksılarını ve bankları barikat hâline getirmiş, tretuvar taşlarını parçalayıp kolluk memurlarına atmıştır. Saat 01.00'de tekrar toplanmaya başlayan grup üyeleri yoldaki eşyaları ateşe vererek yolu araç ve yayalara kapatmıştır. Bu sırada on kolluk memuru atılan taş ve diğer cisimlerle vücutlarının değişik yerlerinden yaralanmıştır. Saat 04.30'a kadar kolluk güçleri geri çekilerek beklemeye başlamış, dağılan küçük grupların tekrar bir araya gelerek toplanması ve bir siyasi partinin il binasına yönelmesi üzerine saat 06.00'da gruba müdahale etmiş ve orantılı güç kullanmak suretiyle yaklaşık 176 kişiyi yakalamıştır (Başvuruculardan Muhip Hilooğlu, Mehtap Koç ve Ebru Ak yakalanan bu grup içinde bulunmaktadır).

A. Başvurucular Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturma Süreci

13. Başvurucuların tamamı hakkında Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçunu işledikleri iddiasıyla soruşturma açılmış, yapılan soruşturma sonunda aynı suç isnadıyla ceza davası açılmıştır.

14. Eskişehir 5. Asliye Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) tarafından yapılan yargılama sonunda 14/11/2014 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) 10. ve 11. maddeleri gereğince üzerilerine atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle başvurucuların beraatine karar verilmiştir. Ceza Mahkemesince ayrıca başvurucuların savunma ve iddiaları dikkate alınarak zor kullanma yetkisinin aşılması ve işkence suçu yönünden soruşturma yapılması için Savcılığa bildirimde bulunulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Mevcut olayımızda da soruşturma dosyası kapsamında yapılan tespitlerde, sanıkların birebir aşırıya kaçan şiddet eylemlerine katıldıklarına dair somut tespit bulunmadığı yönünde yukarıda yaptığımız değerlendirmeler ışığında; sanıkların sırf gösteriye katılmak veyahut pasif olarak da olsa şiddet hareketlerini içerir mahallerde bulunduğunun tespiti, mahkememizce bireyin toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkını ortadan kaldırmayacağı kabul edilmiş ve sanıkların gösteri ve yürüyüşe katılımlarının Sözleşme'nin 10 ve 11. maddesinde koruma altına alınan ifade özgürlüğü, toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkını ortaya koyduğu ve bu haliyle eylemlerin suç teşkil etmediği kanaatine varılmış ve sanıkların beraatine karar verilerek..."

15. Ceza Mahkemesi kararı temyiz edilmiş olup inceleme tarihi itibarıyla Yargıtayda temyiz aşamasında olduğundan henüz kesinleşmemiştir.

B. Sağlık Raporları

16. Başvurucu Alper Can Aykaç hakkında düzenlenen raporlar:

- Eskişehir Devlet Hastanesi (Devlet Hastanesi) Beyin Cerrahi Bölümüne ait 6/6/2013 tarihli raporda, sağ maxiller bölgede künt travmaya bağlı ödem ve yüzeysel erozyon, ensede sağ ve sol kol ve ön kolda, sol lomber bölgede ve her iki bacakta künt travmaya bağlı ekimotik lezyonlar saptanmış; horizontal nistagmusun mevcut olduğu açıklanarak kommosyo selebrinin (beyin sarsıntısı) kayıtlı olduğuna yer verilmiştir.

- Eskişehir Adli Tıp Kurumu (ATK) Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 29/4/2014 tarihli raporda; Devlet Hastanesince tespit edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte olmadığı ve vücuduna acı verecek nitelikte olduğu belirtilmiştir.

17. Başvurucu Ebru Ak hakkında düzenlenen raporlar:

- ATK tarafından yapılan 4/6/2013 tarihli muayene sonrası düzenlenen raporda, başvurucunun sol el bileğinde yumuşak doku travmasına bağlı 10x10 cm şişlik, kafasında sağ parietal bölgede 5x5 cm şişlik, sol kol dış kısımda 25x20 cm alanda ekimoz, ensede 5x5 cm ekimoz, sağ omuzda 5x5 cm, sırtta sağ tarafta 5x5 cm ekimoz, sol ayak bileğinde 15x10 cm alanda şişlik ve morluk tespit edilmiş; tespit edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı ancak vücudunun tamamında 20 cm üzeri yumuşak doku yaralanması saptandığından basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte debulunmadığıyönünde görüş bildirilmiştir.

- ATK tarafından düzenlenen 9/5/2014 tarihli raporda, başvurucunun sol el ve sol ayak bileğinde lif kopması şüphesi bulunduğundan ortopedi uzmanı tarafından muayenesi gerektiği belirtilmiştir.

18. Başvurucu Mehtap Koç hakkında düzenlenen raporlar:

- Devlet Hastanesinin Ortopedi Bölümüne ait 5/6/2013 tarihli raporda, başvurucunun sağ kolunda hematom, sağ elinin üçüncü parmağında yumuşak doku travması tespit edilmiş olup kırık bulunmadığına yer verilmiştir.

- ATK tarafından düzenlenen 18/6/2013 tarihli raporda; Devlet Hastanesince tespit edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte olduğu bilgisi yer almaktadır.

19. Başvurucu Ayşegül Kumaş hakkında düzenlenen rapor:

-4/6/2013 tarihli ATK tarafından düzenlenen raporda, başvurucunun yapılan muayenesinde burun kökünden sağ üst göz kapağına doğru uzanan 5x2 cm ekimoz-sıyrık, sağ dirsek dış yanda 7x5 cm ekimoz, sağ el bileği sırtında 3x5 cm ödem ve kırmızı renkte ekimoz, sağ diz dışi yanda 1x1 cm ekimoz, sağ omuz başında subjektif ağrı, sağ ayak bileği dış yanda 5x5 cm ekimoz ve hafif şişlik bulunduğu, tespit edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı ancak basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte debulunmadığı tespiti yapılmıştır.

20. Başvurucu Muhip Hilooğlu hakkında düzenlenen rapor:

- ATK tarafından düzenlenen 4/6/2013 tarihli raporda; başvurucunun yapılan muayenesinde sağ kulak kepçesi arka kesimde -okunabildiği kadarıyla- sütüre raddi yara ve kulak kepçesi arka kesimde, saçlı deride 3x1 cm ekimoz, sağ el bileği sırtında 5x2 cm sıyrık ve ekimoz, sırt alt sağ yanda subjektif ağrı şikâyetinin bulunduğu, bu bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı ve basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte olduğu tespiti yapılmıştır.

C. Kolluk Görevlileri Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci

21. Başvurucular 3/6/2013 tarihinde kolluk görevlileri, doktorlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işkence suçunun işlendiği iddiasıyla Savcılığa şikâyette bulunmuşlardır.

22. Savcılık tarafından, olay yerinde görevli olan kolluk memurlarının isimlerini gösterir görev listeleri farklı kolluk birimlerinden temin edilmiştir.

23. Başvurucular, farklı tarihli dilekçeleriyle kendilerine sözlü ve fiilî şiddette bulunan kolluk görevlileri ile olaya tanık olan görevlileri kask numaralarından tespit ettiklerini belirtip teşhis edebileceklerini ileri sürerek bu kişilerin kimliklerini soruşturma makamına bildirmişlerdir.

24. Kimlikleri bildirilen otuz kolluk görevlisi şüpheli sıfatıyla Savcılıkça dinlenmiştir. Şüpheli polisler genel olarak üzerilerine atılı suçlamayı kabul etmemiş, olay yerinde -bazısı başvurucuların yaralandıklarını beyan ettikleri yerden farklı bir sokakta- görevli olduklarını ancak başvurucuları darbetmediklerini ifade etmişlerdir. Şüpheli polislerin çoğu soruşturma makamlarına bildirilen kask numaralarının kendilerine ait olduğunu kabul etmiş; bir kısmı olay günü kasklarını kullanmadığını, ayrıca cop veya benzeri bir alet taşımadığını belirtmiştir.

25. Tanıklar P.C., T.A. ve S.G., müdahale esnasında darp olayını görmediklerini ifade etmiştir. Polis memuru olarak olayları kameraya kaydeden tanık S.G., yaralı kimseyi görmediğini, hareket hâlinde olunması nedeniyle sağlıklı görüntü kaydedemediğini, bir kadın göstericinin koşarken düşmesi nedeniyle ambulans çağrıldığını belirtmiştir. Buna karşın P.C. ve T.A., gözaltı nedeniyle polis aracında beklendiği esnada başvurucu Ebru Ak'a yönelik hakaret ve kötü muamelede bulunulduğunu ancak bu eylemi gerçekleştiren polis memurunu teşhis edemeyeceklerini beyan etmiştir.

26. Olay yerini gösteren güvenlik kamera görüntüleri bilirkişi aracılığıyla incelenmiştir. Toplam iki görüntüyü -ki bu görüntülerden biri başvurucular tarafından soruşturma dosyasına sunulmuştur- inceleyen bilirkişi tarafından düzenlenen 4/12/2014 tarihli rapora görüntüler fotoğraf hâline getirilmek suretiyle eklenmiştir. Bilirkişi raporunun sonuç kısmı şöyledir:

"...güvenlik kameragörüntü kayıtlarıiçerisindenşüphelişahıslaraaitgörüntülerin tespiti ve iyileştirilmesi için görüntü büyütme işi, filtreleme ve onarma, renk ve parlaklık değerlerinin düzenlenmesi işlemlerinin uygulandığı, neticeten olayların meydana geldiğiyerdekiibraz edilen kameragörüntülerinden gösterici grup ile polisin karşılaştığı anda arbede yaşandığı, ancak kameraya olan uzaklık ve kamera çözünürlüğünün düşük olması gibi nedenlerden dolayıkimin kime vurduğunun çıplak gözle tespitinin mümkün olmadığı, göz altına alınma işlemi sırasında her hangi bir darp olayına rastlanılmadığının görüldüğü..."

27. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonunda 2/6/2015 tarihinde şüpheli polis memurları ile üç doktor hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair ek karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Müşteki şüpheliler ve müştekilerin suç tarihinde gösteriler sırasında Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları tarafından süpürme hareketi ve sonrasında orantısız güç kullanılarak darp edildikleri anlaşılmışsa da atılı suçu işleyen şüphelilerinsomut olarak tespit edilemediği, müşteki şüpheliler ve müştekilerin her ne kadar kendilerine yapılan darp eyleminin işkence suçunu oluşturduğunu ifadelerinde beyan etmişlerse dekimliği belirsiz şüpheliler tarafından müşteki şüpheliler ve müştekilere yönelik sistematik olarak ve belli bir süreç içerisinde eylemde bulunulduğuna yönelik delil elde edilemediği, işkence suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı, dosya kapsamına göre müşteki şüpheliler ve müştekilerin darp edilmesi olayının kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle kasten yaralama eylemini oluşturduğu, bu yönde kimliği belirsiz şüpheliler yönünden soruşturmanın devam ettiği, bu nedenle şüpheliler ve kimliği belirsiz şüpheliler hakkında işkence suçu yönünden soyut iddia dışında kamu davasının açılmasınıgerektirir delil elde edilemediği,

Müşteki şüpheliler ve müştekilerin haklarında soruşturma yürütülen şüpheliler tarafından darp edildiklerine dair müşteki şüpheliler ve müştekilerin soyut iddiaları dışında kamu davasının açılmasını gerektirir delil elde edilemediği,

Müşteki şüpheliler ve müştekilerin soyut iddiaları dışında hakaret, tehdit, cinsel taciz, mala zarar verme ve görevikötüye kullanma-görevi ihmal suçlarının işlendiğine dair kamu davasının açılmasını gerektirir delil elde edilemediği,

Şüphelilerin savunmalarında suçlamaları kabul etmedikleri, müşteki şüpheliler ve müştekilerle karşı karşıya gelmediklerini, kendilerini darp edilirken görmediklerini beyan ettikleri, tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmakla,

İşkence suçunun unsurları itibariyle oluşmaması, müşteki şüphelilerin kamu görevlisine hakaret suçunu, şüphelilerin müşteki şüpheliler ve müştekilere karşı üzerlerine atılı darp, hakaret, tehdit, cinsel taciz, mala zarar verme, görevi kötüye kullanma, görevi ihmal suçlarını işlediklerine dair soyut iddia dışında atılı suçlardan kamu davası açma şüphesini gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte delil elde edilemediğinden, müşteki şüpheliler ve diğer tüm şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ..."

28. Savcılık kararına başvurucular tarafından yapılan itiraz, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 7/9/2015 tarihinde Eskişehir 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmiştir.

29. Savcılıkça 17/9/2015 tarihinde soruşturmada başvurucuların yaralanmasına neden olan sorumlu kolluk görevlilerinin daimî olarak aranmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"... Suçun şüphelisi (şüphelileri) tüm aramalara rağmen kimlikleri ve açık adresleri tespit edilemediği ve yakalanamadığından soruşturma evrakının daimi aramaya alınmasına karar verilmiştir.

1) Şüpheli veya şüphelilerin gösterilen zamanaşımı tarihine kadar aranması,

2) Bulunduklarında savunmalarının alınması, nüfus cüzdan örneklerinin eklenerek hazırlanacak soruşturma evrakının mevcutlu, ikmalen Başsavcılığımıza gönderilmesi,

3) Bulunamadıkları taktirde, yapılan araştırma sonucunun altışar aylık dönemlerde bildirilmesi,

4) Evrakın, şüphelilerin açık kimliklerinin tespit edildiği veya savunmalarının alındığı veya zamanaşımı süresi dolduğunda Başsavcılığımıza gönderilmesi... "

30. Başvurucular, bu sürece ilişkin olarak 15/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

D. Başvurucular Ayşegül Kumaş ve Muhip Hilooğlu tarafından Açılan Tam Yargı Davaları Süreci

31. Başvurucular Ayşegül Kumaş ve Muhip Hilooğlu 2/6/2014 tarihinde Eskişehir Valiliği (Valilik) vasıtasıyla İçişler Bakanlığından (İdare) maddi ve manevi zararların karşılanması talebinde bulunmuşlardır. Başvurucu Muhip Hilooğlu'nun talebi İdare tarafından reddedilmiş, başvurucu Ayşegül Kumaş'ın talebine ise yasal süresi içinde yanıt verilmemiştir.

32. Başvurucular İdare aleyhine 30/9/2014 tarihinde Eskişehir 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmışlardır.

33. İdare Mahkemesi yargılama sonunda başvurucuların maddi tazminat istemlerinin reddine, manevi tazminat istemlerinin kabulüne karar vererek başvurucu Muhip Hilooğlu'na 5.000 TL, başvurucu Ayşegül Kumaş'a 10.000 TL manevi tazminat verilmesine hükmetmiştir. Kararların gerekçesi benzer olup ilgili kısımları şöyledir:

"...Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı'nca verilen 02/06/2015 tarihli, 2013/15211 sayılı 'Kamu Adına Kovuşturma Yapılmasına Gerek Olmadığına' dair karardaki 'müştekilerin suç tarihinde gösteriler sırasında Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları tarafından süpürme hareketi ve sonrasında orantısız güç kullanılarak darp edildikleri anlaşılmışsa da' şeklindeki tespit karşısında, davacı tarafından emniyet güçlerine ve dolayısıyla davalı idareye isnat edilen eylemde yukarıda belirtilen asgari ağırlık seviyesinin aşıldığı, olay nedeniyle tazminat ödenmesini gerektirecek nitelikte davacıya yönelik orantısız güç kullanma şeklinde bir eylemin bulunduğu ve bu eylemden kaynaklanan zararların personeline atfı kabil hizmet kusuru nedeniyle idarece tazmin edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Kolluk görevlilerin orantısız güç kullanımı sonucu zarar gören davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin değerlendirilmesine gelince,

Davacı tarafından olay nedeniyle iş ve gücünden yoksun kalması sonucu oluşan maddi zararlarının tespit edilerek tazminen davalı idare tarafından ödenmesine karar verilmesi istenilmekte ise de; [...] Mahkememizce yapılan ara kararlara rağmen davacı tarafından dosyaya dahil edilen herhangi bir bilgi ve belge de bulunmadığı görülmekle, maddi zarar iddiasını kanıtlayamayan davacının olaydan kaynaklı maddi tazminat talebi yerinde görülmemiştir.

Davacı tarafından olayla nedeniyle talep edilen manevi tazminatla ilgili olarak,

Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.

Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, idarenin hizmet kusurunun ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.

Bu bağlamda davaya konu olay değerlendirildiğinde, kolluk görevlilerince uygulanan orantısız güç nedeniyle elem ve ızdıraba uğrayan davacının, [...] manevi zararlarına karşılık olarak takdir edilen [...] TL manevi tazminatın, olayda kusuru bulunan personeli istihdam eden davalı idare tarafından davacıya ödenmesinin hukuken makul ve kabul edilebilir olduğu sonucuna ulaşılmıştır."

34. Başvurucular ve İdare kararlara itiraz etmiştir. Eskişehir Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 12/5/2016 tarihinde İdarenin itirazlarını kabul ederek kararların bozulmasına ve davaların reddine karar vermiştir. Kararların gerekçeleri benzer olup ilgili kısımları şöyledir:

"Bakılan davada, davacı tarafından kolluk görevlilerinin Eskişehir İli'ndeki 'Gezi Parkı Eylemi'ne müdahalesi esnasında orantısız güç kullanılarak yaralanmasına sebebiyet verildiği iddia edilerek bu çerçevede yapılan incelemede [...] eylemin yaklaşık 12 saat olmak kaydıyla uzun bir süre devam ettiği, sokak ve caddelerin eylemciler tarafından barikatlar kurularak kapatıldığı, devlet ve şahıs mallarına zarar verildiği (cadde ve sokak tretuvarlarının kırılması, kamu ve özel şahıslara ait araç, işyeri ve ikametlere zarar verme), eyleme müdahale etmeye çalışan kolluk görevlilerine göstericiler tarafından direnç gösterildiği dikkate alındığında, kolluk görevlilerince eyleme müdahale etme, göstericilerin dağıtılması ve göz altına alınmasına ilişkin olarak mevzuatta öngörülen zor kullanma yetkisinin kullanımına dair şartların oluştuğu, dosyadaki bilgi ve belgelere göre gözaltına alma prosedürünün usulüne uygun icra edildiği, dolayısıyla hürriyeti tahdit durumunun oluşmadığı gibi, eylemcilere yönelik kolluk görevlilerince yakalama, göz altına alma ve göz altı sırasında işkence yapıldığına dair bir verinin de bulunmadığı, eyleme katılan gruba yönelik olarak kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin doğrudan davacıya yönelik olmadığı, davacının iddia ettiği yaralanması olayının; 31.05.2013 tarihi saat 19.00 sıralarında başlayıp 01.06.2013 tarihi saat 06.30 sıralarına kadar devam eden eylemin sonlandırılmasına ilişkin kolluk görevlilerince defalarca yapılan ikazlara rağmen dağılmayan grup üyelerine yönelik olarak eylemin başlamasından yaklaşık 12 saat sonra yapılan müdahalenin istenmeyen sonucu niteliğinde olabilmesi mümkün ise de; bu müdahale sırasında ortaya çıkacak her istenmeyen sonucun idarenin tazmin sorumluluğunu doğurmasının da mümkün olmadığı, başka bir ifadeyle istenmeyen sonucun asgari ağırlık seviyesine ulaşması gerektiği, göreceli nitelikte bulunan bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının her olayın kendi şartları dahilinde müdahaleye maruz kalanın cinsiyeti, yaşı, sağlık durumu, müdahalenin amacı gibi unsurların değerlendirilmesi suretiyle saptanabileceği, davacı tarafından emniyet güçlerine ve dolayısıyla davalı idareye isnat edilen eylemde yukarıda belirtilen asgari ağırlık seviyesinin aşıldığı yönünde her hangi bir tespit bulunmadığından olay nedeniyle tazminat ödenmesini gerektirecek nitelikte doğrudan davacıya yönelik orantısız güç kullanma şeklinde bir eylemin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Bu durumda davalı idarenin tazmin sorumluluğunu gerektiren unsurları taşımayan olayla ilgili olarak davacının manevi tazminat isteminin kabulüne olanak bulunmamaktadır."

35. Bölge İdare Mahkemesi kararı başvurucu Muhip Hilooğlu'na 30/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bu sürece ilişkin olarak 1/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

36. Başvurucu Ayşegül Kumaş'ın Bölge İdare Mahkemesi kararına karşı karar düzeltme talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi tarafından 21/10/2016 tarihinde reddedilmiştir. Karar 28/11/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bu sürece ilişkin olarak 28/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

37. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/102015, §§ 28-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 23/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

39. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucular Muhip Hilooğlu ve Mehtap Koç'un açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

40. Başvurucular, Gezi Parkı olaylarında Türkiye genelinde birçok göstericinin kolluk güçlerinin orantısız müdahalesiyle karşılaşarak sistemli şekilde işkence gördüğünü belirtmiş; kendilerinin de kolluk güçlerine direnmemelerine rağmen copla darbedildiğini, sözlü şiddete maruz kaldıklarını, yüzlerine biber gazı spreyi sıkıldığını ifade etmişlerdir. Başvurucular, alınan sağlık raporlarıyla yaralandıkları hususu sabit olmasına ve olay yerinde bulunan memurların bir kısmı tespit edilmesine rağmen ceza davası açılması yerine kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilerek etkisiz bir soruşturma yürütüldüğünü ileri sürmüşlerdir. Olay yerinde görevli olan kolluk amirlerinin isimlerini belirterek bu kişilerin olay yerindeki kolluk memurlarını teşhis edebilecekken beyanlarının dahi alınmadığını iddia eden başvurucular; kask numaraları belirlenen memurların üzerilerine atılı suçlamayı kabul etmemelerinin dava açmamak için yeterli kabul edildiğini, bilirkişi incelemesinin yeterli yapılmadığını, ayrıca kolluk memurlarının yanı sıra doktorlar ve savcılar hakkında da şikâyette bulunmalarına rağmen bu yönde soruşturma yapılmadığını iddia etmişlerdir. Bu nedenlerle kötü muamele yasağı, ayrımcılık yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik Yönünden

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların adil yargılanma hakkı, ayrımcılık yasağı, etkili başvuru hakkı ile bağlantı kurarak ileri sürdükleri iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında kaldığı değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.

b. İncelemenin Kapsamı

42. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

43. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

44. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkenceye, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

45. Bu doğrultuda kural olarak başvurucuların kolluk görevlilerince darbedildiği yönündeki iddiaları, devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kaldığından kötü muamele yasağının maddi boyutu altında incelenmelidir. Başvurucuların söz konusu eylemler nedeniyle Savcılıkça yapılan ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanan soruşturmanın etkisiz olduğu yönündeki şikâyetleri ise kötü muamele yasağının usul boyutu çerçevesinde incelenmelidir.

46. Öte yandan başvurucular önleyici yükümlülüğe ilişkin olarak başvuru formu ve/veya eklerinde herhangi bir şikâyette bulunmadıkları gibi Anayasa Mahkemesinin önünde de önleyici yükümlülüğün ihlal edildiğine ilişkin kesin bir bilgi veya belge yoktur. Bu nedenle anılan yükümlülük açısından bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

c. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. Savcılıkça (ek) kovuşturma yapılmaması ve daimî arama kararları verilmesi üzerine soruşturmada ilerleme kaydedilmeyeceğini ileri süren başvurucular, yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Esas Yönünden

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel ilkeler

49. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 80).

50. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

51. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

52. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

53. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda bir muamele işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile tanımlanabilmektedir (bu kavramların kapsamlarının belirlenmesi için bkz. Tahir Canan, §§ 22-24; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 76-80; Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84-91).

54. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir. Uygulanan bu muamele eziyetten farklı olarak kişide bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

55. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin kapsamında olduğunun belirlenebilmesi için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya kamuoyunun bilgi sahibi olması, muamelenin aşağılayıcı niteliğinin belirlenmesinde rol oynasa da muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin kendini değersiz hissetmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin kötü muamele olmadığı anlamına gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

56. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

57. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

58. Anayasa Mahkemesi Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) kararında, gözaltı gibi kişinin tamamıyla devletin gözetimi altında bulunduğu hâllerde olduğu kadar sıkı uygulanamayacak olmakla birlikte kolluk güçleri tarafından kordon altına alınan sokakta yirmi gazeteci arasında bulunanbaşvurucunun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde yaralanmasının nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğünün devlete ait olduğunu ortaya koymuş ve makul açıklamanın yapılmadığı sonucuna ulaşarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Başvurucular 31/5/2013 tarihinde Eskişehir'de gerçekleştirilen, Gezi Parkı olayları olarak bilinen gösterilere katılmışlardır. Kolluk güçlerinin yapılan gösteriye müdahalesi neticesinde başvurucular yakalanmış, Alper Can Aykaç ve Ayşegül Kumaş dışında kalan başvurucular gözaltına alınmıştır. Başvurucuların tamamı, müdahale ve yakalama esnasında aşırı güç kullanımı nedeniyle yaralandığını ifade ederek olaydan hemen sonra Savcılığa şikâyette bulunmuştur.

60. Başvurucular hakkında alınan ATK raporlarına göre Mehtap Koç dışındaki başvurucuların tamamı baş ve vücutlarının değişik bölgelerinden farklı boyutlarda morluk, çürük, sıyrık, şişlik şeklinde iz bırakacak şekilde yaralanmış; başvurucu Mehtap Koç ise sadece kol ve elinden yaralanmıştır. Öte yandan başvuruculardan Alper Can Aykaç, Ayşegül Kumaş ve Ebru Ak basit tıbbi müdahaleyle giderilmeyecek ölçüde yaralanmıştır. Alper Can Aykaç'ın ayrıca beyin sarsıntısı geçirdiği, Ebru Ak ve Ayşegül Kumaş'ın da vücutlarında yaygın olarak geniş (7x5, 20x25, 10x10 cm) ekimoz ve şişlik bulunduğu saptanmıştır.

61. Soruşturma makamınca alınan bilirkişi raporunda, başvurucuların da aralarında bulunduğu bir grubun kolluk güçleri ile karşılaştığında aralarında arbede yaşandığı tespit edilmiş, görüntü kalitesinin elverişsiz olması nedeniyle görüntülerden tam olarak kimin kime vurduğu anlaşılamamıştır.

62. Savcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına yönelik kararda kolluk görevlilerinin başvuruculara yönelik orantısız güç kullanıldığı tespit edilmiş ancak eylemlerin sistematik olarak ve belli bir süre devam etmemesi nedeniyle işkence suçunun oluşmadığı değerlendirilmiştir. Ayrıca kasten yaralama suçu bakımından sorumlu kolluk görevlilerinin tespit edilemediği belirtilerek soruşturma kapatılmamış, şüpheliler tespit edilene kadar daimî olarak aranmalarına karar verilmiştir.

63. Başvurucuların katıldığı protesto gösterilerine kolluk görevlileri tarafından güç kullanılmak suretiyle yapılan müdahale neticesinde başvurucuların yaralandığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Kolluk tarafından düzenlenen Olay Yeri Tutanağında ve Savcılık kararında başvuruculara güç kullanıldığı kabul edilmiştir. Bu durumda güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiği ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlama yükümlülüğü kamu makamlarına aittir.

64. Somut olayda başvurucuların bizzat şiddete başvurduğu veya kolluk güçlerine direndiğine dair tutanak veya görüntü bulunmamaktadır. Bu husus Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamaya da yansımış, başvurucular hakkında beraat kararı verilme gerekçesini oluşturmuştur. Diğer taraftan kullanılan gücün gerekli olduğu sonucuna ulaşmayı sağlayacak bir delil soruşturma veya başvuru dosyasına yansımamıştır. Dolayısıyla başvuruculara yönelik güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiği yönünde tespit yapmak bu aşamada olanaklı değildir.

65. Kaldı ki güç kullanımının gerekli olduğu kabul edilse dahi başvurucuların tamamına kullanılan gücün orantısız olduğu Savcılıkça yapılan soruşturma sonunda da tespit edilmiştir. Başvurucuların yaralandığını gösteren adli muayene ve bilirkişi raporları ile başvurucuların süreçteki tutumları dikkate alınarak Savcılıkça ulaşılan sonuçtan farklı bir değerlendirme yapılması mümkün görünmemektedir.

66. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde -özellikle başvurucuların yaralanma biçimleri nazara alındığında- eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel ilkeler

68. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

69. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

70. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

71. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

72. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

73. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019, § 34).

74. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan husus -sonuçta alınan kararın (somut olayda daimî arama) niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucuların ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, § 86).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

75. Başvurucular katıldıkları gösteride direnmedikleri hâlde kolluk görevlileri tarafından başlarına ve vücutlarına copla vurulmak, yüzlerine biber gazı spreyi sıkılmak üzere yaralandıklarını ifade ederek kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuşlardır. Başvuruculara ait ATK raporları başvurucuların beyanlarını doğrular nitelikte tespitler içermektedir.

76. Devletin kötü muamele iddialarını soruşturma yükümlülüğü, bireylerin savunulabilir iddialarının bulunmasına bağlıdır. İddianın savunulabilir olması ise ancak makul delillerle desteklenmesiyle mümkündür. Bu kapsamda başvurucular, katıldıkları bir protesto gösterisinde kolluk görevlilerinin eylemleriyle yaralandıklarını iddia etmiş ve iddialarını ATK raporlarıyla desteklemişlerdir. Dolayısıyla başvurucuların savunabilir iddialarının bulunması nedeniyle soruşturma makamlarından etkili bir soruşturma yürütülmesi yönünde meşru bir beklentileri bulunmaktadır.

77. Savcılıkça, başvurucular tarafından bildirilen kask numaraları ile farklı kolluk birimlerinden edinilen görev listelerine göre kimlikleri tespit edilen yaklaşık otuz kolluk görevlisi şüpheli olarak dinlenilmiştir. Şüpheli polislerin çoğu, kask numaralarının kendilerine ait olduğunu ve olay yerinde bulunduklarını ifade etmiş ancak suçlamaları kabul etmemiştir. Şüpheli polislerin beyanları yeterli görülmek suretiyle Savcılık kararına esas alınarak haklarında ceza davası açılmamıştır.

78. Başvurucuların tanık olarak bildirdikleri olay yerinde görevli diğer kolluk memurları ile amirlerinin bilgisine ise başvurulmamıştır. Bilirkişi raporunda kolluk görevlileri ile başvurucular arasında çıkan arbede esnasında olay yerinde bulunan görevlilerin şüpheli veya tanık sıfatıyla kimliklerinin belirlenmesi yönünde herhangi bir işlem yapılmamıştır. Olay Tutanağı'nda, dinlenilen şüpheli polisler dışında görevli olan memurların açık kimlik bilgileri bulunmasına karşın beyanı alınmayan bu görevlilerin beyanlarının alınmama sebebi başvuru dosyasından anlaşılamamaktadır.

79. Savcılığın sonuç olarak başvuruculara karşı orantısız güç kullanımını kabul etmesine rağmen yedi yılı aşkın süredir sorumluluğu bulunan tek bir şüpheliyi dahi tespit edememesi veya en azından bu yönde bir delile ulaşamaması dikkate değerdir. Ayrıca son beş yıldır soruşturmanın daimî aramada beklediği ve bu süre içinde işlem yapılmadığı dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır. Kamera aracılığıyla kayıt altına alınan toplumsal bir olaya müdahale esnasında başvurucuları yaraladıkları değerlendirilen kolluk görevlilerinin makul sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları tarafından kimliklerinin dahi tespit edilememesinin soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğüne aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

80. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

81. Öte yandan başvurucular Ayşegül Kumaş ve Muhip Hilooğlu tarafından açılan tam yargı davalarında Bölge İdare Mahkemesi, başvurucuların yaralanmasına rağmen kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı yönünde bir tespit bulunmaması nedeniyle orantısız güç kullanılması şeklinde bir eylemin mevcut olmadığını değerlendirilerek İdarenin tazmin sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Kötü muamele yasağının maddi boyutu yönünden yukarıda yapılan değerlendirmeler kapsamında özellikle başvuruculara yönelik kullanılan gücün kaçınılmaz ve orantılı olduğu hususunun kamu makamlarınca ortaya konamaması, aksine soruşturma makamınca orantısız güç kullanıldığının kabulü karşısında devletin kötü muamele yasağı kapsamındaki maddi yükümlülüğünün ihlal edilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu yönüyle Bölge İdare Mahkemesince kullanılan gücün orantılılığına ilişkin yapılan değerlendirmeler ve ulaşılan sonucun başvurucuların tazminat haklarından mahrum bırakılması nedeniyle usul yükümlülüğü yönünden sorun oluşturduğu açıktır.

82. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

83. Başvurucular, Ceza Mahkemesi kararıyla beraat ettiklerini belirterek gerekmediği hâlde kolluk tarafından aşırı güç kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

84. Somut olayda, kolluk görevlilerinin göstericileri güç kullanarak dağıtmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil ettiği hususunda tereddüt bulunmasa da somut başvurudaki temel meselenin kolluk görevlilerinin gösteriyi dağıtırken uyguladığı gücün kötü muamele yasağını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesi olduğu değerlendirilmektedir.

85. Bu durumda, kötü muamele yasağına ilişkin olarak yukarıda ihlal sonucuna ulaşılmış olması karşısında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

86. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

87. Başvurucular, ihlalin tespiti ile yeniden soruşturma yapılması ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

88. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

89. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

90. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

91. Başvuruda, güvenlik güçleri tarafından orantısız güç kullanılması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutuyla, buna ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutuna yönelik ihlalin kolluk görevlilerinin eyleminden, kötü muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin ise öncelikle Cumhuriyet Başsavcılığının işlemlerinden ve Bölge İdare Mahkemesinin kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

92. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

92. Öte yandan somut olayda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğinin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

93. Ayrıca, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğinin tespit edilmesi nedeniyle başvuruculara manevi tazminat ödenmesine karar verildiği dikkate alınarak Eskişehir Bölge İdare Mahkemesince yargılamanın yenilenmesinde hukuki yarar bulunmadığı değerlendirilmiştir.

94. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harcın başvurucular Alper Can Aykaç, Ayşegül Kumaş ve Ebru Ak'a ayrı ayrı ödenmesi ile 3.000 TL vekâlet ücretinin Alper Can Aykaç, Muhip Hilooğlu ve Ebru Ak'amüştereken, 3.000 TL vekâlet ücretinin Ayşegül Kumaş ve Mehtap Koç'a müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucular Muhip Hilooğlu ve Mehtap Koç'un adli yardım taleplerinin KABULÜNE,

B. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvuruculara ayrı ayrı net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. 226,90 TL harcın başvurucular Alper Can Aykaç, Ayşegül Kumaş ve Ebru Ak'a AYRI AYRI, 3.000 TL vekâlet ücretinin Alper Can Aykaç, Muhip Hilooğlu ve Ebru Ak'aMÜŞTEREKEN,3.000 TL vekâlet ücretinin Ayşegül Kumaş ve Mehtap Koç'a MÜŞTEREKEN ödenmesine karar verilmesi gerekir

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Alper Can Aykaç ve diğerleri [1.B.], B. No: 2015/16563, 23/6/2020, § …)
   
Başvuru Adı ALPER CAN AYKAÇ VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2015/16563
Başvuru Tarihi 15/10/2015
Karar Tarihi 23/6/2020
Birleşen Başvurular 2015/16563, 2015/16565, 2015/16567, 2015/16569, 2015/16570, 2016/14099

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, Gezi Parkı gösterileri olarak bilinen toplumsal olaya kolluk güçlerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya yönelik şikayetlerin soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Kötü muamele yasağı Toplantı ve gösteri yürüyüşüne güç kullanarak müdahale İhlal Manevi tazminat, Yeniden soruşturma

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 2911 Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu 22
23
24
2559 Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu 16
5237 Türk Ceza Kanunu 24
27
66
67
87
89
Yönetmelik 30/12/1982 Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği 25
Yönerge 25/8/2011 Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge 10
12
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi