TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
HASAN OKAN DELİGÖZ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/16727)
|
|
Karar Tarihi: 21/3/2019
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
|
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör
|
:
|
Mehmet Sadık YAMLI
|
Başvurucu
|
:
|
Hasan Okan DELİGÖZ
|
Vekili
|
:
|
Av. Kemal Nevzat GÜLEŞEN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, iddianame esas alınarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden
ihraç edilme ve bu işleme karşı açılan davanın aynı gerekçe ile reddedilmesi
nedenleriyle masumiyet karinesinin; ayırma işlemi sırasında savunma alınmaması,
ilgili mevzuatın uygulanmaması, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin yapısından
dolayı tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmaması ve kararlarına karşı
başvurulabilecek etkili bir kanun yolunun bulunmaması nedenleriyle de adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 27/10/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu 14/3/2014 tarihine kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinde
(TSK) subay olarak görev yapmıştır.
8. Başvurucu görev yapmakta iken 2013 yılında işlediği iddia
olunan ihaleye fesat karıştırma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında
Gölcük Cumhuriyet Savcılığınca 6/11/2013 tarihli iddianame düzenlenerek dava
açılmış olup Gölcük 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/273 esas sayılı dosyasında
yargılama devam etmektedir.
9. Anılan iddianamede ileri sürülen hususlara ilişkin Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığınca başvurucu ile ilgili olarak
TSK'dan ayırma süreci başlatılıp başvurucunun durumu aynı Komutanlık
bünyesindeki komisyonda incelenerek sicil yolu ile TSK'dan ayırma işlemi
yapılmasının uygun olacağı hususu komutanın onayına sunulmuştur. Deniz
Kuvvetleri Komutanı tarafından bu kararın tasvip görmesi üzerine Deniz
Kuvvetleri Komutanı ve Genel Kurmay Başkanı'nca "Silahlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir"
sicil belgesi düzenlenmiştir. İlgili silsile takip edilerek nihayetinde
14/3/2014 tarihinde başvurucunun TSK'dan ilişiği kesilmiştir.
10. Başvurucu, ayırma işlemine karşı Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 17/3/2015
tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme 31/1/2013 tarihli ve
6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun yürürlüğe girmiş
olmakla birlikte dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibarıyla 6413
sayılı Kanun'un 49. maddesinde öngörülen yönetmeliğin henüz yürürlüğe
girmediğinden aynı Kanun'un geçici 1. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun
50/c maddesinin uygulanmasına devam edilmesinin yasal bir zorunluluk olduğunu
ve buna göre başvurucu hakkındaki ayırma işleminin anılan 50/c maddesi ve Subay
Sicil Yönetmeliği'nin 91. ve 92. maddeleri uyarınca tesis edilmesinde hukuka
aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Kararda dava konusu işlemin yetki ve
şekil unsurları yönünden hukuka uygun bulunduğu da açıklandıktan sonra
başvurucu hakkında bir mahkeme kararı olmadığı için suçluluğunun sabit olmadığı
yönündeki iddiası incelenmiş ve şöyle denilmiştir:
"...; davacı hakkındaki Gölcük Cumhuriyet
Başsavcılığının 06.11.2013 tarihli iddianamesinde teknik ve fiziki takip,
kolluk fezlekesi ve iletişim tespit kayıtları ve buna ilişkin tapeler, bilirkişi raporları şeklinde sözü edilen ayrıntılı
deliller çerçevesinde gerek davacıya isnad edilen
eylemlerin davacıdan sadır olduğu gerekse bu eylemlerin (tipiklik bakımından isnad edilen suçları oluşturup oluşturmadığı hususuna
ilişkin ceza yargılamasından bağımsız olarak) disiplin hukuku ilkelerine göre
değerlendirilmesi sonucunda niteliği ve niceliği itibariyle vahim olduğu
yönündeki davalı idare değerlendirmesinin olgulara uygun olduğu; bu itibarla
sözü edilen eylemlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinın
disiplin ve ahlak anlayışına açıkça ters düştüğü ve TSK'nın itibarını sarsacak
şekilde ahlak dışı hareketler kapsamında değerlendirilmesi gerektiği; bu
bağlamda davacının statüsü itibariyle kamu görevlisi olma nitelik ve
yeterliliğini yitirdiği, bu durum karşısında kamu hizmetinde istihdam
edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği, sonuç olarak, davacı
hakkında Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50/c ve Subay Sicil
Yönetmeliğinin 91 ve 92'nci maddeleri uyarınca tesis edilen ayırma işleminde
takdir yetkisinin objektif ölçütlerle, hizmet gereklerine uygun, kamu yararı-birey
yararı dengesi gözetilerek ve ölçülü bir şekilde kullanıldığı, dolayısıyla
tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna
varılmıştır."
11. Başvurucunun karar düzeltme istemi AYİM Birinci Dairesinin
15/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 5/10/2015 tarihinde tebliğ
edilmiştir. Başvurucu 27/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
12. 16/2/2013 tarihli ve Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren 6413 sayılı Kanun'un "Geçiş dönemi" kenar başlıklı geçici
1. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"(4) Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte kurulu bulunan disiplin mahkemeleri, 49 uncu maddede
öngörülen yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar disiplin kurulu olarak bu Kanun
hükümlerine göre faaliyetlerine devam eder. Söz konusu yönetmelik yürürlüğe
girinceye kadar 926 sayılı Kanunun, bu Kanunun 45 inci maddesinin altıncı
fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan hükümlerinin uygulanmasına
devam olunur."
13. 926 sayılı Kanun'un olayda uygulanan mülga 50. maddesinin
birinci fıkrasının(c) bendi şöyledir:
"c) Disiplinsizlik veya ahlaki durum
sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle
Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subayların hizmet sürelerine
bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.
Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkında
sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği,
inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler
tarafından yapılacağı subay sicil yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi
subaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından
incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden
ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır."
14. Anayasa Mahkemesi, 6413 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin
(4) numaralı fıkrasının (bkz. § 12) iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusu üzerine
anılan düzenlemeyi Anayasa'ya aykırı bulmamış ve istemi reddetmiştir.
Mahkemenin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/24, K.2014/122 sayılı kararının ilgili
kısımları şöyledir:
"İtiraz konusu kural,
Kanun’un 49. maddesi gereğince Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca
müştereken çıkarılacak olan yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar, Kanun’un 45.
maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 926 sayılı
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 50. maddesinin birinci fıkrasının
(c) bendi ve 94. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan,
disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle silahlı kuvvetlerden ayırma cezasını
düzenleyen hükümlerin uygulanmasına devam olunacağını düzenlemektedir.
...
İtiraz konusu kural ile getirilen düzenleme,
esasları belirlenmiş, çerçevesi çizilmiş, sınırları kanun koyucu tarafından
düzenlenmiş olan Kanun hükmünün yürürlüğe gireceği zamanın belirlenmesine
ilişkindir. Kaldı ki bu durum, yeni kanunun uygulanma şekli için çıkarılması
mecburi olan yönetmeliğin hazırlanmasının belli bir süre almasından
kaynaklanmaktadır. Burada her ne kadar yönetmeliğin yayımlanmasının belirli bir
süreye bağlanmadığı ve bu durumun belirsizlik oluşturacağı ileri sürülebilecek
ise de yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar olan dönemde bir boşluk söz konusu
olmayıp hem önceki dönemde hem de sonraki dönemde kişiler için uygulanacak olan
düzenlemeler kanun ile yapılmış düzenlemelerdir. Kanun koyucunun, geçiş
döneminde diğer hükümleri henüz yürürlükten kaldırmadığı dolayısıyla iradesini
bu şekilde koruduğu gerçeği göz önüne alındığında yasama yetkisinin devrinden
ve belirsizlikten söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural
Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi
gerekir."
B. Uluslararası Hukuk
1. İlgili Sözleşme
15. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"Herkes medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..."
"Kendisine bir suç
isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz
sayılır."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
a. Genel Olarak
16. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yerleşik içtihadı
uyarınca, Sözleşme ile korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmediği sürece ulusal
mahkemelerce yapılan hukuki ya da maddi hataları ele almanın kendi görevi
olmadığını belirtmektedir (García Ruiz/İspanya
[BD], B.No: 30544/96,
21/1/1999, § 28; Perez/Fransa [BD], B. No: 47287/99, 12/2/2004,
§ 82). Bu içtihada göre Sözleşme'nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını
güvenceye almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ya da delillerin
nasıl değerlendirileceğine ilişkin herhangi bir kural koymaz, bu hususlar
öncelikli olarak ulusal hukukun ve mahkemelerin düzenleme alanına girer. Normal
şartlarda ulusal mahkemelerin belirli delil unsurlarına ya da önlerindeki
uyuşmazlıktaki tespit ya da değerlendirmelere tanıyacakları ağırlık gibi
meseleler Mahkemenin yeniden inceleme alanına girmez. AİHM, bir dördüncü derece
yargı yeri gibi davranmamalıdır; dolayısıyla keyfî olduğu ya da makul olmadığı
açıkça görülebilecek tespitlerde bulunmadıkları takdirde ulusal mahkemelerin
kararlarını 6. maddenin birinci fıkrası kapsamında sorgulamaz (Bochan/Ukrayna ((No.2)
[BD], B. No: 22251/08, 5/2/1015, § 61).
b. Masumiyet Karinesine İlişkin İçtihat
17. Sanığı yargılayan mahkemenin veya bu mahkemenin üyelerinin
sanığa isnat edilen suçu işlediği ön yargısıyla hareket etmemesini ifade eden
ve Sözleşme’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen masumiyet karinesi,
birinci fıkrada teminat altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli
unsurlarından biridir (Minelli/İsviçre,
B. No: 8660/79, 25/3/1983,§ 27).
18. Masumiyet karinesi, suç isnadının karara bağlandığı
yargılamalarda geçerli olduğu için Sözleşme’nin 6. maddesinde ifade edilen “medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar”
çerçevesinde değerlendirilen idari davalar, kural olarak masumiyet karinesinin
uygulama alanı dışında kalmaktadır. Ancak idari davada uyuşmazlık konusu olan
maddi olayın tespitinde idari yargı mercii, aynı maddi olayı ele alan ceza
mahkemesinin daha önce verdiği cezai sorumluluğun bulunmadığını tespit eden
kararına uygun hareket etmelidir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. X/Avusturya [GK], B. No: 9295/81,
6/10/1982; C/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 11882/85, 7/10/1987). Bu kural, kişi hakkında
verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece aynı maddi olay çerçevesinde daha
düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin sorumluluğu çerçevesinde
yaptırıma tabi tutulmasına engel teşkil etmemektedir (Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38).
19. Ayrıntılı AİHM içtihatları için bakınız (Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018,
§§ 18-30).
c. Disiplin Cezalarına
İlişkin İçtihat
20. AİHM devlet ile kamu görevlileri arasındaki anlaşmazlıklarda
Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının uygulanabilirliği hakkındaki
içtihadını Vilho Eskelinen ve
diğerleri/Finlandiya ([BD], B. No: 63235/00, 19/4/2007) kararında
ortaya koymuştur. AİHM, bu kararında ilke olarak kamu görevlileri ile ilgili
uyuşmazlıkların adil yargılanma hakkı kapsamında ele alınabileceğini kabul
etmektedir. Ancak devlete özel bir güven ve sadakat bağı ile bağlı olan kamu
görevlileri (asker, polis vb.) açısından konuyu ayrı değerlendirmektedir. Bu
çerçevede kamu görevlileri ile devlet arasındaki uyuşmazlıkların adil
yargılanma hakkının kapsamı dışında tutulabilmesi için şu iki koşulun birlikte
gerçekleşmiş olması gerekir. İlk olarak devlet, söz konusu uyuşmazlığa ilişkin
iç hukukunda mahkemeye başvuru hakkını tanımamış olmalıdır. İkinci olarak bu
yoksun bırakma devletin menfaatiyle ilgili objektif sebeplerle haklı
kılınmalıdır (Vilho Eskelinen ve
diğerleri/Finlandiya, § 62).
21. Diğer taraftan AİHM disiplin hukukunun kapsamına giren bir
suçtan dolayı meslekten ihraç kararlarına karşı yapılan başvurularda, olayın
Sözleşme'nin 6. maddesinin medeni haklar kapsamında incelenebileceğini kabul
etmektedir. AİHM, meslekten çıkarmayla ilgili soruşturmanın olayın kendine özgü
koşulları altında “bir suç isnadının karara
bağlanmasını içermediği”ni,
dolayısıyla 6. maddenin cezai yönü bakımından uygulanamayacağını belirtmektedir
(Oleksandr Volkov/Ukrayna,
B. No:21722/11, 9/1/2013, §§ 92-95)
22. Ayrıca AİHM içtihatlarına göre “medeni hak ve yükümlükler”le ilgili uyuşmazlıklara karar veren bir
yargısal organ 6. maddenin birinci fıkrası gereklerini bazı açılardan yerine
getirmese bile bu organ önündeki yargılamalar sonradan tam yargı yetkisine
sahip ve 6. maddenin birinci fıkrasındaki güvenceleri sağlayan yargısal bir
organın denetimine tabi olursa Sözleşme ihlal edilmemiş olabilir (Albert And Le Compte/Belçika [GK], B. No: 7299/75, 7496/76,10/2/1983, § 29).
23. Memurluk görevinden çıkarma disiplin cezasının uygulanması
sırasında Yüksek Disiplin Kurulu (YDK) önünde savunma yapılamamasına ilişkin
şikâyet daha önce AİHM önüne taşınmıştır. Melek
Sima Yılmaz/Türkiye, B. No: 37829/05, 30/9/2008 kararına konu olayda
başvurucu; YDK’nın kendisini 14/7/1965 tarihli ve 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 129. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan
yazılı veya sözlü olarak kendisi veya temsilcisi vasıtasıyla savunma yapmak,
şahit dinletmek, soruşturma raporunu incelemek gibi haklar konusunda
bilgilendirmediği için bu tür hakları olduğundan haberi olmadığını, bu nedenle
YDK önünde savunma hakkına saygı gösterilmediğini iddia etmiştir.
24. AİHM,başvurucunun
YDK tarafından verilen görevden alınma kararına yasal yollarla itiraz etme
imkânı bulduğunu ve savunma hakkının çiğnendiği iddiasını idari mahkemelerin
önüne götürebildiğini tespit etmiştir. AİHM söz konusu idari davada esas
itibarıyla ilgili tüm belge ve bilgilerin ilgili şahsa sunulduğu, disiplin
dosyasında yer alan tutanaklar da dâhil olmak üzere karşı tarafın bütün
argümanlarına itiraz etme şansı bulabildiği hususlarına da dikkat çekerek
başvurucunun bu şikâyetleri yönünden adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği
sonucuna varmıştır (Melek Sima Yılmaz /
Türkiye, §§ 26-28).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 21/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Masumiyet Karinesinin
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, hakkındaki ceza davasının henüz sonuçlanmadığı
hâlde anılan ceza davasında ileri sürülen iddialar gerekçe gösterilerek
görevine son verilmesi ve bunun iptali istemiyle açtığı davanın aynı gerekçeyle
reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Genel İlkeler
27. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel
başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia
edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve
Türkiye'nin taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokoller
kapsamına da girmesi gerekir (Onurhan Solmaz,
B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18). Masumiyet karinesi; Anayasa'nın 38.
maddesinin dördüncü, Sözleşme'nin ise 6. maddesinin (2) numaralı fıkralarında
düzenlenmektedir (Ahmet Altuntaş ve
diğerleri [GK], B. No: 2015/19616, 17/5/2018, §7).
28. Bir başka ifadeyle masumiyet karinesi, Anayasa'nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olmakla
beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı
belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca
düzenlenmiştir (Galip Şahin, B.
No: 2015/6075, 11/6/2018, § 37).
29. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş
bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır.
Bunun sonucu olarak kişinin masumiyeti “asıl”
olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup kimseye suçsuzluğunu
ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit
oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak
nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B.
No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
30. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet
karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır (Galip Şahin, § 38).
31. Güvencenin birinci yönü kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar.Güvencenin
bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı
değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve
kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde
ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç
isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı
olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk,
disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip Şahin, § 39).
32. Masumiyet karinesinin ikinci yönü ceza yargılaması sonucunda
mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki
yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe
duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu
izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip Şahin, § 40).
33. Diğer taraftan bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ile
disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku;
kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin
mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik
olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve
esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiilî
ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku
yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir (benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş,
B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30). Böyle bir durumda Anayasa'da
güvence altına alınan masumiyet karinesinin bir eylemi nedeniyle ilgili
hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin yürütülmesine engel teşkil
etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam etmesinin de önünde anılan
güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek gerekir.
34. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin müsnet suçu işlemediğine dair hükümler dışında ceza
mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir.
Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha
hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun
tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş,
§ 25; Kürşat Eyol,
§ 30).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
35. Somut olayda başvurucu, aleyhine ceza davası açılmış
olmasının ihracına ve ihraca karşı açtığı davanın reddine gerekçe olarak
gösterilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bir
başka ifadeyle başvurucu gerek idarenin ihraç kararında gerekse AYİM kararında
geçen somut herhangi bir ifadeden şikâyet etmemiş, bir bütün olarak
iddianamedeki suçlamalar esas alınarak ihraç edilmesinden ve buna karşı açtığı
davanın reddedilmesinden yakınmıştır.
36. Olayda başvurucu hakkındaki ceza ve disiplin hukuku
süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak disiplin işlemine karşı açılan
idari davanın ceza yargılaması devam ederken sonuçlandığı; öte yandan ceza
davasının derdest olduğu, bir başka ifadeyle başvurucunun suçluluğunun hükmen
sabit olmadığı görülmektedir. Bu itibarla somut olayda disiplin soruşturması ve
yargılaması sürecinde kamu makamlarının kararlarında belirttiği gerekçeler veya
kullandığı dil nedeniyle henüz ceza mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan başvurucunun
masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verilip verilmediğinin ortaya
konulması gerekmektedir.
37. AYİM kararının (bkz. § 10) incelenmesinden başvurucunun
ihracının salt iddianame düzenlenmiş olmasına dayanmadığı, iddianamede
belirtilen teknik ve fiziki takip, kolluk fezlekesi, iletişim tespit kayıtları
ile buna ilişkin tapeler, bilirkişi raporları gibi
deliller çerçevesinde ve ceza yargılamasından ayrı olarak disiplin hukuku
çerçevesinde durumu değerlendirilerek ihracına karar verildiği, söz konusu
kararın da AYİM tarafından hukuka uygun bulunarak davanın reddedildiği
anlaşılmaktadır.
38. Dolayısıyla başvuru tarafından da açıkça gösterilmediği gibi
başvuruya konu AYİM kararında başvurucunun suçlu olduğuna yönelik bir ithamın
bulunmadığı, suç vasfının ve mahiyetinin tartışılmadığı, yalnızca somut olayın
işlem tarihindeki koşullar dikkate alınarak mevzuat bağlamında idari yönden
değerlendirildiği ve tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu yönünde hüküm kurulduğu
görüldüğünden bireysel başvuruya konu edilen AYİM kararında masumiyet
karinesine yönelik bir müdahalenin bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
39. Açıklanan gerekçelerle masumiyet karinesine yönelik bir
ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. AYİM'in Yapısında Subay Üyeler Bulunması Nedeniyle Bağımsız
ve Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
40. Başvurucu, yapısı ve bünyesindeki kurmay subaylar nedeniyle AYİM’in bağımsız ve tarafsız olmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
41. Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel
haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık
olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular
açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet
Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013,
§ 24).
42. Anayasa Mahkemesi tarafından bu konu daha önce incelenirken
belirtildiği üzere AYİM’in oluşumu, statüsü ve
görevleri Anayasa ve ilgili Kanunda hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askerî hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve
ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri
yönünden askerî hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun
bulunmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap vermek zorunda olmadıkları, ayrıca
disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara
bağlandığı görülmektedir (Yaşasın Aslan,
B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29). Diğer yandan sınıf subayı üyelerinin en
fazla dört yıllık bir süre ile görev yapmaları, disiplin konularında yukarıda
bahsedilen Disiplin Kuruluna tabi kılınmaları, görev süreleri içinde idari veya
askerî yetkililerce herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamaları bu
subayların idareye karşı bağımsızlıklarını güçlendirmiştir (Yaşasın Aslan, § 30; benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Mustafa Yavuz ve
diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 29870/96,
25/5/2000; Bek/Türkiye (k.k.), B. No: 23522/05, 20/4/2010).
43. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının da diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. İki Dereceli
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
44. Başvurucu, AYİM kararına karşı etkili bir yol
bulunmadığından şikâyet etmiştir.
2. Değerlendirme
45. İki dereceli yargılanma hakkı, ihlal iddiasına konu karar
tarihi itibarıyla Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokollerden
herhangi birinin ortak kapsamına girmemektedir (Hikmet Balabanoğlu, § 40).
46. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Savunması Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
47. Başvurucu; ihracına ilişkin iddialarla ilgili olarak
savunması alınmadan işlem yapıldığını, bu durumun Anayasa'nın 129. maddesine
aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
48. Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi
hükümlerine göre adil yargılanma hakkı dava sürecine özgülenmiştir. Dolayısıyla
söz konusu hak kapsamındaki güvenceler, esas olarak mahkemedeki yargılama
sürecine uygulanmaktadır. Ancak dava öncesi ya da sonrasındaki süreçte yaşanan
birtakım ihlal ya da eksiklikler yargılamanın bir bütün olarak adilliğine zarar
verebilecek nitelikte ise adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin dava
öncesi ya da sonrasındaki süreçler için de uygulanması gerekmektedir. Bu
gereklilik adil yargılanma hakkının tam anlamıyla gerçekleştirilebilmesi
amacından kaynaklanmaktadır. Örneğin bir suç şüphesi ile yakalanan kişinin
polis tarafından sorgulanması aşaması, dava öncesine ilişkin bir aşama olmakla
birlikte adil yargılanma hakkı kapsamındadır. Zira sorgulama sırasında şüpheli
kişinin bu hakkın getirdiği güvencelerden yararlanmaksızın vermiş olduğu
ifadelerinin mahkemede delil olarak kullanılması bir bütün olarak muhakemenin
adil bir şekilde gerçekleştirilmesini tehlikeye sokabilir. Yine yargı mercileri
önünde dava açılmasından önce idari bir başvuru yolunun tüketilmesinin zorunlu
olduğu bazı hâllerde adil yargılanma hakkına ilişkin güvencelerin idari süreç
bakımından da uygulanması gerekebilmektedir. Adil yargılanma hakkının davadan
önceki ve sonraki aşamalara uygulanması uyuşmazlığa konu olayın ve yargılama
sürecinin koşullarına bağlı olup her davada ayrıca incelenmesi gereken bir
husustur (Yusuf Gezer, B. No:
2013/2103, 14/1/2014, § 24).
49.Somut olayda başvurucu, ayırma işleminin iptali istemiyle
tarafsız ve bağımsız yargılama yapan AYİM nezdinde dava açarak anılan işleme
yönelik bilgi ve kanıtlar ile iddia ve savunmalarını yargı mercilerine sunma
fırsatı elde etmiştir. Yargılama bir bütün olarak değerlendirildiğinde işlemin
tesisi aşamasında savunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların
yargılamanın adil bir şekilde yürütülmesini engelleyecek bir duruma yol açacak
nitelikte olmadığı görülmüştür. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının açıkça
dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
E. Diğer İddialar
1. Başvurucunun İddiaları
51. Başvurucu, ayırma işlemi sırasında 6413 sayılı Kanun'un
uygulanmadığını ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
52. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).Başvurucunun ileri
sürdüğü iddiaların özü söz konusu kararın adil olmadığı hususu ile ilgilidir.
Bu nedenle başvuru, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası
başlığı altında incelenmiştir.
53. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda
incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava
konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin
değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile
uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvurukonusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki
hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013,
§ 42).
54. Başvuruya konu olayda başvurucunun ileri sürdüğü iddiaya
ilişkin olarak AYİM tarafından değerlendirme yapılmış ve gerekçede (bkz. § 10)
ayrıntılı şekilde uygulanması gerekli olan mevzuat hükmü tartışılmış, 6413
sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmüne istinaden önceki
mevzuat hükümlerine göre işlem tesis edilmesinde yetki ve şekil unsurları
yönünden hukuka aykırılık bulunmadığı saptanmıştır.
55. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, derece
mahkemesince delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına
ilişkin olup mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate
alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu
anlaşılmaktadır.
56. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Masumiyet karinesinin
ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. İki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Savunma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Diğer ihlal ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
21/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.