TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
NEJAT YURDUNKULU BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/1672)
|
|
Karar Tarihi: 13/9/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Volkan
ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
Nejat
YURDUNKULU
|
Vekili
|
:
|
Av. Vefa
TOKLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, aleyhe nasıp düzeltme işleminin iptali istemiyle
açılan davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza
yargılaması esas alınarak karar verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal
edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde subay olarak görev
yapan başvurucu 30/8/2009 tarihinde binbaşı rütbesine terfi etmiştir.
9. Başvurucu hakkında, 2008 ve 2010 yılları içinde yurt dışına
firar suçunu işlediği isnadıyla
Adana 6. Mekanize Piyade Tümen Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme)
nezdinde ceza davası açılmıştır.
10. Askerî Mahkeme 25/7/2013 tarihli kararıyla başvurucunun
üzerine atılı eylemi gerçekleştirdiği sonucuna vararak 10 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına hükmetmiş ancak4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar vermiştir. Hüküm 4/9/2013 tarihinde kesinleşmiştir.
11. Hükmün kesinleşmesinin ardından 9/1/2014 tarihli işlemle
başvurucunun yurt dışında geçirmiş olduğu süre kıdeminden düşülerek 30/8/2009
olan binbaşılık nasbı 13/9/2009 tarihine götürülmüştür.
12. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde dava açmıştır.
13.AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 8/7/2014 tarihli kararıyla
davayı reddetmiştir.
14.Ret gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
"Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması"
başlıklı 231 'inci maddesinin 5'inci fıkrasında;,
'(Değişik:23.01.2008-5728/562 md.) Sanığa yüklenen
suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az
süreli hapis veya adli para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün
açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç
doğurmamasını ifade eder.' hükmü yer almaktadır.
926 Sayılı Kanunun
36'ncı maddesi irdelendiğinde; gözaltı, tutukluluk, hükümlülük ve açıkta geçen
sürelerden farklı olarak firar ve izin tecavüzünde geçen sürelerin kıdemden
indirilmesi için mahkumiyet halinin aranmadığı, firar veya izin tecavüzünde
bulunulduğunun askeri mahkeme kararı ile sabit olmasırun
kanun koyucu tarafından yeterli görüldüğü anlaşılmıştır.
Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri ve
açıklamalar çerçevesinde dava konusuna dönüldüğünde 6'ncı Mekanize P.Tüm.K.lığı Askeri Mahkemesinin 25.07.2013 tarihli,
2013/456-615 E.K. sayılı kararı ile '01.08.2008-04.08.2008,
27.11.2008-01.12.2008, 26.02.2010-01.03.2010" tarihleri arasında davacının
yurt dışına firar suçunu işlediğinin sabit olduğu sonucuna varılarak her bir
firar eylemi için neticeten 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, ancak
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231'inci maddesi gereğince sanığa verilen
mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve
kararın kesinleştiği görülmektedir. Davacının firarda bulunduğunun sabit
olduğunun mahkeme kararı ile anlaşılması karşısında, davacı hakkında 926 sayılı
TSK Personel Kanununun 36'ncı maddesinin (a)/3 fıkrası gereğince firarda
geçirdiği'01.08.2008-04.08.2008, 27.11.2008-01.12.2008, 26.02.2010-01.03.2010'
tarihleri arasındaki sürenin kıdeminden düşülerek binbaşılık nasbının
30.08.2009 tarihinden 13.09.2009 tarihine götürülerek aleyhe nasıp düzeltilmesi
işlemi tesis edilmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmamıştır. Zira, esasen bu
husus ceza yargılamasının konusu olmakla beraber; As.C.K.nunun 67/1-A maddesinde 'herhangi bir nedenle
izinli olsa dahi yabancı ülkeye gitme müsaadesi bulunmaksızın ülke sınırları
dışında üç günü geçirenlerin eylemi 'firar' suçu olarak tanımlanmış olduğu
cihetle davacının birliğinden ayrılırken izin alarak ayrılmış olması durumu,
ayrıca yurt dışına çıkış izni alınmadığı sürece müsnet
yurt dışına 'firar' suçunun oluşumunu etkilemeyecektir. "
15. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin
9/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
16. Başvurucu nihai kararı 30/12/2014 tarihinde tebellüğ
etmesinin ardından 28/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu'nun 36. maddesinin (a) bendinin olay tarihi itibarıyla
yürürlükte bulunan hâli şöyledir:
" a) Kısa hapis cezası, tecil edilen,
tedbire veya para cezasına çevrilen cezalar hariç olmak üzere subayların;
1. Şahsi hürriyeti bağlayıcı cezaya
mahkumiyetleri halinde, infaz süresi de dikkate alınaak
gözaltı, tutukluluk ve hükümlülükte geçen süreleri,
2. Açığı gerektiren bir suçtan mahkumiyet halinde açıkta geçen süreleri,
3. Firar veya izin tecavüzünde bulundukları
askeri mahkeme kararı ile sabit olanların firarda veya izin tecavüzünde geçen
süreleri,
kıdemlerinden düşülür. "
18. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının
son cümlesi şöyledir:
"Hükmün açıklanmasının geri bırakılması,
kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder."
B. Uluslararası Hukuk
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin
ikinci fıkrası şöyledir:
"Kendisine bir suç
isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz
sayılır."
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin 6.
maddesinin ikinci fıkrasının, kişilerin suçluluğu
yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence
altına aldığını belirtir. AİHM içtihatlarında, masumiyet karinesi ile sağlanan
güvencenin iki yönünün bulunduğunu ifade etmiştir: ceza yargılamasının
yürütülmesine ilişkin usuli güvence –bu güvence ile,
sonucunda mahkumiyet kararı dışında bir hüküm kurulan
ceza yargılaması ile bağlantılı olan durumlarda, daha sonra yürütülecek
yargılamalar boyunca kişinin masumiyetine saygı gösterilmesinin sağlanması
amaçlanır. Bu usuli yön kapsamında, masumiyet
karinesi ilkesi, ceza yargılamasının kendisinin adil olmasını sağlayacak usuli güvence olarak, kamu görevlilerinin davalının
suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunmasını yasaklar.
Ancak, bu husus, cezai meselelerde usuli güvence ile
sınırlı değildir, bu kapsam daha geniştir ve Devletin hiçbir temsilcisinin,
mahkeme ile suçluluğu ispatlanıncaya kadar kişinin bir suçtan suçlu olduğunu
söylememesini gerekli kılar.Bu
kapsamda, sadece ceza yargılaması kapsamında değil aynı zamanda ceza
yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen bağımsız hukuk yargılamaları,
disiplin işlemleri veya diğer yargılamalarda da masumiyet karinesinin ihlali
söz konusu olabilir. Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki
güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar ceza
gerektiren bir suçla suçlandığı süreye ilişkin iken, masumiyet karinesi
güvencesinin ikinci yönü, ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir
hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren
suç karşısında kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirir (Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018,
§ 43).
21. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının disiplin
yetkisini haiz makamların ceza yargılaması kapsamında kendisine suç isnat
edilen ve eylemi usule uygun bir şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine
yaptırım uygulamasını engellemek gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığına
kanaat getirmiştir. AİHM, Sözleşme’nin herhangi bir eylem nedeniyle hem ceza
hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına veya söz konusu iki yargılama
türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel getirmediğine vurgu yapmaktadır.
AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde bile daha hafif bir ispat
külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya diğer sorumlulukların tesis
edilmesine halel getirilmediğine işaret etmektedir. Ancak nihai bir cezai hüküm
olmaksızın disiplin yargılaması kapsamında başvurana iddia konusu eylemi
nedeniyle cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin bulunması hâlinde 6. maddenin
(2) numaralı fıkrası kapsamına giren bir mesele söz konusu olacaktır (Seven/Türkiye, § 51).
22. Bu bağlamda, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasının
sağladığı korumanın ikinci yönüne göre, sanığın beraatıyla veya davanın
düşmesiyle sonuçlanan ceza yargılamaları sonrasında, söz konusu kişiye
masumiyetine uygun bir muamelede bulunulmasını gerekir. Bu ikinci yönde,
maddenin genel amacı, bir suçtan beraat eden bireyleri veya ceza yargılaması
düşen kişileri, itham edildikleri suçtan aslında suçlu olduklarını düşünen kamu
görevlileri ve makamlarına karşı korumaktır. Bu davalarda, masumiyet karinesi,
adil olmayan bir cezai hükmün önlenmesi için, sağladığı usuli
güvencenin çeşitli koşullarının yargılamada uygulanması suretiyle hayata
geçirilmiştir. Beraat veya herhangi bir düşme kararına riayet edilmesi hakkının
korunmaması halinde, Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan adil
yargılanma güvenceleri teorik ve hayali olma riskiyle karşı karşıya kalabilir (Seven/Türkiye, § 54).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 13/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile
sonuçlanan ceza yargılaması esas alınarak davanın reddedildiğini, ret hükmünün
münhasıran firar suçunun sabit görüldüğü gerekçesine dayandırıldığını, işleme
temel olan normun ve somut olayın yorumunda hataya düşüldüğünü belirterek adil
yargılanma hakkı ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
25. Anayasa’nın “Hak arama
hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
26. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.”
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel iddiası,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanan ceza yargılaması
ve bu ceza yargılamasına konu fiil esas alınarak kendisine suçlu muamelesi
yapılması suretiyle davanın reddedilmesine yönelik olduğundan şikâyetin
masumiyet karinesi yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
28. Başvurucunun ihlal iddiası, aleyhe nasıp düzeltme işleminin
iptali istemiyle açtığı davada AYİM tarafından gerekçeli kararda kesin bir mahkumiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamasının esas
alınması ve kullanılan ifadelere ilişkindir. Bu bağlamda masumiyet karinesinin
sağladığı güvencenin devreye girdiği somut başvuruda masumiyet karinesinin
sağladığı güvencelerin ve Anayasa'nın 36. maddesinin uygulanabileceği sonucuna
varılmaktadır. Bu itibarla ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşme'nin ortak
koruma alanının kapsamında yer aldığı, bir başka ifadeyle başvurunun Anayasa ve
Sözleşme hükümleriyle konu bakımından bağdaşmazlık göstermediği
anlaşılmaktadır.
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
30. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü
fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." şeklinde
düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma
ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası
sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine
dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında, kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak
sabit oluncaya kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet
karinesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının bir unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar
kimsenin suçlu sayılamayacağına dair 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca
düzenlenmiştir (Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B.
No: 2014/3905, 19/04/2017, § 27).
31. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin
adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar
masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine,
kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak
kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından
suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B.
No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
32. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet
karinesinin sağladığıgüvencenin iki yönü
bulunmaktadır.
33. Güvencenin ilk yönü; kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar.Güvencenin
bu yönünün kapsamı sadece cezayargılamasını yürüten
mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli
makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar
kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli
kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza
yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve
yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali
söz konusu olabilir (Galip Şahin, B.
No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).
34. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda
mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki
yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe
duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu
izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasınıgerektirir
(Galip Şahin, § 40).
35. Bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku
farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç
düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma
düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak
yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen
bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku
kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de
sorumluluk gerektiren bir mahiyettaşıyabilir (benzer
yönde değerlendirmeler için bkz. Özcan
Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, §
30). Böyle bir durumda Anayasa'da güvence altına alınan masumiyet karinesinin
bir eylemi nedeniyle ilgili hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin
yürütülmesine engel teşkil etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam
etmesinin de önünde anılan güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek
gerekir (M.E.T., B. No:
2014/11920, 3/7/2018, § 61).
36. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin müsnet suçu işlemediğine dair hükümler dışında ceza
mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir.
Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha
hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun
tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yönde
değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş, §
25; Kürşat Eyol,
§ 30).
37. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka
ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından
hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma
ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu
makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya
kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza
mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge
düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip
Şahin, § 47).
38. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve
olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca
(idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak
kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda disiplin işlem
ve yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile istinat edilmesi
ya da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış
olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil
etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda
birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir.
Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti
yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir
(Galip Şahin, § 48).
39. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen
durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat
bulunmakta ve bu kanaat “kasten yeni bir
suç” işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir.
Gerçekten hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani
kanaate ulaşmış mahkemenin buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre
ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç
doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi hâlinde açıklanması
geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini
ifade eder. Bu çerçevede ceza davası dışında fakat ceza davasına konu olan
eylemler nedeniyle devam eden idari uyuşmazlıklarda açıklanması geri bırakılan
mahkûmiyet kararına dayanılması masumiyet karinesi ile çelişebilir (Kürşat Eyol, §§
28, 29).
40. İdari uyuşmazlığın çözümüne esas teşkil etmesi bakımından
salt kişinin yargılanmış olmasından ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
dair karardan söz edilmesi, masumiyet karinesinin ihlal edildiğinden söz
edebilmek bakımından yeterli değildir. Bunun için kararın gerekçesinin bütün
hâlinde dikkate alınması ve nihai kararın münhasıran hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilen fiillere dayanıp dayanmadığının incelenmesi gerekir
(Ramazan Tosun, § 63; Hüseyin Şahin, § 40).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
41. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu, yurt dışına firar
eyleminde bulunduğundan bahisle hakkında açılan ceza davası sonucunda hapis
cezası ile cezalandırılmış ve hükmün açıklanmasını geri bırakılmasına 25/7/2013
tarihinde karar verilmiştir. Bu yargılama sürecinin ardından 9/1/2014 tarihli
işlemle başvurucunun yurt dışında geçirdiği süre kadar kıdeminden eksiltme
işlemi yapılmıştır. AYİM tarafından işlemin iptali istemiyle açılan dava
reddedilmiştir.
42. Başvurucu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile
sonuçlanan ceza yargısı süreci ve yargılamaya konu olan eylem esas alınarak
davanın reddedildiğini, bu nedenle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri
sürmektedir. Dolayısıyla somut başvurunun masumiyet karinesinin ikinci yönünü
ilgilendirdiği anlaşılmaktadır.
43. Yukarıda alıntılanan ilkeler uyarınca idari yargılama bakımından
üzerinde önemle durulması gereken husus yargılamayı yapan makamın ceza
yargılaması sonucu mahkum olmamış kişiye cezai
sorumluluk tayin etmemesi, buna yönelik bir dil kullanmaması ve münhasıran ceza
yargılaması sonucunda verilen karara dayanarak masumiyet karinesine gölge
düşürmemesidir.
44. Mahkeme kararının gerekçesinde hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararına atıfla “Davacının
firarda bulunduğunun sabit olduğunun mahkeme kararı ile anlaşılması karşısında... ” , " ...davacının birliğinden ayrılırken izin
alarak ayrılmış olması durumu, ayrıca yurt dışına çıkış izni alınmadığı sürece müsnet yurt dışına 'firar' suçunun oluşumunu
etkilemeyecektir" ifadelerinin kullanıldığı görülmektedir.
45. Genel ilkeler kısmında da belirtildiği üzere hakkında hükmün
açıklanması geri bırakılması kararı verilen bir kimse mahkûm olmuş
sayılmayacağından kamu otoritelerinin bu kişinin masumiyetine gölge düşürecek
ve masumiyet karinesinin devam etmesini sağlayan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararından kuşku
duyulmasına neden olacak, onu anlamsız kılacak özensiz davranışlardan kaçınması
gerekir. Bu bağlamda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile
sonuçlanan ceza yargılaması sürecinde eylemin/suçun sübut bulduğuna dair
yapılan tespitlere dayanılarak bu eyleme bağlanan diğer idari kararların salt
bu tespitler nedeniyle hukuka uygun addedilmesi masumiyet karinesi ile çelişir.
46. Yurt dışına firar 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri
Ceza Kanunu'nda suç olarak düzenlenmiş bir fiildir. Somut olayda derece
mahkemesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına atıfla başvurucunun
firar eyleminin sabit olduğunun mahkeme kararı ile anlaşıldığını belirtmiştir.
Mahkeme ayrıca bu belirlemenin de ötesine geçerek başvurucunun birliğinden izin almış olmasının, yurt dışına çıkış izni
almadığı sürece firar suçunun oluşumuna etkisi olmayacağını ifade
etmek suretiyle idare hukuku alanını aşmıştır. Bu bağlamda mahkemenin tespiti
ceza hukuku alanına ilişkin bir değerlendirme mahiyetinde olup kararda cezai
sorumluluk tespitine yönelik bir dilin kullanıldığı açıktır. Bu yaklaşım,
mahkûmiyetle neticelenmemiş fiili yönünden başvurucuya suçlu muamelesi yapılması sonucunu
doğurmuştur.
47. Bu hâle göre suç isnadına dair belirleme yapan, gerekçesini
münhasıran hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanmış ceza
mahkemesi hükmüne dayandıran AYİM Birinci Dairesinin kullandığı dilin
başvurucunun masumiyetine gölge düşürücü mahiyette olduğu ve hakkında açılan
ceza davasının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile neticelenmiş
olmasını anlamsız hâle getirdiği kanaatine varıldığından kararda yapılan
değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği sonucuna
ulaşılmıştır.
48. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde AYİM Birinci Dairesi
kararının gerekçesinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile
sonuçlanan ceza yargılamasındaki mahkûmiyet tespitine göre başvurucunun
yargılamaya konu eylemi işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtıldığı
anlaşıldığından Anayasa’nın 36. ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında güvence
altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
49.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması
gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
50. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal
edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir (detaylı
açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan, [GK],
B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60).
51. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılama
yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.
52. Anayasa Mahkemesi, AYİM Birinci Dairesi kararında yapılan
değerlendirme ve kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiği
sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından
kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
53.
Bu durumda masumiyet karinesinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması
için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre
yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2)
numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. ve 38. maddesinin dördüncü fıkrasında hüküm
altına alınan masumiyet karinesinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin masumiyet karinesinin ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere
-Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt
bendi gereğince- yetkili idari yargı mercine
GÖNDERİLMESİNE (Karar AYİM Birinci Dairesinin 8/7/2014 tarihli ve E.2014/858,
K.2014/730 sayılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir),
D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
13/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.