TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
İSMAİL HALAÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/1714)
|
|
Karar Tarihi: 15/11/2018
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Muammer
TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
Raportör
|
:
|
Volkan
ÇAKMAK
|
Başvurucu
|
:
|
İsmail HALAÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Vecdi
OKŞAŞOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, askerî görev tesiri ile meydana gelen zararın
tazmini için açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin
mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 28/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvurucu 3/3/2004 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)
bünyesinde uzman erbaş olarak göreve başlamıştır.
9. 28/4/2004 tarihinde engelli koşu parkurunda yapılan spor
sırasında başvurucunun sol omzunda çıkık meydana gelmiştir. Amasya Devlet
Hastanesinde tedavi altına alınan başvurucuya yirmi bir günlük istirahat raporu
verilmiştir.
10. İstirahatin ardından görevine devam eden başvurucu, bir süre
sonra omzundan tekrar rahatsızlanmış ve Gülhane Askerî Tıp Akademisine (GATA)
sevk edilmiştir. GATA'dasol omzundan ameliyat edilen
başvurucu 29/4/2005 tarihinde iki aylık istirahat raporu ile taburcu
edilmiştir.
11. İstanbul 23. Motorlu Piyade Alayında görev yapmakta iken
31/12/2009 tarihinde spor yaptığı esnada sağ omzunda çıkık meydana gelen
başvurucu GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesine sevk edilmiştir.Anılan Hastanenin 5/1/2010 tarihli raporu
ile başvurucunun iki hafta istirahat etmesi ve iki ay süreyle spor ve eğitimlerden muaf tutulması
gerektiğine karar verilmiştir.
12. Takip eden süreçte görevine devam başvurucu 2012 yılında
yeniden Haydarpaşa Eğitim Hastanesine sevk edilmiş ve hakkında 10/10/2012
tarihli sağlık raporu uyarınca
"Tekrarlayan omuz eklem çıkığı tanısı ile sınıfı (piyade) görevini yapamaz, yeniden
sınıflandırılması uygundur" kararı alınmıştır.
13. Başvurucu 31/7/2013 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına
başvuruda bulunarak askerî görev tesiri ile omzunda meydana gelen rahatsızlık
sonucu oluştuğunu ileri sürdüğü maddi ve manevi zararın tazminini talep
etmiştir.
14. Diğer taraftan başvurucunun kişisel müracaatı ile GATA
Haydarpaşa Eğitim Hastanesi tarafından 25/9/2013 tarihli engelli sağlık kurulu
raporu tanzim edilmiştir. Bu raporda başvurucunun tekrarlayan opere sol omuz instabilitesi tanısıyla %20 oranında engelli olduğu tespit
edilmiştir.
15. 31/7/2013 tarihli başvurusunun zımnen reddi üzerine
başvurucu 28/10/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) kayıtlarına
giren dilekçesi ile maddi ve manevi tazminat istemiyle tam yargı davası
açmıştır.
16. Bu süreçte başvurucu 11/11/2013 tarihinde vazife malulü
olarak emekli edilmiştir.
17. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 9/7/2014 tarihli kararıyla tam
yargı davasını süre aşımı yönünden reddetmiştir.
18. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı
mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin
hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların
dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle
öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren
beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini
istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret
işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları
gerektiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun 28/4/2004 tarihinde spor esnasında
omzunun çıkması ile yaralandığı ve takip eden yıllarda meydana gelen
rahatsızlığın bu çıkığın devamı niteliğinde olduğu hususlarının altı çizilerek
ilk omuz çıkığı ile başlayan tam yargı davasına ilişkin hak düşürücü sürelerin
daha sonraki yıllarda düzenlenen sağlık raporları ile kesintiye uğramadığı vurgulanmıştır.Bu noktadan hareketle başvurucunun 28/4/2004
tarihinden itibaren bir yıl veya her hâlükârda beş yıl içinde idareye zararının
tazmini istemiyle başvurması gerekirken 31/7/2013 tarihinde yaptığı başvuru
üzerine açtığı davanın süre aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi
oluşturulmuştur.
19. Ret kararı oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan
üyelerin karşıoy gerekçesinde özetle, omuz çıkığından
kaynaklı zararın devam edip etmediğinin ve sonradan artıp artmadığının tespit
edilerek zararın tamamı ve artan bölümü için süre aşımı konusunun değerlendirilmesi
gerektiği ifade edilmiştir.
20. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin
17/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 7/1/2015
tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 28/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Kanun Hükümleri
21. 1602 sayılı mülga Kanun’un 43. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan
önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri
tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde
yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır.
Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği
tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği
tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."
22. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş
olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya
başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl
ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
2. Danıştay İçtihadı
23. Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182,
K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:
"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin
gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza
davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.
Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta
bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine
izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı
sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından
doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan
mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda
belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.
Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 13.
maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin
ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur.
Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini
olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam
yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik
olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin
ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur."
24. Aynı Dairenin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/15634, K.2018/1334
sayılı kararı şöyledir:
"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" başlıklı 13.
maddesinde idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan
önce eylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem
tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine
getirilmesini istemeleri gerektiği öngörülmüş olup; bu sürelerin, kişilerin
haklarını ihlal eden eylemlerin, idare ile illiyet bağının kurulduğu, başka bir
ifadeyle eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihten
itibaren başlatılacağı kuşkusuzdur.
Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle
uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının
açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı
zararın ortaya çıkması zorunludur.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir
hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle
ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya
işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.
Söz konusu eylemlerin idariliği
ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen
de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu
ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf
yaparken; mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve
gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde,
ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları
kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını
önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini
istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği,
bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu
mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13.
maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin
ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara
yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla
kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama
özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."
B. Uluslararası Hukuk
25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da
cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan,
kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul
bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına
sahiptir...”
26. Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa
da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına
halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul
kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları
gerekir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, §
29).
27. Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden
fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o
yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir
şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi
olmaması gerekir (Běleš ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No:
47273/99, 12/11/2002, § 51).
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013)
kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının engellenip engellenmediği hususunu incelemiştir. Söz konusu olayda
başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir
çatışmada yaralanmış; başvurucunun tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve
sonunda 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu; sonraki
yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında
başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş ve 2007 yılında
GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır.
Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye başvurmuş ancak
başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare
aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu olayın
yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı
süre aşımı yönünden reddetmiştir.
29. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun,
aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren
hesaplayan Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş;
başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmamasının
tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası
açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin
nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının
tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılabilmesi
gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı
hakkındaki katı yorumunun davanın esasının tam olarak incelenmesine engel
olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 15/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu; omzunun çıkmasının ardından görevine devam
ettiğini, operasyonlara katıldığını, rahatsızlığının bu nedenle daha da
ilerlediğini, gereği gibi tedavi edilmediğini, idarenin hizmet kusuru
bulunduğunu, rahatsızlığın sınıfı görevi yapmasını engellediğini, maluliyete
neden olduğunu ve uğradığı zararı 2013 yılında öğrendiğini, ayrıca AYİM
üyelerinin bağımsız olmadığını, gizli belgelerin kendisine
incelettirilmediğini, iki dereceli yargılama yapılmadığını belirterek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
32. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasışöyledir:
"Herkes, meşru vasıta
ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Mahkemenin
dava açma süresine dair hukuk kurallarını katı bir yorumla hatalı
değerlendirdiği iddiasına müteallik olduğundan başvuru mahkemeye erişim hakkı
kapsamında incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve
Müdahalenin Varlığı
35. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir
unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "... ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine
ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği
vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM,
Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını
içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§
34).
36. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama
özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi
ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi
için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir.
Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden
yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No:
2013/8896, 23/2/2016, § 33).
37. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne
taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını
isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
38. Somut olayda idari eyleme dayalı tam yargı davasının süre
aşımından reddedilerek esasının incelenmemesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye
erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b.Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
39. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz."
40. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir.
41. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen
ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe
dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının
belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
42. Başvurucunun idari eylemden doğan zararın tazmini istemiyle
açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin Mahkeme kararının
1602 sayılı mülga Kanun'un 43. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla
somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni
dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
43. Dava açmanın bir süreye bağlanmasının meşru amacının ne
olduğu hususu benzer nitelikteki başvurularda Anayasa Mahkemesi tarafından
müteaddit defalar incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu incelemelerinde idari
işlem ya da eylemlere karşı açılacak davalarda süre koşulu öngörülmesinin en
genel ifadesiyle Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin
bir gereği olan idari istikrarın sağlanması şeklinde bir meşru amacı
bulunduğuna işaret etmiştir (bkz. Ayşe
Yıldırım, B. No: 2014/5, 25/10/2017, §§ 54, 55; Fatma Altuner, B.
No: 2014/17714, 26/10/2017, §§ 48, 49; Çölbeyi Lojistik Nakliyat Gümrükleme Denizcilik İnşaat Turizm Sanayii ve
Ticaret Limited Şirketi, B. No: 2014/12354, 9/11/2017, § 52).
iii. Ölçülülük
(1)
Genel İlkeler
44. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı
değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme
kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli
ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal
edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen,§ 52).
45. Bu nedenle mahkemelerin usul kurallarını uygularken
yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten
kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan
kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65).
Bu kapsamda mevzuatta öngörülen dava açma süresine ilişkin kuralların hukuka
açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması veya bu sürelerin hatalı hesaplanması
nedenleriyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını
kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur.
San. ve Tic. Ltd. Şti., §
38).
46.Bu bağlamda dava açma süresinin işlemeye başladığı an da
mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğü bağlamında büyük önem
taşımaktadır (Yaşar Çoban [GK],
B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 66). Dava açma süresinin hangi tarihte
başlayacağını belirleme ve mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen derece
mahkemelerine aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, dava açma
süresinin başlatılacağı tarihin belirlenmesi noktasında Anayasa Mahkemesinin
bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol,
dava açma süresinin hangi tarihten itibaren başlatılması gerektiği konusunda
derece mahkemelerinin yorumlarının mahkemeye erişim hakkına etkisini somut
olayın koşulları ışığında incelemektir (Ahmet
Yıldırım, B. No: 2014/18135, 20/9/2017, § 46). Bu kapsamda dava açma
süresinin henüz dava hakkının doğmadığı ya da hak sahibinin dava hakkının
doğduğundan haberdar olmadığı ve somut koşullar çerçevesinde haberdar olduğunun
kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava
hakkının varlığını anlamsız kılabileceğinden ölçülülük ilkesini zedeleyebilir
(bkz. Yaşar Çoban, § 66).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
47. Başvurucu, tam yargı davası açmak için gerekli olan zorunlu
idari başvuru süresinin başlangıcı olarak omzunun çıktığı ilk olay tarihinin
esas alınmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikâyet etmektedir.
48. Somut olayda 2004 ile 2013 yılları arasında TSK bünyesinde
görev yapan başvurucunun 2004 yılında spor esnasında omzunun çıktığı, akabinde
tedavi sürecinin devam ettiği, 2012 ve 2013 yıllarında tanzim edilen raporlarla
piyade sınıfı görevini yapamayacağı ve engellilik oranı hususlarının tespit
edilmesi üzerine vazife malulü olarak emekli olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu,
2013 yılında askerî görevin tesiri ile oluşan rahatsızlık sonucu sınıfı
görevini yapamaz hâle gelmesiyle uğradığı zararın tazmini için idari başvuruda
bulunmuş ise de talebi zımnen reddedilmiştir. Zımnen ret üzerine açılan tam
yargı davası da AYİM tarafından süre aşımı gerekçe(bkz.
§ 18) gösterilerek reddedilmiştir.
49. Anayasa Mahkemesince daha önce benzer nitelikte başvurularda
da belirtildiği üzere idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle
açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada
idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı
bulunmalıdır. Bu çerçevede eylemin idariliğinin veya
yol açtığı zararın ya da arasındaki illiyet bağının eylemden çok sonra
anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu
tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir (Mehmet Çınar ve Nuray Çınar, B.No:2015/4807,
19/4/2018, § 46).
50. Bireysel başvuruya konu olayda; başvurucunun omuz çıkığı
rahatsızlığının ilk kez 2004 yılında ortaya çıktığı ve takip eden dönemde omuz
çıkığından kaynaklanan rahatsızlığın sağlık raporları ile belgelendiği
hususlarında ihtilaf bulunmamaktadır. Başvurucunun 2004 ve takip eden yıllarda
yapılan muayeneleri ve düzenlenen raporlar itibarıyla omzundaki rahatsızlıktan
haberdar olduğu açıktır. Mamafih başvurucunun sınıfı görevini yapamayacağını
belirten 10/10/2012 tarihli rapora değin gerçekleşen tedavi sürecinde sınıfı
görevini yerine getiremeyeceği sonucuna varılmamış ve başvurucu piyade astsubay
olarak görev yapmaya devam etmiştir. Bir başka ifadeyle 2004 yılı itibarıyla
başvurucu rahatsızlığının görevini yapmasına engel teşkil edecek boyutta olduğundanhaberdar değildir.
51. Başvurucunun omuz çıkığının gerçekleşmesinin ardından tedavi
süreci devam etmekle birlikte görevini sürdürdüğü dikkate alındığında
uğradığını ileri sürdüğü zararı ancak sınıfı görevi yapamayacağını bildiren
raporun ardından tam olarak değerlendirebilmesi mümkündür. Buna göre
başvurucunun 10/10/2012 tarihinde düzenlenen rapor sonucu sınıfı görevini
yapamayacağının anlaşılması karşısında tam yargı davası açılmasına neden olan
zararın omuz çıkığı vakasının gerçekleştiği 2004 yılında öğrenildiğinden söz
edilemez. Bu itibarla başvurucunun zararını değerlendirmesine imkân tanımayan
olay tarihi esas alınarak uğradığı zararla ilgili idari başvuru yapmak
suretiyle dava açmasının beklenmesi başvurucuya orantısız bir külfet
yüklemektedir.
52. Bu durumda 2004 yılı itibarıyla omuz çıkığı rahatsızlığından
haberdar olmakla birlikte rahatsızlığın görevini etkileyecek boyutta olduğu
yönünde bir veriye sahip olmayan başvurucunun ilk olay tarihi itibarıyla zarara
neden olan eylemi ve zararıöğrendiği kabul edilerek
dava açmanın ön koşulu olan idari başvuruyu yapabileceği bir yıllık sürenin
başlatılmasının mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu ve bu
yorumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkını kullanmasını aşırı derecede
güçleştirdiği açıktır. Dolayısıyla bu yorumdan hareketle davanın süre aşımından
reddedilmesi suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik yapılan
müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un
50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2)
numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun
hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi
hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
55. Anayasa Mahkemesinin
Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal
sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi
hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.
56. Mehmet Doğan
kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle
ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin
mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün
79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali
ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın
bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).
57. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi
amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul
kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak
yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın
kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin
gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını
tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin
ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere
gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet
Doğan, § 59).
58. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek
ihlalin giderilmesi ve uğradığı zararın tazminine karar verilmesi talebinde
bulunmuştur.
59. Anayasa Mahkemesi,1602 sayılı mülga Kanun'un katı bir
şekilde yorumlanması sonucu davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut
başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
60.
Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.
Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin
(2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına
yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle
ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal
sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir
örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine
karar verilmesi gerekir.
61. Mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu
sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980
TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci
fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine
GÖNDERİLMESİNE (Karar, AYİM İkinci Dairesinin 9/7/2014 tarihli ve E.2013/1518,
K.2014/1095 sayılı kararıyla ilgilidir.),
D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına,
ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine
kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
15/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.