TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GÖNÜL YANIK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/1937)
|
|
Karar Tarihi: 20/3/2019
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Engin
YILDIRIM
|
Üyeler
|
:
|
Recep
KÖMÜRCÜ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yıldız
SEFERİNOĞLU
|
Raportör
|
:
|
Sinan
ARMAĞAN
|
Başvurucular
|
:
|
1. Gönül
YANIK
|
|
|
2. Haydar
YANIK
|
|
|
3. Hüseyin
YANIK
|
Vekili
|
:
|
Av. Hande
AYNA DERNEKOĞLU
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tıbbi teşhiste gecikme sonucu çocuğun görme engelli
doğmasına yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının,
olay hakkında açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede
yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/2/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Başvuruculardan Hüseyin Yanık, diğer başvurucu Gönül Yanık'ın
oğludur. Başvurucu Gönül Yanık, ilk doğumundan olan çocuğu Gülhane Askeri Tıp
Akademisinde (Hastane) mikrosefali
(bebekte baş küçüklüğü) tanısı ile takip edildiği sırada ikinci çocuğu olan başvurucu
Hüseyin'e gebe kalmıştır. Başvurucular Gönül ile Haydar'ın akraba olmaları
(amca çocukları) ve ilk çocuklarının da genetik bir hastalıkla doğması üzerine
başvurucu Gönül, Hastanenin Doğum Ana Bilim Dalı Yüksek Riskli Gebelik
Polikliniğinde muayene olmuştur. Yapılan tetkikler sonucunda başvurucu Gönül'ün
yakın obstetrik takibe alınması gerektiği 26/11/2001
tarihli hastane kayıtlarında yer almıştır.
9. 3/6/2002 tarihinde normal yolla doğum gerçekleşmiş ve
başvurucu Hüseyin dünyaya gelmiştir. Hastanenin kayıtlarına göre bebeğin genel
durumunun iyi olduğu, anne ve bebeğin taburcu olabilecekleri
değerlendirilmiştir.
10. Başvurucular aynı Hastaneye daha sonra yeniden muayene olmak
için gitmişler, Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalında yapılan tetkiklerde
Hüseyin'in görme engelli olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu Hüseyin'e farklı
tarihlerde Hastanede tıbbi operasyonlar uygulanmış ise de görme yeteneği kazandırılamamıştır.
11. Başvurucular, kusurlu eylem sonucu bebeğin görme engelli
doğduğunu belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini için Millî
Savunma Bakanlığına 30/5/2003 tarihinde talepte bulunmuş fakat başvuruların
talepleri zımnen reddedilmiştir. Bunun sonucunda -önce Askeri Yüksek İdare
Mahkemesinde, bu mahkemenin görevsizlik kararı vermesi üzerine- Ankara 9. İdare
Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmışlardır.
12. Mahkeme tarafından yargılama dosyası Adli Tıp Kurumuna (ATK)
gönderilerek bilirkişi raporu alınmıştır. 13/2/2008 tarihli 3. İhtisas Kuruluna
ait bilirkişi raporunun ilgili kısmında;
-Hüseyin Yanık'ın görme özrünün doğuştan olduğu, sonradan
oluşmadığı,
- Yenidoğanın bu durumunun ilk
muayenesinde de tespit edilebileceği ancak yenidoğan
bebeklerin doğduktan sonraki ilk hafta vücutlarında ve yüzlerinde ödem olduğu,
bu nedenle gözlerin detaylı muayenesinin yapılamayabileceği, nitekim doğumun
gerçekleştiği kurum tarafından doğumdan dokuz gün sonra göz kliniğince
muayenesinin yapıldığı sırada ileri tetkik planlandığı, yenidoğana
16/6/2002 tarihinde göz operasyonu yapıldığı, tablonun teşhisinde ve ameliyatın
yapılmasında gecikme olmadığı,
- Gebelik takiplerinde 26/11/2001 tarihinde yaklaşık 11 haftalık
iken yapılan konjenital enfeksiyonları araştırmaya
yönelik tetkik sonuçlarının küçükteki tabloya neden olacağına ait tıbbi delil
bulunmadığı,
- Gebelik takibi süresince çocuktaki göz patolojisinin tespit
edilmesinin mümkün olamayacağı, gebelik takiplerinin tıp kurallarına uygun
olduğu cihetle davalı idareye atf-ı kabil kusur
bulunmadığı belirtilmiştir.
13. Başvurucular bilirkişi raporuna itiraz ettikleri
dilekçelerinde, farklı uzmanların mütalaaları doğrultusunda ulaştıkları
birtakım bilimsel eserlere göre gebelik sırasında tespit edilen enfeksiyon
nedeniyle sezaryen doğum yapılmasının ve yine bebeğe enfeksiyonun bulaştığının
yapılacak birtakım testlerle anlaşılması durumunda gebeliğin sonlandırılmasının
zorunluluk arz ettiğini, doğumda bulaşan enfeksiyon nedeniyle bebeğin
gözlerinde görme kaybı olduğunun dikkate alınmadığını ifade etmiş ve yeniden
bilirkişi raporu alınmasını talep etmişlerdir.
14. Mahkeme 18/11/2008 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde ATK tarafından düzenlenen rapora atıf yapılarak
olayda idarenin bir kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir.
15. Dava ve bilirkişi raporuna itiraz dilekçelerindeki hususlar
tekrarlanarak başvurucular tarafından temyiz edilen karar,Danıştay Onbeşinci
Dairesinin (Daire) 31/1/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi
aynı Dairenin 30/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 9/1/2015
tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucular 2/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
17. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu’nun 2., 3. ve 12. maddeleri.
18. Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede
sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da
hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen
bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat
Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine
ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, § 11-14).
B. Uluslararası Hukuk
19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar
başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir."
20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve
ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil
olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini
değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin 8.
maddesi kapsamında yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye
(k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
21. AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel
sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini,
hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik
gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49).
22. AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan
tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden
bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır.
Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan
öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda ilgili devlet,
hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No:
28870/05, 25/5/2010).
23. Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin
sorumluluğunun Sözleşme'nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için
yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve
hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin
ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye,
B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya
sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların
doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında
olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, §
119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 20/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların
İddiaları
25. Başvurucular; Gönül Yanık'ın ilk gebeliğinden doğan
çocuğunun mikrosefali hastası olduğunu, yakın akraba evliliği yapılması ve ilk
doğumdaki çocuğun sağlık durumu nedeniyle ikinci gebeliğin yüksek riskli
gebelik olarak takibinin kararlaştırıldığını, gebeliğin 11. haftasında yapılan tetkikte
yüksek enfeksiyon bulgusuna rastlandığını, elde edilen verilerin bebekte körlük
ve beyin hasarı gibi riskleri ifade etmesine ve bu tetkik sonucuna göre kesin
tanı için farklı testlerin yapılması gerekmesine rağmen kusurlu davranılarak
bunların yapılmadığını, bunun sonucunda da görme engelli bir çocuğun dünyaya
gelmesine sebep olunduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular; ATK raporunda konjenital enfeksiyonları araştırmaya yönelik yapılan
tetkik sonuçlarının küçükteki tabloya neden olacağına dair tıbbi delil
bulunmadığı şeklindeki tespitin bilimsel gerçeklerle uyuşmadığını, elde edilen
verilere göre farklı testler yapılmasının zorunluluk olduğunu, yapılacak bu
testlerin sonuçlarına göre gerekirse gebeliğin sonlandırılması seçeneğinin
kendilerine sunulması gerektiğini belirtmişlerdir. Başvurucular, kadın doğum ve
genetik uzmanları bulundurulmadan hazırlanan bilirkişi raporunun yetersiz
olduğunu, itirazlarına rağmen yeniden bilirkişi raporu alınmadığını, bu hatalı
rapora itibar edilerek davalarının reddedildiğini belirterek adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
26. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı”
kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
27. Anayasa'nın 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi
artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık
kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan,
B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
29. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde
özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel
bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir.
30. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu
olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki
tıbbi ihmale dair şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında
düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelemiştir (Melahat Sönmez, B.
No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim,
B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
31. Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların
tıbbi ihmale dayalı tüm şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında
incelenmesi gerekmektedir.
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin
maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
33. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi
ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının
bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin
müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
34. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin
maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî
müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler
nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve
manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084,
15/10/2015, § 49). Nitekim
Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık
alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
35. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi
varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık
kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların
yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli
tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk,§ 51).
36. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda
temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk
veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
37. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki
sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat
davalarında makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine
getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin
yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede
derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde
yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet,
yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak
ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel
olacaktır (Yasin Çıldır, B. No:
2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli,
B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
38. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna
ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların
ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden
hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek
Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet
Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul
yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir
şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece
mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip
etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek
için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,
§ 44).
39. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların
kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak
surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli
açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere
dayandırılmalıdır (Murat Atılgan,
§ 45).
b. İlkelerin Olaya
Uygulanması
40. Somut olayda başvurucular; gebeliğin 11. haftasında yapılan
tetkiklerde enfeksiyon bulgusunun yüksek çıktığını, bu bilgi üzerine farklı ve
ayrıntılı testlerin yapılmasının kesin tanı konması için bilimsel bir
zorunluluk olduğunu, bunların yapılmasının ihmal edildiğini, bu nedenle de
görme engelli bir çocuğun doğmasına neden olunduğunu ileri sürmüşlerdir.
Başvurucular; tespit edilen enfeksiyonun görme kaybına neden olduğuna ilişkin
tıbbi delil olmadığı yönündeki ATK raporunun bilimsel verilerle uyuşmadığını,
bilirkişi heyetinde konunun uzmanlarının olmadığını, hatalı rapora dayanılarak
Mahkeme tarafından davalarının reddedildiğini ifade etmişlerdir.
41. Başvurucuların iddiaları, konunun uzmanlarının katılmadığı
bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporun bilimsel verilere aykırı
olmasına rağmen hükme esas alınarak davalarının reddedilmesi noktasında
toplanmaktadır.
42. Öncelikle tıbbi bir uygulama nedeniyle fiziki bütünlükte
meydana geldiği ileri sürülen zararın giderilmesi amacıyla başvurucuların
etkili yargısal korumadan yararlanıp yararlanmadığı hususu incelenmelidir.
43. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde genel olarak
başvurucuların maddi ve manevi bütünlüklerinin ihmal suretiyle ihlal edildiğine
ilişkin tüm iddialarını kusurlu davrandığını ileri sürdüğü idare aleyhine tam
yargı davası açarak dile getirebildikleri anlaşılmıştır. Mahkemece hastane
raporlarının ve doğuma ilişkin tüm evrakların getirtilerek incelendiği ve
yapılan tıbbi müdahalenin yeterliliğine ilişkin uzman bilgisine başvurulduğu
görülmüştür.
44. Başvuruya konu yargılamanın hukuk yargılaması olmasından
ötürü taraflarca hazırlanma ilkesi çerçevesinde başvurucuların ileri sürdükleri
hususlar Mahkemece araştırılmıştır.
45. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen
başvurucuların bilirkişi raporuna ve kararlara karşı itiraz ve karar düzeltme
haklarını kullanabildikleri, bu suretle meşru çıkarlarının korunması için söz
konusu davaya gerekli olduğu ölçüde, etkili katılımlarının sağlandığı, dava
dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden
haberdar edildikleri değerlendirilmiştir.
46. Bununla birlikte başvurucular, eksik ve yetersiz rapora
dayanılarak davanın reddedildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, bilirkişi
raporuna itiraz ve temyiz dilekçelerinde üç farklı çocuk sağlığı uzmanıyla
görüştüklerini, bu kişilerin mütalaaları sonucunda bazı bilimsel yayınlara
ulaştıklarını belirtmişlerdir. Başvurucular, isimlerini ve sayfa numaralarını
söyleyerek ibraz ettikleri bilimsel eserlerde, tespit edilen enfeksiyonun
bebeğe bulaşma riski nedeniyle normal yerine sezaryen ile doğum yapılması
gerektiğinin bildirildiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, annede tespit
edilen enfeksiyonun bebeğe geçip geçmediğini anlamak için farklı testlerin
yapılması gerektiğini fakat bunların yapılmadığını, bu testlerin yapılıp bebeğe
enfeksiyon geçtiğinin tespit edilmesi durumunda gebeliğin
sonlandırılabileceğini iddia etmişlerdir. Ayrıca sezaryen yerine normal doğum
yapılması nedeniyle doğum sırasında enfeksiyonun bebeğe geçtiğini ve gözdeki
kornea tabakasını yok ettiğini ileri sürmüşlerdir.
47. Başvurucuların ileri sürdüğü bu hususlar karşısında gebelik
sürecinin takibinde kusur ve ihmal gösterildiği iddiasının araştırılması ve
durumun açıklığa kavuşturulması için alınan ve kararın gerekçesine dayanak
yapılan bilirkişi raporunda; çocuktaki göz patolojisinin gebelik sürecinde
tespit edilmesinin mümkün olmadığı, gebeliğin 11. haftasında tespit edilen
enfeksiyonun görme kaybına neden olduğuna dair tıbbi bir delil bulunmadığı,
gebelik takibinin tıp kurallarına uygun olduğu, idareye atfedilebilecek bir
kusur bulunmadığı tespit edilmiştir.
48. Anayasa Mahkemesinin bilirkişilerin vardığı sonuçların doğru
olup olmadığını irdeleme görevi bulunmamakla birlikte başvurucuların iddialarının
bilirkişi raporlarıyla açıklanmış olduğu, bu kapsamda, tespit edilen enfeksiyon
nedeniyle görme kaybı yaşandığına dair tıbbi bir delilin bulunmadığı, söz
konusu patolojinin tespit edilmesinin tıbben mümkün olmadığı ve gebelik
sürecinin takibi tıp kurallarına uygun olduğundan idareye atfedilebilecek bir
kusur bulunmadığının ifade edildiği anlaşılmıştır. Bilirkişi raporunda yer alan
bu tespitler karşısında başvurucuların enfeksiyon bulgusu nedeniyle farklı
testlerin yapılması gerektiği şeklindeki iddialarının karşılandığı
söylenebilecektir. Bunun yanında söz konusu göz patolojisinin gebelik takibi
süresince tespit edilmesinin mümkün olmayacağı kesin şekilde dile
getirilmiştir. Dolayısıyla başvurucuların anayasal haklarını koruma amacına
yönelik yeterli güvenceleri içeren bir usul çerçevesinde inceleme yapıldığı
gözlenmektedir.
49. Öte yandan başvurucular; bilirkişi heyetine konunun
uzmanlarının çağrılmadığını,yetersiz
bilirkişi heyetinden alınan rapora itibar edildiğini bildirmiş iseler de
yargılama sürecinde başvurucuların bu hususa ilişkin bir itirazlarının olmadığı
görüldüğünden ilk defa bireysel başvuru sürecinde ileri sürülen bu iddia
tartışma konusu yapılmamıştır.
50. Tüm bu hususlar birlikte gözönüne
alındığında Mahkemenin dava dosyasındaki bilgi, belge ve bilirkişi raporu
uyarınca oluşturduğu kanaate ilişkin gerekçesinin somut olayda ilgili ve
yeterli olduğu değerlendirilmiştir. Kararda yer verilen tespit ve gerekçe
itibarıyla kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı yönünden yargısal
makamların takdir yetkilerinin sınırının aşılmadığı, dolayısıyla bu hakka
yönelik bir ihlalin olmadığı sonucuna varılmıştır.
51. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci
fıkrasında güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması
hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
C. Makul Sürede
Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucuların
İddiaları
52. Başvurucular, davanın açıldığı tarihten karar düzeltme talebinin
reddedildiği 30/10/2014 tarihine kadar yargılamanın sürmesi nedeniyle makul
sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
2. Değerlendirme
53. 1/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013
tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı
Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde
eklenmiştir.
54. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre
yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya
da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan
bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul
edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat
üzerine Tazminat Komisyonu tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
55. Ferat Yüksel kararında Anayasa Mahkemesi;
yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç
veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018
tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat
Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma,
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı
yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, § 26).
56. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru
yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması
nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına
makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat
ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi
olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama
imkanına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler
doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal
iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi
olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan
başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil
niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının
tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).
57. Mevcut başvurunun bu kısmı yönünden söz konusu karardan
ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
58. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş
olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına
alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
20/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.