TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ADEM KANAT VE FATMA KANAT BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/16838)
|
|
Karar Tarihi: 10/10/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter DEVECİ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Adem KANAT
|
|
|
2. Fatma KANAT
|
Vekili
|
:
|
Av. Arzu PAMUKÇU YÖRDEM
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ateşli silahla öldürme olayı hakkında etkili ceza
soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının; güvenlik güçlerinin terör
örgütü mensuplarıyla girdiği çatışma sırasında meydana gelen ölümler ve
yangınlar sonrasında köyün terkine bağlı olarak köydeki araziler üzerinde
tasarruf edilememesi ve arazi sahiplerine sağlanan gelir desteğinden
faydalanılamaması nedeniyle mülkiyet hakkının; 27/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun
çerçevesinde talep edilen tazminatla ilgili idari ve yargısal sürecin uzun
sürmesi, Anayasa'ya aykırılık iddiaları hakkında idari yargı mercisince karar verilmemesi, manevi tazminat ödenmemesi ve
ödenen maddi tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle de adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialar ile 5233 sayılı Kanun'un bazı
hükümlerinin iptali talebine ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/10/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek görülmediğini
bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgeler
çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu Fatma Kanat'ın eşi, diğer başvurucunun ise oğlu
olan H.K. 17/10/1992 tarihinde öldürülmüştür.
9. Güvenlik güçlerince düzenlenen tutanaklara göre Elazığ'ın
Arıcak ilçesinde terör örgütü mensuplarıyla girdikleri silahlı çatışmada
yaralanan bir kısım örgüt mensubunun Diyarbakır'ın Hani ilçesi Kaledibi köyündeki bir evde tedavi edildiği bilgisini alan
güvenlik güçleri, örgüt mensuplarının ele geçirilmesi amacıyla 17/10/1992
tarihinde bir operasyon yapılmasını planlamışlardır. İcra edilen operasyon
esnasında güvenlik güçleri ile örgüt mensupları arasında çıkan silahlı
çatışmada Mehmet oğlu M.T. ile Ali oğlu M.K. (bu kişi H.K. olmasına rağmen
tutanağa M.K. yazıldığı anlaşılmıştır.) isimli iki örgüt mensubu ölmüş, iki
asker de yaralanmıştır. Çatışma sonrası yapılan kontrolde köyün tamamına
yakınının daha önce köylüler tarafından boşaltıldığı ve örgüt mensuplarının
kaçtığı tespit edilmiştir.
10. Güvenlik güçlerince yazılan 17/10/1992 ve 18/10/1992 tarihli
tutanaklara göre silahlı çatışmada ölen M.K. ve M.T. köylülerce gömülmüş,
çevrede yapılan aramada çeşitli eşya ve ateşli silah malzemesi bulunmuştur.
11. Kolluk görevlilerince 17/10/1992 tarihinde beyanı alınan
M.A.K., sabah saatlerinde köylerinde çatışma çıktığını beyan etmiş ancak
başvurucunun yakınının ne şekilde öldüğü yönünde herhangi bir şey söylememiştir.
12. Kaledibi köyü Muhtarı S.Y.
19/10/1992 tarihinde olayın aydınlatılması için Hani Cumhuriyet Başsavcılığına
(Cumhuriyet Başsavcılığı) bir dilekçe vermiştir.
13. Cumhuriyet Başsavcılığı konuyla ilgili derhâl soruşturma
başlatmıştır.
A. Ölüm Olayı İle İlgili
Ceza Soruşturması Süreci
14. Cumhuriyet Başsavcılığı aynı gün S.Y.nin
ifadesini almıştır. İfadesinde S.Y. başka hususlar yanında 17/10/1992 tarihinde
askerlerin silahla ateşine karşılık veren olmadığını, köydeki evlerin pek çoğunun
ve tüm traktörlerin yakıldığını, akşam üzeri A.T., A.K., E.K., E.T., M.K., Me.K., Em.K., M.T. ve H.K.nın askerlerce yakalandığını, bunlardan M.T. ve H.K.nın ateşli silahlarla öldürüldüğünü, askerlerin köyden
gitmesinden sonra M.T. ve H.K.nın cesetlerini
bulduklarını, 18/10/1992 tarihinde yaptıkları aramada A.T.nin
(Bu kişi ile yakalanan kişinin aynı kişi olup olmadığı anlaşılamamıştır.)
cesedini bulduklarını ve her üç cesedin de defnedildiğini söylemiştir.
15. 20/10/1992 tarihinde cesetlerin gömüldüğü mezarlar açılmış
ve Cumhuriyet savcısı huzurunda iki hekim tarafından ölü muayene işlemi
yapılmıştır. Bahse konu işlemler nedeniyle oluşturulan tutanağa göre mezardan
çıkarılan H.K. ateşli silah yarasına bağlı nedenlerle ölmüştür ve kesin ölüm
nedeni belirlendiğinden klasik otopsi işlemi yapılmamıştır.
16. Cumhuriyet savcısı aynı gün M.T. ve H.K.ya
ait cesetlerin bulunduğu yerde keşif yapmıştır. Keşif sırasında olay yerinde
boş kovanlar bulunduğu görülmüştür.
17. Bingöl'ün Genç ilçesine bağlı, Kaledibi
köyünün yakınında bulunan Yaydere köyünün Muhtarı
M.C. Bingöl Valiliğine verdiği 21/10/1992 tarihli dilekçesinde Kaledibi köyünde biri 81, diğeri 57 yaşında iki kişinin
askerlerce kasten öldürüldüğünü ileri sürmüştür. M.C.nin
dilekçesi Diyarbakır Valiliğine gönderilmiş ve anılan dilekçe bir şekilde
soruşturma dosyasına girmiştir.
18. 21/10/1992 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesine
başvurulan M.K. olaydan birkaç gün önce köylerine gelen örgüt mensuplarına
başına bir iş gelmesinden duyduğu korku nedeniyle bir miktar ekmek verdiğini,
olaydan bir gün önce köyün üst taraflarından silah sesleri geldiğini, olay günü
hayvan otlatmak için köyden çıktığını, aynı amaçla Me.K.,
A.E. ve S.G.nin de köyde olmadığını, askerler örgüt
mensuplarını sorunca olan biteni anlattığını, askerlerin kendilerini köye
götürdüğünü, evlerde arama yapıldığını, köyde dolaşırken H.K. ve M.T.nin de askerlerin yanında olduğunu, bir ara silah
sesleri duyduklarını, yanlarına gelen bir askerin H.K. ve M.T.yi
kastederek "Doğruyu söylemiyorlardı.
Onları vurdum." dediğini, bu askerin esmer, uzun boylu ve
bıyıklı olduğunu, aramalardan önce köyün içinden ve çevresinden silah sesleri
geldiğini, kimin kime ateş ettiğini bilmediğini, H.K. ve M.T.nin
nasıl öldürüldüğüne dair bilgisi olmadığını söylemiştir.
19. Cumhuriyet Başsavcılığı 21/10/1992 tarihinde Ah.T.nin ifadesini almıştır. Ah.T.
17/10/1992 günü saat 08.30 sıralarında köye ve çevresine askerlerin geldiğini,
H.K. ve M.T. ile birlikte askerlerin yanına gittiklerini, aralarındaki ağaç ve
çalılardan yapılma çit nedeniyle göremediği komutanın kendisine eve gitmesini
söylediğini, H.K. ve M.T.nin ise orada kaldığını,
saat 15.00'e kadar köy ve çevresinden silah sesleri geldiğini, kendisini yanına
çağıran bir askerin köyden iki kişinin öldüğünden söz ederek cesetlerin
bulunduğu yeri gösterdiğini, cesetlerin H.K. ve M.T.ye ait olduğunu, Topçular
Karakol Komutanı olduğunu beyan eden bir askerin kendisine "Cesetleri gömün!" deyip ifade için
ertesi gün karakola gitmesi gerektiğini söylediğini, bu nedenle H.K. ve M.T.ye
ait cesetleri gömdüklerini, sonradan buldukları A.T.ye ait cesedi de 18/10/192
tarihinde gömdüklerini ve olay günü evlerine gelen bir askerin "Sizin vur emriniz çıktı." diyerek
evindeki kazana silahla ateş ettiğini beyan etmiştir.
20. Cumhuriyet Başsavcılığı 28/10/1992 tarihinde Hani İlçe
Jandarma Komutanı S.B.nin tanık sıfatıyla ifadesini
almıştır. İfadesinde operasyon süreciyle ilgili bilgi veren S.B. olay esnasında
iki kişinin öldüğünü ve cesetlerin gömüldüğünü 18/10/1992 tarihinde köylülerden
öğrendiklerini, ölen diğer kişiden ise 19/10/1992 tarihinde haberdar
olduklarını, cesetleri görmediklerini, işlerinin yoğunluğu nedeniyle olay günü
durumu bildiremediğini, olay anında cesetlerin bulunduğu yerde hangi askerlerin
bulunduğunu bilmediğini ancak köyün doğusunda Lice'den gelen askerî grubun
bulunduğunu, ölenlerin nasıl öldüğü konusunda bilgi sahibi olmadığını, bununla
birlikte örgüt mensuplarıyla yaşanan çatışmanın uzun sürdüğünü ve ölen iki
kişinin iki ateş arasında kalmış olabileceğini söylemiştir.
21. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Hani İlçe Jandarma
Komutanlığı operasyona katılan on iki rütbeli askerin fotoğrafını göndermiştir.
22. Cumhuriyet Başsavcılığı 10/12/1992 tarihinde, operasyona
katılan askerlerin fotoğraflarını M.K. ile Em.K.ya
göstererek teşhis işlemi yaptırmıştır. M.K. daha önceki ifadesinde bahsi geçen
kişiyi tam olarak hatırlamadığını ancak bu kişinin esmer, uzun boylu ve bıyıklı
olduğunu, ayrıca bu kişiye çevresindeki askerlerin "Komutanım." diyerek seslendiğini söylemiştir. Em.K. ise kendisine gösterilen fotoğraflar arasında
ifadesinde (Bu ifade tespit edilememiştir.) geçen kişinin resminin
bulunmadığını beyan ederek anılan kişinin esmer, şişman ve fazla uzun olmayan
bir kişi olduğunu ifade etmiştir.
23. Cumhuriyet Başsavcılığı 31/12/1992 tarihinde, iki askerin
örgüt mensuplarıyla çıkan çatışmada yaralanması nedeniyle soruşturma görevinin
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına (DGM Cumhuriyet
Başsavcılığı) ait olduğunu belirterek görevsizlik kararı vermiştir.
24. Bir şekilde H.K., M.T. ve A.T.nin
ölümüyle ilgili soruşturmayı tekrar yürüten (DGM Cumhuriyet Başsavcılığının
görevsizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderip göndermediği belirlenememiştir.) Cumhuriyet Başsavcılığı 6/6/1994
tarihinde soruşturma görevinin 7. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına
(Askerî Savcılık) ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.
25. Soruşturmayı tekrar nasıl ele aldığı tespit edilemeyen DGM
Cumhuriyet Başsavcılığı 22/3/1999 tarihinde, H.K., M.T. ve A.T.nin
kasten öldürülmesi olayını soruşturma görevinin Cumhuriyet Başsavcılığına ait
olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.
26. Cumhuriyet Başsavcılığı 19/4/1999 tarihinde, H.K., M.T. ve A.T.nin güvenlik güçlerince öldürüldüğü iddiasıyla ilgili
olarak lüzumu muhakeme kararı gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek
soruşturma evrakını Hani Kaymakamlığına göndermiştir.
27. İdari tahkikat kapsamında ifadesine başvurulan E.M., H.A.,
S.B. ve A.S.nin beyanlarından, adı geçenlerin H.K.,
M.T. ve A.T.nin nasıl öldüğü yönünde bir bilgiye
sahip olmadığı anlaşılmıştır. S.B. ifadesinde Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından dava açıldığını belirtse de bununla hangi davayı kastettiği veya
konuyla ilgili soruşturma açıldığını ifade etmek için mi bu yönde beyanda
bulunduğu anlaşılamamıştır.
28. Lüzumu muhakeme kararı verilip verilmeyeceği hususunun
tespiti için görevlendirilen muhakkikçe hazırlanan fezlekede, ölenlerin örgüt
mensuplarınca açılan ateş sonucu vefat ettikleri kanaatine varıldığı
belirtilmiştir.
29. Diyarbakır İl İdare Kurulu (İdare Kurulu) 7/9/2000
tarihinde, H.K., M.T. ve A.T.nin kimler tarafından
öldürüldüğünün tespit edilemediği, olayda görevli güvenlik güçlerinin kasten
öldürme suçunu işledikleri iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve sübuta
ermediği gerekçesiyle Hani İlçe Jandarma Komutanı da dâhil dokuz asker hakkında
men-i muhakeme kararı vermiştir.
30. Danıştay İkinci Dairesi 12/12/2002 tarihinde İdare Kurulunca
verilen kararın onanmasına karar vermiştir.
31. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK 250. madde ve TMK
10. madde ile görevli) 24/12/2008, 1/10/2012, 27/12/2012, 23/9/2013 ve 4/7/2014
tarihlerinde, başvurucuların 5233 sayılı Kanun kapsamında Diyarbakır Valiliği
Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Zarar Tespit
Komisyonu) yaptıkları başvurunun reddi üzerine nezdinde iptal ve tam yargı
davası davası açtıkları Diyarbakır 2. İdare
Mahkemesine (İdare Mahkemesi) müzekkere yazarak dava dosyası arasında bulunan
1993/254 sayılı soruşturma dosyasının iadesini istemiştir. Anılan soruşturma
dosyasının H.K., M.T. ve A.T.nin ölümüyle ilgili olup
olmadığı saptanamamıştır.
32. Anılan soruşturma dosyasını İdare Mahkemesi 18/7/2014
tarihli yazıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına iade edilmiştir.
B. Başvurucuların
Tazminat Talepleriyle İlgili Süreç
33. Vekilleri aracılığıyla başvurucular, evlerine yapılan baskın
sonucu yakınlarının öldüğünü, ev ve arazilerinin yakıldığını, bu nedenle
yaşadıkları köyü terk etmek zorunda kaldıklarını, köydeki ağaçlarının
kuruduğunu, hayvanlarının ise telef olduğunu ve sosyal risk ilkesine göre
idarenin hizmet kusur olmasa bile devletin önleyemediği terör olaylarından
kaynaklanan maddi ve manevi zararları ödemek zorunda olduğunu ileri sürerek
18/4/2005 tarihli dilekçeyle Zarar Tespit Komisyonuna başvurup maddi ve manevi
tazminat talep etmişlerdir.
34. Zarar Tespit Komisyonu 24/10/2005 tarihli kararıyla,
başvurucuların yakınının güvenlik güçleri ile girilen silahlı çatışmada
öldürüldüğü gerekçesiyle ve 5233 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ikinci
fıkrasının (f) bendine istinaden başvurucuların talebini reddetmiştir.
35. Vekilleri aracılığıyla başvurucular, yakınlarının silahlı
çatışmaya girmediğini ancak çatışma esnasında öldürüldüğünü iddia ederek
3/2/2006 tarihinde Zarar Tespit Komisyonunca verilen kararının iptali için adli
yardım talepli olarak İdare Mahkemesi nezdinde dava açmışlardır. Aynı davada
başvurucular, sosyal risk ilkesi gereğince zarar ile kamu hizmeti arasında
nedensellik bağı bulunmasa ve hizmet kusuru olmasa bile devletin kişilerin
uğradığı maddi ve manevi zararları ödemek zorunda olduğunu, maddi zararı
hesaplama yönteminin gerçek zararı tespit etmekten uzak olduğunu ve araziye
dayalı kayıplarının maddi zarar hesabına katılmadığını belirterek sadece maddi
zararın karşılanacağına, tazminin 19/7/1987 tarihi ile 5233 sayılı Kanun'un
yürürlüğe girdiği tarih arası için geçerli olduğuna, maddi zararın hesaplama
yöntemine ilişkin 5233 sayılı Kanun hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olduğunu
ileri sürüp 30.00 TL maddi, 30.000 TL manevi tazminat talep etmişlerdir.
36. Başvurucuların adli yardım talebini 30/5/2006 tarihinde
reddeden İdare Mahkemesi, eksik başvuru ve karar harcının tamamlanması için
başvuruculara otuz gün süre vermiştir.
37. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla İdare Mahkemesine
verdikleri 30/6/2006 tarihli dilekçelerinde harcı ödeme imkânlarının
bulunmadığını belirterek maddi ve manevi tazminat taleplerinden vazgeçtiklerini
ve iptal davası sonuçlandıktan sonra yeni bir dava ile tazminat talep
edeceklerini bildirerek davanın yalnızca iptal davası olarak görülmesini
istemişlerdir.
38. İdare Mahkemesi Askerî Savcılığa bir müzekkere yazarak
görevsizlik kararına istinaden Cumhuriyet Başsavcılığınca gönderilen soruşturma
dosyasının akıbetini sormuştur. Bu müzekkereye, kararın gönderildiği tarihin ve
şüpheli adlarının belirtilmemesi nedeniyle soruşturma kaydına rastlanmadığı
yönünde cevap verilmiştir.
39. İdare Mahkemesi 20/4/2007 tarihinde Cumhuriyet
Başsavcılığınca verilen 6/6/1994 tarihli görevsizlik kararının bir örneğini de
ekleyerek Askerî Savcılıkça konuyla ilgili dava açılıp açılmadığını ve dava
açılmışsa akıbetini sormuştur. Askerî Savcılığın cevap verip vermediği tespit
edilememiştir.
40. Zarar Tespit Komisyonunca İdare Mahkemesine gönderilen
28/1/2008 tarihli yazıda, mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan maddi
zararların tazminiyle ilgili olarak başvurucuların ayrı başvurularının
bulunduğu ve bu başvuruların inceleme aşamasında olduğu belirtilmiştir.
41. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla İdare Mahkemesine
verdikleri 14/2/2008 tarihli dilekçelerinde köyü terk nedeniyle herhangi bir
tazminat taleplerinin bulunmadığını bildirmişlerdir.
42. İdare Mahkemesi 15/2/2008 tarihinde başvurucuların murisi H.K.nın herhangi bir terör örgütü ile bağlantısı olduğu
yönünde bir tespitin bulunmaması ve dava dosyasında yer alan belgelerden
başvurucuların murisinin güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldüğü yönünde
kesin ve inandırıcı bilgi ve belgelerin bulunmaması nedeniyle 5233 sayılı
Kanun'un 2. maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendi uyarınca maddi tazminat
talebinin reddini hukuka uygun bulmamış ve dava konusu işlemin iptaline karar
vermiştir. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:
"...
Dava dosyasında bulunan bilgi, belge ve
ifadeler değerlendirildiğinde; 17.10.1992 tarihinde Diyarbakırİli,
Hani İlçesi Kaledibi Köyü güvenlik güçlerince bölücü
terör örgütü mensuplarına yönelik operasyon düzenlendiği, davacıların murisi[H.K.]nın da bu köyde ikamet etttiği,
çatışmada öldürülen teröristlerden olmadığı, kolluk kuvvetlerince de ölüm
nedeninin bilinmediği, çatışma arasında kalarak ölmüş olabileceğinin ifade
edildiği görülmektedir.
Mahkememizin muhtelif tarihli ara kararları
ile davacıların murisi [H.K.]nın
herhangi bir terör örgütü ile bağlantısı olduğu yönünde bir tespitin olup
olmadığı, tespit varsa adli takibat yapılıp yapılmadığı sorularak bu hususa
ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesinin istenildiği, davalı idarece
davacıların murisi [H.K.]nın
herhangi bir terör örgütü ile bağlantısı olduğu yönünde bir tespitin
bulunduğuna ilişkin bir tespitin yer almadığı görülmüştür.
Görüdüğü üzere, [H.K.]
adlı şahsın kim veya kimler tarafından ve ne amaçla öldürüldüğü yönünde hukuken
geçerli somut bir veri bulunmamaktadır. Ancak, adı geçenin öldürüldüğü tarih
itibariyle terör olaylarının ve bunlarla mücadelenin yoğun olduğu da bir
gerçektir. Adı geçenin de böyle bir ortamda öldürülmüş olarak bulunduğu,
dolayısıyla aksi yönde hukuken geçerli somut bir tespit bulunmadığından adı
geçenin terörden mağdur olmuş kişi olarak kabulü gerektiği sonucuna
varılmıştır.
..."
43. Başvurucular, İdare Mahkemesi kararında tazminat miktarı ile
başvuru tarihinden itibaren tazminata faiz işletileceği hususlarının yer
almadığını ileri sürerek İdare Mahkemesi kararını temyiz etmişlerdir.
44. Davalı idare de Danıştay nezdinde temyiz talebinde
bulunmuştur.
45. Temyiz incelemesini yapan Danıştay Onbeşinci
Dairesi (Danıştay Dairesi) 30/10/2014 tarihinde, başvurucunun 5233 Sayılı Kanun
kapsamında yaptığı başvurunun reddi yönünde tesis edilen işlemde hukuka uyarlık
bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermişse de
başvurucuların iddia ettiği zararlar nedeniyle talep ettikleri tazminat
istemleri hakkında da hüküm kurulması gerektiğini belirterek İdare Mahkemesi
kararının dava konusu işlemin iptaline ilişkin bölümünün onanmasına, tazminat
istemleri hakkında hüküm kurulmamasına ilişkin bölümünün ise bozulmasına karar
vermiştir.
46. Başvurucular, temyiz talebinde dile getirdikleri hususlar
yanında Zarar Tespit Komisyonundan manevi tazminat da talep ettiklerine,
başvurularının reddedildiğine, Zarar Tespit Komisyonu kararının manevi tazminat
yönünden de iptal edilmesi istemelerine rağmen İdare Mahkemesinin bu istem
hakkında herhangi bir karar vermediğine de işaret ederek Danıştay Dairesinden
karar düzeltme talebinde bulunmuşlardır.
47. Danıştay Dairesi 28/5/2015 tarihinde, hukuka ve usule uygun
olması nedeniyle İdare Mahkemesi kararının başvurucuların tazminat istemleri
hakkında hüküm kurulmamasına ilişkin kısmının da onanmasına karar vermiştir.
48. Nihai karar başvurucular vekiline 19/10/2015 tarihinde
tebliğ edilmiş olup başvuru 23/10/2015 tarihinde yapılmıştır.
49. Başvuruculara tespit edilemeyen bir tarihte 16.000 TL maddi
tazminat ile 1.500 TL cenaze masrafı ödenmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
50. 5233 sayılı Kanun'la ilgili hukuka ilişkin bilgiler Celal Demir (B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-23) kararında, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili hukuka
ilişkin bilgiler ise Sultani Acar (B.
No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 29-61) kararında yer almaktadır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
51. Mahkemenin 10/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucu Fatma Kanat Yönünden
52. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 51. maddesi ile Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 83. maddesi gereği
başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla
bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde
başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında ilgilinin 2.000 Türk
lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar
verilir.
53. Anılan düzenlemelerde, genel olarak bir hakkın öngörüldüğü
amaç dışında ve başkalarını zarara sokacak şekilde kullanılmasının hukuk
düzenince himaye edilmeyeceğini ifade eden hakkın kötüye kullanılmasının
bireysel başvuru alanında özel olarak ele alındığı açıkça görülmektedir. Bu
bağlamda bireysel başvuru usulünün amacına açıkça aykırı olan ve Anayasa
Mahkemesinin başvuruyu gereği gibi değerlendirmesini engelleyen davranışların
başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilmesi mümkündür (S.Ö., B. No: 2013/7087, 18/9/2014, § 28; Mehmet Güven Ulusoy [GK], B. No:
2013/1013, 2/7/2015, § 31).
54. Bu kapsamda özellikle Anayasa Mahkemesini yanıltmak amacıyla
gerçek olmayan maddi vakıalara dayanılması veya bu nitelikte bilgi ve belge
sunulması, başvurunun değerlendirilmesi noktasında esaslı olan bir unsur
hakkında bilgi verilmemesi, başvurunun değerlendirilmesi sürecinde vuku bulan
ve söz konusu değerlendirmeyi etkileyecek nitelikte yeni ve önemli gelişmeler
hakkında Anayasa Mahkemesinin bilgilendirilmemesi suretiyle başvuru hakkında
doğru bir kanaat oluşturulmasının engellenmesi, medeni ve meşru eleştiri
sınırları saklı kalmak kaydıyla bireysel başvuru amacıyla bağdaşmayacak surette
hakaret, tehdit veya tahrik edici bir üslup kullanılması, söz konusu başvuru
yolu kapsamında ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan
kaldırılmasına ilişkin amaçla bağdaşmayacak surette içeriksiz bir başvuruda
bulunulması durumunda başvuru hakkının kötüye kullanıldığı kabul
edilebilecektir (S.Ö., § 29; Mehmet Güven Ulusoy [GK], B. No:
2013/1013, 2/7/2015, § 32; Osman Sandıkçı,
B. No: 2013/6297, 10/3/2016; Selman Kapan ve
diğerleri, B. No: 2013/7302, 20/4/2016).
55. Başvuruculardan Fatma Kanat 25/12/2011 tarihinde vefat
etmiştir. Buna rağmen Av. Arzu Pamukçu Yördem,
23/10/2015 tarihinde Fatma Kanat'ın anayasal haklarının ihlal edildiği
iddiasıyla bireysel başvuru yapmış, başvuru formunda da Fatma Kanat'ın
ölümünden bahsetmemiştir. Adı geçen avukat ancak 30/1/2017 tarihli dilekçe ile
Fatma Kanat'ın ölümünden söz ederek bireysel başvurunun Fatma Kanat yönünden
düşürülmesini istemiştir.
56. Kamu gücü tarafından hakkı ihlal edilen kişinin bireysel
başvuru yapmadan önce ölmesi durumunda ölen kişi adına bir başkası tarafından
bireysel başvuru yapma imkânı bulunmamaktadır (Abdurrehman Uray, B. No: 2013/6140, 5/11/2014, § 30).
57. Açıklanan gerekçelerle başvuru tarihinden önce vefat etmiş
başvurucu adına vekâlet ilişkisi sona ermiş olan avukat tarafından yapılan
bireysel başvurunun başvuru hakkının kötüye
kullanımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.
58. Bu durumda Av. Arzu Pamukçu Yördem
hakkında Anayasa Mahkemesini yanıltıcı nitelikte başvuru yapması nedeniyle 6216
sayılı Kanun'un 51. maddesi ve İçtüzük’ün 83. maddesi
uyarınca takdiren 2.000 TL disiplin para cezasına
hükmedilmesi gerekir.
B. Başvurucu Adem Kanat
Yönünden
1. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
59. Başvurucu öncelikle ölüm olayı hakkında yürütülen ceza
soruşturmasının 29 yılı aşkın süredir devam ettiğini belirterek makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini sürmüştür. Başvurucu bundan başka ceza
soruşturmasında yapılan işlemler ile çatışmada ölen insanların mezara
gömüldüğünden haberdar olmalarına rağmen güvenlik güçlerinin olayı Cumhuriyet
savcısına zamanında bildirmediğinden ve klasik otopsi işlemi yapılmadığından
söz ederek ölüme sebebiyet verenlerin bulunamaması, olay nedeniyle yargılanan
herhangi bir kimse olmaması nedeniyle yargı yetkisinin kötüye kullanıldığını
iddia etmiştir.
b. Değerlendirme
60. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özünün yakınının
ateşli silahla öldürülmesi olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması
yürütülmediğine ilişkin olduğunu ve başvurucunun yaşam hakkının öldürmeme
yükümlülüğü ile koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutuna yönelik bir
şikâyetinin bulunmadığını dikkate alan Anayasa Mahkemesi, başvurucunun bütün
iddialarının yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu
kapsamında incelenmesi gerektiği kanaatindedir.
61. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak
17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
62. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
63. Anayasa Mahkemesi etkili soruşturma yükümlülüğünün söz
konusu olduğu hâllerde ve olayların şartlarına bağlı olarak yaptığı
değerlendirilmelerinde, bir soruşturma başlatılmaması ya da soruşturma
başlatılmakla birlikte uzun süre etkisiz yürütülmesi durumlarında
başvuruculardan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak için gerekli
özeni göstermeleri ve şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa
Mahkemesine sunmaları gerektiğini vurgulamıştır (benzer yöndeki kararlar için
bkz. Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848,
17/7/2014, § 77; Adle Azizoğlu ve Sedat Azizoğlu, B. No:
2014/15732, 24/1/2018, § 83-87).
64. Somut olayda başvurucu, soruşturmanın 29 yılı aşkın süredir
devam ettiğini öne sürse de soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut
verici gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğuna veya soruşturmanın
ilerlemesini sağlayıcı birtakım tedbirler alındığına dair bir iddiada
bulunmamıştır.
65. 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
66. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel
başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
67. Soruşturmanın etkisiz olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru yapma konusunda güçlük çektiği yönünde herhangi bir savı
bulunmayan başvurucunun bireysel başvuruların kabul edilmeye başlandığı
23/9/2012 tarihinden sonra başvuru yapma imkânının bulunduğunu dikkate alan
Anayasa Mahkemesi, zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten yaklaşık 3
yıl 1 ay sonra yapılan başvurunun süresinde yapılmış bir başvuru olarak kabul
edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır.
68. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal
edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin
süre aşımı nedeniyle kabul
edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Mülkiyet Hakkının
İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
69. Başvurucu, olaydan sonra köyü terk etmek zorunda kalmaları nedeniyle
köylerindeki arazilerini kullanamadıkları gibi başkasına da satamadıklarını ve
arazi sahiplerine sağlanan gelir desteğinden faydalanamadıklarını belirterek
mülkiyet hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür.
b. Değerlendirme
70. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa
Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının
tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini
öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir(İsmail Buğra İşlek,
B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).
71. Somut olayda İdare Mahkemesine verilen 14/2/2008 tarihli
dilekçede köyü terk nedeniyle herhangi bir tazminat talep edilmediğinin
bildirilmesi (bkz. § 41) nedeniyle bireysel başvuru yapmadan önce tüketilen
kanun yolu ölüm nedeniyle uğranılan zararlara ilişkindir. Başvurucu mal
varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan maddi zararlarının tazminiyle ilgili olarak
Zarar Tespit Komisyonuna ayrı bir başvuru yapmış (bkz. § 40) ise de anılan
başvurunun akıbetiyle ilgili Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi
vermemiştir. Bu sebeple başvurucunun hukuk sisteminde mevcut idari ve yargısal
yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu sonucuna varılmıştır.
72. Açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Anayasa'ya Aykırılık
İddiası ile Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
73. Başvurucu, Zarar Tespit Komisyonunca verilen kararının
iptali için İdare Mahkemesi nezdinde açtığı davada ileri sürdüğü iddialarla
(bkz. § 35) benzer iddiaları dile getirerek Anayasa'ya aykırı olması nedeniyle
sadece maddi zararın karşılanacağına, tazminin 19/7/1987 tarihi ile 5233 sayılı
Kanun'un yürürlüğe girdiği tarih arası için geçerli olduğuna ve maddi zararın
hesaplama yöntemine ilişkin 5233 sayılı Kanun hükümlerinin iptalini talep
etmiştir. Başvurucu ayrıca ülkede açılan davalarda -başvurunun bununla neyi
kastettiği anlaşılamamıştır- maddi ve manevi tazminatlara hükmedilirken 5233
sayılı Kanun kapsamında kendisine manevi tazminat verilmemesi ve 19/7/1987
tarihinden önce meydana gelen olayların 5233 sayılı Kanun'un kapsamı dışında
olması nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Başvurucuya göre yasama organının bireyler arası eşitliği sağlaması anayasal
bir yükümlülüktür.
b. Değerlendirme
74. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal
edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı
sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir.
Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan hak ihlali iddiasını
içeren başvurular bireysel başvurunun kapsamında değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
75. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve
Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine
yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka
Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle
bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, § 33).
76. Somut olayda eşitlik ilkesinin ihlal edildiği ileri
sürülmekte ise de söz konusu ihlal iddiasının hangi temel hak ve özgürlüğe
yönelik olarak gerçekleştiği belirtilmemiştir. Ayrıca eşitlik ilkesinin ihlal
edildiği iddiası ile diğer Anayasa'ya aykırılık iddialarının Anayasa ve
Sözleşme kapsamındaki hak ve hürriyetlerden biri ile bağlantısı
bulunmamaktadır.
77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'ya aykırılık iddiası ile
eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
4. Adil Yargılanma
Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Başvurucunun İddiaları
78. Başvurucu, 5233 sayılı Kanun çerçevesinde talep ettiği
tazminatla ilgili idari ve yargısal sürecin uzunluğundan söz ederek makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
ii. Değerlendirme
79. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018)
kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya
da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin
yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini
tartışmıştır.
80. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına
sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa
Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı
şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat
Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin
bireysel başvurunun ikincil niteliği
ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması
nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
81. Mevcut başvurularda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
82. Açıklanan gerekçelerle makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin
başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Hakkaniyete Uygun
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Başvurucuların
İddiaları
83. Başvurucu ilk olarak yakınının çatışmaya katıldığına dair
herhangi bir delil bulunmadığı gibi yakını hakkında herhangi bir mahkûmiyet
kararı da olmadığını ve bu nedenle Zarar Tespit Komisyonunca verilen kararın
yerinde olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu ikinci olarak olay nedeniyle hem
maddi hem de manevi zarar gördüğünü, 5233 sayılı Kanun'un sadece maddi
zararların karşılanacağına ilişkin hükümlerinin hakkaniyete ve hukuk mantığına
aykırı olduğunu, sosyal risk ilkesi gereğince idarenin önlemekle yükümlü olduğu
hâlde önleyemediği terör olaylarından doğan zararları da nedensellik bağı
aramadan ödemesi gerektiğini belirterek Zarar Tespit Komisyonun manevi tazminat
talebinin reddine dair zımni ret kararının İdare Mahkemesince iptal edilmesi
gerektiğini öne sürmüştür. Son olarak idari ve yargı mercilerinde dile
getirilen iddiaların -başvurucunun ifadesiyle savunmaların- dikkate
alınmadığını, Anayasa'ya aykırılık iddiaları hakkında İdare Mahkemesince
herhangi bir karar verilmediğini, ödenen maddi tazminat tutarının yetersiz
olduğunu iddia etmiştir.
ii. Değerlendirme
84. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkını güvence altına alan
Anayasa'nın 17. maddesini Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirerek
devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde yorumlamış ve bu yükümlülüklerin
ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirmelerinde gözönüne
alacağı ilkeleri belirlemiştir. Bu yükümlülüklerden ilki kasıtlı ve hukuka
aykırı olarak öldürmememe yükümlülüğü (negatif yükümlülük), ikincisi her türlü
tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü (pozitif
yükümlülüğün maddi boyutu), üçüncüsü ise doğal olmayan her ölümle ilgili etkili
soruşturma yükümlülüğüdür (pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu). Bir
bireysel başvurunun yaşam hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için kamu
makamlarının yaşam hakkının koruma alanına kasıtlı eylemleri veya ihmal
suretiyle tezahür eden eylemsizlikleri ile bir müdahalesinin gerçekleştiği
iddia edilmelidir. Başka bir anlatımla yaşam hakkı kapsamında yapılacak bir
incelemenin ancak yetkili makamların kusura dayalı sorumluluğunun ileri
sürüldüğü hâllerde söz konusu olabileceği ifade edilmelidir. Bir ölümden
kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğunun ileri sürülmesi
hâlinde ise bireysel başvurunun açıklanan gerekçelerle yaşam hakkından incelenebilmesi
mümkün değildir (Aziz biter ve diğerleri, B.
No: 2015/4603, 19/2/2019, §§ 58, 59). Bu nedenle Anayasa Mahkemesi,
başvurucunun şikâyetlerinin adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
biri olan hakkaniyete uygun uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi
gerektiği görüşündedir.
85. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda, manevi
tazminat taleplerinin reddedilmesine ilişkin iddialar daha önce bireysel
başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarında
başvurucuların terör eylemi kapsamında gerçekleşen zararlarının manevi tazminat
ödenmesi ile giderilmesine ilişkin 5233 sayılı Kanun’da hüküm bulunmamakla
birlikte idare hukukunun genel hükümleri kapsamında başvurucuların anılan talep
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir (Özden
Sayar ve Deren Dilara Sayar, B. No: 2013/4022, 13/4/2016, §§ 51-76).
86. Bir başka ifadeyle Anayasa Mahkemesi 5233 sayılı Kanun'un
-Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun verdiği kararlarda da belirtildiği
üzere- maddi zararların özel bir giderim usulü olmakla birlikte manevi
zararların genel hükümlere göre karşılanmasına da engel olmayan bir kanun
olduğunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12.
ve 13. maddelerinde idarenin işlem veya eyleminden kaynaklı olarak hakları
ihlal edilenlere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanındığını belirterek
5233 sayılı Kanun dışında idari yargıda genel hükümlere başvurularak uğranılan
zararın tazmin edilebileceğini belirtmiştir (Abbas
Emre, B. No: 2014/5005, 6/1/2016, § 81).
87. Anılan içtihatlarda ortaya konulduğu üzere 5233 sayılı Kanun
manevi zararların karşılanmasını öngörmemekle birlikte genel hükümlere göre
açılacak tam yargı davasında manevi tazminat istenmesini de engellememektedir.
Bir başka ifadeyle kişiler manevi tazminat taleplerini 5233 sayılı Kanun
kapsamında değil 5233 sayılı Kanun'dan bağımsız olarak tazminat hukukunun genel
prensiplerine göre açacakları davalarda da dile getirebilirler (Hüseyin Gönek ve Şahin
Toprak, B. No: 2015/4683, 22/1/2019, § 44).
88. Bundan başka 5233 sayılı Kanun uyarınca maddi tazminat
istemleri hakkında yapılan değerlendirmelere ilişkin şikâyetler daha önce
bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği
kararında; objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk ilkesi temel
alınarak hazırlanan 5233 sayılı Kanun kapsamında başvuruculara ödenmesine karar
verilen tazminatın 5233 sayılı Kanun hükümlerine dayalı olarak komisyonlar
tarafından Kanun'da belirtilen yönteme göre belirleneceği, başvurucular
tarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında komisyonca kendilerine ödenmesi teklif
edilen maddi tazminat miktarının mahkemelerde uygulanan çeşitli kriterler
dikkate alınmaksızın maktu olarak belirlendiği ve bunun yetersiz olduğu ileri
sürülmekte ise de terörden kaynaklanan zararların dava yoluna gidilmeden
ilgililerce tazmini olanağını sağlayan 5233 sayılı Kanun uyarınca belirlenen
tazminat miktarına ve bu miktarın hesaplanma şekline belirli bir tatmin
sağladığı sürece ve açık bir orantısızlık bulunmadığı müddetçe Anayasa
Mahkemesinin müdahalesinin söz konusu olamayacağı belirtilmiştir (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, B.
No: 2013/1280, 28/5/2014, §§ 71-76).
89. Somut olayda başvurucu, Zarar Tespit Komisyonunca verilen
kararın iptali için açtığı davada maddi ve manevi tazminat talebinde de
bulunmuş ise de İdare Mahkemesine verdiği 30/6/2006 tarihli dilekçede tazminat
taleplerinden açıkça vazgeçip iptal davasından sonra yeni bir dava ile tazminat
talep edeceğini bildirmiştir (bkz. §37). Buna rağmen başvurucu, 16.000TL'yi
aşan maddi zararları ile manevi zararlarının tazmini için yeni bir dava açıp
açmadığı ve şayet açmış ise bu davanın kesin hükümle sonuçlanıp sonuçlanmadığı
konusunda Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi ve belge sunmamıştır. Bu nedenle
Zarar Tespit Komisyonunca hükmedilen maddi tazminatın yetersiz olduğuna ve
manevi tazminat ödenmediğine ilişkin iddiaları konusunda başvurucunun hukuk
sisteminde mevcut başvuru yollarını usulünce tüketmediği sonucuna varılmıştır.
90. Açıklanan gerekçelerle diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
5. Özel Hayata ve Aile
Hayatına Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
a. Başvurucunun İddiaları
91. Başvurucu; yakının öldürülmesi ve evlerinin yanması olayının
faillerinin bulunamaması, herhangi bir manevi tazminat alamaması nedeniyle
adalete olan güveninin sarsıldığını, ruh sağlığının bozulduğunu belirterek özel
hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir.
b. Değerlendirme
92. Başvurucunun ihlal iddialarını incelemeyi mümkün kılacak
ölçüde gerekçelendirmediğini ve anılan şikâyetlerin öz itibarıyla diğer ihlal
iddiaları kapsamında değerlendirildiğini nazara alan Anayasa Mahkemesi,
başvurunun özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddialarının ayrıca incelenmesine gerek olmadığı sonucuna varmıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvuru Fatma Kanat'a vekâleten Av. Arzu Pamukçu Yördem tarafından yapılan başvurunun başvuru hakkının kötüye kullanılması nedeniyle
REDDİNE,
B. Başvurucu Adem Kanat adına yapılan bireysel başvuruyla ilgili
olarak;
1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Anayasa'ya aykırılık iddiası ile eşitlik ilkesinin ihlal
edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından
yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi
nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
5. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6. Özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine
ilişkin iddianın ayrıca incelenmesine GEREK OLMADIĞINA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu Adem Kanat üzerinde
BIRAKILMASINA,
D. 6216 sayılı Kanun'un 51. maddesi ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 83. maddesi uyarınca 2.000 TL disiplin para
cezasının Av. Arzu Pamukçu Yördem'den TAHSİLİNE,
E. Kararın bir örneğinin Diyarbakır Barosu ile Türkiye Barolar
Birliğine GÖNDERİLMESİNE 10/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.