TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
DELALİ ÖZDEMİR VE LEYLA PADIR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/19218)
|
|
Karar Tarihi: 4/7/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep KÖMÜRCÜ
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Hasan SARAÇ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Leyla PADIR
|
|
|
2. Delali
ÖZDEMİR
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Abdullah FINDIK- Av. Abdulaziz TOKAY
|
|
|
Av. Hüsnü KAPLAN-Av. Kamil ÖZDEMİR
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucuların 1994 yılında kaybolan yakınlarının
bulunamaması ve bazı şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/12/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvuruculardan Leyla Padır'ın eşi
İ.P. ile Delali Özdemir'in oğlu A.Ö. Silopi ilçesi Üçağaç köyü Ziristan mezrasında
aileleri ile yaşamaktayken 6/6/1994 tarihinde -iddiaya göre- gözaltına
alındıktan sonra bir daha kendilerinden haber alınamamıştır.
8. Başvurucular olayla ilgili olarak Silopi Cumhuriyet
Başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan soruşturmanın devam ettiğinden bahsetmekle
birlikte, bireysel başvuru formunda soruşturma dosyasının numarasını
belirtmemiş ve iddialarına dayanak olabilecek belgelerin onaylı suretlerini de
eklememişlerdir.
9. Eksikliklerin giderilmesi için yazılan yazı üzerine
başvurucular, ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlandırılan ve
Başsavcılığın aşağıda incelemeye esas alınacak olan 2014/980 sayılı dosyasının
onaylı suretini göndermişlerdir.
10. Bununla birlikte, bireysel başvuru formu ile başvurucuların
vekillerinin başka kişilerle ilgili olan ve aynı mahiyetteki iddialarının yer
aldığı diğer dosyaların içeriğinde başvurucuların yakınlarının kaybı
iddialarına ilişkin bazı belgelere rastlanmıştır. Başsavcılık tarafından Adalet
Bakanlığına gönderilen 12/12/2016 tarihli yazıdan ''..[İ.P.] hakkında yapılan incelemelerde ...2014/980 sayılı
soruşturma dosyasında [k]ayıp
şahıs sıfatıyla taraf olarak bulunduğu, suç tarihinin 06/06/1994 olduğu,
20/06/1994 tarihinde [İ.P.]nin
annesi [H.P.] tarafından Silopi
Cumhuriyet Başsavcılığına müracatta bulun[ul]duğu, bu müracaata ilişkin olarak açılan dosyanın Silopi
Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/06/1998 tarihinde [y]etkisizlik kararı verilerek Cizre Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderildiği, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/03/2001
tarihinde şahısların gözaltında kaybolması iddiası ile ilgili ek takipsizlik
kararı verildiği, daha sonra[İ.P.]nin
kaybolması ile ilgili 07/01/2002 tarihinde [d]aimi arama kararı alındığı'' anlaşılmıştır.
11. Kaybolan kişilerin yakınları tarafından yapılan müracaatlar
üzerine kimlerin hangi tarihte ve hangi içerikle beyan, şikâyet ve iddialarını
ifade ettiği, ayrıca Başsavcılık tarafından yapılan işlemlerin tespiti bu
nedenle mümkün olamamıştır.
12. Başsavcılık tarafından başlatılan ilk soruşturmada daimî
arama kararı verildikten sonraki süreçte, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 250. maddesiyle yetkili İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı tarafından yürütülen ve kamuoyunda Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturması olarak bilinen
2008/1756 sayılı soruşturma kapsamında gizli tanık"Tükenmez Kalem"in
ifadesine başvurulmuştur. Gizli tanık ifadesinde; K.A. isimli kişinin Jandarma
Komutanlığına sık sık geldiğini, 1994 yılında yakalanan iki örgüt üyesinin
ifadelerinde, kaybolan İ.P. ve A.Ö.nün isimlerinin
geçmesi nedeniyle ilçe jandarma komutanı tarafından verilen talimat gereğince
bu kişilerin yaşadığı yere gittiklerini, dönüş yolunda karşılaştıkları bu iki
şahsın yakalanarak Komutanlıkta nezarethaneye alındığını, bir gün sonra ise bu
şahısların kaybolduğunu duyduğunu, bu şahısların C. isimli komutanın talimatı
ile infaz edildiğini düşündüğünü beyan etmiştir.
13. Gizli tanığın verdiği ifadeler başta olmak üzere olayla ilgili
olarak medyada çıkan haberler sonrasında, kaybolan şahısların yakınları ve bazı
baro başkanları ile çok sayıda avukat tarafından yapılan müracaatlar üzerinekayıp şahıslarla ilgili olarak Başsavcılık
tarafından 2008 yılında yeni bir soruşturma başlatılmıştır. Kayıp İ.P.nin oğlu olan H.P. 2008/3151 sayılı yeni başlatılan bu
soruşturma kapsamında 27/1/2009 tarihinde ifade vermiştir. H.P. ifadesinde
özetle olay tarihinde babası ve amcası A.Ö. ile kendisinin de gözaltına
alındığını, bir gece nezarethanede kaldığını, sabah olunca kendisinin
salıverildiğini ancak babası ve amcasının serbest bırakılmadığını, o tarihten
sonra ise babası ve amcasını bir daha görmediğini, hem Cizre hem de Silopi
Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurduklarını, fakat sonuç hakkında bir
bilgisinin bulunmadığını, kuyuların açılması sonucunda çıkacak cesetler
üzerinde DNA incelemesi yapılmasını talep ettiğini belirtmiştir.
14. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı işlendiği iddia edilen
suçları soruşturmakla yetkili başsavcılığın Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet
Başsavcılığı olduğu gerekçesiyle23/6/2009 tarihinde dosyayı fezleke ile
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.
15. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığının 2008 yılında başlattığı ve
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği bu dosyadan bağımsız olarak,
gizli tanığın ifadelerinde yer alan faili meçhul veya kayıp şahıslar hakkında
yukarıda (bkz. § 12) bahsedilen Ergenekon
silahlı terör örgütü soruşturmasında da suçların işlendiği yerlerle
ilgili soruşturma yapma yetkisinin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK
250. maddesi ile yetkili) ait olması nedeniyle 29/9/2009 tarihinde ayırma
kararı verilmiş ve ayrılan yeni 2009/1951 sayılı soruşturma dosyası 7/12/2009
tarihli yetkisizlik kararı ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilmiştir.
16. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Silopi ve İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından gönderilen her iki dosyayı 2009/3584
sayılı soruşturma dosyası üzerinden soruşturmaya devam etmiştir. Soruşturmanın
devam ettiği süre içinde özel yetkili mahkemelerin 21/2/2014 tarihli ve 6526
sayılı Kanun'un 19. maddesinde yapılan değişiklik ile kaldırılması nedeniyle
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20/3/2014 tarihinde yetkisizlik
kararı verilerek dosya Silopi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
17. Açıklanan bu süreç sonucunda Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından o bölgede yaşandığı ileri sürülen kaybedilme veya infaz iddialarına
ilişkin olarak 2014/980 sayılı dosya üzerinden soruşturma başlatılmıştır. Bu
dosya haricinde Başsavcılık tarafından başvurucuların yakınlarının kaybolma
iddiaları konusunda müstakil bir soruşturma yürütüldüğüne dair belgeye
rastlanmadığı gibi başvurucular tarafından da bu hususta sağlıklı olarak bir
iddianın ileri sürülmediği ve belge sunulmadığı tespit edilmiştir.
18. Genel olarak kaybedilme veya infaz edilme iddiaları ile
ilgili olarak 2014/980 sayılı soruşturma dosyasında, gizli tanık beyanlarını
doğrulayacak mahiyette kesin ve inandırıcı herhangi bir delil bulunmaması nedeniyle
20/6/2015 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ve 30/6/2015
tarihinde daimî arama kararı verilmiştir.
19. Başvurucuların bu karara yaptıkları itiraz, Cizre Sulh Ceza
Hâkimliğinin 2/11/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
20. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz.Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B.
No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 32-69.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 4/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
22. Başvurucular, yakınlarının kamu görevlileri tarafından zorla
kaybedildiğini ve olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini
belirterek Anayasa'nın 2., 5., 10., 11., 12., 14., 17., 19., 36. ve 40. maddelerinde
teminat altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
B. Değerlendirme
23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların kovuşturmaya yer olmadığına
dair karara yaptıkları itiraz ile Anayasa Mahkemesine sundukları bireysel
başvuru formunun incelenmesi sonucunda şikâyetlerini dile getiriş şeklinden
anılan ihlal iddiasının, yaşam hakkına yönelik ihlal iddialarını delillendirme amaçlı olduğu sonucuna varılmış; bu
iddialarla ilgili olarak Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam
hakkı kapsamında bir bütün olarak inceleme yapılmıştır.
24. Başvurucuların iddiaları ve delilleri ile UYAP ortamından ve
ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklardan temin edilen diğer belgelerin bir bütün
olarak incelenmesi neticesinde somut olayda başvurucuların yakınlarına hiçbir
şekilde ulaşılamadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuruda öncelikle yaşam
hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının
uygulanabilirliği hususunda bir değerlendirme yapmak gerekir.
25. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi
için gerekli şartlardan biri, doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla
birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı
çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet
Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).
26. Bir kişinin gözaltında kaybolduğunun iddia edilmesi, tek
başına 17. maddenin ihlal edildiğinin kabul edilmesini mümkün kılmaz. Bununla
birlikte belli koşullarda, cesedi ortaya çıkmamış olsa dahi kaybolan bir
kişinin ölmüş kabul edilebileceği sonucuna ulaşılabilir. (Birsen Gülünay,
B. No: 2013/2640, 21/4/2016, § 63. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kurt/Türkiye, B. No: 24276/94, 25/5/1998,
§§ 107, 108; Tahsin Acar v. Türkiye,
B. No: 26307/95, §§ 216, 217; Meryem Çelik
ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3598/03§§ 48-60, Er ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23016/04,
31/7/2012, § 66).
27. Somut olayda başvurucuların yakınlarının fiziksel
varlıklarına ulaşılamadığı ve iddialar ile dosya içeriğine göre başvurunun
yaşam hakkı çerçevesinde incelenebileceği anlaşılmıştır.
28. Anayasa’nın "Kişinin
dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı"
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
29. Anayasa’nın "Devletin
temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili
kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, …
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti
ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve
sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
30. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir
başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No:
2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucu Leyla Padır,
kaybolduğu iddia edilen İ.P.nin eşidir. Diğer
başvurucu Delali Özdemir ise A.Ö.nün
babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.
31. Başvurunun öncelikle başvuru yollarının tüketilmesi ve bu
kuralla iç içe girmiş olan otuz günlük başvuru süresi kuralı bakımından
değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir.
32. Başvuru yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun
temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal
sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların
ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının
tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20). Ayrıca
başvurucuların iddialarının önce yaşamı koruma ve öldürmeme yükümlülüğü
perspektifinden Anayasa Mahkemesince değerlendirilebilmesi için bu kriter
uyarınca olaydan sonra yürütülen ceza soruşturmasında olayın gerçekleşme
koşullarının soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından
aydınlatılması, varsa üçüncü kişilerin, özellikle de kamu görevlilerinin cezai
sorumluluklarının incelenmesi gerekmektedir (Birsen
Gülünay, § 44).
33. Yaşam hakkı ile ilgili bir soruşturmanın etkili olup
olmadığı yönünden inceleme yapabilmek için -mutlak surette gerekli olmasa da-
yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu
makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile
getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848,
17/7/2014, § 77; Hüseyin Caruş,
B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46).
34. Bununla birlikte anılan kural mutlak değildir. Özellikle
ihlal iddiasını değerlendirme ve ihlal tespiti yapıldığında yeterli giderimi
sağlama imkânı tanıyan bir başvuru yolunun bulunmaması hâlinde başvuru
yollarının tüketilmesi kuralını uygulamak mümkün olmayacaktır. Devam eden bir
soruşturmada etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle
yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarını değerlendirecek, soruşturmanın etkili
yürütülmediğinin anlaşılması hâlinde bunu sağlayacak bir başvuru yolu
bulunmamaktadır. Dolayısıyla anılan ihlal iddiaları yönünden başvuru yollarının
tüketilmesi gerekmemektedir (Yasin Ağca, B.
No: 2014/13163, 11/5/2017, §
121).
35. Yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gereken bir olayla ilgili
soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapılabilmesi için -mutlak
surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması
şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi,
bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun
olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, § 76; Hüseyin Caruş, §
46).
36. Başvurucuların yetkili makamlara müracaat etmelerine rağmen
doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma başlatılmamışsa, başlatılan
soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık etkisiz bir hâl almışsa
başvuruculardan soruşturmanın sonucunu beklemelerini istemek makul
olmayacaktır. Böyle bir durumda başvurucular, gerekli özeni göstermeli ve
şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri, § 77). Zira
soruşturmanın etkililiğini sağlayacak bir başvuru yolu bulunmamaktadır. O hâlde
anılan ihlal iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi gerekmemektedir
(Yasin Ağca, § 121). Böyle bir
durumda başvurucular, etkili bir soruşturma yürütülmediğinin farkına vardıkları
veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuruda
bulunmalıdır. Doğal olarak başvurucuların etkili bir soruşturma
yürütülmediğinin ne zaman farkına varmaları gerektiği her başvurunun şartlarına
bağlı olarak değerlendirilecektir (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 87;
Sultani Acar, B. No: 2014/16344, 22/3/2018, § 84).
37. Soruşturmada ilerleme sağlanacağına dair umut verici
gelişmeler ve gerçekçi varsayımlar bulunduğu ve soruşturmanın ilerlemesini
sağlayıcı tedbirler alındığı sürece başvuruculardan başvuru yollarını
tüketmeden bireysel başvuruda bulunmaları da beklenmemelidir. Ancak bu hâlde
dahi soruşturmanın daha sonra etkisizleştiğini öğrenen başvurucular, durumun
farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren süresi içinde
bireysel başvuruda bulunmalıdır (Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, § 88; Sultani Acar, § 85).
38. Soruşturmanın etkisizliğinin fark edildiği veya fark
edilmesi gerektiği andan itibaren süresi içinde bireysel başvuru yapılmayıp
zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar
verilmesinin beklenmesi hâlinde soruşturmaya konu olayın üzerinden geçen uzun
zaman gerçeklerin ortaya çıkmasını zorlaştıracak ve neredeyse imkânsız hâle
getirecektir. Böyle bir durumda Anayasa Mahkemesi, devletin negatif ve pozitif
yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığını inceleyemeyecek; yaşam hakkının usul
boyutu yönünden yapacağı değerlendirmede yeniden yargılamaya karar veremeyecek
ve şartları gerçekleştiğinde sadece ihlali tespit edip tazminata
hükmedebilecektir. Oysa ölüm olayının sebep ve koşulları ile sorumluların
tespitine imkân veren etkinlikte bir soruşturma yapılması ve gerektiği takdirde
sorumluların caydırıcı bir şekilde cezalandırılmaları için yeniden yargılamaya
karar verilebilmesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynadığı
rolün önemi tartışmasızdır (Adle Azizoğlu ve Sadat
Azizoğlu, § 89; Sultani Acar, §
86).
39. Somut olayda öncelikle başvurucuların yakınlarının
kaybolması ile ilgili şikâyetlerini yetkili makamlara iletmede veya
soruşturmanın etkisizliğiyle ilgili bireysel başvuru yapmada güçlük çektikleri
yönünde herhangi bir iddiaları bulunmadığının tespit edilmesi gerekmektedir.
Bilakis başvurucular, yukarıda izah edildiği üzere kendileri ve vekilleri
vasıtası ile iddia ve taleplerini dile getirme fırsatını çeşitli tarihlerde
bulabilmişlerdir.
40. Soruşturmanın etkinliğinin yeterliliği açısından somut olaya
bakıldığında ilk olarak, başvurucuların olayın soruşturulduğu ve daimî arama
kararı verildiğini beyan ettikleri dosyanın numarasını dahi vermeksizin ilgili
belgeleri bireysel başvuru formuna eklemedikleri görülmektedir. Bu nedenle
kayıp iddialarına yönelik olarak Başsavcılık tarafından ilk aşamada yapıldığı
iddia edilen soruşturma işlemlerinin değerlendirilmesi mümkün olmamıştır. Bu
itibarla başvurucuların iddiaları Başsavcılık tarafından 2008 yılında
başlatılan ve başvurucuların ihlale sebebiyet veren yargısal işlemlerin
yapıldığına dayanak gösterilen 2014/980 sayılı dosya esas alınarak
incelenecektir.
41. Somut olayda başvurucuların ikisinin de yargısal süreç
içinde ifadesine rastlanmamıştır. Anılan dosya içerisinde sadece H.P. isimli kişinin
2/1/2009 tarihli ifadesi vardır.
42. Dosyada sadece bir gizli tanığın İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığında verdiği ifadesi bulunmaktadır (§ 12). Bu kişi ifadesinde K.A.,
Y., T. ve adlı kişiler ile birlikte kaybolan şahısları yakaladıklarını, nezarethaneye
koyduklarını ve ardından İ.P. ile A.Ö.den haber
alamadıklarını beyan etmiştir.
43. Kamuoyunun gündemini meşgul eden iddialar ve haberler
üzerine Silopi çevresinde kaybolduğu iddia edilen kişilerin tamamına yönelik
olarak soruşturmayı yürüten Başsavcılıkça 9/3/2009, 10-13/3/2009 ve 19/3/2009
tarihlerinde yaptırılan ve ilgililerin iddialarında geçen çok sayıdaki kazıda
bulunan kemikler ve diğer materyaller üzerinde Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas
Dairesince yapılan incelemelerde kemik parçalarının büyükbaş hayvanlara ait
olduğu anlaşılmıştır.
44. Ayrıca, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturmayı
yürüttüğü dönemde Şırnak İl Emniyet Müdürlüğünün Başsavcılığa cevap
mahiyetindeki ve soruşturmada önemli bir belge olduğu değerlendirebilecek 14/2/2014
tarihli yazısına göre gizli tanığın ifadesinde adı geçen Uzman Çavuş C.S.nin kimlik bilgileri tespit edilmiştir. Jandarma Genel
Komutanlığının, C.S.nin 19/7/1993 ile 22/8/1997
tarihleri arasında Silopi Jandarma Komutanlığında görev yaptığına dair 20/3/2013
tarihli yazısı da dosyada yer almaktadır. Söz konusu belgede 1/1/1994 ile
1/1/1996 tarihleri arasında Komutanlıkta görev yapan tüm personele dair
bilgilere de yer verilmiştir. Bu belgeye göre C.S. yazışmaların yapıldığı tarih
itibarıyla bir ilin Jandarma Komutanlığında aktif olarak görev yapmaktadır.
45. Başsavcılıkça, tüm bu hususlara rağmen, olaylarda isimleri
geçen şahısların tespitine ve ifadelerinin alınmasına yönelik olarak işlem
yapıldığına dair herhangi bir belgeye rastlanılmamıştır.
46. Kaybolduğu iddia edilen şahıslarla ilgili olarak
başvurucuların vekillerinin Anayasa Mahkemesinde 2015/19212, 2015/19213,
2015/19215, 2015/19216 ve 2015/19217 sayılı dosyalarda aynı hak ihlali
iddialarına ilişkin bireysel başvuruları da bulunmaktadır. Anılan dosyaların
bir bütün olarak incelenmesinden, ihlale sebebiyet verdiği iddia edilen
kararların Başsavcılığın 2014/980 sayılı ek kovuşturmaya yer olmadığına dair
kararı ile bu karara yapılan itirazın sulh ceza hâkimliğince reddine dair
kesinleşen karar olduğunun iddia edildiği anlaşılmaktadır. Böylece
başvurucuların vekillerinin usulüne uygun vekâletler ile bu dosyaların hepsinin
yargısal süreçlerinden, yapılan iş ve işlemlerden haberdar olduğu açıkça
görülmektedir.
47. Aralarında başvurucuların vekillerinin de olduğu çok sayıda
avukat tarafından 16/7/2014 tarihinde, açıklanan bu hususlarda soruşturmanın
ilerlemesine matuf olarak yapılan işlemlerin etkisiz olduğuna dair dilekçe
verilmiştir. Bu dilekçede, olay tarihinden itibaren geçen süreye rağmen hiçbir
gelişme olmadığı beyan edilerek gizli tanık ifadelerinde adları geçen kişilerin
ifadelerin alınması talep edilmiştir.
48. Gizli tanığın ifadesinde geçen başka şahıslarla ilgili
olarak Başsavcılık 20/1/2015 tarihinde yazılar yazmıştır. Bununla birlikte,
başvurucuların yakınlarının kaybında sorumlu olduğu değerlendirilen kişilerle
ilgili olarak bir soruşturma işlemi yapıldığına dair veriye rastlanmamıştır.
Başvurucular tarafından soruşturmanın etkili şekilde yürütülmediği iddialarını
içeren dilekçenin verildiği tarihten sonra yapılan bu işlemlerin başvurucuların
yakınlarının kaybına ilişkin olmadığı, bu nedenle de bu açıdan bu işlemlerin
başvurucuların beklentilerini yeniden canlandırabilecek ve soruşturmaya konu
olaylara ilişkin gerçekleri tespit edebilecek mahiyette bulunmadığı hususunun
özellikle vurgulanması gerekmektedir. İfadeleri alınabilen diğer şüpheliler ise
tüm suçlamaları reddetmiş ve başvurucuların yakınlarının kaybolmalarına dair
herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.
49. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığınca resen başlatılan ve o
bölgede kaybolan şahıslarla ilgili olan 2014/980 sayılı soruşturma dosyası
üzerinden gizli tanık ifadelerine dayanılarak mezar açma, tanık ifadeleri alma,
şüpheli olduğu değerlendirilen bazı kişilerin ifadelerine başvurma gibi bazı
işlemlerin yapıldığı açıktır. Bununla birlikte, Başsavcılık tarafından,
başvurucuların yakınlarının kaybolması ile ilgili olarak ifadelerde adları
geçen ve kimlikleri tespit edilen isimler hakkında sonuç doğuracak nitelikte
işlemler yapılmamış ve soruşturmanın ilerlemesini sağlayıcı diğer tedbirler
alınmamıştır.
50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem,
eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının
tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
51. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel
başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
52. Sonuç olarak 16/7/2014 tarihli dilekçeye göre de
soruşturmanın etkisiz yürütüldüğünün farkında oldukları açık olan ve
şikâyetlerini yetkili makamlara iletmede veya soruşturmanın etkisizliğiyle
ilgili bireysel başvuru yapmada güçlük çektikleri yönünde herhangi bir
iddiaları bulunmayan başvurucuların etkisiz olduğu çok uzun bir zamandır açık
olan soruşturmanın sonuçlanmasını beklemelerinin gerekmediği dikkate
alındığında, bireysel başvuruların kabul edilmeye başlandığı 23/9/2012
tarihinden sonra makul kabul edilemeyecek bir süre sonra, 10/12/2015 tarihinde
yaptıkları başvurunun süresinde yapılmış olarak kabul edilemeyeceği sonucuna
ulaşmıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun, diğer kabul edilebilirlik
şartları yönünden incelenmeksizin süre aşımı
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Engin YILDIRIM bu görüşe katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA, Engin YILDIRIM'ın karşı oyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
4/7/2019 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvuruculardan Leyla Padır'ın eşi
İ.P. ile Delali Özdemir'in oğlu A.Ö. 6/6/1994
tarihinde gözaltına alındıktan sonra bir daha kendilerinden haber
alınamamıştır. İlgili Başsavcılık tarafından başlatılan ilk soruşturmada başka
bir soruşturma kapsamında ifadesi alınan bir gizli tanık başvurucuların yakınlarının
Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı nezarethanesine alındıklarını, bir gün sonra
ise bu şahısların kaybolduğunu duyduğunu ve bu şahısların C. isimli komutanın
talimatı ile infaz edildiğini düşündüğünü beyan etmiştir. Kayıp İ.P.nin oğlu olan H.P. konuyla ilgili olarak 2008/3151
sayılı soruşturma kapsamında verdiği ifadesinde olay tarihinde babası ve amcası
A.Ö. ile kendisinin de gözaltına alındığını, bir gece nezarethanede kaldığını,
sabah olunca kendisinin salıverildiğini ancak babası ve amcasının serbest bırakılmadığını,
o tarihten sonra ise babası ve amcasını bir daha görmediğini ifade etmiştir.
2. Başvurucular, olay meydana geldikten sonra ilgili makamlar
nezdinde gerekli çabaları göstermeye başlamışlardır. Nitekim 20/06/1994
tarihinde kayıp İ.P.’nin annesi Silopi Cumhuriyet
Başsavcılığına müracaatta bulunmuş bu müracaata ilişkin olarak açılan dosya
Silopi Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/06/1998 tarihinde yetkisizlik kararı
verilerek Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca
30/03/2001 tarihinde şahısların gözaltında kaybolması iddiası ile ilgili ek
takipsizlik kararı verilmiştir. Silopi ve Cizre Cumhuriyet Başsavcılıkları
arasındaki yetki sorunu yaklaşık üç (3) yılda çözümlenmiştir.
3. 2008 yılında açılan yeni soruşturmada da Silopi ve Diyarbakır
Cumhuriyet Başsavcılıkları arasında yetkili soruşturma makamının neresi
olduğunun tespit edilmesi hususunda ortaya çıkan yetki sorunu da ancak altı (6)
yılda çözümlenebilmiş ve nihayetinde Silopi Cumhuriyet Başsavcılığınca o
bölgede yaşandığı belirtilen zorla kaybedilme veya infaz edilmeye ilişkin
olarak 2014/980 sayılı dosya üzerinden soruşturma başlatılmıştır.
4. Bu soruşturma kapsamında 20/6/2015 tarihinde, gizli tanık
beyanlarını doğrulayacak mahiyette kesin ve inandırıcı herhangi bir delil
bulunmaması nedeniyle ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ve 30/6/2015
tarihinde de yeni bir daimî arama kararı verilmiştir.
5. Başvurucuların bu karara yapmış oldukları itiraz, Cizre Sulh
Ceza Hâkimliğinin 2/11/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bunun üzerine
başvurucular 10/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
6. Somut olayda başvurucuların yakınlarının fiziksel
varlıklarına neredeyse 25 yıldır ulaşılamamasını ve olayın gerçekleştiği yer,
dönem ve koşulları dikkate aldığımızda başvurucuların yakınlarının doğal
olmayan bir şekilde ölmüş oldukları sonucuna rahatlıkla ulaşabiliriz. AİHM
içtihadına göre de, aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen devletin, alıkonulan
bir kişinin daha sonra akıbetinin ne olduğu hakkında güvenilir bir delil veya
açıklama sunmadığı durumlarda kişinin ikrar edilmeyen bu alıkonma sonucunda
öldüğünü kabul etmek gerekir. Alıkonulan kişiden haber alınmaksızın geçen
zamanın uzaması da bu hükmü kuvvetlendirmektedir.
7. Ağır insan hakları ihlalleri iddiaları söz konusu olduğunda
zamanaşımı ve süreaşımı gibi hukuk güvenliği açısından önemli olan ilkelerin
esnek yorumlanması gerektiği hususunda uluslararası insan hakları belgelerinde,
BM organlarının karar ve genel yorumlarında ve bölgesel insan hakları
mahkemelerinin kararlarında genel olarak bir uzlaşının sağlandığını
söyleyebiliriz.1
8. Resmi olarak gözaltına alınmayan ama zorla alıkonulup,
fiziksel varlığına uzun bir süre boyunca ulaşılamayan kişilerin durumu uluslararası
insan hakları hukukunda ağır insan hakları ihlallerinden biri olan zorla
kaybetme olarak tanımlanmaktadır. Uluslararası insan hakları alanında konumuzla
ilgili en önemli düzenlemeler 2006 tarihli BM Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı
Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşmede bulunmaktadır. Ağır insan hakları
ihlallerinden zorla kaybetmelere ilişkin olan bu Sözleşmeye Türkiye henüz taraf
olmamıştır. BM Sözleşmesi zorla kaybetmeyi “kişilerin,
Devlet adına görev yapan veya Devletin yetkilendirmesi, desteği veya bilgisi
dâhilinde hareket eden kişiler veya gruplar tarafından kaçırılması, gözaltına
alınması, tutulması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüğünden yoksun
bırakılmasını takiben, kaybolan kişinin özgürlüğünden yoksun bırakıldığının
veya bulunduğu yerin ya da akıbetinin gizlendiğinin reddedilmesini ve böylece
hukukun koruması dışında bırakılmasını” şeklinde tanımlamaktadır.2
9. Bu Sözleşmenin 8. maddesinin 1. Fıkrasının (b) Bendinde yer
alan ve bir zorla kaybetme olayı meydana geldiğinde, bu eylemin süreklilik
taşıyan niteliği de göz önünde bulundurularak, zamanaşımı süresinin eylem sona
erdikten sonra başlayacağı hükmü, somut başvurumuz bağlamında süreaşımı
meselesinde bize yol gösterici olabilir.
10. Zorla kaybetmelerle ilgili BM Zorla Kaybetmeler Çalışma
Grubu, Süreklilik Taşıyan bir Suç Olarak Zorla Kaybetme başlıklı Genel
Yorumunda, zorla kaybetmenin süreklilik taşıyan bir fiil olmasından dolayı
zamanaşımı süresinin fiilin tamamlandığı andan itibaren işletilmeye başlaması
gerektiğini belirtmiştir.3
11. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından hazırlanan Ağır
İnsan Hakları Bakımından Cezasızlığın Sona Erdirilmesine Yönelik Rehber
İlkelere göre “devletler, ağır insan hakları ihlallerinin soruşturulmasını ve
fail olduğu iddia edilen kişiler hakkında kovuşturma yapılmasını olabildiğince
desteklemelidir. Soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin meşru kısıtlamalar ve
sınırlamalar, amaca uygun olarak asgari seviyede uygulanmalıdır.” 4
12. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi de 2005 yılında aldığı
1463 sayılı kararında ağır insan hakları ihlallerinden biri olan zorla
kaybetmeyle ilgili olarak, mağdurun akıbeti ve bu bağlamdaki hakikatler
aydınlatılıncaya kadar zorla kaybetme ilgili zamanaşımının işlemeyeceğini
belirtmektedir.5
1
13. Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesine göre ağır insan
hakları ihlalleri meydana geldiğinde zamanaşımı kurallarının ve faillerin
sorumluluğunu ortadan kaldırmaya yönelik getirilen diğer tüm tedbirler ağır
insan hakları ihlalleri faillerine cezasızlık zırhı tanımaktadır.6
14. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 2. maddesinde
güvence altına alınan yaşam hakkını uluslararası insan hakları hiyerarşisinde
‘en üstün hak’ olarak kabul eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre
zamanaşımı kuralları devletlerin etkili soruşturma ve cezalandırma
yükümlülüğünü yerine getirilmesini engelleyecek şekilde yorumlanmamalıdır. 7
15. Zorla kaybetme fiilini devam eden ve süregiden bir durum
olarak nitelendiren AİHM’ye göre böyle durumların olduğu davalarda, Mahkeme
için geçerli olan altı aylık başvuru süresi genellikle bu durum sona erdiğinde
gerçek anlamda işlemeye başlar. 8
16. AİHM, devlet görevlileri eliyle kaybetme iddiaları
bakımından başvurucunun, kayıp kişinin devlet görevlileri tarafından
tutulduğunu, dolayısıyla kişinin yetkililerin denetimi altına girdiğini ilk
bakışta (prima facie) ikna
edici delillerle ileri sürmesinin yeterli olduğuna karar vermiştir. Bu deliller
çoğu kez birbiriyle örtüşen birden fazla tanık ifadesi şeklindedir.9
9
17. Uluslararası insan hakları denetim organları, zorla kaybetme
mağduru kişinin yakınlarının yaşadığı acı, ıstırap ve süregiden bekleyişin,
kaybetme olgusundan bağımsız bir temel insan hakkı ihlali olduğuna karar
vermişlerdir. Amerikalar Arası İnsan Hakları Mahkemesi (AmİHM)
zorla kaybetmeyi konu alan bir başvuruda “kayıp bir kişi hakkındaki hakikatten
sürekli biçimde mahrum bırakılma, zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı
muamele oluşturur” sonucuna ulaşmıştır.10 0
18. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi bu alandaki ilk
kararı olan Quinteros
v. Uruguay kararında, başvurucu annenin kızının kaybedilmesi
nedeniyle maruz kaldığı ıstırap ve üzüntünün ve kızının akıbetine ve nerede
olduğuna ilişkin devam eden belirsizliğin, kaybetme olgusundan bağımsız olarak,
doğrudan doğruya annenin haklarını ihlal ettiğini ve insanlık dışı muamele
oluşturduğunu kabul etmiştir. 11
19. “Meydana gelen ağır insan hakları ihlallerin nedenleri,
olguları ve koşullarıyla ilgili, faillerin ve teşvik edenlerin kimlikleri de
dâhil olmak üzere tam ve eksiksiz şekilde hakikate ulaşma hakkı” olarak
tanımlanan “hakikat hakkı” da somut başvuru açısından önem taşımaktadır. AİHM
de mağdur yakınlarınınhakikatibilmehaklarına,Sözleşmenin2. ve 3. madde
kapsamında devletin etkili soruşturma yükümlülüğü ile 3. maddede korunan
insanlık dışı muamele yasağı temelinde korumaktadır. Zorla kaybetmenin devam
eden ihlal niteliği ve bu suç bakımından zamanaşımı hükümlerinin farklı
yorumlanması ilkesinin esas amaçlarından biri, mağdur yakınlarının hakikati
bilme hakkını güvenceye almaktır.
20. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına göre “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahiptir.” Aynı maddenin üçüncü fıkrasında da “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan
haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz”
hükmü yer almaktadır.
21. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasında
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren
otuz gün içinde yapılması gerekir” düzenlemesi bulunmaktadır.
22. Bireysel başvuruların kanunda ifade edilen süre zarfında
yapılması gerektiği hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Burada çözülmesi
gereken ön sorun zorla kaybedilme şeklinde tanımlanması gereken ağır bir insan
hakkı ihlali iddiası söz konusu olduğunda süre sınırlamasının ne kadar
esnetilebileceği veya ne kadar şekilci ve katı bir şekilde uygulanabileceği
noktasında düğümlenmektedir.
23. Yukarıda özetlediğimiz uluslararası insan hakları
mahkemeleri içtihadı ve uluslararası insan hakları hukuku belgeleri zorla
kaybetmeyi, süreklilik taşıyan bir hak ihlali olarak değerlendirdiğinden bu
eyleminin kaybetme olgusuna ilişkin şartlar ortaya çıkana, kadar devam ettiğini
ve zamanaşımı sürelerinin eylem tamamlandığında işletilmeye başlaması
gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır.
24. Strazburg Mahkemesi ilke olarak, başvurucuların
soruşturmanın etkili olmadığını fark eder etmez veya fark etmesi gerekir
gerekmez bireysel başvuruda bulunması gerektiğine işaret etmektedir.
25. AİHM, başvurucunun hiçbir soruşturma başlatılmamış
olduğunun, soruşturmanın hareketsiz kaldığının veya etkili bir şekilde
yürütülmediğinin farkında olur olmaz ya da olması gerektiğinde, ayrıca bu
olasılıkların “her birinde gelecekte etkili bir soruşturma yürütülmesine dair
yakın ve gerçekçi bir beklenti bulunmadığında” aşırı veya nedensiz yere geciken
bireysel başvuruları altı aylık başvuru süresinin geçmiş olması sebebiyle
reddetmiştir. 13
26. Buna karşılık AİHM’e göre bireysel
başvuruyu süresi içinde yapma konusunda ortaya çıkan gecikme başvuru konusu
olayın ve ihlal edildiği iddia edilen insan haklarının niteliğine bağlı olarak
önemli olgusal veya hukuki meseleleri açığa çıkarabilecek gelişmeleri
başvurucunun beklemesinin makul olduğu hallerde başvurunun kabul
edilebilirliğini etkilemez.14
27. AİHM, ölen kişinin yakınları ile yetkili makamlar arasında
şikâyetlere ilişkin anlamlı birtakım temaslar olduğu ve bilgi talepleri yahut
soruşturma tedbirlerinde ilerleme sağlanacağına dair bazı emareler veya
gerçekçi ihtimaller bulunduğu sürece başvurucularda haksız gecikme düşüncesinin
genelde uyanmayacağını vurgulamıştır. Buna karşılık AİHM’e
göre bu durumlarda dahi aradan bir süre geçtikten sonra ve araştırma
faaliyetleri önemli derecede ağır işlerse veya kesintiye uğrarsa ölen kişinin
yakınlarının etkili bir soruşturma yürütülmediği ve yürütülmeyeceğinin farkına
varmış olmaları gerekmektedir.15
28. Strazburg Mahkemesi, başvurucularca etkili bir ceza
soruşturmasının bulunmadığının farkında olunduğu ya da olunması gerektiği
durumdan sonra “yeni bir delil veya bilgi” şeklinde önemli gelişmelerin yaşanma
olasılığının ortaya çıktığı durumlarda başvurunun süre aşımı nedeniyle
reddedilmesinin aşırı kuralcılık anlamına geleceğine dikkat çekmektedir.16
29. AİHM, süreye ilişkin kabul edilebilirlik kriterinin yerine
getirilip getirilmediğini incelerken başvuruya konu olayın kendine özgü
koşullarını, bu koşullara göre başvurucu tarafından soruşturmaya gösterilen
ilgi ve özenin derecesini ve ulusal düzeyde yürütülen soruşturmanın
yeterliliğini göz önüne almaktadır.17
30. Anayasa Mahkemesi de başvurucuların yetkili makamlara
müracaat etmelerine rağmen doğal olmayan bir ölümle ilgili soruşturma
başlatılmamışsa, başlatılan soruşturmada ilerleme yoksa veya soruşturma artık
etkisiz bir hâl almışsa başvurucuların soruşturmanın sonucunu beklemelerini bir
koşul aramamaktadır. Mahkeme böyle durumlarda başvurucuların gerekli özeni
göstererek, şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine
sunabilmelerini beklemektedir (Bkz. AYM kararı § 11).
31. Çoğunluk, başvurucular vekillerinin 16/7/2014 tarihinde
verdikleri dilekçelerle, kaybolduğu iddia edilen başka şahısların akrabalarını
temsilen soruşturmanın etkisiz olduğunu açıkça ifade ettiklerini ve bu
dilekçenin verilmesinden sonra yakınlarının kaybolmasına dair başvurucuların
soruşturmanın ilerleyeceğine dair umut doğuran herhangi bir etkin soruşturma
işleminin yapılmadığını kabul etmektedir (AYM Kararı § 47, 52).
32. Bununla beraber, anılan dilekçeden sonra birtakım işlemler
yetkili makamlarca gerçekleştirilmiştir (AYM Kararı §§ 48-9). Çoğunluk, bu
işlemlerin doğrudan somut başvuruyla ilgili olmadığı gerekçesiyle
“başvurucuların beklentilerini yeniden canlandırabilecek, soruşturmaya konu
olaylara ilişkin gerçekleri tespit edebilecek işlem mahiyetinde bulunmadığı”
hususuna dikkat çekmektedir (§ 48). Çoğunluk, başvurunun 23/9/2012 tarihinden
itibaren yasal süresi içinde yapılması gerekirken bu süre geçtikten sonra
10/12/2015 tarihinde yapılması nedeniyle süre aşımı nedeniyle kabul edilemez
olduğu sonucuna ulaşmıştır.
33. Başvurucuların öne sürdükleri ihlal iddialarıyla ilgili olarak
bireysel başvuru yaparken gerekli özeni gösterme yükümlülüğü taşıdıkları
açıktır.
34. Somut başvuruda başvurucuların yakınlarının devlet
görevlileri tarafından alıkonulduğunun birden fazla tanık (gizli tanık ve
kayıplardan birinin oğlu) tarafından ifadelerinde belirtilmesi olayın ilk
bakışta (prima facie) zorla
kaybetme neticesinde gerçekleşen bir ölüm olduğunu bize göstermektedir.
35. Zorla kaybedilme neticesinde ölüm gibi vahim bir ağır insan
hakkı ihlali iddiasıyla ilgili iki ayrı soruşturmada toplamda tam dokuz (9)
yıllık bir süre Cumhuriyet Başsavcılıklarının kimin yetkili olduğu hususundaki
anlaşmazlıklarıyla geçmiştir.
36. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturmayı yürüttüğü
dönemde Şırnak İl Emniyet Müdürlüğünün cevap mahiyetindeki ve soruşturmada
önemli bir belge olduğu değerlendirebilecek 14/2/2014 tarihli yazısı
Başsavcılığa ulaşmıştır. Bu yazıya göre gizli tanığın ifadesinde adı geçen
Uzman Çavuş C.nin kimlik bilgileri tespit edilmiştir.
Ayrıca adı geçen kişinin 19/7/1993 ile 22/8/1997 tarihleri arasında Silopi
Jandarma Komutanlığında görev yaptığına dair Jandarma Genel Komutanlığının
20/3/2013 tarihli yazısı da dosyada yer almaktadır. Söz konusu belgede ayrıca
1/1/1994 ile 1/1/1996 tarihleri arasında ilgili Komutanlıkta görev yapan tüm
personele dair bilgilere de yer verilmiştir. Dolayısıyla olayla ilgili olarak
önemli yeni gelişmelerin ortaya çıkması neticesinde soruşturmanın
ilerleyebileceği hususunda başvurucuların meşru ve makul bir beklenti içinde
girmiş olduklarını söyleyebiliriz.
37. Aralarında başvurucular vekilinin de olduğu çok sayıda
avukat tarafından 16/7/2014 tarihinde, soruşturmanın ilerlemesine matuf olarak
yapılan işlemlerin etkisiz olduğuna dair dilekçe verilmesinden sonra gizli
tanıkların ifadesinde geçen diğer şüphelilerin ifadelerinin alınmasına dair
yazılar ilgili Başsavcılıklara 20/1/2015 tarihinde yazılmıştır. Dilekçeden
sonra yapılan bu işlemlerin başvurucuların yakınlarının kaybına ilişkin
olmadığı, bu nedenle de bu açıdan bu işlemlerin başvurucuların beklentilerini
yeniden canlandırabilecek, soruşturmaya konu olaylara ilişkin gerçekleri tespit
edebilecek işlem mahiyetinde bulunmadığını iddiası ancak nihai karar merci olan
Cizre Sulh Ceza Hâkimliğinin itirazı reddetmesinden sonra kabul edilebilir. Bu itirazın
Cizre Sulh Ceza Hâkimliğince sonuçlandığı tarihe kadar soruşturmanın etkili
olabileceği yönünde başvurucuların son ana kadar umut verici gelişmeler ve
gerçekçi varsayımlar dâhilinde ümit taşıdıklarını, meşru ve makul bir beklenti
içinde olduklarını söylemek mümkündür. Başvurucular Cizre Sulh Ceza
Hâkimliğinin 2/11/2015 tarihli kararından haberdar olduktan sonra vakit
geçirmeden kanaatimce yasal süresi içinde başvurularını yapmıştır.
38. Kabul edilebilirlik hususunda başka bir sorunun bulunmadığı
başvuruyu esas yönünden incelediğimizde başvurucuların, gizli tanık
ifadelerinden hareketle kayıp kişilerin devlet görevlileri tarafından
alıkoyulduğunu, dolayısıyla yetkililerin denetimi altına girdiğini ilk bakışta
(prima facia) ikna edici bir şekilde ileri
sürdüğünü kabul etmek gerekir. Zorla kaybedilen iki yurttaşın akıbeti hakkında
devlet tatmin edici bir açıklama yapamamış, olayı çok uzun bir süreye yayarak
etkili soruşturma yükümlülüğünü de yerine getirmemiştir.
39. Bu nedenle başvuruya konu olan kişilerin devlet denetimi
altındayken öldüklerinin ve bu durumun etkili bir şekilde soruşturulmadığının,
adeta savsaklandığının kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla Anayasanın 17.
maddesinin birinci fıkrasında korunan yaşama hakkının hem usul hem de maddi
yönden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
40. Zorla kaybetme anlık suçlar gibi “bir anda olmuş ve sona
ermiş” bir fiil olmayıp devam eden bir duruma işaret etmektedir. Başvurucuların
yakınlarının akıbetleriyle ilgili hakikatten mahrum bırakılmaları nedeniyle çok
uzun bir süredir belirsizlik, acı, keder, elem ve ıstırabın içinde
bulunduklarının kabulü gerekir. Bu durum insanlık dışı muamele oluşturduğundan
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası da ihlal edilmiştir.
1Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.
Başak Çalı ve Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Ağır İnsan Hakları İhlallerinde
Zamanaşımı: Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme, Anayasa Mahkemesine sunulan Amicus Curiae Görüşü,
4 Nisan 2017;
https://hakikatadalethafiza.org/wp-content/uploads/2017/11/Bas%CC%A7ak-
C%CC%A7al%C4%B1-Amicus-Curiae-TR.pdf. (erişim tarihi, 9 Temmuz
2019); Hülya Dinçer, Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuruve
Zorla Kaybetmeler, Anayasa Mahkemesine sunulan Amicus Curiae Görüşü 4 Nisan 2017;
https://hakikatadalethafiza.org/wp-content/uploads/2017/11/AYM-Amicus_Hu%CC%88lya-Dinc%CC%A7er-Osman-Dog%CC%86ru-SON-TR.pdf
(erişim tarihi 9 Temmuz 2019).
2BM Genel Kurulu, Herkesin Zorla
Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme,
E/CN.4/2005/WG.22/WP.1/Rev.4, 20.12.2006, 2. madde aktaran Dinçer, s.3.
3BM Zorla Kaybetmeler Çalışma Grubu,
Süreklilik Taşıyan bir Suç Olarak Zorla Kaybetme Genel Yorumu, aktaran Çalı ve
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, s.12.
4Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, “Ağır
İnsan Hakları İhlalleri Bakımından Cezasızlığın Sona Erdirilmesine Yönelik
Rehber İlkeler”, 30 Mart 2011, aktaran Çalı ve Hakikat Adalet Hafıza Merkezi,
s.9.
5Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi,
“Zorla Kaybetmeler”, aktaran Çalı ve Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, s.9.
6Amerikalılar Arası İnsan Hakları
Mahkemesi, Barrios Altos/Peru,
14 Mart 2001, aktaran Çalı ve Hakikat Adalet Hafıza Merkez, s.13.
7Streletz, Kessler
ve Krenz/Almanya, B. No. 340044/96, 35532/97,
44801/98, 22 Mart 2001, § 87, aktaran Çalı ve Hakikat Adalet Hafıza Merkezi,
s.14.
8Loizidou/Türkiye, B.No.
15318/89 18/121996;Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/90,
16065/90, 16066/90, 16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90, 16072/90 ve
16073/90, 18/9/2009, § 159.
9Umarovy/Rusya, B.No.
2546/08, 2012 aktaran Dinçer, s.7.
10AmİHM, Bamaca Velasquez v. Guatemala, para. 164, aktaran Dinçer, s. 24.
11BM İnsan Hakları Komitesi, Maria del Carmen Almeida de Quinteros/Uruguay, No. 107/1981, para. 14, aktaran Dinçer, Ibid. 23.
12BM İnsan Hakları Komisyonu, Bağımsız
Uzman Diane Orentlicher,
“Cezasızlıkla Mücadele Yoluyla İnsan Haklarının Teşvik Edilmesi ve Korunmasına
İlişkin Güncellenmiş Prensipler” E/CN.4/2005/102/Add.1, 08 Şubat 2005, 2.
Prensip aktaran Çalı ve Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, s.6.
13Narin/Türkiye, B. No: 18907 /02,
15/12/2009 § 51; Aydınlar ve diğerleri Türkiye (k.k.),
B. No: 3575/05, 9/3/2010; Atallah/Fransa (k.k.), B. No: 51987/07, 30/8/2011.
14 El-Masri/The Former Yugoslav Republic of Macedonia, B.No. 39630/09, § 142.
15Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B.
No: 16064/90, 16065/90, 16066/90, 16068/90, 16069/90, 16070/90, 16071/90,
16072/90 ve 16073/90, 18/9/2009, § 165.
16Brecknell Birleşik Krallık, B. No:
32457/04, 27/11/2007, § 69, 71.
17Narin/Türkiye, B. No. 18907/02 § 43.