TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
AZMİ IŞIKTAŞ VE HASİBE IŞIKTAŞ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/1863)
|
|
Karar Tarihi: 11/10/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan y.
|
:
|
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üyeler
|
:
|
Serruh KALELİ
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Halil
İbrahim DURSUN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Azmi
IŞIKTAŞ
|
|
|
2. Hasibe IŞIKTAŞ
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet
IŞIKTAŞ
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; kızamık aşısı olunmasına rağmen kızamık hastalığına
bağlı olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık sonucunda ölüm olayının meydana
gelmesi nedeniyle yaşam hakkının, olay hakkında açılan tam yargı davasının
yaklaşık sekiz yıl sonra kesinleşmesi nedeniyle de
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/1/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası
içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucuların beyanına göre 13/6/2000 tarihinde dünyaya
gelen müşterek çocukları M.I., 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından
yürütülen aşı kampanyası kapsamında kızamık aşısı olmasına rağmen bundan
yaklaşık bir buçuk yıl sonra kızamık hastalığına yakalanmış, daha sonraki
dönemde ise subakut sklerozan panensefalit (SSPE) hastalığına yakalanarak
22/10/2006 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
9. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde M.I.nın belli bir dönem çeşitli hastanelerde SSPE
tanısıyla tedavi gördüğü anlaşılmaktadır.
10. Başvurucular 15/11/2006 tarihinde Diyarbakır İl Sağlık
Müdürlüğüne bir dilekçe sunarak bilgi edinme hakkı çerçevesinde bazı bilgi ve
belgelerin taraflarına verilmesi talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular bu
dilekçede özetle tek doz kızamık aşısı uygulamasından hangi tarihte
vazgeçildiğinin kendilerine bildirilmesi, 2006 yılının Kasım ayına kadar
Diyarbakır'da görülen SSPE vakalarının sayısının ve bu hastalıktan ölen
kişilere ait istatistiki bilgilerin taraflarına sunulması ve 2001-2002
yıllarında Diyarbakır'da gerçekleştirilen tek doz kızamık aşısı uygulaması
kararını alan idari yetkililerinin isim, soy isim ve adres bilgilerinin hukuki
başvuruda kullanılmak üzere kendilerine verilmesi taleplerinde bulunmuşlardır.
Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü 7/12/2006 tarihli yazıyla, kızamık aşısının
rutin aşılama programı içinde 1998 yılına dek her zaman tek doz olarak uygulandığını,
1998 yılında ilköğretim birinci sınıfta ikinci doz aşı uygulamasının
başlatıldığını başvuruculara bildirmiştir. Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü,
başvurucuların ikinci talebi ile ilgili olarak ise kayıtlarına göre -2006
yılının Kasım ayı dâhil olmak üzere- Diyarbakır'da altmış üç SSPE vakasının
tespit edildiği ve bu vakalardan yedisinin hayatını kaybettiği bilgisini
başvuruculara vermiştir. Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü başvurucuların üçüncü
talebi ile ilgili olarak ise il müdürlüklerinin rutin aşı takvimini değiştirme
yetkisinin olmadığını, 2001-2002 yıllarında ilköğretim birinci sınıfta ikinci
doz aşı uygulamasına Diyarbakır'da devam edildiğini başvuruculara bildirmiştir.
11. Başvurucular, çocuklarının SSPE hastalığına yakalanmasında
ve bu nedenle hayatını kaybetmesinde hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek
14/12/2006 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle
ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır.
12. Başvurucuların dilekçesi üzerine Sağlık Bakanlığı Temel
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün talebi doğrultusunda Diyarbakır İl Sağlık
Müdürlüğü tarafından konu ile ilgili olarak bir inceleme başlatılmıştır. Bu
inceleme kapsamında Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğü ekipleri tarafından
başvurucu Hasibe Işıktaş ile bir görüşme
gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmede Hasibe Işıktaş;
oğlu M.I.ya bağlı oldukları
Şehitlik Sağlık Ocağında tüm aşılarının yapıldığını, oğluna ayrıca kızamık aşı
kampanyası sırasında da aşı yapıldığını ancak oğlunun iki buçuk üç yaşlarında
iken kızamık hastalığına yakalandığını ifade etmiştir. Bunun üzerine Diyarbakır
İl Sağlık Müdürlüğü tarafından Şehitlik Sağlık Ocağı aşı kayıtları incelenmiş
ancak bu kayıtlarda M.I.ya
aşı yapıldığına dair bir bilgiye rastlanmamıştır.
13. SağlıkBakanlığı yukarıdaki
araştırmaları yaptıktan sonra SSPE ve kızamığa bağlı diğer komplikasyonların
aşılanmamış, aşılandığı hâlde yeterli bağışıklık düzeyine ulaşmamış veya
aşılanmadan önce kızamık hastalığı geçirmiş çocuklarda ortaya çıktığını, somut
olayda SSPE hastalığının ortaya çıkmasında hizmet kusurunun bulunmadığını
belirterek 14/2/2007 tarihinde başvurucuların isteminin reddine karar
vermiştir.
14. Başvurucular, bunun üzerine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde
dava açmış ve 10.000 TL maddi, 90.000 TL manevi tazminat talebinde
bulunmuşlardır.
15.Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi, dava dilekçesinde her bir
davacı için istenen tazminat miktarının ayrı ayrı gösterilmesi gerekirken tek
miktar gösterildiği gerekçesiyle 5/3/2007 tarihinde dilekçenin reddine karar
vermiştir. Dilekçenin yenilenmesi üzerine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin
2007/453 esasına kaydedilen dava hakkında 12/9/2008 tarihinde bir kez daha
dilekçe ret kararı verilmiştir.
16. Bu karar üzerine başvurucular 14/10/2008 tarihinde
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesine yeni bir dilekçe sunmuşlardır. Başvurucular bu
dilekçede özetle oğulları M.I.ya
2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen aşı kampanyası kapsamında
Diyarbakır Devlet Hastanesi Çocuk Bölümünde tek doz kızamık aşısı yapıldığını
ifade etmişlerdir. Dava dilekçesinde, anne Hasibe
Işıktaş ve oğlu M.I. ile Hasibe Işıktaş'ın akrabası
S.T. ve onun oğlu M.J.T.nin anılan hastaneye birlikte
gittiği ve burada her iki çocuğa da kızamık aşısı yaptırıldığı belirtilmiştir
(Başvurucular, derece mahkemelerine M.J.T.ye ait aşı kartını ibraz etmekle
birlikte kendi oğullarına ait aşı kartını ibraz etmemişlerdir.). Başvurucular,
oğullarının bu aşıdan yaklaşık bir buçuk yıl sonra ağır bir kızamık hastalığına
yakalandığını ve bu sebeple takriben on gün Diyarbakır Devlet Hastanesi Çocuk
Bölümünde yattığını, tedavi sonrasında iyileşen oğullarının iki yıl boyunca
sağlıklı bir şekilde yaşamını devam ettirdiğini ancak daha sonra rahatsızlanan
oğullarına SSPE tanısı konulduğunu ve oğullarının 2006 yılında yaşamını
yitirdiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, 2002 yılında yapılan kızamık aşı
kampanyasının iyi bir şekilde yürütülmemesi sonucu oğullarının SSPE hastalığına
yakalandığını, aşılama kampanyasının gereği gibi yürütülmemesinden Sağlık
Bakanlığının sorumlu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, kızamık
aşısının belli bir dönem tek doz olarak uygulanmasının SSPE hastalığına
yakalanma riskini artırdığını, Sağlık Bakanlığının tüm uyarılara rağmen tek doz
aşı uygulamasına devam ettiğini belirtmişler ve bu husus ile ilgili olarak
Prof. Dr. Z.K.nın bir
gazetede yayımlanan haberine işaret etmişlerdir. Başvurucular ayrıca soğuk
zincir kuralına uyulmadığı için aşıların koruyucu özellik gösteremediğini iddia
etmişlerdir. Başvurucular son olarak SSPE hastalığından korunmanın toplumun
bağışıklığını artırmaktan geçtiğini, aşılama oranının yüksek olmasının SSPE
hastalığını azaltacağını ifade etmişlerdir.
17. SağlıkBakanlığı, dava tarihinden
önce Sağlık Bakanlığı onayıyla oluşturulmuş ve SSPE hastalığı hakkında çeşitli
araştırmalar yapmış olan SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonunca (Komisyon)
hazırlanan rapordaki verilere dayanarak dava konusu olayda hizmet kusuru
bulunmadığını savunmuştur.
18. Dava dosyasında da bir örneği bulunan bu rapor, 1970
yılından itibaren Türkiye'de uygulanan kızamık aşısı ile SSPE hastalığı
arasındaki ilişkiyi incelemek üzere Sağlık Bakanı'nın 1/7/2005 tarihli ve 6888
sayılı oluru ile kurulan bir komisyon tarafından hazırlanmıştır. Bu Komisyon,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalında görevli
Prof. Dr. S.T. ile Doç. Dr. L.A., aynı Üniversitenin Çocuk Nörolojisi Bilim
Dalında görevli Prof. Dr. S.A. ile Prof. Dr. B.A., yine aynı Üniversitenin
Çocuk Enfeksiyonu Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. M.C., ayrıca Gazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr.
U.B. ile bu Üniversitenin Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana
Bilim Dalında görevli F.A. ve İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsünde
görevli Prof. Dr. G.G.den oluşmaktadır. Komisyon,
rapor hazırlamadan önce diğer bazı araştırmaların yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü
tarafından yıllara göre önerilen kızamık aşı takvimini ve uygulamalarını
incelemiş, dünyada tek doz kızamık aşısı uygulanan ülkelerdeki SSPE görülme
sıklığını araştırmış, ayrıca Türkiye'deki üniversite ve eğitim hastanelerinde
takip/tedavi edilen SSPE olgularının sayısını tespit etmeye çalışmıştır.
19. Komisyon, toplam üç toplantı yaparak 5/4/2006 tarihli bir
rapor hazırlamıştır. Raporda;
i. Kızamık hastalığının bulaşıcılığı yüksek olan çocukluk çağı
hastalıklarından biri olduğu, bildirilen kızamık olgularının yaklaşık %30'unda
bir ya da daha fazla komplikasyonun ortaya çıktığı, bu komplikasyonlardan
birinin de SSPE hastalığı olduğu belirtilmiştir.
ii. Aşı Güvenliği Küresel Danışma Komitesinin incelenen tüm SSPE
olgularında vahşi kızamık suşlarının saptandığını
açıkladığı ifade edilmiştir. Rapora göre Aşı Güvenliği Küresel Danışma
Komitesi, kızamığın kontrol altına alındığı ülkelerde SSPE'nin
azalmasını veya hiç görülmemesini dikkate alarak SSPE hastalığına kızamık
aşısının neden olmadığını açıklamıştır.
iii. SSPE hastalarında moleküler tanı yöntemleri ile yapılan
incelemelerde daima vahşi kızamık virüs suşlarının
saptandığı, kızamık aşı virüsünün hiçbir zaman saptanmadığı belirtilmiştir.
iv. Kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı
komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin
aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
v. Türkiye'de kullanılan aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından
önerilen ve onaylanan iyi üretim uygulamaları (good manufacturing practices)
kurallarına göre üretilmiş ve uluslararası referans laboratuvarlarında test
edilmiş aşılar olduğu belirtilmiştir. Rapordaki bilgilere göre aşılar kullanıma
sunulmadan önce Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinde test edilmekte ve uygun
olduğu kanıtlanan aşıların kesin kabulü yapılmaktadır. Rapora göre aşılar
üretici firmadan alınıp aşılanacak kişiye uygulanana kadar tüm sağlık
kuruluşlarında soğuk zincir sistemi içinde, uygun ısı aralığında korunmakta ve
sistem sürekli olarak izlenmektedir.
vi. Türkiye'deki aşı uygulamalarının, hastalıkların görülme
sıklığı ve dağılımı değerlendirilerek Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama
Danışma Kurulu önerilerine göre düzenlendiği ifade edilmiştir. Rapordaki
bilgilere göre kızamık aşısı 1970 yılı sonlarında Dünya Sağlık Örgütü
tarafından bebeklik çağında yapılması gereken aşılar arasına alınmıştır. Yine
rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, aşı uygulama zamanını 1986-1989
yılları arasında dokuzuncu ayda ve tek doz olarak önermiş; 1993 yılında ise
kızamık eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak
gelişmekte olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve
ilk dozda yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini
belirtmiştir. Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü, 1998 yılında da
dokuzuncu ayda tek doz önerisini devam ettirmiştir. Rapora göre Dünya Sağlık
Örgütü 2000 yılında ise dokuzuncu aydaki ilk doz kızamık aşısına ek olarak
çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş, 2003 yılında da bu
önerisini tekrar etmiştir.
vii. Kızamık aşısı uygulamasının ülkemizde de Sağlık Bakanlığı
tarafından 1970 yılında başlatıldığı belirtilmiştir. Türkiye'deki rutin kızamık
aşı uygulamasının Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri
doğrultusunda 1970 yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü ifade
edilmiştir. Aşılanma oranının 1987 yılından bu yana giderek artış gösterdiği,
bu oranın 1987-1990 yılları arasında %60,7, 1991-1994 yılları arasında %73,7,
1995-1998 yıllarında ise %76'ya ulaştığı belirtilmiştir. 1999-2002 yılları
arasında %81,7 aşılama oranına ulaşıldığı, kızamık hastalığının en düşük düzeye
indirilmesi amacıyla 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından Kızamık Eliminasyon Programı başlatıldığı,
2003-2005 yılları arasında uygulanan kızamık
aşı günleri ile on beş yaş altı 18,5 milyon çocuğa aşı yapılarak %95
oranının aşıldığı, 2003-2004-2005 yıllarında rutin kızamık aşı oranlarının ise
sırasıyla %75, %87,4 ve %91 olarak gerçekleştiğiifade
edilmiştir.
viii. İlkokullarda görülen kızamık salgınlarının önlenmesine
yönelik olarak 1998 yılında Bağışıklama Danışma Kurulu kararı ile kızamık
aşısının 2. dozunun ilköğretim birinci sınıf aşı takvimine eklendiği ifade
edilmiştir. Rapordaki bilgilere göre kızamık aşısı 2006 yılından itibaren on
ikinci ayda uygulanmış, ilkokul 1. sınıfta yapılan kızamık aşısına da devam
edilmiştir.
ix. Türkiye'deki SSPE olgularının sayısı ile ilgili olarak
yapılan araştırmada toplam altmış bir eğitim ve araştırma hastanesi ile
üniversite hastanesinden bildirim yapıldığı, bu bildirimlere göre 1995 yılından
bu yana tedavi/takip amacıyla hastaneye başvuran SSPE olgularının sayısının 1.131
olduğu belirtilmiştir. Raporda, bu olguların %56'sının kızamık hastalığı
geçirdiğinin, %11'inin ise kızamık hastalığı geçirmediğinin bildirildiği, %33'ü
ile ilgili bilgiye ulaşılamadığı, yalnızca %29'unda kızamık aşısı yapıldığının
bildirildiği ifade edilmiştir.
x. Dokuzuncu ayda uygulanan kızamık aşısının etkinliğinin %80-85
olduğu, Türkiye'deki SSPE olgularının toplumsal bağışıklığın %60 olduğu
dönemlerden kaynaklandığı, bu bağlamda önemli olan hususun zamanında aşılanma
oranının %95'lerin üzerinde tutulması olduğu ifade edilmiştir. Aşılanma
oranının tek dozla bile %100'e yaklaşması hâlinde o toplumda kızamık
olgularının çok aza inebileceği, bunun en uygun örneğinin Çin olduğu, aşılanma
oranı ülke düzeyinde yüksek olduğu ve salgın oluşturacak, aşısı eksik bir nüfus
bulunmadığı için dokuzuncu ay aşılaması ile kızamık olgularının ve buna bağlı
SSPE olgularının Çin'de belirgin şekilde azaldığı ifade edilmiştir.
xi. Epidemiyolojik verilerin kızamık aşısının kızamık
hastalığına, dolayısıyla SSPE hastalığına karşı koruyucu olduğunu gösterdiği
belirtilmiştir.
20. Komisyon tarafından hazırlanan raporda sonuç olarak
aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:
"Sonuç olarak;
1.Ülkemizde, Sağlık Bakanlığı tarafından GBP
kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrolleri yapılmakta ve üretimden
kullanıcıya soğuk zincir sistemi içerisinde ulaştırılmaktadır.
2.Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre kızamık
aşısı rutin aşılama programı içerisinde 1998 yılına dek her zaman tek doz
uygulanmıştır, bu süre içerisinde iki dozdan tek doza geçildiği bir dönem
olmamıştır. 1998 yılında okullarda yaşanan kızamık salgınlarını önlemek
amacıyla ilköğretim 1. sınıfta 2. doz uygulaması başlatılmıştır.
3.Ülkemizde geçmişte uygulanmış ve halen
uygulanmakta olan kızamık aşılama şemaları başta DSÖ olmak üzere uluslararası
uygulamalarla ve bilimsel bulgularla uyumludur.
4.SSPE hastalığı kızamık aşısının değil
kızamık hastalığının komplikasyonudur. SSPE olgularından kızamık hastalığı
virüsü sorumludur.
5.Ülkemizde aşılanma oranları göz önüne
alındığında SSPE insidansının benzer ülkelerden çok
farklı olmadığı görülmektedir.
6.Ülkemizde SSPE olguları aşılama oranlarının
ve aşı ile elde edilen toplumsal bağışıklığın düşük olduğu dönemlerde gorülen kızamık olgularından kaynaklanmaktadır.
Öneriler;
1.Çocukların rutin aşılanma oranlarını ülke
genelinde ve her il düzeyinde arttırmaya yönelik çalışmalar sürdurülmelidir.
2.Aşı konusunda toplumu doğru bilgilendirmeye
yönelik halk eğitim çalışmaları yapılmalı, aşı uygulamalarında toplum
katılımının sağlanmasına çalışılmalı, aşının güvenli olduğu konusunda
bilgilendirme yapılmalı ve bu konuda yazılı ve görsel medya ile işbirliğine gidilmelidir.
3.Kızamık ve SSPE sürveyans
ve bildirim sistemi güçlendirilmelidir.
4.İlgili dallardan uzmanların katılımıyla,
SSPE olgularının tanı ve tedavi protokollerine yönelik bir komisyon
oluşturulmalı, bu komisyonca uygun görülen tedavi giderleri sosyal güvence
kapsamında olmalı ve bakım giderleri desteklenmelidir.
5.Konuyla ilgili uzmanlar tarafından bu
konularda yapılacak açıklamaların bilimsel gerçekler doğrultusunda ve özenle
seçilmiş ifadelerle bilimsel etik ve sorumluluğun gereği olarak yapılması
önerilir.
(...)"
21. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi 25/1/2011 tarihli kararla
davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:
"(...)
Davada her şeyden önce davacıların
çocuklarının davalı idareye bağlı ekiplerce aşılanıp aşılanmadığı ya da aşılama
yapıldı ise söz konusu aşılar içerisinde kızamık aşısının bulunup bulunmadığı,
başka bir deyişle ortada idarenin bir filinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir.
Bu konuda, davalı idarece savunma ekinde sunulan belgelerde Şehitlik Sağlık Ocağınınbila tarih ve sayılı yazılarında davacıların
çocuğuna aşı yapıldığına dair kayda rastlanılmadığının belirtildiği, davacı
vekili tarafından ise davacıların çocuğuna aşı yapıldığını gösteren herhangi
bir bilgi ve belgenin dosyaya sunulmadığı, akrabası [S.T.nin] oğlu
[M.J.T.nin] aşı
kartıyla aşı yaptırıldığının belirtildiği görülmüştür. Bu açıdan, idareye bağlı
ekiplerce davacıların çocuğuna kızamık aşısı yapılmadığı sonucuna ulaşılmış
olup ortada idarenin bir fiilinin bulunduğu belirlenememekte, davacı tarafça da
idarenin kusurlu fiilinin olduğu ortaya konulamamaktadır.
Söz konusu aşının yapıldığının kabul edilmesi
halinde bile aşının bahsi geçen hastalığa sebep olup olmayacağını, başka bir
deyişle idarenin fiilinin kusurlu olup olmadığını ortaya koymak gerekmektedir.
Davacılar tarafından hastalığın kızamık aşısından kaynaklandığı iddia
edilmektedir. SSPE hastalığı kızamık hastalığından sonra ortaya çıkan bir
hastalıktır. Davalı idareye bağlı olmayan ve çeşitli üniversitelerde görev
yapan akademisyenlerce hazırlanan 05.04.2006 tarihli raporda, SSPE hastalığı
kızamık aşısının değil kızamık hastalığının bir komplikasyonu olduğu, SSPE
hastalığının yapıldığı iddia edilen aşıdan kaynaklandığı hususu bilimsel olarak
kabul edilemiyecek nitelikte olduğu, Genişletilmiş
Bağışıklama Programı kapsamında uygulanan tüm aşıların kalite kontrollerinin
yapıldığı ve üretimden kullanıcıya dek soğuk zincir sistemi içerisinde güvenle ulaştırıldığı,bu açıdan aşının kendisinde bir bozukluk
olması hususunun da kabul edilemeyecek bir durum olduğu belirtilmiştir.
Aşının iki doz yerine tek doz yapılması
hususuna gelince; hem raporun hem de savunma
dilekçesinin incelenmesinden kızamık aşısının 1998 yılına kadar tek doz, bu
yıldan sonra iki doz yapıldığı görülmektedir.
Bunların dışında, idarece sunulan aşı
uygulaması hizmeti, kamu yararının sağlanmasına yönelik hizmetler olup, asıl
olarak anne-babalar tarafından çocuklarının aşı takibinin yapılması gerekmektedir.
İdarece yapılmış olan bir aşı var ise ancak bu aşının bozuk olması durumunda
kusurlu olduğunun, bunun dışında aşı yaptırılıp yaptırılmama açısından ise asıl
sorumluluğun ailelerde bulunduğunun kabulü zorunludur. Dava konusu olayda ise
eğer bir aşı yapılmış ise bu aşının bozuk olma ihtimalinin bulunmadığı yukarıda
açıklanmıştır. Ayrıca yine kızamık aşısı yapılmış olsa bile davacıların
çocuklarının kızamık hastalığına yakalanması durumunda bu hususun bahsi geçen
kişinin yeterli bağışıklık düzeyine ulaşamamasından kaynaklandığının kabulü
gerekeceğinden, bu konuda da idareye atfedilecek bir kusur bulunmamaktadır.
Bütün bu nedenlerle, davacıların çocuklarının
davalı idareye bağlı ekiplerce aşılandığının kanıtlanamaması, aşı yapılmış olsa
bile SSPE hastalığına yakalanılmasına kızamık aşısının sebep olamayacağı,
hastalığa ancak kızamık hastalığı virüsünün neden olabileceği, aşının bozuk
olma ihtimalinin bulunmadığı anlaşıldığından, davacıların çocuğunun bahsi geçen
hastalığa yakalanması karşısında ortada idareye atfedilebilecek bir kusur
bulunmadığından davacılarıntazminat taleplerinin
kabulüne olanak bulunmamaktadır."
22. Başvurucular, kararın hukuki gerekçeden yoksun olduğunu
belirterek temyiz yoluna başvurmuşlardır. Başvurucular dava dosyasına sundukları
tüm delillerin görmezden gelindiğini, konuya ilişkin uzman kişilerin
görüşlerinin dikkate alınmadığını, teknik bir konu olan bu husus ile ilgili
olarak bilirkişi raporu alınmadan karar verilmesinin hatalı olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular, bebekken aşı olan ve yedi yaşında yaşamını yitiren
oğullarının aşı kartının dosyaya sunulmasının beklenmesinin abesle iştigal
olduğunu, kaldı ki davada tartışılması gereken esas meselenin toplumun yaygın
olarak aşılanmamış olması olduğunu ifade etmişler; toplumun tüm kesimini
aşılamayan, bozuk aşı yapan, eksik doz uygulayan devlet yerine sorumluluğu anne
ve babaya yüklemenin hakkaniyete aykırı olduğunu savunmuşlardır.
23. Danıştay Onbeşinci Dairesi
15/5/2014 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar
vermiştir.
24. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin
11/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
25. Bu karar 22/1/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ
edilmiştir.
26. Başvurucular 30/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
27. 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha
Kanunu’nun 1. maddesi şöyledir:
"Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve
milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle
mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı
tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir."
28. 1593 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti
bütçeleriyle muayyen hatlar dahilinde olarak aşağıda yazılı hizmetleri doğrudan
doğruya ifa eder:
(...)
3 -Memlekete sari ve
salgın hastalıkların hulülüne mümanaat.
4 - Dahilde her nevi intani, sari ve salgın hastalıklarla veya çok
miktarda vefiatı intaç ettiği görülen sair muzır
amillerle mücadele.
(...)
6 -ilaçları ve bütün zehirli müessir ve
uyuşturucu maddelerle yalnız hayvanlar için serumlar ve aşıları murakabe hariç
olmak üzere her nevi serum ve aşıları murakabe."
29. 1593 sayılı Kanun’un 57. maddesi şöyledir:
"Kolera, veba (Bübon
veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi
tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi -paratifoit
humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı,
çiçek, difteri (Kuşpalazı)- bütün tevkiatı dahi sari
beyin humması (İltihabı sahayai dimağii
şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa
humması (Hummai nifası)
ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai
racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur
eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku
bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe
olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı
haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından
ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da
mecburidir."
30. 1593 sayılı Kanun’un 72. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"57 nci
maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan
şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:
(...)
2 - Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.
(...)"
31. 1593 sayılı Kanun’un 87. maddesi şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince 57 nci maddede zikredilen
hastalıkların her birine karşı yapılacak mücadele tedbirlerini ve tathirat ve tephirat ve itlafı
haşerat ve hayvanat usullerini ve tathirata tabi
binalar ve eşya ve sairenin ne zamanlarda ve ne
suretle tephir ve tathir edileceklerini mübeyyin bir nizamname neşrolunur."
32. 1593 sayılı Kanun’un 88. maddesi şöyledir:
"Türkiye dahilinde her fert çiçek aşısı
ile mükerrenen aşılanmağa mecburdur. Bu aşının,
icrası tarzı ve vesikaların ne suretle ita olunacağı ve aşılarının fennen geri bırakılması icap eden kimseler 87 nci maddede yazılan nizamnamede
zikredilir."
33. 1593 sayılı Kanun’un 95. maddesi şöyledir:
"Sari
hastalıklara karşı kullanılan her nevi serum ve aşılar Hükümet tarafından ihzar
edilir. Hariçten getirilenlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tayin
olunan vasıf ve şartları haiz olmaları mecburidir. Dahilde beşeri
serum ve aşı imali Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin müsaadesine ve
murakabesine tabidir. Bu müesseselerin vasıfları ve şartları Vekaletçe tayin
olunur."
34. 1593 sayılı Kanun’un 280. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve
sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler hakkında halkı tenvir için
kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı
yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri
gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları
haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil
olunur."
35. 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel
Kanunu’nun "Temel esaslar" kenar başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının
k bendinin ilgili kısmı şöyledir:
“Sağlık
hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır:
(...)
k) Koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerde kullanılan ilaç, aşı, serum ve
benzeri biyolojik maddelerin üretiminin ve kalitesinin teşvik ve temini esas
olup, her türlü müstahzar, terkip, madde, malzeme, farmakope
mamülleri, kozmetikler ve bunların üretiminde
kullanılan ham ve yardımcı maddelerin ithal, ihraç, üretim, dağıtım ve
tüketiminin, amaç dışı kullanılmak suretiyle fizik ve psişik bağımlılık yapan
veya yapma ihtimali bulunan madde, ilaç, aşı, serum ve benzeri biyolojik
maddeler ile diğer terkiplerin kontroluna,
murakabesine ve bunların yurt içinde ve yurt dışında ücret karşılığı kalite
kontrollerini yaptırmaya, özel mevzuata göre ruhsatlandırma, izin ve fiyat
verme işlerini yürütmeye Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı yetkilidir.
(...)”
36. 5/1/1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin
Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun'un 1. maddesi şöyledir:
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
bir hak olarak tanınan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın sosyal adalete uygun
bir şekilde ifasını sağlamak maksadiyle tababet ve
tababetle ilgili hizmetler bu kanun çerçevesinde hazırlanacak bir program
dahilinde sosyalleştirilecektir."
37. 224 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirme: Sağlık hizmetlerinin
sosyalleştirilmesi vatandaşların sağlık hizmetleri için ödedikleri prim ile
amme sektörüne ait müesseselerin bütçelerinden ayrılan tahsisat karşılığı herçeşit sağlık hizmetlerinden ücretsiz veya kendisine
yapılan masrafın bir kısmına iştirak suretiyle eşit şekilde faydalanmalarıdır.
Sağlık ocağı: Takriben 5000
- 10000 kişinin köyler grubu veya bir kasaba veya şehir ve büyük
kasabalardaki mahalle grupları bir sağlık ocağını teşkil eder. Bunların il
içinde idari taksimata uyması icabetmez."
38. 224 sayılı Kanun'un 9. maddesi şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti
teşkilatı: Sağlık evleri sağlık ocakları, sağlık merkezleri ile hastaneleri,
çeşitli koruyucu hekimlik teşekkülleri, sağlık hizmeti hususiyet arzeden yerler için kurulmuş sağlık teşekkülleri, sağlık
müdürlükleri, bölge hastaneleri, bölge laboratuvarları, sağlık personeli
yetiştiren eğitim müesseseleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı merkez
teşkilatı ve diğer Bakanlık ve kurumlarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile
işbirliği yapmak üzere kurulmuş olan dairelerden teşekkül eder."
39. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Bir sağlık ocağının hizmeti en az bir
hekim ve yeter sayıda yardımcı sağlık personelinden teşekkül eden bir ekip
tarafından yürütülür. Köylerde bu ekibe yardımcı olarak tesis edilen sağlık
evlerinde yardımcı sağlık personeli vazifelendirilir.
Sağlık ocakları ve evleri her türlü koruyucu
hekimlik hizmetleri, hastaların muayene ve tedavisi ile, sağlık ocağına kayıtlı
şahısların sağlık sicillerini tutmakla mükelleftir. Ocak hekimleri yalnız kendi
ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler."
40. 224 sayılı Kanun'un 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği
yerlerdeki her ilçede en az bir sağlık ocağı bulunur.
Sağlık merkezlerindeki sağlık personeli,
ocaklarda çalışan personelin her türlü koruyucu hekimlik ve tedavi hekimliği
hizmetlerinde onlara rehber ve yardımcıdır. Bu hizmetlerden kendi uhdelerine
verilenleri de bizzat ifa ederler. Sağlık merkezleri başhekimi kendisine bağlı
sağlık ocaklarında çalışan personelin faaliyetlerini de denetler."
41. 224 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinden
faydalanmak istiyen, acil vakalar hariç, evvela
sağlık evine veya sağlık ocağına başvururlar. Köylük bölgelerde sağlık ocağı
hekimleri tedavi edemedikleri vakaları, güç olması muhakkak bulunan doğumları
sağlık merkezine, hastaneye sevki gereken acil vakaları hastaneye yollarlar,
Sağlık ocağında hekim bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık personeli hastaları
-kendi selahiyetleri dahilinde olan müdahaleyi mütaakıp gerekirse- sağlık merkezine veya hastaneye sevkedebilir. Sağlık merkezinde tedavisi mümkün olmıyan hastalar veya mütehassıs müdahalesini icabettiren doğumlar hastanelere veya doğumevlerine sevkedilir."
42. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı mülga Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının görevleri şunlardır:
a) Herkesin hayatını bedenen, ruhen ve sosyal
bakımdan tam iyilik hali içinde sürdürmesini sağlamak için fert ve toplum
sağlığını korumak ve bu amaçla ülkeyi kapsayan plan ve programlar yapmak,
uygulamak ve uygulatmak, her türlü tedbiri almak, gerekli teşkilatı kurmak ve
kurdurmak,
b) Bulaşıcı, salgın ve sosyal hastalıklarla
savaşarak koruyucu, tedavi edici hekimlik ve rehabilitasyon hizmetlerini
yapmak,
c)Ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile
planlaması hizmetlerini yapmak,
d) İlaç, uyuşturucu ve psikotrop
maddelerin üretim ve tüketimini her safhada kontrol ve denetlemek; farmasötik ve tıbbi madde ve müstahzar üreten yerlerin,
dağıtım yerlerinin açılış ve çalışmalarını esaslara bağlamak, denetlemek,
e) Gerekli aşı, serum, kan ürünleri ve
ilaçların üretimini yapmak, yaptırmak ve gerekirse ithalini sağlamak,
(...)"
43. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 8. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"Sağlık Bakanlığındaki anahizmet birimleri şunlardır:
a) Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü,
(...)
c) İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü,
(...)
e) Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel
Müdürlüğü,
(...)"
44. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 9. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"Temel Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) (Değişik bent: 08/06/1984
- KHK - 210/1 md.) Toplum sağlığını
ilgilendiren her türlü koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesini sağlamak, bu
hizmetlere halkın katkı ve iştirakini temin etmek,
b) Bulaşıcı, salgın, sosyal ve dejeneratif hastalıklarla mücadele ile aşılama ve
bağışıklık hizmetlerini yürütmek,
(...)
f) Zehirli ve uyuşturucu maddelerle, tıbbi ve
hayati müstahzarları, insan sağlığında kullanılan her cins serum ve aşıları,
bunların yapıldığı ve satıldığı yerleri denetlemek,
(...)"
45. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 11. maddesinin
ilgili kısmı şöyledir:
"İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğünün
görevleri şunlardır :
a) Sağlık hizmetlerinde kullanılacak ilaçların
imalini, ithalini ve piyasaya arz şekillerini izne bağlamak, ilaçların kaliteli
olarak uygun fiyatlarla ve sürekli bir şekilde halka ulaşmasını sağlamak, bu
amaçla gerekli kontrolleri yapmak,
(...)"
46. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 13. maddesi
şöyledir:
"Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması
Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Ana Çocuk sağlığı ve aile planlaması
hizmetleri ile ilgili hedefleri belirlemek, bu hedefler doğrultusunda çalışma
plan ve programları hazırlamak ve uygulamaya koymak,
b) Annenin ve çocuğun beden ve ruh sağlığının
korunmasını ve evli kadınların doğum öncesi ve sonraki bakımlarını sağlamak,
c) Bakanlıkça verilen benzeri görevleri
yapmak."
47. 181 sayılı mülga Kanun Hükmünde Kararname'nin 39. maddesinin
ilgili kısımları şöyledir:
"Sağlık Bakanlığının bağlı kuruluşları
şunlardır:
(...)
c) Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi
Başkanlığı."
48. Başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde yürürlükte
bulunan 30/12/1940 tarihli ve 3959 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam
Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun'un 1. maddesinin birinci
fıkrası şöyledir:
"Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine
bağlı, Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Mektebinden ibaret olmak üzere
teşkil edilen (Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi)
bu kanunda yazılı işleri yapmakla mükelleftir."
49. 3959 sayılı mülga Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısımları
şöyledir:
"Hıfzıssıhha Enstitüsü Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekilliğince muhtelif ihtisas şubelerine ayrılır.
Bu müessese vekaletçe gösterilecek lüzum
üzerine:
A) Halk Hıfzıssıhha şartlarının ıslah ve inkisafına ve her nevi hastalıklarla mücadeleye yarayacak
sıhhi ve fenni araştırmaları ve incelemeleri yapmak,
B) Vekaletçe nevileri tayin edilen serum ve
aşıları ve sair biyolojik ve kimya maddelerini hazırlamak,
C) Hususi kanunlarına tevfikan yerli veyahut
yabancı müstahzarların, serum ve aşılarla sair hayati terkip veya kimyevi
maddelerin kontrollerini yapmak,
(...)
E) Umumi ve içtimai hıfzıssıhhaya ve sair
sıhhi mevzulara ait konferanslar tertip etmek ve neşriyat yapmakla mükelleftir."
50. 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin 262. maddesi şöyledir:
"Çocuk, küçük iken ana ve babasının
velayeti altındadır; kanuni sebep olmadıkça, ana ve babadan alınamaz. Hakim, vasi tayinine lüzum görmedikçe hacredilen
çocukları dahi, ana ve babanın velayetine tabidirler."
51. 743 sayılı mülga Kanun'un 264. maddesinin ikinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuk, ana ve babasına riayete
mecburdur. Ana ve baba, kudretlerine göre çocuğu yetiştirmekle ve çocuk alil
veya aklı zayıf ise haline münasip bir terbiye vermekle mükelleftirler."
52. 743 sayılı mülga Kanun'un 268. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz
oldukları nisbette çocuklarının kanuni
mümessilidirler. Bu sıfatla hareketlerinde hakimin
reyine ihtiyaçları yoktur."
53. 743 sayılı mülga Kanun'un 272. maddesi şöyledir:
"Ana ve baba, vazifelerini ifa
etmedikleri takdirde hakim, çocuğun himayesi için muktazi tedbirleri ittihaz ile mükelleftir."
54. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun
335. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının
velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan
alınamaz."
55. 4721 sayılı Kanun'un 339. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi
konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve
uygularlar."
56. 4721 sayılı Kanun'un 346. maddesi şöyledir:
"Çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye
düştüğü takdirde, ana ve baba duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse
hâkim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır."
57. 4721 sayılı Kanun'un 347. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Çocuğun bedensel ve zihinsel gelişmesi
tehlikede bulunur veya çocuk manen terk edilmiş hâlde kalırsa hâkim, çocuğu ana
ve babadan alarak bir aile yanına veya bir kuruma yerleştirebilir."
58. Sağlık Bakanlığının 19/12/2000 tarihli ve 18679 sayılı
Genişletilmiş Bağışıklama Programı Genelgesi'nin "Genişletilmiş Bagışıklama Programı"
başlıklı kısmı şöyledir:
"Genişletilmiş Bagışıklama
Programı (GBP): Boğmaca, Difteri, Tetanos, Kızamık, Verem, Çocuk Felci (polio) ve Heparit-B
hastalıklarının morbidite ve mortalitesini
azaltarak, bu hastalıkları kontrol altına almak ve hatta tamamen ortadan
kaldırmak amacı ile, hassas yaş gruplarına enfeksiyona yakalanmalarından önce
ulaşıp bağışıklanmalarını sağlamak için yapılan
aşılama hizmetlerini içerir. Yüksek aşılama oranlarına ulaşarak, bu
hastalıkların kontrol altına alınması, 2000'li yıllarda bebek ölümlerinin binde
40'a düşürülmesi hedefine ulaşılmasında önemli bir adım olacaktır.
Temel strateji ise her doğan bebeğin bir
yaşına ulaşmadan önce aşı takvimine uygun olarak bağışık kılınmasıdır. Genişletilmiş
deyimi, aşısız veya eksik aşılı bebek ve çocukların tespit edildiği anda bağışıklanmasının sağlanması ve bu uygulamanın ülke
genelinde her yerde eşit olarak yapılması anlamını vurgulama için
kullanılmaktadır."
59. Anılan Genelge'nin "Aşı
Takvimi" başlıklı
kısmı şöyledir:
"AŞI TAKVİMİ:
1) BİR YAS ALTI (0-11 ay 29 günlük)
BEBEKLERE
• 2. Ayın bitiminde ( 8
haftalık ) : BCG
DBT-1
POLİO-1
• 3. Ayın bitiminde ( 12
haftalık ) : DBT-2
POLİO-2
Hepatit B-1
• 4. Ayın bitiminde ( 16
haftalık ) : DBT-3
POLİO-3
Hepatit B-2
• 9. Ayın bitiminde ( 36
haftalık ) : KIZAMIK
Hepatit B-3
2) RAPEL DOZ
• 1,5 yaşında ( 16-24
aylık ) : DBT
(DBT III-OPV III'ten
1 yıl sonra) POLİO
3) OKUL AŞILAMALARl
• İlköğretim 1. sınıfta :
BCG
POLİO
KlZAMIK
Td *
* Td : Erişkin Tipi Difteri- Tetanos
• İlköğretim 5. sınıfta :
Td
• Lise l. sınıfta :
TT (Tetanos)"
60. Anılan Genelge'nin "Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler" başlıklı kısmı şöyledir:
"[Aşı
Uygulamalarında Genel Prensipler:]
* Sağlık kurumuna herhangi bir nedenle
başvuran her bebek, çocuk ve gebenin aşılama durumu kontrol edilmeli, aşı
takvimine göre aşılanması gerekenler ve eksik aşı1ılar tespit edilip, aşılamak
için her fırsat değerlendirilmelidir.
* Bir daha gelemeyecek ise, bir bebek, çocuk
ya da gebe için bir ampul yada şişe aşı açılmalıdır.
* Aşı uygulamalarından önce aşı üzerindeki
etiketi ve son kullanma tarihi kontrol edilmeli, etiketi olmayan ya da son
kullanma tarihi geçmiş aşılar ve enjektörler kullanılmamalıdır. İlk olarak
miadı önce dolacaklar kullanılmalıdır (son kullanma tarihi en yakın olan aşı
ilk önce kullanılmalıdır).
* Açılan aşı şişelerine açılış tarih ve saati
yazılmalıdır.
* Her aşı için ayrı ve steril bir enjektör
kullanılmalıdır.
(...)
* Ailelere bir sonraki aşı için gelmeleri
gereken zaman ve uygulanan aşının gerekliliği ile yan etkileri hakkında bilgi
verilerek, mutlaka aşı kartı verilmelidir.
(...)"
61. Anılan Genelge'nin "Aşı
Uygulamalarında Kayıt ve Bildirim Sistemi" başlıklı kısmı
şöyledir:
"Aşı uygulamalarının ilgili tüm formlara
zamanında, tam ve doğru olarak kaydedilmesi sağlanmalıdır.
* Form 012A (0-59 ay aşı kayıt fişi)
* Form 012B (5 yaş üzeri aşı kayıt fişi)
* Form 006 (Bebek ve çocuk izleme fişi)
* Form 004 (Kişisel sağlık fişi)
* Aşı kartı
* Form 013 (Ay sonunda sağlık ocağı tarafından
o ay yapılan aşılar Form 012A dan ve form 012B den, yaş grubuna göre ayrılarak,
bu forma geçirilir. Bu form takip eden ayın ilk haftası içinde sağlık
müdürlüğüne gönderilir.
(...)
62. Anılan Genelge'nin "Aşı
İhtiyacının Belirlenmesi" başlıklı kısmı şöyledir:
"Aşılar, İl Sağlık Müdürlüklerine 3'er
aylık, sağlık ocaklarına aylık dönemler halinde dağıtılır. Bakanlık
gönderimleri 1. dönem (Ocak-Şubat-Mart ayları) için Aralık ,
II. dönem (Nisan-Mayıs-Haziran ayları) için Mart, Ill.
Dönem (Temmuz-Ağustos-Eylül ayları) için Haziran ve IV. Dönem
(Ekim-Kasım-Aralık ayları) için Eylül aylarında, soğutuculu kamyonlar ile
yapılmaktadır.
İhtiyaçlar bu dönem süreleri dikkate alınarak,
hesaplanır (...)"
63. Anılan Genelge'nin "Kızamık
Hastalığına Yönelik Bağışıklama Çalışmaları" başlıklı kısmı
şöyledir:
"Kızamık aşı ile korunabilir hastalıklar
içinde en çok görülen ve en çok öldürenidir. Kızamık bulaşıcılığı çok yüksek
olan bir hastalıktır. Bu nedenle tek bir kızamık vakası yeterince bağışık
olmayan bir toplumda bir salgına neden olabilir ve salgın hızla yayılır.
Kızamık Hastalığını Kontrol Altına Almak İçin
Temel Stratejiler:
• Her il ve sağlık ocağı düzeyinde kızamık
aşılama oranlarının yükseltilmesi ve devamlılığının sağlanması.
• Aşının etkinliğinin %85 olması dolayısıyla
zamanla bağışıklanamamış çocuklar birikmektedir.
Hastalığa duyarlı havuz denen bu sayının artması salgın patlama tehlikesini de
beraberinde getirmektedir.
• Vakaları ve salgınları önlemenin tek yolu,
kızamık 1. ve okul çağı aşılarında yüksek aşılama oranlarına ulaşmaktır.
Ülkemizde olduğu gibi, kızamığın endemik olduğu durumlarda ilk olarak
aşılanması hedeflenen grup 1 yaş altı bebeklerdir. Bebekleri yüksek oranda
aşılama ile; hasta1ığa hassas kişiler daha yavaş ve daha az sayıda birikecek,
ayrıca hastalığın ve komplikasyonlarının daha ağır seyrettiği bu yaş grubu
kızamığa karşı korunmuş olacaktır.
• Kızamığa duyarlı nüfusun hedef nüfus
sayısına ulaştığı durumlar kolayca salgın oluşacak durumlar olarak
değerlendirilmektedir. Bu durumda duyarlı nüfusu azaltmaya yönelik olarak ek
aşılama aktiviteleri düzenlenir. Bu uygulamalar Genel Müdürlüğümuz
bilgisi dahilinde organize edilmelidir.
Ek Aşılama Aktiviteleri:
• Yakalama Aşılaması (Catch
Up) : Hastalık bulaş
zincirini kırmak, etkenin dolaşımını durdurmak amacıyla uygulanır. Tek dozluk
bir kampanya uygulamasıdır. Bulaşın düşükolduğu
mevsimlerde, 9 ay ile 14 yaş arası tüm çocuklara, aşılanma durumuna
bakılmaksızın aşılama yapılır. Bu uygulamanın 1 hafta ile 1 ay gibi kısa sürede
tamamlanması gerekmektedir.
• İzleme Aşılamaları (Follow
Up) : Zamanında aşılanamama
ya da aşıların %100 koruyuculuğu olmaması nedeniyle hastalığa duyarlı nüfusun
artışına dayalı olarak yapılan kampanya uygulamasıdır. Duyarlı nüfusun
biriktiği yaş gruplarına, birikme periyotlarına göre 4-5 yılda bir, 1 hafta ile
1 ay içinde uygulanabilmektedir. 5 yaş altı duyarlı nüfus, 1 yılın doğum kohortuna eşitlenince yapılabileceği gibi okul öncesi
çağlara periyodik olarak 4 - 5 yılda bir bu kampanya
yapılabilir.
• Silme Aşılaması (Mop
Up) : Aşı oranı düşük olan
bölgelerde, aşı oranını kısa sürede yükseltmek ve virus
dolaşımını azaltmak amacıyla uygulanır. 1 hafta gibi kısa sürede, daha önceki
aşılanma durumuna bakılmaksızın tüm belirlenmiş duyarlı nüfusa uygulanır.
• Kızamık aşılama çalışmalarında, hastalık
yönünden riskli bölgelere (aşılama oranı düşük bölgeler, gecekondu bölgeleri,
nüfusun yoğun oldugu bölgeler v.b.)
öncelik verilmelidir.
• Aşı oranlarının yükseltilmesine yönelik
çalışmalar GBP'nin bir parçası olarak ele
alınmalıdır.
• Hastalık sürveyansının
güçlendirilmesi sağlanmalıdır.
(...)"
64. Anılan Genelge'nin "Soğuk
Zincir" başlıklı kısmı şöyledir:
"Soğuk zincir, bir aşının etkinliğini
üretiminden kişiye verilene kadar koruyan ve ihtiyacı olanlara yeterli miktarda
etkin aşının ulaşmasını sağlayan insan ve malzemeden oluşan sistemdir.
Zamanında ve istenilen miktarda aşı temin edilemezse aşı uygulamaları
aksayacaktır. Kullanılan aşılar etkin değilse de, %100
aşılama oranlarına ulaşılsa bile, bağışık bir toplum oluşturma açısından hiçbir
yarar sağlamayacaktır. Bu nedenle soğuk zincir GBP'nin
can alıcı komponentlerinden biri olarak büyük önem
taşımaktadır.
Bilindiği gibi tüm aşılar sıcaklığa hassastır,
aynca BCG ve Kızamık aşıları güneş ışığı gibi
ultraviyole ışınına da hassastır. Aşıları tahrip eden, ısının kümülatif
etkisidir. Yani bir kerede çok yüksek (30-35 derece üzeri) sıcaklığa maruziyet kadar, bir çok kereler
daha az sıcaklıklara (10-30 derece arası) maruziyet
de aşıyı aynı derecede bozabilir. Bir kez aşının etkinliği kaybolur ya da
azalırsa, aşılar eski haline döndürülemez, bu yüzden soğuk zincir süreklilik
gerektirir. Öte yandan bazı aşılar dondurulabilirken (Polio,
Kızamık, BCG); DBT, TT, DT, Td ve Hepatit B
aşılarının hiçbir zaman donmaması gerekir. Bu aşılar donduğu taktirde aşı
materyali özelliğini yitirmekte, geri dönmeyecek şekilde bozunuma uğrayarak,
çökeller oluşturmaktadır. Bazı donma durumlarında şiddetli çalkalamalarla yine
homojene yakın bulanıklık meydana gelebilmekte ve sanki donmamış izlenimi
verebilmektedir. Bunun önüne geçebilmek için soğutucu ve dolapların belirlenmiş
süreler dahilinde mutlaka izlenmeleri, olanak var ise elektronik olarak
kaydedilmeleri yerinde olacaktır.
İl düzeyinde soğuk zincir uygulamaları
aşağıdaki kurallara göre düzenlenir:
• Her Sağlık Müdürlüğünde, il aşı ve soğuk
zincir malzemesi ihtiyacının belirlenmesi, aşıların soğuk zincire uygun olarak
merkezden temini, il deposunda saklanması ve perifere
dağıtılmasından sorumlu, bir "İl Soğuk Zincir Sorumlusu" ve
yardımcısı olmalıdır.
• Aşıların dağıtımında ve kullanımında son
kullanma tarihleri mutlaka göz önüne alınarak, miadı önce dolacak aşıların önce
kullanımı sağlanmalı ve miadı dolmuş ya da kullanım süresi dolmuş olanlar vakit
geçirilmeden imha edilmelidir.
• Gönderilen aşılar farklı firmalar tarafından
imal edildiğinden uygulama dozları için mutlaka prospektüslerine bakılmalıdır.
• Her sağlık ocağında aşılar buzdolabında
saklanmalı, buzdolabından sorumlu biri asil, biri yedek olmak üzere iki kişi
belirlenmelidir. Soğuk zincir sorumluları Sağlık Memuru, Hemşire ya da Ebe
olmalıdır.
• Buzdolaplarında mutlaka bir termometre
olmalı, bozulan veya kırılanın yerine hemen yenisi konulmalı ve buzdolabının
sıcaklığı +2 ila +8 dereceler arasında korunmalıdır. Özellikle +4 derecede
kalması sağlanmalıdır.
• Buzdolabının kapısına bir sıcaklık izlem
çizelgesi yapıştırılarak, dolabın sıcaklığı sabah ve akşam bu çizelgeye
kaydedilmelidir. Sıcaklık izlem çizelgesinin altında soğuk zincir sorumlusu ve
yedeğinin adı soyadı bulunmalıdır.
• Aşıların saklandığı buzdolabı aşırı soğuk ve
sıcaktan korunacak, muhafazalı uygun bir odaya yerleştirilecektir. Buzdolabı
gölge bir yerde, kışın ısıtılan odalardan birinde, duvardan 10-15 cm uzaklıkta
düz bir zemine yerleştirilmelidir.
• Uzun tatillerde ve elektrik kesintilerinde,
il ve sağlık ocağı düzeyinde soğuk zincir sorumluları dolap ısısını kontrol
ederek gereken önlemleri almalıdırlar.
• Merkezden illere 3 ayda bir yapılan aşı
sevkinde kullanılan soğutuculu (frigorifik) kamyonların soğutucu üniteleri ilde
bulunduğu süre içerisinde elektrikle çalıştırılmalı bunun için de kamyonun park
edeceği yere sanayi cereyanı = 380 volt trifaze
elektrik hattı çekilmiş olmalıdır.
• Ankara merkez depodan kurye ile sevk
yapılması gereken hallerde, yalnızca uzun ömürlü aşı nakil kabı
kullanılmalıdır.
• İllerden sağlık ocaklarına aylık olarak
yapılan aşı sevklerinde 4 saate kadar olan mesafelere askılı tip aşı nakil kabı
kullanılabilir.
• Çok acil durumlarda ya da nakil kabı
yetmediğinde uzun ömürlü nakil kabı niteliğinde poliüretan ya da strafordan
(köpük vb.) üretilmiş izolasyonlu özel aşı kapları, yeterli buz aküsü desteği
ile aşı naklinde kullanılabilirler.
• Her yıl tekrarlanmak üzere ilin soğuk zincir
malzemesi mevcudu, periyodik bakım ve tamir gerektirenler ile yeni malzeme
ihtiyacı belirlenmeli, onarımı veya temini sağlanmalıdır.
(...)"
65. Anılan Genelge'de soğuk zincir ile
ilgili olarak ayrıca aşıların buzdolabına doğru olarak yerleştirilmesine
ilişkin çeşitli hükümler mevcuttur. Keza Genelge'de
Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında çalışan personelin görev ve
sorumluluğuna ilişkin de çeşitli hükümler bulunmaktadır.
B. Uluslararası Hukuk
66. Türkiye tarafından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve
27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'nin 3. maddesi
şöyledir:
“(1)
Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya
yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün
faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
(2) Taraf Devletler, çocuğun ana–babasının,
vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve
ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için
gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve
idari önlemleri alırlar.
(3)
Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların,
hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve
uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan
ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”
67. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 24. maddesi şöyledir:
" 1. Taraf Devletler, çocuğun olabilecek
en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini
veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir
çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun
bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.
2. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak
uygulanmasını takip ederler ve özellikle:
a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının
düşürülmesi;
b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve
tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek
sağlanması;
c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve
başka olanakların yanısıra, kolayca bulunabilen
tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması
yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne
alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;
d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun
bakımın sağlanması:
e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle
ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi, anne sütü ile
beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda
temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması;
f) Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya
rehberliğini, aile plânlaması eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi;
amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için
zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her
türlü önlemi alırlar.
4. Taraf Devletler, bu maddede tanınan hakkın
tam olarak gerçekleştirilmesini tedricen sağlamak amacıyla uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve teşviki konusunda karşılıklı
olarak söz verirler. Bu konuda gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri
özellikle gözönünde tutulur."
68. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmışöyledir:
"Herkesin yaşam hakkı yasayla
korunur(...)"
69. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının
devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet
hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma
zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07,
27/1/2015, § 67).
70. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler ayrıca -ister
özel hastane ister devlet hastanesi olsun- sağlık çalışanlarının sorumluluğu
altında yaşamını yitiren bir kişinin ölüm nedeninin belirlenmesine ve gerektiği
takdirde sağlık çalışanlarının eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmalarına imkân
tanıyan etkin ve bağımsız bir yargı sistemi kurmayı gerektirir (Mehmet Şentürk ve Bekir Şentürk/Türkiye,
B. No: 13423/09, 9/4/2013, § 81).
71. AİHM, sağlık hizmeti alanındaki kamusal kaynakların tahsisi
gibi meselelerde taraf devletlerin yetkili makamlarının AİHM'e
göre daha elverişli konumda olduğunu belirtmektedir (Lopes De Sousa Fernandes/Portekiz
[BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, § 175).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
72. Mahkemenin 11/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Yaşam Hakkının İhlal
Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
73. Başvurucular, oğulları M.I.ya 2002 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından
yürütülen aşı kampanyasında tek doz kızamık aşısı yapılmış olmasına rağmen
oğullarının bundan yaklaşık bir buçuk yıl sonra kızamık hastalığına
yakalandığını, akabinde de bu hastalığa bağlı olarak ortaya çıkan SSPE
hastalığına yakalanarak yaşamını yitirdiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular
aşılama kampanyasında bozuk aşı kullanılması, kızamık aşısının tek doz olarak
yapılması, toplumun tüm kesiminin yaygın bir aşılama kampanyasına tabi
tutulmaması ve aşılama kampanyasının soğuk zincir kuralına uygun şekilde
yürütülmemesi nedenleriyle oğullarının SSPE'ye
yakalanarak hayatını kaybettiğini, somut olayda aşılama kampanyasının kötü bir
şekilde yürütüldüğünün açık olduğunu iddia etmiş; bu iddialarla oğullarının
yaşamının korunamadığını ileri sürmüşlerdir.
74. Başvurucular; önleyici ve koruyucu sağlık hizmetlerinin
belli bir dönem kötü yürütüldüğünü, bu sebeple Anayasa'nın 56. maddesinin ihlal
edildiğini iddia etmişlerdir.
75. Başvurucular; yaşam hakkının usul boyutunun meydana gelen
ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmasını gerektirdiğini, somut olayda
Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğünden Diyarbakır'da 2001-2002 yıllarında tek doz
kızamık aşısı yapılması kararını alan idari yetkililerinin isimlerinin
istenmesine rağmen bu kişilerin isimlerinin kendilerine verilmediğini, bu
sebeple sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunamadıklarını ileri
sürmüşlerdir. Başvurucular, açtıkları tam yargı davasında bilirkişi
incelemesinin yapılmamış olmasının da yargılamanın etkin bir şekilde
yürütülmediğini gösterdiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular, onama kararını
veren Danıştay Onbeşinci Dairesinin karar düzeltme
istemi yönünden de karar verdiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, bu
sebeplerle yaşam hakkının usul yönünün ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
76. Başvurucular; aşılama kampanyasının nasıl yürütüldüğü, SSPE
hastalığından ölen kişilerin sayısının neden bu kadar fazla olduğu ve toplumun
tümüne aşı yapılıp yapılmadığı hususlarını derece mahkemelerinin
açıklayamadığını, Danıştay kararlarının da genel geçer ifadelerle hazırlanmış
olduğunu, bu sebeplerle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
77. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak
incelendiğinde başvurucuların temel olarak oğulları M.I.nın yaşamının korunamamasından ve idari yargıda
açtıkları tam yargı davasının etkili bir şekilde yürütülmemesinden şikâyet
ettikleri anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucuların bu başlık altında ileri
sürdükleri tüm iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan
yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
78. Anayasa’nın "Kişinin
dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı
17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
79. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Devletin
temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
80. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
81. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma
hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan
olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır.
Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin
yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak
yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal
makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden
kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).
82. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen
faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini” düzenleyeceği, bu görevini kamu ve özel
kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek
yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker
Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
83. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklere göre
devletin öncelikle, yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak
için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir.
84. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını
koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından
yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile maddi ve
manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini
sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail
Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).
85. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında
gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, yaşam hakkını
korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını,
bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili
idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal
olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet
bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve
diğerleri, § 52).
86. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu
durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının
açık olması yeterli olabilir (Serpil
Kerimoğlu ve diğerleri, § 59;
Nail Artuç, § 37).
87. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri
tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların
uygulamada da etkili olmasıgerekir. Bir başvuru
yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi
veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir
giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, §
39).
88. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri
sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın
17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü
bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile
ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti
altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin
Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).
ii. İlkelerin Olaya
Uygulanması
89. Somut olayda başvurucular, oğulları M.I.nın SSPE hastalığına yakalanarak yaşamını yitirmesi
üzerine idare aleyhine açtıkları tam yargı davasının reddedilmesinden sonra
yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Başvurucular, SSPE hastalığına kızamık aşısının neden olduğu yönünde bir iddia
ileri sürmemişlerdir. Başvurucular gerek derece mahkemelerine sundukları
dilekçelerde gerekse bireysel başvuru formunda oğullarına kızamık aşısı
yaptırdıkları hâlde bu aşının yeterli dozda ve uygun koşullarda yapılmaması
nedeniyle önleyici etki gösteremediğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular ayrıca
kızamık aşısının ülke genelinde yaygın olarak yapılmamış olmasından şikâyet
etmişlerdir.
90. Başvurucular, Diyarbakır'da 2001-2002 yıllarında tek doz
kızamık aşısı yapılması kararını alan idari yetkililerinin isimlerinin
kendilerine verilmemesi nedeniyle bu kişiler hakkında suç duyurusunda
bulunamadıklarından da şikâyet etmişlerdir. Başvuru formu ve ekleri bu şikâyet
kapsamında incelendiğinde başvurucuların 15/11/2006 tarihinde Diyarbakır İl Sağlık
Müdürlüğüne bir dilekçe sunarak diğer bazı bilgi ve belgenin yanı sıra
2001-2002 yıllarında Diyarbakır'da gerçekleştirilen tek doz kızamık aşısı
uygulaması kararını alan idari yetkililerinin isim, soy isim ve adres
bilgilerinin hukuki başvuruda kullanılmak üzere kendilerine verilmesi talebinde
bulunduğu, Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğünün ise il müdürlüklerinin rutin aşı
takvimini değiştirme yetkisinin olmadığını, 2001-2002 yıllarında ilköğretim
birinci sınıfta ikinci doz aşı uygulamasına devam edildiğini başvuruculara
bildirdiği görülmektedir. Başvuru formu ve eklerinde başvurucuların yaşadığı
üzüntü verici olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir
bilgi ve belge bulunmamaktadır. Olayın meydana geldiği koşullar da bu bağlamda
herhangi bir şüphe uyandırmamaktadır. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesi
kapsamındaki etkili yargısal sistem kurma yönündeki
pozitif yükümlülüğün somut olayda mutlaka ceza soruşturmasını gerekli kıldığı
söylenemez. Etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük, somut
olayda mağdurlara idare mahkemeleri önünde açabilecekleri bir tam yargı davası
yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir. Bu sebeple başvuruya konu
olay hakkında herhangi bir ceza soruşturması yürütülmemesinin Anayasa'nın 17.
maddesi bağlamında sorun teşkil etmediği değerlendirilmiş ve mevcut başvuruda
asıl olarak hem idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde
zararın ödenmesini sağlayabilecek olan tam yargı davası sürecinin incelenmesi
gerektiği kanaatine varılmıştır.
91. Somut olayda öncelikle başvurucuların oğulları M.I.ya idare tarafından kızamık
aşısı yapılıp yapılmadığının açıklığa kavuşturulması gerekir. Zira aşının uygun
koşullarda yapılmadığı iddiası, M.I.ya
aşı yapılıp yapılmadığı hususu ile doğrudan bağlantılıdır.
92. Başvurucular bireysel başvuru formunda Sağlık Bakanlığı
tarafından yürütülen aşı kampanyası sırasında oğullarına kızamık aşısı
yaptırdıklarını belirtmişlerdir. Keza başvurucular, oğullarına kızamık aşısını
yaptırdıkları iddiasını derece mahkemeleri önünde de dile getirmişlerdir.
Başvurucuların bu iddiası ile ilgili olarak derece mahkemeleri ise
başvurucuların bağlı oldukları Şehitlik Sağlık Ocağı kayıtlarında M.I.ya aşı yapıldığına dair
herhangi bir bilgiye rastlanmamasını ve M.I.ya aşı
yapıldığını gösteren herhangi bir bilgi ve belgenin başvurucular tarafından
dava dosyasına sunulmamış olmasını dikkate alarak M.I.ya
kızamık aşısı yapılmadığı sonucuna ulaşmıştır.
93. Bu durumda koruyucu sağlık hizmetlerinin yürütüldüğü sırada
tutulması gereken kayıtlara ilişkin iç hukukta ne gibi düzenlemeler olduğunun
açıklanması ve derece mahkemelerince verilen kararların bu kapsamda
değerlendirilmesi yerinde olacaktır.
94. 224 sayılı Kanun'un 10. maddesinin ikinci fıkrasında; sağlık
ocakları ve evlerinin her türlü koruyucu hekimlik hizmetlerini, hastaların
muayene ve tedavisi ile sağlık ocağına kayıtlı şahısların sağlık sicillerini
tutmakla mükellef olduğu belirtilmiştir (bkz. § 39). Keza Genişletilmiş
Bağışıklama Programı Genelgesi'nin "Aşı
Uygulamalarında Kayıt ve Bildirim Sistemi" başlıklı kısmında
aşı uygulamalarının ilgili tüm formlara zamanında, tam ve doğru olarak
kaydedilmesinin sağlanması gerektiği ifade edilmiş ve hangi forma hangi
bilgilerin kaydedileceği ayrıntılarıyla açıklanmıştır. Anılan genelgede ayrıca
ailelere mutlaka aşı kartı verilmesi gerektiği ifade edilmiştir (bkz. §§ 60,
61).
95. Başvurucular, yukarıda açıklanan aşı kayıt sisteminin
yetersiz olduğu yahut bu sistemin uygulamada etkili bir şekilde işlemediği
yönünde bir iddia ileri sürmemişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde söz konusu
sistemin uygulamada etkili bir şekilde işlemediğine işaret eden herhangi bir
veri de tespit edilememiştir. Aksine başvurucular tarafından akrabaları
M.J.T.ye ait aşı kartının derece mahkemelerine ibraz edilmesi hususunun (bkz. §
16) bu kayıt ve bildirim sisteminin uygulamada etkili bir şekilde işlediğine
işaret eder mahiyette olduğu değerlendirilmiştir.
96. Derece mahkemelerinin olaylara ilişkin tespitleri Anayasa
Mahkemesi açısından bağlayıcı olmamakla birlikte Anayasa Mahkemesinin derece
mahkemelerinin tespitlerinden farklı bir tespitte bulunabilmesi için bu hususta
ikna edici unsurların mevcut olması gerekmektedir. Derece mahkemeleri, dava
dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak M.I.ya kızamık aşısı yapılmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Derece mahkemeleri bu sonuca ulaşırken M.I.ya
aşı yapıldığına dair herhangi bir kayda rastlanmadığını belirten Şehitlik
Sağlık Ocağı yazısına ve başvurucuların M.I.ya aşı
yapıldığını gösteren herhangi bir bilgi ve belgeyi dava dosyasına sunmamış
olmasına dayanmıştır. Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak ele alındığında
derece mahkemeleri kararlarının dosyada bulunan delillerle açıkça çelişecek
biçimde verildiğinden söz edilemeyeceği değerlendirilmiştir. Bu durumda somut
olayda derece mahkemelerinin M.I.ya
aşı yapılmadığı yönündeki tespitinden ayrılmayı gerektirecek ikna edici bir
nedenin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
97. M.I.ya
kızamık aşısı yapıldığının kanıtlanamadığı dikkate alındığında kızamık
aşılarının uygun koşullarda yapılıp yapılmadığının ve aşı uygulamasında soğuk
zincir kuralına uyulup uyulmadığının ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığı
değerlendirilmiştir.
98. Somut olayda, kızamık aşılarının yeterli dozda yapılmadığı yönündeki
iddiaya da değinmek gerekir. Başvurucular bu iddiayı oğullarına uygulandığını
ifade ettikleri kızamık aşısının dozajının yetersiz olduğu hususu ile
bağlantılı olarak ileri sürmemişlerdir. Başvurucular, kızamık aşısının yeterli
dozda yapılmadığı yönündeki iddiayı Türkiye'deki kızamık aşılarının belli bir
dönem çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususu ile bağlantılı olarak
ileri sürmüşlerdir. Bu husus ile ilgili olarak başvurucuların oğullarının
hayatta olduğu dönemde Türkiye'de çift doz uygulamasına geçildiğini ve ilk
dozun çocuk dokuz aylıkken, ikinci dozun ise çocuk ilkokul birinci sınıfta iken
yapılması gerektiğinin karara bağlandığını ancak başvurucuların oğullarının
ikinci dozun yapıldığı döneme gelmeden önce kızamık hastalığına, ardından da
SSPE hastalığına yakalandığını belirtmek gerekir. Dolayısıyla bu aşamada söz
konusu iddianın üzerinde daha fazla durulmasının gerekli olmadığı
değerlendirilmiştir. Bununla birlikte Türkiye'deki kızamık aşılarının 1998
yılına kadar çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna, kızamık
aşısının ülke genelinde yaygın olarak yapılmadığı yönündeki iddia incelenirken
yine değinilecektir.
99. Başvuru konusu olayda, kızamık aşısının ülke genelinde
yaygın bir şekilde yapılmadığı yönündeki iddianın ayrıca incelenmesi gerekir.
Çünkü başvurucuların bu iddiası, kızamık aşısının kendi çocuklarına yapılıp
yapılmadığı hususundan bağımsız olarak incelenebilir niteliktedir. Başvurucular
kızamık aşısının ülke genelinde yaygın olarak yapılması hâlinde SSPE hastalığına
yakalanma oranının oldukça düşeceğini, kızamık aşısının ülke genelinde yaygın
şekilde yapılarak toplumun bağışıklığının yükseltilmesi hâlinde oğulları M.I.nın kızamık hastalığına,
dolayısıyla SSPE hastalığına yakalanmayacağını ileri sürmüşlerdir.
100. Koruyucu sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde
organize edilmesi ve bireylere sunulması konusunda devletin belli ölçüde
pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu açıktır. Devletin öncelikle bulaşıcı bir
hastalığın görülmesi hâlinde bu durumu tespit etmeye elverişli bir sistem
kurması ve bu vakanın bir salgına dönüşmemesi için gerekli olan önlemleri
alması gerekir.
101. Hastalığın ihbarı ve bildirimi sisteminde gerek kamusal
makamların gerekse anne ve babanın oldukça hassas davranması gerekir. Anne ve
babaların bulaşıcı bir hastalığa yakalanan yahut yakalandığından
şüphelendikleri çocuklarını derhâl sağlık kuruluşlarına ulaştırması, sağlık
kuruluşlarındaki görevlilerin de söz konu vakayı değerlendirerek gerekli
önlemleri alması gerekir.
102. Gerekli önlemlerin alınması noktasında devletin yüksek
aşılama oranlarına ulaşarak toplumun bağışıklığını güçlendirmesi önemlidir.
Devletin normal dönemlerde yüksek aşılama oranlarına ulaşması ve toplumun
bağışıklığını güçlendirmesi yönünde pozitif yükümlülükleri bulunmakla birlikte
bu pozitif yükümlülüklerin kapsamının bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın
görülmesi ve/veya bu durumun bir salgına işaret etmesi hâlinde dahageniş olacağı da muhakkaktır.
103. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele kapsamında önemli hükümler
içeren 1593 sayılıKanun yürürlüktedir. Bu Kanun'un
88. maddesinde çiçek aşısı mecburi bir aşı olarak öngörülmüştür. Bunun yanı
sıra 1593 sayılı Kanun’un 57. maddesinde kızamık hastalığı da dâhil olmak üzere
belirli hastalık türleri sayılmış, 72. maddesinde ise 57. maddede zikredilen
hastalıklardan birinin ortaya çıkması veya ortaya çıkmasından şüphe edilmesi
durumunda bir kısım tedbirlere başvurulacağı belirtilmiş ve söz konusu
tedbirler arasında hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı
uygulanması şeklindeki tedbire de yer verilmiştir (bkz. §§ 27-34). Başvuruya
konu olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte bulunan Genelge'de
ise bebeklik dönemini de kapsayacak şekilde belirli yaş grupları için çeşitli
periyotlar dâhilinde bazı aşıların uygulanmasına ilişkin esas ve usuller
düzenlenmiştir (Halime Sare
Aysal [GK], B. No:
2013/1789, 11/11/2015, §§ 71, 72).
104. Kızamık aşısının ülke genelinde yaygın bir şekilde
yapılmadığı yönündeki iddia ile ilgili olarak SSPE Bilimsel İnceleme Komisyonu
raporundaki verilere değinmek yerinde olacaktır. Başvurucular, bireysel başvuru
formunda anılan rapora yönelik herhangi bir iddia ve itiraz ileri
sürmemişlerdir. Başvuru formu ve eklerinde, çeşitli üniversitelerde görev yapan
akademisyenlerce hazırlanan söz konusu raporun objektifliğinin ve/veya
yeterliğinin sorgulanmasına neden olabilecek ikna edici bir veri de tespit
edilememiştir. Dolayısıyla kızamık aşısının ülke genelinde yaygın bir şekilde
yapılmadığı yönündeki iddia değerlendirilirken bu rapordaki verilerden
yararlanılmasında herhangi bir sakınca olmadığı kanaatine varılmıştır.
105. Derece mahkemelerince hükme esas alınan SSPE Bilimsel
İnceleme Komisyonu raporunda, kızamık hastalığından ve hastalığın yol açtığı
komplikasyonlardan korunmanın tek yolunun duyarlı nüfusun yaygın ve etkin
aşılanması ile toplumun bağışıklığının yükseltilmesi olduğu ifade edilmiştir.
Raporda; Türkiye'de 1970 yılında başlatılan rutin kızamık aşı uygulamasının
Dünya Sağlık Örgütü ve Bağışıklama Danışma Kurulu önerileri doğrultusunda 1970
yılından 1998 yılına kadar tek doz olarak sürdürüldüğü, aşılanma oranının 1987
yılından bu yana giderek artış gösterdiği, bu oranın 1987-1990 yılları arasında
%60,7'ye, 1991-1994 yılları arasında %73,7'ye, 1995-1998 yıllarında ise %76'ya
ulaştığı belirtilmiştir. Raporda, başvurucuların oğullarının dünyaya geldiği
2000 yılının da aralarında bulunduğu 1999-2002 döneminde %81,7 aşılama oranına
ulaşıldığı ifade edilmiştir. Raporda ayrıca 2003-2005 yılları arasında
gerçekleştirilen kızamık aşı günleri kapsamında 15 yaş altı 18,5 milyon çocuğa
aşı yapıldığı belirtilmiştir.
106. Söz konusu veriler dikkate alındığında başvurucuların
oğulları M.I.nın dünyaya
geldiği dönemde kızamık hastalığının eliminasyonu tam olarak
gerçekleştirilememiş ise de kızamık hastalığının eliminasyonu için sürekli
olarak artan aşılama oranlarına ulaşıldığı ve bu kapsamda rutin aşılamaların
yanı sıra çeşitli aşı kampanyaları yürütüldüğü görülmektedir. İhtiyaçların
öncelik sıralamasının belirlenmesinde ve kamusal kaynakların hangi sağlık
hizmetine ne kadar tahsis edileceği hususunda idari makamların daha elverişli
konumda oldukları dikkate alındığında somut olayda anılan dönemde kızamık
hastalığının tamamen yok edilememiş olmasında yetkili makamlara bir sorumluluk
atfedilemeyeceği değerlendirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde,
başvurucuların yaşadığı bölgede başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde
rutin aşılamaların yanı sıra ek bazı önlemlerin alınmasını gerektirebilecek bir
durumun olduğuna ve bu hususta o dönemde yetkili olan kamu makamlarına
bildirimde bulunulduğuna ilişkin bir kayıt da mevcut değildir. Başvurucular da
olayların meydana geldiği dönemde -M.I. henüz kızamık
hastalığına yakalanmamış iken- yakın çevrelerinde kızamık hastalığı görülmesi
üzerine yetkili kamu makamlarına durumu bildirdiklerini yahut kamu makamlarının
durumu bildiğini ancak kamu makamlarının gerekli tedbirleri almadıklarını ileri
sürmemişlerdir. Esasında bulaşıcı hastalığa ilişkin bir vakanın görülmediği
ve/veya bir salgının ya da salgın tehlikesinin olmadığı normal durumlarda
derece mahkemelerinin kararlarında da belirtildiği üzere aşı takip
sorumluluğunun asıl olarak anne ve babalar üzerinde olduğu kabul edilmelidir.
107. Başvuru konusu olayda ayrıca Türkiye'deki kızamık
aşılarının 1998 yılına kadar çift doz yerine tek doz olarak yapılması hususuna
değinmek gerekir. Derece mahkemelerince hükme esas alınan bilirkişi raporuna
göre Dünya Sağlık Örgütü 1970 yılı sonlarında kızamık aşısını bebeklik çağında
yapılması gereken aşılar arasına almış, aşı uygulama zamanını 1986-1989 yılları
arasında dokuzuncu ayda tek doz olarak önermiş, 1993 yılında ise kızamık
eliminasyonunu hedefleyen ülkeler için ikinci dozu önermiş ancak gelişmekte
olan ülkeler için rutin iki doz aşı uygulamasının erken olduğunu ve ilk dozda
yüksek oranlara ulaşılmasına öncelik verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Rapordaki bilgilere göre Dünya Sağlık Örgütü 1998 yılında da dokuzuncu ayda tek
doz önerisini devam ettirmiş ancak 2000 yılında dokuzuncu aydaki ilk doz
kızamık aşısına ek olarak çocuklara ikinci doz fırsatının verilmesini önermiş
ve 2003 yılında da bu önerisini tekrar etmiştir. Başvuru formu ve eklerindeki
bu bilgi ve belgeler dikkate alındığında Türkiye'de belli bir dönem tek doz
olarak uygulanan kızamık aşısının anılan dönemdeki uluslararası standartlarla
uyumlu olduğu, o dönemdeki uluslararası standartlara uygun olarak hareket eden
kamu makamlarının sonradan ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutulamayacağı
değerlendirilmiştir.
108. Somut olayda son olarak idari yargıda açılan davada
bilirkişi incelemesi yapılmadan hüküm kurulduğu, Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi
kararının yeterli gerekçe ihtiva etmediği, temyiz ve karar düzeltme
aşamalarında genel geçer ifadelerle ret kararları verildiği ve tamyiz talebini inceleyen Danıştay Dairesi ile karar
düzeltme talebini inceleyen Danıştay Dairesinin aynı olduğu yönündeki
iddiaların incelenmesi gerekir. Görülmekte olan bir davadaki delilleri
değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olmakla birlikte yaşam
hakkının ihlal edildiği şikâyetinin bulunduğu davalarda derece mahkemelerinin
Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapıp
yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından
değerlendirilmesi gerekmektedir. Somut olay bu kapsamda incelendiğinde çeşitli
üniversitelerde görev yapan akademisyenlerce hazırlanan bilirkişi raporundaki
veriler doğrultusunda hüküm kuran Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin ayrı bir bilirkişi
raporu daha almamasının somut olayın koşulları bağlamında makul olmadığının söylenemeyeceği, gerek ilk derece mahkemesi kararının
gerekse ilk derece mahkemesinin gerekçesine katılan Danıştay kararlarının
gerekçesiz olduğundan söz edilemeyeceği kanaatine varılmıştır. Temyiz
incelemesi ile karar düzeltme incelemesinin Danıştayın
aynı dairesi tarafından yapılmasının da yargılamayı etkisiz kıldığından söz
edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
109. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde somut olayda
devletin koruyucu sağlık hizmetleri kapsamındaki yükümlülüklerini yerine
getiremediğini söylemek mümkün değildir. Ayrıca dava reddedilmiş bile olsa
başvurucuların etkili bir yargısal korumadan yararlanamadığı da söylenemez.
110. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu olayda yaşam hakkının
ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
111. Başvurucular, oğullarının ölümü üzerine açtıkları tam yargı
davasının makul sürede tamamlanmadığını ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
112. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §
26) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı
ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği
iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara
ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına
(Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir
olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup
bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır.
113. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli
giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu
tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı
sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul
edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel,
§§ 35, 36).
114. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
115. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.